2007 Kasım Haber Arşivi

2007 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 05.11.2007 Saat: 18:19 Gönderen: kulihvani

Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin (K.S)

ÇEVİRİ : Barbaros Sert
Basildon –İngiltere
30 Ekim 2007



ŞEYH ve MÜRİDİ

Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin (K.S)


Çevirmenin Önsözü:

Sevgili dostlarım!
Bu metni Bawa Muhyiddin’in “Sheikh and Disciple: Şeyh ve Müridi” adlı kitabin içinde bulunan bir bölümden Türkçeye çevirmeye çalıştım.
Türkçe çevirisi, İngilizce kaynaktan yapılmıştır.
Kusurlarımın affını Yüce Allah’tan diliyorum.

Dostlarım,
Bawa Muhyiddin’in http://www.bmf.org tarafından yayınlanan kitaplarının çoğu, Şeyhin konuşmalarından derlenerek hazırlanmıştır.
Birçok konuşması etrafındaki kişilerce kasetlere alınmış ve sonra bunlardan bazıları bir araya getirilerek bazı kitaplar derlenmiştir.
Bu yüzden bu yazıları okurken bunları şeyhin ağzından çıkıyor olarak düşünün, bir yazarın üzerinde saatlerce uğraşıp yazdığı kelimelerini düzelttiği yazılar olarak görmeyin.
O an konu ne ise o konuda yapılan sohbetin meyveleridir bunlar ve gönülden söylenen sözlerdir.

Bu bölümde incelenen konu insanların neden hayatta bocaladıkları, şeyh ve mürid iliksisi, müridin ilerleyememe sebepleri, imandaki istikrarın Allah’a götüren yolda önemi ve kişinin hayatında huzur bulması için, kişinin nefsanî isteklerine karşı verdiği cihadda Allah’a imanda istikrarın ne kadar önemli rol oynadığıdır.
Bawa Muhyiddin bunları öğrencilerine açıklarken onlara hakikate giden yolda başlarına geleceklere karşı ümit aşılamak istemiş ve tuzaklara karşı tedbir olarak neler yapmaları gerektiğini örneklerle özetlemiş, düşülecek bazı tuzaklara aldanmamalarını nasihat etmiştir.
Ayrıca bu yolda rehberin önemini İnsan-ı Kâmilleri örnek göstererek dile getirmiştir.

Ben sözü burada keserek sizi Bawa Muhyiddin (ks) ile baş başa bırakıyorum.


Selam Sevgi ve Dualarımla
Barbaros Sert
Basildon –İngiltere
30 Ekim 2007



MÜCEVHERİ (TAŞ’I) KESMEK

Mürid: “Her ne zaman doğru yolda olduğumu hissedersem, öyle oluyor ki daima içim bir üzüntü ve elem ile doluyor. Her şey iyi gidiyor gibi görünüyor sonra birden her şey mahvoluyor!”

M. R. Bawa Muhaiyaddeen: “Evlat! Bir yerde sızıntı var, su göletten dışarı akıyor. Suyu tutmaya çalıştığın kapta sızıntı var ve oradan dışarı dökülüyor. Suyu tutabilmen için sızıntıyı durdurmak zorundasın.”

Mürid: “Herhangi bir zâhirî çaba ile bunu durdurmayı başaramıyorum. Bunu içeriden nasıl kontrol edebilirim?”

M. R. Bawa Muhaiyaddeen: “Su içeride. Dışarıda değil. Su gölette ve sızıntı göleti çevreleyip destekleyen duvarda. Sebebi bu. Eğer tamir edilmezse, aklı bozacak. Yasamı bozacak. İmanda bir sızıntı var.”

Mürid: “Bu sebepten dolayı Şeyh ile beraber olmaya geldim.”

M. R. Bawa Muhaiyaddeen: “Peki, ozaman onu kontrol et!”

Mürid: “Yutabileceğim bir hap ya da bir şeyiniz var mı?”

M. R. Bawa Muhaiyaddeen:
“Her gün sana böyle bir hap veriyorum fakat onu doğru bir şekilde yutmalısın.
Sakal yüzünde büyürse, onu tıraş edecek bir berbere ihtiyaç duyarsın.
Bunun gibi, eğer kıllar içeride (bâtın) büyürse, onları tras etmek için irfana ihtiyacın olur.
Dışarıdaki kıllar ancak çok keskin bir bıçak ile tıraş edilmelidir.
Eğer düzgün oturursan, berber seni doğru bir şekilde tıraş edebilir.
Fakat devamlı bir şekilde kımıldarsan kesilirsin.
Bundan dolayı berberi ya da bıçağı suçlayamazsın.
Bıçağın doğası keskin olmaktır, bu yüzden onu suçlayamazsın.
Ne de berberi işini yaptığından dolayı suçlayabilirsin.
Oturan kişi doğru oturmalı ve dikkatli olmalıdır.
Bunun gibi, tıpkı yüzünü güzelleştirmek için tıraş ettiğin gibi, bu akılda büyüyen kıllarda aklı güzelleştirmek için tıraş edilmek zorundadırlar.
Bunu yapabilmek için imanın, istikrarın ve kararlılığın güçlü olmalı.
İrfan çok keskindir ve onunla bir şeyi tıraş ederken çok dikkatli olmalısın.
Kendini odaklamasın.
Aklı tıraş etmek için orada sadece hakikat noktası olmalı. Orada hiç bir şüphe olmamalı, sadece hakikat olmalı.
Bu irfan bıçağını hakikat eli tutmalı.
İrfan bıçağı ne kadar keskin olursa olsun, hakikat ne kadar temiz olursa olsun, bu kararlılık olmaksızın, yandan yana hareket edersen kesilirsin.
Hata, hakikatte değildir.
İrfan bıçağı doğal bir keskinliğe sahiptir.
Eğer elin titrerse bıçak seni keser.
Eğer açı değişirse, seni keser.
Bu yüzden oturan kişi doğru oturmalıdır.
O zaman tıraş eden işini yapabilir.
İrfan işini yapıp aklı güzelleştirebilir.
Bu direnç (sabır) ile doğru bir şekilde oturmalısın.
Sonra şeyh senin için bıçağı bileyecek.
Bu keskin irfan bıçağı aklını ve kalbini güzelleştirecektir.
Bununla birlikte, otururken verdiğin karar sağlam değilse, kesilebilirsin.
Bu acıdır. Senin hatan budur.
Bu sebepten dolayı acı çeken herkes oturuşu doğru olmadığından dolayı acı çeker.
Canım benim. Bunu güçlendir.
Yaşamındaki sızıntı bu işte.

Banyo yapmaya gittiğin zaman, kendinle dünya ateşini, dünya günahlarını ya da aklı birlikte götürme.
Sende olan Hakk ile git.
Bu dünya ateşi su ile söndürülecektir ve sen üzüleceksin. Çünkü götürdügün şey yok edildi.
Ateş suya dayanamaz.
İrfanını kullanmalısın.

Mürid: “Dün gece rüyamda yanan bir ev gördüm!”

M. R. Bawa Muhaiyaddeen:
“Bu ateşi alıp bu vücud kafesi içinde tutma.
O bu evi yakacaktır. Bu iyi değil.
Kendini temizlemek için yola çıktığında sana yardımcı olması için ateşi kullanma.
Dünyayı ve Karma’yı seninle beraber götürme.
Bunlar günah, karma ve açlık ateşleridir.
Bunları kendinle birlikte götürme!
Canım benim. Düşünmelisin!

Dünya insan’a çile veren ateştir ki o insanı yok eder.
Onun bütün düşünceleri ateştir.
Onun niyetleri, arzuları, akraba ve kan bağlarına olan bağlantıları, din farklılıkları, diller, renkler, aşk, açlık, yaşlılık, hastalık, ölüm, bencillik, şüphe, kızgınlık, alınganlık ve acelecilik hepsi ateştir.
Hipokrasi, cehalet, irfansız konuşmak, dünya, cinsellik ve altın’a olan tutkular ateştir.
Böyle kendimizde beslediğimiz sayısız ateş var.
Her gün insan bu alevler tarafından yakılır.
Bunların biri tarafından yanmadığı bir gün bile yoktur.
Mala mülke, çiftlik hayvanlarına, çocuklara, eve ve eşe; kibir ve gurura, karma’ya, iluzyona; tarahan, singhan, suran; şehvet, hiddet, hasislik, fanatiklik, hasetlik, uyuşturucular, hırsızlık, cinayet, yanlışlık, bütün bunlara olan bağlar bir insanin hayatındaki ateşlerdir.
Günah yangınlarıdır.
Her saniye insan yakılır, o bu ateşin içinde yaşar.
İnsanin durumu hayvanlarınkinden daha kötüdür.
Bu cehennemdir!
İnsan bu cehennemde acı çekiyor.
Bağırır, ağlar ve sonra güler.
Bir an : “Oh bu güzel ve harika!” der.
Ve sonraki an : ”Of, bu çekilmez!”diye ağlar.
İnsanin hayatta bulduğu şey budur.

Hakiki bir şeyhin bize çile çektirme yolu, bize zarar vermek maksadıyla değildir.
O bizim kötü niteliklerimizden kurtulmamız için bize çile çektirir, bu ateşleri besleyen nitelikleri öldürmek için.
Yoksa seni öldürmeye çalışmıyor.
Fakat senin kötü niteliklerinden herhangi birini kestiği zaman, sen başlarsın ağlamaya :
“Ah, benim bağlantımı kesiyor. Ah, canım benim! Ah, anam anam! Ah, dedem!”.
Her bir baglantı kesildigi vakit şikayet edersin.
Bagırırsın : “Ah, erkek arkadaşım gidiyor! Okul öğretmenim gidiyor! Evim gidiyor!”
Tek tek kestiği zaman acıtır.
Kızarsın, gücenirsin, nefret hissedersin, aklın karışır ve şüphe yerleşmeye başlar.
İyi bir şeyh bu ateşleri tek tek söndürdüğü zaman bu olur işte.
O sana zarar vermeye çalışmıyor, senin kötü niteliklerini kesmeye çabalıyor.
Onun işi bu, bunu sen huzur bulasın diye yapıyor…

Bu ateşte yanan sensin!
Sen bu ateşin iyi olduğunu düşünüyorsun, fakat o senin kanını içiyor.
Sen anlamıyorsun; bu senin cahilliğin.
İçine bakmak için irfanını kullan.
İyi şeyh bu 400 trilyon on bin ruhanî hayaleti, mânevî ateşleri, cinleri, perileri, göksel varlıkları, şeytanları, elementleri, dört bacaklı hayvanları, eşekleri, fareleri, tavusları, kargaları, domuzları, köpekleri, tilkileri, timsahları, kertenkeleleri, bukalemunları ve zehirli hayvanları senden keser atar.
Onların hepsi sana tutunuyor.
Çocuğum, armadilloya* bir bak!

Resim

*Armadillo, 16 cm-1.5m boyunda kuzey ve güney Amerika’da bulunan sert bir zırha sahip bir hayvan.

Armadillo, bir fili hortumundan yakaladığı zaman, fil nefes alamaz.
Fil trompet gibi ötmeye bağırmaya başlar.
Aptal bir fil hortumunu, kendisini kurtarmak maksadı ile bir ağaca ya da bir kayaya vurur, fakat fil armadilloyu dövdükçe armadillo daha çok sıkar.
Kapar ve daha daha pençeleriyle sıkar.
Armadillo çok güçlüdür ve onun kibirli tutuşu incitir.
Akıllı bir fil armadillo yakalar yakalamaz koşmaya başlar.
Akıllı bir fil kurtulmak için sadece tek bir yolun olduğunu bilir.
Bir gölete koşar ve hemen hortumunu suyun içine sokar.
Hortumunu armadillonun nefesi kesilene kadar su altında tutar.
Simdi kaçma sırası armadillonundur.
Hemen tutunduğu yerden gevşeyecek ve süratli bir şekilde uzaklaşacaktır.
Sonra fil : “Ah, kaçtım!” diyerek yoluna yürüyecektir.
Akıllı bir filin hareketi bu olur…

Bunun gibi, bir kere siz sizi kapan şeyin ne olduğunu bilirseniz, onu hemen irfanınıza, Tanrıya (Hakk’a) ve hakikate daldırın.
O zaman kötü nitelikler sizi bırakıp kaçışacaklar.
Siz onları kalkıp da sürekli toprak, ateş, su ve iluzyona vurur durursanız, onlar size hatta daha da sıkı yapışacaklardır.
Bağımlılıklara, tutkulara ve kan bağlarına, daha çok vurdukça size dahada sıkı tutunacaklardır.
Eğer fanatiklik, renk ve ırka vurmaya devam ederseniz, onlar daha süratli tutunacaklardır.
Çözüm bu değildir.
Kendini hakikate, irfana ve sabra daldır.
Bu iyi niteliklere ulaş; sonra kötü nitelikler seni kendi iyilikleri için bırakacaklardır.
İste kaçma yolu budur.
İrfanınızı bu şekilde kullanmalısınız…

İyi, hakiki insan, kâmil bir şeyh bunu yapacaktır.
O, her bir kısmı kestiğinde, aklın acı hissedecek; bağların ve zekân acı ve elem çekecekler.
Bütün böyle düşünceler incitecek.
İyi bir şeyh bütün bunları kesmek zorunda.
“Eğer O bana acı çektiriyorsa, bunu bendeki kötü nitelikleri öldürmek için ve bendeki ateşi söndürmek için yapıyor” diye düşünmek zorundasın.
Bunu böyle düşün!
Onun seni yakan ve senin elem çekmene sebep olan karma ateşini söndürdüğünü hatırla.
O açlık ateşini, şüphe ateşini ve kibir ateşini kesiyor.
O sendeki beş elementin karmasını kesiyor.
Sen bu iluzyon tarafından bastan çıkarılmışsın ve onun içinde demleniyorsun.
Şeyh bunu kesiyor.
O tutku ateşini kesiyor.
O senin sendeki yetmiş bin tabur maymuna olan bağlantını kesiyor.
O vücuda, şehvet, öfke, kıskançlık, haset ve kin bağını kesiyor.
O birer birer her bağlantıyı kesiyor.

Bakmadan, düşünmeden ve fark etmeden bazı şeylere kapılıyorsun.
Şeyh bu eğilimi kesiyor.
O böyle düşünceleri ,
“Ben” ve “Sen” farklılıklarını kesiyor.
O her kısmı senden ayırdığında bu seni incitir.
Fakat irfan ve hakikat acı deneyim etmez.
Acıyı deneyimleyen senin aklındır.
Düşüncelerin acı hisseder.
Arzu (tutku) bu ağrıyı bilir.
Senin kan bağların bu ağrıyı çeker.
Her sefer kesildiğinde incitir ve bu yüzden sen hakiki insanda, İNSAN-ı KÂMİL’de hata bulursun.
Şeyhin işinin bu şeyleri kesmek olduğunu fark etmen lazım. O bunu herhangi “BEN”cil sebeplerden dolayı yapmıyor.

O bir alettir ve sen onun ellerinde değerli bir mücevher taşısın.
O seni, taşının hakiki ışığını açığa vurmak maksadıyla kesiyor.
Sen onun ellerine gelmiş paha biçilmez bir taşsın.
O bu taşı değerli hale dönüştürmek ve sonra hazineye yerleştirmek zorundadır.
Bu onun ellerinde, bu yüzden O bu işi yapmak zorunda.

Resim

Onun için bir faydası yoktur.
Onun bundan bir kazancı yoktur.
O seni değerli bir hale getirir ve seni Allah’ın Hükümranlığındaki hazinede ait olduğun yere yerleştirir.
Sen bu yere ulaştığın zaman, bu saflığa kavuştuğunda o zaman onun yaptığı işin değerini anlarsın.
Fakat böyle bir zamana kadar, çile çekeceksin.
Mücevher taşı da kesilirken ve traş edildiği zaman acı hisseder, fakat bu eğer doğru bir bicimde yapılırsa, daha sonra bu işin hakiki değerini fark edeceksin.

Guru’lar sana bir mantra verir ve senden 250$ ister*.
Senin paranı alırlar ve : “Peki olduğun gibi kal. Kesilmemiş bir tas olarak kal!”derler ve seni bırakırlar.
İNSAN-ı KÂMİL’ın ise işi farklıdır.
Orada acı olacaktır (Yani çaba sarf etmeden olmaz demek isteniyor).
Tıpkı iltihabı çıkarmak için çıbanın kesilmek zorunda olması gibi.

Tarahan, Singhan ve Suran : Tamilce'de İlluzyonun üç oğlu denilir. Bunlar cinsel ilişki esnasında insanin etkisinde oldugu şehvâni hallere verilen isimlerdir. *Guru: Uzak doğu ülkelerinde marifet sahibi şeyhlere verilen bir isimdir.
*Mantra: Zikir formülü. Sürekli yinelenen zikir kelimeleri. Tasavvuftaki vird.
*Hz. Bawa Muhyiddin(rh.a)’in öğrencilerinden öğrendiğim kadarıyla 1970’li yıllarda Amerika’da Uzakdoğu mistisizmine bir ilgi arttığından, birçok sahtekâr kişi “Guru: Şeyh” adı altında Budizm, Hinduizm vesaire mistik okulları açmış ve bunlar oldukça popüler olmuştur.
Halen Holywood’ta ve büyük şehirlerde bu büyük bir geçim kaynağıdır.
Hz. Bawa Muhyiddin bunlardan rahatsız olduğundan dolayı kendi isminin önünde yer alan Şeyh ünvanını 1978 civarında kaldırmıştır.
Bu sadece doğuya mahsus bir özellik değildir.
Bu işten İslami tarikatız diyerek gelir sağlayan birçok tarikat şeyhinin Londra ve benzeri Avrupa şehirlerinde, hatta İslami ülkelerde dahi merkezler açtıkları ve birçok insani dolandırdıkları şu an dahi görülmektedir.
Batı halkının mistik güçlere merakı ve zahmetsiz bir takım güçlere ulaşmayı amaçlamaları, bu gibi sahte şeyhlerin çoğalmasını hızlandırmaktadır.

Çıban açıldığı zaman, acı çekeceksiniz.
“Ah onu açıyorlar!” diyerek şikâyet etmemelisiniz.
İltihabı çıkarmak için enfeksiyonu neşterlemek zorundadır.
Bu bittiği zaman rahatlık hissedeceksin.
Hastalık her neyse, iyileştirilmelidir.
Acılar, çıbanlar ve enfeksiyonlar neşterlenmelidir.
İyi bir şeyhin işi budur.
Her inciten nokta bulunur ve çıkarılırsa, o zaman rahat bulacaksın.
Böyle kesilmek için, şeyh ile 12 yıl birlikte olmak zorundasın. Küçük bir olay değil bu.
Sadece küçücük bir ateş değil bu.
Ateş ağacın köklerinden tepesine kadar yakıyor.
Şeyh bu ateş niteliklerini teker kesip atmak zorundadır.
Bu zaman alır.
Bunu sağlayabilmeniz için 12 yıla ihtiyacınız var.
Bunu anlamak, buna katlanmak ve teslim olmak zorundasın.
“Beni iyileştir “ deyip kendini kesilmek için sunmalısın.
Böyle bir iman ve istikrara sahip olmalısın.

“Bu ağrının sıcaklığına dayanmak zor değil. Bu hastalıktan kurtulmalıyım” demeli ve bu istikrar ve kararlılık ile kendini sunmalısın.
Bu İNSAN-ı KÂMİL’in işidir.
Acıya sebep olacaktır fakat dayanmalısın.
Düşünmek, fark etmek anlamak ve dayanmak zorundasın.
Bunu yapabilmen için, huzura, sabra, süküre (Tahmid) ve kesin güvene (Tevekkül) ihtiyacın var.
Bu acıyı duymaktan ancak bu niteliklere sahip olarak kurtulabilirsin.
“Benim böyle bir hastalığım var ve simdi o tedavi ediliyor, Ben bu yüzden acı hissediyorum. Fakat bu iyileşmek için yapılmak zorunda. Bu hastalığım tedavi edilmek zorunda.” diye düşünmelisin.
Sonra tahammül et!
Eğer bu düşünce ve kesinlik sende yerleştiyse, ağrı seni rahatsız etmeyecek ve temizleneceksin.
Dört yüz trilyon on bin hastalık vardır.
Sizin düşünceleriniz ve bu düşüncelerden yaratılan ateşlerin hepsi kesilmek zorunda.
İşte bu sebeple KÂMİL İNSAN ile 12 yıl birlikte kalmak zorundasın.
Bu ağrıya katlanan bir çocuk gibi olmak zorundasın.
“ Onun tedavi ettiği benim hastalığım. Babam beni tedavi ediyor” diye fark etmelisin.
İman etmek zorundasın.
“Bu ateşler yakıyor ve o bendeki yaraları iyileştiriyor” diyerek fark etmelisin.
Eğer bu sabır, bu düşünce ve bu irfan ile buna katlanabilirsen, bu iş kolay olacaktır.
O zaman hiç bir ağrı hissetmezsin ve teker teker bütün hastalıklarından kurtulursun.

Nokta nokta bütün bu kötü niteliklerden kurtulursun.
Kısım kısım karma’n kesilir.
Teker teker günahların kesilir.
Tek tek şüphelerin kırılır.
Bir bir arzuların kesilir.
Tek tek bütün bu bağlantılarını kesilir.
O zaman özgür olacaksın.
Huzur bulacaksın…
İyi bir şeyhin isi seni kötü niteliklerden kurtarmaktır.
Eğer bunlar (kötü nitelikler) atılırsa o zaman Hakk’ın kuvveti gelecektir.
O zaman sen (Tanrı''''nın krallığında) Allah’ın Hükümranlığında, (Tanrı’nın Tacına) Tekevvün Tacına yerleştirilmiş bir değerli taş olursun.
.
Tekevvün : (C.: Tekevvünât) Vücuda gelmek. Meydana geliş. * şekillenmek. * Var olmak

Bu hazineye yerleştirilirsin.
Hakiki insanın, İNSAN-ı KÂMİL’in işi işte böyledir.
Bunu düşünmeli ve azmetmelisin.
O senin düşüncelerini kesiyor.
Sen onların çok değerli bir şey olduğunu düşünüyorsun, bu yüzden o kestiği zaman bu seni incitiyor.
Bunun yerine : “O’nun bu kestiği şey kötü bir şey”diye düşünmelisin.
Eğer sabır ile böyle düşünürsen, acıya tahammül edebilirsin. O zaman enfeksiyonu, bu ateşi çıkaracak ve sen rahat edeceksin.
Bununla birlikte, şeyh keserken eğer bir parça şüphe varsa, bu şüphe bir kansere dönüşecektir.
Böyle düşünceleri çıkarıp atmalısın.
Sonra sen ve şeyh “BİR” olacaksınız.
Sonra orada sadece “BİR” olacak…

Her KUL (çocuk) bunu düşünmeli.
Bu ticari bir iş değil.
Birisinin kendi vücudunun bir kısmını kesip atmasında her hangi bir kâr var mıdır?
Senin vücudun şeyhin vücududur.
Senin hastalığın onun hastalığıdır.
Senin ateşin onun ateşidir.
İki (“İKİLİK”) yoktur.
Hastalık ondadır bu yüzden onu kesiyor.
Bunu sen iki olarak görme.
Senin hastalığın onun hastalığıdır bu yüzden kesiyor.
Burada ikilik yoktur.
Sen kendini ayrı olarak görme.
Bu hastalık onun kendi vücuduna geldi ve o kendi vücudunu kesiyor.
İyi bir şeyhin işi budur.
Sen onda olduğundan dolayı, sen de bu acıyı hissedeceksin.
Çünkü sen bu hastalığa sahipsin, bu yüzden bu acıyı hissedeceksin.
Bunu düşünmelisin.
Çok fazla kesme işi yapılmak zorunda.
Cehalet kesilince incitir.
Gözlerimizden dökülen göz yaşlarını bütün dünya görür, fakat içimizdeki ağlamayı kimse göremez.
Gözlerden gelen sudur ve böyle yaşları herkes görebilir.
Fakat içeriden ağladığınız zaman akan şey KAN dır.
Orada kanınızı içen hayaletler vardır.
Dışarıda biz sadece küçük bir yara görebiliriz, fakat içerde onlar kan içiyorlar.
Hakk içeride dökülen KAN’a bakar ve O bunun için ağlar.
Hakikat, Hakk ve iyi şeyh içeride dökülen kanı görür ve ağlarlar.
Onların işi bu kısmı kesmektir.
Kan döken yaşları durdurmak zorundayız.
Her (çocuk) KUL bunun hakkında düşünmeli…

Mürid: “Burada olduğumuz için nasıl bu kadar şanslıyız?”

M. R. Bawa Muhaiyaddeen:
“Daha önce Tanrı ile bir bağlantın olmuş olmalı ve bu seni buraya getirdi.
Tıpkı tohumun toprağa olan bağlantısı gibi, senin de Tanrıyla bir bağlantın var ve bu Tanrıda büyüyor.
Tıpkı tohumun toprakta büyüdüğü gibi, Tanrıda bir noktaya sahipsin.
Demek ki sende biraz hakikate sahipsin ve bu buyuyor.
Daha evvelden ya da şimdilerde yapmış olduğun bir iyilik, ya da rahimde, ya da bir yerde yapmış olduğun iyilik geri geldi.
Bir nokta, bir atom, bir zerre geldi.
Toprakta bir çöküntü vardı ve toprak su ile doldu.

Sevgili Çocuğum, Allah yardımcın olsun!…
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 08.11.2007 Saat: 16:09 Gönderen: kulihvani

nur_umim bildirdi:
ZAMANA BAKIN!..

Opr. Dr. Münir DERMAN (k.s.)

Ne düşerler peşlerine bilmem mürşid diyerek
İrşad edecek kalmadı içimizde belki bugün
Fakat arayan gönül sahibi, isterse bulur
Her yerde doludur teslim ediver kendini ne olur...

O zaman Ehl-i Beyt’in kokusu duyulur hem de derin
Şah damarından daha yakın olarak hem de senin
Bir muamma gibidir bu işler çok düşünme derin.
Beşeriyet doludizgin gidiyor dinsizliğe doğru
Gönül sahipleri çekilip girdiler sır izbesine.
Üçler, yediler vardır dolaşırlar bulmak için
Bunalıp yol arayan gönlü temiz kimseleri.


Hızırın geçtiği yollar vardır arz üzerinde
Kırkların sohbeti vardır tek gecelerde.
Ne durursun be adam, dolduruver içini ne olur
Allah’ı an dönerek Hira Dağı’na doğru.
Doldurup taştırıver içini Ehl-i Beyt hakkı için
O zaman aç gözlerini bak birden dört yanına
Yanaşırsın o zaman 3 ler, 7 ler, 40 ın sofrasına.

Anlayamaz bu sırrın künhü nedir kimse bugün
Elbette birgün olur sırrımız ayan
O zaman anlayalar kim idük biz
Elbetde olur şüphesi olanın kalb gözü viran
Bir keramet çıkacak ortaya vakti gelince
Biz bu dünyadan Hakk’a doğru göç edince..
.

21.X.1974 Pazartesi

İzbe : Kuytu. Loş. Nemli yer.
Muamma : (Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.
Künhü : Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. * Vakit, zaman.
Viran : f. Yıkık, harap. * Mc: Kederli, üzgün, gamlı."
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 09.11.2007 Saat: 09:36 Gönderen: kulihvani

Trenler Gidiyor...
Halim KÖK

23.10.2007

Trenler gidiyor gurbete,
İçlerinde ben varım.
Sılaya olduğu kadar,
Gurbete de sitemkarım.

Ne kalmayı istedim,
Ne de gitmeyi seçtim.
Ne üzgün ne mutluyum,
Hepisinden vazgeçtim.

Ne azı azımsadım,
Ne de çokta gözüm oldu.
Ne derdimi anladım,
Ne kimseye sözüm oldu...
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 17.11.2007 Saat: 12:18 Gönderen: kulihvani

ŞEMS AKŞAMI

Dost Emin

Gökteki şems battı karanlık oldu
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu
Görünen Şems değil O’nun nuruydu
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu

Resim

Türbenin altından yukarı çıktı
Gülen bir nazar ile kendine baktı
Kendini kendinde gördüğü andı
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu

Resim

Dost Emin türbede gördüğün nurdu
Şems batmaz ışıktı Hakk''ın nuruydu
Câhil karanlığı ışığa boğdu
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 17.11.2007 Saat: 23:47 Gönderen: kulihvani

BEDİÜZZAMAN ve MÜNİR DERMAN
Bandito bildirdi :

"Onun sohbetinde bulunmamakla büyük bir nimeti kaçırdığımın farkını maalesef geç anladım. Fakat buna da şükür.”

"Eskişehir''de onu görenler çoktur. Burada bir kahveci Murad vardır. Çok mübarek birisidir. “Üstadın kokusunu duyuyorum, üstad geliyor, siz duymuyor musunuz?” derdi. Gerçekten dediği doğru çıkar, biraz sonra Üstad gelirdi.”
Bediüzzaman Hazretleriyle ilgili Murad Günaydın''ın çok hatıraları vardır.

"Bir de burada doktor Münir Derman vardı.
Bediüzzaman Hazretlerinin sık sık ziyaretinde bulunuyordu.
Bir defasında buradan bir taksi kiralayarak Emirdağı''na giderler.
Vardıklarında taksiciyi de beraberlerinde götürürler.
Biraz sohbetten sonra namaz vakti girdiğinde Bediüzzaman Hazretleri taksiciye;
"Sen abdestsizsin. Git abdest al!” der.
Taksici hayret eder: “Kimse bilmiyordu benim abdestsiz olduğumu” demiş.
Daha sonraki ziyaretlerde taksici hep abdestli gitmiş."


(Risale-i Nur, Son Şahidler)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 18.11.2007 Saat: 12:52 Gönderen: kulihvani

AŞK

Aşk adında bir kuyu,
Pek lezzetlidir suyu,
Herkesi aşar boyu,
Dalmaya gelmez misin?

Resim

Aşk yakıcı bir ateş,
Yanan olur çilekeş,
Aşk derdine olmaz eş,
Yanmaya gelmez misin?

Resim

Aşksız ile cedelleşme,
Ne olur derdim deşme,
Aşk suyu bitmez çeşme,
Kanmaya gelmez misin?

Resim

Aşk dediğin beşeri değil,
Gönül bunun yeri değil,
Göz yaşıdır, teri değil,
Sunmaya gelmez misin?

Resim

Aşk ilk alevin mandalı,
Tuğba ağacının bir dalı,
Gönül çiçeği ballar balı,
Banmaya gelmez misin?

Resim

Kendi gözünden bakanı,
Gönlün ateşin yakanı,
Aşık tacını takanı,
Anmaya gelmez misin?

Resim

Aziz sen bir delisin,
Âşık sineler yelisin,
Hakk dilerse velisin,
Sanmaya gelmez misin?


Aziz KURTULUŞ
04.11.2007 Saat: 23:40
Bursa
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 24.11.2007 Saat: 20:19 Gönderen: kulihvani

TESLİMİYET Ve İSTİKAMET

Teslimiyet ResimResimResim ABDULLAH (sav)
İstikametResimResimResimRESÛLULLAH (sav)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Beni övmeyin, ben ancak bir kulum. O hâlde bana sadece ALLAH’ın kulu (Abdullah) ve Resûlü (Resûlullah) deyin" buyurdu. (Buhârî, Enbiyâ 48; Ebu Dâvud, Rikak 68)

Biliyoruz ve inanıyoruz ki bu Şehâdet (imkân) Âlemine gelişimizin sebebi; Kulluk İmtihanıdır.
Kulluk imtihanının başarısı ise son nefeste "Abd" in "RABB" ine şehâdeti, ve şâhid oluşudur.

"Eşhedü en Lâ ilâhe illâ ALLAH ve
Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü"
Sözü son (âhir) söz olup, evvelki (Elest'teki) ilk sözün;
Kavlen (İnaç ve i’tikad sözüyle)
Fiilen ( Verilen sözün amel ve işlerini yaparak)
Ahlâken ( Yüce ahlâkı yaşayarak)
Hâlen (Muhammedî oluş Huyunu her hâlde, huzurda hazır kılarak)
Muhammedî metodla isbatıdır.

Herşeyimizi bize getiren, tatbik eden, öğreten ve eğiten Muhammed aleyhi’s-selâmı iyice tanımalıyız ki gerçek Muhammedî olabilelim.

Şehâdetimizi Türkçe yapalım:
"Ben şâhidlik ederim ki ALLAH (celle celâluhu)’dan başka (hiç bir) ilâh yoktur.
Muhammed (aleyhi’s-selâm)’ın ise O’nun (önce) kulu ve (sonra) Resûlü olduğuna da şâhidlik ederim."

Bir ömür yaşadım ve bu sonuca ulaştım (sıla ettim, vasıl oldum).
Rehber-i Rabbanî, Mürşid-i Muhteşem ve İmâm-ı Mutlak olan Muhammed (aleyhi’s-selâm)’ın, Muhammedî Tasavvuf gözüyle "Abd" ve RABB (celle celâluhu) arasındaki yerini Tevhid Şehâdetinde seyredelim:

Resim

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Beni övmeyin, ben ancak bir kulum. O hâlde bana sadece ALLAH’ın kulu (Abdullah) ve Resûlü (Resûlullah) deyin" buyurdu. (Buhârî, Enbiyâ 48; Ebu Dâvud, Rikak 68)

Âlemlerin RABB’isi olan ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’den vahyen aldığı Naklî Nassı, harfiyyen "Abd : KUL" a ulaştıran (sıla ettiren, tebliğ eden) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
Getirdiği, ilâhî hükümleri: "Abdullah" olarak bize örnek, mürşid, rehber, tek imâm ve tıbkı bizim gibi bir beşer olarak, aynı şartlarda tatbik etti, uyguladı ve uygulattı...
İşte biz Muhammedîler; Muhammed aleyhi’s-selâm’a ALLAH Tealâ’nın emri gereği sıdk-ü-vefâ ile;
Teslim olup,
Îmân edip,
Tâbi’ olup ve
İtâat edip,
Abdullah (ALLAH’ın kulu) olarak tatbik ettiği Emrullah’ı yerine getiririz.

Ve inanırız ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sağ şehâdet parmağı adl-ü-ihlâsla istikâmet olarak "Lâ ilâhe illâ ALLAH"ı gösterir...
"Kün-fe-yekûn!"kıblesi...

Rahatça anlayabilmek için şöyle düşünelim:
Tıpkı elektirik üreten Kebân’a (merkeze) giden elektrik tellerinin direkleri gibi :

"Ben, sen, o ve hepimiz, Biz:Muhammedîyiz!"

Diyenler elele en son el Muhammed (aleyhi’s-selâm)’ın Abdullah olan elinde son bulur ve Resûlullah eli ise Muradullah olan Ulûhiyyet Tevhidini işâret eder, gösterir ve istikâmet kıblesini ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e kilitler...

Unutma ki Hükmullah çok açıktır :


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

“İnnellezine yübayiuneke innema yübayiunellah yedüllahi fevka eydihim fe men nekese fe innema yenküsü ala nefsih ve men evfa bi ma ahede aleyhüllahe fe se yü’tihi ecran aziyma : Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10)

Muhammedî Mürüvvet (yiğitlik) ise;
Sıdk-u- vefâ ile Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e teslimiyet ve.
Adl-ü- ihlâs ile ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e istikâmettir...
Sıdk, vefâ, adl ve ihlâs...

İlimsiz, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e teslimiyete sadakat nasıl olacak?
İrâdesiz, edeb-i Muhammed’e vefâ nasıl olacak?
İdrâksiz, ALLAHu Tealâ’ya istikâmet adâleti nasıl olacak?
Ve İştirâksiz, her zaman, her yerde, her hâlde, her şeyle-herkesle birlikte ve her şeyi "ALLAH için: li vechillah" yapmak olan ihlâs nasıl elde edilecek?

İştirâkten kasdımız, kulluğu Muradullah’a ulaştırmak için Sıla Yolu olan Emrullah’ı Muhammedî şuûrla iyi niyet, samimîyyet, ciddîyyet ve mahviyyet içinde, sadece ve sadece Rızaullah için (et-tırnak gibi) yapmaktır...
İştirakimizin sonucu ve kesin sınırı; Muhammed Alehi’s-Selâm’a teslimiyetle biter...

Sözümüzle SÖZÜNE (akvâline),
Amellerimizle AMELLERİNE (ameline),
Ahlâkımızla AHLÂKINA,
Hâllerimizle HÂLLERİNE iştiraktir...
Muhammedî oluş şuûruna ulaşım (sıla, salâvât, vuslat) budur...

Muhammed aleyhi’s-selâm, Resûlullah olarak ne buyurdu ve Abdullah olarak ne yaptı ise hepsine uymaktır ve kısacası iştiraktir.

Dediğini duyduğumuz, Muhammed (aleyhi’s-selâm)’ın Resûlullah (Resûlühü) yönüdür.

Yaptığına uyduğumuz, Muhammed (aleyhi’s-selâm)’ın Abdullah (Abduhü) yönüdür.

Yoksa iştirak demek; bazı kısır kalblilerin sandığı gibi ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’ in zâtına, sıfatına, esmâsına, fiiline iştirak değildir hâşâ, hâşâ!
Biz müşriklerin zıddı olan Muhammedîleriz hamd olsun...
Emrullahla emrolunduk,
Muradullahı ise; ALLAH (celle celâluhu) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bilir.

Daha Türkçe olarak inancımı arzedeyim ki :
Bizim şahsî seyr ü sülûkumuz Muhammed aleyhi’s-selâm’a Teslimiyet Sılası’nda son bulur...
“Durduk divana ve uyduk İmâm-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)’e!” dedikten sonra ki Muhammedî, Resûlî ve ilâhî seyr-u sülûk’u gerçekleştiren, gerçek Rehber-i Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e teslimiyet bizim işimiz,

HAKK (celle celâluhu)’ya istikâmet ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in görevidir...

Onun için ben âşık kardeşiniz bazen coşuyorum da:
"Yüce RABB’im!
Beleşinden beni var ettin,
Beleşinden can verdin,
Beleşinden besledin, büyüttün ve bugüne getirdin bir de,
Beleşinden sevgili sahibim ve herşeyim olan HABİBULLAH’ın Sine Hıra’sında (kalbinde) cennetine sokuver!...
İnşâallah! Âmin!." diyorum.

Muhammedî Tasavvuf; lâf ebeliği, söz canbazlığı, ilâhî ve Muhammedî gerçeklere şahsî ve keyfî kılıf geçirme mesleği değildir...
İnsanları Muhammedî olduklarının şuûruna ulaştırmak için Muhammedî muhabbet, merhâmet ve hakikat ile hasbî hizmet etmek bir tarafta beklerken, ilk önce geçmişini sonra kendisini ve daha sonra da torunlarını mübârek ilân edip gerisini bu düşünce üzerine binâ eden,
"Benlik mürşidleri" ya da öyle söyleyenlerin işi için bir hikâye sunacağım iyi dinlesinler:

Velîyullah’dan birisine bir Kadı’yı uyandırma görevi verilmiş.
Kadı bazen ayık, bazende uyurgezer...
Rüşvet yiyor ama çaktırmıyor!
Bizim velî bir velî daha buluyor.
Kendisinin bir atmaca avcı kuşu, arkadaşının da bir mandası var.
Güyâ mahkemelik olmuşlar.
Atmacanın sahibi davalı...
Mandanın sahibi davacı... dava arzuhâlinde (dilekçesinde):
"Bu adamın atmacası, mandamın üzerine konunca "atmacam senin mandanı avladı ve benim oldu." diyor.
Atmacanın sahibi, dava gününden önce kadıyı gizlice bulup davayı anlatıyor ve: "mandayı bana ver sana bir küp bal verecegim söz!." diyor.
Kadı, "olur!." deyip mandayı mahkemede avcı atmacanın balcı sahibine verince, bir gün sonra bal küpünü kadı efendinin evine götürmüş...
Kadı kaşığı bir daldırmış hâlis bal...
Bir daha daldırmış ki pislik...
"Ulan bu pislik ne!" deyince atmacanın sahibi ve rüşvet veren velî:
"Kadı efendi! Kadı efendi! sen bu pisliği dünden yemiştin!..." der.
Kadı ayıkır ve tevbe eder...

Tenezzül, tevâzu’, tevbe, tevhid ve Muhammedî gerçekler...

Muhammedî Tasavvuf;
İlim, İrâde, İdrak ve İştirak tevhidinin yaşarken şâhidi olmaktır...

Resim

ZİKİR: sistemin sahibi Subhan ALLAH Tealâ’yı yâd’etmek.

FİKİR: herşeyin, şu anda HAKK (celle celâluhu) ile kaim olduğuna şühûd (şehâdet).

ŞUÛR: emânet ve ni’meti en hayırlı bir şekilde (optimum, i’tidal üzere) kullanabilme melekesidir.

İŞTİRÂK: "Lebbeyke Rabbenâ sa’deyke ve’l-hayru küllî hü fi yedeyke: Emret RABB’imiz canla, başla, saâdetle emrindeyiz!... Bütün hayırlar senin elindedir!..." demek ve o işi işlemektir.

Bu ise ehl-i mürüvvetin işidir ki mürüvvet:

Zât-ı HAKK’a (HAKK’ın zâtına) tâbi’yyet ve,
Hakk-ı ZÂT’a (Zât’ın hakkına) riâyettir...

Abdullah’lık (ALLAH’a kulluk) zor iştir.
Bu imtihan sahasında ayırılan, gayırılan ve arka çıkılan da yoktur.
Aklı, nakil okulunda öğretim(tâlim) ve eğitime (terbiye) sokmaktan başka da doğru yol yoktur vesselâm…

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz: "Ben de sizin gibi bir beşerim. Sıradan bir insanın sevindiği gibi sevinir, gelişi güzel bir insanın gazablandığı gibi de gazablanırım!..." buyurmuştur. (Müslim IV-2008, İmâm Ahmed II-243, Ebu Dâvud IV-298)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in böyle buyurduğu bir âlemde üstelik bir de âhir zamanda yaşıyoruz, çok görülmeye...

Bu âlemde, her hayat bir seyr-ü- sülûktür zâten, yeter ki takvâya olsun. Herşey oluyor, çileler çölünde...

Yeter ki;
Geçmişe TEVBE,
Geleceğe DUA,
Şu ana RIZA ve
Tüm ömrümüze ŞEHÂDET “BİR” liğimiz ve “BİZ” liğimiz olabilsin
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ in pâk yüreğinde…

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Subhâneke, inni zâlemtü nefsi, fağfirli!... fe innehu lâ yağfirü’z-zünübe illâ ente!..." buyurup gülünce; nedenini soran ashabına : "RABB’imin hoşnutluğuna güldüm!" buyuruyor.
Ne buyuruyor Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sen Subhansın eksik ve noksanlıktan münezzehsin, kemâl sahibisin... şüphesiz ki ben nefsime zulmettim, beni bağışla!... Şu hakikat ki senden başka günâhları bağışlayacak kimse yoktur!..."

Güzel... Güzel de insanoğlu bu…
Çıktı mı dışarıya, dış dünyaya aklı fikri karışıyor.
Gerçi tevhid, bu karışıklıktan çıkabilmektir.
Ama cidden kolay değil...
Ömürler boşa geçiyor...


وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL: "Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur." (Fâtır 35/37)

....... Size düşünüp anlayacak kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hâlbuki bunu size hatırlatan peygamberler de gelmişti...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cenâb-ı Hakk, 60 yaşına kadar ecelini geciktirdiği kimsenin, artık mazeretini geri çevirir..." buyurmuştur. (Buhârî sahih VII/171)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ümmetimin ömrü 60 ilâ 70 arasındadır; bu sınırı aşan ise pek azdır!..." buyurmuştur.
(Tirmizî Sünen V 553, No 3550, İbn Mâce Sünen II 1415 no 4236)


Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ismi,
Efendimizin, sahibimizin ve herşeyimizin Zât ismidir.
Diğer isimleri sıfati isimleridir.
Muhammed ismi şerîfi ile bedenen bir beşer olarak diğer isimleri de câmi’dir...

MUHAMMED (sallallahu aleyhi ve sellem) ismi şerîfi: Fetih 48/29; Âl-i İmrân 3/144; Ahzâb 33/40; Muhammed 47/2 âyetlerinde geçer.

Resim

Kur’ânda 4 yerde geçen MUHAMMED (sallallahu aleyhi ve sellem) ismi şerîfi önceleri kimsede olmamış bir isimdir.
İlk kez Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ismi olmuştur...

İşte ism-i şerîfi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olan Peygamber Efendimiz son anlarında: "Allahümme e’innî alâ sekereti’l-mevt!: ALLAH’ım ölümün şiddeti ve ızdırabı karşısında bana yardımcı ol!..." buyurmuştur.
(Aişe (radiyallahu anha) dan; Tirmizî, Cenâiz 7; İ.Ahmed VI/64,70,77,151)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Aişe (Radiallahu anha) dan mervi son sözü: "Allahım, günâhlarımı bağışla, benden rahmetini esirgeme ve beni refik-i âlâ’ya yerleştir!..."olmuştur. (Buhârî, Daavât 28;Müslim,Selâm 46)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle buyururken;
Sana, bana ne oluyor ki kendimizi kurtulmuş sanıyoruz...
Bu, nefsin gafleti belki de cehâletidir...
Ama asla âşıkların kemâlâtı değildir.
Ağzımdan girenden (helâl, haram) ve çıkandan (sıdk, yalan) haberim yok!
Dua et kardeşim hepimize!
Unutma ki;


قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL: "(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Resûl’ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır! " (Furkân 25/77)

Habibi Edibim; de ki: Duanız (yalvarmanız) olmasa RABB’im size ne diye değer versin?

"Duanız olmasa neye yarardınız!"

Ar damarımız patlamış, utanma perdemiz sıyrılmış...
Baldır bacak perdeleri değil iç perdelerimiz iç...

Allah Celle Celâlihu bize Muhammedî Nur, Şuûr ve Onur versin tez zamanda İnşâallah..
Âmin Yâ Muîn!....
Muhammedî Muhabbetle....

Kul İhvani
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2007 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 29.11.2007 Saat: 16:56 Gönderen: kulihvani

BEN HÜCRESİCAN CİSİMDE!..

LATİF YILDIZ

Resim

ALLAHU ZÜLCELÂL, EL EVVEL’inde;
Bilinemezlik, ulaşılamazlık ve haber alınamazlık âlemi Ehadiyyet mutlak varlığında,
Vâcibü!l- Vücûd iken Nurundan;
İlm, irade, dileme ve kudretiyle Ben Hücresini, “CİSİM”ini, maddesini yarattı.
EL ZÂHİR’e tecellî zuhur aynası oldu.
Özüne de Hayy ‘ı üfledi, “CAN”ı, mânâyı ve maksadı koydu.
EL BÂTIN Hayata yansıdı…
EL ÂHİR için, Kulluk İmtihanı için Bu Şehâdet Şehrine hoş geldik!..
Ezeldeki Elest Bezmi’nde “RABB”ımız olduğuna “Külli Şey” olarak şâhid olmuştuk..

Doğumdan ölüme kadar oynadığımız ve seyrettiğimiz Kulluk İmtihanı Oyunumuzu,
“BEN” penceresinden gönül gözüyle izlemeye buyurunuz!.
.


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ

“Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf //172)

Aklı olan İnsan ve cinlerin Kulluk imtihanı sözleşmesi emâneti çok çetin ve zor bir işti..
Aklı olmayan varlıklar bu imtihan sahnesinin malzemeleri olup emrimize emanet edilmişti…


إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

“İnna aradnel emanete ales semavati vel erdi vel cibali fe ebeyne ey yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel insan innehu kane zalumen cehula : Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72)

BEN Hücresi CAN bulup, akıl verilip insan kılığında meydanda mevcûd olunca;

Önceden tasdik ettiği Rububiyyetin, Bu imtihan Haytında Uluhiyyet olarak şâhidi olup olmama denemesine çekildi:


الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ

“Elleziy halekalmevte velhayate liyebluvekum eyyukum ahsenu ‘amelen ve huvel’aziyzulğafuru. : O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2)

Ve canlar Cengi, Benlik Kavgası ve Kim Kimlik İmtihanı başladı…

Aslında ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL katında sanal âlem gibi olan bu kâinâtta 3 şahıs zamiri vardır : Ben, Sen ve O..
Ben konuşan-mütekellim..
Sen konuşulan-muhatab..
O konuşmaya konu olan-gaib..

Yarım nefeslik zaman dilimini kulanarak, her an “kün feyükün” var-yok olan ama bunu sürekli sanan insan oğlu bu yarım nefes içine neler sığdırmaz neler!...
Hakkı-Hayrı, Bâtılı-Şerri, aşkı-nefreti, doğumu-ölümü…
İşte Kulluk İmtihanı da bu zıtlardan birisini tercih edip uygulamaktır..

Aklı olan Nakli (Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye) bulan her insan için, ALLAHU ZÜLCELÂL’in Bâtıl ve Şerre rızası yok yasağı var, Hakka ve Hayra ise hem rızası hem de emri vardır..

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL katında tıpkı bir Ressamın resimleri gibi olan tüm varlıklardan insana kulluk imtihanı oyunu gereği giydirilen bu geçici, eğreti ve izafî “BEN”lik kimlik ve kişiliğinin iyi bilinip anlaşılması bu oyunun başarılması demektir.
RABB kim? Abd-Kul kim?
Usta kim? Eser kim?
Ressam kim? Resim kim?..
CAN’ın, RUH’un ve Mânâ’nın; Cisime, Bedene ve maddeye iniş serüveninde;
Nurullah’tan Nur-U Mîm,
Nur-U Mîm’den “Küllî Şey” maddî-mânevî her yaratılan…
Nebiyyü’l Ümmî Aziz Analık Özellik ve Güzelliğinin sahibi sevgili Efendimiz;

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Nefsini tanıyan kimse Rabbini tanımış olur.” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

İşte emredilen bu “BEN Hücresi”nin iyi bilinmesi canda ve cihanda cennet hayatı yaşatır..
İyi bilinmemesi ise başımıza geçen ve bizi yutan hapishânenin zincilendiğimiz BEN Hücresi olur canda ve cihanda cehennem yaşatır…

Aslında ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL katında sanal âlem gibi olan bu kâinâtta 3 şahıs zamiri vardır : Ben, Sen ve O..
Ben konuşan-mütekellim..
Sen konuşulan-muhatab..
O konuşmaya konu olan-gaib demiştik ya bunlar Kulluk imtihanı gereği fâni-geçici kimlik ve kişilik zamirleri idi..
Ne idi Kulluk imtihanımızın tek ve ana sorusu :
“ İzâfî olduğu ortada olan bu Ben, Sen ve O yaratıklarından bir yaratıcı “İLÂH” olur mu? Olmaz mı?”

Biz Müslümanlar için Muaradullah ve Emrullah şu idi:
“Eşhedü en lâ ilâhe illâ ALLAH”
Kimden duyduk ve kime uyacaktık:
“Eşhedü enne Muhammed er-Resûlullah”

Açıkça belli ki bu gelip geçici Ben, Sen ve O yaratıkları izâfî, fâni ve geçici…
Bakalım gerçek, Bâki, Dâim ve Kâim olan Ben, Sen ve O kim imiş?!..
Aklımızla Nakl’e bakalım:

Gerçek BEN :


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

“İnneni enallahü la ilahe illa ene fa’büdni ve ekimis salate li zikri : Gerçekten Benim Ben, Allah; Benden başka ilah yoktur; onun için Bana ibadet et ve Beni anmak için namaz kıl!” (Tâ Hâ 20/14)

Gerçek SEN :



وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

“Ve zen nuni iz zehebe müğadiben fe zanne el len nakdira aleyhi fe nada fiz zulümati el la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin : Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.” (Enbiyâ 21/87)

Gerçek O :


اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى

“Allahü la ilahe illa hu lehül esmaül hunsa : Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” (Tâ Hâ 20/8)

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ

“Kul hüvallahü ehad : De ki: “O, Allah’tır, bir tektir.” (İhlâs 114/1)

Aklı olan anladı ki Uluhiyyete şehâdetin temeli ve tohumu “TEVHİD” dir.

Tevhid ise; önce başımızın belâsı kendi “BEN” liğimizin hayalî olduğunu anlayıp Hakiki olan “BEN” e “KUL” luk etmektir.

İnsanda (kul) 4 letâif sorumludur (mükelleftir).
Beden, Nefs, Kalb ve Ruh.
Bunların islâhı, o kimsenin iflâhı; bunların tevhidi, o kimsenin tevhidirdir.
Suçları ise suçudur.
Suya atılan taşın;
İlk merkezi noktasına Ruh dersek,
Oluşan dâirelerden en içteki Kalb,
Ondan dıştaki Nefs,
En dıştaki ise Bedendir.
Sarmaldır ve dördü bir bütünün letâif makamlarıdır.
Bütünden kasdımız Ben (kişilik), şahsiyet, parmak iziyle belirlenen ilâhî kaderle var edilen tek ve bir benzeri daha olmayan kişidir: Emine’den doğma, Tâhir’den olma Lâtif gibi...

Bir söz konuşuluyor ise, şu durumlardan birisi vardır:
1- Mütekellim: Sözü söyleyen
2- Muhatab: Sözü dinleyen
3- Gâib: Hakkında konuşulan, var olduğu halde orada gözükmeyen.
4- Umumî: Herkesi bağlayan (konuşan, dinleyen, gaib ve herkes)

ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL, Kur’ân-ı Kerîm’inde Ulûhiyyetini ilân ederken yukardaki 4 durumu da ilân etmektedir.
Aynı şey olmakla beraber dâkaik (incelik) ve hakâik (hakikatler) anlayışı açısından insanlar için farklı gözükmektedir.

O zaman biz şimdi Muhammedî Nur Tekkemizde Muhammed Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu, duyurduğu, yaşadığı, yaşattığı;
Bizim de bilmemizi, bulmamızı, olmamızı ve yaşamamızı Emrullah ve görevi gereği emrettiği TEVHİD KEMÂLÂTI’mıza birlikte bakalım İnşâallah:


a-) Şerîat-ı Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhidi:

LÂ İLÂHE İLLÂ ALLAH : ALLAH’tan başka ilâh yoktur.”
Tümünü kapsayan (küllî şeyi, eşyâî) Umumî Tevhid.
Umumî (genel) Tevhidullah olup ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’in Zât’ında, sıfat, isim ve fiillerinde tek eşsiz, ortaksız ve tek İlâh olduğunu ilân eder.
Bu hükmü tüm mahlûkatı için geçerlidir.
Kur’ân-ı Kerîm’ de:


إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ

“İnnehüm kanu iza kiyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun : Çünkü onlara: Allah’tan başka tanrı yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi.” (Sâffât 37/35)

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ

“Fa’lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü’minine vel mü’minat vallahü ya’lemü mütekallebeküm ve mesvaküm : Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)

Lâfzen “Lâ İlâhe İllallah” şeklinde olmayan ancak, içerik olarak Ulûhiyyet Tevhidini destekleyen âyeti celileler:
Âl-i İmrân 3/62,64; Nisâ 4/171; Mâide 5/73; En’âm 6/19; Kehf 18/16; Tâ Hâ 20/98; Enbiyâ 21/108; Hacc 22/34; Hûd 11/2,26; Sad 38/65; Fussilet 41/14; Zuhruf 43/84; Câsiye 45/21 gibi âyetlerdir...



b-) Tarikat-ı Muhammedîye de Ulûhiyyet Tevhidi:

(Gaibî-Esmâî) “LÂ İLÂHE İLLÂ HÜVE (HU): O’ndan başka ilâh yoktur.”
Her zaman, her yerde ve her halde herkesle ve her şeyle Hâzır-Nâzır ve Murakıb olduğu halde gözükmeyen (gâib) O’ndan başka ilâh yoktur...
Düşünüp zevket ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize böyle tebliğ ediyor...

Âcizâne tesbitlerime göre Kur’ân-ı Kerîm’ de:
Bakara 2/163,255; Âl-i İmrân 3/1,6,18; Nisâ 4/87; En’âm 6/102,106; A’râf 7/158; Tevbe 9/31; Hûd 11/14; Ra’d 13/30; Tâ Hâ 20/8,98; Mü’minun 23/116; Neml 27/26; Mü’min 40/62,65; Duhân 44/8, Muhammed 47/19; Haşr 59/22,23; Tegâbûn 64/13; Müzemmil 73/9 âyetlerinde geçmektedir.



اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى

“Allahü la ilahe illa hu lehül esmaül hunsa : Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” (Tâ Hâ 20/8)

Destekleyen âyeti celileler ise:
Lokman 31/30; Yûsuf 12/4; İsrâ 17/23; Mü’minun 23/23,32,91 âyetleridir.


c-) Mârifet-i Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhidi:

(Muhattâbî - Sıfatî) Yâkînî bir tevhid dir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:
LÂ İLÂHE İLLÂ ENTE: Senden başka ilâh yoktur.”
Kur’ân-ı Kerîm’ de Enbiyâ 21/87 âyeti celilesinde 1 defa geçmektedir.



وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

“Ve zen nuni iz zehebe müğadiben fe zanne el len nakdira aleyhi fe nada fiz zulümati el la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin : Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.” (Enbiyâ 21/87)



d-) Hâkikat-ı Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhidi:

(Mütekellimi - Zâtî) EL AHADÜ’S SAMEDÜ’l-VAHİD olan ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL bizzâtihi Ulûhiyyetini kendisi ilân ediyor:
LÂ İLÂHE İLLÂ ENÂ! : BEN’den başka ilâh yoktur.” buyuruyor...
Kur’ân-ı Kerîm’ de Tâ Hâ 20/14, Nahl 16/2 ve Enbiyâ 21/25 âyetlerinde defa geçmektedir.
geçmektedir.


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

“İnneni enallahü la ilahe illa ene fa’büdni ve ekimis salate li zikri : Gerçekten Benim Ben, Allah; Benden başka ilah yoktur; onun için Bana ibadet et ve Beni anmak için namaz kıl!” (Tâ Hâ 20/14)

“ALLAH (cc) kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahy ile, “LÂ İLÂHE İLLÂ ENÂ : Benden başka ilâh olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve Benden korkun.” diye gönderir...” (Nahl 16/2)

“Biz senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki onu şöyle vahy etmiş olmayalım: “Ennehu Lâ İlâhe İllâ enâ....: gerçek şu ki Benden başka ilâh yoktur; Onun için hep Bana ibâdet edin.” (Enbiyâ 21/25)


Destekleyen âyeti celileler: Lokman 31/30; Neml 27/9; Kasas 28/30 âyeti celileleridir.

Bu İlahî ilim ve Muhammedî Edeb Nurunda Oynadığımız Kulluk İmtihanı Oyunumuzu “BENLİK” perdesini kapatıp, Muradullah’ı duyup Emrullah’a uymak için,
Muahammedî Tevbeyi İlim eder,
Muahammedî Duâyı İrade eder,
Muahammedî Rızayı İdrak eder,
Muahammedî BİZ Bileliğinde ve BİR’liğinde son nefeste dahil;
Muahammedî Şehâdeti’ne de Tevhide İştirak ederiz İnşâllah
..

Muahammedî Muhabbetlerimle…
Resim
Cevapla

“2007” sayfasına dön