2008 Kasım Haber Arşivi

2008 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2008 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 06.11.2008 Saat: 14:29 Gönderen: kulihvani

Resim

gÖZün DİLi 7 ReNK
gÖNlün DİLi 7 NeFS


Latif YILDIZ

Işıksız göz, sessiz kulak ve hissiz kalb ölü gibidir..
İnsan Aklıyla baktığı Kâinatta Sistemin Rengini görecek, Sesini duyacak ve Sebeb-Sonucunu hissedecektir.
Âlemde olan her şey ne varsa Âdemde de vardır.
Teknikte olan her bilgi, bulgu ve oluşum Muhammedi Tasavvufta da vardır.
Normal insan AKLı kendi kaderince ve kadarınca anlamak ve yaşamak için İlahî Nakille;
Bilişip, Buluşup, Oluşup imkanla imtihan OL-AN Kulluk Oyunundaki rollerini oynayacaktır.
Sünnetullah olan Eşya, Olay ve Zamanın gelip geçerken; görünüş tavır, tarz ve stilini Muradullah Kaynağında görüp Emrullah Nurunda yaşayacaktır.
Her hususta şart olan İlim, İrade, İdrak ve İştirak için AKLın İlahî İlim ve Muhammedi Edebinde;
Tekniği okumak, anlamak ve yaşamak gerçekten hârikadır..
Teknikteki 7 Renkle tasavvuftaki 7 Nefsin birebirliği muhteşemdir.

Newton, içeriye çok küçük bir noktadan ışık sızan karanlık odaya kendini kapatıp, gelen ışığa üçgen bir prizma tutmuş ve ışığın karanlıkta 7 renkli bir skala oluşturduğunu görmüş.
Bunlar Kırmızı, Turuncu, Sarı, Yeşil, Mavi, Lacivert ve Mor!..


Gönül gÖZü ise Özünde Nefsin Kemâlât Boyalarına bakar…

Resim

Esirde-Boşlukta, belirli bir dalgaboyundaki (λ) elektromanyetik enerjinin bu dalgaboyu ile orantılı bir frekansı (f) ve proton enerjisi (E) bulunmaktadır.
Bu yüzden elektromanyetik tayf bu üç değerden herhangi biri kullanılarak ifade edilebilir.
Spektroskopi ile insan gözünün algılayabildiği 400 ile 700 nm''lik dalgaboyları arasındaki görünür ışık bandı dışındaki diğer ışınım aralıkları da algılanabilir.
Normal bir laboratuvar spektroskobu 2 nm ile 2500 nm arasındaki dalgaboylarını kolayca algılayabilir.
Cisimlerin, gazların ve hatta yıldız ve galaksilerin fiziksel özellikleri ile ilgili birçok veri bunlardan yayılan elektromanyetik ışınım bir spektroskop yardımıyla analiz edilerek öğrenilebilir.
Elektromanyetik radyasyon başlıca yedi kategoride incelenir.
Bunlar düşük frekanstan yüksek frekansa doğru radyo dalgaları, mikrodalga, kızılötesi, görünür ışık, morötesi, X-ışınları ve Gama ışınlarıdır.


Resim

Renkler aralarında bazı tanıdık isimlerle de sınıflandırılmaktadır.
Kırmızı, Sarı, Turuncu sıcak renkler, Yeşil, Mavi ve Mor ise Soğuk renkler olarak anılır.
Bu ismlendirmenin kaynağının Ateş ve Buz gibi doğal sunumların yansımalarından alınmış olmaları büyük bir ihtimaldir.
Kırmızı sıcak renklerin, Mavi de soğuk renklerin kaynağı olarak bilinirler.
Bir de Zıt ( kontrast ) renkler olarak ayrılırlar.
Şemadan da rahatlıkla çözebilirsiniz.
Karşılıklı gelen renkler zıt renklerdir.
Yeşil - kırmızı, sarı - mor gibi. Renkler siyahla izlendiklerinde sertlik, beyazla yaklaşılınca da yumuşaklık kazanırlar.
Tarafsız olan gri ise hangi rengin yanına koyulursa o rengin zıt rengini hatırlatacak bir ifadeye bürünür..
Kırmızı - Mavi - Mor - Yeşil - Turuncu - Sarı.
Bu sıralama ise insanoğlunun renklerden etkilenme sıralamasıdır.


Resim

Güneş ışığının teknik olarak beyaz ışığın tayfı diye bilinen renkli bir gökkuşağı yelpazesi oluşturduğunu ilk kez Newton bulmuştur. 100 yıl sonra Alman Fizikçi Joseph von Fraunhofer ileri optik tekniklerle gökkuşağı demetinin çok sayıda tonlarının ince çizgilerle (yaklaşık 600 çizgi) ayrıldığını bulmuştur. Ve, renk tayfı, resim sanatı eğitiminde halen ders konusu olarak verilen önemli bir temel bilgidir.

Tekniğin Tasavvufla Özdeşleşmesinde ise:

Nefsin Hayat boyu gelişim ve olgunlaşımı olan Kemâlâtı açısından bakıldığında bire bir uyum görlür.
Âlemde OL-AN Âdemde de vardır..

Amacımızı genişçe anlattığımız sitemizde ana sayfa sol blokta bulunan “Tasavvuf” Kitabımıza bakılması gerekir.
Renkleri Maddede ve Mânâda uyumu için resimleştirdiğimiz şemayı sunalım:


Resim

Mor Ötesi Işınlar gibi Zât-i Nefse gidenler BİZi pek ilglendirmemektedir.
Ancak, Kızıl Ötesi ışınlar gibi olan hayvanî veya daha aşağı olan Nefs Kademeleri Listesini de verip yorum ve düşünmeyi sizler gibi Akl-ı Selim kardeşlerime bırakmalyım:

+ SOnsuz Nefs-i Akdes
...
+7 Nefs-i Safiyye
+6 Nefs-i Merziyye
+5 Nefs-i Raziyye
+4 Nefs-i Mutmaînne
+3 Nefs-i Mülhime
+2 Nefs-i Levrâme
+1 Nefs-i Emmâre

N E F S

-1 Nefs-i Fesad
-2 Nefs-i Fâsık
-3 Nefs-i Fâcir
-4 Nefs-i Muzlim
-5 Nefs-i Münafık
-6 Nefs-i Münkir
-7 Nefs-i Müşrik
....

- Sonsuz Nefs-i Adlâl

Resûlullah sallahu aleyhi vesselam’in BİRlik-TEVAHDETİ olan Nefs-i Akdes Pirizinin Hizbullaha çıkacağı,
İblisin temsilettiği İKİlik KESETinde kalış olan Nefs-i Adlal Pirizinin Hizbuşşeytana çıkacağı çok açık görülmektedir..

Muhammedi Muhabbetlerimle..

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 11.11.2008 Saat: 20:48 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


ESRÂR…


Biliyorsunuz Kur’ân-ı Kerimde her cümlenin bir icazı vardır.
Yedi türlü mânâsı vardır.
Bir mânâlar vardır.
Doğrudan doğruya iskelet mânâsıdır.
Bir mânâsı vardır. Bâtınî mânâsıdır.
Bir mânâsı vardır. Zevkî mânâsıdır.
Bir mânâsı vardır. Sırrî mânâsıdır.
Sır zaten insanın tahammül hududuna inmemiş şeylerdir.
Şeriat insanın tahammül hududundan hariç olan şeylere
karışmaması için kurulmuş zincirdir zaten.
Karıştırmayacaksın onları!..

Yani Cenâb-ı Allah bir nevi insanları şey ediyor.
Mesela Mansur: “Ene’l Hak!” demiş değil mi?
Evet!..
Astıkları zaman ilk defa ayaklarını kesiyorlar.
Kollarını, dilini, milini.
Ayakları kesidiği zaman diyor ki:
“Era kademî : Ayaklarımı görüyorum!”
“Era ve demmî” : Ayaklarımdan kana bulandım!”
“Heyhat edemmî” : Yazık oldu kanıma!”
“Yazık oldu kendi mi anlatamadım!”
O zaman başını vuruyorlar.
Son sözü bu olmuştur.

Şimdi ben bu sözü Mansur’dan daha açık konuşurum.
Nasıl?
Bana benden yakın Cenâb-ı Allah.
“Lâ ilâhe illallah!”
Artık Esrâr Örtüsünü karıştırma!
Daha açıktır.
Yani Bir Hazret derki:
“ Cenâbı Allah insanı deriden yarattı, giydir üstünü!” der.
Daha açık olur bu iş.
Onun için ilmin bazı usulleri var.
Mesela şimdi İslam Âlemini kurtarmak gayet kolay.
Yalnız Gayretullaha biraz, iç âlemine biraz açmak lazım orayı.
Nasıl mı?
Ankara radyosunda bir ay evvelden başlarsın.
Felan günü, felan Cuma namazından sonra.
Biraz evvelden söyleyecek.
Her zaman söyleyecek.
Felan Cumanın felan günü bütün Türkiye’deki İslamlar abdest alacaklar.
Cuma namazından sonra sokağa çıkacaklar.
Bir yaz gününe tesadüf ettilerelim.
Kapısının önüne belediye hoporlörünü koyacaklar.
Radyodan bir emir gelecek.
Bi bir on dakika konuşacak.
Şu hareketi yapacaksınız.
Bir Tekbir alınacak: “Allaaaahuekber!.”
Herkes sokakta.
Hayvan pisliği de olsa ne de olsa başını secdeye koyacak.
Orada iki kelime söyleyecek.
Bu otuz milyonun içinde dört milyonu yapsa bunu hepsi tamam.
Buna Mubaye Duası derler.
Doğrudan doğruya merkezî..
Mesela ben buradan İstanbul’u isterim. Saatlerce...
Vekil var, baş vekil: “İstanbulu bağlayın!.” der.
Hemen Verirler.

Yazdım kendi evimde.
İstirahat ettiğim odanın duvarında:
“Bir insan, Allah’ı bulamayacağını hissettiği acz içinde kaldığı dakikada Allah’ını bulmuştur.”

***

Ondan sonra ayrıldık ordan, ellerinden öptük ayrıldık.
Ben bir sılaya geldim.
O zaman sağdı.
Rametli ağabeyimde geldi.
Ben Fransa’ya gittim.
Kerl Karla Lisesi’nde bir ay kaldım.
Lyon’a gittim.
Fakülteye yazıldım.
Bin dokuz yüz yirmiyedi buçuk sene. 1927,5 sene.
Bidmeleste Patronaj var.
Talebe yurdu.
7.inci kat orda kalıyorum.
İşte buradan biraz daha büyük odam.
Karyolam var orda.
Ben zaten orayı yıkadım kendi elimnen.
Kapıda ayakkabılarımı çıkarırım.
Oraya böyle büyük bir muşamba gibi bir şey serdim.
Şöyle küçük bir şey, tabure gibi bi şey ayakkabılarımı oraya.
Akşam dersden geldikten sonra şeye giderdim.
Bu Japon klubüne judoya…
Geldim kitaplarım koltuğumda, şeye bıraktım.
Ayakkabıları içeride sağ tarafta..
Sol tarafta da kapının şeyi varıdı..
Gittiğimin altıncı ayı idi…..
Gece içerde üç kişi.
Siyah sarıklı üç kişi…
Ben afalladım kaldım.
“Korkma oğlum!” dediler.
Ben kapıyı kapadım.
Yanaştım yanlarına musafaa için omuzumu öptüler.
Birisi çıkarmış şöyle bir kağıt.
“Bunu dedi hocan gönderdi” dedi.
“Bunu al oğlum!” dedi.
“Dersine devam et!” dedi.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
Ondan sonra duvardan yüzüp gittiler herifler!…

İster buna hayal de.
İster ne dersen de.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
(Birisi soruyor): “Bu kağıtta ne yazılı efendim?”
Dur, sıraynan..
Muska halinde içerdedir.
Elli dokuzda Sılaya geldim.
Gittim memlekete.
Ağabeyim de gelmiş.
Hocanın elini öptük felan ettik.
Ağabeyim rahmetliğe dedim ki:
“Ağabey dedim. Hoca dedim bir kağıt” derken abim: “Şiit!” dedi.
Abim: “Şiit!” dedi.
İkimizdik hee hocanın yanında.
Şey baktı.
O an kulağıma bi şey söyledi.
Ben kulağına bişey söyledim.
“Onları iyi saklayın!” dedi.
Ağabeyime de göndermiş.
Nasıl geldi, nasıl etti işte o kağıt hâlâ bendedir.
Bunlar akıl labaratuvarında eritilip tahlil edilecek işler değildir.
Akla vurduğunuz zaman tımarhânelik olur insan.
Nadas kesilir.

Bu sırların çoğuuu velî İNSANa aittir.
İş onun kokusunu alıp yanına yanaşa bilmekte.
Bazıları şekil değiştirirler.
Bakarsın herif velî gibi görünür.
Birden bir iş çevirir sonra: “zındıkdı!” dersin.
Onlar bulutludur, kaparlar kendini.
Yağma yok.
Yakala kendin ye.
“Kopar ye!” yok öyle iş!.
Salak gibi görürsün!
Bazen dünyanın hali bu.
Deliye sormuşlar aşk nedir diye de?
Deli demiş ki: “Ben neden bu hale geldim?” demiş.

Beşyüz kırk kumandanlarından Sebuk Tekin biliyorsunuz.
Beyazidi Bestamî’nin kabrine gitmiş.
Ziyaret etmiş.
Bestam’dadır Beyazidi Bestamî zaten.
Bir Derviş oturmuş.
Bir hadis var orada: “Beni ve Benim Velîlerimi ziyaret eden cennetliktir!” diyor.
Ordaki dervişe Sebuk Tekin: “Bu doğru lakırtı değildir!” demiş.
Sultan zikrinde derviş.
Dervişe soruyor Sebuk Tekin meşhurdur bu.
“Ebu Cehil de Rasulullah sav’ i gördü!” demiş.
“Konuştu Onunan” demiş.
“Cehenneme gitti” demiş.
Derviş ne cevap verdi biliyor musunuz.
Hemen Dervişin elini öpmüş.
“İyi amma” demiş.
“O” demiş.
“Peygamberi Ebu Talib’in yetimi olarak gördü” demiş.
“Eğer peygamber olarak göreydi o da cennete giderdi” demiş.
Onun için hiç kimseyi..
Karınca hikayesini unutmayın.
Anlattım size!.

Hanım deyü kimseyi dahl etme sen!
Defter-i divâne sığmaz söz gelir divan eder!

Divâne sandığın birisi bir lakırtı söyler.
Hiçbir yere sokamazsın söz allak bullak olur.
Bacağına araba kesmiş köpek gibi bağıra bağıra kaçarsın.

Kazalarını bitireceksiniz.
Namazı bırakmayacaksınız.
Onlar bir nevi yolculuğa çıkan insanın eksikliklerini.
Mesela efendim.
Cebinde konserve açacağı olmazda elinen de konserveyi açamazsın birader.
Keserinen de açılmaz bu.
Tertibli gitmek lazım…

Onun için mesela Hz. Ali için Cenâb-ı Peygamber’in bir hadisi vardır:
“Ene Medinetü Ali babiha.”
“Ben Medineyim, Ali’de onun kapısıdır” demiş.
Ne demek bu?
Aha bu hadisi, anlamamazlıktan;
Alevilik çıkmış.
Bilmem Kızılbaşlık çıkmış.
O çıkmış, bu çıkmış.
Birbirine girmiştir millet!.
Halbuki hepsi bu hadisi anlamamaktan...

Sonra Mevsuk hadis derler bilirsiniz.
Mesela mevsuk hadis şöyle.
“İza tayyiatül bil umur esteinu bi neftel gubur: Çok müşkil zamana kaldığınız zaman kabirlerden istiâne ediniz!”
Buna Hocalar mevsuk hadis derler.
Halbuki Velîyullahlar indinde mevsuk hadis diye bir şey yoktur.
Hep Cenâbı Peygamberdendir.
Mahaller değiştirdiği için anlayamazlar.
Çünki Peygamberimizin hadisleri doğrudan doğruya hıfz-ı ilâhiyenin altındadır.
Kimse değiştiremez onu.

Bütün kelimeler değişir.
Kelimeler doğrumu.
Kelimeler türer.
Şimdi; Kadınlardan Hz. Hatice Validemiz, erkeklerden Eba Bekir, kölelerden onlar da bir hizmet-i ilahiyeye mahrum olarak olmuştur.
Kadın, kadın iffetini muhafaza eder de beş vakit namazını kılarsa erkekten erken ermek..
Yani Velî olmak imkanları yedi kat fazladır kadında.
İffet, yüzü müzü kapamak,
Onun gibi olmak değildir oğlum!
Onlar cesedî şeyler.
Hiç! Hiç! Hiç!..



KELİMELER:

İcaz: (İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
İcazî : İcaza dair, icaza ait ve müteallik. Veciz bir tarzda.
Tahammül : Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Kadem : Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. * Uğur.
Dem : Kan.
Gayret: Dikkatle ve sebatla çalışmak. * Kıskanmak, çekememek. * Hareketli ve temiz hislerle çalışmak. * Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.
Mübaaye: Biat bildirme.
Sıla : Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye
Musafaa : Birbirinin boynuna sarılma.
Nadas: Tarlayı temizleyip otlarını kurutmak için önceden sürüp hazırlama.
Zındık: Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.)
Dahl : Karışma, girme. * Nüfuz, te'sir. * Vâridat. * İrâd. İtiraz, ta'riz. * Ayıp, töhmet.
Divâne: f. Deli. Aklı başında olmayan.
Tertib: (C.: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak. * Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak. * Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak. * Mertebelere göre davranmak. * Hile ile aldatma.
Mevsuk : Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
İnd: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir.
Cesed : Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Kasım Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 24.11.2008 Saat: 21:24 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


ZİKİR ve FİKİR

İnsanın fiili insanın aynı değildir efendiler.
Fiil ise Allah’tandır.
Şeriatın zemm ettiği şeylerden başka zemm edilecek fiil yoktur İslam dininde.
Şeriatın zemm ettiği şeylerde bir hikmete dayanır.
Bunu ancak Allah bilir.
Yahut kime bildirmişse o bilir ki ona da Velîyyullah denir.
Bir insanın hayatını yıkmaya çalışmak.
Gıybetle, dalavere ile, yol kesmekle, öldürmekle yıkmaya çalışmak.
Kemâl Sıfatlarını elde etmekten onu men etmek demektir.
Yani Allah için bir kemâle geldi onu men’ etmek demektir.
Resûlullah demiş ki : “Ya Çoban Sahabem!” demiş.
“Sizin için şehid olmaktan ve düşmanları öldürmekten daha hayırlı bir iş, haber vereyim mi?” demiş.
“Aman Yâ Rasûlullah” demiş.
“Allah’ı zikret!” demiş…

İnsanın kıymetini yaradılışındaki değeri ancak Allah ı zikri ile yapılır.
“Allah, kendini zikredinen kimseyle yan yana oturur!” diyor hadiste Allah…
“Allahümme entel Mennan bedüüssemavati velard. Zülcelali velîkram. Ya Hayyum Ya Kayyum. Ya Allahu Celle Celalu!” dedi mi Allah yanında, bizimledir oğlum.
Dizinin yanındadır Allah.
Şah damarından daha yakındır.
Ama diyebilmek.
“Elleh! Elleh!” değil.
“Allah!” diyeceksin.
O da yalınız söylenir.
Bir odaya gireceksin kapıları, her tarafı pamukla kapayacaksın. Ondan sonra.
Zikrederken, zikretmek öyle: “Hay huy! Hay huy!” değil.
Sokakta bile zikr olur.
Allah’ı zikretmek.
Herkesi Allah’ın mahluku görmek.
Onlara daima hürmet etmek.
Fena gözle bakmamak.
Kardeşçe geçinmek.
Allah’ın mahlukatına hürmet etmek demektir.
Bu bir nevi zikirdir.
Allah’ı zikreder de Hakk’ı yanında göremezsen bu zikir değildir.
Allah zikri insanın her tarafına sirâyet eder.
Yanından geçerken, pazar yerine bile gitsen, herifin içi:
“Allah! Allah! Allah!” demeye başlar.
Allah zikri böyle olur.

Yoksa bilmem şarkıcılar gibi.
Ağzına mikrofonu alıp “heeehee hey!” demek değil.
Gafillerin zikirlerinde hangi uzuv zikir ile meşgul ise o uzuv Hakk’ın huzurundadır.
“Efendim, biz söyleyemiyoruz onu ama, Allahı zikrediyorum!”
Hangi uzuv ile yapıyorsan Allahı, zikreden o uzuvdur.
O yanındadır bütün vücudunan değildir.
O uzuvnan yaptırır Allah sana zikri.
Gaflette olan uzuvların zikirle alâkası yoktur.
İnsan tek taraflı değildir insan.
Cenâb-ı Allah tektir.
Çok taraflı tecellîleriyle milyonlar şekilde görülür.
Ama nasıl geçeceksin kendinden.
Bir gün Hz. Ali keremullahivech’e ok girmiş harbde.
Bu omzuna.
Burdan asab geçiyor.
Aks-i daris asabı.
Müthiş ağrı.
Ubeyd ibni Cerrah gelmiş.
“Yâ Ali dur!” demiş. Tutmuşlar.
“Aman!” demiş. “Dokunmayın!” demiş.
“ Aman!” demiş.
“Çok canım yanıyor, bırakın!” demiş.
“Ben Ayakta bir namaza durayım!” demiş.
Ameliyat masasına yatacak.
Namaz, Ameliyat Masası derler ona.
Şöyle, öyle duruyor.
Bir elini kaldırmış: “Allahhuekber!” demiş.
Oku çekmiş, çıkarmışlar.
Orayı dağlamışlar.
Hz Ali orda değil!.
Biz şurda imamın peşinde namaz kılarken bir pire ısırsa çifte atarız be!..

Allah böyle anılır beyler böyle anılır!
“Heeeee heeey!” nen değil.
Bu da işnen olur.
Hareketnen olur.
Bir defa Allah’ı anabilmek için temiz olacaksın.
Cüneydi Bağdadî’nin bir sözü vardır.
“Velî olmak ister misin?” demiş vaazda böyle.
Birisi: “Amaaan efendim söyle de olalım!” demiş.
“Temizlik libası ile, temizlik elbisesi ile, doğruluk ayağı ile, adalet azası ile, ilim feneriyle, Alın teri azığıyla vücud sahrasını kat’ et senin ismin Velî olur.” demiş.
Üç cümle.
Sokağa çıkınca köpeği göreceksin Allah’ın mahlukunu.
Taş atarız biz Allah’ın mahlukuna.
Ötede“Ehee! Öhööö!”
Nezle olursun: “Aman nezle oldum.
“Kış geldi, aman odun yok!”
Odun yoksa kışı getirene bırak sana odunu bulur.
Daha biz olduğumuz yerde sabredemiyoruz.
Onun için bu sabırsızlıkta, bu edepsizlik içinde birşey olmaz oğlum! Orada, şurada, burada Şeyh kılıklı bazı züppeler çıktı!
Al inada ver inada.
“Şeyh efendi böyle dedi efendim!”
Bunlar saçma işlerdir.
Şeyh efendi!..
Hazreti Rasûlullah’tan başka Şeyh Efendi yoktur efendiler.
Bu koskoca Kur’ân’ı binüçyüz küsür senedir Muhiddinler, Mevlanalar, Cüneydler, Selefîler, Haldunlar bu kadar Velîyullah geçmiş, yetmiş onlara Kur’ân-ı Kerim ile Sallallahu aleyhi vesellem de, sana onlar az mı geliyor da bilmem Şeyh efendi, bilmem Hasan efendi, yok bilmem ne!..
Bunları bırakın efendiler.
Bunlar hepisi dolandırıcıdan başka bir şey değildir.
Geçin Hazreti Rasûle en kolayı.
“Allahuekber!” dedin mi? Allah’nan yan yana oluyorsunuz.
Bir Salâvat-ı Şerifeynen Kâbe’ye gidiyorsun.
Şeye Ravza-ı Mutahara’ya.
Devam et Ravza-ı Mutahara’ya gitmeye.
Ravza bir gün gelir senin yanına.
Yani rüyana Rasûlullah girer.
Bırakın bu saçmaları.
En yakin olan Allahu Zülcelal.
“Allahuekber!” dedin mi huzuruna giriyorsun.
Daha ne istiyorsun.
Bırakınız bu saçmaları.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Safsatalara inanmayın!
Safsatalara inanmayın aziz cemaat!

İnsan denilen mahluku Allah’ın ölüm denilen arıza ile yıkması onun kurduğu şeyi mahvetmesi değildir.
Cenâb-ı Allah verdiği bir şeyi alıp mahvetmez.
Bir çözülmedir bu ölüm.
Ölüm insanın manevî benliğini halktan, Allah’ın kendisine doğru çekmesidir.
Çünkü her şey Hakk’a döner.
“Ve ileyhi türceun” Âyet-i Kerimesi.
Ötede ona başka bir düzen verir ki, O düzen hiç bozulmaz hiç yıkılmaz.
“Eşyayı Senin için, seni de Kendim için yarattım” diyor hadis-i kudsi de Cenâb-ı Allah.
Affetmek Allah’a yaraşan bir fazilettir.
Çünkü insanı kendisi için yaratmıştır.
Madem ki Cenâb-ı Allah’a yaraşan bir şeydir, sende affet!

Kulun başına gelen musibetlerin kaldırılması yolunda yalvarışından dolayı onu Cenâb-ı Allah sabırsızlıkla suçlandırmaz.
Mesela: “Ya İlah! Şu musibetler geldi. Benim bunu çabucak defet başımdan!”
Bunda suç görmez Cenâb-ı Allah.
Çünki sabır: “İnnallahu yuhibbi sabırine”
Allah sabırlıları sever.
Sabır İslam dini, İslam lügatında Allah’tan başkalarına şikâyetten nefsi nehyetmektir.
O halde: “Ya ilahî sana şey ediyorum!” demekte suç olmaz!

Çocuk diye bir şey vardır, çocuk.
Çocuğu görmez misin?
Onun daha mükellefiyeti yoktur.
Çocuklar buluğa ermeden evvel ölürlerse.
Onlara cennet, cehennem hikayeleri, onlara sual mual yoktur.
Kim olursa olsun.
İsterse Otando’lu vahşinin çocuğu olsun.
İslam fıtratında doğar çocuk.
Büyükleri tasarrufu altına alır çocuk.
İçinizde torun sahibi, yahut küçük çocuğu olan babalar vardır falan.
Koskoca sakallı dede, torunu gelir .
O büyük azametli şeyinden iner aşağıya iner, iner, iner, iner çocukla bir olur.
Onunla oynaşır.
Onun gibi konuşmaya başlar.
Bu nedir bu?
Hokkabazlığından mı?
Hayıııııır.
Çocuk onu tasarruf ediyor.
Kendisine indiriyor.
Senin haberin yok!

Meşhur 16. Lui. Fransızların inkilapta.
Dehşetli bir adam.
Torununu almış sırtına da koskoca kral atçılık oynuyor.
O sırada İspanya sefiri girmiş içeri.
Görünce böyle çekilmiş herif: “Ne oluyor böyle?” demiş.
O hiç istifini bozmamış.
Demiştir ki: “Sefir cenâbları senin torunun var mı?” demiş.
Çocuuuk insanı tasarrufuna alıyor.
Niçiiiin?
Allah’a daha yakın olduğu için alıyor.
Hiçbir çocuk oldu mu dedesiynen aynı konuşur.
Dedesi yahut babası o çocuğun mertebesine iner.
O halde demek ki çocukta tasarruf-u ilahîvar demektir.
Şu halde çocuğun tesiri altındadır o ihtiyar.
Fakat farkında değildir.
Bu, çocukluk makamının kuvvetinden ileri gelir.
Çünki çocuğun Allah ile ilgisi daha yakındır.
Büyük, Rabbından uzaktır.
Çocuk bundan dolayı mükellefiyeti henüz yoktur çocuğun.
Allah’a en yakın olan kimse, ondan uzak olanı teskin eder.
Kim ki Allah’a yakin Allah tan uzak olanı kendisine cezb eder. Onun için çocukta yaşlıları kendine cezb eder.
Hz. Rasûl Sallallahu aleyhi vesellem yağmur yağdığı zaman mübarek başlarını açar, böyleeee yağmurun altında dururmuş.
Başına yağmur damlası isabet etsin diye.
Araplar bu yazın yağan yağmura hallab derler h ile yazılır.
Hallab yahutta hallabe derler araplarda.
Böyle açar başını Sallallahu aleyhi vesellem mübarek saclarına, nur yüzüne böyle o yağmur damlaları inermiş.
“Ya Rasûlullah bunu niçin yapıyorsun?” dedikleri zaman “Yağmurun Allah ile ilgilisi yenidir dermiş, yenidir” .
Yağmurla Allah’a daha yakin olması dolayısiyle insanların en faziletlisi olan Efendimizi yağmur teskin etmiştir demektir.
Nasıl ki çocuğu dedesi teskin ediyor.
Allah’a yakınlığı dolayısıyla yağmura Cenâb-ı Peygamber kendini vermiştir.
Bunlarda ince misaller vardır efendi!.
İnce misaller vardır.
Amma bende böyle yapacağım diye yağmur yağarken gidip it gibi ıslanmaya da lüzum yoktur haaa!
Bu başka hellabe, bu başka üsul.
Bu sebeple yağmurun getirdiği feyizden faydalanmak için kendilerini ona arz ederlerdi.
Yağmurun getirdiği şeyden Peygamber için ilahî bir faide hasıl olmasa idi mübarek nefsini onun tesirine arz etmezdi.
Şimdi gözünü dört aç cemaat.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Onun için: “Her şey sudan halk edilmiştir” âyet-i kerimesi buyrulmuştur.
İslamda çok güzel söz vardır ihtiyarlar, nineler, eski temiz insanların elini öptüğünüz zaman size hediye verirlerdi ve:
“Su kadar aziz olun!” derlerdi.
Suuuuu dünyada görülen, elle tutulan cennet taamlarından bir tanesidir.
Ondan başka yoktur.
Nehirler ve cemaat biliyorsunuz Hazreti Peygamberin:
“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”
“Seyhan Nehri Ceyhan Nehri, Fırat Nehri Nil Nehri bunlar Cennet Nehirleridir” buyurmuştur.
Niçin?
Çünkü cennette de Irmaklar vardır.
Onun için “Su” diyip geçmeyiniz.
Onun için “Su kadar aziz olun!” lafı dünyada güzel lakırtılar müsabakası olsa birinciliği kazanır.
İkinciliği de bir insana teşekkür için: “Allah senden razı olsun!” dur.
“Allah senden razı olsun!” değil.
“Allaaaaaah senden razı olsun!”
İçinden söyleyeceksin.
Dudağından, damağından, dişinden değil.
Çünki Allah, canlı olan her şeyi sudan halk ettiği için Cenâb-ı Peygamber de başlarını böyle yağmura veriyor.
İyi anla!
“Minel mai külli şeyen Hayy!”
Hatta Musa bile suya attı dedik demin eski İbrani lisanında Kıpti dilinde yani eski mısır dilinde.
Mu : su demektir.
Sa: ağaç demektir.
“Bir ağaç kutu içinde suda bulunan” demek.
Musa’nın mânâsı budur.

Bir hadis-i peygamberi de diyor ki:
“İnsan ne halde ise, ve ne halde ölmüş ise o hal üzere haşr olunur” diyor.
O halde can çekişen kâfirle, ani olarak ölen kafir arasında fark vardır.
Can çekişen kafir ile ani ölen kafir arasında fark vardır.
İkisi de kafirdir amma birisi can çekişir, birisi de ani ölmüştür.
Can çekişmede ölümün zevkini tadmıştır ve gözü açılmıştır.
“Velteffetissaku bissaki” âyetine uymuştur.
“Aaaaa demekki vardı!” demiştir.
Mü’mindir o.
Fakat edepsizliğinin cezası için cehenneme gidecektir.
Onun için hangi halde ise insanlar öyle haşr olunurlar.

Ne ise bu bahsi söylemeyeceğim.
Kafanız bulanır.
Mü’minden mü’min hoşlanır.
Gübre böceğinin mizacı da gül kokusundan hoşlanmaz.
Halbuki gül kokusu, güzel kokularındandır.
Bu mizac ayırılığına göre gül kokusu gübre böceğinin nazarında güzel koku değildir.
Değil mi?
Gül kokusundan herkes hoşlanır.
Gübre böceği gül kokusunu sevmediği için gül kokusu onun nazarında iyi kokulardan değildir.
Sûret ve mânâ da böyle aykırı bir mizaca sahip olan kimse de Hakk sözü dinlendiği vakit tiksinir ve bâtından hoşlanmaz.
Mahiyetten sual matlubun hakikatinden sualdır.
İslamiyette fıkıhta bir kelime vardır.
Onun için Allah’ın iyi kulları anıldığı yere aziz cemaat Hadis-i Peygamberî ile sabittir, Hadisi Kudsî ile sabittir:
“Allah’ın sevgili kulları anıldığı yere Rahmet-i İlahiye iner.”
Velîlerde Nur-u Rasûlullah son derece parlak ve kalbleri daima uyanık zikrullah ile daima meşgul oldukları için onlar:
“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard” âyetinin ahengi içinde bulunduklarından melekler de onları tesbih eder.
Biz burada onlardan bahsedersek o tesbihin rahmetleri buraya da şimdi Allah’ın rahmet melekleri Vallahi de Billahi de inmiştir. Çünkü Allah’ın evinde duruyoruz.
“İnne’l -buyuti fi’l- ard el mesacid.”
Tamam mı?
“Tamam!”
O halde Allah’ın rahmetinden ne kaçıyorsun, ne korkuyorsun?
“İnnen” diyerek.
Sen çok elbise giymişsin de dışarıdan rahmet vücudunu delip.
Hele biraz soyun bakalım.
Soyun da görürsün.
Nasıl paltonu çıkarırsan titrersen.
İçini de açarsan rahmet içine iner, rahmet içine girer.
İçini kapama.
Kalb gözüne mantar tıpası sokma!..

Bundan dolayı, Allah’ın Velîleri nerede anıldığı zaman rahmet derhal oraya inmeye başlar.
Onun için bu kabil konuşma meclislerinde târif edilemeyen bir zevk duyarlar.
Kimi ağlar, kimi dalar, kimi uruc halindedir.
Bu, rahmetin mevcudiyetini isbat eder.
Görünmez amma hissedilir madde gibi.
Kim dürttü seni de ağlıyorsun, iğne mi soktular?”
“Yoooo!.”
Demek ki bir damarın var bir bam telin var.
Oraya o rahmet indiği zaman, seni “Tııınn!” diye öttürüyor.
Bu tınıltını Allah daim, her zaman mübarek etsin .
Kendisinde ilim olan kimseye âlim denir bilirsiniz.
İlim ise hâldir hâldir.
Şu halde âlim ilmiyle vasıflandırılmış olan bir zât demektir.
Çok dikkat edin!
Âlim sıfatı aynı olmadığı gibi ilmin de aynı değildir.
Halbuki hakikatte ilimden ve ilmin kendisiyle kaim olan kimseden başka bir şey yoktur.
Bir zâtın âlim oluşu, bu mânâ ile vasıflanmış olmasından dolayı o zât için bir hâldir.
Eser mevcud için değildir, ancak Ma’dum için olur.
Mevcud ise, olsa da ma’dumun hükmüdür aziz cemaat.
Bu garip bir ilim ve işine az rastlanan bir meseledir bu söylediğim. Ama anlayana.
Onun hakikatini ancak evham sahipleri anlar.
Çünkü bu ilim onlardan zevk ile husüle gelir.
Kendisinden vehim tesiri olmayan kimse bu meseleyi anlayamaz.

“Ne kadar var.
Namaza ne kadar var?”
“Var daha var!.”

Şimdi Allah’ın daima Allah’ı zikreden, başını secdeden kaldırmayan, mümkün olduğu kadar:
“Yâ İlahî! Yâ Rasûlallah!” diyen adam, abdestli gezen adam ölürken muhakkak, hiç korkmayın İslam olan “Lâ İlahe İllallah!” demeden ölmez.
Rasûlullah’ın ruhaniyeti gelmeden gözünü kapamaz.
“Efendim şöyle olur, böyle olur!” diyenler, onlar şüphede olanlar dandır.
Bana göster bir peygamber, bana göster bir Velî ki zındık ölmüştür.
İmkanı yoktur!…



KELİMELER


Zemm: Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.
Velîyyullah: Allah'ın (C.C.) velî kulu.
Sirâyet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek.
Uzuv: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Kat’ : Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
Ravza-ı Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Cenâb: Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi.
Tasarruf: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
Teskin: Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme.
Cezb: Kendine doğru çekme. * İçme.
İsabet: Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek.
Risalet: Birisini bir vazife ile bir yere göndermek. * Peygamberlik. Büyük kitapla gelen peygamberlik. * Elçilik.
Haşr: (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
Mizac: Huy, tabiat, fıtrat, bünye. * Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.
Mahiyet: Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı. (Mâhiyet, hakikatten daha umumidir. Hakikat, mevcudatta, mahiyet ise, hem mevcudat hem ma'dumatta müstameldir.) (L.N.)(İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmet ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar. İ.İ.)
Matlub: İstek, istenilen şey. * Alacak. Ödünç verilmiş.
Sual: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Fıkıh: (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali' olma.
Uruc: Yukarı çıkmak. Yükselmek.
Ma’dum: Mevcut olmayan. Yok olan. Yok.
Husül: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.



ÂYETLER

Ve ileyhi türceun:

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Resim---" Keyfe tekfürune billahi ve küntüm emvaten fe ahyaküm, sümme yümitüküm sümme yuhyiküm sümme ileyhi türceun : Siz cansız iken size can veren Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/28)


İnnallahu yuhibbi sabırine:

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ

Resim---"Ve keeyyim min nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesir, fe ma vehenu li ma esabehüm fi sebilillahi ve ma daufu ve mestekanu, vallahü yühibbüs sabirin: Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/146)


Her şey sudan halk edilmiştir:

َوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ

Resim---"Eve lem yerallezine keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey'in hayy e fe la yü'minun: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)


“Velteffetissaku bissaki”:

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ

Resim---“Velteffetissaku bissaki: Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyâmet 75/29)


“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard”:

ُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

Resim---“Huvallahul halikul bariyulmusavviru lehum'esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu: O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24)


HADİS-İ ŞERİF

“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”

ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: سَيْحَانُ وَجَيْحَانُ وَالْفُراتِ وَالنِّيلُ، كُلٌّ مِنْ أنْهَارِ الْجَنَّةِ[. أخرجه مسلم .

Resim---Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah sallahu aleyhi vesellem: “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil Cennet nehirlerindendir.”
buyurdu.
[Müslim, Cennet 26, (2839); İ. Ahmed, Müsned, 2:289. ]
Resim
Cevapla

“2008” sayfasına dön