Bir Hadis Bir Yorum..

Peygamber Efendimizin (sav) mübarek sözleri ve Kudsi Hadisler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Bir Hadis Bir Yorum..

Mesaj gönderen meryemnur »


Mütevâzı Bir Nefes Almak




Resim



" Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez."
(Müslim, İman 149)

Ailenin, dostların, bir de ALLAH'ın ahlakıyla ahlaklanmaya çaba gösterenlerin yanında, insanın kendini rahat hissetmesi, olduğu gibi görünmesi, büyüklenmemesi, onların kendini yanlış anlamayacağına ve her haliyle kabulleneceğine olan inancından kaynaklanıyor. Kalp ve amel, Gerisi bir oyun ve eğlence...

"Elimden gelen bu. Rabbimin bana verdiği potansiyelle bu kadarını başarabiliyorum. Onun rızasını umuyorum" Bu vicdani ses, içimizden yükselen bu ihlas, öbür alemde de elimizden tutar ümidiyle yaşıyoruz müminler olarak.

Başkalarına karşı büyüklenme arzusu, dünyadaki en tatlı arzu belki de. Zehirli bal. Bütün bu gösteri, ne için ve kim için peki? Bir damla sudan yaratılan, diğer damlayı mı küçümsüyor?

"ALLAH sizin görünüşünüz ve malınıza- mülkünüze değil, kalplerinize ve amellerinize değer verir." (Müslim, Birr, 33 ve 34.)

Formül bu kadar açıkken, tersini düşünmek, yaşamak diğer kulların da "kul" olduğunu unutup, gözde büyütmek, imaj çağı diye adlandırılan çağımızda, içinden çıkılmayacak bunalımlara sürüklüyor insanoğlunu. Varını yoğunu dış görünüşüne harcıyor, yoksa, bulup buluşturuyor, buluşturamazsa imkanları daha da zorluyor, belki harama göz ucuyla bakıyor. İçlerinden bazıları göz ucunu yeterli görmüyor, gözünü dikiyor, bir kısmı da tam ortasına dalıyor belki. Oysa kulların yaratıcısı nazarında, zaten kendi bağışı olan güzellik, zenginlik gibi nimetlerin bir değerinin bulunmadığı, imtihan sorusu olduğunu kalbine ve ameline yerleştirebilse mütevazı bir nefes alacak. Nefes alınca hayat başlayacak. Hayatı devam ettirirken artık korkmayacak. Bilecek, sadece Yaratanın ve Yaratanın ahlakıyla ahlaklanmaya çaba gösterenlerin, ailesinin ve sevdiklerinin yanında değil, diğer bütün yaratılmışların içinde de "kendini olduğu gibi göstermeyi". Bilecek kendini, bilecek RABBini.



Ayşe Uçkan
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Bir Hadis Bir Yorum..

Mesaj gönderen MINA »

iblis, büyüklük taslaması yüzünden, kendinin ateşten, Âdemin topraktan yaratıldığını iddia edip Allah'ın emrine karşı gelmedi mi?

Fir'avn, kibir yüzünden, Tanrılık dâvasına kalkıp «Ben sizin en yüce Rabbinizim» diyerek kavmini kendisine taptırmış ve bu yüzden Allah'ın kahrına uğramıştı.
Nemrud, kibre kapılıp, ülûhiyet iddiasına kalkıştı. Onun kafasın­daki tanrılık sevdasını Cenab-ı Hak bir sivri sineğe parçalattı.

Bizden evvel yaşamış, kimi yel ve kimi sel ile helak olmuş, kimi yere geçmiş kavimlerin batış sebeplerini Kur'ân~ı Kerim şöyle açıkla­maktadır: «Onlar, yer yüzünde büyüklük taslamîşlardı» (1).

Halbuki insan, vicdan aynasının karşısına geçip bir kendine bir de âlemlere baktığı zaman ibretle görecektir ki, kâinatın yanında kendi varlığı pek küçük ve bir nokta kadar silik kalır. Dünya ve dün­yadan daha büyük semavî ecramın milyarlarcasınm gezip dolaştığı bu kâinat içinde insanın varlığı ne olabilir?

Diğer insanlara kıyasla bizim üstün bir tarafımız yoktur. Onlar-la hilkatte bir eş, hakikatte kardeşiz; hep Hazret-i Âdemin ve Haz-refc-i Havva'nın çocuklarıyız. Yaratılıştaki değerler bakımından aynı seviyede bulunan insanlar arasında mal, servet, güç ve kuvvet iftihar vesilesi olamaz.


Güçlü kuvvetliyim arkam var deme,
insanı sırtüstü yere seren var î ,

Insan, aslî maddesini düşünecek olursa karşısına bir yığın çamur, çıkar. Balçıkla iftihar, akıllı kimsenin yapacağı bir iş midir? Fakat aklın da yanılması ve dalâletleri vardır. Aklın sapkınlığı, hevâ ve he­veslerin peşine takılmasıdır.

Büyüklük ve azamet, Allahü Teâlâ'ya mahsustur. Kim kendinde büyüklük görür ve kibir taslarsa Allah onu zelil eder. Güneş, ışığını ayaklar altına serdiği için yücelmiştir. insan, tevazuda güneş gibi ol­malı ki, Allah onu başlara tâc etsin!

Bir tohum, benliğini korumadıkça filizlenip gelişemez; toprağın si­nesine düşüp mahvolduğu zaman, yeşerip filizlenmeye başlar.

Hangi dalın meyvesi çoksa başı aşağı iner. Meyvesiz dal ise hava­ya doğru boy verir. Bir yay gibi, tevazu ile eğilen kimsenin duaları Allah tarafından kabul olunur. Başı tekebbürle havaya kalkan insan, menzile ulaşamaz.


Bir kul, Allah için tevazu gösterirse Allah o kimseyi yüceltir.

Ömer b. Abdülaziz'e bir aksam misafir gelmişti. Yatsı namazından sonra bir şey yazmaya başladı. Misafir de yanında oturuyordu. Kandilin yağı azalmış, sönme vaziyeti göstermişti. Misafir.

— Kalkıp kandile yağ koyayım, dedi. O:
— Bir kimsenin, misafirine hizmet ettirmesi mürüvvete uymaz, dedi. Misafir:
— O halde hizmetçiye haber vereyim, dedi. O:
— Hayır! O, simdi ilk uykusundadır, uyandırmak doğru olmaz, cevabını verdi. Kalkıp bardağı kendi getirdi ve kandile yağ koydu. Misafir:

— Ey mü'minlerin emiri, neden kendiniz kalktınız? deyince Ömer b. Abdülaziz:
— Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm. (Değişen bir şey ol­madı). Allah yanında insanların hayırlısı alçak gönüllü olanıdır, dedi.


Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
«Mütevazı insanları gördüğünüzde onlara alçak gönüllü davranı­nız. Büyüklük taslayanlan gördüğünüzde onlara karşı büyüklük gös­teriniz. Bu onlan küçültmek ve alçaltmaktır. Böyle hareket ettiğiniz için size sadaka (sevabı) vardır
».


bir âyet meâliyle son verelim:
«Yer (yüzün) de kibr-ü azametle yürüme. Çünkü (ne kadar bas-san) arzı cidden yaramazsın, boyca da asla dağlara eremezsin» (4).



kitap.mollacami.com/yeni-hutbe-kitabi/kibir.

Resim
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: Bir Hadis Bir Yorum..

Mesaj gönderen meryemnur »




SELAM


“Birbirinizi sevmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmazsınız. İman etmedikçe de cennete giremezsiniz. Size uyguladığınız takdirde aranızda sevgiyi oluşturacak bir şey söyleyeyim mi? Selamı Yayınız.”


Anlam olarak:

“Birbirinizi sevmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmazsınız. İmanınız bu olgunluğa erişmedikçe de cennete giremezsiniz. Aranızda sevginin oluşmasını istiyorsanız selamı yaygınlaştırın/çokça selamlaşın.”


Resim



Muhakkak önce kendisine bir selam vermeli insan. Dış dünyaya soğuk savaş havasını verdiği o benlik kuyusundaki iç savaşında, “iyi insan olma hali”ni güvene almalı en başta. Olumsuz dürtenlerine, erdemin legal yollarında barışı benimseyecek bilinci aşılamalı. Çünkü kendi savaşını aşarak kendisini selamlayamayan insan başkalarıyla selamlaşmasında içtenliği yakalayamayabilir.

En başta inanç, insanın Yüce Allah ile selamlaşmasıdır. Bilinçli eğilişler eşliğinde… Aklın selamı gidebildiğince, kalbin selamı da gidemediğincedir.

Selam evrensel barışıklık halidir. Evren insanı güneşiyle, gecesiyle, havasıyla, suyuyla selamlıyor, bu doğa-l jestiyle onu huzura çağırıyorsa, insan da evrenle, ona zarar vermeksizin yararlanma bilinciyle selamlaşmayı başarmalı. Bu selamlaşmayı, birlikteliği bir güç savaşına değil, güç dayanışmasına dönüştürerek, ne içinde yaşadığı ev-ren-in, ne de kendisinin var ediliş doğasını bozmaksızın yaşayarak yapabilir.

İnsan ilişkilerine gelince, özellikle sırf ayrıntılarda farklı düşündüğü için dargın yaşayan, düş birliğine rağmen geçimsiz çocuklara, aynı dinin kıskanç bağlılarına dönüşenlerin birbirleriyle daha içtenlikle selamlaşması gerekir. Anlaşma ve hayatı paylaşarak artırma, aynılığın gittikçe daralan tutuk evine mahkûm edilmemelidir. Temel farklılık durumlarında bile anlaşma yetisi olan insan, hiç değilse temel aynılığı kaynaşmanın doğal zemini olarak kabul edip yola çıkmalı ve barışı farklılıklara da uçurmalıdır. Selamlaşmanın sonrasında her konuda aynı düşünmek ve ancak bu şekilde anlaşmak beklentisi değil, farklı düşündüğü halde anlaşabilme erdemini başarabilme, hayatın gelişimi için gerekli olan dinginliği oluşturma kaygısı duyulmalıdır.

Selam kimi kullanımlarda anlamından soyutlanmış bir kalıptır. Bu nedenle açtığı kadar kapatan ve kilitleyen de olmuştur. Yüzeysel bir iletişimi açabilirse de, içtenlikle havalanmadığı zamanlarda bir kalbe konmaz. Bu yüzden “selam”laşanlar birbirlerinden selamette/güvende olmayabilirler. Üstelik kimi saçma gerekçelerle onu karşısındakine vermeye layık bulmayan da olur, beğenip almayan da… Konuşa konuşa anlaşacakların önsözüdür oysa... Kaynaşması, dayanışması gerekenlerin.

Sözgelimi bu Elçi sözündeki “birbirinizi” ifadesinin yankısı nedir?

Bütün insanlar? Bütün Müslümanlar?

Söylemeye çekinsek bile selamın gerçek hayatta kısıtlanmış dolaşımına bakarsak, “birbirinizi” ifadesinden; çok defa, yalnızca en ufak ayrıntıya varıncaya değin tıpa tıp kendileri gibi düşünen çevrelerin anlaşıldığını ortaya koyar. Kendileri gibi düşünmeyenleri selam verecek kadar, ya da selam vermiş olsalar bile verdikleri selamın gereğine uygun davranacak kadar sevmiyor olabilir kimi insanlar.

“Birbirinizi” ifadesinin doğru yankılandığını varsayalım. Müslümanlar gerçekten birbirlerini seviyor mu? Sevmeyi biliyor mu? Aynı düşünmüyor olsa bile yakınlaşmayı, karşılıksız ilgilenmeyi... Dahası fedakârlığı, yardımı, korumayı… Her şeyiyle aynı fikirde olduğu kişilere yaptığı sevgi eylemlerini, gerektiğinde farklı düşünenlere de yapabiliyor mu?


Yoksa gizli bir manevi üstünlük yarışının ben kazandım baskısı, en sevgili gözde kul olduğu kişisel yargısı, olmadı cennetlik olan benim övgüsü ve bunlara dayalı ileri geri söylemler, saçma kıskançlıklar, kem bakışlar mı var boy gösteren?

Evrensel selam sözü, katı yargılayışlar ve bir o kadar gereksiz ayrımcılıklarla örülen, hayata kapanmış duvarlar içre kanadı kısılmış, yaralı bir barışa dönmüş olabilir mi?!

Gereksiz dargınlıkların, toplumsal barışı engelleyen katı duruşların çözümü olan bu öneri, toplumsal birliğe götüren bir kaynaşma, dayanışma formülü olarak sunulur Son Elçi’nin sözüyle. Sevgiyi iç benliğimizden dış bizliğimize yayan beş harfli bir kelimenin sıkça ve sakınmaksızın dilden kalbe akması, bir can dolaşımı ön görülüyor bu sözde. Üstelik bu iletişim cömertliği, gerçek anlamda inanca yani inancın olgunluğuna, bir anlamda o Müslüman’ın insani olgunluğuna ve cennete layık olabilme ereğine bağlanıyor.

Gerçekten de içten ve sağlıklı iletişimin olduğu bir toplumda sosyal hayatı kapsayan o huzur, o insanların daha şimdiden cennete doğru adımlar atıyor olduğuna da yorulabilir. Çünkü ayrımcılığın dışlandığı, sevgiyle kaynaşarak birleşmenin getirdiği barış ve huzur önceden verilmiş bir cennet armağanıdır.

Selam esenlik, güvenlik ve huzurdur. Selamı benimseyen insanlar, kesimler birbirinden güvende olmalı. Muhakkak tartışmalara son veren ortak paydalar vardır ve taraflar(!)- her kimseler- paydalarına olan saygıları gereği selama, güvenlik ve barışa ulaşabilirler. Fakat en genel anlamda tartışmaya son verecek olan ortak payda, adı belli bir payda olmaktan çok, belki de farklı düşünebiliriz düşüncesinin benimsenmesidir.

Selam bir duadır. Hem yaşadığımız evrenin, ülke, toplum ve özel-yakın çevremizin hem de gelecekte vaad edilen hayatın esenlik ve barış içinde olması için, içtenlikle iyiliğin, güzelliğin istenmesi yönünde yapılan eylemsel yanı da vardır. Fakat selamın sözlendiği mekânlarda, ne yalansız, göstermelik olmayan bir iç huzurundan, ne de geleceğin ortak düşü olan o esenlik yurdunun, bir adı selam olan o cennetin kıskançlık duyulmaksızın paylaşımından bahsedilebilir. Görülen o ki; o esenlik yurdu her din algısının kendi ölçütlerine göre kendisini devletlû bildiği, o kriterlere ulaşamayan diğerlerini def etmeye çalıştığı bir sit alanı/kurtarılmış bölge haline dönüştürülmüş durumda. Oysa sonsuz yaşamın bir çeşit önyaşamı, fragmanı konumunda olan bu yaşamda “selamlaşamayanlar” o esenliğe ve güvenliğe nasıl erişebileceklerini sorgulamalıdırlar.


Kelam hep selamı bekler. Selamla açılan güvenli yolda tanımayı, tanışıp kaynaşmayı ve anlaşmayı umud eder. Hayatın hep birlikte omuzlanması bir yerde selama bağlıdır. Bu kilit açıldıkça doğal tanışmalar, kaynaşmalar, istişareler/danışmalarla, gelecek, hep birlikte toplumsal bir özgüvenle karşılanabilir.

Öyle görünüyor ki, hem insanla Allah, insanla evren arasında, hem tümüyle insanlığın kendi içinde ön yargısız bir şekilde yeniden tanışmaya, ayrıca dinler arası iletişime olduğu kadar ve ondan daha da fazla aynı din mensupları arasında yeniden selamlaşmaya ihtiyaç var. Garip ve anlamsız bir dargınlığın semtimizde sorumsuzca dolaşması ve her selama, her anlaşma yoluna kem bakması doğrusu yadsınmalı. Daha ilginç olanı ise, selamın anlamı üzerinden hayata bırakması gereken reel değerler üzerinden bir derinleşme ve sorgulamanın olmadığı kadar, sözün hatta sözün tını kalıbı diyebileceğimiz telaffuzuna dair biçimsel tartışmaların ve sırf bu yüzden yaşanan ayrılıkların olmasıdır.


Ayşe Şener
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“►Hadis-i Şerifeler◄” sayfasına dön