2008 Temmuz Haber Arşivi

2008 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 01.07.2008 Saat: 18:35 Gönderen: kulihvani

Resim

ZȂHİR

dostemin

Yol boyu baharın canlılığı, renklerin çeşitliği ve mis kokulu havanın ferahlığı insanın içini açıyordu.
Etrafı gülen gözlerle izliyorken sol tarafımda bir tarla ilgimi çekti.
Tarla kıpkızıl bir renge boyanmıştı, yeşil tarlayı tümüyle gelincikler kaplamıştı, enfes bir manzaraydı…
Aynı yoldan geçtikçe gözüm tarlaya kayıyor gelincikleri izliyordum. Zamanla o diri kızıl yapraklar solmaya, çiçeğini övünçle taşıyan gövdeler bükülmeye başladı ve bir zaman sonra o enfes manzaradan , gelincik kızılından eser kalmadı…
Zamanı gelince tekrar canlanmayı sağlayacak tohumlarıyla toprağa yapıştılar…
Nerede kaldı o canlılık, o güzellik, o renk cümbüşü…

Bir laboratuardı sanki, oluşumu gördük, ölümü gördük ve düşündük;
“Ol!” dedi Allah-u Teȃlȃ oldu olanlar.
“Öl!” dediğinde ise öldü ölenler…
Ey dost! Taşıdığın can ile yaşadığın hayatı benzet bakalım, gelincikten ne farkın var?
Hakk Teȃlȃ sonsuz oluşumlarla tecelli ettiğinde gelincik gibisin sen de…

“Ol!” denildi oldun ve “Öl!” emriyle öleceksin ve de her “ef’al” ve her “sıfat”ınla O’nun benzersiz bir özelliğini, güzelliğini sergileyeceksin…

Subhânallah noksansızdır, düşünülebilen veya düşünülemeyen tüm kavramlar O’na aittir.
O ister ise “Ol!” der ve sonsuz güzelliklerinden biri o anda oluşur

Yani zâhirde zuhur eder…
Zuhur eder zȃhir olur…



ZUHUR

Zuhur ettin zȃhir oldu
Evvel olan âhir oldu
Kuddûs geldi tâhir oldu
Zuhur ettin zȃhir oldu

Mazharındır her görünen
Sıfat, ef’al hepsi Senden
Zâhir olan gelir nerden
Zuhur ettin zȃhir oldu

Dost Emin’e mâlum oldu
Kenz-i Mahfi ayna oldu
Gördü, bildi yakîn oldu
Zuhur ettin zȃhir oldu



“Zȃhir” olan yine emre uyar ve bir gün gelir döner “Bȃtın”a…

Gördüğüne bir de böyle bak dost!
Görebildiğin, göremediğin, algılayabildiğin veya algılayamadığın her düşünce, hareket, kavram O’ndandır, yani tüm ef’al BİR’den gelir, Allahın izniyle olur her şey…
Başka bir güç asla mevcut değildir.
Düşün ve kalbinin tȃ içinden söyle “Lâilâheillallah”…

Seyret cihanı ve insanı, anla ki her biri ayrı bir eserdir O’ndan…
Gelip dönenler “Zât”’dan birer sıfattır, titre ve tazim eyle saygı ile de : “Allah!” …

Zȃhir , Bȃtın tek O var…



TEK “O” VAR

“Ol” deyince bir anda Kenz-i Mahfi açıldı
Ayna oldu güzellik âlemlere saçıldı
Zȃhir oldu bȃtınken başladı devr-i âlem
Gelen döner kendine Zȃhir, Bȃtın tek O var

Tek O varken ezelde şimdi yine tek O var
Bȃki kalan ebedde yine O’dur tek O var
Görünür her an başka sen ben yokuz hep O var
Vahdeti gör kesrette Zȃhir, Bȃtın tek O var

Dost Eminim tek O var, yaratan O, tek O var
Yaratılan her şeyde görünendir tek O var
Ayrı yoktur gayrı yok başkalık yok tek O var
Gelen döner kendine Zȃhir, Bȃtın tek O var



“Evvel O, Ȃhir O, Zȃhir O, Bȃtın O..” (Hadid-3)
Yüce Rabbimiz Âyet-i Kerime ile “Zȃhir” olduğunu belirtiyor…
Ama perdeli insan baktığında Yaratan yerine yaratılanı görüyor…

Çevrenle ilişki içindeyken “Zȃhir” i görmeye çalışmalısın.
Gördüklerine bu nazarla baktığında hayatın tadını alacaksın, BİR’likte kendini bulacaksın, aşk içinde yok olacak, gerçekte “Var” olacaksın!…
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 02.07.2008 Saat: 13:19 Gönderen: kulihvani

Resim

GÖNLÜMDE DÜĞÜN

Güllale

HER DEM BİR GÖNÜLDE KURULAN DÜĞÜN BENİM GÖNLÜME DE KURULUYOR!..

Duyduk duymadık demeyin....

Kırk gün kırk gece sürecek düğünümüz var...

ALLAH’ı seven herkes düğünüme davetli...

ALLAH’ın sevdikleri düğünümün onurlu konukları...

Çalsın zurnalar, vursun davullar...



köyümde şenlik var köyümde düğün
kalbimde çalıyor davullar bugün.
köyümde şenlik var köyümde düğün
allandı pullandı köyümüz bugün

sarı sarı liralar
ellerinde kınalar
kızlar gelin olunca
hem gider hem ağlar

köyümde şenlik var köyümde düğün
kalbimde çalıyor davullar bugün
köyümde şenlik var köyümde düğün
sesimizçınlıyor dağlarda bugün

sarı sarı liralar
ellerinde kınalar
kızlar gelin olunca
hem gider hem ağlar
***

Davetiyelerim halk'a açık ilân olunur...

Birbirini çok seven iki âşık BİR olacak ...

Şahidlerimiz hazırlığa dura, kınalar hazırlana...

Kazanlar dizile, otağlar kurula, sofra Halil İbrahim'den...

Şâhidim Resûlullah (sav) olacak,

Muştucular salındı her bir tarafa...
Bezedi gönülleri, ferahlık veren esenlik veren misk kokuları ile muştular...

Sevinmeyen bir gönül kalmadı, Bohçalar gönderildi davetlilere, nice hediye dolu ikram dolu...

Herkes razı bu düğüne, rızasızlık unutulan bir kelime oldu...

Düğün günüme davetli olan sabır da sabırsızlandı,

Kurbanlıklar işaretlendi,

Duyduk duymadık demeyin,

Buyurun dostlar buyurun canlar buyurun yârenler düğünüme,

Dualar ile, rızalık ile, neşe ile buyurun....

Ey can dostlar, deyin bana, söyleyin kulağıma, özüme,.....

Sebep ve bahane perdesini kaldırıp görününce SEVGİLİ yüz görümlüğüne ne verilir?..


*** Kartal KAAN''ın seslendirdiği şarkıdan alıntıdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: 2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen aNKa »

Tarih: 03.07.2008 Saat: 18:28 Gönderen: kulihvani

Resim

RAĞBET GECEMİZ

Kul İhvanî

Es Selâm, Resûlullah (sav) e, ailesine ve Biz O’nu duyan ve uyanlara olsun!
Regaib Gecemiz Nur-u Mim’le gönül gündüzlerimiz ve bereket bağlarımız olsun inşâallah!..
İslam Âlemine BİZlik dirliği ve diriliği getirsin İnşâallah…

Çok önemli ve 3 aylarımızın Rahmet Kapısı bu zaman dilimimizle ilgili çok güzel bilgiler verdi kardeşlerimiz sitemizde Allah’ımız razı olsun.
Ruhu şâd olsun Münir Hoca’mızın tâbiriyle bir iki lakırtı da bendeniz edeyim dedim.
Bakalım gaib gönül penceremden nasıl gözükmekte…


Regaib : (Ragibe. C.) Çok istenilecek şeyler. Hediye, atiyye. Çok rağbet olunan şeyler. Bol bol ihsan etmek.
Rağbet : (Rağbet) İstek, arzu. İyi sayılmak. Bir şeyi çok iştiyakla istemek. İhlasla dua etmek, teveccüh etmek.


Önümüzde açılan 3 aylarda BİR olan Rabbülâlemin’imizin, Rahmetenlilâlemin BİZ Bulutundan Rahmet Damlalarına gerçek rağbetimiz var hamdolsun..

Arapça uydur-kaydır bir değildir.
Gerçi altın, cahil elinde değersiz kâmil elinde değerlidir.
Arapça da, Şirk Dili olduğu gibi Aşk Dili de olmaktadır.
Hak Erenlerin dilleri de bir hoştur.
O zamanlar : “43 yıldır seyyahım dağda bağda!..” diyen Derbendli Deli Hasan Baba bir sözüyle bize bir okul bitirtir de diplomasını kulağımıza küpe diye takardı.
Kur’ân-ı Kerîm BİZ i okuduğunda ancak Kur’âncayı öğrene bilmekmekteyiz inşâallah…
Bu ise Hurufiyatçılık vs olamayıp,
Söz ve Sohbetin Zevk Hazzı olmakta âcizâne gönlümce..

Arapça da her harfin bir gerçek mânâsı vardır Hakkçada..

“Re” Harfi de çok hoştur..


Resûl : Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir. * Haberci. * Huk: Tasarrufta hakkı olmaksızın, birisinin sözünü olduğu gibi bir başkasına bildiren kimse. * Elçi.

Böyle yazar sözlükte..
Re.. Sin.. Lâm..
İçerde “Sall” isale, ulaşım, getirip götürme yolu, sıla bağı..
Dışarıda buna sebeb olan, razı eden ve rıza bulduran, rüyete- görüşe çıkaran Resûliyet “Re” si..

Râci’ de öyle, içerde gelmek olan “câe” ve dışarıda ise bu işlemi gerçekleştirme etki ve yetkisi olan Resûliyet “Re” si..

Regaib ise daha da ilginç…
Re… Gaib…

İçerde “gaib” ki,
Gaib, olduğu hâlde gözükmeyen demektir.
Yitik, kayıp olmuş da aranan değildir..

Kendi kimlik ve kişilik “BEN”imizden tutun da, her şeye muhit iken şahdamarımızdan yakîn Olan ve olduğu hâlde gözükmeyen Rabb’imize kadar nice gayblarımıza Rızalarımızı ulaştırıcı, Rıza buldurucu vesilemiz Regaib gecemiz..

Vahyî Rahmetenlilâlemin Aynamızdan yansıyan, Diri Nakli hazır olduğu hâlde; bilemeyen, bulamayan, olamayan ve yaşayamayan Aklımızın çok rağbet ettiği İlahî Hediyeyi, Resûlî Regaibi ve neticede Rızaullah’a nâil oluşu yaşayalım bu gecemizde BİZ BİRlikte dualarımızla İnşâallah …

Nefsimizin Ana Yuvası Sadırlarımızın karanlık labirentleri bu gece şarh olur da biz de Muhammedî İzi izleyerek Rabb’ımıza derhal rağbet edenlerden oluruz bu gecemizde İnşâallah!.. …



أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ


“Elem neşrah leke sadrek. Ve vada''na ''anke vizreke. Elleziy enkada zahreke. Ve refa''na leke zikreke. Feinne me''al''usri yüsren. İnne me''al''usri yüsren. Feiza ferağte fensab. Ve ila rabbike ferğab : (Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? (2-3) Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şânını yükseltmedik mi? Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ve yalnızca Rabbine rağbet et- (Ancak Rabbine yönel ve yalvar.)” (İnşirah 94/1-8)

Yüce Rabbımız (cc) bu gece BİZe; halis, muhlis, sadık ve âdil Muhammedî Edebe girmeyi nasib etsin İnşâallah!..!

Resûlullah (sav) in BİZe sahib çıkmasını ve BİZim de O’na sahip çıkıp bu çağımızda Sahabeleri olmamızı nâsib buyursun İnşâallah!..

Maddî-manevî göğüslerimizi şarh etsin (Şehâdetullaha uygun hâle getirsin), genişletsin ve Habibî Huzura erdirsin de Hakk’ı Hazır bulalım ve Resûlullah (sav) in şanıyla şereflenelim pâk yüreğinde İnşâallah!..

Zor yolda taşkınlık ve şaşkınlık içinde bocalayan Akıllarımıza, İlâhî ve Muhammedî Nakil kolaylığı Nur-u Mim’i yetiştirsin inşâallah!..

Yüce Rabbımız şu an içlerimizdeki karışıklığı boşaltıp (farig) Resûlullah (sav) ve dolayısıyla Kendisine mansablanmayı nasib etsin inşâallah!..

Ve tıpkı BİZe Öz Örnek Aziz Resûlullah (sav) inki gibi sadece ve sadece Rabbimize rağbet etmeyi bu hususlarda kendisinden razı olmayı ve Bizden de razı olmasını ihsan etsin İnşâallah!..
Dost Dualarımız BİZde BİR olsun İnşâallah!..


Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi...

Farig : İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.
Mansab: Mansıb, merci, Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. * Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 04.07.2008 Saat: 16:21 Gönderen: kulihvani

Resim

KUR’ÂN-I KERÎM ve ZİKRULLAH

MÜNİR DERMAN (ks)

Kur’ân-ı Kerimde Allah’ın kullara hitabı :
“Ya eyyühellezine âmenu!”
“Ya eyyuhen nâs!”
İki türlü Cenâb-ı Allah kullara hitap eder :
“Ya eyyuhen nâs : Ey Yarattıklarım!”
“Ya eyyehüllezine âmenu : Ey Bana inananlar!”
“Sallallahu Aleyhi Vesellemle tebliğ ettiğime inanıp bana secde edenler!” demektir.
Ya eyyuhen nâs.
Ya eyyuhellezine âmenu!..

İnananlar bir tarafa inanmayanlar da yine bir tarafa.
Bütün kâinat Nur-u Muhammedi ile yaratılmıştır.
Nur-u Muhammedi dediğimiz zaman Salllallahu Aleyhi Vessellemin mübârek cesedi hatırınıza gelmesin.
Cenâb-ı Lemyezel öyle takdir buyurmuş ve Nur-u Muhammedi adında bir nur halk etmiştir.
Bu nuru bütün kâinata göndermiştir.
Nasıl ki bir merkezde elektrik dürbünü var bundan 16 bin, 100 bin wolt ceryan çıkıyor.
Bu ceryan yaratılan insan vücudunun tahammül hududuna yarayacak woltajda gönderilmek arzulandı.
Ve bu nur, bütün kâinattaki canlı, imanlı imansız, münkir, kâfir, zalim, velî, zalim münafık kim olursa olsun herkesin kalbine Nur-u Muhammedi koydurdu.

Bu Nur-u Muhammediyi harekete geçirip : “Sende Allah’ın Nur-u Muhammedisi var bunun kadrini bil! Kıymetini bil!” diye Cenâb-ı Allah Resûllleri göndermiştir.
Resûllleri gönderdikten sonra Resûller bu woltajdaki cereyanı alabilmek için hususî şekilde yaratılmışlardır.
Hususî şekilde tebliğe gelmiştirler.
Hususî şekilde hazırlanmışlardır.
Biliyorsunuz ki Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimize Şatrü’l Sadr hadisesi doğmuştur.
Elem neşrah leke sadrek
Biz Onun sadrını yardık ve içini dışını tertemiz ettik.
Bu voltajı alabilsin diye.
Bir küçük elektrik telinde biraz oksidasyon olsa yani oksitleşse orası paslansa ceryanı geçirmez. Elini vurur.
Onun için Resûlleri gönderdikten sonra Cenâb-ı Allah Resûllerinde dayanabileceği şiddette kendinden çıkan feyz ve Kur’ân’ın kelâmları tahammül edemez diye Cebrail vasıtasıyla göndermiştir.
Cebrail alıyor Hazreti Resûlün kavlü, hazine-i kavlüne tahammül edeceği şiddette gelip boşaltıyor bunu.
Resûlullah Efendimizde o voltajı indiriyor bizim anlayabileceğimiz şekle sokuyor.
Çünkü Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz buyurmuştur.
Kur’ân’ın 7 türlü mânâsı vardır.
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 herkes tahammül edemez mânâsına.
Fahreddin-i Razî Tefsir-i Kebirinde der ki bir âyet, bir âyetten bahsediyor.
Şimdi oraya girmeyelim uzun olur.
“Bu âyetin dördüncü tarafından mânâsını söylersem benim kafamı vurursunuz!” demiş.
Onun için herkes tahammül edemez.
Edemediği için Sallallahu Aleyhi Vesellem bize, bizim voltajımıza inecek derecede Kur’ânı Allah’ın emirlerini indirmiş, bizim kabul edeceğimiz şekilde bize tebliğ etmiştir.

Onun için Kur’ân-ı Kerimde:
Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune.
“Eğer Biz bu elinizdeki bulunan Kur’ân’ı dağa indirseydik.
Dağ Kur’ân’ın şiddetinden haşyetinden param parça olurdu” diyor.
O halde insanın tahammülüne bakın!

Bundan sonra biliyorsunuz Musa Kelimullah, Tûr’a çıktığı zaman kendisine vahy olunacağı sıralarda Kur’ân-ı Kerimde : Esteiuzubillah.
“Velem ma cael usalimi katina ve kelleme hu ve Rabbehu.”
Vaktaki, vakit geldi.
Musa dağa gitti, konuşmak için, Allah’ınan.
Gale Rabbi evni unzil ileyk.
“Ya ilahî! Bana kendini göster!” diyor Hazrati Musa.
Hazreti Musa celâlli bir peygamber bir Resûldu.
Allah şefaatine nâil eylesin.
Ve mutamadiyyen sual sorardı.
Kale cevap geliyor.
“Len tarani.”
Beni göremezsin ya Musa ve lâkin.
“Ve lâkininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani”
“Madem ki sen Benim Resûlumsün arzuladın Beni görmek.
Karşıki Cebele bak ya Musa!” dedi.
“Bak oraya Cebele büyük bir dağa bak!”
Musa mübârek gözlerini çevirdi.
Musa heybetli, iri yarı bir Resûlullahtı.
“Felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika”
Vaktaki Cenâb-ı Allah küçük bir nur huzmesi ile dağda tecellî ettiği zaman dağ an-ı vahidde eriyiverdi.
Eridi mi Musa da
Ve harra Musa saika
Hazreti Musa da yere yığıldı.
Yıldırım vurmuş gibi devrildi.
Âyet Kur’ân-ı Kerimde.
A’raf Sûresinde.
Devrili verdi.
“Felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin”
“Ya İlahî ben hata ettim. Benim kusuruma bakma. Ben Seni görmek istedim. Fakat ben Sana ilk inananlardanım!.”
Demek “af buyur!” diyor.
Ondan sonraki âyette.
“Sen git. Sana risâleti verdik kelâmımızı ağzına koyduk.
Git bunları tebliğ et kâfidir. Ve bize şükret!”
Onun için Kur’ân-ı Kerim de derin derin mânâlar vardır.
Bu mânâlara Kur’ân dilinde tefsir dilinde i’caz derler i’caaaz.

Şimdi Hafız Efendinin okuduğu şeyde diyor ki.
“Ya Eyyehüllezine âmenu.”
“Bana inananların sınıfına girenler!”
Kadın olsun erkek olsun birbirlerine uhuvvedir, uhuvvet yakarlar. Arkadaştırlar. Kardeştirler bunlar.
Kardeşlikten merhamet huzura gelir.
Merhametli olan insan rızaya Allah’ın rızasına namzed olur. İmtihanını kazanmış demektir.
Cenâbı Sallallahu Aleyhi Vesellemin bir hadisi vardır :
“Merhamet, on dörtte bir peygamberliktir” buyrulmuştur.
Ama merahmet zannettiğiniz : “Fakire acıdım, cebimden çıkarıyım 10 kuruş vereyim yahut şu bu!”
Hayır hayır hayıııır!..
Merhamet taştan tutun da, çiçekten tutun da, bütün hayvanata kadar şey eder.
“Efendim, bir de var ki.”
Küllün muzirun nuktelun.
Cenâb-ı Peygamber buyurmuş : “Muzırları öldürün!”
Katelede nüktelun.
Evet insanlar isyana gitmesin diye bu hadisi buyurmuştur Cenâb-ı Peygamber.
Bir şey yapıyorsun sinek gelip konuyor sana.
Yine geliyor muzır konuyor sana. Muzır.
Sana göre muzır o.
Sen orada Allah’ın sabır hasletine gir sinek sana konmaz!
Ondörtte bir peygamberlik olan merhamet kisvesine girdiğiniz zaman sinek senden benden kâfirden, münafıktan daha iyi bilir Allah’ın eline konmaz o!
“Pancar ektiriyoruz tarlaya.
Yüzbin lira alacağız efendim köstebek yiyor.
Köstebekleri vur!”
Ne yesin o hayvan.
Allah onu yer altında yaratmış.
Sana da parayı vermiş.
Pancarı ekeceksin.
Bütün tarlanı mı yedi yesin bi ton ne olacak.
Sen ona bol bol yemeğe bırakırsan der kendi kendine ki :
“Ya İlahî bu ne biçim kulun Senin. Beni öldürmedi. Ben bunun yedim şeyini, yine sesini çıkarmadı. Yemeyeceğim Ya İlahî!" der.
Hayvanlar Allah’a itiraz edebilirler, biz edemeyiz.
Cenâb-ı Allah başka taraftan rızkını verir.
Sabırda hazineler gizlidir.
Cenâb-ı Allah’a hücum etmemeleri için, insan dinden çıkmamaları için, küllün muzırun nuktelun buyurmuştur. Cenâbı Allah.

“Efendim aslan geliyor!”
Sen aslana hiç kıymet verme, aslan sana bişey yapmaz.
Sokaktan giderken tecrübesi bedava. Git!
Kendine fenâlık gelmeyecek ne kedi, ne köpek ne güvercin ne tavuk kaçar.
Fakat içinde edepsizlik olandan, uzaktan kaçar.
Bunlar kargalara benzerler.
Leş kargalarına.
Şehir haricinde birleşir üzerine konarlar.
Uzaktan bir otomobil, bir araba bir insan göründü mü leş kargaları hemen kaçar.
Onun için merhamet kisvesine giren insandan korkma.
Hiç korkma!
Buna ne çıyan, ne yılan, ne yırtıcı hayvan hiç kimse bişey yapamaz.

Sallallahu Aleyhi Vessellem Mekke’de iken bir gün sahabe-i kiramla Kâbe teşrif ediyormuşlar.
Kâbe’ye giderken önüne bir köpek ölüsü çıkmış.
Köpek Sıcaktan şişmiş böyle dişleri böyle, fenâ kokuyor.
Hazreti Ebu Bekir Radiyallahu anh. Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellemin önüne gelmiş : “Ya Resûlullah şu taraftan teşrif edin demiş, koku var burda.”
O Allah’ın rahim âlemlere rahmet olan insana uyduğu zaman ne kokuyu duyar.
Ne ateşi duyar. Ne acıyı duyar.
Merhametli olduğu için..
Mübârek koku duymuyor burnuna oğlum.
Giderek yanına asasını uzatarak Ya Osman demiş :
“Bak ne güzel dişleri var.”
O koku içinde bile Cenâb-ı Allah’ın el Bediu’ esmasının güzelliğini gösteriyor.
O mübârek başlarını çevirmiş bir tarafa onun iki âlemi gören mübârek gözleri bizde yok.
Amma var.
“Nasıl var efendim?”
Burda bir nokta koyalım.

“Beni rüyada gören muhakkak beni görmüştür şeytan bana temessül edemez” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
Cenâb-ı Peygamberi rüyasında görebilecek kadar bu secdede başını çürütmüş, Resûlullah’a salavat-ı şerife getirmiş.
Onun rızasını almış insan, insan da aynen böyledir.
Şeytan yanaşamaz ona.
Hakiki mü’mine şeytan nedir ki canım.
Şu demektir, kim söylüyor bunları.
Hazreti Peygamber..
Beni rüyada görebilecek kadar secde-yi rahmâna kapanmış.
Benim Ravzamı salavat-ı şerife ile yıkamış.
Benim rızamı almış insan ve beni rüyasında gören adama benim gibidir.
Sahabe olur o ona katiyyen şeytan yanaşamaz.

O mübârek gözlerini çevirmiş, demiş ki :
“Kedisini, kedisini açlıktan, susuzluktan öldüren, susuzluktan öldüren kırk sene başını yerden kaldırmayan saliha bir kadının Cehennem azabını gördüm.
Başını mübârek vech-i mübâreklerini sağ tarafa çevirmiş, onun gözleri başka gözler inşaallahu Rahman âhirette o mübârek gözleri göreceğiz.
Bu dünyayada da nasip olur!
İnşallahu Rahman.
İnsanlar hiç belli olmaz.
Döndermiş mübârek gözlerini demiş ki:
“Yaralı bir köpeğe, yaralı ve çamur yalayan bir köpeğe eliynen su içiren bir fâhişeyi Cennet-i Âlâ’da görüyorum!” demiş.
Ve gelmiş:
“Merhamet on dörtte bir peygamberliktir.” demiş.
Onun için âyet-i kerimedeki merhameti deyip de cebinden 30 kuruşu çıkarıp vermeye bakma! O merhamet değil oğlum!
O merhamet değil!
Merhametli olan insana cehenneme girdiği zaman cehennem ateşini bile söndürür.

Büyük Velîlerden Abdulkadir Geylani Hazretleri çok Rahim bir insandı.
Bir gün vaaz ederken demiş ki.
“Lev şefaetü ceddi Muhammedün letefeyta bi nari cehennemi tebdeci “demiş.
Eğer benim ceddim Muhammed’in şefaati olmasa ben bir tükürüknen cehennemi söndürürüm. “ demiş
Siz mü’min deyip de geçmeyin efendiler.
Secdeye Hulus-i kalb ile içinizi boşatarak bırakın.

Onun için Allah’a tam kul olabilmek zor.
Tam kul olana Allah celle celâlihu zulmetmez.
Erhamerrahimindir.
İnsana kendisinden başka hiç kimse de fenâlık edemez.
Onun için insanlar kendi kendilerine fenâlık ederler.
Nimet insanlara sevdikleri için verilmemiştir.
Âhirette nimetlere gark edecek Cenâb-ı Allah iyi kullarını.
Bu kullar bunları temin eder, bazılarının ağızları sulanır.
Hayır sevdiklerinden değil, Hakka uydukları için kendilerine ikram olarak verilmiştir.
Ters anlamayın.
O halde aziz cemaat öğrendiklerine uyan.
Öğrendiklerine uyan işi yaparsan tuttuğun zaman kendi işlerin konuşmağa başlar.
Onun için daima konuşmadan, söz söylemeden evvel söyleyeceklerini tart, ölç, sözü ondan sonra konuş!
Belki bir dostu üzersin belki bir Allah adamının kalbini kırarsın.
O anda o adam kendinde olmaz.
Sahibi işe karışır ve berbat olursun.

Abdulhamid zamanında İstanbuldaki Aksaray da bir Eyvallah Dede denilen bir adamcağız varımış.
Abdulhamid dönemi 1326-27 senelerinde Meşrutiyet ilanı sıralarında.
Orada da Etem Pertev Bey’in eczanesi var.
Aksaray’da Valide Cami yanında.
Onun karşısında Muhsin Efendi isminde bir manifaturacı tüccar var.
Bir yaz günü Aksaray meydanına başında böyle bir tepside dut getirmişler, dut mevsimi satılıyor, herkes dut alıyor.
Bu Eyvallah Dede denilen bir keşkülü var ….
Uzun boylu sakallı, Allah adamı kendisi.
Hiç kimseynen konuşmaz.
Gelmiş. Dutçu hemen avuçlarını doldurduğu gibi dedenin o yarım kavuk şekildeki keşkül derler doldurmuş ona.
“Eyvallah!” demiş.
O Muhsin Efendi bu adama kızarmış.
Şöyle bir vuruvermiş : “Ne arıyorsun burada?” demiş.
Keşküldeki dutlar dökülmüş ve keşkülün demiri bizim Dede’nin burasını yırtmış.
“Eyvallah!” demiş gitmiş.
Ertesi günü Muhsin Efendi dükkanına geliyor.
Gece bir rüya görmüş.
Bu Eyvallah Dede bir ok atmış.
Muhsin Efendi’nin taak kalbine rüyâda.
İkinci bir ok taak kalbine.
Üçüncü ok kafasının yanından geçmiş.
Sabahtan gelmiş : “Aman ne olacak?”
Valide Caminin İmamına sormuş.
“Gel efendim müftüye gidelim!”
Falan bilmem ne derken Müftüye gitmişler.
Müftü : “Git bu Baba’nın gönlünü al oğul! Bu rüya iyi rüyaya benzemiyor!”
Bunları düşünürken öğleye doğru, evden bir haber : “Aman efendim doktoru alın gelin abiyim hasta.”
O zaman Akil Muhtar Bey Allah rahmet eylesin!
Bizim Hocamızdı tıpta, o İsviçre’den yeni mezun olmuş gelmiş.
Bir faytona koyuyorlar götürüyorlar onu Aksaray’daki şeye.
Gidiyor ki büyük oğlu hiç daha bişey yokken yok “hop pat!” diye ölüyor.
İkinci günü ikinci oğlu “Güm!” diyor gidiyor.
Müftü bilmem bazı meşihattan adamlar Eyvallah Dede’ye gidiyorlar diyorlar.
“Aman!” diyorlar.
“Biz bir hata işledik yapma gitme!.”
Diyor ki : “Muhsin Efendi benim elimde bişey yok!” diyor.
“Ben Allah’ın basit bir kuluyum. Siz onu ittiğiniz zaman, burama keşkül vurduğu zaman, ben kendimde değildim!” diyor.
Kendinde olmadığı zaman Sahib-i Hakiki karışır.
İnsandaki Nur-u Muhammedi’nin Sahibi karışır tepeler insanı.

Hasankale’de İbrahim Hakkı Hazretleri vardır.
Meşhur Marifetnamesi vardır.
Bu yedi yaşında iken Fakirullah Hazretlerinin yanına gidermiş ki onu terbiye etsin yetiştirsin diye.
Bir gün böyle Fakirullah Hazretleri otururken kendi sohbeti icabı üçyüz dörtyüz kişi etrafında Hakkı da oturuyor yanında.
Hakkı’ya demiş ki “Oğlum al şu testiyi de karşı ki pınardan doldur getir!” demiş.
Hakkı kalkmış pınara gitmiş.
Biraz sonra ağlayarak gelmiş :
“Ne oldu Hakkı oğlum!” demiş Fakirullah Hazretleri.
Demiş amca demiş.
“Pınara gittim bir sipahi geldi atını suluyordu. Bende testiyi dolduruyordum. Beni itti düştüm. Şeyy kırıldı demiş testti!”
“Oğlum hemen koş koş çabuk!” demiş.
“O sipahiye bir fenâ lakırtı söyle de gel!” demiş.
İbrahim Hakkı yedi yaşında koşmuş.
Bakmış sipahiye fenâ lakırtı bilmiyor ki yine ağlaya ağlaya yerine gelmiş.
“Söyledin mi oğlum?”
“Söylemedim!” demiş.
“Yav koş demiş koş oğlum hadi!”
Gitmiş biraz sonra bu sefer daha çok bağıra bağıra ağlayarak gelmiş.
“Ne oldu Hakkı” demiş.
“Amca demiş. At ürktü. Sipahinin kafasına bir tekme vurdu kafası darmadağın sipahi orda yatıyor!” demiş.
“Vah evladım vaaah!” demiş.
“Bir testiye bir adamı göçerttik!” demiş.
Yanındaki o büyük insanlar, bi şey anlayamamışlar bundan ne oldu diye.
Bir kimse, bir hayvana veyahut bir insana.
Çok dikkat edin aziz cemaat.
Bir kimse bir hayvana ve bir insana veya bir insana zülmederse nâ-hak yere bu adam da ona bir cevap vermezse, dövdü, vurdu, sövdü hepisini sesini çıkarmadı.
Ama haklı değil adam haa, haksız olacak.
Edepsizliği yap. Alsınlar falakaya seni.
Sesini çıkarma ki Cenâb-ı Allah karışır.
Yağma yok öyleee!.
Nâ-hak yere bir hayvan veya bir zalim.
Fakat hayvana nâ-hakkı yok.
İnsan nâ-hak yere.
Hayvan gider biryerini karıştırırsın bir tekme vurur.
Hadi atı idam edelim yoo öyle iş yok.
Bir hayvana veya bir insana, insan nâhak yere zulmederse o adam da sesini çıkarmaz ne yapıyorsun demezse Sahib-i Hakikisi karışır ve derhal tepeletir.
Onun için merhamet bunların hepisinin zırhıdır zırhı.

O halde aziz cemaat kadrini bilen yani içindeki Nur-u Muhammedi nin kadrini bilen, sözlerin kadrini bilen, Müslümanlığın kadrini bilen.
Haddini aşmayan,
Diline sahib olan,
Ömrünü boşa sarf etmeyen kimseye Allah rahmet eylesin!
“Allah rahmet eylesin!” birisi dedi mi, hakikaten o insana o rahmet layıksa o adam cehennemdeyse bile pırrr diye uçu verir.
Benim sözlerim değil!..
Resûlullah söylüyor.
İnsanın meleküt âlemine geçmesi için islamda iki defa doğması lazımdır.
İki defa.
“Nasıl doğar adam iki defa efendim?”
Kuşlar iki defa doğarlar.
Dikkat ederseniz.
Yumurtadan ve ondan sonra.
İki defa doğan da kanatlı olur.
Gökte uçarlar.
Değil mi?
Kuş iki defa doğar.
Yumurta, yumurtadan sonra kuluçka. İki defa.
İki defa doğan insanda göklerde dolaşır.
Kuşlara bakar.
Sizde iki defa doğmağa çalışın.
“Efendim iki defa nasıl doğulur?”
Doğmuşsun da senin haberin yoktur.
Anlattığım zaman anlarsın.

İslam da mü’minin, bir dış tarafı vardır, bir iç tarafı vardır.
Dış tarafınız insanı koruyan Şeriattır bilirsiniz..
İç tarafın imamı kalbdir, kalb.
Nasıl ki namazda cemaata uyuyoruz.
Tadil-i erkan ile kılıyoruz.
İmam Efendi mes’ûl.
Biz de ondan evvel ne ruku’ya gidiyoruz.
Ondan evvel bilmem ne yapmıyoruz.
Yapmadığımız gibi.
Kendi içimizin imamı da kalbdir.
Nasıl efendim bu,
Kalbdir, sen etsen de etmesen de daima Allah’ı zikirle meşguldür.

Tesbih çekiyorsun.
“Elhamdulillah! Elhamdulillah!”
Yoooo. Kalbin nasıl bi dinle bak. Tak!.tak! tak!
“Elhamdulillah!.. Elhamdulillah!..”
Kalbinin imametine uyuyorsun.
Nur-u Muhammedi burda, edepsizlik edip de onun önüne geçme!
Secdeye gittin :
“Subhane Rabbiyel âlâ!. Suhbahenr Rabbiyel âlâ……..”
Kalbinin zikirinden evvel geçme!
Kalbinin imamına uymamamış olursun.
Namazın beyhude olur.
Feveylul lil musalline ellezine hum an salatuhum sahün.
Âyet-i kerime bu.
Bunlar boş lakırtı değil cemaat.
Boş lakırtı değil.
Ayda bir defa kıl böyle kıl! Her gün kılacağına.
“Ama ben her gün böyle kılacağım!”
Çok şükür. Hadi öyle kıl.
Böyle giyim tarzına 40 gün namazına, niyazına dikkat eden insana bişeyler görünmeye başlar.
Amma bizim hiç bişeyimiz bi şey gördüğümüz yok.
Bunları ben uydurup söylemiyorum.
Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz buyuruyor.
Onun için Cenâb-ı Allah bir hadisi kudsi de diyor ki :
“Lâ İlâhe İllallah benim kalemdir” diyor.
“Kalemin ismi Lâ İlâhe ilallah dır” diyor.
Bu kaleye girenler azabımdan tamamıyle kurtulurlar.

Onun için “Lâ İlâhe illallah”ın da iki kefesi vardır haaaa.
Bunu size hiç kimse söylememiştir.
Kur’ân-ı Kerimde Lâ İlâhe illallah iki âyette geçmiştir.
Koskoca Kur’ân-ı Kerimde 6666 âyetin içinde iki sûrede Lâ İlâhe İllallah geçmiştir.

Birisi Saffat süresi.
İnnehüm kanu iza kiyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun
“Onlara Lâ İlâhe İllallah söylendiği zaman kibirlenirler” diyor.
Ne demek bu?
Hepimiz müslümanız, dışarı çıktık.
Birisini gördük :
“Vaaz efendi bir şeyler söyledi, bunun sonu berbat, benim için iyi alış-verişti..”.
Bu Saffat süresinde geçen Lâ İlâhe İllallah insanın zâhiri için Lâ İlâhe İllallahtır.
Onun için islamiyette kalb ile tasdik, dil ile ikrar değil midir dikkat ederseniz.
Dil ile ikrar, kalb ile tasdik.
İlk defa lakırtı söyleyeceksin, sonra kalb ile tasdik edeceksin. Demektir.
Kalb ile tasdik dil ile ikrar mıdır?
hayıır.
Dil ile ikrar, kalb ile tasdik.
Evvelden biri evvel biri sonra.
Es semiü’l- Basîr. dir
El Basîrü’l- Semi’değil!
Çünkü kulağın gözden kıymeti daha yüksektir.
“Bir söyle iki dinle” lakırtısı.
Onun için buradaki Lâ İlâhe ilallah dış içindir, imana girebilmek içindir.
Lâ İlâhe İllallah.
Allahın kalesi imiş girdik işte.
Peki hemen dibe mi dalacağız dur bakalım.
Çok ağır olmak lazım ki dibe dalasın.
Lâ İlâhe ilallah sonunda biliyorsunuz Resûlullah vardır.
Namaz var, oruç var, zekat var, hac var, doğruluk var, yalancılık yok, bilmem ne yok, yok oğlu yok.!
Bunlar bu Lâ İlâhe İllallah’ın hepisi peşine takılmıştır.
Bunları bitir!
Temizlen!

Ondan sonra ikinci Lâ İlâhe ilallah’a geçersin!
O da Kur’ân-ı Kerim de Resûlullah’ın mübârek ismini taşıyan bir sûre vardır.
Orda “Fa'lem ennehu la ilâhe illellah” vardır.
“Bil ki Allah’tan başka Allah yoktur” diyor.
O da insanın batıni Lâ İlâhe İllallahıdır.
Birinci Lâ İlâhe İllallah’ı hazırlayıp da ikinci Lâ İlâhe İllallah dedi mi insan Velîyullah olur.
Onun için daha biz birinci Lâ İlâhe İllallah.
Lâ İlâhe İllallah burda de kapıdan dışarı çık köpeğe taş at.
Ne oldu?
Yalan söyledin.
Öteki felanca şunu söyledi!
Öyle Lâ İlâhe İllallah mı olur, olmaaaz!
Az söyle daha iyi.

Ara sıra gider resmi geçit yaparsın.
Saygı duruşu yaparsın karşısında, bitti gitti!
Yok öyle iş.
Onun için ilk defa dış taraflarınızı düzeltin Lâ İlâhe İllallah
İçin Lâ İlahe İllallah’ına geçti mi Fa'lem ennehu!
Onun için eski büyük Velîlerde bir takım Haylar, şunlar, Lâ İlâhe İllallahlar, mertebe, mertebe en son Raziye mertebesi ki ordan sonra Ahadiyete girer Safiyete de orada : “Fa'lem ennehu lâ ilâhe illellah!” dedi mi.
O zaman sen ortada yoksun.

Onun için aziz cemaat Lâ İlâhe İllallah’ı bilmek lazım.
Söylüyoruz “Lâ İlâhe İllallahı”.
Lâ İlâhe İllallahın birisi Saffat süresinde zâhiri olan Lâ İlâhe İllallah gündüz için.
Öteki Resûlullah’ın ismini taşıyan sûredeki.
Ondaki falemenne hu Lâ İlâhe İllallah gece için.
Gece söylenir o.
“Efendim ben bu gece uyumayım söyleyim!”
Öyle olmaz otur gece uykusuz kalsan da olmaz.
Alıştıracaksın kendini.
Kendini alıştıracaksın.
Midesi çok dolu olanlar.
Fazla uykulu olanlar,
Birinci Lâ İlâhe İllallah ta kalsınlar.
Ötekisini örseleme.
Örseleme, ötekini de elinden kaçırırsın sonra.
Bir koltuğa iki karpuz sığmaz gibi.
Onun için Yunus Emre biliyorsunuz, o ne demiş çok güzel bir sözü vardır :

“Cümleler doğrudur sen doğru isen.
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen!”

Onun için kendini doğrult!
Bööööyle doğrult!
Cilala kendini hiç içine yalan, fitne, münafıklık koyma!
Ondan sonra Lâ İlâhe İllallah.
Lâ İlâhe İllallah cennetin anahtarıdır.
Yani kurtuluş anahtarıdır.
Kul Lâ İlâhe İllallah dese cennet…
Hadis : “Kim “Lâ İlâhe İllallah” der muhakkak cennete girecektir!” Amma azabını gördükten sonra.
Ama böyle ağızınan, “Lâ İlâhe İllallah” de, deftere yaz, kitaba yaz, sülüs yaz.
Bilmem efendim dersini...
Yok öyle “Lâ İlâhe İllallah” değil.
İnançla söyleyeceksin.
Lâ İlâhe İllallah : İlah yoktur Ancak varsa Allah isminde ilahtır.
Falemenne hu Lâ İlâhe İllallah. dersen
Ben yokum hiçbir kimse yoktur. Allah vardır.
O mertebeye geldi mi insan.

Bir gün Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin önüne birisi gelmiş demiş ki.
Ya Allah’ın Velîsi : “Ya Gavs. Fa'lem ennehu lâ ilahe illellah ne demekdir?” demiş. Yani ikinci Lâ İlâhe İllallah.
“Sen bunu demiş Basra ya git. Benim orda bir kardeşim var. Seyidi Ahmedi Rufai ona sor!” demiş.
Gitmiş. Demiş ki : “Abdulkadir Geylaninin selâmı var!”
“Aleyküme selâm!” demiş.
“Lâ İlâhe İllallah ne demektir?” demiş, Ahmedi Rufai,
Bunlar saçma değil.
Rüyada görmüş, uydurulmuş cingöz Recai hikayeleri de değil. Nasreddin Hoca hikayeleri de değil.
İslam hakiki islamın kafasına, kalbine girecek hakiki şeylerdir. Öyle gözünün önünde olan işlere inanmak gâyet kolay .
Mü’minine bil gayb.
“Bu gaybe inananların kitabıdır.”
Sıkı ister insana gaybe inanmak için.
Onun için inanılmayan kelimeleri zincirleyip ben size söylüyorum aklınıza giriyor.
Başkası : “Efendim böyle iş mi olur?”
Öyle buz gibi olur kiii, bunlar, bu dünyada buna inanlar kurtulmuştur.
Yarın bu toz duman kalkıp huzur-u ilahîye ye vardığımız zaman kimin atlı kimin yayan olduğu ortaya çıkacaktır.
Mü’minine bil gayb.
“Bu gaybe inananların kitabıdır.”
Gaybe inanmak!
Her babayiğid inanamaz ona.
Efendim göster bana
sana ne göstereyim gözün sineği görmez.
İçini temizle, aç kalbini gel, seni açıyım bir civatanı ameliyat yapayım.
Burdan ister Amerikayı gör.
Var insanda o âletler var.
Hepisini Allah insanın vücudunda yaratmış onu kullanmasını bilmek lazım.

Hazreti Ahmedi Rufai yere bir şey çizmiş bir daire.
“Sen demiş oğlum! Lâ İlâhe İllallah ı mu soruyorsun?”
Ortasına girmiş “Lâ İlâhe İllallah” dediği zaman kayboluvermiş. Duman halinde.
Adam korkmuş.
O sırada Abdulkadiri Geylani’nin ruhaniyeti gelmiş.
“Oğlum ordaki ibrikteki gül suyunu dök oraya?” demiş.
dükmüşler hemen Hazreti Rufai tekrar duman haline gelmiş : “Lâ İlâhe İllallah budur!” demiş.

Lâ İlâhe İllallah!..
Çıktık açık alınla gibi lakırtı.
Yok öyle değil oğlum.
Lâ İlâhe İllallah benim kalemdir.
Lâ İlâhe İllallah,
Lâ İlâhe İllallah.
Lâ İlâhe İllallah kalbine vuracaksın.
Yerden göğe kadar, gökten yere kadar Allah yoktur! BİR TEK Allah benim kalbimdedir.
Hablel verid.
Lâ İlâhe İllallah kalbimde.
Öyle bir an buna çalıştığın zaman bakarsın ki kalb Allah Allah der.
Yanına sinek değil mikrop bile yanaşamaz.

Onun için “Lâ İlâhe İllallah” deyip de geçmemek lazımdır.
O halde bir zahiri Lâ İlâhe İllallah,
bir de batını olarak Falemenne hu Lâ İlâhe İllallah.
Kur’ânı Kerimde bunlar iki yerde geçmiştir.

Onun için aziz cemaat Lâ İlâhe İllallah’ı kuru bir kelime olarak kabul etme!
“Efendim ne olurmuş ben gece otursam gece uykum kaçsa da alsam tesbihimi Lâ İlâhe İllallah! Lâ İlâhe İllallah ne olur bundan?” demek.
Akla vurduğun zaman bunu, bir şey olmaz.
Efendi onu milyonlarca insan söylemiş.
Milyonlarca Velîyullah söylemiş.
Milyonlarca kitaba girmiş.

“Lâ İlâhe İllallah” yav
“Lâ İlâhe İllallah” ya ne zannettin.
Ama onu söyleyebilecek vaziyete gelmek lazımdır.
Allah cümlemizi hakıkı “Lâ İlâhe İllallah” diyen zümreye idhal eyleye.
Onun için bu zümreye idhal olundu mu insan, cennete girdi.. efendim söyleyemezmiş!..
Yooook!
Cenâb-ı Allah öyle bir nasip eder mü’mine ki, içinde fitne yoksa.
İçinde fitne varsa iş değişir.

Onun için içinizi fırçayla, vim tozuyla yıkayın aziz cemaat, yıkayın.
Çünkü âhir zamandayız biz.
Âhir zamanda şöyle üstün körü içini temizleyen kurtulur.
Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz zamanında; O’nun mübârek yüzünü görmüşler, O’nun sohbetinde bulunmuşlar.
O zaman İslamlık çok zordu. Çok zordu.
Şimdi İslamlık gâyet kolay.
Fakat içini temizleyene kolay iş.
Beş vakit namaza, yalan söyleme, doğruluktan ayrılma, Yalandan şakadan bile olsun yalan söylemeyin.
Gâyet merhametli olunuz.
Sokakta giderken bile bir karıncayı bile incitmeyin.

İslamiyyette Rıza-yı İlahî Baha ile değil bahane ile kazanılır. Fahreddini Razi’nin Tefsir-i Kebir’inin 3. cildinde yazar.
“Ben bu tefsiri bitireceğim sırada” der.
“Kendimi rüyada cennette gördüm, cennette” diyor.
“Beni buraya niçin soktular?
Bu kadar tefsir yazdım, bu kadar vaaz ettim, bu kadar talebe yetiştirdim!”
“Yoo yooo yoooo yooo Fahrettin!” demişler.
“Bunlar, sen bir gün kamış kalemi mürekebe batırıp da yazacağın sırada odanda kamış kalemin üzerine bir sinek kondu, sinek.
İçinden şöyle geçti. Bu oda kapalı. Bu hayvancağız herhalde susamıştır. İçsin şu mürekkebin suyunu bu da Allah’ın mahlukudur diye içinden geçti!” demiş.
Sineğin ne olacak bir damlacık bile su içmez , içemez.
İçmiş suyunu sinek.
Allah’ın hoşuna gitti.
Çünkü Cenâb-ı Allah’ın merhameti namütnahidir.
Onunla merhamette yarışa gireceksin oğlum merhamette yarış edeceksin.
“Ben Rahmanürrahimim
Sen karıncayı bile şey etmiyorsun.
Sen kulsun benimle nasıl yarışa girersin!” der
Bir tekme atar bir makama şey edersin.
Orada da sabıra girersin.
Allah’nan yarışa çıkacaksın. Yarışa.
Elhamdulillahi Rabbül âlemin.

Onun için aziz cemaat merhamet hislerinizi daima bileyin kızmayın, hiddet göstermeyin, kader karşısında başınıza bir felaket geldiği zaman kadere tekme vurmayınız.
Cenâb-ı Allah’ın emriyle olmuştur olan , sabır edin.
Allah’ın şeyinde acele yoktur.
Kulluğa gireceksiniz.
Bir kulunu unutur mu.
Bir gün bakarsın Cenâb-ı Allah va’dından katiyen rücu’ etmez. Ve zülum etmez kuluna.
Hele secdeye kapandığı zaman.
“Nasıl nasıl olur? Efendim şey imkanı yok!”
Ne şeytan, ne münafik, ne yer haşeresi, ne yılan ne yırtıcı hayvan
Secdeye hakiki başını koyup içini temizleyen insana yanaşmaz.
Ona melekler bile evini ziyarete gelir.

Onun için Ramazan yanaştı.
İçimizi temizleyelim,
dışımızı temizleyelim,
hiddetlerimizi reddedelim.
Dargınlıklarımızı kaldıralım.
Merhametli olalım.
Ve bir de geceleri de Lâ İlâhe İllallah, Estağfirullah, bunlara da devam edin.
Ramazana hazırlık olsun.
Belki varız, belki yokuz!..

Onun için aziz cemaat, bu dediklerimizi yaparsanız yarın âhirete kollarınızı sallaya sallaya, herkes kendi geninde haşrolacaktır. Hepimiz birden biz de Tabur gibi gül kokarak doğrudan doğruya Hazreti Resûlün yanından geçip Huzur-u İlahîye ye gideceğiz. İnşeallahu Rahman.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vesellemin şefaat-ı uzmasıyla Cenâb-ı Allah’da bize sual sormayacaktır.
Amma dediğim yoldan giderseniz,
Secdeden başımızı kaldırmayınız,
Yalan söylemeyiniz,
Birbirlerinize karşı gâyet büyüklere hürmet, küçüklere şefkat ağaçlardan karıncalara varıncaya kadar merhamet hislerinizi kamçın, dizgin halinde merhamet külçesi olun.
Onun için Sallallahi Aleyhi Vessellem merhamet halinde ba’as olduğunduğu için Rahmatenlil âlemin olmuştur.
Cümlemizi peygamberimizin şefaatından Allah mahrum eylemeye.
Son nefesimizde onun mübârek ismiyle ki buyurun : Lâ İlâhe İllallah Muhammedur Resûlullah ile çene kapamak nasip etsin!
Bu kelimeyle birlikte huzuru ilahîyeye varalım.
Lillahil Fatiha.



KELİMELER:


Lemyezel : Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
Kavl : Anlaşma. Sözleşme. * Konuşulan söz. Söz cümlesi. * İtikad, delâlet. * Tarif. * İlham.
Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su
Huzme : Demet. Deste. Bir kucak şey. * Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.
Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi
An-ı vahid : Bir anda.
Uhuvve : Kardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk.
Haslet : Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Vech : (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe.
Sipahi : Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ederler ve düşman karşısında piyadelerin muhafazasını te'min ettikleri gibi, icabında hücum işlerini de yaparlardı.
Nâ-hak : Haksız.
Meleküt : Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi
.


ÂYETLER:

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
Resim---“Elem neşrah leke sadrek : Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune. : Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erini enzir ileyk kale len terani ve lâkininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin : Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecellî edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” (A’raf 7/143)

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erini enzir ileyk kale len terani ve lâkininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin : Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecellî edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” (A’raf 7/143)

إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
Resim---“İnnehüm kanu iza kiyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun : Çünkü onlara: Allah'tan başka tanrı yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi.” (Sâffât 377/35)

ففَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Resim---“Fa'lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü'minine vel mü'minat vallahü ya'lemü mütekallebeküm ve mesvaküm : Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »


Tarih: 05.07.2008 Saat: 12:21 Gönderen: kulihvani

Resim


HASAN DAĞI Yayla Notları-I

Kul İhvanî

31.05.2008

Zaman… Vakit… Sıla… Özlem… Sıla-yı Rahim…
Özlem, sevgi sırrıncadır…
Sevileni özlemek ve gelsin diye gözlemektir…
Zamanı gelince yollara düşülür…
Kavuşulur da vakit tez gelir-gider…
Bir ay uzunca gibi gelir insana ama tez geçer..
Yine de 30 güne neler sığar neler…
Çuvala yün basar gibi bastıkça tıka basa hatralarımızı yutar…

Yemyeşil meşe ormanından Hasan Dağı’na tırmanırken,
yukarıdaki Dağ Otelinden bir Neşet Ertaş bozlağı inletiyor ormanı, dağları…
Zink alıyor, yankılar eko oluşturuyor…


“Sultanım Sultanım Sarı Sultanım
Gidiyor ömrümün varı Sultanım…”


Ben, bizim yaylaları bebekliğimden bilirim.
Eskiden daha uzakta ve sarp yollardan at-eşek göçler çıkardı…
Sürüler yollara paralel dağlardan izlerdi göçü.
Göç yolları gürültüye boğulurdu.
Gök yokuş.. Kokar Ot.. Sülüman Kuyusu..
Dik yamaçlardaki enine çığırlardan binbir çaba ile obalara ulaşılırdı..
İri kayalardan yapılmış 5-6 metrekarelik damlara sıkış-tepiş eşyalar, gevrek yufkalar ve ne varsa yerleştirilir de yatacak yer zor kalırdı..
Bayram yerine dönerdi obalar ilk günler..
Çiğdem sökmeye, kar kesmeye, gelingöbeği toplamaya koşardık hemence..

Şimdilerde o yüksek ve uzak obalar viraneye dönmüş.
Daha yakın yeni obalar kurulmuş.
Çukur Oba, Bozboyun, Başoba, Arifin Obası…
Bende çıkmıştım o obalara 2004 de, sabah namazına kalkınca abdest almak için buzu kırmıştık helkelerde..

2005 ve 2006 da Kargın Tahta Yaylaya çıktık.
Yardıbaşı ile Tahta Yaylası yan yana arada yer yer yıkılmış eski tarihî kilise kalıntıları vardır.
2007 de yayladan ayrı kalmış çıkamamıştık.
Öksüz bir çocuğun ana özlemiyle özlemiştik dağları, taşları ve o güzelim doğal insanları…

31 mayıs 2008 de Dağ Otelinin asfalt yolunda tırmanırken meşe ormanı içinden ibibik ötüşleri yankılanmaya başladı..
İçimdeki çiçekler birden tomurlanıverdi.
Açtı ve vuslat kokusunu yaydı gönlüme..
Obaya çıktığımızda eski oba yurdumuza yine gelmeyiz diye başkası çadır kurmuştu.
“Bu dağlarda ölenin eri, kalkanın yeri alınır!” dedi Yörük bacısı..
El birliği edildi yeni bir yurt yeri düzlendi binbir zahmet..
Çadırlar kuruldu şükür..
Ekecik Dağı ile Erciyes dağı arasındaki köyler seyrangâhımız oldu Hasan Dağında yeniden..

En basit ilkel imkanlarla, saatsız, televizyonsuz, habersiz ve kısıtlamasız geldiği gibi yaşanan hayatın içine dalıverdik biz de..

Çoban Oktay’ın Böğelek Kaya’dan obadaki kadınlara:
“Gııız Fadimana davarı sulamaya Ağeşmeye geliiin!”
Haykırışı dağdan dağa yankılandı..
Bu hep özlediğim; at, eşek, koyun, keçi, köpek ve kıymetine değer biçilemez insanların özel görüntüleri..
Şehrin insan içini sıktıkça sıkan ve asla bırakmayan stres kıskacı patlamış araba lastiği gibi fosadan iniverdi içimde…
PC ye format atarcasına candan yeni ir hasret-vuslat türküsü başladı yeniden çok şükür özümde…


Resim

Çoban Yahya, doğuştan özürlü, sol tarafı yarı felçli, konuşması gecikmeli ve karmaşık baş hareketleri sonunda beklenmedik bir gür sesle kelimeler..
“Hocam canımızı viririz lâzımsa çoluk-çocuk biz!.” Dedi
“İki merkep var su-suvat getirir çocuklar! İnsanoğlunun eti yenilmez, gönü giyilmez sadece iyiliği anılır!” dedi.
Yüreği avucunda yiğit adam Yahya Çoban..
“Bizim bu köylük yerlerinde tarla-tapan işi bitti, kuraklık-kıtlık aldı başını gitti, ekin tarla kaldı, mal (koyun-keçi) da para etmedi!” dedi.

Obanın sürüsü sağıma geldi yüzlerce keçi-koyun..
Güçlü ve yavuz olanların boyunlarında sarı çan, çıngıldak, deve çanı takılmış..
Bu muhteşem orkestrayı her gece şafak sökerken sürü yaylıma kalktığında dinlemelisiniz bir..
Sürüyü sağma işi bitince yaylıma çıkar zirveye doğru ..

Çoban Yahya’nın karısı Emiş Bacı yoğurt kabının dolusu keçi sütü getirdi..
“Bir eksiğiniz olursa Allah aşkına ses ediverin!” dedi..
Yüreği avucunda konuksever Anadolu Kadınının asırlardır değişmeyen o tunç gibi güneş yanığı güleç yüzünü seyredersiniz Emiş Bacı’da..


Resim

Bu dağlarda keven diye bir bitki vardır..
Kökü metrelerce derinlere iner..
Tömek tömek yemyeşil durur dışarıda..
Uzun ve çok sivri dikenleri arasında ufacık yeşil yaprakları gizlenir..
Bu dikenler arasında yer bulan çeşitli türdeki kekikler ve diğer otlar çiçek açma çabasını başarabilir..
Davarlar bu öbekten o öbeğe koşturur dururlar ama ağzı burnu yara bere içinde kalır..


Resim

Mor-çingene pembesi veya bembeyaz ufacık çiçek açan keçi kevenleri öbek öbek dağları doldurur..

Resim

Boz kevenler kirpi gibi yumuktur..
Ben çocukluğumdan beri kökü çok derinlere inen keven ile Anadolu Kadını arasındaki ortak paydanın “çile” olduğunu iyi bilirim..
İkisi de anasıdır bu dağların ve Anadolu’nun..
Tunçtan yapılmış bir heykel gibi karayağız çehresi, simsiyah gözleri ve içe işleyen derin bakışlarıyla Emiş Bacı güvenilirlik duygusu vermekte insana..
Anadolu insanına hasret yüreklerin, yoksullukla insanlığın böylesine kucaklaştığı ve mahrumiyyetin yurdu olmuş bu yaylalara gelip gece-gündüz bir kadının nasıl var gücüyle geçinme derdine duvar olduğunu görmesi gerekir..

Bu dağların doğal kanunudur yüz yıllardır hiç değişmemiş..
Sadece biraz daha modernize olmuş hayat şartları gelmiş yer yer..
Derme-çatma taş duvarlı yayla damları önüne çadırlar kurulmuş..
Tüp gaz ocakları gelmiş..
Gerisi hep aynısı 50 yıldır bildiğim gibi…
Yörükçe sevişler ve yörükçe döğüşler..

Şehir hayatının ürünü anlamsız çığlıklar müziğinin yerine Meşeli Burnun koynuna oturtulmuş Dağ Evi Lokantasının, tüm dağı dolduran, yankı yapan ve hep devam eden Anadolu bozlakları ve Yörük aşkları hasret türküleri..
Neşet Ertaş’ın tok sazı ve yanık sesi durmadan inler durur sabah akşam…


“Eminem oturmuş daşın üstüne
Daramış zülfünü gaşın üstüne
Selamın gelirse başım üstüne
Eminem Eminem çakır Eminem
Yanğı gamzeli çukur Eminem..”


İşe güce dalarsanız sizi bir uzun hava sallar:

“Zahidem gurbanım sallama beşşik
Ben sana olmuşum genç yaşda aşşık..”


Bizim yöremizin hikayesi bilinen Kara Zeyneb Türküsü:

“Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim!..”


Bize bizden türkülerimiz bildiğimiz, özlediğimiz ve gizlediğimiz 40 yıllık güzellerimizin yavuklu yanık kara sevda kokuları…

Kear kesmeye giden genç kızların Deli Belende koro karması Kargın Şivesi hasret türküleri:


“Bana deli derler neden deliyim
Üstü ak köpüklü bahar seliyim
Godun gittin gurbet ile vefasız
Ya çık gel yaylaya ya ben geliyim!..”

“Dere boyu gidelim Naciyem
Goyun guzu güdelim Naciyem
İkimizi görmüşler Naciyem
Nasıl inkar edelim Naciyem..”


Çekilen nice hasret acıları çığlıklarda tatlanır da türkü diye çığrılır bu dağlarda böylesine gurbetteki sevgililere yarık yürekle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »


Tarih: 14.07.2008 Saat: 21:41 Gönderen: kulihvani

Resim

KULAK

dostemin

“Göklerde ve yerdeki her şey Allah’ı tesbih etmektedir. Azîz’dir O, Hakîm’dir.” ( Hadîd 57/1)

Zamanı unut, derin düşün ve biraz soyut…
Bir enerji, bir titreşimdi ki tesbihteydi her dâim…
İnliyordu, ünlüyordu O’nu : “Allah! Allah! LÂİLÂHEİLLALLAH!.”
Duymuyordu KULAK, zira tıkalıydı, perdeliydi…
Yoğuştu enerji zikrin gücüyle bir partikül oluştu ve elektron gibi raksa başladı…
Semâ’ ederken diyordu : “Allah! Allah! Yâ ALLAH!.”
Yine duymadı onu KULAK…

Duysun zikrini, tesbihini diye oluştu HAVA, inledi : “Subhânallah”..
İşittiremedi, SU oldu, bir rahmetti ve dedi “Elhamdülillah”…
ATEŞ oldu yine Hakk ismini duyuramadı, duymadı KULAK…
TOPRAKtı artık, türlü şekillerde bazen kaya, bazen balçıktı, çekiyordu : “Allah! Allah! Yâ HU!.”
Her yer ve her zaman içinde tek görevi vardı tesbih ederdi O’nu…
Duymadı KULAK…

Acaba dedi değerli maden olsam, altın olsam, elmas olsam kulaklara yakın olsam…
Yine duyuramadı sesini, Allah’ı tesbihini…
Toprak baktı ki olmuyor, duyuramıyor sesini, kimse duymuyor tesbihini, bâri yeşerip bir bitki olayım, açayım yaprak, zikredeyim “Allah! Allah!” diyeyim “Yâ HAKK” dedi…
Çiçek, meyve, derken gören gözlere O’nu hatırlatayım, sesimi duyurayım, diyerek bitki oldu her AN zikire daldı…
Türlü çeşit söyledi Hakk’ı tesbih eyledi.
Duymuyordu KULAK…

Ne yapmalı dedi, nasıl duyurmalı, tüm yaratılmışlar anıyor Hâlık’ını, Rabb''ını, insan neden duymaz Allah adını!..

Bir kuş oldu ve dedi, uçayım, şakıyayım Allah adını, belki duymayan kulağa duyurayım…
Duymadı o güzel sesi anlamadı tesbihi…
Hayat buldu kȃinat dile geldi hayvanat : “Allah! Allah! Ya HAYY!.”
Ama onu da duymadı KULAK…

Beşere dönüştü yaratılan.
Artık AKLı vardı ve duyuları ile gözlemliyordu diğer yaratıkları…
Yaratılanları izledi ancak beş duyu ile ne dediklerini bilemedi.
Yine duyamıyordu büyük koroyu, atomun içindeki zikri bilemiyordu, galaksilerin hareketini göremiyordu,
İlahî bir zikir yankılanıyordu dâima, ancak beşer bunu duyamıyordu…
Bir kontak oldu görünmezden, ne olduysa beşer aklıyla Yaratan’ı buldu…
Buldu veya bulduruldu ve insan’a ulaştı beşer…
İman etti Allah’a, ib3adet etti, zikir etti…
Evvel, Âhir Var olanı : “Allah! Allah! Yâ KAYYUM!.” diyerek andı…
Neden yaratıldığını anladı ve yükseltti sesini, tüm yaratılanlarla birlikte söyledi tesbihini…
Ancak kendi sesini duyuyor diğerlerini duyamıyordu KULAK…

Giderek yaklaştı Mevla’sına insanın hası oldu, İnsan-ı Kȃmil oldu…
KULAK açıldı GÖNÜL oldu…
Tüm yaratılmışlar tesbih ediyordu ve GÖNÜL hepsini duyuyordu…
Her zerre çekiyor HU kendince tesbih ediyor O’nu…
Kȃmil insan her bir şeyi yok eyledi Ya KAHHAR ismiyle O’nu tesbih eyledi…
Dinledi ilahi koroyu, tüm varlığı BİR eyledi…



Her taraftan ses geliyor
Her şey O''nu zikrediyor
Kulağın aç iyi dinle
Canlı cansız Allah diyor…


Atomların titreşiyor
Moleküller birleşiyor
Hücrelerden ses geliyor
Canlı cansız Allah diyor


Koyun kuzu meleşiyor
Kuşlar ne hoş ötüşüyor
Türlü hayvan bağrışıyor
Canlı cansız Allah diyor…


İnsan O''nu zikrediyor
Dervişleri Hu çekiyor
Müzik O''ndan ses veriyor
Canlı cansız Allah diyor…


Ay dönüyor Yer dönüyor
Güneş bile raks ediyor
Tüm kâinât dans ediyor
Canlı cansız Allah diyor…


Gönül gözün açık olsun
Kulakların O''nu duysun
Dost Emin’im Hakk''la olsun
Canlı cansız Allah diyor…



Güzel dost!
Sen de katıl bu BİZ’liğe, bu muazzam BİR’liğe, eşlik et ilahî senfoniye…
Söyleyen kim, söyleten kim anlayacaksın, bütün zikir kendinden kendinedir duyacaksın!…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 17.07.2008 Saat: 15:42 Gönderen: kulihvani

Resim

Gerçek İNSAN ve Salâvat…

MÜNİR DERMAN (ks)

Doğruluktan ayrılmaz, yalan söylemez, midene haram sokmazsan,
Gençliğinde de başlarsan Allah seni ihtiyarlığında bırakmaz.
Bu hal sıhatte kalmanın dinç ve faziletli olmanın sırrı budur.
Öyle hakiki Müslümanlar vardır ki 80 sene yaşamış adam.
Seksen sene başı ağrımamıştır.
Allah’a takmış kancasını be birader!..
Biz Allah’ı göklerde arıyoruz.
Şah damarımızdan daha yakın.
Çünkü kendimizi göremiyoruz.
Kendimizi göremiyoruz!..

Bu dem birtakım mırıltılar ediyor bu adam diyeceksiniz.
Bu sözleri herkes söyler.
Söylenmeyenlerin veya söylenemeyenlerin esrarı, bu söylediklerimde gizlidir.
Arar bulursan onlarda çok iş vardır.
Sözlerimiz teleskopla, laboratuvar âletiyle değil başka bir şeyle anlaşılır.
Çünkü öyle sesler vardır ki kulağımız alamaz..
Bu güzel sözleri duyacak, aks-i sedâ yaptıracak adam aramaktayız.
Hani dağa gidersin : “Mehmet!” diye bağırırsın “Mehmet!” sesin gelir.
Haa öyle adam aramaktayız.
Sende koku var.
Koku koku!
Vücudunda koku var!
Bu kokuyu alman için aksettirecek nurlu bir ayna ara!.
Kendini görmen için nasıl bir ayna arıyorsan onun gibi bu da.
Ayna olmadan kendini göremezsin.
Sende gizli güzel esmaları sana gösterecek birini bul.
Allah’ın El Bedi’ esması var.
Er Rahmân esması var.
Es Sabur esması var.
Eş Şekur’u var.
Eş Şifâ her esma sende var.
Onların menevişlerini çıkar yukarı.
Buğdayı ekersin bilirsin ondan sonra çıkmaya başlar.
Diyeceksiniz ki : “bul ara!” diyorsunuz.
Bul ara diyorsunuz.
Evet “Bul ara!”
Uzakta değil yakında.
Kıldığın şeriat namazını kalb namazıyla birleştirdiğinde dakika da bunlar çıkar.
Daha şeriat namazını kılamıyorsun.
Kılamıyoruz işte aha diminden beri mırıldanıp duruyoruz.

Neyse aziz cemaat böyle birbirimizi biraz hırpaladık bitti bu!..
Şimdi vaaza başlayalım.
Bunlar maalesef bize lâzım.
Yarın hepimiz aynı zaman haşr olacaksın.
Olduk. Geldiler hesap.
Senden oturduk hesap görüyoruz.
Yan yana düşeriz.
Haaa yan yana düşeriz!
Âhirette Allah düşürür.
“Amca ne yapacağız!” diyeceksin.
Baktık, “Huuu!” kıyamet gidiyor ortada.
Hatırlayacağız gibi.
“Yahu şu şöyleydi. Sen niye söylemedin bana!” diyeceksin.
“Yav bunu söylesöydin de böyle!”
Ulan ben söyledim ama sen yapmadın.
Şimdi anlaşılmaz ağam şimdi anlaşılmaz!..
Yarın toz duman kalktığı zaman bu namazlar, bu bilgilerin hepisi mezar kapısında kalır.
Tiğ-i teber gideceğiz o tarafa.
O tiğ-i teber üzerinde ne kalırsa.
Mezarda silkineceğiz böyle.
Hani köpekler suya atlarda daha sahibine gelmeden şöyle bir silkinir.
Üzerinden o yaşları maşları alır.
Bir iki adım gider bir daha silkinir.
Bir daha silkinir.
Mezarda hep silkineceğiz.
Bu namazlar niyazlar falan hepsi ortada kalacak.
Hiçbir şey kalmayacak.
Senin içinde ne kaldı bakalım.
Bu seni temizledi mi.
Esmâları temizledi mi.
Onu ararlar onu.
Onu ararlar.
Onun için birbirimizi ikaz etmek mecburiyetindeyiz.
Dua ediyoruz.
İmam efendi okudu, şeyi.
Çok dikkat edin!
Bakıp da görmüyorsunuz siz.
Ne diyecek bu herif görürsünüz.
En aşağıya içimizde en genci 10 senedir namaz kılıyor.
Yaşlısı da 50 senedir namaz kılan var içimizde.
Müezzin efendi namaz başlamadan evvel “Kulhü Vallahu” okur.
Ondan sonra en sonunda “lillahil fâtiha” der.
Hepimiz bir salâvât getiririz Elham okuruz.
Kime okuyorsun bu Elhamı, cenaze mi var?
İmam efendi okudu mihrabiye duasını :
“Subhaneke Rabbike Rabbil izzeti ammayesifun vesalamün alel mürselin velhamdulillahi rabbilâlemin el fâtiha!” dedi.
Fâtiha okuyorsun.
Kime okuyorsun bunu.
Farkında mısın 50 sene haa!
Kime okuyorsunuz soruyorum size.
Sor istediğin hocaya sor.
En âlim dediğine sor.
Bu, kitapta yoktur!
Bu, kitapta yoktur!..

Dışını temizlediğin zaman içinde yazılıdır bu lisan.
“Ya Rabbi!
Ben bu Kur’ân’ı duydum,
Namazı kıldım,
Şunu yaptım, bunu yaptım.
Anlamıyorum ama.
Şu dilden anlamıyorum ama.
Bunda ne varsa ben bunları kabul ettim Ya Rabbi!
Kabul ettim Ya Rabbi!
Onun için bunun hürmetine Senin bana hediye ettiğin bir dua var ya.
Haa nedir?
Elhamdulillahi Rabbülâlemin.
Âlemlerin Rabbına hamd olsun.
Âhiret gününün sahibidir.
Ona kulluk ederim ben!
Ya Rabbi!
Beni doğru yoldan bilmem neden ayırma!”
Kendin için o fâtiha kendin için!..
O Fâtiha kendin için!
Havaya gitmez onlar.
Ama bir cenaze için “lillahi el fâtiha” o öbür tarafa gider.
Onu kendimiz için okuyoruz.
Ama kendimiz için okuyorsak o Fâtiha’nın gideceği yeri.

Evde güzel İslami levhalar var.
“Bismillâhirrahmanirrahim.
Lâ ilâhe İllallah.
El Rızkı alallah.
El Kâsib Habibulullah.”
“İnna fetahna leke ve fetem mübina”
Evlerimizde vardır bir çok âyetler değil mi bazılarının var.
“İnnehu min süleymane innehu bismillâhirrahmânirahîm”
Güzel levhalar vardır.
Bunları en güzel odaya asarsın.
Mutfakta mı asacaksınız.
Haşa sümmü haşa.
Helânın kapısına niye asmaz. Asamazsın.
O halde o Fâtihayı kendine okumak için kendi içini temizliyeceksin!
Namazı kılamıyoruz.
Ondan sonra kendimize Fâtiha okuyoruz.
İşte o okuduğun hakiki Fâtiha yerine şey ederse âhirete kolunu sallaya sallaya gidersiniz aziz cemaat.
Sallaya sallaya gidersiniz. Sual bile sormazlar.
Müslümanlık bu.
Onun için Kur’ân-ı Kerimde Resûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem efendimizin kendine hitap ederken Allahu Lemyezel:
“TâHâ”, Rasûlullah Efendimize!
“TâHâ : Yâ Rasûl!” demek.
El müddesir. Üstünü örtmüş.
El müzemil.
YâSîn…
Hep Cenâb-ı Peygamberin Ahmed, Mahmud, muhtelif yerlerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesselem’in isminden ona öyle hitap ediyor.
Yalnız bir yerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimizin ismi mübârekini söyler Cenâb-ı Allah.
“Muhammed Rasûlullah” diye.
“İnna fetahna leke ve fetem mübina” âyetinin, Fetih sûresinin en son uzun âyetinin başında.
Yalınız bir yerde Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ismi mübârekiyle Cenâb-ı Allah şey ediyor.
Hitap ediyor Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellemi memnun etmemiz gerekir.
İki de bir abdestli olmadan mübârek ismini ağzına alma oğlum!
Ağzına alma!
Ağzına almak lazımsa “Rasûlullahu Sallallahu aleyhi vesellem” al!
Ancak abdestliyken “Mim” ile başlayan ismini ağzına al!
Bu çok ince bir hisstir.
Söylenemez. İçinde yazılıdır.
Sokakta, At Pazarı’nda bilmem nerde, Hacı Efendi tutuyorlar el ele “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âl-i Muhammed!” diyor. Eşşeğin yanında.
Eşek de afedersiniz abdestini ediyor.
Söylemeyin Allah rıza için bunu.
Abdestliyken içinden söyle içinden söyle.
Gösterişe lüzum yok.
Her şeyin gizlisinin kıymeti vardır.
Onun için içinden abdesti gez ağam da Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Veselleme salâvât-ı şerife getir.
Efendim hangisi salâvât-ı Şerifelerin en güzeli.
Salâvât-ı şerifenin güzeli, kötüsü yoktur.
Efendim Salât-ı Nâriyye, Salât-ı Fethiyye 80 türlü bu çok kuvvetliymiş.
Efendim bunun on bin tane salâvât-ı şerifeye kıymeti varımış.
Bir çok yazar öyle kitablar çok.
Felan efendim şöyle siz Salât-ı Fethiyye yi okursan otuz bin salâvât-ı şerife yerine geçer.
“Peki otuz bin salâvât-ı şerife geçiyorsa efendi hazretleri ya ötekini niye söyleyeyim, onu söyleyim çıkıyım!”
Aklınıza hangisi geliyorsa efendim.
“Allahümme salla alâ Muhammedin ve alâ ehli beytihi Muhammed!” bitti bu kadar.
İçinden temiz yerde.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem diyor ki.
“Dua eden kimse.”
Rasûlullah’ın hadisleridir bu söylüyeceğim.
İbni Tabarânî ve İbni Mesud dan en kuvvetli hadislerden.
“Dua eden kimse Allah’a ellerine kaldıran insan Peygamberine salât etmedikçe dua perdeli kalır!” diyor.
Dergâh-ı İlahiye’ye icâbet vaki’ olmaz.
O halde Fâtiha okuyacaksın dua edeceksin.
“Vema erselnakeinla rahmetenlil âlemin” dedi müezzin efendi kaldırdık ellerimizi.
“Allahümme salli ala Muhammedi ve alâ âlihi seydinâ Muhammed” oraya bir defa kapıyı açacaksın bunu diyeceksin.
Her dua semâya çıkmaktan men’ edilmiştir diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Ancak bana salât-ü selâm olursa duanız yükselmeye başlar!”
Onun için bunda soytarılık yoktur.
Hemen duaya başlayacağı zaman Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellem’e bir salâvât-ı şerife getireceksin.
Yani ilk defa gelir gelmen manüpleyı açacaksın.
Çekeceksin telsizi oraya.
“Yâ Rasûlullah ben Allah’a dua edeceğim aman sen bilin!”
O demektir.
Manüple kapalı.
Bursa hattı kesik sen Bursa’yı arıyorsun.
Ara işin yoksa!
Namazda da mi’rac-ı müminindir namaz.
Namazdan çıkmak için imam efendidir manüple.
Ondan evvel secdeye gidersen.
Yatar kalkarsın hayvan gibi.
Olmaz o!
Manüple onda onunla gideceğiz efendiler.
Rasûli Sallallahu aleyhi vesellem’in yine bir hadisi Taberânî, İbni Mesud’dandır.
“Yanında diyor bir adamın yanında Ben anıldığım zaman Benim ismim geçtiği zaman Bana salât-ü selâm getirmeyen kişinin burnu yere sürünsün!” diyor Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem.
Bu demektir :
“Benim nurumdan var sizde. Benim ismim anıldığı yerde sizin içinizde Benden olan nur var ya ona selâm verin!” demektir.
Temiz tut kendini : “Burnu yere sürünsün!” diyor.
“Kim Bana salâvâtı unutursa, salât-ü selâm getirmeyi unutursa ona cennetin yolu da unutturulur!” diyor Cenâb-ı Peygamber hadis bunlar.
İnsan lakırtısı değil.
Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem’in hadisi şerifleri.
İster inan ister inanma!

O halde her İslama salâvât-ı şerife farzdır haa farz!
“İnnallahu ve melaiketihu yüsallune alennebiyyi ya eyyuhellezine amenu salli aleyhi ve sellimu teslima!”
İşte âyet-i kerime.
Yalnız, ömründe bir defa getiren bu farzdan kurtulur.
Ömründe bir defa “Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!” dedi mi bu âyet-i kerimeye göre salâvât-ı şerife farzından kurtulursun.
Kurtuldu!
Yalınız müslümsen eğer salâvât-ı şerife getirmek sana vâcibtir. Müslüm ne demek?
İslam ne demek?
İslam, ben İslam oldum demek.
Müslüm, kafasını secdeye koyan demek.
Teslim olmuş o da İslam demek.
“İslamım Elhamdulillah” tamam oldu.
Nüfus kağıdında Hanifi, Hanbeli, Şâfi’ ne yazarsa.
“Efendim ben İslamım Elhamdulillah!”
İyi oldu iyi hayırlı olsun!
O bir defa ömründe salâvât-ı şerife getirmek farzdır insana. Müslüme salâvât-ı şerife vâcibtir oğlum!
Onun için namaz kılanlara Cenâb-ı Peygamber bunlara haber vermeden yaptırıyor bu vâcibi.
Ettehiyati biter :
“Allahümme salli alâ seydina muhammedin ve alâ âl-i seydina Muhammed kemâ salleyte alâ İbrahim ve alâ âl-i ibrahime inneke hamidün mecid!
Allahümme bârik alâ seydina muhammedin ve alâ âl-i Muhammed kemâ bârekte alâ ibrahime inneke hamidün mecid!”
İşte bunlar salâvât-ı şerife bu vâcibler de böyle yapılır.
“Ama ben daha başka yapacağım!”
Abdest al sokakta giderken, söyle dur, söyle dur!
Söyle içinden ama başkası duymasın.
Gösteriş olur!.
Gösteriş olmasın!
Salâvât-ı şerife diyip de geçmeyin haaa!
Öyle telsiz vasıtasıdır bu kiiii!

Bir gün Ahmedi Rufaî Hazretleri ile Abdulkadir Geylanî Hazretleri oturuyormuşlar.
Bir duvarın diminde çölde.
Genç bir çocuk geldi yanlarına 18 yaşlarında felan.
Demiş “amuca” demiş “siz şeyh misiniz?” demiş.
Abdulkadir Geylanî celâlli.
Allah şefaatini nâil eylesin!
Hazreti Rufaî de mülâyim böyle.
“Şeyhiz ya!” demiş.
“Siz demiş hani böyle, bazı şeyler yaparsınız!”
İşte kerameti anlatacak :
“Hani şöyle hiç kimsenin yapamadığını yapabilir misiniz?”
“Ohoooo ben neler yaparım!” demiş Abdulkadir Geylanî,
“Neler yaparım ben!” demiş.
“Peki demiş madem yaparsın demiş ben birşey yapıyım ondan sonra da sen yap!” demiş.
“Peki ne yapacaksın?”
“Ben demiş bi gizleniyim beni bul!” demiş.
Çocuktur.
“Peki gizlen oğlum!” demiş.
Şöyle duvarın arkasına geçmiş çocuk oradan: “Amuca oldu!” demiş.
“Ara beni!”
Abdulkadir Geylanî kalkmış duvarın arkasında yok.
Bir yıkık duvar.
Ordan bak, buradan bak.
Hazreti Rufaî bakmış.
Eee ortada kuyu da yok!
Kaçsa görünecek!
Vay anasına yokkk!
Abdulkadir Geylanî Gavsiyyet kuvvetiyle bütün dünyayı dönmüş.
Bir aramış dünyayı.
Yok efendim yok!
Bir daha bir saat aramış yok.
Hazreti Rufaî Hazretleri de yıldızlara da mutasarrıftır.
“Kardeşim demiş sen bir yıldızlara bak!” demiş.
Bunlar deli sözleri gibi oldu.
Başkası dinlese : “Bunlar deli lakırtıları mı anlatıyor!” der.
Asıl delilik bunları anlamamaktadır.
Hazreti Rufaî, bütün yıldızları dolaşmış.
Yok çocuk yokkk!
İkisi birden üç saat, yok çocuk!
Nihâyet gelmiş oturmuşlar bulamamışlar.
Ulaaan iş başkaaa!..
Abdulkadir Geylanî demiş ki : “Oğlum seni bulamadık çık bakalım nerdesin?”
Çocuk duvarın arkasından çıkmış gelmiş.
Demiş : “Nerdeydin oğlum?”
“Ben Ravzadaydım!” demiş.
Ravza-yı mutaharada!
Tâa Bağdattan bir salâvât-ı şerife çekiyor,
Çeker çekmez salâvât-ı şerifeyi Ravzaya düşmüş!
Ravza çocuğu emiyor.
Çünkü Ravza’ya İzn-i İlahî olmadan ne bir melek-i mukarreb hiç bir şey yanaşamaz.

“Sakın terk-i edebden, kuy-u Mahbubu Hüdâ’dır bu!
Sakın terk-i edebden Kuyu Mahbubu Hüdâ’dır bu!
Nazargâh-ı ilahî’dir Makam-ı Mustafa’dır bu!”

Nazar-ı Akdesi İlahiyye her gün Rasûlullah’ın Ravzasına inmektedir.
Kimse giremez oraya.
Hangi Abdulkadir, Hangi Rufaî hazretleri oraya edeben giremezler.
O halde bir salâvât-ı şerife çeker çekmez “huuub!” çektiği gibi alıyor.
O çocuk anasından mı öğrendi.
Hepimiz islamız “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!”
Çektir dur mırıldanaca.
Çek dur mırıldanaca.
Gece : “horul horuuul!” hayvan gibi uyuyacağına kalk bir de abdest al!
Aç pencereni bak temiz hava.
Yıldızlar pırıl pırıl.
Yakında ay çıkacak. Daldır!..
Kıl iki rekat namaz!
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed.
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!
De
gidiyor oraya!..
Medine’de Ruh-i Mübârek Rasûlullah :
“Benim ümmetimden birisi gece yarısı kalkmış yahu!
Herkes uyurken nedir bu!”
Mübârek ruhaniyyeti gülmeye başlar.
Sen devam et!
Devam et! Devam et! Devam et!
Bir gün seni de çekerler oraya…

Hüsni Ağanın şeyini biliyorsun değil mi anlatmıştım?
Böyle Hüsni Ağalar çok vardır.
İçimizde de vardır.
Müslüman cevâhir gibidir hiç belli olmaz.
Hırpanî görünür.
Bakarsın içinde deryalar gizlidir.
Hiç belli olmaz…

Salâvât-ı şerife getirdiğin gibi,
Kur’ân da o demin söylediğim :
“inna fetehna leke fethen mübina!” Sûresinin sonundadır.
“Muhammedü’r- Rasûlullah” diye başlayan bir âyet.
Son âyet.
Tercüme edelim şimdi :
“Muhammedü’r- Rasûlullah!”
“Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah’ın Peygamberidir!”
Kur’ân-ı Kerim âyetidir bu.
“Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı metiiin, birbirlerine karşı merhametlidir” diyor Allah-ü Zülcelâl.
“Bu insanların secdeye kapandıklarını görürsünüz” diyor âyet-i kerimede.
“Çehreleri yüzlerindeki secde izinden bellidir.”
“simahüm fi vücuhihim min eseris sücud” âyet-i kerimedir.
O, Rasûlullah’ın ümmetini methediyor.
Allah da orada Rasûlullah’ın ümmetini.
Bu âyet, beş tane satırdır.
Ömründe bir defa oku ağamm oku!
Oku bu âyeti!
Hem gece yarısı bağırarak oku!
Mahalle : “Deli!..” desin sana.
Bunu okuduktan sonra bir Hafız Efendi bul, ama Efendi Hafız bul!.
Hafızlar da seksen türlüdür.
Hakiki Hafız olan yalan söylemeyen, haram yemeyen!
“Hafız haram yer mi?”
“Aha ha haa hangisi yiyor be birader ne diyorsun sen?”
Yemeyenin dimağı çürümez azizim mezarda.
Onun içine Allah’ın kelâmını sokmuş dünyada.
Kafatasının içindei onun beynine kurtlar çıyanlar hürmeten konmazlar.
Hafızasında Kur’ân âyetlerini hakiki hıfzetmiş de onu hiç zedelememiş insana sual de yoktur.
Ama nerdedir?
Siz benden daha iyi biliyorsunuz.
Yukarıda Hacı Kadir Efendi vardı bilirsiniz.
Buralı olanlar bilir.
Hacı Kadir Efendi.
Hamamı da vardır burda.
Evvelki sene onun hanımı hastalanmış beni çağırdılar gittim.
Oraya hizmet eden bir kadıncağız da var.
Hanımcağız kadın.
“Doktor bey bir şey soracağım size!” dedi.
“Buyur dedim hanım sor!” dedim.
“Benim dedi kocam öldü!” dedi.
“Bu Hacı Kadir Beylerin yanında çalışıyorum, ayda 50 lira veriyorlar bana” dedi.
“Burayı silip süpürüyorum.
Burada dedi felan Caminin hafızına, imamına söyledim ki benim kocam ben câhilim bir şeyi okuyuver!” demiş.
“Hatim getir, demiş Ramazan boyunca!”
“Peki teyze getiririm” demiş.
“Getirdi doktor bey!” diyor
Ben bayramdan sonra gittim oraya.
“Getirdi” diyor.
“Ben diyor her ay 25 lira yığdım” diyor.
“Buna, tam 175 lira para götürdüm!” diyor
“Hafız efendi şunu da al. Zahmet ettin. Helal olsun!” diyor
“Yooo, ben bunu almam!” demiş.
“Tam 300 kağıt vereceksin!” demiş
“Okuduğum Kur’ân-ı geri aldım!” demiş.
Aha burdan yalan söylemiyorum efendim ben!
Ne olacaktı?
Hacı Kadir Efendinin hanımı dedi ki :
“Zeynep Nene “ dedi “ Bana niye söylemedin?” dedi.
“175 mi götürdün? Al götür üzerini 125 lira daha götür ver!”
Zeynep Nine götürdü verdi.
Biz bekliyoruz orda.
Bekledim. Açmadım.
“Verdin mi verdim? Hangi Hafız?”
Bir gece yakaladım ben onu sokakta.
“Oğlum dedim sen utanmıyor musun?”
“Niye utanıyım ne oldu da?” dedi.
İnkar etti!
Bu da hafız!!..
Bunlar cennete gidecek!
Yok efendim hangi cennete!..
Hangi cennete? Hangi cennet?
Hangi cennetten bahsediyorsun?..
Onun için aziz cemaat, Kur’ân-ı Kerimde hakiki bir Hafız Efendi bulun!

Bizim Hafız bilir.
İmam efendi bilir.
Kur’ân-ı Kerimde 14 yerde “Elhamdulillahi Rabbilâlemin” diye başlayan sûre vardır.
14 yerde.
Bu 14 yerdeki “Elhamdulillahi Rabbilâlemininin” yedisi dünya hamdıdır.
Dünyada bulunduğumuz zaman hamd edeceğiz!
7 tanesi de âhiret hamdıdır.
Yani şudur 7 tanesi cesedin için 7 tanesi ruhun içindir……..
“Elhamdulillahi Rabbilâlemin Er Rahmanur Rahim.”
“Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi” Bütün semâvat ve yerin Allah’ına hamd olsun.
“El hamdü lillahillezi enzele ala abdihi…” başlayan vardır âyet-i kerime…



KELİMELER :

Teleskop : Fr. Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün.
Laboratuar : Tahlil, inceleme yapılan yer.
Aks-i sedâ : Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
Tiğ-i teber : bomboş, çırılçıplak.
Lillahi el fâtiha : Allah için Fâtiha.
El Kâsib : Kazanç sahibi. Kazanmak için çalışan. Kesbeden. Marifet için çalışan.
El Kâsib Habibulullah : Marifet için çalışan habibullahtır.
El Rızkı alallah : Rzıkı vermek Allah’a aittir.
Men’ : Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Manüple : Telsiz vs yi açıp kapayan âlet kısmı.
Vâcib : (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Farz : Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi..
Mülâyim : Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu
Celâlli : Çok çabuk kızan kimse.
Keramet : Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Gavsiyyet : Evliyaullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak.
Mutasarrıf : Tasarruf hakkı ve salâhiyyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idâre eden. Bir malın sahibi. * Eskiden, vilâyetten küçük olan Sancağın en büyük idâre âmiri.
Ravza-yı Mutahhara : Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Mukarreb : (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Ruhaniyet : Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.
Nazar : Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Nazargâh : f. Bakılan yer. Nazar edilen yer.
Akdes : En kudsi. En mübarek.



ESMAÜ’L-HÜSNÂ:

El Bedîü : Eşsiz, benzersiz, zıdsız güzellikte olan. Benzersiz şeyleri vücûda getirişte benzersiz olan. Sanatkâr-ı Mutlak olup seyrâna seren...Eşsiz, örneksiz ve benzersizliği mutlak olup, mahlükatını da her zerrenin şahsına mahsus eşsizlik, örneksizlik ve benzersizlik kimlik ve kişiliği içinde Ulühiyyeti hakkı olarak yaratma kudretiyle yaratan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Mübdiü : Yok iken ilk defa ortaya koyan, icâd eden, yaratan. Zâtınınibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Er Rahmânü : Genellikle merhamet eden ve mahlûkatının tümüne önceden ve şartsız ni'met veren bağışlayıcı, yargılayıcı, yâr muamelesi yapan cümleye Evvelî Rahmân. Âfâkî, vücûdî.. Merhameti zâtına mahsus ve sınırsız olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Özdeki "nun" un (Nûrullah) "mim" hakk olup Rübûbiyyet rüyetine çıkış çekirdeği…Koşulsuz ve genellikle tüm mevcûdatına RAHMAN olup hayat için lâzım ve lâyıkı bağışlayan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Es Sabûru : Çok sabır gösteren, sabbar. Mutlak sabrın sahibiolan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Eş Şekûru : Hakka inanıp salih amel işleyen kularına hesabsız sevâb veren ve şükürlerini kabul buyuran ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL
Eş Şâfi : Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). * Yeter görünen, kifayet eden.

SALÂVÂTLAR:

TÜRKÇESİ:

Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyi’l-ümmiyyi ve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâti’l-mü’minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI:

“ALLAH’ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyi’l-Ümmî’n olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve mü’minlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine ve salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!” (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


TÜRKÇESİ:

Allahümme bârik alâ seyyidine ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve'n nebîyyi’l-ümmiyî ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmihâti’l-mü’minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîm’e ve alâ seyyidinâ İbrâhîm’e fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI:

“ALLAH’ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyî’l-Ümmî’n olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesini ve mü’minlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin” (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


ÂYETLER :

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
* “Sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesfun. Ve selamün alel murselin. Vel hamdü lillahi rabbil alemin : Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun! Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da hamd olsun!” (Sâffât 37/180-183)

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
* “İnna fetahna leke fetham mübina : Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih 48/1)

إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
* “İnnehu min süleymane ve innehu bismillâhirrahmanirrahiym : «Mektup Süleyman'dandır, rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır.” (Neml 27/30)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
* “Muhammedür Rasûlüllah vellezine meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incil ke zer'in ahrace şat'ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukihi yu'cibüz zürraa li yeğiyza bihimül küffar veadellahüllezine amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran aziyma : Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/1)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
* “İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima : Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb 33/56)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ
* “El hamdü lillahi rabbil alemin. Er rahmanir rahiym : Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir.” (Fâtiha 1/1-3)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
* “Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi ve lehüm hamdü fil âhirah ve hüvel hakimül habir : Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Âhirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.” (Sebe’ 34/1)

االْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا
* “El hamdü lillahillezi enzele ala abdihil kitabe ve lem yec'al lehu iveca : Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur.” (Kehf 18/1)

* Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ragime enfü raculin zükürtü indehu felem yusallî aleyye: yanında adım zikrolunup da bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat 100;İ.Ahmed II/254)

SAKIN TERK-İ EDEBDEN

Şair Nâbî, Sultan IV. Mehmet döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanı ile birlikte yola çıkar.
Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır.
Vakit gecedir, Rasûlullah (s.a.v) Efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir.
Fakat kafiledeki Eyüblü Rami Mehmet Paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz Peygamberin (s.a.v) beldesinde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir.
Kafile şafak vakti Medine-i Münevvereye girmektedir.
Ravza-yı Mutahharanın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır.
Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.
Nâbî dikkat eder, okunan, kendi kasidesidir.
Hemen minarenin kapısına koşar.
Müezzine, Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?
Müezzin şöyle cevap verir:
”Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v) i gördüm. Bana dedi ki :
“Yâ müezzin kalk yatma!
Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor.
Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir.
İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et!” buyurdu.
Bende hemen kalktım abdest aldım:
“Peygamberimizin iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir?” diye düşünerek minareye koştum.
Öğretildiği gibi okudum!”
Nâbî : “Rasûlullah benim için ümmetimden mi dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.
İşte o kaside:


Naat :

Sakın terki- edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bû

Felekte mâh-ı nev Bâbu's- Selâm'ın sîne-çâkidir
Bunun kandîli cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bû

Habîb-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açtı mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu

Murâât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-i kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu


Nâbî


AÇIKLAMASI:

Burası Allahın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı hakkın nazar buyurduğu Ravza-i Nebidir.
Bu gökteki yeni ay Bâbü’s- Selâm Kapısı’nın yüreği yanık âşığıdır.
Ayın kandili Cevza Yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, Allah (cc) Sevgilisi’nin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir.
Ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.
Bu toprağın ziyâsından yokluğun karanlıkları ortadan kalktı.
Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı.
Çünkü bu toprak gözlere şifâ veren sürmedir.
Bu dergâha edeb ölçülerini gözeterek gir!
Çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir!..


Âşık Nâbî ( 05.12.1641)- (21.12.1711)

Kendisi de ilim öğrenmek için Şeyh Yakup Halife'ye teslim edilidi.
Yakup Halife ona kuzularını gütmekle görevlendirdi.
Birkaç günlük çobanlık edereken; içinden kendi kendine : “Ben kuzu gütmeye mi, çobanlık etmeye mi geldim? Bir an önce İstanbul'a gidip de ilmi irfan öğreneyim” diye soruyordu.

Manevî yönüyle bunu gören hocası Yakup Halife bir gün onu yanına çağırır.
Hocası: “Yavrum Yusuf! Seni İstanbul'a göndermek istiyorum!” der.
“Hocam İstanbul kim ben kimim? Bu kadar okumuş, ilerlemiş talebelerin varken...”
“Yavrum, sen ilmi doğuştan almışsın! Yusuf gözlerinle gözlerime bak!” dedi ve bilmesi gerekenleri de transfer ediverdi.

24 yaşında İstanbul'a geldi.
Kendisini himaye eden Musahib Mustafa Paşa'nın ölümü üzerine İstanbul'dan ayrıldı.
Halep'e gitti. Burada 25 yıl kadar kaldı.
Rahat bir hayat yaşadı.
1710'da tekrar İstanbul'a döndü.
Çeşitli devlet memurluklarında bulundu.
İstanbul'da öldü.
Döneminde üstad bir şâir olarak kabul gördü.
Nâbî, didaktik şiire önem verdi.
Hikemî tarzın edebiyatımızdaki üstadıdır.
Sağlam bir tekniği ve kusursuz bir dili vardır.
Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir.


ESERLERİ:
Yayımlanmış Dîvân'ından başka bir Farsça Dîvânçe'si,
Hayriyye, Hayrabad ve Surnâme adlarında üç mesnevisi bulunmaktadır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 19.07.2008 Saat: 12:21 Gönderen: kulihvani

Resim

GÖNÜL ve GÖZYAŞI

Barboros SERT

Anatomik olarak;
Ağlamak bir kişinin düşünebileceğinden çok daha karmaşık bir prosestir.
İlk olarak, 3 çeşit göz yaşı vardır.
Bazal göz yaşı sürekli olarak gözleri yağlar.
Reflex gözyaşı gözlerimiz kaşındığında ve dışarıdan bir zarar verici temas meydana geldiğinde üretilir.
Ücüncü çeşit göz yaşı duygulara bağımlı olarak meydana gelir ki bizim dinen bahsettiğimiz göz yaşı budur.
Her bir göz yaşı farklı miktarda kimyasal proteinler ve hormonlar içerir.
Bilim adamlarının duygusal gözyaşlarının yüksek seviyede %20-25 daha fazla protein içerdiği ve aynı zamanda yüksek seviyede manganez ve prolaktin ve ağlama ile atılan bu hormonların vücuttan eksildiği ve depresyondan uzaklaşıldığı isbatlanmıştır.
Bir çok insanda ağlamanın üzgünlüğü dindirdiği, bununda bir bölüme kimyasal ve hormonların atımından kaynaklandığı görülmüştür.

Nasıl ağlarız?..

Duygusal göz yaşları duygusal bir sebep ya da aktif hale getirecek bir tetiklemeye ihtiyaç duyar.
Bu dışarıdaki bir kaynaktan gelen acı, sevdiğini kaybetmek, v.b. ya da içeriden kaynaklanan birinin kendi tanımaya başlaması ve hayatın farkına varma ile oluşur.
Duygular aktif hale gelince, sinir sistemi, beyindeki kafatası sinir sistemini uyarır ve sinir iletisimcilerine işaret gönderir oradan da göz yaşı bezlerine işareti iletir, böylece ağlarız.
En büyük göz yaşı bezi olan lakrimal bez duygusal ve reflex gözyaşlarını üretir.
Bir çok kişi vücudun stres ve değişik sebeple bu bezden çıkardığı göz yaşı ile dengeyi sağladığı söylenir.


Referanslar:
1. Frey, William H. II. Ph.D. Crying: The Mystery of Tears. Minnesota: Winston Press, 1985
2. Lutz, Tom. Crying: The Natural and Cultural History of Tears. New York:
W.W. Norton & Company, 1999.


Şunu kabul etmek gerekir ki içtenlikle dökülen gözyaşında daha büyük bir miktarda hormonal protein salımı oluşmaktadır.
Aşırı hormonların atılması ile stresten kurtuluş ve rahatlama sağlandığı çok yaygın bir inanıştır.
Burada beyin, sinir sistemi, hormonlar, göz ve kalb arasında ne bağlantı var bunları tek tek incelemek gerekir.
Bu ise çok derin bir araştırma gerektirir.

Ağlama esnasında, yüz sanki bir enerji ile kasılıyor, kafada bir titreme ve kalbin iç kısmında bir sıkışma ve büzülme meydana geliyor, kulakların içinde bir uğuldama baslıyor, bazen burun sıvısında artış görülüyor, sanki kalb üzerinde yada içinde bir enerjinin yoğunlaşması hissediliyor, elbise vücuda yapışmaya başlıyor(sanki vücut manyetik bir etki ile onu çekiyormuş gibi özellikle kalb kısmında), vücutta terlemenin hüsule geldiği görülüyor özellikle saç diplerinde.
Şunu hissediyorum ki ağlamak kalbi temizliyor, ruh huzur buluyor ve nefsin temizlenmesinde ağlamak bir katalizör işlevi görüyor.

Çıbanın patlayışı ve iltihabın dışarıya çıkışı gibi, göz yaşıda vücuttan atılan aşırı hormon, gönülden dışarıya atılan bir ağırlık bir pislik ile temizliğin, bir iyileşmenin olduğunun belirtisidir.
Ya da manevi kalbte uygulanan bir cerrahî operasyondur ki bu operasyon ile tıkanıklıklar açılmış ve kalbin işleyişi iyileştirilmiştir.(İnşirah Sûresine işaret)

İbadetler belli bir süre sonra otomatik olmaya başlarsa bunu hissetmek gerekir.
Arabayı sürmeye ilk gün başladığınızdaki sürüşünüz ile bir yıl sonraki sürüşünüz arasında fark vardır.
Bir yıl sonra bütün hareketleriniz otomatikleşir, düşünme ve kontrol yeteneginiz körelmeye başlar.
Sürme eylemini otomatik sürücünün yaptıgı gibi yaparsınız.
İbadettede bu mümkündür.
Belli süre sonra secde ve zikirler anlamlarını düşünmeden otomatik şekilde yaptığınız beden hareketlerine dönüşür, düşünmede gevşeklik bir tembellik oluşur.
Ağlamak burada bu dağınıklığı toparlamaya yardımcı olur sizi motive eder.

Buna güzel bir örneği İmam-ı Rabbanî Hazretleri mektubatında şöyle dile getiriyor:

“Zikr yapmakda gevşeklik duyarsanız, kalbinizin niçin dağıldığını araşdırınız! Bundan sonra, kalbi toparlamağa çalışınız! Boyun bükerek ve ağlayarak, kalbdeki karartının gitmesi için, Allahü teâlâya yalvarınız.”

Mü’minin ağlaması ile inançsız kişinin ağlayışı farklı sebeplerdendir.
Mü’minin gözü Allah için ağlar, sevgi ile duyduğu özlemden ağlar, kendisine verilen her türlü maddi manevi rızka şükürden ağlar, Allah korkusundan ağlar bunların değeri çok büyüktür.
Sebep ve niyet çok önemlidir.
Sebep ve niyeti Allah’tan başka kim nasıl bilebilir?

Bu türden ağlayış pop şarkıcıları için ağlayan, ayılıp bayılan insanların ki ile aynı şey değildir.
Belki ikişindede ayni vücut fonksiyonu işliyordur ama sonuçta birisi mânâlıdır diğerinin hiç bir kıymeti yoktur.

Kişi ilimde ilerledikçe ağlamakta daha çok mânâ kazanır.
Bunu Mevlânâ Hazretleri Mesnevi’de bir hikayesinde şöyle dile getiriyor:

“Birisi, müftüden gizlice sordu: “Bir adam namazda feryat ederek ağlarsa, acaba namazı bozulur mu, bozulmaz mı, namaz da ağlamak caiz midir?”
Müftü dedi ki: “Gözyaşı denilen o yaş niçin aktı? O, ne gördü, neden ağladı? Önce buna dikkat etmek gerek. Acaba gizlice ne gördü de o gözyaşı çeşmesi aktı? Eğer yalvarıp yakaran kişi, o alemi gördüyse ağlayışı ile namazı daha makbul bir hale gelir. Yok, o ağlayış, o yaş, beden zahmetindense ip de kırıldı iğne de.”

Ağlamak içtenliğin, samimiyetin belirtisidir.
Çâresizliğin dışa vurumudur.
Ağlama sonrasında kisi rahatlar huzura kavuşur.
Ağlamak iletişim kurmaktırda denilmiştir.

Ağlamak Allah’a teslimiyetin, sığınma arayışının, ona kaçışın sembolüdür, teslimiyet islam demektir, tanrıdan yardım isteyerek hulusi kalb ile ağlayarak ona dua eden kişi, kibrini ayaklar altına almış, büyüklük taşlamaktan uzaklaşmış, aciziyetini kabüllenmiş olduğunu ispat etmiştir .

Yağmur kuruyan yeryüzünü yeşertirse, ağlamakta kuruyan katılaşmış gönlü yumuşatır.
Her nasıl göz göklerinden yaşlar boşanıyorsa, gönül göklerindende gönüle bir yagmur niye yagmasın?

Her nasıl yeryüzünden bu su ile değişik değişik meyveler, çeşitli çiçekler, çıkıyorsa, gözyaşıda gönüldeki o iman ve islam ağacının köklerini besler, çeşitli manevi rızıkların meydana gelisini sağlar.
Bebek karnı acıkınca ağlar, bebeğin maması anne sütüdür, ya Allah için ağlayan gözün rızkı ne olur, bunu sen bir düşün?

Ağlamak, kulun Allah’a olan sevgisine karşılık Allah’u teala’dan sanki bir izin ve cevaptır.
Bu alamet, bu cevap bir sonuçtur, çünkü ağlamadan önce his etme, düşünme mevcuttur ve ağlamak sanki Allah’tan dilenir.
Bu nedenle bu hisler ve düşünceler bir başlangıç, yalvarmak ve dilemek bir eylem ve bu nispetle ağlamak sonuç ve Allah’u tealadan kuluna bir cevap bir izin olmuş olur.
Çünkü Allahu Teala ağlamana izin vermeden sen ağlayamazsın.
Herşey “O”’nun lütfu iledir.

Sanayide dökümhaneler vardır, bu dökümhânelerde çelik ve benzeri ham maddeler eritilir ve bu eritme büyük fırınlarda yapılır.
Bu fırınlar sürekli yanık olmalıdır, çünkü eğer soğurlarsa bir daha kullanılmaz hale gelirler.
Ocaklar katılaşırlar ve çatlarlar.
Bu yüzden onları 24 saat yanık tutarlar.
Mü’minin kalbide bir ocak gibi yanmadadır, o ocak sönerse kalb tıpkı bu döküm hanede kullanılan ocaklar gibi soğur ve katılaşır ve hatta çatlar.
Bu yüzden ağlayarak onun ateşini sürekli sabitlemek gerekir.

Çünkü nefsi bu ocakta eritiriz.


İmam-ı Rabbanî Mektubatından:

“Hem şükr etmek, hem de, Ona sığınmak ve başka birşeyi sevmemek için ağlamak yalvarmak lâzımdır. İçden, ağlamak, yalvarmak gelmezse, kendini zorlamalıdır. (Ağlamazsanız kendinizi ağlatınız!) demişlerdir. Kâmil ve mükemmil bir zâtı [ya’nî yetişmiş ve yetişdirebileni] buluncıya kadar, bu isteği, bütün sıcaklığı ile kalbinizde saklamak lâzımdır..”

“Ağlıyamazsan, kendini ağlat!" sözü meşhûrdur.
Böyle niyyet edebilmek için, durmadan Allahü teâlâya düâ etmeli, yalvarmalıdır.

Fârisî beyt tercemesi:
“Umarım, kabûl ede, göz yaşımı,
O ki, inci yapar, su damlasını.”

Ağlamak kurtuluştur, azapların önlenmesi için Allah’u tealadan bir rahmet dileğidir.
Bunu Mevlânâ hazretleri şöyle dile getiriyor:

"Sen kimi dertle hasta etmek istersen onun gönlüne ağlayış yolunu kapatırsın. Bu suretle de defeden olmaz, bela gelip çatar. Çünkü sızlanma şefaatçisi bulunmaz. Birisini beladan kurtarmak istersen gönlüne sızlanmayı getirirsin. Kuran’da şiddetli azaba uğrayan ümmetler hakkında dedin ki: O anda ağlayıp sızlanmadılar ki bela onlardan dönüp savuşsun. Gönülleri katı olduğundan suçları kendilerine ibadet görünüyordu. İnatçı kendisini suçlu bilmedikçe nasıl olur da gözleri yaşarır ağlar? Hasılı ağlayıp sızlanmanın Tanrı yanında değeri vardır. Ağlayıp sızlanmada ki değer nerede var? Ey ümit hemen kalk belini sıkıca bağla. Kalk ey ağlayan daima gül. Çünkü ulu Tanrı üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanları ile bir tutmaktadır.”

Aşağıda Mevlânâ Hazretleri Ağlayıştakı taklitçilikten ve şeyhin ağlayışındaki mânâdan bahsediyor :

”Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına benzemez. Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir yol var.

O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz. Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir sanma. Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir. Onun ağlayışı da o yandandır, gülüşü de. Aklın vehmettiği şeylerden dışarıdır o. Onun gözyaşı, gözüne benzer. Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer. Onun gördüğünü ellemeye imkan yoktur, ne akıl kıyası ile bilinir, ne duygu yolu ile! Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Tanrı’nın huyudur. Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır.”

Sultan Veled’in İbtidanâmesi’nden Ağlamanın Yararları ile ilgili beyitler :
“Güzel huy, Hakk''''''''''''''''''''''''''''''''a enîs olmaktır, gece - gündüz özlemle ağlamaktır,
Bundan maksadım, görünen namaz değildir; bunu temiz olmayan kişi bilemez”

“ Cennet yolu tikenliktir; cehennem yoluysa güllük, fesleğenlik,
Tiken yolunu, ağlaya - inleye tutanın canı, bil ki ebedîlik yurdunu, cenneti
konak edinir,”

“Fazlasıyla ağla, yan, feryâd et de neliksız - niteliksiz Tanrı, seni nelikten, nitelikten kurtarsın”

“A diri, hak yolu, ölmektir; hiç gülmeden boyuna ağlamaktır;
Uykuyu, yeyip içmeyi, mezeyi, şarabı bırakmaktır, Bu defineyi elde etmek için tümden harâb ol, Harâb ol da seni o denize çeksin; eşsiz, paha biçilmez bir inci hâline getirsin!”

Maariften: “Sen amelden, namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi, geceleri uyu-mayarak ağlayıp inlemeyi ve perhiz etmeyi anlıyorsun. Halbuki bunların hiçbiri de amel değildir. Bunlar ancak amelin sebepleridir. Hepsini yaptığın zaman bunların sende bir etki sağlaması mümkündür. İşte o zaman sen, ibadet etmiş ve olduğundan başka bir şey olmuş bulunursun.”

“Benlik ve bizlik hissi, insanın çalışmasiyle gitmez ve böyle bir düşmanı kahretmek onun elinden, ayağından gelmez. Fakat, Tanrı buyurur ki: "Böyle bir düşmanın elinden bana ağla ve inle! Zira onu kahretmek mutlak bir iktidar sahibi olan benim elimden gelir.Benden başka kimse birşey yapamaz. Yanlız şu kaideyi koydum: Ey kulum! âciz olmana rağmen, onun kahrı için çalış ve onunla barışma, daima mücadelede!”

Mesnevi 1.cilt 480 :
"Dal, ağlayan buluttan yeşerir, tazeleşir.
Çünkü mum,ağlamakla daha aydın bir hale gelir.
Nerde ağlıyorlarsa orda otur, çünkü sen, ağlamaya daha lâyıksın!
Çünkü gönülde taklit nakşı var; yürü bendini göz yaşıyla yık!
Taklit, her iyiliğin afetidir. Sağlam bir dağ bile hakikatte samandan ibarettir."

Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban


Tevbe 82 : "Artık kazandıkları günahın cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!"

İsrâ 109 : "Ve ağlayarak çeneleri üstü kapanıyorlar; o onların ürpertilerini de artırıyor. "

Necm 60 : "-Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?"
Resim
Cevapla

“2008” sayfasına dön