2009 Eylül Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

NUR-u RASÛLULLAH ve GECELER
Tarih: 05.09.2009 Saat: 18:28 Gönderen: Kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


NUR-u RASÛLULLAH ve GECELER

Allah’ın hikmetine bakın!
Karadeniz’den çıkan balık geliyor, Kaymazdaki, Kaymazlı Hasan Efendi geliyor. “Ulan balık alalım!” diyor alıp götürüyor eve veriyor. Aldığı balıkta tabi kokmuş. Herif farkında değil götürüyor eve. Evde bir zehirlenme, bir isal haydiii.
Karadeniz’deki balığa verilen emre bakın:
“Ağa tutulacaksın. İstanbul Boğazından gireceksin. Kayıkçı Hasan tutacak seni. Yemiş İskelesine getirecek, ordan kontroldan çıkacaksın, satılacaksın. Sen yalınız sepete konacaksın. Kamyonnan Eskişehir balıkçısı bilmem balıkçı Hüseyin’e gideceksin. Kaymazlı Hasan Efendi geçerken seni görecek, alacak! Sen o sırada kokacaksın. Gideceksin evde yiyecekler seni. Hepisi ishal olacak. Bir tanesini ishalden öldüreceğim!” demiş Cenâb-ı Allah.

Bak bak, bak neler oluyor.

Bunlar uzak tecellîler olduğu için hafızamıza, göz projeksiyonumuza girmediği için idrak edemiyoruz.
Bunların ifşâsı güçtür. İnsan çıldırır insan.
Öleceğin vakti de bilirsin ya. Felan gün, felan saatte sen ölecen.
Ama hangi saniye de öleceğini, onu Cenâb-ı Allah bilir.
Ne insanlar var ki altı ay evvelden diyor: “Ben felan gün öleceğim!” diyor ve ölüyor.
Ama bunlar sivrilmiş insanlar, sivrilmiş. Allah her şeyi be etmiştir.
Beyânı da gelip ağzinâ koymaz. Sen kendin bulacaksın.
Bunları bulmak için daima söylediğimiz gibi aziz cemaat.
Daima abdestli bulununuz, gezmede, ayakta, yatakta velhasıl her yerde.
Aha şimdi çıktık câmiden.
Kimisinin abdesti gelmiştir, helâya gider.
Şadırvan orda alıver abdesti ondan sonra git.
Bir şey olmaz korkma.
“Efendin ben evde alırım!”
Allah Allah! Eve kadar gideceğine rabor mu var elinde.
Alırsan abdest Yâ Rabbî, şu demektir ağzınnan da, ben belki eve kadar, yaa oğlum sen bilirsin.
“Ama ben hazırım Yâ Rabbî!” demek.
İşte ihlâs bu. İhlas denilen bu. İhlaslı ol, ihlâslı.
Takvâ, takvâ, takvâ!..
“Efendim takvâ iyidir, ihlâs iyidir!”
Hep Hacılar konuşurlar birbirleriyle arada ne ihlâs var ne takvâ var.
İşte daha yeni Yeni câminin orda Büyük Câminin orda namaz vaktından evvel efendim takvâ ,hoca efendi söyledi, takvâ.
“Ne ağam takvâ?”
“İşte takvâ efendim ne, takvâ takvâdır.”
Eeee şöyledir, böyledir felan.
Eeee sonra eeee yarın gideriz köye koyun almağa der.
Ulan yarını nerden karar verdin.
Takvâ, makva ihlâs hepisi, hebaen mensure oldu.
Bunlar yalancı insanlar.
İhlas demek, her an-ı vahidde Allah’ın ye’d-i kudretinde olduğunu düşünebilmektir oğlum. İhlas bu.
Düşünemediği için hiç kimse ihlâsa varamıyor.

Daima abdestli bulununuz aziz cemaat.
Gezmede ayakta, yatakta velhasıl her yerde.
Bu işte ihlâs demektir.
Her an Allah’ın ye’d-i kudretinde hazır olduğunu ceseden ikrar demektir abdestli gezmek.
Zâhir bilgi ile Kudsî Âleme, kendini kalb gözüyle mahluk olup hareme girmeye müsaade yoktur.
Bunlar olursa kıldığımız şeriat namazı, kalb namazımızla birleşir.
Birleşmezse noksan olur.
“Eeee efendim bizim birleşmiyor da!” Bi hoşluk duyarsın o kadar.
Sabaha kalkarsın oh namazımı kılacağım oooohhhh bi kılar güzel.
Bi hoşluk duyar. Gözü yaşla dolar.
Bi de yaş dolar gözü işte o kadar fazla yok!.
Ama bunların bu kadar olmadığı âşikârdır aziz cemaat.
Namazdan zevk duyun.
Sabah namazında güzel ezanlar okunuyor.
Yahut çok evvel gece kalktın kapını açtın ki ay ışığı var.
Pencerede ohhhh.
Herkes uyuyor çıt yok.
“Ohhhhh Yâ Rabbî!” mest duyuyorsun böyle. İçine bir hoşluk gelir.
Namazını kılarsın işte iki rekât.
“Yâ Rabbî Sen bilirsin.
Sen Ümmet-i Muhammede mağfiret eyle!
Sen benim içimi de biliyorsun ne lâzımsa bana Sen bilirsin!”
Bazen ağlama gelir.
Gözünden yaşlar, Allah’ın hoşuna gider o halin.
Bir hoşluk içindesin.
İşte o kadar, fazla yok.
Ama bu o kadar değildir aziz cemaat bunun daha ilerisi vardır.
“Nesi vardır?”
İstediğin ANda istediğin şey olur.
“Allahuekber!” dersin Kâbe’yi görürsün.
“Olur mu?”
Olur ya! Televizyonu çeviriyorsun da Eisenhower’in, konuşmasını nasıl görüyorsun. Onu adam yaptı.
“Efendim böyle?”
Olur ulan olur olur, olur!
Sen bakma o olmaz diyenlere. Onlar ne yaptıklarını bildikleri yok.
Irmak kenarında ayaklarını yıkayan suyun kıymetini bilmez.
Çölde olan suyun kıymetini bilir.
Kıymet bilmek için insanda, kıymet benim kıymetimi mi senin kıymetini mi?
Yok efendim kendin kıymetini.
İnsanlık kıymetini bilmek için insan.
İnsanlık kıymetini bilirse insan kıymet bir cevherin ortaya, iki tane taş götürsen bunları ben buldum efendim.
Bu elmastır, bu da yalancıdır.
İşte kıymet bu.
Elması hemen alırsın, ötekini atarsın.

İşte senin içindeki elması, asıl Nur-u Rasûlullahı, meleklerin secde ettiği nüveyi bulduğun dakikada ötekilerin hepsini atarsın.
Perdeler açılır.
İşte bu kıymeti bulabilmek için: “Ruhundan; hasediii, yalanııı, aldığın gıdadan haramııı çıkarmak lâzımdır!” diyor Cenâb-ı Allah.
Bunların olmasa insan bomboş olur oğlum. Bomboş olur…



Âmin.
Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ehli beyti Muhammed.
Subhaneke Yâ Allam, Tealeyte Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!
Allahümme entel Mennânü Bediü’s- semâvati velard!
Zül celâli vel ikram!
Yâ Hayyu Yâ Kayyumu!
Yâ Allahu celle celâlihu!.


Yâ Rabbi!
Sen ibadetlerimizi kabul ve İndi- İlahînde makbul eyle Yâ Rabbi!
Bize Sabır ihsan eyle! Midemize haram lokma nasip eyleme Yâ Rabbi!
Daima helâl yoldan bize mazruk eyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi her türlü âfat-ı belaiye, âfat-ı semâiye, âfat-ı araziyeden, sel, su, zelzele, âfatından sen mahsun kıl Yâ Rabbi!
İcab ettiği zaman ordumuzu düşmanlara karşı Mansur u muzaffer eyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi her türlü düşman istilasından muhafaza buyur. Beti bereketi artır Yâ Rabbi!
Hastalarımıza, dertlilerimize deva ve sıhhat ihsan eyle Yâ Rabbi!
Yarın âhirete teşrif ettiğimizde bize kabirde sual meleklerinle iltifat nasip eyle Yâ Rabbi!
Âhirete intikalimizde Rasûl-i Muhteremin mübârek Yüzünü görüp, ellerinden öpmek nasîb-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbi!
Her işimizde Muaffak kıl Yâ Rabbi!
Dirilik sağlık ver Yâ Rabbî.
Lillahil Fatiha…



NUR-u RASÛLULLAH ve GECELER

Namazdan sonra Hafız Efendi bir âyet-i kerime okudu.
O âyet-i kerimenin bir Arabça iskelet mânâsı var.
Bir Arabça bir âyete kerime okunduğu zaman bir hamal arabın, basit bir arabın anlayacağı mânâ vardır.
Biraz okumuşunun anlayacağı vardır.
Bir daha, bir daha, bir daha.
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin hadisine göre Kur’ân âyetlerinin yedi mânâsı vardır.
Ve her âyet-i kerimenin yedi mânâsı vardır.
Bunlara Kur’ânda icaz derler, icaaaaz.
Bu okunan âyet-i kerimenin sonunda da biliyorsunuz Sadakallahül Azim diyeceği zaman İlla rahmetellil âlemin.
Vema erselnake illa rahmetellil âlemin.
Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Keriminde:
“Biz seni âlemlere rahmet için gönderdik.” buyuruyor.
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellemin kendi şahsına ait bir âyet-i kerime bu.
Kur’ân-ı Azimuşanda Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin şurada Mim harfi ile başlayan ismi bir yerde geçer.
Bir âyette geçer. Her yerde geçmez.
Cenâb-ı Allah bile mübârek ismiynen bir yerde kendisine hitap ediyor. Diğerinde El Müddesir, Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, Rasûlüm, Habibim, Ahmed, Mahmud diye hitap ediyor.
Onun için Cenâb-ı Allah bile Rasûlullah’ın mübârek ismine hürmet gösteriyor.
Onun için onun mübârek Mim ile başlayan harfli ismini sokakta ağzınıza almayın.
Bazı serseriler, câhiller vardır.
Sokakta hemen eline sarılır.
Salavat-ı şerife getirmeğe başlar.
İçinden getir oğlummm!
Bunlar çok ince işlerdir.
Abdestsiz iken Rasûlullah Efendimizin mübârek ismini ağzınıza almayınız efendim!
Allah indinde rıza, Rasûlullah’ın şefaatine nail olmak ta’zim ile olur.
Ta’zim demek, bunlara dikkatle olur.
Onun için abdestsiz gezmeyin diyorum size.
Câminin içinde Rasûlullah Efendimizin ismi mübârekini alırsınız.
Bir yerde Rasûlulah Efendimizden bahsedilirken, Rasûlullah Efendimiz, Rasûli Ekrem Efendimiz, Peygamber Efendimiz.
O ismi almayın!
Çünkü insan dünya soytarılarla dolu.
“Yalın ayak Arab!” diyen bazı soytarılar da var dünyada onun için.
Onun için çok dikkat edin.
Kur’ân-ı Kerimde bile Rasûlullah Efendimize âyet-i kerimede denir ki : “İkre’ bismi rabbikelleziy halak” seni halk eden Allah’ının ismiyle oku diyor Yâ Habib diyor.
“Halekal’insane min ’alak”
İnsanı alakadan halk eden, “Seni alakadan halk ettik” demiyor edebe bakınız Kur’ân-ı Kerimde.
Seni halk eden “İkre’ bismi rabbikelleziy halak” Seni halk eden Allah’ı’nın ismiyle oku.
“Halekal’insane min ’alak” ki o Allah insanı da bir pıhtıdan yarattı. Rasûlullah Efendimize onu bile kondurmuyor dikkat edin Allah’ın ta’zimine.
Allah ta’zim ederse Rasûlullaha biz ne oluyoruz.
Onun için ordaki Nur-u Rasûlullahdır, Nur-u Rasûlullah.
Nur-u Rasûlullah, her mü’minde, her kâfirde kim olursa olsun düşünen, bilen her insanın kalbinde mevcuttur Nur-u Rasûlullah.
Namaz, niyaz, ibadet, taat bu nuru ortaya çıkarmaya yarar.
Namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekât vermekle, hacca gitmekle insanın şekli değişmez.
Şeftali ağacının dibini kazarsan, bakarsan ona su dökürsen şeftali verir.
Ne kadar bakarsan bak şeftali ağacında üzüm olmaz.

Onun için ibadet, taat insanda gizli olan bir şeyi ortaya çıkarır, bir şeyi.
Cenâb-ı Allah insana beş hassa vermiştir.
Bakınız parmaklarımız bir, iki, üç, dört, beş.
Bunların bütün oynayışları, hareketleri Cenâb-ı Allah’ın izniyle olur.
Yalınız Cenâb-ı Allah bu parmakları O’nun izniyle oynatırsın.
Yalınız irade-i cüzziye vermiştir hangisini oynatacağını sana bırakmıştır. “Ben bunu oynattım.” Allah buna karışmıyor, buna da karışmıyor.
Hangisini oynatırsan oynat!
İrade-i Cüz’iye verdiği için parmağını biçimsiz oynatırsan kafanı kırarlar. Onun için haram, cehennem, cennet bunun için yaratılmıştır.
İrade vermiştir ben bunların hepisini ben oynatırım.
Amma arzuladığını sen oynatırsın demiş irade vermiş sana, bir mükellefiyet vermiştir.
O halde bu parmağını biçimsiz oynatırsan kafanı kırarlar.
İşte bu parmağını nasıl oynatacağın, rızaya nasıl gideceğin,
Sallallahu Aleyhi Vessellemi göndermiştir kâinata.
Onun için ibadet insanın içinde meknuz olan Nur-u Rasûlullahı ortaya çıkarar.
Kur’ân-ı Kerimde zâten: “ve lakinne ekserahüm la ya’lemun” âyet-i kerimenin birisi bu.
“ve lakinne ekserahüm la ya’lemun”
Fakat onların çoğu bilmezler.
“Kimler onlar?”
Hepimiz. “ve lakinne ekserahüm yechelun”
Bir kısmı da câhildirler, onların ekserisi câhildir. Bir kısmı da gafildir.
“La ya’lemun” olanlar.
“Ekserihum la ya’lemun” fakat onların çoğu bilmezler, bilmemezlikleri doğrudan doğruya kendi kibirlerindendir.
Bilmeyen insan kibir içindedir.
“Ekserihum câhilun.” Fakat onların ekserisi de câhildir.
Onlarda şirktedirler, câhil adam da şirktetir.
“Ve ekserihum gafilun.” Gafil adam da bir elini o tarafa atmış, bi elini bu tarafa çekip duruyor.
Şu Hoca böyle dedi. Bu Hoca böyle dedi.
Acaba şurada secde lâzım mıdır?
Yok efendim gül kokladım orucum bozuldu mu?
Efendim şuramı kaşıdım.
Bunlar serseri sınıfıdırlar.
Bunlara ahrette hiçbir şey yoktur.
Süpürgeci bile olamazlar.
Hiçbir şey olamazlar.
Süpürgeci bile olamazlar.

İbni Nakkâş vardır. Müfessir. 763 Hicri tarihinde vefat etmiştir.
İbni Nakkâş cilt cilt kitapları vardır.
Hiçbir yere müracat etmeden Kur’ânı tefsir etmiştir.
Bir, bir daha vardır Niğmetullah Nahcivanî denir.
İki ciltlik onunda vardır.
O da hiçbir yere şey etmeden, müracat etmeden Kur’ânın icaz mânâlarını şey etmiştir.
İbni Nakkâş kitabında der ki:
“Kur’ân-ı Kerimde bir, iki, üç, dört kelimelik bir âyet vardır.
Bu âyet-i kerimenin içinde beş tane “Mim” vardır, “Mim”
Birbirini takip eder. Bunları keşfeden adam bu nura kavuşur!” der.
Mânâsı ama onun o nurlan alakası yok. Derinliğinde var.
“Ala ümemim mimmem meak”
Bir iki, bir iki de onda beş tane “Mim”.
Bu “Mim” leri birbirine eklersen oğlum varyoz olur.
Şöyle bir buzdan yapılmış bir sürahi vardır.
Su donmuş buz olmuş.
Güneşe arz ettiğin zaman eriyi verir.
O buz sürahi su oluverir.
İşte “Ala ümemim mimmem meak” âyeti senin içine girdiği zaman, o zaman olur parlarsın.
Kafan bambaşka olur.
Yok olur insan.
Suyu sıcağa tuttuğun zaman bir saat sonra çaydanlığın dibinde su kalmıyor. Hepisi buhar olup gidiyor.

Onun için aziz cemaat bu lakırtıları bir yerde bulamazsınız.
Kitap sayfalarında da yoktur.
Âhir zamandayız.
Hepimizin çoğu da kırkı aşmıştır.
Kırk sene daha yaşayacak değiliz.
Âhirette kahveler kurulmuş. Lokantalar, sinemalar, balolalar, Câmiler, Mescidler hepisi vardır. Hangisini istersen?
“Efendim nasıl varımış?”
Âhiret âlemi bu vücud nesnesi ile görülmez fakat secdeye başını koyanlar buna adam akıllı inanmıştır.
Yarın bu toz duman dağılacak kimin atlı, kimin yayan olduğu ortaya çıkacaktır.
Görüşürüz aşağıda. İstediği kadar “vır vır!..” etsin.
Şurda bir adam varda geçerken, otomobiller, binalar, elbiseler, mağazalar şunlar bunlar.
Geçerken kimi idi bu?
Efendim vefat etti dedi.
Vefat eder, ölür, geberir, çatlar insan. Zıbarır.
Seksen türlü ölüm vardır.
Vefat etmeye çalışalım.
Vefat da etmeyelim kalıp değiştirelim.

Onun için âlemlere rahmet gelen Rasûlullah Efendimiz şu girdiğimiz Recep Ayını çok methederdi.
Bilirsiniz biz İslâmların bir çok geceleri vardır. Gece, gece!..
Bu geceler; Regaib Gecesi, Mevlüd Gecesi, Ber’at Gecesi, Mi’rac Gecesi, Kadir Gecesi.
Bu geceleri her İslâm bilir bilirsiniz.
Regaib bu içini geçtiğimiz için söylüyorum mevzumuzda değil.
Regaib Arabçada regibe kelimesi vardır regibe.
Bu cem’idir, çoğuludur. Gözlük, gözlükler gibi .
Regibe, regibeler regaib. Rağbet olunan şey demektir regaib.
Recebin ilk cuması perşembeyi Cuma’ya bağlayan gecedir, değişmez bu.

Şimdi iyi insanlar, mukaddes insanlar, Allah insanları.
Onların kendi hususî kanunlarıyla ifade edelim.
Bazı hocalar çıkar vaaza:
“İşte efendim bilmem ne ettikleri gece, aman aman aman aman amaaaaan maazuallahu Teala!”
Böyle edebsizce lakırtı edilmez.
Regaib kelimesinin Arabçada bir de kevnî mânâsı vardır.
Ben iyi bilirim Arabça haaaa.
Öyle bennen fındık atılmaz.
Öyle gaveleynen güveleynen iş yok.
Regaibin iki mânâsı vardır.
Birisi regibe den gelir; rağbet etmek, kıymet etmek.
İkincisi de gayb mânâsına gelir bir mânâsında, gayb mânâsına. “Nerdeymiş bu?”
Ben Ahteri de bulamadım.
Bazısı söyler. Ulan Ahteri şu kadar kitap.
Firuz Abadî’ nin atmış ciltlik okyanus diye bir luğatı vardır.
Yedi yüz elli bin kelime vardır içinde.
İlk Arap lüğatını yazan insandır. Altmış cilt.
Onu tevhis etmiştir Türkçeye mürkçeye.
Aç onları da bak. Ama nasıl açacaksın.
Nur-u Rasûlullah’ın Nur-u Muhammedinin Sallallahu Aleyhi Vessellem Levh-i Mahfuzdan ayrılıp dünyaya indiği gecedir Regaib Gecesi.
Gök ehli bizden aşağıya gitti diye üzüldüler, onlar için gayb.
Arz için şevk-i şadumanî Rahmet Gecesidir.
Rasûlullah Efendimizin valide-i muhteremeleri, Allah şefaatinden mahrum eylemeye. Hz. Âmine, mübârek babaları Abdullah bunların evlendikleri gece değildir Regaib Gecesi.
Yanlış anlamayın! Hz. Amine’nin kendisinin hâmile olduğunu hissettiği zamandır. Anlaşıldı mı?
O gece ben hâmile oldum diye hissetti.
Aş görmeye başladı, işte bilmem şunu kesildi, bunu kesildi.
Kendisinin hâmile olduğunu anladığı gecedir Regaib gecesi.
Yoksa Hz. Abdullah ve Hz. Aminenin evlendiği gece değildir.
Onun için bunu karıştırmayın.
Büyük insanların, Allah’ı bütün beşeriyeti bildirdiği insanların, hayat-ı hususuyilerine parmak atmak, biçimsiz anlamak, şirke sokar insanı şefaatından tekme yemeğe başlar insan.

İkincisi Regaib Gecesinden sonra Mevlüt Gecesi.
Mevlüt Gecesi kâinata nurun indiği gece. Rebuevvelin 12. gecesi.
Hep gece oğlum!
Gündüz değil baksana. Hep gece!
O halde gece namazinâ kalk.
Hep geceden bahsediyor, Perşembe gününden bahsetmiyor.
Başka bir gece daha var.
Berat Gecesi Şaban’ın 15. gecesi.
Bununda kâinata rahmetin indiğini biliyoruz.
Cebrail’in Hz. Rasûle görülüp Sen Peygambersin tebliğ ettiği gece.
Berat Gecesi.

Birde Mirac gecesi vardır.
Ramazanın 27. gecesi.
Hergün Mi’rac Gecesi oğlum bakma.
İşi gizlemek için yirmi yedi neyi getirmişler onu.
Ötekiler gaflet içinde.
Gaflet içinde şey eder yirmi yedinci gece sabaha kadar oturur oturur, bir yer de açılmaz!

Ötekisi Kadir Gecesi Kur’ânın Cebrailin tankerine konarak Hz. Rasûlün kalbi mübârekine böyle civatalalıp indirildiği gece Kadir gecesi.
O halde mi’rac Rasûl-i Ekrem için eftaldır.
Kadir gecesi ümmetine eftaldir.
Kadir gecesi bizim, Mi’rac gecesi Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesselemindir.
“Efendim Miraca Rasûlullah Efendimiz nasıl gitti?”
Hala münakaşa ediyor. Hala hocalar, alimler münakaşa ediyor.
“ Efendim acaba uykuda yakaza halinde mi gitti, rüya mıydı, nüma mıydı?”
Böyle birbirine Hacivat gibi: “Yok rüyaydı yok buydu!”
Ben size açıkcasını söyleyim.
Kur’ân-ı Kerimi açıp bakın oğlum.
Bunları mırıldanan herifler Arapda bazen Arapça bilmez.
“Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi.”
“Subhanellezi!”
Aman Yâ Rabbî.!



KELİMELER:

İfşâ : (C.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
Takva : Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.
Mazruk : Rızıklanmış, ihtiyaçları verilmiş. * Bahtiyar. Saadetli, mutlu.
İrade-i Cüz’iye : Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
Varyoz : Balyoz. Kazık çakmak, büyük taşları kırmak için kullanılan uzun saplı, iri ve ağır çekiç.
Maazuallah : Allaha sığındık. Allah korusun.
Regaib : (Ragibe. C.) Çok istenilecek şeyler. Hediye, atiyye. Çok rağbet olunan şeyler. Bol bol ihsan etmek.
Gayb : Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
Şevk : Çok istek, şiddetli arzu. * Neş’e. *Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama. * Memnun. Şâduman
Şaduman : (şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik. * Mesrur, bahtiyar.



ÂYETLER:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
Resim---" İkre’ bismi rabbikelleziy halak. Halekal’insane min ’alak : Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.” (Alak 96/1-2)

وَقَالُوا لَوْلاَ نُزِّلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّ اللّهَ قَادِرٌ عَلَى أَن يُنَزِّلٍ آيَةً وَلَـكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve kalu lev la nüzzile aleyhi ayetüm mir rabbih kul innellahe kadirun ala ey yünezzile ayetev ve lakinne ekserahüm la ya’lemun: O’na Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.” (En’âm 6/37)

وَلَوْ أَنَّنَا نَزَّلْنَا إِلَيْهِمُ الْمَلآئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتَى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَّا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
Resim---"Ve lev ennena nezzelna ileyhimül melaikete ve kelemmehümül mevta ve haşerna aleyhim külle şey’in kubülem ma kanu li yü’minu illa ey yeşaellahü ve lakinne ekserahüm yechelun: Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler.” (En’âm 6/111)

قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---" Kiyle ya nuhuhbit bi selamim minna ve berakatin aleyke ve ala ümemim mimmem meak ve ümemün senümettiuhüm sümme yemessühüm minna azabün elim: Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.” (Hûd 11/48)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

SEVGİli kardeşlerim!
Tarih: 08.09.2009 Saat: 00:19 Gönderen: Kulihvani

Resim

Nur-ye yazmış :

SEVGİli kardeşlerim,
KADER KİTABımızın SAYfalarının satır aralarını gezerken BİLİNÇli YAŞAdıklarımızı VERİ Tabanımıza yüklenişini SADRdan OKUmasaydık İDRAK ederek sizlere bunları sunamazdık...
Kul İhvani hocamızın MUHAMMEDİ TASAVVUFunu çokkkk iyi OKUmamış olsaydım bunları öğrenemez ve YAŞAntıma da yansıtamazdım.

MUHAMMEDi SEVGİ SIRRI’nın tamamı üzerimize yağsın…
DAİM GÖNLÜMüzün SELAM-ETinde OLalım İNŞAALLAH!



*** “DIŞ Düzenimiz
İÇ Dengemiz
BİZ BİR-İZ..
MUHAMMEDÎYİZ!..’’

Kul İhvani


SEVGİli kardeşlerim,
KADER KİTABımızın SAYfalarının satır aralarını gezerken BİLİNÇli YAŞAdıklarımızı VERİ Tabanımıza yüklenişini SADRdan OKUmasaydık İDRAK ederek sizlere bunları sunamazdık...
Kul İhvani hocamızın MUHAMMEDİ TASAVVUFunu çokkkk iyi OKUmamış olsaydım bunları öğrenemez ve YAŞAntıma da yansıtamazdım.

MUHAMMEDi SEVGİ SIRRI’nın tamamı üzerimize yağsın…
DAİM GÖNLÜMüzün SELAM-ETinde OLalım İNŞAALLAH!

KADER Kitabımızın sayfalarının satır aralarını gezerken yaşadığımız olaylar kardeşlerimizle benzerlik göstermektedir.
Yazma nedenimizde ZOR YOLda ilerlerken gelen kardeşlerimize ışık olsun diye yazılmaktadır.
YANLIŞlıklarımızdan da ders almak kaydıyla tabi ki…
Çoğu zaman yaşananlar ifade edilemiyor. Zorlanıyoruz… Hata yapmaktan son derece korkuyoruz.
Allahu Zü’l Celal cümlemizin eksikliklerimizi tamamlasın.
Bunlar çok zor süreçlerdir.

Anasayfada ki Hocamızın TASAVVUFu kardeşlerimizin çok iyi okumasını önerebilirim.
Öyle şeyler okudum ki 1400 senedir sürmekte OL-ANın Muhteşem güzelliğini ZEVK ederken birebir YAŞAdığım olaylar çok oldu.
Bana özel değildi.
Bunu çok iyi inceliyerek OKUmak gerekmektedir.
Çok dikkatli OKUnduğunda her kez kendini orada SEYRedecektir.
1400 senedir yanan GÖNÜLlere SALLdır.
HAYY OL-AN ZİNCİRin HALKası OLmanın YOLlarını göstermektedir.
Bu özellik ve güzellik Resulullah sallallahu aleyhi Vesellem Efendimizden BİZlere AKmakta
ANlaşılabilir OLmamız için OKUnması gerekmektedir.

MUHAMMEDİNUR’a gelişimizle;
Söz- Sohbet- Zevk ve HAZZın YAŞAnabilmesi için,
MUHAMMEDİNUR ÖZ yuvamızda bütün sorularımıza cevap bulmaktayız.
İLAHİ İLMİN ÖĞRETİMi ve MUHAMMEDi EDEBin EĞİTİMi
Adım-adım el-ele gönül-gönüle diz-dize HAKK DOSTlarımızın HİMMETleriyle dozunda verilmekte.(dozunda alınmayışlara da ara ara girdim ilerleyen bölümlerde)
BİZlerde almaktayız şükür.
Dâim HİMMETleri üzerimizde OLsun İNŞAALLAH!


ESMAlar BİR terkiptir. Basit bir benzetme ama anlaşılması için ifade ediyorum ANTİBİYOTİKlere benzetirim.
Günlük doz alımı tesbit edilmiştir.
hepsini içeyim de bir günde iyileşeyim diyemeyiz..
O yüzdendir ki EHİL olanlar bizim ihtiyacımız olanı dozunda bize tavsiye ederler.
Bizde istifade ederiz.
SADAKATımız-SAMİMİYETimiz ÖLÇÜsünde.
Bu süreçlerde târifi imkansız bir ÖZlem içerisindeydim.
Söz dinlemeden o kadar yükleme yapmıştım ki!
Aşırı bir açlık söz konusuydu.
Doyamıyordum bir türlü!
Ne duyuyorsam çekiyor ne bulursam okuyordum…
Uzun süre Perşembe geceleri gece yarısından sonra ACİLe gitmek zorunda kalıyorduk.
Çok şiddetli acı duyuyordum.
BEDENimden diye düşünmekteydik fakat doktorun muayenesinden ve tahlillerin sonucunda BEDENde bir şey çıkmamakta idi.
Bu aylarca sürdü SAKİNLEŞtirci vurup gönderiyorlardı.
Her Perşembe gidişim nöbetleri denk gelen hemşireleri güldürüyor ve dalga geçerek yine sakinleştirici (ilacın ismini yazmıyorum) isteyen kadın geldi demekteydiler.
Yoğun baskı hissettiğim için muhtaç kalıyordum kendilerine.
RUHum daki ÖZlemleri algılayamıyordum.
Henüz Kul İhvanimİZle madde olarak tanışmamıştım..
Fakat MANEVÎ olarak 12 sene boyuncada GÖNÜLden müthiş bir BAĞlılığım vardı..
Kendisinin yanında müthiş enerjisi HİSsettiğimden yanında konuşamam.
konuşmama da ihtiyaç kalmaz GÖNLÜMde OL-ANıda BİL ve BULur ZÂTen!


Kendilerine yardımları olamayanların yazdıklarına bulaştık ve gördük ki kendilerine faydaları yok.
Hemen uzaklaştık…
Şöhret bu yolda çok tehlikelidir.
Kişiye bir şey olduğunu sandırır.
Kul İhvanimİZ dediği bir söz vardır “YAŞAnmayan yalandır!..’’ der.
YAŞAnmalı ki yalan olmaktan çıksın…
Nice insanlar nice insanları peşlerinde yanlışlıklara ve kaosa süreklemekteler.
DUA BİRliği KARDEŞliğimİZle…
Halisane niyetlerle yanlarında olanları Rabb’ımız en kısa sürede doğru yola ulaştırsın diye de dua etmekteyiz.

Sabah ezanına kadar çok acı çekiyordum.
Bu böyle süremez diyerek MÜCADELEye başladım.
İÇ hesaplaşmalar DIŞ DÜZENin kurulamayışıyla çok acı vermekteydi..
DIŞ DÜZENin düzenlenmesi sağlamalıydım ki!
İÇ DENGEnin dengesi ile ALGIlayabileyim..
Bunları öğrenmem tabiî ki çok zaman aldı.
Çiğ süt emmiş NEFSim ERENler ocağı MUHAMMEDİNURa gelişimizle İLHAMlarımızın İDRAKıyla AYdınlanmaya başladı.

Son gidişimde yine bir şey bulunmayınca. Bunun MANEVİ bir yoğunluktan olacağını HİSsettim.
HALİFE Olarak yaratılmışlığımın HAKKını vermeliydim.
Bu süreçin 12 yılında şükürler olsun ki MUHAMMEDİ BİR KADIN YOL arkadaşım oldu. ( Hatice’m rAHMETin bol olsun)

EHLİni arıyarak bu durumumu arz ettim .
yarıya indirmemi söyledi zikirleri indirdim yine aynıydım.
Daha azalttım yine aynı.
Çok acı çekiyordum..
Ve uzun süre Çekmedim bu HAL üzerimden geçene kadar.
Bu süreçte HADDİmi aşarak ve SÖZ dinlemeyerek havas ilminden yöntemler denedim…
Olanlar oldu tabiî ki…
Başıma gelmeyen kalmadı..
Gece olmasın istiyordum…
Öyle şiddetli korkutuyorlardı ki titremekten gözümü açamaz olurdum..
Gündüz- gece elektirikli hiçbir âleti çalıştıramaz olmuştum..
Elimi değdiğim anda ana sigorta atıyordu…
Bulunduğum odadaki lambalar patlıyordu…
Canım annem çok çekti bu arada benden….
Annemle yattığım (bu yaşta) çok geceler olmuştur…
Bunları yazıyorum ki benim gibi aşırı meraklı kardeşlerime uyarı olsun..
Her kitapta yazılanı okuyup uygulamasınlar…
Çevirilerde kendi yorumlarını katanlar da olmakta…
NEFSimi kendi ellerimle islettiğim için TEMİZLENME süreçlerine girmem gerekiyordu.
RUHumun İSTEKlerine isletmiş olduğum NEFSİMle cevap veremiyordum.
NEFSim HADDini BİLmediği için İLÂHlık peşindeydi.
NEFSime HADDini BİLdirmeli-BULdurmalı-Oldurmalı ve YAŞATmalıydım.
İMTİHAN OL-AN NEFSimdi.
İMKANında İMTİHAN olduğunu ham akılla bunların ANlaşılamıyacağını İLHAMlarımızın İDRAKını ancak ve ancak ERENler yüreğinde NAKİL ile YAŞAyacağımızı ANladık…

Peki bu nasıl olacaktı?
Ve bu Ancak ve Ancak HABİBULLAH Hastanesinde OLabilirdi.
Çetin geçen günlerde KEMÂLÂT ANA FORMÜLünde Asılı kalmaya gayret gösterdim.
Uzun seneler SECDEye başımı koyduğumda göremediğim ama HİSsettiğim bir ayak başımı şiddetli bir şekilde eziyordu.
Korkuyordum
Ama pes etmiyecektim.
Başarmak zorundaydım….
Yılmadım devam ettim.
Aslında yapı itibariyle çok ödlek bir yaratılışa sahibim. Kendimdeki bu cesarete de HAYRan olmuyor da değilim?
Ne istediğini bilmek çok önemli…
Yanlışları doğruya çevirmekle yükümlüyüz
Bu ZOR YOLda Kararlı ve istikrarlı olmak çok önemli.
Ve arkasında İLÂHİ yardım gelmekte şükür.
ŞEYTANımı (İkiliğimi) BİLecek ve onu def’ edecektim.
Bu nasıl olacaktı.
EHLinin HİMMETiyle ve kişisel GAYRETimle TAM TESLİMİYETi Resûlullah Sallahu Aleyhi Vesellem Efendimize yapacaktım.
Bir tane İMAM vardı.
O da Resulullah Sallahu Aleyhi Vesellem Efendimizdi. YÂ-SÎNimiz ŞEREFimiz BİR taneydi.
Taki Sûremizdeki âyetin anlamını İDRAK edinceye kadar;



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

20--- اتَّبِعُوا مَن لاَّ يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ

21---- وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

20. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.”
21. “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.” (YÂ-SÎN Sûresi 20-21)

Muhammedinur hiçbir ücret, yardım ve reklam almıyan BİR ÖZ YUVAdır.
YOLda olanlara RESÛLULLAH Sallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin Adına- Hesabına ve ŞEREFine HİZMET edilir.

RESÛLULLAH Sallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin KERVANında HİZMET eden KERVAN KITMİRimİZin;
Rabbanî
Kur''ânî
Muhammedî
Ehl-i Beytî
ve Erenî
Hasbî Habibî HİZMETiyle BİZler, İLAHİ sesi DUYmaya ve UYmaya Gayret edenler topluluğuz şükürler Olsun.
HİZMET alırız HİZMET etmeye gayret gösteririz!…

ALLAHu Zü’l Celal cümlemizi korusun YARDIMcımız olsun. HİDAYETine Erdirsin.
RESULULLAH Sallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz-YARimiz ŞİFÂlı ŞEFÂATı üzerimize olsun.
HAYY olan HAKK DOSTlarının daim HİMMETleri üzerimizde olsun İNŞAALLAH! ..


MUHAMMEDİ MuHABBEtlerimİZle!....
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Allahü Zü’l-Celâl’in Sıfatları
Tarih: 12.09.2009 Saat: 00:41 Gönderen: Kulihvani

Resim

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’İN SIFATLARI

Latif YILDIZ

Zihnen, kalben ve fiilen EL HAKK (celle celâluhu) olan Rabbü’l-âlemin’in Zâtı ile ilgili kavramlardır. İnsanoğlu; İlim, İrade ve İdrakle oluşturduğu tahkik imânını sâlih amelleri ile isbat ederken-İştirakle sistemin Sahibini tanır. Îmân ve kulluğun sâlih amellerini, tanıdığı RABB’ısına yapar.

Cibril (Aleyhi’s-Selâm) sorular sorduğu hadisinde:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ e: “İhsân nedir?” sorusuna Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) cevâbında: “ALLAH’ ı görüyormuş gibi O’na ibâdet etmendir; gerçekte sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir.” buyurmuştur. (Buhârî, Îmân 37; Müslim, Îmân 1,5,7)

Rabbü’l-âlemin’i Kur’ân-ı Kerîm’ de niteleyen kavramlara sıfat veya isim denilmesi terminolojik olup, mâhiyet ve mânâ açısından bir şey değiştirmeyeceği açıktır. Kur’ân-ı Kerîm’de ALLAH Teâlâ, kendisini anlatmaktadır. Burada da önemli olan İslâm Dininin sıratı müstakîmi olan i’tidâl üzere olmaktır. İfrata götürüp, Zât-ı İlâhîye’yi mahlûkatına benzeterek teşbih; tefrite götürüp, Zât-ı İlâhîye’yi niteleyen sıfatlardan tecrid edip ta’til hatasına düşmemektir. Mâhiyeti ve keyfiyeti bildirildiği kadar bilinebilen sıfatlar hususunda kopan fırtınalar aslında normal bir müslümanı ise pek fazla ilgilendirmemektedir.
Fikir edinmek için sıfat tasniflerini de verelim.



8.4.1. Tenzihi Sıfatlar

Selbî (olumsuzlukla ilgili) sıfatlar olup, ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’in Zât’ını ve Ulûhiyyet akidesini belirleyen ve nisbeti mümkün olmayan âcizlik, eksiklik, hata, yaratılmışlık v.s. kavramları Zâtullah’dan uzaklaştırıp tenzih etmektir.
Tenzih: İnsan vasıflarından olup RABB’ımızın her türlü eksiklik ve noksanlıktan uzak olduğuna inanmaktır.


Resim--- “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.” (Şurâ 42/11 bkz.)

Âyeti celîlesinde ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL ilâhî kuralını koymuştur:

1- Vücûd: yokluğu asla düşünülemez ve varlığı mutlakadır.
EL HAYYUMU’l-KAYYUM (cc)dur.

2- Kıdem: varlığının başlangıcı olmayıp ezelin ezelidir.
EL EVVEL (cc)dur.

3- Bekâ: varlığının sonu olmayıp ebedîn ebedîdidir.
EL ÂHİR (cc)dur.

4- Muhalefetün li’l-havadis: yarattıklarına asla benzemez ve benzetilemez.
5- Kıyam bi nefsihi: varlığı için başkasına ihtiyacı olmayan dâim ve kaimdir.
6- Vahdaniyyet: Ulûhîyyetinde, Rübûbîyyetinde ve herşeyinde şeriki, ortağı asla olamaz.

8.4.2. Subûti Sıfatlar

ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’in Zât-i Âlisine mahsus sıfatları olup esmâü’l-hüsnânın zâtî subûtî kısmını oluşturur.
ALLAH Teâlâ ile kâinât arasındaki münâsebetleri ve özellikle Rabbü’l-âlemin ile abdi (kulu) arasındaki ilgi ve alâkayı bildiren Sani’ (sanatını icrâ’ eden) nin mânevî- subûtî sıfatlarıdır.
Sabit, ısbatlanmış ve anlaşılmış sıfatlardır:


1- Hayy: ALLAHU Teâlâ diridir.
2- Alîm: ALLAHU Teâlâ bilendir.
3- Semî’: ALLAHU Teâlâ işitendir.
4- Basîr: ALLAHU Teâlâ görendir.
5- Kadîr: ALLAHU Teâlâ herşeye gücü yetendir.
6- Mürîd: ALLAHU Teâlâ dilemesinde mutlak tektir.
7- Mütekellim: ALLAHU Teâlâ kelâm eden, konuşandır.

8.4.3. Fiilî Sıfatlar

Hânefi (amelde imâmımız) -Mâtürîdî (i’tikadda imâmamız) anlayışında olanlar;
ALLAH Teâlâ ile kâinât ve insan ilişkilerini ifâde eden sıfatları kadim kabul ederek Zât-ı İlâhîyye’ye nisbet ederek tekvîn (yaratmak oluşturmak, yapmak) terimi ile ifâde etmişler ve bunu subûtî sıfatlara 8. Sıfat olarak eklemişlerdir.
Rabbü’l-âlemin Kaza-Kader, İrade ve Meşiyeti (dilemesi) ile sistemini var edip adâletle saltanatını sürdürmektedir.
İnsanoğlunu, sınırlı ve sorumlu olan akıl ve seçenek yapma (tercih) imkanlarıyla imtihan yapmaktadır.
İhtiyarî fiillerinden iki âlemde de sorumludur.
Kur’ân-ı Kerîm bunu baştan başa her kademedeki akıllara anlatmaktadır.
Pek çok münâkaşa ve problem yaşanmasına rağmen akl-ı selim sahibleri insanın aklı, fikri, dilemesi ve fiillerinin, sınırlı ve sorumlu olduğunu anlar.
Hanefi-Maturîdî sistemde;
Kader: Kâinâtta olacak herşeyin yaratıcı olan ALLAH Teâlâ tarafından ezelde bilinip takdir edilmiş olmasıdır.
Kaza ise zamanı gelince hayat sahnesine çıkmasıdır.
İnsana herşeyi veren ALLAH Teâlâdır.
Hakk ve hayr ile bâtıl ve şer ikililerinden birisini seçme ve ihtiyarî fiille uygulama imkanını insanoğluna tanıyan Rabbü’l-âlemin’in, bâtıl ve şerre rızası yoktur ve yasağı vardır.
Hakk ve hayra ise rızası olup yapılması için emri vardır.
İmtihan da budur...
Bu imtihan öylesine kişisel ve özeldir ki hiçbir nefs bir başkasının imtihanını ve hesabını veremez.
Geçmişin kader konusundaki münâkaşaları teorik (nazarî) olup, pratikte ise önemli olan neticedir.
Bu şehirde binlerce anahtar vardır.
Ancak biz, bizim evimizin kapısını açacak anahtarı temin etmeliyiz...
Biz kulları olarak; Fakîr, Âciz, Zelil ve Âliliz.
ALLAH Teâlâ ise hazır- nazır ve murakıb olarak bizim hayrımızı murad edendir.
Bütün hücre ve zerreler ALLAH Teâlâ’yı;
heran, her yer ve her halde tesbih etmektedir:
İnsan sûretinde yaratılan ve aklı olan her insan, enfüsü (iç) ve âfâkı (dış) seyrederse görür ki bu hayatta yaşarken, ölümsüzlük sırrına ulaşabilmek için Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in MUHAMMEDÎ oluş şuûruna kavuşmalı, sıla etmelidir.
İnsan için seçme ve imtihan olma sınır ve sorumluluğu vardır. Seçeneklerini hakka ve hayra kullanıp İlâhî davayı (tevhid) ve Nebevî Dâveti (tebliğ) DUYan ve UYanlar ile geri kalan tüm sistem:


Resim--- “Görmezmisin ki göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar (debelenenler) ve insanların bir çoğu (hakkı ve hayrı tercih edenler) ALLAH’a secde ediyor; bir çoğunun (bâtılı ve şerri tercih edenlerin) üzerine de azab hakk olmuştur (hak etmişlerdir) ALLAH kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak (ikrâm edecek) bir kimse yoktur. Şüphesiz ki ALLAH dilediğini yapar...” (Hacc 22/18)

Elbette akıl, şuûr ve imkan sahibi olan insan ve cinler seçim yaparak imtihan olurken; imkan verilmeyen herşey, herşeyce RABB’ısını tesbihine devâm etmektedir.
Yaratılış gayesine uygun ve kuralları sabittir.
Serçe, hep serçece; gül, gülce; demir, demirce...
Herşey, herşeyce...
Herkes, herkesce...


Resim--- “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbit etmektedir. O’nu hamd (övgü) ile tesbih etmeyen hiçbirşey yoktur. Ne varki siz onların tesbihini anlamazsınız. O, hâlimdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ 17/44)

Cansız sanılan atomun çekirdeği etrafındaki sonsuz döngü ve tesbih sesini dinle...

Azîz kardeşim,
Muhakkak ki bizler sıradan insanlarız.
Allâme-i cihân olmak için değil de RABB’ımıza kulluğumuzu; emir ve murad edildiği, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tebliğ ve tatbik ettiği gibi yapabilmenin ilmi, iradesi, idraki ve iştiraki için canla başla çabalıyoruz...
Bizim yaptığımız; âhir zaman şartlarının; dini, dünyası ve âhireti konusunda insanların akıllarını ve gönüllerini karıştırdığını ve canlarından bıktırdığını görerek mütevâzi ve Muhammedî bir müslim ve mü’min olarak; bilebildiğim, bulabildiğim, duyabildiğim, görebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla ALLAH Teâlâ ‘nın rızası ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin gönül hoşnutluğunu temin için hasbî hizmet azmimizi arzdan ibârettir.

Maddî- mânevî çileli bir hayat yolcusu ve aşk mübtelâsı olarak özellikle ve mutlaka Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadisi şerîflere bağlı kalarak,
ALLAH Dostlarının bizlere mîrâs bıraktıkları ve ulaşabildiğimiz her eserden arının çiçek özü topladığı gibi, geleceğin İlâhî Âşıklarına:
“HAKK’ ta, HAKK’ tan, HAKK’ a, HAKK’ la” düstüruyla tıpkı bir elektrik direği gibi el ele ve gönül gönüle Nur-u Muhammed’i taşımaya hasbî hizmet inancı ve hâliyle takdime çalıştım...

Ben; tek başıma dağlarda hebâ olmaya mahkûm bir damla, şeytânın ve nefsin hevâsı elinde oyuncak ve netice olarak içimdeki emânete hâin ve dışımdaki ni’mete zâlim birisi iken beni gaflet uykusundan uyandıran ve MUHAMMEDÎ deryaya kavuşturan herkese ve herşeye medyûn-i şükrânım...
Bu, bir inanç, anlayış ve şuûr işidir.
“Semiğnâ ve ateğnâ yâ Rabbenâ! İyyake na’büdü ve iyyake nestain yâ Rabbenâ!”
“Ben”lik, i’tirazdır! “Biz” ise, rızadır...
“Biz” buyuran Sahibimiz ve herşeyimiz Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
“Biz Ak Deniz”inde “Ben” damlasını arayıp soran zavallıya Ak Deniz’in cevâbı: “Biz Muhammedîyiz... Senin aradığın “Ben”damlası dağlardaki türkü idi... Sahilde sıla buldu ve Muhammedî oldu Elhamdülillahi Rabbü’l-âlemin!” olacaktır.
Unutma!.. Yaşamın şakası ve mühlet vermesi yoktur...
Anladığımız kadarını yaşarız...
Az ve öz ile Muhammedî oluş şuûruna ulaşabiliriz.
Gerisine Sahibimizi ve Rabbü’l-âlemin’imizi vekil ederiz...

Bu satırları karalarken ben de sizlerle birlikte neler öğrendim neler...
ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL tıpkı insanın nabız atışı gibi sonsuz küçük zaman içinde “Küllî şeyi” yok eder ve var eder.
Birşeyi iki kere kullanmaktan münüzzehtir.
Bir nefes önceki sen, değilsin sen...
İyi düşün...
Hiçbir şey, bir önceki şey değildir...
Herkes ve herşey her an yepyepi bir nesl-i cedid...
Çok bilmek mesele değil.
Muhammedî Metodun esaslarını aklımız kadar anlayıp hemence uygulamak önemli olan...
Dikkat etmeliyiz ki nefsin mayasında imtihan gereği; heran, her yer ve herhalde; haktan ve hayırdan, bâtıla ve şerre kayıcılık özelliği vardır.
Tıpkı akan suyun daha aşağısını bulunca akıverdiği gibi, kaşla göz arasında akıp gider...

Nefs; gizli arzu, heves ve hükmünü çaktırmadan icrâ’ ettiriverir.
En fazîletlisi ile en rezili karmakarışık ve iç içe girmiş olan dünya lezzetleri; geçici ve sonucu kesinlikle acı olduğu ve yenilenmezse bıktırıcı ve saldırıcı yaptığı halde nefs; kandırıcı arkadaşı (şeytân) nın teşvikiyle her an fırsat kollar durur...
Bunları ümitsizlikle söylemiyorum!
El İblâs: Şaşkınlık içinde ümit kesmedir.
İblis ise ümitsizliğin ta kendisidir...
Bizler ise hamdolsun Muhammedîyiz.
4 unsur (Toprak, Su, Ateş, Hava) ve letâiflerimizi tevhid üzere tutan Kâhrullah’ı biliriz...
Mü’miniz; ni’mete şükreder, derte sabreder, âdil hükmeder ve hakkı söyleriz.
Kalble tevbe ve dille istiğfâr ederiz.
Rabbü’l-âlemin’e şükretmekteki eksiklik ve âcizliğimizin idraki olarak hamdimizi arzederiz.
Onun için İslâm’ın 5 şartı gibi (Elhamdülillahi) ile başlayan 5 sûre-i şerîfeyi (Fâtiha, En’âm, Kehf, Sebe’, Fâtır) Muhammedî hamd ile meşkederiz.
Denaet (alçaklık), gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet ehlinin zulmünden kurtarıp Muhammedî Şuûra ulaşmamızı ilhâm, izin, inâyet, ve hidâyet edişinedir hamd meşkimiz...


Resim--- “Bizi zâlimler topluluğundan kurtaran ALLAH’a hamd olsun!” (Mü’minun 23/28) deriz...

Cennetteki Muhammedîlerin; kıldan ince kılıçtan keskin imkanla tevhid İmtihanı olan sırat-ı müstakîm sıratını geçtiklerinde “Bizden tasayı gideren ALLAH’a hamd olsun!”


Resim--- “... Bizi buna (cennet ni’metine) kavuşturan ALLAH’a hamd olsun...” (A’râf 7/43 bkz.). “... Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan ALLAH’a hamd olsun. Sâlih amelde bulunanların mükâfâtı ne güzelmiş!”
Hamdlerini, ruhen duyup; kalben, nefsen ve lisanen iştirak ederiz...

Delikanlı bir genç gibi duran, yaşlanmayan ve uslanmayan nefsimizin MUHAMMEDÎ Metodla öğretim ve eğitimine önem verip; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, İlmullaha, Tâatullaha, Haşyetullaha, Muhabbetullaha, Mârifetullaha ve İhsânullah olan Rızaullaha kendi rızasıyla; İlim, İrade, İdrak ve İştirakle kavuşmasını temin ve tekemmül için her nefeste çabalar ve kontrol ederiz...

EL HAYYU’l-KAYYUM (celle celâluhu) (çok faâl, mutlak idrak sahibi ve kendi Zâtıyla kaim diri) olan Rabbü’l-âlemin’i hazır, nazır ve murakıb bilen mü’minler olarak:


Resim--- Resûllullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Euzu Billahi mine’ş- şeytâni’r-racim min hemezâtîhi (: Şeytânın vesvese, dış sokuşturması, dürtüştürmesi ve tuzaklarından) ve nefhahi (: iç üfürmeleri) ve nefsihi (: bizzât kendisinden ALLAH’a sığınırım)” buyurduğu gibi söyleriz.
(Tirmizî, Mevâkid 66-2/10; İbni Mâce, İkâme 21-265,266)

Resim--- “Euzu bike Rabbi en yehduruni: Yanımda bulunmalarından RABBim Sana sığınıyorum” (Mü’minun 23/98) âyeti celîlesiyle diyoruz.

Elbiseleri kefenleri olan ölüler halindeki inadî câhillerden ve şeytânın yandaşlarından da RABBımıza sığınırıyoruz.
Zîrâ İblisi, takvâsız ilmi, şerefsiz şeytân yapmıştır.
Mütevâzı Muhammedîler olarak emredilenleri i’tidal üzere yerine getirmeye çabalarken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kullukla ilgili;
Akvâline, Amellerine Ahlâkına ve Hallerine ulaşmayı maksad ve hedef biliyoruz.
Bunun için de Bedenimizi Terbiye, Nefsimizi Tezkiye (temizleme), Kalbimizi Tasfiye (arıtma) ve tıpkı cam bir ampülün üstündeki lekeler gibi islenmiş olup içine emmeden aslî paklığını yüzeysel olarak yitirmeye yüz tutmuş Ruhumuzu, gerçeği olduğu gibi gösterebilmesi ve HAKK’ın Tecellîsine uygun hale gelmesi için cilâlayıp Tecliyesine canla başla tevhid (i’tidal) üzere Muhammedî Tasavvufla uğraşıyoruz.

Bu “Belâ” bazarında ne alıcı ne de satıcıyız, geçerken uğradık. Çırılçıplak, pak ve bebek olarak girdiğimiz bu çile çarşısından yine çırılçıplak, pak ve dede olarak çıkmaya azmimiz ve duamız vardır.
Nefsimizin kendi traşını önüne indirip, saçı ve suçu ak mı kara mı görsün diye, âcizâne çalışma çabamızın sonucu tevhiddir...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

KADİR GECESİ
Tarih: 14.09.2009 Saat: 22:04 Gönderen: Kulihvani

Resim

KADİR GECESİ
Münir DERMAN (k.s.)

Dünyanın bir tarafında gece iken diğer tarafı gündüzdür.
Bunun sebibi, hikmet ve yaratılışı öyle oluşundandır.
Gece gündüz malûm.
Fakat burada gece iken meselâ Amerika’da gündüz.
Buna göre “Kadir Gecesi” nedir?
“Leyleti’l- kadr” âyeti kerimesinin hakikatini bilmek lâzımdır.
Resûl-ü Ekrem :
“Kadir Gecesi’ni Ramazan ayının filân gecelerinde arayın!” buyurmalarında; “gecelerinde”, “cemi’ - çoğul” olarak kullanılmıştır.
Sonra “arayın!”, “müfret - tekil” olarak kullanılmıştır.
“Arayınız!” değil.
“Teker teker her inanan arasın!” demektir.

Başkasının sözüne bakmayın!..
Ne aranacak?
Bunu da bilmek lâzım.
Ramazan ayı muhtelif ay ve mevsimlere tesadüf etmektedir.
Sabit değildir.
Sabit olan; ay mıdır? “Ramazan Ayı” mıdır?
Ramazan, Kur’âna göre; ay göründüğü zaman oruç başlar.
Tekrar küçülüp kaybolup da göründüğü zaman biter.
Oruç müddeti güneşin doğuşundan başlar batışında biter.
Bu müddet dünyanın muhtelif yerlerine göre değişir.
Fakat Ramazan, aya göre olduğundan değişmez.
O hâlde ramazan dünyanın her yerinde aynı zamanda başlar, aynı zamanda biter.
Bu durumda burada gece, orada gündüz meselesi ortadan kalkar.
Bugün takvime göre oruç tutulmaktadır.
Bundan ötürü birçok veballer ortaya çıkmaktadır.
Bugün 19.06.1985 Çarşamba.
Suudi Arabistan ve diğer birçok Arap ülkeleri ay göründü ilân ederek bayrama başladılar.
Mısır ise bugün bayramın 3 üncü gününü idrak ediyor.
O daha evvel görmüş.
Ankara’da bizim takvimcilere göre bugün ârifedir.
Millet oruçludur.
Bayram ise : Oruç haramdır.
Bayram değilse : Bayram yapanlar bilerek oruç yemişlerdir.
Bir tarafın doğru olduğu ya muhakkak veya degil...

Burada Kadir Gecesi diye yalvarıyoruz.
Amerika’da bu anda gündüz.
Onların Kadir Gecesi ne zaman?
Cevap isterim?..
Sen biliyor musun hoca?
Evet!
Şüphen mi var?
Sen bütün sene her gece uyuma! Uğraş! Bulursun.
Gaflette olursan o seni bulur.
Yahu köpekler, hayvanlar, horozlar Kadir Gecesini bilip de ses çıkarmıyorlar.
Sen güya adamsın.
Niçin bilmiyorsun kadir gecesini...
Hem bulup da ne yapacaksın?
Sen daha Ramazanın ne zaman başlayıp ne zaman bittiği meselesi içindesin.
Bunu hâllet evvelâ.
Ne ben senin yüksek makamına çıkabilirim.
Ne de sen o kibir makamından aşağı zemin katına inmeye cesaret edemezsin.
Bu gibilerle konuşmak, birsey anlatmak, akıllarına sokmaya çalışmak, çölde su aramak gibi zor bir iştir.

Bütün bu Ramazan takip ettik.
Köpeklerin bağırmadıgı bir geceye tesadüf edemedik.
Dünyanın ne tarafında olursan ol Kadir gecesi bütün dünyada bulunan köpekler havlamazlar.
Bağırmazlar.
Bağırmamalarının sebebi nedir?
Bilir misin?
Tabi hayır...
Evvelâ köpekler niçin bağırıyorlar onu biliyor musun?
Tabiî ona da bir hayır.
Bunları öğren!
Sonra niçin bağırmadıklarını anlayabilirsin belki...
Bağırmak ne demektir?
Leylek, yuvasına geldi mi “lak! lak!” eder.
Yere konduğu zaman kat’iyen “lak! lak!” etmez.
Karga yerde ötmez, ağaçta öter.
Peki illa da Kadir Gecesi dedik bu geceye.
Köpekler de bağırıyorlar.
Fetva ne olur?
Cevabı şudur :
“Kadir Gecesini insanlar kıymetten düşürdükleri için köpekler Kadir Gecesini gizliyor!” dersin.
Kadir Sûresinde :“
“Matlai’l- Fecr” lafzı vardır.
“Fecir açıldığı zamana kadar”
Demek ki gece yavaş yavaş güneşin dogması ile gidiyor ve bu gece ile melakiler de çekiliyorlar.

Burasını anlamak lâzımdır.
Sana bu yolda klavuz olanın bunu bilmesi lâzımdır.
Bilmezse o yalancıdır.
Yukarıda küçük bilmece şeklindeki soruları hâllettiğin zaman Kadir Gecesinin dekoru çizilmiş olur ve Kadir Gecesi nedir anlarsın.
Tabiî bu iş merak işi değildir.
Bilmek kavuşmak meselesidir.
Bu gibi sır diyelim, bilinmesi insandaki merak düşüncesidir.
Ki merak bazı yerlerde küfürdür.
Mânevî yolun trafiğine uygun değildir.
Merakını tatmin edemeyen münevver dinsiz olur.
Merakını tatmin edemeyen dindar bidatlara saplanır kalır, yobaz olur.
Bu meraktan istifade yolunda olanlar bugünkü asırda çok mürşid, şeyh vesaire zümresini teşkil eder...

Hakiki Velî ALLAH’ın himayesinde ve muhafazasındadır.
Ona kimse ne söz, ne tesir ne de eziyet edemez.
Hacı Bektaş-ı Velî.
Hacı bayram-ı Velî.
Hacı Şaban-ı Velî.
Göster bunlara kim düşman!
Dost, zâlim hükümdar, kim onlara saldırmıştır göster!..

“BiZ” geceden gündüzün ışığını çekeriz.
Güneş de karar kılacağı yere kadar koşmaktadır. “Âyet”
“Geceden gündüzü çekeriz”.
O hâlde esas gece mevcut ve sabit demektir.
Ona ışık vererek gündüz oluyor.
Güneş de bu işi yapmaktadır.
Karar kılacağı yere kadar koşmaktadır.
“Koşmak” kelimesi bir yere varmak, bir emri yerine getirmek için kendiliğinden değil, işin içinde emir vardır.
Onun da sonu vardır.
Koşmakda; yorulmak, durmak mânâsı gizlidir.
Fânidir demektir.
Gizlidir.
O da muvakkatdir.
Hâlbuki ayın devri için de konaklar tayin “ettik”.
Ona bir vazife vermek içindir konak tayin etmek….
O da her devrin sonunda kurumuş hurma gibi kalır.
Burada bir işin başlaması, bitmesi ve tekrar başlaması mânâsı vardır.
Ve mânâ da odur.
Ne güneş, aya yetişebilir.
Ne de gece, gündüzü geçebilir.
Her biri bir küre içinde yüzer.
O hâlde oruç sayılı günlerdir.
29-30 gündür.
Bu, ayın görünmesiyle başlar, büyür, tekrar küçülmeye başlar, kaybolur, görünmesiyle ramazan bitmiş olur.
Ay dünyanın her tarafında aynı zamanda görünür.
O hâlde ramazan her yerde aynıdır.
Yalnız orucun müddeti güneşe göredir.
Güneş dogmadan başlar, bâtıncaya kadar..
Bu gece burada Kadir Gecesidir.
Meselâ : Amerikada gündüzdür.
Orada Kadir Gecesi ne zamandır?
Vakit nasıl güneşin doğması ve batması arasında takdir ediliyorsa bu da aynıdır.
Hâlbu ki dünyanın her tarafında ay görünür.
“Biz geceden gündüz ışığını çekeriz...”

19.06.1985. Çarşamba


AYETLER:

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ
تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
Resim---“İnna enzelnahü fiy leyletilkadr. Ve ma edrake ma leyletülkadr. Leyletülkadri hayrün men elfi şehr. Tenezzelülmelaiketü verruhu fiyha biizni RABBihim min külli emr. Selamün hiye hatta matle'ilfecr. : Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.” (Kadir 97/1-5)


وَآيَةٌ لَّهُمْ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
Resim---“Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muzlimun. Veş şemsü tecri li müstekarril leha zalike katdiyrul aziyzil aliym. : Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan ALLAH'ın takdiridir.” (Yâsîn 36/37-38)

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Resim---“Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym. Leşşemsü yembeğiy leha en tüdrikel kamera velel leylü sabikun nehar ve küllün fi felekiy yesbehun. :Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.” (Yâsîn 36/39-40)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Kadir Gecesinde BİR ÂN
Tarih: 14.09.2009 Saat: 22:32 Gönderen: Kulihvani

Resim

Kadir Gecesinde BİR ÂN

Latif YILDIZ

Kadir Gecemizin şimdiden tüm İslam Âlemine Muhammedi Şuûr ve Nûr ile Birlik ve Dirlik getirmesini Yüce Rabbımız Allah Teâlâ'mızdan niyaz ederiz.

Kadir Gecesinde bir ÂN vardır ki Eşref saattir.
Bu saatte yapılan dualar Rıza Kapısından geçer gider.
Ancak hiç günah işlenmemiş ağızlarla kabul olacak dualar için gerçekten Muhammedi Oluş Şuûru Şerefini yaşamakta olan Can Kardeşlerimizle birlikte:

Bu günden itibaren her gecemiz ayık ve uyanık geçsin,
Muhammedi Tevbe Birliğimizi
Muhammedi Dua Birliğimizi
Muhammedi Rıza Birliğimizi
Muhammedi Şehâdet Birliğimizi asla unutmayalım İnşâallah…

Bir yıldıza bakan bakışların buluştuğu gibi Gönüllerimiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem in yüce Gönlünde buluşsun İLElikte ve BİLElikte BİZ olarak..

Nedir Kadir Gecesi Önemi:

Kadr kelimesinin sözlük mânâsı güç yetirmek, hüküm ve kaza, şeref ve azamet demektir.
Kadir gecesinin ramazan ayının yirmi yedinci gecesine tesadüf ettiği tahmin ve tercih edilmiştir.

Hz. Peygamber (sav) de onun ramazanın son on günü içindeki tek rakamlı gecelerden biri olduğunu
(Buhârî, Leyletü'l-Kadr 3.) ve muhtemelen yirmi yedinci gecesi olduğunu (Ahmed b. Hanbel V, 132; Müslim, sıyâm 207.) bildirmiştir.

Kadir Gecesi çok mübarek bir gecedir.
Zira Kur'ân-ı Kerim bu geceden itibaren Resul-ı Ekrem (sav) Efendimize inmeye başlamıştır.
Ayrıca bu gecede Allah tarafından takdir edilmiş işlerin ayırd edildiği nakledilir. Bu gece yeryüzüne o kadar çok melek iner ki yeryüzü onları almaz.

Kur'ân-ı Kerim'in 97. sûresi olan Kadir Sûresi'nde, Kadir gecesi şöyle anlatılır:

"Şüphesiz ki onu (Kur'an-ı Kerim'i) Kadir gecesinde biz indirdik.
Kadir gecesi nedir? Bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Bu gece melekler ve ruh(u'l-Kuddûs) Rablerinin izniyle her iş için peyder pey yeryüzüne inerler. O gece tan yerinin ağarmasına kadar bir selâmettir."


Kadir gecesini ibadetle gerenin geçmiş günahlarının affedileceği haber verilmiştir. (Dârimî, savm 54.)
Yine Peygamber (sav) Efendimiz Kadir Gecesinin gününde orucun bütün sene tutulacak oruca eşit olduğunu belirtmiştir. (İbn Mâce, siyam 39.)
Bu gecenin bir ânı var dır ki ona rastlayanın duası her halde kabul buyurulur.
Bunun için bütün geceyi ibâdetle, dua ve tevbe ile geçirmek, yeni bir İslâmî heyecanı kazanmak gerekir.

Bunu yapamayanlar hiç olmazsa teravihten sonra bir miktar ibadetle meşgul olarak bu gecenin ekseriyetini veyahut tümünü ihyâ etmelidirler.
Kadir Gecesinde kılınacak nafile namazların belirli bir şekli yoktur.
Asıl maksat, bu geceyi mümkün olduğu kadar ihyâ etmektir.
Bu gecede elden geldiğince kaza namazı kılınmalı, Kur'ân okunmalıdır.
Önemli olan müslü-manların bu ve bu gibi geceleri fırsat bilerek geçmiş kötülüklerine pişmanlık duymaları yeni bir hayata başlar gibi îslâmın emirlerine sarılma gücü elde etmeleridir.


Resim---İbn Abbâs (r.a.)'dan rivâyet edildiğine göre: Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kadir gecesini ramazandan son on (gece) içerisinde (yani) geriye kalan dokuzuncu, yedinci ve beşinci gecelerde arayınız"

(Buhârî, i'tİkâf I, 9; Leyletu'l-kadr 2, 3; Nesâî, sehv 97; Tirmizî, savm 71; İbn Mâce, sıyâm 56; Dârimî, savm 56; Muvatta', i'tıkâf 9, 10; Ahmed b. Hanbel, I, 14, 43; II, 8; V, 36, 39, 40, 313, 318, 321, 324; VI, 50, 56, 204. Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/262-263.)

Resim---İbn Ömer (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.v):
"Kadir gecesini (ramazanda) son yedi (gece) içerisinde arayınız"
buyurdu.
(Buhârî, leyletu'l-kadr 2; Müslim, siyam 205-209; Dârimî, savm 56; Muvatta, i'tikâf 11, 14; Ahmed b. Hanbel, II, 37, 62, 74, 113; V, 131.)

Resim---Muâviye b. Ebî Süfyân'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) :
"Kadir gecesi yirmi yedinci gecedir"
buyurmuştur.
(Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 312.)

Resim--- Yine Beyhakî'nin İbn Abbas'tan rivayet ettiği bir hadiste :
"Bir adam Peygamber (s.a.)'e gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü, ben hasta ve yaşlı bir adamım (her gece namaz kılamıyorum), bana bir gece söyle de hiç olmazsa o geceyi ihya edeyim belki Allah o gecede Kadir gecesini ihya etmemi mümkün kılar, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.):
"Yedinci geceye sarıl"
buyurdu denilmektedir.
(Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 313; Ahmed el-Bennâ, el-Fethü'r-Rabbanî, X, 288.)

Muhammedi Muhabbetlerimle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Gizli Bahçe’ye Gelin!
Tarih: 24.09.2009 Saat: 22:20 Gönderen: Kulihvani

Resim

Patatesin açgözlü çiftçiyle konuşması

Bawa Muhyiddin (K.S.)

Sevgili torunlarım;
Bir zamanlar pek çok ürün eken ve ektikleri uzun ve sağlam büyüyen bir çiftçi vardı.
Mahsülü, harcadığı efordan on kat daha fazlaydı fakat onlardan hiç aç yahut yoksul insanlara yahut tarlada çalışanlara vermezdi.
Onun yerine, ekini ortalamanın üstünde olduğundan, çok yüksek fiyatlar talep ediyordu.
Eğer kıt yetişmişse, daha az fiyat vermek zorunda kalıyordu.

Bir gün toprak onu azarladı.
“Yalnızca azcık bir iş yapıyorsun ve bak, sana ne kadar veriyorum! Fakat bu güzel kısmetini hiç paylaşıyor musun? Hayır, işçilerine fazla ödemiyorsun, ve müşterilerinden çok fazla fiyat talep ediyorsun.”

Böylece toprağın mutluluğu azaldı ve bir sonraki yetişme mevsiminde, yüz tane fide verirken, elli tane üretti.
Fakat çiftçi fiyatları yükseltmeye devam etti ve toprağın sevinci biraz daha azaldı.
Sonraki mevsimde elli meyve ve sebze yetişirken, toprak sadece yirmi beş verdi.
Adam fiyatları ne kadar artırdıysa, toprak üretimini o kadar azalttı.
En sonunda, bahçesindeki tüm meyve ağaçlarından yalnızca iki tanesi çiçeklendi.

“Bu adil değil!” diye şikayetlendi adam “Bu kadar çaba sarfediyorum! Bu kadar çalışıyorum! Belki de toprak artık iyi değildir. Belki de bunlar doğru mahsül değiller.”
Yorulmuştu.
“Bu zamanda herşey çok zor yetişiyor. Ne büyük bir kayıp!” diye herkese şikayetlendi.

Sonra bir patates onunla konuşmaya başladı:
“Ey insan, sana baktığımızda gülesi-miz geliyor.
Yalnızca bir patates ektin ve karşılığında bin tane aldın.
Fakat hiç bizim verdiğimiz kadar verdin mi?
Çok mutluydun fakat hiç açlara ve yoksullara bir şey verdin mi?
Tarlanda çalışan insanlara karşı hiç şevkat hissettn mi?
Hiç kimse için fiyat azalttın mı?
Hayır, mahsülünü değerinin on katı fiyata hem zengine ve hem de fakire sattın.

Senin hakkında hiç kimsenin iyi şeyler söylediğini duymadık.
Tek bir kişi bile onlara bir şey verdiğinden yahut ücret arttırdığından bahsetmedi.
Yalnızca ne kadar kar ettiğini duyduk.
Fakat tüm bu kazancına rağmen, hiçbir zaman cömert olmadın.

Hiç "Allah’ım, bana bu kadar çok verdin. Bana böylesi bol mahsül verdin" dedin mi?
Hiç bunları Allah’a atfederek O’na hamdettin mi?
Ey insan, hayır hiç yapmadın.

Sonra, mahsülün ve kazancın azalınca sızlanmaya başladın, "Bu adil değil! Artık tarlam mahsül vermiyor. Hiçbir şey yetişmiyor. Her şey ters gidiyor. Mahsülüm çok az ve çok büyük bir kayba uğradım."
Herkese acıklı hikayeni anlattın.

Bu senin cehaletin, ey insan.
Bir şeyi hak edecek ne yaptın şimdiye kadar?
Sen etrafta dolanıp dururken işçilerin tüm işleri yaptılar ve komşuların da akıl vererek yardım-cı oldular.
Yine de biz sana mutlulukla on hatta yüz katı fazlasıyla verdik.
Fakat hiç yoksullar için fiyat düşürdün mü?
Hayır.
Fakirler sana zekat için geldiklerinde onlara bir parça yiyecek bile vermedin.
Bu onları incitti, bizi incitti ve toprağı da incitti.
Mutluluğumuz azaldıkça mahsülün de azaldı. Ve azalmaya da devam edecek çünkü temiz bir kalple çiftçilik yapmıyorsun.
Sonunda elinde avucunda çorak topraktan başka hiçbir şey kalma-yacak.
Paylaşmadığında ve sadaka vermediğinde olacak olan bunlar.
Herşeyi kendin için topladığında olacak olan bunlar.

Ey insan, bu senin karman.
İşler yolunda gittiğinde mutlusun fakat payına düşen azalınca, toprağı azarlıyor ve lanet okuyorsun.
Bir insan olarak doğmuş gibi gözükmüyor-sun.
Bir fil dahi sadece payını alır ve başkalarına yeterince bırakarak yoluna devam eder.
Bir yaprak yer ve diğerini bırakır.
Bir meyve yer ve kalanını kuşlar için bırakır.
Fakat sen hiç kimseye bir şey bırakmıyorsun, ve bu sebeple aklın hiç bir zaman tatmin olmuyor.
Diğer varlıklar memnunken senin aklın hep bir şeyler arzuluyor.
Hiçbir zaman yeterince sahip olmadın.
Aklının tatmin olmamasının nedeni diğerlerini mutlu etmemendir.

Ey insan, sadakan azaldığı oranda mahsülün de azalacaktır.
Hayrın arttığı zaman mahsülün de artmaya başlayacaktır.
Eğer kalbin açıksa ve diğer canlılara şevkat duyuyor-san, on yerine yüz sebze toplayacaksın. Ve mahsülün arttıkça, daha az fiyat biçeceksin.

Toprak bir annedir.
Sana çok verir.
Bir tohumdan bizleri ne kadar çoğalttığına bak!
Allah sana bu mahsülü verdi ki, diğerleriyle eşit olarak paylaşabilesin fakat bunun yerine sen hepsini kendin için topladın.
Bunu bir düşün.
Herşeyi kendine sakladığında nelerin olduğuna bak.
Eğer yolunu değiştirirsen toprak tekrar mahsülünü arttırır ve tüm canlılar kalplerini sana açarlar.

Bu şekilde şikayetlenmemelisin ey insan.
Çok çalışıp da ürünlerinin yetişmediğini söyleme.
Neler olduğunu anla ve af dile.
Eğer başkalarının ihtiyaçlarını giderirsen, senin ihtiyacın da giderilmiş olur.”
Açgözlü çiftçiye patatesin söyledikleri bunlardı.

Değerli yavrularım, Allah bize bol bol vermiştir.
Eğer bir şeyden bize bir avuç vermişse, bunun yarısını yahut en azından dörtte birini başkalarına vermeliyiz.
Eğer iki avuç verirse, birini vermeliyiz.
Eğer dört verirse, ikisini vermeliyiz.
Eğer bu şekilde paylaşırsak, hayatlarımız yücelir, iyiliğimiz yücelir ve sükuneti tecrübe etmiş oluruz.
Dünyada ve ruhlarımızda huzuru bulmuş oluruz.

Eğer insan, hayatının her açısında bunu anlarsa, eğer kendisi için kaygılandığı gibi başkaları için de kaygılanırsa ve sonra görevini yerine getirirse, toprak mutlu olur, tüm kalpler yumuşar ve serinler.
Sonra bu sükunet ve huzurdan gelen hazineleri elde eder.
Fakat eğer başkalarının kalpleri incinmişse, kendi kalbi de incinecek ve en sonunda üzüntü duyacaktır.
Bunu düşünmeye çalışın.
Patatesin çiftçiye söylediklerini anlamaya çalışın.

.
Yazar: M. R. Bawa Muhyiddin (K.S.)
Kitabın Orijinal Adı: Come to the Secret Garden:Sufi Tales of Wisdom
Kitabın Türkçe İsmi: Gizli Bahçe’ye Gelin:Sufilerin irfan hikâyeleri
Cevrilen Sayfalar: s.89 -91
Basım Yılı: 1985
Çevirmen: Emre Yaşar

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

İKRÂ ve İSRÂ
Tarih: 27.09.2009 Saat: 23:34 Gönderen: Kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


İKRÂ ve İSRÂ

Rasûlullah Sallahu aleyhi Vessellem kırk yaşlarında.
Korktu tabi. Kendisine “Ikra-oku!”
“Lâ yârif!” diyor. Ben bilmem okuma.
“Ikra!”
“Lâ yârif!”
“Ikra! Okuyacaksın!” diyor.
Korktu: “Peki okuyum. İkre' bismi rabbikelleziy halak!” okuyor âyet-i kerimeyi.
“Halekal'insane min 'alak İkre' ve rabbükel'ekrem Elleziy 'alleme bilkalem Allemel'insane ma lem ya'lem” bunu okuyor.
Bu beş âyet Hira’da okunuyor.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellem titriyor mübârek vücudu.
Sıcak mevsim, Arabistana giden varsa öyle derini yüzsen yine şey edersin, sıcaktan bunalırsın.
Geliyor Hira’dan aşağıya.
“Yesterunî!” diyor “örtün beni!”
Tesettür de örtüyor.
Bazı serseriler derki: “Üşümesinden ediyor bunu!”

“Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi.”
Subhanellezi;
Aman Yâ Rabbî bu ne büyüklük. Nasıl benim aklım ermiyor demektir.
Subhanellezi esra; kulunu böööööyle götürdü.
Esra, götürmek. Bi abdihi, kul olarak kul, kul!
Kul demek, cesedin içinde ruhu olup konuşan adam demektir.
Ölürse insan ruh gider ona ya leş derler, ya cesed derler.
“Bi abdihi leylen” diyor.
Kul olarak, kul olarak demek yiyen, konuşan.
Rasûlullah'ı demek şöyle almış Cebrail Aleyhisselâm buradan:
“Bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi”
Götürmüş Kudüse bırakmış. Bir an-ı vahidde.
“Nasıl olur?”
Ulan olur be!
Şimdi şimdi bakıyorlar, diyorlar ki: “Efendim. Bu güneş dönüyor. Güneşin etrafında ay dönüyor. Gece gündüz oluyor. Nebatlar şey ediyor. Güneşden uzaklaşıyoruz, üşüyoruz kış oluyor. Yaklaşıyoruz şey?” “Bunları kim yapıyor diyorsun dinsiz!” dedin mi?
“Allah yapıyor yavv!”
Eeee Allah yapıyor.
Ulan hayvan, bunu yaptıktan sonra bir adamcağızı alıp şurdan şoraya götüremez mi?
“Efendim değişmez, kâinattaki hadise değişmez!”
Sen mi imzaladın yapılırken bunun şeyini?
Allah istediğini yapar yavvvv!
Ondan sonra: “Efendim ben hristiyanım, ben nasraniyim, ben bilmem neyim!”
Dinlerini şey eder herifler.
Ulan onlar kendi peygamberlerine de inanmıyorlar.
İncilde yazıyor, Tevratta yazıyor diyor ki: “Bir âhir zaman Peygamberi gelecektir!”
İncil’de yazıyor Hz. İsa söylemiş, Hz. Musa söylemiş. Eeeee kitaplarınızda yazıyor. Son peygambere inanın.
“Yo biz ona inanmayız!”
O halde sen peygamberinin dediğine de inanmıyorsun.
Onlar Hristiyanda değildir.
Kendi dinine inansa Son Peygambere de inanacak.
Bunlar bir nev’i serseri oğlum!
Anladın mı? Senin bileceğin bu!

Cebrail geliyor, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimize. Biliyorsunuz Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin mübârek vücudunu onun için hazırladılaaar.
Herkes ona tahammül edemez. Kırkpınar Güreşine gidiyorlar.
Hadi gitsin Mahalleden Hasan Efendi! Kemikleri kırarlar adamın.
Yağlanıyorlar adamlar bide. Yahut bir ay evvel bir öküz yiyor herif.
Eski pehlivanlar vardı, bir öküzü keser yermiş ondan söylüyorum. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizi de böyle büyüttüler.
“Elem neşrah leke sadrek.”
“Elem neşrah leke” Biz onu neşrettik, yardık.
Neşrah Leke, biz yardık. Sadrak, onun göğsünü.
“Ve vada'na 'anke vizreke. Elleziy enkada zahreke.”
O buuuna göre. Efendim artık sen getir oraya Cebrail’i getir.
Başkalarını getir. Bıçak getir. Leğen getir. İstediğin yerden aç-yıka! Hikaye o değil. Nasıl dersen de.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin kalb-i mübâreki ona tahammül edecek vaziyete getirilmiştir.
Sebebi; kalbin Kur’ân Diline göre, Kur’ân anatomisine göre, biyolojisine göre kalbin iki tarafı vardır.
Birisi nüvedir, Fuaddır.
Diğeri de Denes veyahut denis. Dal, Nun, Sin. Denes denis de okunur Arabçada. Kalbin kirli tarafı demektir. Kirli tarafı.
Ötekisi Fuad tarafı.
İşte kul olduğu için denes tarafı da Cenâb-ı Peygamberin Elem neşrak leke Sûresi ile tamamıyla yıkanmıştır.
Şimdi şairler, romancılar, büyük hatipler, vaizler hepisi dahildir bunun içinde. Hep denes tarafından konuşurlar.
Papele verdinden, o borudan konuşurlar.
Ben şurda başka söylerim. Öteki câmide ulan o öyle olmaz böyle der.
Ankara’da başka der. Şurada başka der.
Hepisi denes tarafından konuşurlar.

Hakiki fuad tarafından konuştu mu insan, o taraftan konuş tu mu? Buradaki ne derse aynıdır.
Endülüste dese, Amerika’da dese, nerde dese aynıdır.
Onun için bir Velîyullah Odun Pazarında konuşsa, Amerika’da bir Velîyullah konuşsa bütün sözleri aynıdır.
Fuaddan geçmiştir. Süzülmüştür.
Onun için Cenâb-ı Peygamberin vücud-u mübârekleri buna göre hazırlanmış.
Daima Hıra Dağına çıkar gider.
Bir gece orada bütün haşmetiyle bir nur göründü.
Cebrail Aleyhisselâm göründü kendisine kanatlı.
“Nasıl kanatlı? Leyleğe mi benziyor?”
Ehh ehhh heeee hadi ona benzetin!
Senin aklın ona benzetirse başka.
Rasûlullah Sallahu aleyhi Vessellem kırk yaşlarında.
Korktu tabi. Kendisine “Ikra-oku!”
“Lâ yârif!” diyor. Ben bilmem okuma.
“Ikra!”
“Lâ yârif!”
“Ikra! Okuyacaksın!” diyor.
Korktu: “Peki okuyum. İkre' bismi rabbikelleziy halak!” okuyor âyet-i kerimeyi.
“Halekal'insane min 'alak İkre' ve rabbükel'ekrem Elleziy 'alleme bilkalem Allemel'insane ma lem ya'lem” bunu okuyor.
Bu beş âyet Hira’da okunuyor.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellem titriyor mübârek vücudu.
Sıcak mevsim, Arabistana giden varsa öyle derini yüzsen yine şey edersin, sıcaktan bunalırsın.
Geliyor Hira’dan aşağıya.
“Yesterunî!” diyor “örtün beni!”
Tesettür de örtüyor.
Bazı serseriler derki: “Üşümesinden ediyor bunu!”
Bazı Avrupalılar da güya âlimler eskiden söylemişler:
“Sara nöbeti varımış Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem de!” de.
“Hububu hububu huu!”
Ulan o değil. O değil, o değil. Vahyin verdiği şiddettir.
Hürmet ediyor ona kimseye göstermemesi için ihtizazı örttürüyor Cenâb-ı Peygamber.
Vahyin Allah’ın hikmetini ihtizazı görmesinler diye.
Onun için bu işler gece oluyor.
Beş âyet orda iniyor.
Dokuz âyette Mekke-i Mükerreme de iniyor.
İlk inen âyet-i kerimelerdir.
O halde Hıra Dağından “Lâ İlâhe İllallah” Bayrağını eline almış beşeriyet kurumuş odun yığınları gibi bekliyordu.
Bir Şems-i Rahmânî bir alev gibi indi beşeriyetin üzerine Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem.
Beşeriyet birden alev aldı. Hala alev gidiyor.
Dünyadaki Müslümanları hesap edersen beş yüz milyon.
Bunlar beş vakit günde hiçbir. Burada beş dakika evvel, burada üç dakika evvel, burada heran Ezan-ı Rasûlullah okunuyor.
Dünyada her tarafta: “Allahuekber! Allahuekber!”
Radyon varısa oğlum dinle!
Radyo o küçücük âlet değil sende radyo var sende, sende. Ayarını yap.
Televizyon da var insanda, bilmem ne, hepisi var insanda.
Ayarını yap yalınız.
Onun için hepimiz Rasûlullah’ın rızasına koşuyoruz.
Rasûlullah Efendimizi anlamak kolay bir iş değildir. Kolay bir iş değildir.

Bir gün Veysel Karanî Hazretleri anasından izin almış.
Demş ki: “Ben demiş peygamber var onu göreceğim!” demiş.
Anası demiş ki: “Oğlum ben hastayım!” demiş.
“Yooo ana gideceğim!” demiş.
“Peki demiş sana bir gün izin!” demiş.
“Peki!” demiş. Gelmiş Medine’ye Veysel Karanî Hazretleri.
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem o gün Tebük’e gitmiş yok.
Çalmış kapıyı, apartumanı çalmış sekiz katlı apartuman.
Zile basmış, çünkü başka türlü anlaşılmaz şimdiki insanlar.
Hz. Fatıma çıkmış dışarı, ki aynen Rasûlullah’ın kalıbıydı Hz. Fatıma.
Yürürken Rasûlullah Efendimiz gibi yürürmüş.
Rasûlullah Efendimiz yalınız Hz. Fatıma içeri girdiği zaman kıyam edermiş.
Ölmesine yakın guslediyor, temiz elbiselerini giyiniyor.
Namazını kılıyor. Sağ taraflarına yatırılıyor.
“Beni gusletmeyin. Ben gusl yapıldım. Beni aynen gömün!” diye vefat etmiştir Hz. Fatıma. Radiyallah.
Bu, bu, bu bu akıl almaz. Patlar akıl. Akıla sokmağa savaşma.
Dürbünün ters tarafından bak. Hani uzak gösterir öyle bak.
Demiş ki: “Rasûlullah burada mı?” demiş Veysel Karanî. Aslan yelesi, kılı içinde böyle.
“Yok demiş burada!” demiş. “Yarın gelecek!” demiş.
“Ben anamdan izin aldım, gelemem demiş. Gideceğim!” demiş.
Rasûlullah’ın mübârek yüzünü görmeğe, annesinin izninden çıkmamağa tercih etmiştir.
“Annemden söz aldım ben fazla duramam!” diye Rasûlullah’ın mübârek yüzünü görmeden dönmüştür geriye.
Ta’zime bakınız.
Sanki görseydiler birbirlerini Hz. Veysel berhava olurdu.
Barutnan ateş karşı karşıya gelmiş, Allah’ın şeyi bu. Bununla şey edilmiş.
Hz. Fatıma’ya demiş ki: “Sen demiş gördün mü Rasûlullah’ı?” demiş.
“Ben gördüm demiş Babamdır!” demiş.
“Bak bakayım gözlerime!” demiş.
Bakmış. “Ihııııı demiş sen görmedin!” demiş.
Onun için âyet-i kerime var: “Yâ Habibim sana bakıyorlar ama göremiyorlar!”
Onu görmek yok olmak demektir.
Cenâb-ı Resûl gine Hafız Efendinin okuduğu “rahmetellilâlemin”, diğer peygamberler “rahmetellilâlemin” değildirler.
Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Lût, Hz. Sâlih.
Peygamberler kavimleri için beddua etmiştirler hepisi.
Kavimleri dinlemedi diye beddua etmiş, Cenâb-ı Allah hepisini hâk ile yeksan etmiştir.
Rasûl-i Ekreme çok eziyet ettikleri halde katiyen beddua etmemiştir.
Burası çok mühimdir Müslümanlar.
Ne demiştir: “Yâ Rabbi onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar sen onları affeyle onları!”
Uhud Gazvesinde harbında Hz. Hamza şehid oluyor, sahabeler kırılıyor, az kalıyor.
Mübârek dişleri de kılıyor Rasûlullah Efendimizin, yüzünden kanlar akmağa başlıyor.
O halde bile harpte nerdeyse mağlub olacak: “Yâ Rabbi bunlar ne yaptığını bilmiyorlar, sen affeyle onları!” diyor.
Bunu ancak peygamber söyler başka kimse söylemez.
Meşhur Bellini diye bir İtalyan müverrihi vardır.
Der ki: “İslâm peygamberinin peygamber olduğuna mucizelerine lüzum yok!” der.
“Harpte: “Yâ Rabbi bunlar ne yaptığını bilmiyor, bunları affet!” bunu ancak peygamber söyler. Başka insanlar söyleyemez!” demiş.
Ötekiler hepisi beddua etmişler.
Onun için Rasûlullah Efendimiz için “Sen en yüksek ahlâk üzeresin” âyet-i kerimesi inmiştir.
Biz seni ancak âlemlere rahmet için
“Ve ma erselnake illa rahmetel lil âlemin.”
Onun için Rasûlullahı görmek çok güçtür.

Birgün Hz. Mevlânâ, birisi gelmiş karşısına demiş ki : “Yâ Mevlânâ demiş ben Şems-i Tebriziyi gördüm !”demiş.
Mevlânâ üzerinde nesi varısa hepisini çıkarmış o adama vermiş. Mevlânâ’ya demişler: “Yavv bu adam yalan söylüyor görmedi!” diyor. “Görmedi Şems-i Tebriziyi. Niçin verdin bu elbiseni, işte bu mücevherini ona!”
Cevab: “Bunların yalan söylediği için verdim, ben biliyorum yalan söylediğini. Yalan söylediği için verdim. Eğer hakikat söyleseyse canımı verirdim!” demiştir.

İşte aziz cemaat saygı, ta’zim budur.
Bir gün Rasûlullahı Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz Rahmetellilâlemin bakın.
Hz. Aişe validemiz hamur yoğuruyor.
Haşır yapacak onu. Dalgındı mübârek.
Rasûlullah girmiş odaya: “Yâ Aişe demiş şurda bir liss getirdim demiş. Liss Arabçada hırsız demek. Lıs, lıs, Lâm, Sin. Lıs. Bunu kolla kaçmasın bir yere!” demiş.
“Peki yâ Rasûlullah!” demiş.
Aişe hamuru yine yoğuruyor.
Şey hırsız arka kapıdan kıvırmış.
Rasûlullah gelmiş demiş: “Yâ Aişe demiş nerde?”
“Dikkat etmedim. Ne Rasûlulah?” demiş.
“Hırsız koyduydum buraya da bekle!” dedim.
Şaşırmış Aişe unutmuş mübârek.
Rasûlullah Efendimiz ellerini böyle hamurlu görünce Aişenin:
“Ellerin kırılsın!” demiş çıkmış gitmiş.
İlk bedduasını orada yapmıştır Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem.
Biraz sonra gelmiş.
Hz. Aişe öyle yapıyor, odanın içinde dolaşıyor ellerini böyle yapıyor.
“Yâ Aişe ne oldu sana?” demiş.
“Yâ Rasûlullah beddua ettinizde ya hangi kolum kırılacak diye ona bakıyorum!” demiş.
Rasûlullah Efendimiz secdeye kapanmış:
“Yâ Rabbi bende insanım demiş. Ara sıra hiddet geldiği zaman beddua ediyorum, Sen bunu ümmetim için hayra tebdil eyle Yâ Rabbî!” demiş.

Bunu insan söylemez oğlum, peygamber söyler ancak.
Müşriklerden kaçıp hicret ettikleri zaman Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Medine’ye.
Bir muahede yaptılar peygamberinen.
Hudeybiye musalahası derler buna Hudeybiye.
Tarihi okuyanı varısa bilirsiniz.
Şimdi İslâmlardan müşrik olan olursa, Mekke’ye giden giderse onlar kabul edecekler.
Müşriklerden İslâm olursa, İslâmlar onu kabul etmeyecekler.
Böyle bir. Hz. Ömer demiş ki: “Yâ Rasûlullah ne yapıyorsun?”
“Duuur Ömer demiş sesini çıkarma. Duydun mu, bizim için âyet geldi!” demiş.
Şimdi İslâm olan almıyor Medine. Başlâmışlar.
Ebu Cendel isminde birde genç birisi.
Bunların başlarına geçmişler. Kırk kişi olmuşlar bunlar.
Şam’a giden müşriklerin kervanlarını soymağa başlamışlar.
Bunun üzerine gelmişler, Hudeybiye Musalahasını müşrikler kaldırmışlar.
İşte bu sıralarda Hz. Rasûl-i Ekrem’in bir mübârek kızı Ümmügülsüm. Müşrik biriynen evli Mekke’de.
Kocası da İslâm oluyor. Şey ediyorlar çıkıp geliyorlar Medine’ye gelecekler.
Medine’de müşriklerin Medine’ye gelirken ooo Hüdeybiye sıralarında müşrikler hücum ediyorlar.
Ümmügülsüm’ün kocasını katlediyorlar.
Ümmügülsüm’ün mübârek, Rasûlullah Sallallahu Aleyi Vesselemin kızı.
Karnını yarıyorlar, daha dört beş aylık Hz. Rasûl-i Erkemin torunu mübareği çıkarıyorlar karnından onu da parçalıyorlar.
Kaab isminde bir adam yapıyor bunu.
Kaab Arabçada şu topuk demek topuk.
Kef, Ayn, Be. Şu ayağın topuğu var ya kaab derler onlar.
Rasûlullah Efendimize haber gidiyor ki kızınızı böyle yaptılar, felan işte. Parçaladılar, karnındaki çocuğu aldılar.
Mübârek iki âlemi gören gözlerinden yaşlar başlıyor gelmeye.
Ağlıyor ağlıyor, emrediyor: “Katledin o adamı!” diyor.
Bir bedduası da budur: “Katledin!” diyor.
Herifi arıyorlar nerde bulsunlar.
Aradan bir buçuk sene geçiyor adam Medine’ye geliyor Medine’ye.
Bir örtü örtünmüş doğru Hz. Ebubekir’e gidiyor diyor ki:
“Yâ Ebabekir diyor beni Rasûlullah’ın huzuruna çıkar. Ben İslam oldum. Ben böyle böyle böyle bir câhiliyette böyle bir halt işlemiştim!”
Hz. Ebubekir diyor ki: “Ben götüremem seni!” diyor.
Hz. Ali Efendimize gidiyor, Hz. Ali halîm, aslan ama: “Git!” diyor.
Hz. Ömer’e gidemiyor çünkü Hz. Ömer “Nerde görsen katl et!”
Derhal kesecek kafasını.
Bir şey ediyor, bir biçimnen huzur-u peygamberiye giriyor. Sahabeleriynen oturduğu zaman.
Kapıdan içeriye girdiği zaman Rasûlullah tanıyor zâten Kabı Mekke’den biliyor, tanıyor.
Oturuyor Kaab oraya: “Eşhedu enlâ İlâhe illallah ve Eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasûluhu!” diyor.
Rasûlullah başlıyor ağlamağa.
Bütün dünyadaki kalbleri, dünya yaradılışından, dünyanın sonuna kadar bütün kalbleri toplasan bunların merhametlerini hepisini bir araya getirsen kızını parça parça eden adama hiç kimse affedemez!
Ağlıyor Rasûlullah: “Ben seni affettim!” diyor. “Allah’ım da affetsin!” diyor.
“Ve ma erselnake illa rahmetel lil âlemin.”
İşte onun ümmetiyiz, kıymetini bilin, kıymetini bilinnnn!
Bunun üzerine, diyorlar: “Yâ Rasûlullah bu senin şeyini öldürdü yav. Bu nasıl olur sen affedersin?”
Şu hadisi buyuruyor: “Günahlarından tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibi olur!” diyor Rasûlullahın hadis-i peygamberî.

Onun için: “Efendim ben namaza yeni başladım. Şunu yapıyor. Eskiden edebsizliklerim varıdı!”
Halishane bir fırçala içini. Tövbe et!
“Yâ Rabbi benim aklım başıma geldi, Yaptığım seksen türlü edebsizlik var. Sen beni bir yıka jet fırınına sok!”
Ama kati bir daha: “Ulan eee temizlendik de bir daha yapalim!” diye haaa o zaman tokmağı yersin. Yap temizlendin gitti.
Rasûlullah yalan söyler mi hâşâ.
“Allah bütün kusurları bağışlar!” âyet-i kerime buda.

Onun için aziz cemaat!
“Ve ma erselnake illa rahmetel lil âlemin”
Hz. Resülun peşinden koşan daima gönlünden konuşur.
Gönül konuşması doğruluktur.
Doğruluğun târifi gönlün konuşmasıdır.
Bu bir YOLdur bu yol kâh açılır, kâh gizlenir.
Onun Dostlarının gözlerinde ancak görülür.
Onun için o Dostlar herkesçe aranır, sorulur, ziyaret edilir.
Dostlarının Dostlarına el atmağa bakın Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellemin.
“Nerede bu Dost?”
Dolu yahu ortalık dolu.
Onlar içinde Kutublar Dairesinde bir topluluk vardır.
Kutub, kutub derler. Hızır bunlardandır.
Rasûl-i Ekrem’e Nübüvvet gelmeden evvel, Rasûl-i Ekrem de bunlardandı.
Bunlara Arabça da müfredler derler.
Müfred, tek demek. Bunlar bir zümredir.
Bu müfredlerinin, Dostlarının Dostlarını ara bul!
“Nerde bulacağım?”
Nerede istersen bul.
Efendim Arabça da bir tabir vardır:
“Eşikte olan, Hazrette olanı göremez, yukarda olanı! Hazrette olan da sırda olanı göremez!”
Sır kapısından girip çıkanı görmek ve onu keşfetmek çok güçtür!

İşte demin Ebu Nakkâş’ın dedim ya:
“ala ümemim mimmem meak”
Onu halletmeğe savaşın!
Bir Hadis-i Peygamberi de buyuruyor ki:
Nefsin gözü ile yani buyur, efendim bende mikroskop var, dürbün var, teleskop var, şu var, akıl var, makıl var, evet. Ben âhireti göremiyorum!”
Ulan hayvan, nefsin gözüyle âhireti görmeyi bekleyen kimse câhildir, câhildir.
“Dünyada kalb gözü kör olan âhirette de kördür” Âyet-i Kerime.
“Ben her kimin sandığı gibiyim” diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Beni nasıl tasavvur ederseniz öyleyim.”
İsterseniz Put yapın, ellerini böyle yapın.
İsterseniz kuş yapın. Ne yaparsanız.
Ben herkesin aklının derecesine göreyim demek istiyor.

Onun için İslâmiyette Nur-u Rasûlullah Hakk’ın Nuru, kâfirinin de, dinsizinin de, imansızının da kalbindedir.
Kalbinin içinde. Onu işletin!
Onun için fuhuş yapan insan gitmiş ötekiynen, berikiynen kalan insan bu NURa haraket etmiş olur.
Haraket ettiği için İslâm dininde fuhuş yasaktııııır.
Evliler de fuhuş yapıyor!
Kalk vücudunu yıka serseri! Onnan kurtulursun.
Vücudunun şeyini gusullen temizlemiş olursun!


Ve refa'na leke zikreke Feinne me'al'usri yüsren. İnne me'al'usri yüsren. Feiza ferağte fensab. Ve ila rabbike ferğab.

ÂYETLER:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Resim---"Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semiul besiyr: Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ 17/1)


أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ

Resim---" Elem neşrah leke sadrek. Ve vada'na 'anke vizreke. Elleziy enkada zahreke. Feinne me'al'usri yüsren. İnne me'al'usri yüsren. Feiza ferağte fensab. Ve ila rabbike ferğab: Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? İndirmedik mi senden o yükünü? O senin sırtını ezen yükü. Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık var. Evet o zorlukla beraber bir kolaylık var! O halde boş kaldığında yine kalk yorul! Ancak Rabbine yönel ve yalvar.” (İşirah 94/ 1-8)


اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ

Resim---" İkre' bismi rabbikelleziy halak. Halekal'insane min 'alak. İkre' ve rabbükel'ekrem. Elleziy 'alleme bilkalem. Allemel'insane ma lem ya'lem: Oku O yaratan Rabbinin adıyla! İnsanı bir kan pıhtısından yarattı! Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. Kalem ile (yazmayı) öğreten de. O, insana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak 96/1-5)


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

Resim---" Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin: (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)


وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ

Resim---" Ve inneke le'ala hulukin 'aziymin.: Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4)


قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ

Resim---"Kiyle ya nuhuhbit bi selamim minna ve berakatin aleyke ve ala ümemim mimmem meak ve ümemün senümettiuhüm sümme yemessühüm minna azabün elim: Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.” (Hûd 11/48)


وَمَن كَانَ فِي هَـذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً

Resim---"Ve men kane fi hazihi a'ma fe hüve fil ahirati a'ma ve edallü sebila: Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsrâ 17/72)


HADİSLER:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Günahından tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibidir” buyurdu.
(İbni Mace, Sünen, c.2, s. 1420)

Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Beni rüyâda gören kimse uyanık iken de görecektir veya beni uyanık halde görmüş gibidir. Zîrâ şeytân benim sûretime giremez....” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Ebu Dâvud, Edeb 688-5023 ve benzeri hadisler: Buhârî, İlim 38, Edeb 109; Müslim Rüyâ 10,11-1775)



KELİMELER:

Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. Sabretmek. Katlanmak. Kaldırmak.
Anatomi: İçyapı.
Fuad: Kalb, gönül, yürek. İç Kalb Özün özü.
Denes: (C.: Ednâs) Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset.
İhtizaz: Hafif titremek. Deprenmek. Şevk ile meyil ve hareket. Harekete geçme. Sallanma, sıçrayıp oynama.
Tebük: Hicaz'ın kuzey tarafında Medine-i Münevvere'den Şam'a giden yolun ortasında bir yerdir ve Peygamber Efendimizin son gazvesinin yeri olmakla meşhurdur. Tebuk'te Peygamberimiz tarafından yaptırılan bir duvar bir hurmalık ve bir de çeşme var olduğu rivayet edilir.
Berhava: (Berhevâ) f. Boş, faydasız. Havaya uçurulmuş. Havaya gitmiş.
Hâk: f. Toprak. Turab
Yeksan: Beraber. Bir. * Düz. * Her zaman.
Gazve: Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat bulunmadığı müfrezelere Seriye denilir.
Uhud Gazvesi: Uhud, Medine-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) ashâbıyla Kureyşliler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazasıyla meşhurdur.Uhud gazası, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zahirî sebebi: Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazasında Kureyşliler mağlub olduklarından, Kureyşlilerden Bedir Gazasında akrabaları öldürülmüş olan bazı kişiler Ebu Süfyan'a giderek harp teklifinde bulunmuşlardı. Ebu Süfyan, kendi kumandası altında Kureyş müşriklerinden ve Kenane ve Tehâme'den üçbin ikiyüz kişi kadar alarak karısı Hind ve diğer bazı kadınlarla birlikte Medine'ye doğru hareket edip Uhud Dağı'na gelmişlerdi. Hz. Resulullah (A.S.M.) Efendimiz, bunların önüne çıkmak fikrinde bulunmayıp, şehre girdiklerinde müdafaa yapmayı teklif etmişse de, bazı ashabın ısrarı üzerine muharebeye çıkmağa karar vermişlerdi. Hz. Peygamber (A.S.M.) sahabeden 700 kişiyle küffâra karşı çıktı. Muharebede müslümanlar bazan galip, bazan mağlub olarak Peygamberimizin amcası. Hz. Hamza ile birlikte 70 sahabe şehid olmuştu. Hatta Peygamberimizin de dişi kırılmış, yüzü ve dudağı yaralanmıştı.(Mühim bir sual: Fahr-ül-Âlemîn ve Habib-i Rabb-ül-Âlemîn Hazret-i Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde mağlubiyetinin hikmeti nedir?Elcevab: Müşrikler içinde o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Halid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlahiyye, hasenat-ı istikbaliyelerinin bir mükâfat-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlup olmuşlar. Tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin. L.)
Müverrih: Tarihçi, tarih yazan. Ebced hesabiyle tarih düşüren kimse.
Ta’zim: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Lıss: (C.: Lüsus-Elsâs) Hırsız.
Muahede: Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletler arasında andlaşma.
Musalaha: Karşılıklı anlaşmak. Barışmak. Sulh akd etmek.
Kutub: (Kutb. C.) Kutublar.
Kutb: Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın en büyük mürşidi.
Müfred: (Müfret) Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan. Basit, mürekkeb olmayan. Tek olan Hak erleri.

Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön