MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Peygamber Efendimizin (sav) mübarek sözleri ve Kudsi Hadisler.
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

İdarecilerin İki Çeşit Yardımcıları Vardır
126.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Her peygamberin ve her idarecinin iki çeşit yardımcıları, yakınları olur. Bunlardan bir kısmı onlara doğru ve hayırlı yolu gösterir ve ona teşvik eder. Diğer kısmı da onlara yanlış yolu gösterir ve ona teşvik ederler. Her kim şerri, yanlışı gösteren yardımcılardan korunursa kurtulur."buyurdu. (Buhari, Ahkam: 42; Nesâî, Beyat: 32; Câmiül'l-Evsat, 3:463. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/200-201.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Yalan Söylemenin Caiz Olduğu Yerler
127.Ümmü Külsüm bint-i Ukbe (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullahın üç şey dışında hiçbir şeyin yalana ruhsat vermeyeceğini söylediğini duydum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Onları yalan saymam. Bu hususlar şunlardır:1. İki kişinin arasını düzeltmek için söylenilen gerçek dışı söz,2. Savaşta düşmanı yanıltmak için söylenen gerçek dışı söz,3. Kadının kocasının gönlünü, erkeğin hanımının gönlü­nü yapmak için söylediği gerçek dışı söz."buyurdu. (Tirmizi, Birr: 26; Buhari, Sulh: 2; Müslim, Birr: 101; Ebû Dâvud, Edeb: 58. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/200-201.)

İzah

Esma bint-i Yezid'den (r.a.) rivayet edilen Tirmizi'deki hadi­sin baş tarafı şöyledir:"Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Oysa üç yer hâriç yalanın her çeşidi Ademoğluna haramdır. Bunlar:..."Diğer kaynaklarda ise Ümmü Külsüm bint-i Ukbe'den (r.a.) hadisin sadece bir kısmı rivayet edilir. O da şudur:"İki kişinin arasını düzelten, hayır söyleyip hayır tebliğ eden kimse yalancı değildir."Bu hadisleri, bu durumlarda doğru olmayan şeyleri söyleme­nin yalan olmadığı mânâsında anlamak yanlış olur. Ne maksatla söylenirse söylensin, yalan yalandır. Fakat sayılan durumlarda söylenilen yalandan dolayı bir mes'uliyet yoktur.Diğer bir husus, bu hadisleri izah eden âlimler, burada yalana ancak "tevriye" ve "îham" yoluyla söylenmesi durumunda ruhsat verildiğini ifâde ederler. Çünkü tevriye ve îham yoluyla söyleni­len söz yalan sayılmaz. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde, "Tevriyeli ve kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlanılabilir"(Buhâri, Edeb: 116.)buyurmuşlardır.Tevriye, bîr kaç mânâsı olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak mânâyı kastederek söylemesidir. İhâm ise, iki mânâsı olan bir kelimenin en uzak kullanılan mânâsını kastederek söyle­mektir. Meselâ savaş esnasında düşman askerlerine "Kumanda­nınız öldü" denilirken, bununla düşmanın daha önceki kuman­danlarından birisinin kastedilmesi gibi. Veya birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulmak için birisine gidip, "O senin için her za­man duâ ediyor" demek ve bununla onun "Allah'ım, bütün Müslümanları affet" şeklindeki duasını kastetmek gibi. Erkeğin hu­zursuzluk çıkmasından korktuğu bir şey hakkında hanımına bir vaadde bulunması, fakat bu sözü verirken, "Allah izin verirse" diye bir kayda niyet etmesi de böyledir. Bu durumlarda kişi yalan söylememiş olur. Şu hadis bunu ifâde eder:Bir adam Resûlullaha "Ey Allah'ın Resulü, ben hanımıma ya­lan söyleyeyim mi?" diye sordu.Resûlullah, "Yalanda hayır yoktur"buyurdu.Adam, "Vaadde bulunmama, lehinde söz söylememe ne dersi­niz?" diye tekrar sordu.Resûlullah, "Bunda sana bir günah yok" buyurdu.(Muvatta, Kelâm: 18.)Burada yalan değil, vaad söz konusudur. Bir kimse hanımına yerine getirmemeyi düşündüğü bir şeyi vaad edebilir. Bu vaadin yerine getirilme imkanı da olduğu için bu tamamen yalan söyle­me demek olmaz."Savaş hileden ibarettir"[Buhâri, Cihad: 103; Ebu Dâvud, Cihad: 92.]hadisi de savaşta düşmanın moralini bozmak, kalplerine korku salmak için silah ve sayı bakımından olduğundan fazla bir rakam söylemenin kişiyi mes'ul etmeyece­ğini ifâde eder. Peygamberimizin şu tatbikatı da bunu gösterir:Peygamberimiz Hendek Savaşında Nuaym bin Mes'ud'u (r.a.) müşriklerle Yahudileri birbirlerine düşürmek için görev­lendirmişti. Nuaym, "Yâ Resûlallah, gerektiğinde doğru olma­yan şeyler söyleyebilir miyim?" diye sordu. Peygamberimiz, "İs­tediğini söyleyebilirsin" buyurdu.Bu ruhsatı alan Nuaym doğru olmayan şeyler söyleyerek Müslümanlara karşı ittifak etmiş olan müşriklerle Yahudilerin arasını açtı, onları birbirine düşürdü. Ku­şatmanın kalkmasına vesile oldu.Buna göre İslâmın ve Müslümanların zarara düşebilecekleri durumlarda konuşmak gerektiğinde kinâî ifâdeler kullanılabilir. Doğru söyleyeceğim diye İslama ve Müslümanlara zarar vermek doğru olmaz.Bâzı âlimler, Peygamberimizin hadislerini sayılan üç yerde an­cak kinayeli ifâdelerle yalan söylenebileceği şeklinde izah eder­lerken, bâzı âlimler de bu hadislere kıyas ederek, gerektiğinde maslahata binaen yalan söylemenin caiz olduğuna fetva ver­mişlerdi. Öyle ki zaman içerisinde yalan söylemenin caiz olduğu yer sayısı kırka, elliye kadar çıkmıştır.Maslahata binâen fetva vermeyi bir prensip olarak kabul eden Bediüzzaman, maslahata göre fetva vermenin su-i istimale müsait olduğuna dikkat çeker.[İsârâti’l-İ'caz, s. 91.]Bununla ilgili olarak 35 yaşında Şam âlimlerinin ısrarı üzerine Emevî Câmii'nde büyük bir kalabalığa karşı yaptığı konuşmanın bir yerinde şöyle demiştir:"Ey bu câmi-i Emevideki kardeşlerim! Ve kırk elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dörtyüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat [kurtuluş] yalnız sıdkla, doğrulukla olur. 'Urvetü'l-vüskâ' sıdktır. Yani, en muhkem [sağlam] ve onunla bağ­lanacak zincir doğruluktur."Amma maslahat için kizb [yalan söylemek] ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bâzı âlim 'muvakkat' fetvâsı vermişler. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünki, o kadar su-i is­timal edilmiş ki [kötüye kullanılmış] yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez."Meselâ, seferde namazı kasretmenin [yolculukta dört rekâtlı farz namazı iki rekât olarak kılmanın] sebebi meşakkattir. Fakat illet olamaz. Çünki muayyen [belirli] bir haddi yok. Su-i istimale düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir."Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok, su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise 'imme's-sıdk ve imme's-sükût [ya doğru söylemeli, yahut susmalı]. Yani yol iki­dir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir."[Hutbe-i Şâmiye, s. 43-44.]Burada "zamanın neshettiği" yani hükmünü ortadan kaldırdı­ğı ifâde edilen şey, hadiste ifâde edilen yalan söylemenin kişiyi mes'ul etmeyeceği üç yer değil, hadise kıyas edilerek ve geçici olarak verilen "maslahata binâen bâzı durumlarda da yalan söy­lenebilir" fetvasıdır. Bunun sebebi de maslahatın bir sınır altına alınamaması ve istismar edilmesidir. Günümüzde hadisten hare­ketle "Maslahata binaen yalan söylenebilir" şeklindeki bir fetva­nın bir faydası olacaksa, doksan dokuz zararı olur. Dolayısıyla, günümüzde "maslahat," eskiden verilen o fetvayı terketmektedir. Bir Müslüman günümüzde ya doğru söyleyecektir veya "doğru söylemenin doğru olmadığı" yerlerde de susacaktır. Çünkü insan yalan söylemeye bir alışırsa daha önünü alamaz.[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/201-204.]

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resûlullahın İbâdet Hayatı
128.Âişe (r.a.) rivayet ediyor:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin ayakları yarılmaya kadar kıyamda dururdu.Hz. Aişe, "Allah geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağış­ladığı halde niçin böyle yapıyorsunuz?" diye sordu.Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Allah'a şükreden bir kul olmaya­yım mı?"buyurdu. (İbni Mâce, İkâmetü's-Salat: 200; Buhari, Küsuf: 56. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/204-205.)

İzah

Peygamberimiz her hususta ümmetine güzel bir örnek olmuş­tur. Yüce Allah bu gerçeği bir âyette şöyle bildirir:"Allah'ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır."(Ahzab: 33/4.)İşte onun ümmetine örnek olduğu hususlardan birisi de ibâ­det hayatıydı. Hadiste de ifâde edildiği gibi, Allah onun gelmiş ve gelecek bütün kusurlarını bağışladığı halde, o sırf Yaratıcısına şükretmiş bir kul ve ümmetine rehber olabilmek için ibâdet hayatında da herkesi geride bırakmıştır. Farz ve vaciplerden başka ge­cenin çoğu kısmını namaz kılarak geçirmiş, bu namazlarında da ayakları şişinceye kadar kıyamda durmuş, görenlerin "Acaba ruhunumu teslim etti?" diyebileceği kadar uzun müddet secdede durmuştur.O, sadece namazda değil, oruçta da erişilmez bir makama yer­leşmiştir. Her ayın üç gününde, Pazartesi ve Perşembe günlerin­de, Aşure gününde oruç tuttuğu gibi, Receb, Şaban ve Şevval aylarının birçok günlerini de oruçlu geçirmiştir.Allah'ın Resulü, zikir ve duada da yüce bir makama sahipti. Burada konunun tafsilatına girmeyeceğiz.Biraz da hadisde geçen "günah" tabiri üzerinde duralım. Bilin­diği gibi Peygamberler günah işlemezler. Onlar için "zelle" söz konusudur. Daha iyi olanı terk etmek aslında günah olmamakla beraber, peygamberler için günah sayılmıştır. Meselâ Hz. Âdem­'in yasak ağacın meyvesinden yemesi, Hz. Yunus'un Allah'ın emrini beklemeden kavmini terk etmesi, Peygamberimizin müş­rikleri imana davet ederken yanına gelen âmâdan yüz çevirmesi birer "zelle"dir. Bunları bildiğimiz mânâda günah olarak düşün­memek gerekir.Hadiste dikkat çekilmesi gereken bir husus da Hz. Âişe'nin suâline Peygamberimizin verdiği cevaptır. Hz. Âişe, çok ibâde­tin bağışlanmak için olduğunu zannederek suâl sormuş, Peygam­berimiz ise çok ibâdetin verilen nimetlerin şükrünü edâ etmek için olduğunu nazara vermiştir. İnsan bir ömür boyu ibâdet etse, yine de kendisine verilen nimetlerin şükrünü edâ etmiş olmaz. Bu seb­eple kişi yaptığı ibâdetleri çok görmemelidir.796 numaralı hadise de bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/205-206.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Dünyada Ayıbı Örtülenin Âhirette De Örtülür
129.Ebû Musa (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Allah dünyada bir kulun ayıplarını örterse, kıyamet gü­nünde onu o sebeple ayıplamaz."buyurdu. (Mecmâü'l-Evsat, 7:163, (6299.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/206.)31 numaralı hadise ve izahına bakınız.(Mecmâü'l-Evsat, 7:163, (İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/206.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Köleye İftiranın Cezası
130.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Kim kölesine zina iftirasında bulunursa, kıyamet gü­nünde ona had (ceza) uygulanır."buyurdu. (Buhari, Hudûd, 45; Müslim, Eyman: 37; Tirmizî, Birr: 30; Ebû Dâvud, Edeb: 133. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/207.)

İzah

Verdiğimiz kaynaklarda, "Allah o kimseye iftira cezası uygular" şeklindedir.Bu hadis dinimizin insana verdiği değeri ortaya koyar. Şere­fine dil uzatılan köle de olsa, bir insandır. Başkasının şerefine dil uzatanın cezalandırılması ise kanun koyucunun hassasiyetle üze­rinde durması gereken bir husustur.Zina iftirasında bulunmanın cezası, seksen deynek vurmaktır. Böyle biri âhirette bir daha aynı suçla cezalandırılmaz. Âlimlerin çoğunluğuna göre ise köleye yapılan iftira için dünyada had, ya­ni şer'î ceza uygulanmaz. Ama Peygamberimiz böylelerinin ce­zasını âhirette verileceğini bildirmiştir. Âhirette verilen ceza ise dünyada verilenden çok şiddetlidir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/207.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resûlullahın Hendek Savaşında Duası
131.Abdullah bin Ebî Evfâ (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hendek Savaşı gününde şöyle duâ etti; "Kitabı indiren, bulutları yürüten, hesapları çarçabuk gören, orduları bozguna uğratan Allah'ım! Onları da bozgu­na uğrat ve darmadağın et."buyurdu. ( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/207-208.)

İzah

Mekke müşrikleri Medine'deki Yahudi kabilelerinin de deste­ğini alarak Müslümanlara son darbeyi vurmak üzere büyük bir ordu hazırlayarak Medine üzerine yürümüşlerdi. Resûlullah (s.a.v.) Sahabîleriyle yaptığı istişare sonucunda Medine'nin etra­fına hendek kazarak düşman kuvvetlerinin geçmesini önlemeyi kararlaştırdı. Hazırlıklar tamamlanınca 3000 kişilik ordusuyla hendek önünde düşmanı karşılamaya çıktı.124 numaralı hadiste de izzah ettiğimiz gibi, Müslümanlar bir taraftan müşrik ordusuna karşı çıkarken, bir yandan da Medine'­de bıraktıkları ailelerinden endişe içerisindeydiler. Çünkü Yahudi kabilelerinden Kurayzaoğulları Peygamberimizle olan antlaşmala­rını bozmuşlar, müşriklerle işbirliği yapmayı kararlaştırmışlardı.Müslümanlar bu savaşta gerçekten çok zor anlar yaşadılar. Fa­kat Allah'a olan inançlarında en ufak bir tereddüt göstermediler. Düşman kuşatmasının bir ayı doldurduğu ve artık sıkıntının had safhaya vardığı bir sırada Peygamberimiz ayağa kalktı, ellerini kaldırdı, müşrikler aleyhine yukarıdaki duayı yaptı. Hemen ar­dından Cebrail (a.s.) gelerek Resûlullaha Allah'ın duasını kabul ettiğini, müşrikleri bir rüzgarla bozguna uğratacağını müjdeledi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) iki dizi üzerine çöktü ve Al­lah'a hamd etti. Sonra da durumu Ashabına müjdeledi.Bir Cumartesi gecesinde Allah'ın va'di gerçekleşti. Müşrikle­rin bulunduğu tarafta şiddetli bir rüzgar esmeye başladı. Müşrik­lerin gözleri toz toprakla doldu. Çadırları, eşyaları havaya uçuştu. Ateşler, ışıklar söndü, develer, atlar birbirine karıştı. Bu arada Müslümanların tekbir sesleri de kulaklarında çınlayınca kalplerine büyük bir korku düştü. Çok geçmeden de kuşatmayı kaldırarak gerisin geriye Mekke'ye dönmek zorunda kaldılar. Bu durum Kur'ân'da şöyle haber verilir:"Ey iman edenler! Hatırlayın Allah'ın size olan nimetini ki, düşman orduları size saldırdığında, Biz onların üzerine bir rüz­gar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. O zaman Allah sizin yaptıklarınızı görüyordu."(Ahzâb: 33/9. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/208-209.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Namaz Kılanın Önünden Geçmek
132.Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Siyah köpek, kadın ve eşeğin na­maz kılanın önünden geçmesi namazı keser"buyurdu.Abdullah bin Sâmit "Ey Ebû Zer, siyah köpeğin kırmızı köpekten veya sarı köpekten farkı nedir ki?" diye sordu.Ebû Zer (r.a.) "Ey kardeşimin oğlu, senin bana sorduğu­nu ben de Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sordum.; "Siyah köpek şey­tandır" buyurdu. ( Müslim, Salat: 265; İbni Mâce, İkâme: 38; Ebû Dâvud, Salat: 109; Nesât, Kıble: 7; Müsned, 5:194. (21316); Dârimî, Salat: 128. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/209.)

İzah

Zikrettiğimiz kaynaklarda, "Namaz kılanın önünde bir sütre olmadığı takdirde" kaydı vardır.Dolayısıyla namaz kılanın önüne bir sütre koyarsa önünden geçen bu sayılan şeyler namazı kes­mez, yani bozmaz.Sayılan şeylerin namazı bozup bozmayacağı hususu, âlimler arasında tartışmalıdır. Çoğunluğa göre bu şeyler namazı bozmaz. Çünkü aksini ifâde eden hadisler vardır. Meselâ bu hadislerden birisi şöyledir:"Namazı önünden geçen hiçbir şey bozmaz."(Müslim, Salât: 254-256; Ebu Dâvud, Salat: 109; Buhari, Salat: 90; Nesâî, Kıble: 7; İbni Mâce, İkâme: 38; Muvatta, Sefer: 38; Dârimî, Salat: 129.)Eşeğin namazı bozmadığı ile ilgili olarak İbni Abbas (r.a.) şöyle bir hadis rivayet eder:"Ben Resûlullah Mina (veya Arafat'ta) namaz kıldırırken bir merkeb üzerinde geldim, safın, birinin önünden geçtim. Sonra on­dan indim, onu otlamaya bıraktım ve cemaatla beraber namaza durdum."(Müslim, Salât: 258-259; Ebu Dâvud, Salat: 114; Buhârî, Salat: 90; Nesâî, Kasâme: 48; İbni Mâce, İkâme: 39.)Namazı hiçbir şeyin bozmayacağını ifâde eden, eşek geçtiği halde namazın bozulmadığını bildiren hadislerden başka, kadın geçtiği halde de namazın bozulmadığını ifâde eden hadisler de vardır. Meselâ Hz. Âişe, kendisi Resûlullahın önünde uzandığı halde onun namaz kıldığını bildirmiştir.(Müslim, Salât: 267-269; Ebu Dâvud, Salat: 112; Buhârî, Salal: 22; Nesâî, Taharet: 119; İbni Mâce, İkâme: 40; Müsned, 6:37, (24081.)Bir defasında da Peygamberimiz namaz kılarken önünden geç­mek isteyen erkeklere mâni olmuş, fakat Zeyneb bint-i Ümmi Seleme'ye( Resûlullahın hanımı Ümmü Seleme'nin önceki beyinden olan kızı.) (r.a.) engel olamamıştı. Namaz bittikten sonra, "Kadın­lar muhalefet etme hususunda erkeklere galiptir" buyurdu.(İbni Mâce, İkâme:38.)Bütün bu hadisleri göz önünde bulunduran âlimler izahını yaptığımız hadisde geçen "namazı bozar" ifâdesini, "Namazdaki huşu ve huzuru bozar ve sevabını azaltır" şeklinde açıklamışlar­dır.Hadiste kadınların hayvanlarla beraber zikredilmesi, onun kıymetini düşürmez. Çünkü makam farklıdır. Nitekim Hüccetullahi'l-Baliğa'da bununla ilgili olarak şöyle denilir:"Namaz Allah'a yalvarış ve yakarıştır. Bu yakarışın huzur ve huşu içerisinde olması gerekir. Kadınlarla bir arada olmak ve on­lara yaklaşmak, onlarla sohbet etmek ve hatta onlara bakmak, namazda bulunması gereken huzur ve huşûya engeldir."( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/209-211.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Abdest Esnasında Söylenecek Söz
133.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Ey Ebû Hüreyre, abdest aldığın zaman "Allah'ın ismiy­le, Allah'a hamd olsun" de. Eğer abdestini bozmama konu­sunda kendini tutabilirsen o abdestini bozuncaya kadar sana sevap yazılır."buyurdu. (İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/211.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Hayber Yahudilerinin Cezalandırılması

134.Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Hayber'i toprak ve hurma mahsulü­nün yarısı karşılığında yerlilerinin elinde bıraktı."(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/211.)

İzah

124 numaralı hadiste Resûlullahın Medine ve civarında bulu­nan Yahudilerle Medine'yi müşterek düşmanlarına karşı korumak üzere antlaşma yaptığını, Kurayzaoğulları Yahudilerinin bu ant­laşmayı bozduğunu, bununla da kalmayarak müşriklere yardım ederek Müslümanları arkadan vurduğunu, Resûlullahın da Al­lah'ın emri ile onları cezalandırdığını ifâde etmiştik. Medine'de bulunan ve Resûlullah ile yaptıkları antlaşmayı bo­zan Yahudi kabilelerinden birisi de Hayber Yahudileri idi. Hayber, Yahudilerin adetâ bir kalesi hüviyetindeydi ve tehlike gün geçtikçe artıyordu. Hayber Yahudileri, Mekke müşriklerine bir heyet göndererek şöyle bir teklifte bulunmuşlardı: "Muhammed'in işini bitirinceye kadar biz de sizin yanınızda bulunacak, sizinle birlikte iş birliği yapacağız. Muhammed'e düş­manlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle antlaşma yapa­lım."

Bu teklif müşriklerin çok hoşuna gitmiş, hemen bir antlaşma yapmışlardı. Aynı heyet oradan da Gatafan kabilesine gitmişler, onları da peygamberimize karşı savaşmak hususunda kışkırtmışlardı. Karşılığında Hayber'in bir yıllık hurma mah­sulünü vermeyi teklif etmişlerdi. Sonra da çevredeki bütün Arap kabilelerine uğramışlar ve hepsini Peygamberimize karşı kışkırtmışlardı. İşte bütün bu gayretler neticesinde müşrikler 131 numaralı hadisin izahında yer verdiğimiz gibi, on bin kişilik bir ordu ile Mekke üzerine yürümüşlerdi.

Peygamberimiz Hendek Savaşında müşrik ordusunu hezimete uğratır uğratmaz onlara yardım eden, Müslümanlara ihanette bu­lunan diğer bir Yahudi kavmi olan Kurayzaoğullarını cezalandır­mıştı.
(124 numaralı hadisin izahına bakınız.) Bu durum Hayber Yahudilerini fazlasıyla korkuttu. Sıranın kendilerine geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bir araya geldiler, durum değerlendirmesi yaptı­lar. İçlerinden Sellâm bin Mişkem şöyle bir teklif sundu: "O bizim üzerimize yürümeden biz bütün Hayber Yahudileriyle onun üzerine yürüyelim. Teyma, Fedek ve Vadilkurâ Yahu­dilerini de yanımıza alalım. Yurdunun ortasında onunla eski ve şimdiki hıncımızla savaşalım." Hayber Yahudileri bu teklifi yerinde buldular, "İşte yerinde olan görüş budur" dediler.

Peygamberimiz onların bütün bu faaliyetlerinden haberdardı. Onları cezalandırmayı istiyordu. Fakat Hayber Yahudileri Kureyşlilerle bir antlaşma yapmışlardı. Bu antlaşmaya göre Peygam­berimiz Hayber Yahudilerinin üzerine yürüdüğünde Mekke müş­rikleri Medine üzerine baskın düzenleyeceklerdi. Mekke müşrik­leri üzerine gittiğinde de Hayber Yahudileri Medine'ye baskın düzenleyeceklerdi. Bütün bunlar Hayber'de toplanan Yahudilerin gün geçtikçe Medine'de kurulan İslâm devleti için ne büyük bir tehlike teşkil ettiğini açıkça gösteriyordu. Bunun için Peygamber­imiz müşrikler tarafını garantiye almadan Hayber üzerine yürü­meyi uygun bulmuyordu. Nihayet Yüce Rabbimiz bunu Resulüne nasib etti. Peygambe­rimiz Hudeybiye'de müşriklerle bir antlaşma yaptı. Bu antlaşma­nın bir maddesinde on yıl müddetle Müslümanlarla müşriklerin birbirlerine saldırmayacakları şartı vardı. Takip ettiği ince siyâset­le böylece müşrik tehlikesini bertaraf eden Peygamberimiz Hay­ber Yahudilerini rahatlıkla cezalandırabilirdi.

Bu arada Üseyr isimli bir Yahudi Gatafanları Müslümanlara karşı savaşmaya ikna etmiş ve onları Hayber kalelerine yerleş­tirmişti. Yaptığı konuşmada Yahudileri Peygamberimize karşı iyi­ce kışkırtmış, onları Medine üzerine hücuma hazırlamıştı.Peygamberimiz Hayber Yahudilerini kışkırtan Üseyr'e kendi­sini Hayber'e vali yapmayı, böylece kan dökülmesini durdurmayı teklif etti. Üseyr başlangıçta buna taraftar göründü ise de sonra­dan reddetti. Bundan sonra yapılacak tek şey kalmıştı: İslâm devleti için gün geçtikçe büyük bir tehlike olmaya devam eden Hayber Yahudilerini cezalandırmak. Peygamberimiz Sahabîlere savaş için hazırlanmalarını emretti. Hazırlıklar tamamlanınca da Hayber üze­rine yürüdü. Kendilerini güçlü kuvvetli gören Yahudiler korku­larından kalelerine sığındılar, dışarı çıkmadılar. Neticede Yahudi­lerin son kalesi olan Hayber Sahabîler tarafından fethedildi. Pey­gamberimiz Hayber Yahudilerini sürgün etmek istiyordu. Yahu­diler ziraati iyi bildiklerini, izin verilirse topraklarında kalıp işlet­mek istediklerini bildirdiler. Haybere yerleştireceği kimse olmadı­ğından Peygamberimiz (s.a.v.) bu teklifi kabul etti. Yahudileri el­de edecekleri mahsulün yarısını vermek şartıyla Hayber'de bırak­tı.
(İbni Hişam, Sîre, 3:225, 230, 231, 257, 266, 332, 351, 352, 371; İbni Sa'd, Tabakat, 2:92.)İşte izah ettiğimiz hadis bunu ifâde eder. 380 numara hadise de bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/212-214.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

İyilik Ehli

135.Ebû Musa el-Eş'afî (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Dünyada iyilik ehli âhirette de iyilik ehlidir. Dünyada kö­tülük ehli âhirette de kötülük ehlidir."( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/214.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Kulun Anne Karnında Kaderinin Yazılması
136.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ki o doğru söyleyen ve yalan çıkarılmayandır, bize şöyle buyurdu; "Biriniz anne karnında kırk gün bekledikten sonra alaka olur, kırk gün sonra mudga olur. Kırk gün sonra melek gelir itaatli bir kul mu, isyankar bir kul mu, erkek mi kız mı olacağını yazar."buyurdu. (Buhârî, Hayız: 17; Kader: 1; Müslim, Kader: 1-5; Ebû Dâvud, Sünnet: 17; Tirmizî, Kader: 4. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/214-215.)

İzah

Zikrettiğimiz kaynaklarda bu hadis şöyledir:

"Şüphesiz Yüce Allah anne rahminde bir meleği vekil tayin et­miştir. O melek şöyle der: 'Ya Rabbi nutfe oldu. Ya Rabbi alaka oldu. Ya Rabbi, mudga oldu. Allah Teâlâ yaratılışını gerçekleş­tirmek istediğinde melek, 'Ya Rabbi, itaatkâr mı, âsi midir? Er­kek midir, kız mıdır? Rızkı ne olacak? Ömrü ne kadardır?' bunlar böylece anne rahminde iken yazılır." Müslim'deki bir başka rivayet de şöyledir:"Nutfenin rahme düşmesinden sonra kırk iki gün geçti mi, Al­lah ona bir melek gönderir, o melek vasıtasıyla nutfeyi şekillen­dirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır. Son­ra melek sorar:"Ey Rabbim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğine hük­meder, melek de yazar. Sonra sorar:"Ey Rabbim! Eceli nedir?" Rabbin dilediğine hükmeder, me­lek de yazar. Tekrar sorar:"Ey Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğine hükmeder, me­lek de yazar. Sonra melek elinde yazdığı sayfa olduğu halde çı­kar. Artık buna ne birşey ilâve eder, ne de eksiltir."Meleğin rahme gelmesi kırk, kırk iki, kırk üç ve kırk beş gibi değişik rivayetlerle de gelmiştir.Hadiste kırk güne kadar olan dönem nutfe safhası olarak va­sıflandırılır, sonra alaka, sonra da mudga olacağına dikkat çeki­lir. İnsanın bu safhalardan geçerek yaratıldığı Kur'ân'da da zikre­dilir. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mealdedir:"Biz insanı sağlam ve korunmuş olan anne rahmine bir damla su olarak yerleştirdik."Sonra o su damlasını alaka olarak yarattık. O alakayı mudga olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik."
(Mü'minûn: 23/13, 14.)
Günümüz tıb ilmi de âyet ve hadislerde geçen bu yaratılış saf­halarını tasdik etmektedir. Meselâ Prof. Dr. Alpaslan özyazıcı, Hücreden İnsana isimli eserinde kırk günlük nutfe safhasını re­simlerle ve ilmî ifâdelerle anlattıktan sonra şöyle der:"Buraya kadar anlattığımız ilk 40 gün, hadiste nutfe safhası olarak ifâde edilmiştir. Bu zamana kadar ekser organların ilk emareleri belirdiğinden, Peygamberimizin (s.a.v.) buyurduğu "derlenip toparlanır" tâbiri gerçekle tam bir uyum arz etmekte­dir."(Prof. Dr. Alpaslan Özyazıcı, Hücreden İnsana, s. 33.)
İzahını yaptığımız hadiste nutfenin kırk gün sonra alaka ola­cağı ifâde ediliyor. Hadiste ve zikrettiğimiz âyette geçen "alaka"ya genel olarak "kan pıhtısı" mânâsı verilmiştir. Oysa bu mâ­nâ yeterli değildir. Çünkü alaka kelimesi lügat itibarıyla asmak, asılmak, takılmak gibi mânâlara gelir. Böyle olunca bu kelimeyi "rahmin cidarına asılması" şeklinde anlamamız mümkündür. Bu, tıpkı toprağa atılan tohumun uygun şartlarda çimlenip kök atarak toprağa tutunmasına benzer. Meni de kırk gün sonra Allah'ın iz­niyle kök atıp asılması, yerleşmesi halidir. Bu tarif günümüz tıb ilmine de uygundur.Günümüzde tıbbî yönden insan yaratılışını anlatan kitaplarda bu safha özetle şöyledir:Nutfe safhasından alaka safhasına geçen cenin 42, 43 günlük iken 1,5 santimetre boyunda, yani işaret parmağımızın ucu kadar bir büyüklüktedir. Uzuvları yavaş yavaş gelişmeye başlar. 45-50 günlük iken 2 santim, 55 günlük iken 2,5 santim, 60 günlük iken 3 santim boyuna ulaşır. Bu safhada cenin artık insanı andırır bir hale gelir. 60-75 günlük iken cinsiyet belirir, 8 haftalık iken boyu dört santim, ağırlığı ise 4,6 gramdır.
(Hücreden İnsana, s. 34-47; Dr. Bahri Dayioğlu, Yaratılış Mucizesi, 79.)Hadiste nutfenin alaka devresinden kırk gün sonra, "mudga" devresine geçtiği ifâde edilir. Ki âyette de nutfeye önce alaka, sonra mudga denilmiştir. Mudga, "bir çiğnemlik et" mânâsına ge­lir. Hadiste bildirildiğine göre mudga safhası da kırk gün sürer. Günümüz tıb ilmi de bu safhanın 14 haftanın sonuna kadar sür­düğünü ifâde eder.( Hücreden İnsana, s. 46.)
Bu da hadiste belirtilen zamana yakındır.Günümüz tıb ilminde çocuğun anne rahminde geçirdiği safha­lar ilk üç haftalık iken "zigot," bundan dördüncü ayın başına ka­dar olan periyodda "embriyon," dördüncü aydan sonraki yavru ise "fötus" olarak isimlendirilir.
(Yaratılış Mucizesi, s. 65.)
Meleğin doğacak olan çocuğun "itaatli bir kul mu, isyankar bir kul mu, erkek mi kız mı, rızkı ne kadar, ömrü ne kadar" diye so­rup yazması meselesine gelince:Hadislerde meleğin sorduğu hususlardan bâzıları tamamen Cenâb-ı Hakkın irâdesine bağlıdır. Doğacak çocuğun erkek veya kız olması, kaç yıl yaşayacağı böyledir. Bunları Allah takdir eder. Ve takdirinden dolayı kulunu mes'ul tutmaz. Yani erkek yarattığı bir kuluna, "Sen niçin erkek doğdun?" diye sormayacağı gibi, altmış yıl ömür takdir ettiği birisine de "Sen niçin altmış yıl yaşa­dın?" diye sormaz. Bunun için de meleğin "Erkek midir, kız mı­dır? Ömrü ne kadardır?" şeklindeki sorusunu tamamen Kendi ira­desiyle takdir eder. "Erkek olsun, ömrü altmış yıl olsun" gibi emir olarak söyler.İkinci gruptakiler ise ihtiyarîdir. Allah kulunun cüz'i irâdesini Kendi küllî irâdesi için basit bir şart yapmıştır. Buradaki yazısı ise, İmam-ı A'zam'ın da ifâde ettiği gibi emir, hüküm değil, vasf şeklindedir.(Fıkh-ı Ekber Şerh-i Aliyyü'l-Kârî, s. 114.)
Yani Cenâb-ı Hak iradî fiilleri "Şöyle şöyle olacak" şeklinde yazmıştır. Yoksa, "Şöyle şöyle olsun" şeklinde yazma­mıştır. Meselâ meleğin "Yâ Rabbi, itaatkâr mı, âsi midir?" soru­suna Allah "itaatkâr veya isyankar olsun" diye emir şeklinde değil de "İtaatkar olacak, isyankâr olacak" gibi vasıf, yani bilgi verme şeklinde cevap verir. Çünkü Allah'ın bu soruya emir şeklinde ce­vap vermesi, kulun ihtiyarını kaldırır. Onun "itaatkâr olsun" de­diği insanlar ister istemez itaatkâr, "isyankâr olsun" diye emrettiği kullar da ister istemez isyankâr olur. Bu durumda da iyilere mükâfaat, kötülere ceza vermek düşünülemez.Rızkın önceden yazılmasını ise şöyle izah edebiliriz: Rızık iki kısımdır. Birisi yaşamak için gerekli olan zarurî rızıktır ve Cenâb-ı Hakkın taahhüdü altındadır.İkinci kısım ise mecazî rızıktır. Çalışmaya ve kazanmaya bağ­lıdır. Çalışkan bir insan gayreti neticesinde rızkının daha fazla takdir edilmesine sebep olabilir.Ancak bu her zaman çok çalışan insan kesin olarak çok ka­zanır demek değildir. Yüce Allah ekseriyetle çalışana fazla mal vermekle beraber; yine de verip vermemek Onun irâdesine bağ­lıdır. İsterse verir, isterse vermez. Bazan da verir, bir musibetle tekrar alır.Hadiste rızkın takdir edilmesini bu esaslar içerisinde anlamak gerekir. Yüce Allah yarattığı kulunun daha anne rahminde iken ne derece çalışıp çalışmayacağını bildiği için, onun rızkını bu bilgisi­ne göre takdir etmiştir. Dolayısıyla "Madem rızık anne rahminde takdir edildiğine göre çalışmanın ne mânâsı var" denilemez. Rabbîmîz kâinata koyduğu kanun gereği, çalışana ekseriyetle fazla verir. Hattâ bunun için onun itaatkar veya isyankar olmasına bak­maz. Gayretine, çalışmasına bakar. Nitekim bir âyet-i kerimede, "İnsan için çalıştığından başkası yoktur"(Necm: 53/40.)
buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir.Kader hakkında geniş bilgi için Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında Kadere İman isimli eserimize bakabilirsiniz.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/215-219.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Selâm Allah'ın İsimlerindendir

137.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Muhakkak ki Selâm, Allah'ın isimlerinden biridir. Allah onu, bizim dinimizde olanlara bir selam; zimmetimizde olanlar için de eman ve güvence işareti olarak yeryüzüne in­dirdi." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/219.)

İzah

Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat'tu buna benzer şöyle bir hadis rivayet eder: "Selâm Allah'ın isimlerindendir. Onu aranızda yayınız."( Mu'cemü'l-Evsat, 4:27, (3032.)Bir âyet-i kerimede, "En güzel isimler Allah'ındır. Allah'tan bu isimlerle isteyiniz"(A'raf: 7/180.)buyurulur.Bu âyet, Cenâb-ı Hakkın bir çok isimlerinin bulunduğuna işaret eder. Her birisi güzel ve yüce mâ­nâlar ifâde eden bu isimlere, "En güzel isimler" mânâsına "Esmâü'l-Hüsnâ" denir.Yukarıdaki hadiste Selâm'ın Allah'ın bir ismi olduğu nazara verilmektedir. Selâm, her türlü kusur, acizlik, noksanlık ve baş­kalarının kendisine kusur, noksan ve zarar vermesinden sonsuz derecede uzak ve emin bulunan, yaratıklarına huzur ve emniyet bahşeden mânâsına gelir.Hadiste selâmın mü'minler arasında "Selâmü'n aleyküm (Al­lah'ın selâmı üzerine olsun)" "Ve aleyküm selâm (Sizin de üze­rinize olsun)" şeklinde selamlaşma ifâdesi; zimmîler için de bir emniyet olarak indirildiği nazara verilmektedir.Peygamberimiz "zimmetimizde olanlar" ifadesiyle, zimmîleri kast etmiştir. Zimmî, İslâm ülkesinde yaşayan, kendilerine gü­vence verilen gayr-i müslimlerdir. Böylelerini öldürmek büyük günahlardandır.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/219-220.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Bana Kur'ân Oku

138.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:"Bana Kur'ân oku" buyurdu."Kur'ân sana indirildiği halde ben mi sana okuyaca­ğım?" dedim."Evet, onu başkasından dinlemeyi seviyorum"buyurdu. Nisa Sûresini okumaya başladım."Kıyamet gününde her ümmetten peygamberleri o ümmet üzerine bir şahit ve seni de bunlar ve bütün insanlar üzerine bir şahit olarak getir­diğimiz zaman onların hali nasıl olacak?"(Nisa: 4/41.)âyetine geldi­ğimde gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Durdum."Dilediğini iste, dileğin yerine getirilecek"buyurdu.(Buhari, Fezâilü'l-Kur'ân: 32, 33; Mu'cemü'l-Evsat, 2:353 (16107); Tirmizî, Tefsir 5:237 (3024) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/220-221.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Ben Sizden Ücret İstemiyorum

138.Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Kureyş'ten hiçbir kabile yoktur ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin onlar­dan bir annesi bulunmasın. Hatta onun Hüzeyl kabilesinden de bir annesi vardır. Bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, :De ki: Ben sizden bir ücret istemiyorum(Şûra: 42/23.) "Ancak benimle olan akrabalık haklarınızı korumanızı, bana hıyanet etmemenizi, beni yalanlamamanızı, bana eziyet etmemenizi istiyorum." buyurdu.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/221-222.)

İzah

Kureyş kabilesinin hepsi birbirine akraba idi. Kadınlarının ço­ğu Resûlullahın ya anne tarafından veya baba tarafından yakını oluyordu. Hadiste bu yakınlık "anne" olarak ifâde edilmiştir.Bu akrabalık sebebiyledir ki, Allah onlardan Resulüne olan akrabalık haklarını yerine getirmelerini istemiş şöyle buyurmuş­tur:"De ki: Sizi davet ettiğim şeye karşılık size olan yakınlığımdan dolayı beni sevmenizden ve akrabalık haklarını yerine getirmeniz­den başka bir ücret istemiyorum."(Bu âyete başka mânâlar da verilmiştir. Ancak buraya uygun olan mânâ bu şekildedir.)Şa'bi yukarıdaki hadisi şöyle rivayet eder:"İnsanlar bu âyet hakkında bize çok sordular. Biz de bu âyeti Abdullah bin Abbas'a sorduk. İbni Abbas (r.a.) "Bu âyet şu mâ­nâya gelir" dedi:"Allah'ın Resulü (s.a.v.), Kureyş'in nesebinin merkezini teş­kil eder. Kureyş'in her boyu, mutlaka ona dayanır. İşte bu se­beple Cenâb-ı Hak,"De ki: Sizi davet ettiğim şeye karşılık, size olan yakınlığımdan dolayı, beni sevmenizden, bana sempati duy­manızdan başka herhangi bir ücret istemiyorum." Buyurdu ki, bu şu mânâya gelir:"Siz, benim kavmimsiniz. Sözlerimi dinlemeye ve bana itaat etmeye daha layıksınız. Dolayısıyla eğer siz bana itaat etmezse­niz, hiç olmazsa akrabalık hakkını gözetin, bana eziyet etmeyin ve bana karşı çıkmayın." (Fahreddin er-Râzi. Mefâtihü'l-Gayb (Tefsîr-i Kebir Tercümesi), 19:447. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/222.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resûlullahtan Bir Hatıra

140.Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benden bir deve satın aldı ve Me­dine'ye kadar devenin sırtını (ona binmeyi) bana tahsis etti.(Buhâri, Cihad: 49, 113, Vekâlet: 8; Mesâcid: 59, Büyü: 34; İstikraz: 1, 7, Mezâlim: 26, Hibe: 23; Müslim, Müsâkat: 109-117; İmârat: 181; Tinnizl Büyü: 30; Nesâî, Büyü: 77; Ebû Dâvud, Ticâret: 71; İbni Mâce, Ticâret: 29. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/223.)

İzah

Zikrettiğimiz kaynaklarda bu hadis değişik rivayetlerle geniş olarak yer alır. Bu rivayetleri birleştirdiğimizde hadis şöyledir:
"Resûlullah ile bir gazada bulundum. Altımda nerede ise yürü­yemez bir halde kendisiyle su taşıdığım hasta bir devem vardı. Resûlullah (s.a.v.) bana yetişti ve,
"Devene ne oldu?" buyurdu."Hastadır" dedim.Resûlullah (s.a.v.) hayvanı sürdü ve ona duâ etti. Akabinde hayvan bütün develeri geçmeye başladı. Resûlullahın sözünü işi­teyim diye dizginini çekiyor, fakat onu durduramıyordum. Resû­lullah biraz sonra bana yetişti ve,"Deveni nasıl buluyorsun?" diye sordu."Afiyette görüyorum. Ona senin bereketin ulaştı" dedim. "Onu bana satar mısın?" buyurdu.Ben utandım. Çünkü ondan başka su taşıyacak devemiz yok­tu. Fakat yine de "Evet" dedim. "Bir adamın bende bir altın ala­cağı var. Bu para karşılığında deve senin olsun" dedim. Ve Medi­ne'ye varıncaya kadar binmem şartıyla deveyi kendilerine sattım.Resûlullah Bilal'e,"Ona bir altın ver. Biraz da fazla ver" bu­yurdu. Bunun üzerine Bilal bana bir altın ve bir kırat para verdi.Medine'ye vardığımızda deveyi kendilerine getirdim. Arkam­dan bana şu haberi gönderdi:"Acaba deveni alayım diye sana fiyat kırdım mı dersin? Para da, deve de senin olsun."

Câbir (r.a.) fakir bir Sahabî idi. Böylece Resûlullah kendisine ihsanda bulunmuş oldu. Câbir, Resûlullahın verdiği bir altın ile borcunu Ödediğini, fazlalık parayı da bereket umarak uzun müd­det sakladığını, Harra Savaşında onu Şamlıların aldığını bildir­miştir.

Hadislerde devenin ücreti ile ilgili farklı rivayetler vardır.Böyle bir satışın caiz olup olmadığı ile ilgili âlimler arasında farklı görüşler vardır. Biz bunun tafsilatına girmeyeceğiz. Hadisi fıkhı bir hükme kaynak olarak değil, Resûlullahtan bir hatıra ola­rak zikrettik.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/223-224.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Ölümü Temenni Etmemek
141.Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Biriniz asla ölümü temenni etmesin. Şayet ölümü istete­cek bir durumla karşı karşıya kalırsa o zaman şöyle desin:"Allah'ım, benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; ölüm hayırlı olduğu zaman da ruhumu al."buyurdu. (Buhâri, Daavât: 30; Müslim, Zikir: 4; İbni Mâce, Zühd: 31. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/224.)

İzah

Zikrettiğimiz kaynaklarda "başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü temeni etmesin" ifâdesi vardır.Yüce Allah insanı bu dünyaya mükemmel bir lezzet almak için göndermemiştir. İnsan için hayat zorluklarla, sıkıntılarla doludur. Kişi zengindir, fakat yine tam huzuru elde edemez. Bir yakını ve­fat eder, bütün servetini de verse onu geri getiremez. Bu da onun hayatını etkiler.Bizler bu dünyada hayatın bu zorluklarını göğüslemekle mükeflefiz. Ehl-i iman için bu zorlukları göğüslemek kolaydır. Çün­kü, kadere teslim olmuş, Allah'ın kendisi için takdir ettiğine razı olmuştur. Kadere gerçek mânâda iman eden ise sıkıntıdan, ke­derden kurtulur.İnanmayan, ya da inancı zayıf olan bâzı insanlar vardır ki, bu zorluklara tahammül edemezler, kurtulmak için ölümü temenni ederler. Hattâ böylelerinden bir kısmı sadece ölümü temenni et­mekle de kalmaz, sıkıntıdan kurtulmak için intihar gibi dinimizce haram olan bir suçu işler.İşte Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde dünyevî bir sıkın­tı ile karşılaşıldığında ölümü temenni etmemek gerektiğini ifâde etmektedir. İslâm âlimleri bu hadisten ölümü temenni etmenin mekruh olduğu hükmünü çıkarmışlardır.Peygamberimizin ölümü temenni etmeyi yasaklamasının se­bebini de şu hadisten öğreniyoruz:"Hiçbiriniz ölümü temennî etmesin. Eğer o kimse iyilikle meş­gul biri ise, umulur ki, iyiliği ve sevabı artar. Eğer kötü bir kimse ise belki günahlarından tevbe eder de azaptan kurtulur."(Buhari, Temennî: 6.)Peygamberimizin bu tavsiyeleri sebebiyledir ki, Sahabîler en zor anlarında dahi ölümü temennî etmemişlerdir. Hz. Habbab kanıma yedi yerinden akrep soktuğu halde şöyle demiştir:"Resûlullah bizi ölümü istemekten menetmemiş olsaydı, el­bette ölümü temennî ederdim."(Buhari, Daavât: 30.)Ancak ölümü temennî etmenin mekruh olmadığı durumların olduğunu da burada ifâde edelim. Meselâ sâlih zatlar, dünyanın sıkıntılarından bir an önce kurtulup Allah'a, başta Peygamberimiz olmak üzere sevdikleri kimselere kavuşmak için ölümü temennî etmişlerdir. Bunun birçok misâli vardır. En güzel misâl ise Hz. Yusuf'dur (a.s.). O, bütün sıkıntı­larından kurtulduktan, hayatının en güzel anını yaşamaya başla­dığı bir zamanda Yüce Allah'tan ruhunu almasını istemişti.
(Yusuf: 12/101.)Kur'ân'da bildirdiğine göre Hz. Meryem de Allah'ın kudretiy­le Hz. İsa'yı babasız olarak dünyaya getirince bunun sıkıntısın­dan,"Ne olurdu, bundan evvel ölüp de unutulup gitseydim"(Meryem: 19/103.) di­yerek ölümü temennî etmiştir.Yaşlanan, eskisi gibi her yere yetişemeyen, Müslümanların işlerini takip edemeyip bir haksızlık yapmaktan endişelen Hz. Ömer de ölümü temennî etmiş, şöyle duâ etmişti:"Ey Rabbim, ihtiyarlıyorum, kuvvetten düşüyorum, artık be­nim ruhumu al."Yanlış ve üzücü hareketlerde bulunanlar da yaptıkları hadise­den çok önceleri ölmüş olmayı temennî etmişlerdir. Bunun da birçok misâli vardır.Kaynaklarda bildirildiğine göre dinin elden gitmesinden kor­kulduğu, yaşamanın kişinin dinine zarar vereceği durumlarda da kişi ölümü temennî edebilir.(Muvatta, Kur'ân: 40.)
Bediüzzaman da, "Eğer benden sonra dünyada kalan kardeş­lerimin teellümlerini düşünmeseydim 'Ya Rab! Canımı al' diye­cektim" demiştir.( Tarihçe-i Hayat, s. 197.)Geniş bilgi için Ölüm Cenaze Kabir isimli eserimizin 77-83. sayfalarına bakılabilir. (İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/225-227.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Zikrin Fazileti
142.Câbir (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Kul, zikirden başka, Allah'ın aza­bından kendisini daha fazla kurtaracak bir amel işleyemez" buyurdu."Allah yolunda cihad da mı?" denildi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Allah yolunda cihad da. Ancak kı­lıcın kırılıncaya kadar dövüşmen hariç" buyurdu." (Mu'cemü'l-Evsat, 3:156, (2317.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/227.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

"Hak Geldi Bâtıl Zail Oldu"
143.İbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke'nin fethi günü Kabe'ye girdi. O sırada Kabe'nin etrafında kurşunla yere pekiştirilmiş 360 tane put vardı. Asasıyla onlara dürtüyor ve "Hak geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki, bâtıl yok olucudur"buyurdu. (İsrâ: 17/81.) Put yüz üstü yere yuvarlanıyordu.(Müslim, Cihad: 87; Buhâri, Megâzî: 50; Tirmizî, Tefsirü'l-Kur'ân: 18. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/227-228.)


İzah

Zikrettiğimiz kaynaklardaki rivayetlerde Resûlullahın (s.a.v.), "Artık hak geldi; bundan sonra bâtıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir, ne de geri getirebilir" (Sebe: 34/49.)âyetini de okuduğu bildirilir.Çeşitli rivayetlerde putların daha dokunmadan, sadece işaret etmesiyle düştüğü de kayıtlıdır.Peygamberimiz, Hicretin 8 yılında, gizlice terk etmek zorunda kaldığı Mekke'yi kansız bir şekilde fethetmişti. Orada yaptığı ilk işlerden birisi, tevhid evi olarak inşâ edilen Kabe'yi ve çevresini putlardan temizlemek olmuştu. Hadis bunu ifâde etmektedir.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/228.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Namazda Fatiha Okumak
144.Ubade bin Samit (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Fatiha okumayanın namazı yoktur."buyurdu. (Buhari, Ezan: 95; Müslim, Salât: 34, 38; Tirmizî, Mevâkit: 69, 115; Ebû Dâvud, Salât: 131. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/228.)

İzah

Bu hadis mezhep âlimleri arasında farklı anlaşılmıştır. Hanefî mezhebi âlimleri bu hadisi, "Fâtihasız kılınan namaz tam değildir" şeklinde anlarlar. Bunun için de kıraatin Fatiha Sûresine hasredilmeşini ve peşinden başka bir sûre okunmasını vacip olarak gö­rürler. Ayrıca şu hadisi de görüşlerine delil olarak zikrederler:"Her kim namaz kılar da onda Fatiha okumazsa, o namaz ek­siktir, o namaz eksiktir, o namaz eksiktir, tamam değildir."( Müslim, Salât: 38, 41; Tirmizî, Salât: 116.)Bu hadisi "Fatiha okunmayan her namaz eksiktir"(Taberânî, Mu'cemu's-Sagîr, 1:93)şekliyle Taberânî de rivayet etmiştir.Bu mezhebe göre namazda Fâtiha'yı okumak vacip olduğun­dan, kasten terk edilmesi durumunda namaz sahih olmakla bera­ber, günah işlenilmiş olunur. Hatâ ile terk edildiğinde de sehiv secdesi yapmak gerekir.Diğer üç mezhep âlimleri ise yukarıdaki hadisi "Namazda Fa­tiha okumayanın namazı sahih değildir" şeklinde anlamışlardır. Dolayısıyla bu mezheplere göre namazda Fatiha okumak farzdır. Fatiha terk edildiğinde namaz sahih olmaz, yeniden kılmak gere­kir. Mâlikîlere göre dört rekâtlı bir namazın üç rekâtında Fatiha okunmuşsa, dördüncü rekâtında okunmamış olması, namazın sıh­hatine zarar vermez.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/228-229.)
Resim
Cevapla

“►Hadis-i Şerifeler◄” sayfasına dön