2009 Şubat Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Şubat Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ÇÖL!..
Tarih: 01.02.2009 Saat: 18:06 Gönderen: kulihvani

Resim

ÇÖL!..

güllale

Hayatımızda her şey'in bir anlamı yeri ve değeri var da o denli gafil habersiz cahil yürümekteyiz...
Olanlar, bize farkındalık getiren kendimize gelmemize ip uçları olan ikramlar...
Hayatımızda zaman mefhumu içinde gelişen her şey bir şeyi anlamamız öğrenmemiz bilmemiz olmamız için.
Sesler, sayılar, harfler ve görüntüler asıl hayata hangi yerde nasıl başlayacağımıza yol açan araçlar...
Bunu yeni farketmeye başladım, herşeyin birşey olduğunu hiçbirşeyin gereksiz anlamsız olmadığını...

Adeta herşey bir ses ile bir görüntü ile önümüzde kitap gibi konmuşta okumayı öğrenmemize bakmakta...
Günlük yaşantımızda derdimizi anlatmak için iletişim kurmak için anlamak için kullandığımız konuşma ve yazma dilimizin ne denli bigane olarak yapıldığını anlamaya başladım.
Uykuda sayıklamak gibi, hastayken sayıklamak gibi, bilinçsizce çıkanlar bizden...
Sonra şunu da anlamaya başladım ki ağzımdaki dilim et parçası kalbim gibi gözüm gibi kulağım gibi elim gibi ayağım gibi velhasılı kelam her bir hücrem gibi "öldüğümde" hiçbir güce sahip olmayan et parçası "can" taşırken konuşan, gören, duyan, koklayan, tutan, yürüyen, çarpan ve hisseden kerametler olmakta...
Ses benden nasıl nereden ve ne marifeti ile gelmekte? Gözümdeki görme o renkli yuvarlak kaygan et parçasının marifeti değil, ondan bakandan olmakta...
Muazzam bir "şey" var ki yaşayan, hayat sahibi, yapan, olan içinde olunan!
Ve her ne varsa algıladığım bildiğim varlık sahasında her birindeki marifet te aynı kaynaktan gelmekte...
Bu anladıklarım ve yazabildiklerim, anlayamadıklarım ve yazamadıklarım ile canımın özünde hissettiğim yaşam yolculuğumdaki seyrlerimi zaman zaman pay etmekteyim Muhammedinur'da.
Çöl günlüğüm, darmadağınlığım, Meryem çilesi, Yusuf kuyusu, Hacer koşusu gibi...
Demiştim herşey "çöle girmekliğimle başladı"...
Çöl daha içine giremeden kenarından seyran ile beni yakmış, susatmıştı.
Ve anladım ki "ÇÖL" daha başka daha kavî bir yer.
Çöl, Kur'an'ı okumak, yaşamak, ve Kur'an olmak yeri ...
Kur'an-ı Kerîm'i insanlığa getiren Sevgilimiz, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz çölün içinde...
Diğer peygamberler çölde...
Kur'an çölü bildirmekte...
Azîm bir yer, mubarek ve her benim diyenin giremeyeceği, içinde kalamayacağı bir yer...
Belki de çölün içine aldıkları ve içinden attıkları olan bir yer...
Azîm bir yer, azîm bir hal!
Çölün dışında ne var peki?
Çölde değilsem neredeyim?
Çöle baktımsa baktığım yer neresi?
Yandım, susadımsa yanmadığım, susamadığım durduğum yer neresi?
Dünya? İçinde hayır ve şerrin, iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, helal ve haramın, sıcak ve soğuğun, ak ile karanın, temiz ile pisin bir arada harman olduğu yer?
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin sahabeleri ile birlikte bir mezbeleliğe, leşlerin, çöplerin, atıkların olduğu bir yere bakarak, "dünya işte böyledir" buyurduğu geldi aklıma.
Aman el-aman olsun, aman dilerim, çöplükten mi seyre dalmışım çölü?
Ya "çöplük" te ondan bir parça olarak "atık" olacağım, ya da "çöl" de Resuller İZinde yanıp kavrulacağım...
Bir ayağım çöplükte batmışken bir ayağım çölde SALLanmaktayım...
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimin ayak İZine ayağımı basmak istiyorum.
Ayağımı çöplüğün bulaşığından temizlemeliyim ki çölün attıklarından değil bağrına bastıklarından olabileyim.
İki ayağım BİR yerde olmalı ki YÜRÜyebilmeliyim.
İki gözüm BİR yerde olmalı ki GÖRebilmeliyim.
İki kulağım BİR yerde olmalı ki DUYabilmeliyim, UYabilmeliyim...
ÇÖLde Yarımlarımı TAM edebilmeli İZ üzerine BİRlikte basabilmeliyim...
Çöle lâyık ve lâzım olma çabası oldu çilem ...


*******
Re: ÇÖL!.. (Puan: 1)
Gönderen: Kulihvani Tarih: 07.02.2009 Saat: 16:19
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

güllalecan,
Çöplük ve ÇÖL..
Seyr ve Süluk..
İmtihan ve Sonuç..
Lâ İlahe ve İllallah..

Ne güzel içten işlemişsin İÇ ÇÖlü..
Yüreğine sağlık..
Sırat-ı Müstakim sanki bir TEL gerilmiş de Kalu Belâ tepesinden Mahşer Tepesine..
İnsanlar tel üzerinde CANBÂZlar gibi ellerinde denge sopaları TEVHİDleri Kader adımlarıyla durmadan yürümekteler..

Çöplük dediğimiz İmtihan âlemi olan şu Dünya ve Madde Âlemimiz..
ÇÖL denilen ise Mânâ ve İç Âlemimiz..

ARAkesitleri Çizgisi Sırat-ı Müstakim gibi..
Bu Çigide EMRullahı DUYmamız ve MURADullaha UYmamız istenmektedir..
KULluk İmtihanımız da budur..
Âhiretin Tarlası Dünya..
Geçiş ÇİLElerimiz ÇÖL..

Sakın Çöplük demekle kötü dediğimiz sanılmasın..
GÜLün Anası Gübredir ve GÜL kadar kıymetlidir, ancak yemeye veya koklamaya kalkışmak AHMAKlıktır..

Bu nedenle Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
“Dünya, evi olmayanın evidir.
Malı olmayanın malıdır.
Aklı olmayan bir kimse dünyayı toplar.
İlmi olmayan bir kimse dünya için başkasına düşmanlık güder.
Fıkhı olmayan bir kimse dünya için başkasına hased eder.
Yakîni olmayan bir kimse durmadan dünya için çaba sarfeder.” buyurmaktadır..
(İmam Ahmed, Müsned)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Şubat Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

YUSUF YÜZLÜLER
Tarih: 12.02.2009 Saat: 20:15 Gönderen: kulihvani

Resim

YUSUF YÜZLÜLER
ALPEREN GÜRBÜZER

Yusuf yüzlülük; tâ çocukluk dönemlerimizden bu yana süre gelen hasretimiz.
Çünkü Yusufiye Halkasına girerek her dem tazelenir ruhlar.
Böylece bu yolda kana kana huzur bulur tüm gönüller.
Çağların muhabbet selinin üzerine sindiği tek nesil Yusuf yüzlülerdir.
Mevlâ''''ya kendini adamışların, bir adım ötesinde âb-ı hayat içenlerin ve varlığından geçenlerin buluştuğu noktanın adıdır Yusufiye.

Yusuf Yüzlülerde İ''''lây-ı Kelimetullah davasına gönül vermenin iştiyakıyla gecenin alaca karanlığında, pembe şafakların doğacağı ümidiyle seyre dalar demir parmaklı penceresinde.
Bu yüzden, yanık sıla türküleri dillerden dökülerek bir ağıt faslı başlar Yusufiyeden her dem...

Yusufiyeler Hakk''''ın ve hakikatin metin kaleleridir. Yusufiye burçlarında dalgalanan tuğlar, ebediyeti müjdeler âdeta.
Aynı zamanda her bir tuğ’un kendine has mânâsı var, yeter ki mânâ denizinde yüzmeyi arzula gerisi kolay.
Nasıl mı? Mevla’ya iştiyakla yalvarıldığında kelimenin tam anlamıyla mârifet ve hakikate götüren tuğların kalbin cilaları olduğu anlaşılacaktır elbet.

Ateşi, kül akkoru, hatta küfrü söndüren, ondan da ötesi zulmeti nura döndüren, masum gönüllerin yanık seslerini dindiren de dikili tuğlardır.
Yusuf yüzlülüğü şiâr edinenlerin remzidir tuğlar.
Bu yüzden Yusuf yüzlüler hep bir ağızdan; ''''''''Yüceltip tuğları Fisebilillah
Değiştir çağları Fisebilillah!."
Diye haykırırlar her nefeste.
Aslında bu meydana her can giremez.
Yufka yüreklilerle dikenli yollar aşılmaz.
Çünkü o meydan er meydanıdır, yani bu kudsî yolda bin bir türlü ezâ, çile ve hatta kar beyaz ölüm var.
Yani çağın çilesi onların sırtlarına serilidir.
Hor görülseler de davalarına sadıktırlar, asla vazgeçemezler o sevdadan, isteseler de dönemezler o kudsî davadan.
Yusuf yüzlülük yüce bir davadır, nasıl dönülsün ki?
Bu uğurda kan aksa da acı bilinmez.
Allah (c.c.) aşkından dolayı Resûlüllah (s.a.v.)’in yolunda yürüyeni ateşe atsalar da İbrahim’e ateşin gül bahçesine dönüşü misali yanan kül olmaz.
Özünde sevgi ve aşk olanı ateş nasıl yaksın ki, yakamaz da zaten.
Ateş yücelerden emir almış “serin ol!” diye.
Nitekim Mecnun Leylâ''''nın sevdasına yana yana çöllere düştü, sonunda kendini Mevlâ’da buldu, hakeza Ferhat’a dağı del dediler, o da Şirin''''e olan o deruni aşkıyla dağı deldi de, Aslı ile Kerem ise ecele şerbet dedi.
Hâsılı ne mutlu o sevdalılara, ne diyebiliriz ki onların şahsında bu kudsî yola, kutlu olsun demekten başka.

Yusufiyeler her gelene açık, Mevlââa’ca; ne olursan ol yine gel diyorlar.
Mevlânâ’nın çağrısını özümlemiş duygularla bu dergâhta himmet-i ulâ ile gelen geri çevrilmez.
Kılıç değildir ülkeleri fetheden, asıl fetih insanları sevgi ve aşk ile fethetmektir.
Mâdem Allah Kulunu sever, o halde yaratılanı sevmek yaratandan ötürü prensibinden hareketle herkesi sevmek şiârımız olmalı.
Yusufiyeler derde derman isteyen, rahat-ı can isteyen, Mevlâ''''ya aşk ile yanıp tüten boyun eğenlerin yoludur çünkü.
Yusuf yüzlülük, canında cânânı arayan, İ''''lây-ı Kelimetullah aşkıyla yanan ideal tipin adıdır. Maksuda ermek istiyorsak şayet, Yusufiye ruhunu yakalamalı.
Kendimizi keşfetmenin basamaklarıdır Yusufiyeler.

O gül yüzlü Yusuf yüzlüler gecenin her yıldızı parlarken sabahın seher vaktinde çarpan gönülleriyle adeta ''''''''Yırt yakanı, eyle figan'''''''' ilânıyla uykudan uyanmamızı istiyorlar.
Bu ülke eski ülke değil artık, doğru yanlış, eksik ya da fazla dünümüzde kudsî davalar vardı, başkasını düşünmek vardı, canlar verilirdi dava uğruna, her nedense şimdilerde aptal yerine koyuyorlar ideal insanı.

Neyse, hem mâdem koyun yatmaz hayvan iken, o halde diriliş nesline uyumak yaraşmaz, o halde seher vaktinde öten bülbül kuşların sesleriyle uyanmalı.
Ecdadımız erken yatıp erken kalktığı içindir ki; tarih boyunca medeniyetten medeniyete koştular. Seher vaktinde hep birlikte toplanarak aşka giderlerdi.
Daima Allah''''a (C.C.) abd (kul) olmanın idrakiyle gece gündüz dip diri idiler.
Dillerinde tane tane dökülen o tatlı sohbetleriyle kalplere ferahlık verirlerdi.

Ya bizler? Tam içler acısı haldeyiz.
Hayret mi hayret manevî soluk kabımızdan nasıl çıktık da bu hallere düştük doğrusu anlaşılır gibi değil, her ne sebep olursa olsun silkinip yerimizden doğrulup kendimize gelme zamanı şimdi değilse ne zaman?
Mâdem ecdadımız tarihe not düşmüş, neden sırlarına vakıf olamıyoruz acaba?
Yusuf yüzlü olmayı arzuluyorsak atalarımızın izi izimiz olmalı.
Saf saf dizilerek Allah (c.c) yolunda canlar yeniden fedâya hazır olmalı.
Gönüllerin gönderinde Yusufiye aşkını tüttürmeli, durmak yok yola devam demeli.
Uyan artık ey kalbim!
Bitsin bunca zulmet dolu hayat nereye kadar.
O halde Yusuf yüzlü "Ferhat" olmalı, "Mecnun" olmalı, varlık taşını delerek sahralarda ''''''''Leyla''''''''ya varmalı.
Bir garip misali dünyada yaratılış gayemiz doğrultusunda, ömrümüzün sonuna dek mücadele etmeli.
Mâdemki bize emânet verilen can tendedir, Allah''''tan mahrum yaşamak niye?
Cennette cemâlinden ayrı kalmamak için kul olmak varken bu dünyada boş bir hayat yaşamak niye?
O halde bülbül gülün hayranı, biz de Allah''''ın ve Resûlü’nün yolunda sevdalı olmalıyız.
Bülbül gül için öttüğü gibi, biz de Allah adı için ''''''''ALLAH!'''''''' diyerek zikredelim ve rahmetine gark olalım.
Lafza-yı Celâl ismini kalbimizde anarak vuslat kılıcımızla gönül burcunda, ömürde bir kez de olsa candan “Allah!” deyip kurtuluşa ermeli.

Gel kardeşim gel!
Sen de bu yola koyul ki bir olalım, diri olalım, yanmaktır bizim ülkümüz, bize bizden gayrı dost yok çünkü.
Coşkun sular gibi çağlarız biz.
Bu yolda korkuya yer yok.
Bu meydan âlâ meydandır.
Burada açılan gül kolay kolay solmaz, bunu böyle bil.
Ülkü yoluna sende karış ki aşkı yaşayasın, sevgi nedir bilesin.
Fenâdan bâkiye göç eylemek arzularsan yüzünü Yusufiye’ye çevir ki necat bulasın.
Yüzünü dön ki sevenlerin tutku bakışlarında mest olasın.
Yusuf yüzlüler gelene gelme gidene de gitme demez, bilakis sevenlere kollarını açarak kucaklaşırlar kardeşçe her daim.
Yusufiyelileri sevmeyenler varsa, varsın sevmesin.
Elbet bir gün onlar da anlar gerçeği.
Onlara gülenler varsa varsın gülsün, önemli olan Hakk (c.c) biliyor ya, gerisi angarya.
Gafiller bilmese de Allah''''ı sevenler olacaktır halk içinde.
Gördük ki Yusufiye yolunda garip bir kuş olunsa da Yusuf yüzlüleri salan ilahî bir güç var.
Çünkü bu din garip geldi garip devam edecek.
Nitekim Allah garipleri sever müjdesi tek tesellimiz..
Konuşmaları hep İslâmiyet, hep duygu yüklüdür.
Sohbetleri hoş eder insanı hep içten içe.
Yusufiye ruhu Öteleri hatırlatır.
Dostluk nedir bilmeyenlerin dost olmayı öğrendiği, okumayı sevmeyenlerin okumaya teşvik edildiği mekânlardır Yusufiyeler.
Sevgi kitaptır hem dilde hem de kalbde..
Halimize rengârenk katılan iklimin ismidir Yusufiye...
Yüreklerin dolu dolu aktığı pınar çeşmesidir Yusufiye’ler.
Şehâdete susamış gönüllerin kurban olduğu hakikat ve adalet şu’leleridir Yusuf yüzlüler.
Sen de gel ey kardeş bu makamı ziyarete.
Gel ki dilden belâdan def’ olasın, emelini burada bulasın.
Hatta Yusufiye’ye gelmekte tereddüt eyleme ki ruhun gıda bula.
Yusuf yüzlüler ile buluşmanın mutluluğunu yaşamak için vuslata koş ki muradına eresin.
Yusufiyeler sahabe sohbetleriyle inler her nefeste. Rahmet ruhlarıyla şenlenir temiz kalpler.
Bu iklime dal ki derdine derman, yarana merhem bulabilesin.
Söğüt''''te küçük bir aşiretten meydana gelen muhteşem çınarın temelinde Yusufiye ruhu vardır.
Hâsılı Osman Gazi ile Şeyh Edebali''''nin elinde yoğrulan hamurun adıdır Yusufiyelik...
''''''''Sürseler de yaban içine, atsalarda zindan evine, haykırıp bu yoldan dönmeyiz!'''''''' diyenlerin yurdudur Yusufiye.
Ciğerlerini lime lime etseler de, ellerine zincir vursalar da "Allah!’’ diyebilmektir Yusufiyelik...
Nice bin zevkle Yusuf''''un düştüğü kuyuya atsalar da "Hak yoldan dönmek yok! '''''''' demenin adıdır Yusufiyelik...
Hangi meydan olursa olsun er meydan içinde Alperenlerin varlığı hissedileceği muhakkak. Çünkü bu davada ikilik yok, birlik var.
Bundan da öte felah ve dirlik var.
Her türlü nimet, Tevhid Sancağının ruhunda gizli çünkü...
Allah''''a arzulanan dilde açan çiçektir Yusufiyelik bu yüzden.

Yusuf yüzlüler aşka düşen pervanedir.
Gâh seller gibi çağlayan, gâh gözyaşları akan insanlar olarak anılacaklardır.
Yollarına kurban olası geliyor seyredenlerin.
Nitekim rengârenk bahçelerinin önlerinden geçenler, güllerine gıpta ile baka kalırlar hayranlıkla.
Yolları Piri Türkistan-ı Ahmet Yesevîlerin, Hazreti Mevlânâların, Yunusların, Hacı Bayram-ı Velilerin, İmam-ı Rabbanilerin, İmam-ı Gazali’lerin yoludur. Yollarına hem hayranız, hem de kurbanız.
Yusuf yüzlülerin her biri ehli ukba''''da, yine her biri bir sevdada.
"Neyleyim dünyayı bana seni gerek seni'''''''' diyenlerin adıdır Yusuf yüzlülük.
İmanları ve zindelikleriyle Kuran’ın hadimleridirler.
Cümle âlemi şâhid tutarak, bu yoldan dönmeyenlerin adıdır Yusuf yüzlülük...
Hakk''''ı batıldan ayırmanın yoludur.
Hak’tan gayrı neyleyim dünyayı diyebilmek ve Menzile ermenin sırrıdır bu yol.
Ötelere yürek mi dayanır, elbette ki dayanmaz, ama o sırra da vakıf olmak için gayret gerekir.
Ol Gülşen de aşk bile girdi cana, gördüğümüz mânâ denizinde Yusufiye kervanını yakalamanın heyecanıyla gece gündüz yana yana aşk küllerinde hep ararız cânânı.
Âhirete gider kalbdeki YÂR.
Nasıl mı? Gün çekilince derin bir âlem başlar hayalimizden izbe iz, derken bir ömür geçer.
Hatta bir sonbahar mevsimi geceden gördüğümüz bir düş mü yoksa hayal mi demeden, delilsiz inandık bu yola.
Zira O sevgili engin ufuklardan çarpan gönülle sergilenir içten içe, yani adı güzel kendi güzel Muhammed(s.a.v) yanımızda sanki.
Hazreti Ebubekir (ra): "O ne derse doğru söyler, O dediyse doğrudur" sözleri hep ruhumuzda yankılandı öteden beri.
Sıddık-ı Ekber’in dilinden teslimiyeti öğrendik.
Tevhide gönül bağlamayan bizi anlamaz, anlayan anlar bizi ancak.
Yâr aşkına ölsek ne olur ki?
Bu dünyada kana kana aşk şerbetinden içsek fenâ mı?
Kalbi sıdk ile canımız kurban olsun ülkü yoluna desek ne kaybederiz ki?
Züleyha''''nın şahsında Mısır''''a ilk merhamet ve sevgisini aşılayan Yusuf (a.s.) değil miydi?
Yusuf’u kardeşleri kanlı zindanlarda prangaya vurdular da ne oldu, sonunda Züleyha''''nın eğemen duygusu İlahî Aşka boyun eğmemiş miydi?

Nasıl olsa dünya dönüyor, bütün mahlûk ona binmiş ömür sürüyor.
O halde mala mülke aldanmak niye?
Mâdem ölmemeye çaremiz yok.
O halde Allah''''a kul olmamak niye?
Gelin tevhide koşalım, hasret çağrısında gelin Allah diyelim ki, ülkü yolunu idrak edebilelim.
Hazret-i Yusuf (a.s)''''ın yaşadığı serüveni yüreğimizde hissedelim sevda bereketiyle.
Ateşe atsalar da yahut bizi kül etseler de: “Rabbim Allah!” diyebilmeli.

Vesselâm...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Şubat Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

BİZ-BİR-İZ SİTEMİZ
Tarih: 13.02.2009 Saat: 00:15 Gönderen: kulihvani

Resim

BİZ-BİR-İZ SİTEMİZ

Kul İHVANÎ

Aziz kardeşlerimiz!
BİZ el ve gönül BİRliğiyle Muhammedînur Sitemizin İslamî İnanç, Amel, Ahlâk ve Hâller bakımından güvenilir-emin bir site olması için çalışılıyoruz.
Yaşı, bilgi seviyesi ve imkanı ne olursa olsun herkes; karınca kaderince, Allah celle celâlihu, Resûlullah salallahualeyhi vesellem, Ehl-i Beyt aleyhumesselam ve Allah Dostları ks HAKK YOLunda Hasbî Hizmete katılmak isteyebilir..
Kalan ömrünü, karz- ı hasen buyurulan ve Allah’a verilen en güzel borç şeklinde kullanmayı tercih edebilir...
Muhammedî Tevbe, Duâ, Rıza ve Şehâdet BİZ-BİRliğimize katılabilirler…

Canını vererek şehid olanlar gibi, hayattayken de her şeye şâhid olan her şeyde her yerde ve her hâlde çok fedakar olan,
Her bakımdan Rabbisinin rızasını bekleyen çok yürekli insanların yetişmesine hizmet etmeyi amaçlıyoruz.
Eski Tekke Sistemi bu gün sanal âleme kaymıştır.
BİLişme, BULuşma, OLuşma ve BİZ BİR Yaşamak imkanı bir AN da olabilmektedir..
Burada çok önemli bir şey var Resûlullah salallahualeyhi vesellem Efendimizde sohbet çok önemlidir.
Hiç kimseye bir şey yazmamıştır bizzat kendisi sözlü olarak sohbet etmiştir.
Resûlullah salallahualeyhi vesellem Efendimizi takib eden Allah Dostları da böyle yapmıştır.
Bu sebeple zaten Tarikatlar da bu şekilde kol hâlinde türemiştir ve çok uzun zaman işlev görmüştür.
Sonradan siyasileşmiş, devletlerin öncü kuvvetleri hâline gelmiş, gittikleri yerleri Müslüman yapmışlar, ama o krallar veya padişahlar tarafından kullanılmışlar ve kullanılmayanlar da manevî sistemde pasifize gibi görünüp, maddî sistemde pasif fakat mânâ sisteminde aktif hâle geçmişlerdir.
Bunlar ise ehlince bellidir bilinirler ve bu bakımdan gelecek zaman içinde bir Röper Noktası gibidirler.
Bunları mekan, zaman ve durumlar bozamaz asla…
Yani Kur’ân-ı Kerim ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sahih hadis lerine bağlı, bütün bilgilerine güvenilir, gerçekten Muhammed aleyhisselâmın Şeriat-ı Garra’sına uygun Şeriatı,
Mahmud aleyhisselâma uygun Tarikatı,
Ahmed aleyhisselâma uygun Mârifeti,
Habibullah aleyhisselâma uygun Hakikatta bir yeri olması lâzımdır.
Bazı insanların akılları kıt olduğu için eğitimsiz-ham olduğu için yoz olduğu için Sanal Tekke falan dediğimizde alaya alabilirler. Ama hiç de öyle değildir.
Çünkü bendeniz, sese çok inanan bir insanım sese.
Ses, hatta göz ve bakış çekici şeylerdir ve sohbette ana unsurdur bunlar.
Çünkü bileşik kaplardaki gibi kalbler birbirine parelel bağlanınca iç denge ve dış düzen seviyesi olan BİZ BİRliği birkaç saniyede sağlanır.
Çok merak ettiğiniz bir insanı gördüğünüz zaman, mesela kul la birlikteyken ben onun sakin, durgun ve emin oluşundan çok sevinç duyarım.
Hepimizin sevdiği bir başka kardeşimiz vardır o da çok ateşlidir, hareketlidir ve akışkandır ama gerçekten çok güzel bir insandır.
Ama görmeden merak ederiz, gördüğümüz zaman önemlidir.
Bir görmemiz lâzım, görüp de neyi göreceğiz, bir bakmak yani göz göze gelmemiz, lâzım işte bakışlar kalb dengelerindeki frekans farkını ortaya çıkarır.
Kalbleri BİZ BİR oluğ parelel bağlanmasını, ALLAH KULu kardeşliğini ve Resûlullah salallahualeyhi vesellem insanı olma haysiyetini- doğrur.
Muhammedî Şuûru BİLme, Nûru BULma, Sürûrda Olma ve Onuru Yaşama azmi başlayıverir İç Âlemde..
Bu ne kadar zaman alır, ne kadar olur, ne yapmak gerekir ve ne yapmamak gerekir gibi konuları çözülmeye başlar..
Bir anlamda şudur yani iki kalb birbirine 1000 km uzakta da olsa fark etmez yanyana olsa da fark etmez!
Birbirine Allah için bağlanmadığı sürece asla TESLİMİYET olamaz, katiyen güven olmaz, var sanılır ama hakikatte asla olmaz!
Yani konuşmada olur, arzuda olur, istekte olur ama hakikatte asla olmaz TESLİMİYET..
Bu da hayali bir inanca ve korkunç bir sonuca götürür insanı.
Son-uçta bir anda bir gerçek hakikatle karşı karşıya geliverir.
İşte Kur’ân-ı Kerimde buyrulduğu gibi onların canları…… çıkıverdiği zaman karşılarında bir biz kalırız.
Artık: “Eyvah!..” dese ne eyvahı!
“Keşke toprak olsaydım!” dese de boş!
Onun için sistemin kuruluşuna çok iyi dikkat etmemiz gerekiyor. Bu bakımdan ben ömrüm olduğu sürece hayatım boyunca inşallah Allahu zülcelâlin lütfu keremiyle ve ihsanıyla ömrümü önümüzdeki zaman içerisinde buna çalışmaya sarf edeceğim.
Yani sanal sistem içerisinde bu arz ettiğim hususları İlahî İlmin Öğretimi ve Muhammedî Edebin Eğitimi konusunda genç insanları özellikle bu sohbet ortamımızda bütün imkanlarımızı kullanarak hızla yetiştirmeye çalışacağız.
Çünkü bakın Barboros kardeşimiz çok değerlidir.
Bizde övgü bir insanı övmek, öldürmek gibidir.
Ne bakımdan?
Eğer övülen karşındaki onu takdir ediyorsa hiç fark etmez ister övün ister dövün.
Ama hakikatin söylenmesi bakımından söylenmesi gereken şeyler vardır bunlardan bir tanesi de nedir bunlardan bir tanesi de şudur: Sürekli çeviriler yapıyor, işte biraz önce bir saat kadar önceydi galiba Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin yaşı konusunda yazıyı okudum hakikaten içinde çok doğrular var çok eğriler var.
Ya da Tamilce den İngilizce ye İngilizce den Türkçeye çevirilmekten veya çeviren hristiyan kişi kendine göre çeviriyor ilk çevriyi.
Ama bunu BAWA Hazretlerinin demesi dünyada mümkün değil. Asla diyemez demez zaten.
Mesela tanrının oğlu demez, bunu kabul etmez zaten.
Ama adamlar öyle çeviriyor.
İsa dediyse adam kendine göre İngilizce olarak Tanrının oğlu diye çeviriyor.
Bu bakımdan şimdi bunu geliştirmek için yani diyelim ki Barboros Can ın önünü açmak için, ne bakımdan?
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve Allahu Zülcelâlin yoluna hizmette arabasını çeken at gibi olması için demek istiyorum.
Yani bizim önce öncülüğümüz budur.
Kervan Kıtmiri atçılıktır bir bakıma.
At arabası olmak gibi arabada teker olmak gibi kelimeleri biz bilerek kullanırız.
Bilerek tercih ederiz hayatımızın içinde de uygularız.
Aksi takdirde kendi kendimizi sahtekâr durumuna düşürürüz.
Bu bakımdan çok hakikatları gerçekten çok açık söylemeliyiz, açık BİLmeliyiz BULmalıyız OLmalıyız ve YAŞAmalıyız ki;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin, İnancında, Amelinde, Ahlâkında ve Hâllerinde hayatımızın her yerinde, hayalen değil de fiilen olup yaşayabilelim.
Kendi ailemizde yaşatabilelim.
Bizim yüzümüzü gören her insan bunu anlasın.
Bu kişi, BİZim için mutlaka Hakk Dostları elinde Eh- i Beytî, Muhammedî, Kur’ânî ve Rabbanî bir İlim ve Edebden geçmiş desin.
Bu bizim alın yazımızdır bu bizim üzerimize farz-ı ayn dır. Mutlaka olması gerekendir.
Üstünlük değildir illâ ve illâ olması istenendir emredilendir. Buna Muhtacız, Me’muruz, Mecburuz, Mahkumuz.
Çünkü DİN bundan ibarettir.
Bu noktaya gelmeyen din hayatın içinde anlamsız, kısır, atıl ve etkisiz inanç anlamını taşır ki bu asla bu sistemin kuruluş sebebi değildir. Edebi de değildir.
Çünkü sistemin tek kuruluş sebebi vardır:
“Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammede’r- Resûlullah”
İman bunun içindir, ibadet bunun içindir.
İtaat bunun içindir, İrfan ve İmtihan da bunun içindir.
İhsan bunun içindir, Allah bunun için bu nimetleri halk etmiştir.
Bütün Kâinâtı insan AKLına hizmet etmek için köle gibi yapmıştır.
Bir koyunun köleliğini ancak Hasan Dağında görürsünüz!
Bir keçinin köleliğini bir köpeğin köleliğini hatta insanın insanlara köle gibi hizmetini görürsünüz.
Kölelik olarak değil hizmet anlamında söylüyorum.
İşte bütün bu insan aklının kendisiyle baş başa bırakıldığı bu çılgın hayatta hemen gölgesi gibi peşinden gelmekte olan ECELi!
Ve bitmeyen gerçekten hayatın devamı için Allahu Zül Celâlin esmasının yansıması olan bitmez EMELi ve bitmez arzuları!
Bin kişi ölse de ben ölmeyeceğim zannetmesi ve bu zannla yaşamak zorunda kalması.
Çünkü böyle olmasa hayat durur.
Ve bütün bu insan modelini nasıl ortaya çıkaracağız nasıl ?
Eğer bu sadece site kurmakla, okumakla ham bilgiyle yapılsa idi bütün insanlar bunu kamyonlarla alırdı da biz yine aç kalırdık.
Hiç de böyle değildir.
Tasavvuf çok değişik bi şeydir…
Gerçekten hiçbir satır hiçbir sadr a geçmez.
Demin bakın okuyordum Bawa Muhyiddin Hazretlerinden.
Bawa Muhyiddin hazretleri 20. Yy da belli bölgedeki belli görevle gönderilmiş bir başka türlü Münir Derman’dır.
Yani kendi görevli olduğu sahalarda işini yapmıştır.
Gerçekten Allah dostudur.
Sitemiz ana sayfasındaki kendi ile ilgili bölümler de gereken bilgileri vermiştir.
Şifreleri vermiş, yapması gerekeni yapmış ve Rabb’ısına kavuşmuştur.
Sadece onun keşke onun yanında Tamilceyi çok iyi bilen tasavvuftan çok iyi anlayan kişiler olsaydı.
Onun için de ben acizâne Kervan Kıtmiriı olarak Münir Hocamın kızına demiştim: “Tefsirlerin müsveddelerini bana verirsen, ben de hizmet eder sana aynen teslim etmeye ne dersen o sözü veririm!”
Kader, Kaderullah! Keşke Bawa Babanın yanında birTamilce bilen birisi olsaydı da bize daha çok bilgi aksaydı daha net bilgiler aksaydı ama biz de onun çevirilerini, Barbaros’ un sayesinde gerçekten çok ciddiyetle okuyorum ve takip ediyorum.
Ben de szi gibiyim farklı değilim çünkü.
Ben de sizin gibi yetişiyorum, gelişiyorum kemalat göstermeye çalışıyorum.
Yani her şeyi bitmiş bir insan değilim.
Allah’a sığınırım öyle bir şeyden.
Bildiğim şeyleri de aktarmam gerekir şüphesiz ben şu anda 60 yaşındayım ve bu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Abdullaah sallallahu aleyhi vesellem olarak Hakk’a yürüdüğü yaşa yakındır.
Epey bir yaş demek istiyorum.
Bu kadar zaman içerisindeki bana aktarılanları sizlere aktarmazsam buna yazık olur.
Bu satır ile olmaz istediğiniz kadar yazın-çizin, ancak sadr ile olur.
Sadr; Özdür, Sînedir, Kalbdir.
Veyahutta dışarıdan içeri doğru sayacak olursak; Bedenden sonra SADR dır.
Sadr ın iç yüzü Sîne dir.
Daha aşağısı Kalb dir.
Kalbin iç yüzü Fuad dır.
Fuadın içine girdiğinizde Kalb diye birşey kalmaz.
Çünkü buradan içeri girmişsinizdir Sır, Hafi, Ahfa ve Akdes.
Akdes, Merkezdeki yutucu Kara Delik Noktası, El Kuddûs olan Allahu ZülCelâle aittir.
Size yansıyan zuhuratı, ancak Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem in Habibiyyetinden Ahmediyyetine geçişindeki bir şua’dır yani.
Ve bu noktayı peygamber SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEMe: “Ne kadar ya Resûlullah” diyor soruyor sahabe.
Buyuruyor ki: “Şimşek çakmış gibi!”
Süre bu kadar çok az yani.
Çünkü orada durulamaz. Orası Varoluş-Yokoluş Noktasıdır.
İşte bu bunlar kelimeleri bilmekle, bir yerde okumakla, böyleymiş demekle olacak şey değildir.
Asla değildir ve bu çok tehlikelidir. Neden tehlikelidir.?
Biz dağlardaki delilerden başkalarının zır deli sandığı Derbentli Deli Hasan’lardan ve diğer büyüklerimizden öğrendiğimiz şeyleri hâlâ daha en büyük diye geçinenlerin kitaplarında göremiyoruz. O kadar harbesiz kalmışlar ki bunlar, hiç bilgileri yok gibi. Onların dediği şeye sadece gülünür yani .
Hak Erenler, mutlaka bir direkten bir direğe diri elektrik almışlar.
Resim üzerinden proje üzerinden değil, bizzat elektriği almışlar. Doğrudan Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme bağlanmışlar. Direklerle uğraşmamışlar demek istiyorum.
O direk bu direk diye direğe sarılıp da teşekkür etmemişlerdir.
Sadece “sağol teşekkür ederim direk kardeş. Tam 24 saat ayakta durdun yağmurda, çamurda, karda, tipide devrilmedin ya gerçekten Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin Eriymişsin! Sağol! Varol!”
Bu kadar, gerisini at gitsin!
Elektrik-can ceryanı Allahu zül Celâlin ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de Allah’ın görevlisi Abduhu ve Resûluhü.
İşte bu arz etmeye çalıştığım şeyi bulmamız için gelecek zamanda, önümüzdeki zamanda, gerçekten çok güçlü sistemimizin olması lâzım.
Her bakımdan, teknik bakımından bilgi bakımından yani gerçekten bunu temin etmek için hepimizin çaba göstermesi lâzım.
Biz siteyi kendi adımıza düşünmekten Allah’a sığınırız. Gerçekten Allah’a sığınırız.
Çünkü korkunç bir hata olur ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin Hasbi Hizmetine kim sahip çıkıyorsa onundur.
Çünkü 20 sene önceydi sanıyorum benim şiirlerim dedim diye bana kim anlıyorsa onun şiirleridir dedirtmişlerdir.
Benim şiirim değil bu şiirimi kim anlarsa onun o yazdı diyeceksin ben de böyle yazmıştım.
Yani niye çünkü ne olacak sonuçta? Ne olacak?
Diyelim ki falan zât falan zaman yaşamış şu eseri bırakmış adını desek ne demesek ne.
İnsanlar ondan faydalanıyorsa, Nefsini bilip, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi bilip, Rabblerini buluyorsa hizmettir ve meselenin aslı budur.
Bunu temin edebilmemiz için de bizim her kardeşimizin gerçekten neden farklı olduğunu bilmesi lâzım.
İşte burada birbirimizi bir şey sanarak putlaştırarak yanlışa götürerek değil tam kalben bağlı kardeşler olarak bir bedenin parçaları gibi gerçekten Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin iman seviyesinde, amel seviyesinde, ahlâk seviyesinde olmaya çalışmamız lâzım.
Hâl demiyorum, hâl bilemem ben hâl değişiktir ama en azından bir mârifet ortamında Muhammed sallallahu aleyhi vesellem ile buluşalım onun için Muhammed sallallahu aleyhi vesellemde 3 mim vardır ya 4 değildir.
Mutlaka birleşmemiz gereken biz, nahnu da böyledir.
İki harftir demek istiyorum nun dur ve bu nahnu ne demek Barbaros?
Barbaros: Efendim hocam nahnu mu dediniz?
Kulİhvani: Evet biz.
Barbaros : Bizim tâbir ettiğimiz biz mi hocam?
Kulİhvani: Evet şimdi şu demek istediğim Barbaros!
Neden biz sadr’dan sadr’a diyoruz.
Bunu derken Allah’a sığınırız!
Yahu arkadaşlar siz fazla bir şey bilmiyorsunuz ben bir şeyler biliyorum bunu size aktarıyorum falan demek Peygamber sallallahu aleyhi veselleme karşı gerçekten ağır bir saygısızlık olur.
Böyle bir şeyi değil ben kimse yapamaz, gelen cereyan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin nurudur.
Bunun bir yerden bir prizden alınması malınması diye düşünmek sadece gülünç olur.
Neden? Çünkü benim evime bir elektrik lâzım kardeşim ben en yakın direkten alırım bunun daha başkası yok.
Benden de başkası alır.
Bu nedir yani bu “BEN” lik belasından kurtulamayış.
Beni görüyor musun?
Bir biliş bir buluş. Bu nedir bu “BİZ” diyemeyiş.
Peki BİZ nedir?
Biliyorsunuz Arapçada nahnu nun, ha ve nun harfleri ile yazılır iki nun la.
İki nun arasında ha vardır.
Bu uydurukça bir dil değildir Arapça.
Araplar bilmez çünkü Kur’ân dilinde Arapça Allah’ca dır.
Allah dostlarının dilinde Erencedir.
Öyle rastgele değildir kelimeler.
Nahnu nun ha ve nun dur.
İçerdeki nun Nurullahtır. Ha El Hakk tecellîsidir.
Sondaki nun Nur-u Mimdir işte kimin özündeki şah damarından yakın olan yerden nur tecellîsi Hakk olarak tecellî etmişse Nur-u Mim o kişide kullanılır hâle gelmiştir.
220 volt olarak hazır demektir ve bu kişi biz prizini bulmuştur. O öyle bunu bilivermekle de olacak iş değildir. Bunu diyorum.
Tamam İsa as: “Kalk, bîiznillah!” diriltiyor-kaldırıyor ölüleri.
Adam içi bozuk kötü demiyorum içinde küfür çarşısı var.
Hiç temizlenmemiş.
Lâzım ve lâyık değil içi yani.
Tevhidullah’a lâzım ve lâyık değil.
Başkasının işgalinde yani.
Şerrin ve şeytanın işgalinde gizli ya da açık.
Tamam diyor öğrenmiş iki kelime üç beş kelime zaten hemen birkaç gün sonra bir yakını ölmüş o yandan okuyor bu yandan okuyor adam kalkmıyor tabi.
Varıyor diyor ki:
-“Ya Nebiyallah sen ölüyü dirilttin
-evet
-Dirilttin böyle dedin
-evet
-E ben de ezberledim gittim dedim olmuyor!”
İsa as: “Haa dua İsa’nın duası ancak ağız İsa’nın ağzı değil!” diyor
İşte bu bakın,
Kur’ân-ı Kerim de söz Allahuzulcelâl’indir.
Fakat ağız Muhammednsallallahu aleyhi vesellemindir, dil Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’indir ve ses Muhammed sallallahu aleyhi vesellem indir.
Dışardan Kur’ân-ı Kerime girmek isteyenlere diyorum. Gireceklerini sananlara diyorum.
Girilebilir zannedenlere diyorum.
Kur’ân-ı Kerim’in girişi Muhammed sallallahu aleyhi vesellem in boğazından geçer.
Muhammedî bir giriş gerekmektedir.
Siz Kur’ân-ı Kerim’i değil Kur’ân-ı Kerim sizi okusun!
Harfler sizi okusun!
Hizmetçiniz olsun bir bakıma bunun için söylüyorum.
Lugat kullanmaz lugat! Lügat açıp da “şu kelime nedir” denmez. Gerçek Allah dostlarının yanında duyulmamıştır da.
İstediğiniz kelimeyi sorarsınız yazarsınız hiç tak diye cevap verir adam elif nedir bilmiyor hâlbuki.
Yaa kardeşim elif bilmiyor.
Bilmiyorsun ama nerden biliyorsun hiç akla hayale gelmeyen ne bileyim ben.
At bir kelime ortaya oku bakim diye okuyorsun, Arapçasını da biliyor sanki.
Nerden alıyor bu?
Sadr dan sadr a alıyor.
Şartı ne?
Tek şartı vardır, tüm islamın tek şartı vardır SADAKATtır!
Onun için Muhammedü’l- Emindir aleyhisselatu vesselam Efendimiz.
Emin olmayan iki kişinin kalblerini bağlamak asla mümkün değildir.
Birbirinden emin olmayanlar.
Emin olmak için;
BİLişilir, BULuşulur, Oluşulur, YAŞAnır da gerçekten bin tanesinde görsem birinde Muhammed sallallahu aleyhi vesellem in çocukları hadi kendisi demeyeyim öyle görürsünüz dersiniz ki “oh!”
Aynı şeyler onlar. Kaplar değişik içindeki mal aynı mal. Kaderleri değişik ama nerede olurlarsa olsunlar Muhammedî özelliklerini ve güzelliklerini görürsünüz.
Bu bakımdan inşallah Allah’ın izni ve inâyetiyle hepimizin, Allahuzülcelâlin çizdiği kader içerisinde benim senin mesele değil.
Allahu Zülcelâl ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme teslim olan, inanan, tâbi olan ve itâat eden;
Allahu Zülcelâl ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin bu yoluna hasbî hizmettir.
Çünkü buna büyük ihiyaç Vardır Sanal alemde çok büyük ihtiyaç vardır.
Diğer âlemde hâl görüyoruz .
Binlerce insanın çaresiz kaldığı için televizyonda peşine düşüyor insanların yıldızlaştırıyor devleştiriyor ama adam dosdoğru küfre götürüyor. Düpedüz küfre götürüyor.
Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle çelişiyor açıkça Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi zaten tanımıyor.
İstiyorum ki bu ne büyük acıdır.
O zaman Hakikaten Kur’ân-ı Kerimin her noktasına, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin her inancına ve sâlih ameline yolun açık tutulması gereklidir.
Buradan geçecek çocuklarımız var!
Kıyamete kadar gelecek nesillerimiz var!

İnşâallah!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Şubat Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ÜVEYSÎ DOSTLUKLARA
Tarih: 18.02.2009 Saat: 12:15 Gönderen: kulihvani

Resim

ÜVEYSÎ DOSTLUKLARA

Uveys

Neden Üveys...
Her şeyin maddeleştiği şu dünyada madde arkasındaki manayı görmekti üveys olmak...
İnsanların sûretlere aldandığı şu dünyada sûretlere takılmayıp sîretlerin güzelliğini görmekti üveys olmak.
Sevginin dünyalıkla özdeşleştiği şu dünyada sevginin mânâsını, mayasını bulup O'nu sevebilmekti üveys olmak.
Mecnun olup Leylâ'da takılmayıp Mevlâ'yı bulmaktı üveys olmak.
Ve belki de en önemlisi görmeden imanın tadına varmaktı üveys olmak..
Veysel'i üveys yapan buydu...
Ve üveys görmeden sevdiği ZÂTın hırkasıyla bu yüzden şereflenmişti.
Ve bizlere üveysî sevdiren de buydu...
Ve üveys gibi sevmeyi öğreten de...
Ve üveys gibi sevilmeyi öğreten de...

Bizler Allah için sevdiğimiz dostlarımızın sûretlerini hiç merak etmeden, onlara karşı dünyalık hiç bir his beslemeden

Üveysî olarak Allah için sevmeyi ve sevilmeyi öğrenmek ve öğretmek adına bu yazımızın besmelesini çektik...
Allah için sevdiğimiz, Allah için sevilmek istediğimiz tüm iman erleri dostlarımıza selâm olsun...
Şu âciz dualarımız O güzel dostlarımızla olsun...
Ve o dostların o güzel ve halis duaları en büyük kazancımız olsun inşaAllah...

Ve yolculuğumuzun ilk Besmelesi olarak...!
Üveysî dostuma hitaben...!
Gel seninle bir yolculuğa çıkalım.
Yine birbirimizi hiç görmeden,
yine üveysî olarak,
yine sadece Allah için...!
Ne mi yapalım bu yolculukta...
Sen Allah için gözyaşı dökenleri anlat ben ağlayayım,
Ben Allah için gözyaşı dökenleri anlatayım sen ağla...
Sen ni’metleri anlat ben şükredeyim,
Ben ni’metleri anlatayım sen şükret..
Sen RABBİMİZE dua et ben Âmin diyeyim,
Ben RABBİMİZE dua edeyim sen Âmin de...
Sen kâinâtı tefekkür et ben ibret alayım,
Ben kâinâtı tefekkür edeyim sen ibret al...

Sen İslam'ı anlat ben dinleyeyim,
Ben İslam'ı anlatayım sen dinle...
Ve böylece sürüp gitsin yolculuğumuz...
Tâ ki sonu RABBİMİZE ulaşana kadar...
Tâ ki O'nun varlığında yok olana kadar...!
Gel ey üveysî dostum. Seninle bir yolculuğa çıkalım.
Yine birbirimizi hiç görmeden,
yine üveysî olarak,
yine sadece Allah için...!
Hadi uyu üveysî dostum... Hadi uyu da Peygamber gelsin rüyanda ziyaretine...!
Nida etsin sana; ey kalbi nur, gönlü nur, yüreği nur insan...!

Sen Allah için dost oldun...!
Sen benim sevgim için dost oldun...!
Haydi dostluğunuz sürsün ebede kadar...
Sen dost... O dost...
Mü'minler dost... RABBİMİZ dost...
Haydi dostluğunuz vesile olsun cennet dostluklarına...!
Ne mutlu birbirlerine Allah'ı hatırlatanlara...!
Ne mutlu birbirlerine RASUL'ü hatırlatanlara...!
Duayla kal benim üveysî dostum...! Sabah Uyanış!..
Hadi üveysî dostum kalk bak sabah oldu... bak ezanlar semayı sarmaya başladı...
Hadi kalk üveysî dost... şu güzel seher vaktinde... dünyanın henüz kirlenmediği herkesin saflığını koruduğu şu seher vaktinde kalk ve abdest al...
Hadi üveysî dost... temizliğin, berraklığın timsali olmuş o temiz suyla günahlardan temizlenmek niyetiyle abdest al...
Hadi üveysî dostum... Kıbleye doğru serdiğin seccaden üzerinde Yaradan'a çevir tüm benliğini...
Ve sadece O'nu düşünerek ve tüm masivayı arkanda bırakarak
“Allah- U EKBER!” de!..
De ki tüm günahlar dökülsün!...
De ki tüm hayırlar toplansın!..
De ki huzur ve maneviyat bulasın...!
Hadi üveysî dostum.... Koy alnını secdeye... hiç kaldırmamak üzere...
Ve sal gözyaşlarını...
Sal ki rahmet yağsın üzerine...
Sal ki melekler gıpta etsin haline...
Sal ki RABBİN kulum desin...!
Hadi üveysî dostum kalk bak sabah oldu... bak ezanlar semayı sarmaya başladı...
Hadi üveysî dostum...!

Duayla kal benim sevgili üveysî dostum...

Nokta.....Susmak tefekkür konuşmak hikmet Dostsa...
konuşayım uveysî gönül dostum.

anlatayım sana bu gece sana öteki dostlarıma anlatığım gibi... her şeyi anlatayım....
O'na ulaşanları anlattığım gibi...

İlk insandan başlayalım ey dost...!

Cennetin ilk insanı Adem'i anlatayım sana...
Kabenin mimarı İbrahim'i anlatayım...

Bıçak altına korkusuzca yatan İsmail'i anlatayım...

Balığın karnındaki Yusuf'u, istersin Gemisine binen Nuh'umu anlatayım...

Musibete sabreden Eyyub'u mu anlatayım...

Dünyalar güzeli Yusuf'u yoksa Zülaha’yı mı anlatayım...

İffetin timsali Meryem'i ve onun temiz oğlu İsa'yı mı anlatayım...

O'nu... âlemlere rahmet olarak gönderileni... Rahmet Peygamberi Hz. mi anlatayım sana...


Yoksa O'na eş olmakla şereflenen Hatice'yi Ayşe’yi anlatayım...

Mağardaki ilkinin ikincisi Ebu Bekir'i anlatayım...

Mağaradaki güvercin ve örümceği anlatayım Ebu Bekir’i ısıran akrebi mi anlatayım sana gönül dostum.

Şecâat timsali Ömer'i, hayâ timsali Osman'ı, ilmin kapısı Ali'yi anlatayım

Ruhumu okşayan Hz. reti Osman’ı, babam gibi benzetişimi mi?...anlatayım

Hepsi ayrı birer yıldız sahabeleri anlat anlat bitmez gönül üveysî dostum...

Görmeden sevmenin ekolü olan Veysel Karanî'yi anlatayım mı...

Göç eden Muhaciri ve onları karşılayan Ensarı anlatayım...

Anlatayım sana ey gönül üveysî dostum....
Sana hiç susmamacasına anlatayım...
Sen hiç konuşmamacasına dinle beni istersen...

Seccademde alnım değdiğinde ağlayışımı mı anlatayım?

Leylâ'dan Mevlâ'yı bulan Mecnun'u...
Mecnun'u Mevlâ'ya ulaştıran Leylâ'yı anlatayım...
Kalbim bin perişan olmuş dostluksuzlar bana yüz çevrilişini mi?
anlatayım canım üveysî gönül dostum.

Nasıl Sabretmeyi anlatayım... Şükretmeyi anlatayım... sabahın gün ışığına kadar Zikretiğimi anlatayım...

Allah için sevmeyi Allah için sevilmeyi anlatayım sana...

Ve ey üveysî gönül dostum Allah’ı O'(c.c)nu MU anlatayım sana....
O'nu anlatmayla bitiremem ki sana dostum?....

Ey susmasını bilen ben tefekkürle konuşması hikmet gibi kendimi anlatayım mı ey üveysî gönül dostum...

Anlat sende bana ey dostum....
Sen hiç susmamacasına anlat...dinlerim
Ben hiç konuşmamacasına dinleyeyim seni de...
Duayla kal benim üveysî gönül dostum!..

Sustu bu kalbim hicranla beni anlamayan
anlamak istemeyen dostlarıma
sen anla beni üveysî gönül dostum!.
.

******

Re: ÜVEYSÎ DOSTLUKLARA (Puan: 1)
Gönderen: Kulihvani Tarih: 18.02.2009 Saat: 12:23
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

Muhammedî KOKU Kereminle, kelâmınla, selâmınla selâmetle geldin cankardeşim!

Vahyî
Veysî
Vehbî
Kesbî Kervanımızda,
Muhmmedî CANımızda BİZ,
Şehadetullahda BİRiz...

ÇÖLde SESimiz,
Hakkta ve Hayrda Nefesimiz,
İnlesin dursun İnşaallah!..

Nice Muhammedi Hasbî ve Habibî Hizmetlerde,
El ele gönül gönüle İnşaallah..

Hakk'a giden YOL Hakk Dostlarının gönlünden geçer bu ÇÖlde inşaallah..

Muhammedî Muhabbet BİZ e Olsun...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Şubat Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

KABİRLER….
Tarih: 19.02.2009 Saat: 22:12 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


KABİRLER….

Güneş doğduğu gibi batmağa gidiyor.
Rasûlullah sav. de öyle.
Toplanmışlar müşrikler demişler ki: “Biz bunu öldürelim” demişler. “Peki. Kim?”
Ukate isminde bir adam: “Ben öldürürüm” demiş. Kabadayı. Kılıcını hazırlamış.
“Akşam gece yarısına doğru gideceğim!” demiş. “Ben öldürürüm, siz hiç şey etmeyin!”
Herif sekiz on kişiyi biçecek kuvvette.
Birisi ordan demiş ki: “Canım ne öldürelim. Bırakın!” demiş “Öldürmeyelim!”
“Biz onu ilan edelim yalan söylüyor diye!”
Rasûlullah’ı öldürmeye giden adam. Kılıcını çektiği gibi kafasına indiriyor.
“Peygamber, bizim dinimize buğuz edebilir fakat Muhammed (Allahümme salla alâ Muhammed) Yalan söylemez!” diyor.
Öldürmeye bile giden adam.
Onun için Rasûlullah’ın kıymetine bakınız. “Yalan söylemez!” diyor.
Yalan söylemediği için Rahmatenlilâlemin bahsedilmiştir efendiler.
Rasûlullah’ın şefaatine en kolay üsul katiyyen şakadan bile olsun yalan söylememektir.
Yalan söyleyen adam şirktedir. Bunu böyle bilin.
Bir insan yalan söyledi mi aha beyim!
İsterse her sene hacca gitsin. Sabahlara kadar namaz bin rekat namaz kılsın!
Sus, tamam! Yalan yok!..

Hased vardır bir de hased.
“Efendim felancanın var da benim yok!”
Hasedin ilacı yoktur haaa.
Velîler eczanesinde karıştırdım karıştırdım.
Kitapları bilmem neleri.
Bir iki tanesine sordum.
“Oğlum yok ne zorluyorsun!” dediler yok.
Bu hastalıkta kendi kendini yemek vardır, yer kendini bu.
Bunun ilacı bu dünyada yok cehennemde var.
Hased eden adam hiç sual sormadan hatta Münkir ve Nekir bile sual sormaz ona.
Onun yüzünden bellidir alır götürürler onu cehenneme.
Çöp tenekesini kapıya koydun gelir Belediye alır doğru çöplüğüne.
Arar mı onun için bir şey yok.
Her günah içinde küfre gidecek bir yol vardır aziz cemaat.
O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse,
Gözyaşı ile yıkanıp temizlenmezse,
Canlanır vücud bulur,
Harekete geçer ve kalbini ısırmaya başlar senin...

Vaktiyle ben güzel yüzlü bir Allah Dostu gördüm.
Simsiyah yüzü vardı.
“Allah!” dediği zaman simsiyah yüzü “Allah!” kelimesi ağzından çıktığı zaman bembeyaz oluyordu.
Tekrar ses kesildi mi eski yüzünü alıyordu.
Onun için hepimizde “Allah!” diyoruz.
“Allah!” dediği zaman insan.
Hani şöyle fenerler vardır altından çektiğin zaman “gıııııı!” diye “gıııı!” dediği zaman yanar.
Hakiki İslam “Allah!” dediği zaman yüzünden böyle nur fışkırır efendim dışarı.
Ama o nuru görecek bizde ne göz var.
Ne de o nuru çıkaracak akümülatörümüz var.
Bu asırdaki insanlar yüzlerimiz karalaşır, zevkten servetten ayrılırız diye “Allah!” demekten utanıyorlar.
Allah’ın darılması aziz cemaat cehennemde yanmaktan daha beterdir.
Onun rızası cennete girmekten de daha tatlıdır.
Bir ümmet içinde Allah korkusu ile ağlayan bir kişi olsa onun hürmetine ümmete Allah rahmetiyle tecellî eder.
Onun için kuliyet, kulubet.
Galub insanlar olmasa idi gök kubbesi devrilirdi.
Evliyayı tahte gıbabi ila gayrihi.
“Benim sevdiklerim çoktur!” diyor Cenâb-ı Allah.
Onların hürmetine yaşıyoruz.
Hürmetine yaşıyorsak bir teşükkür etmemiz lâzımdır onlara. Teşekkür nasıl olur.
“Efendim bulup da gitsem elini öpsem!”
Bulmaya lüzum yok, yalan söyleme.
Kimseye hased etme.
Hükümete itaat et.
Ötekine berikine fenâ nazarla bakma.
İşte bakmadın mı bitti.
Kazmaların parçalayamayacağı kayaların arasından sigara kağıdı gibi ince nazik bir filiz çıkar.
Allah’ın emri ile çıkar o kayaların arasından.
Bu hadise kudretin parmağını inanmayanın gözüne sokmak içindir.
Bakarsınız koskoca kaya bir incir ağacı çıkmıştır ondan.
Sen evinde incir dikersin.
Baktığın halde bitmez.
Bilmek başkadır aziz cemaat.
Düşünmek başka.
Hepiniz bir gün öleceğini bilirsiniz, fakat ölümü düşünemezsiniz. Düşünmezsiniz.
Niçin?
Cevabını kendiniz verin, ben vermeyeceğim.
“Efendim Nasıl?”
Haaaaaa.
Hepiniz bir gün öleceğinizi bilirsiniz.
Hep öleceğiz.
Ama niye ölümü düşünmezsiniz.
“Niçin?”
Cevabını verin.
“Efendim biz!..”
Ara cevabını ara.
Ben söylersem çıldırırsınız.
Yavaş yavaş bunun cevabını düşüün düşüün düşüün!
Bulduğun dakikada bambaşka adam olursun.
“Efendim öleceğiz eee!”
“Sende öleceksin. Onların hepisi de ölecek!”
Allah’ın âyetleri duvara yazılıp.
Bilmem Hattat Hasan Efendinin yazısıyla süs için değildir.
Onların içini sokacaksın içine.
Hep öleceğiz evet.
“Âmenne va saddekna!”
Bir de: “Âmenna ve saddekna!” diyorsun.
Peki niçin düşünmezsin ölümü.
Ölümü düşünmeye yavaş yavaş alışın!
Onun için Cenâb-ı Peygamber buyurmuştur:
“Kabirleri ziyaret ediniz, âkibetiniz hakkında size çok şeyler söyler!”.
Kabirleri ziyaret.
“Esselâmü aleyküm. Yâ ehlel gubur!”
Oku! Oku işte Yâ-Sîn!..
Yok o değil ulan içeriye gir de neler var bir gör.
Yâ-Sîn’i burdan da okursun.
Hiç kimsenin kitabı radyolarda okunmadığı halde.
İncil okunuyor mu yok.
Tevrat okunuyor mu?
“Haaheeee!”
Bütün dünya Kur’ân-ı dinliyor.
Her işe başlarken Allah ismi ile başka.
Besmele ile İsa ölüleri diriltti.
İbrahim nara atıldığı zaman gül bahçesi oldu.
Rasûli Ekrem parmağı ile “İkterabetis saatu venşakkal kamer” İkiye ayırdı.
Musa taşa besmele ile vurdu.
Su fışkırmaya başladı.
Asasıyla koskacaman Bahrü Ahmer’e vurduğu zaman ikiye ayırdı.
Bunlar palavra değil.
Masal da değil.
Masal diyenler var.
Onların zaten kafaları masaldır.
O halde aziz cemaat daima Allah de.
Onun namıyla al!
Onun namıyla ver!
Onun namıyla yap!
Allahsız bir saniyen olmasın!
Firavun ebediyete gitti, sesi gelmiyor.
Musa’nın İsa’nın hâlâ sesi geliyor.
Onun dinine mensup olanlar var.
Milyonlarca insan peşinden gidiyor.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin ruhaniyeti hâlâ devam ediyooor.
Her tarafımızı kaplamıştır.
Aha şimdi bile içimizdedir.
O halde “Allah!” de. “Allah!” de.
Arapçada bir tâbir vardır.
Muhammedün beşerün bi küllî beşeri.
Bel huve yakutin beynel haceri.
“Hazreti Rasûl bir beşerdir insandır.
Fakat beşer gibi değildir.”
İnsan gibi değildir.
Belki o taşlar arasında yakut gibi bir taştır.
Gerçi yakutta taştır.
Fakat diğer taşlar gibi değildir.
Hakiki islamda bütün insanlar gibi bir insandır.
Fakat onlar gibi insan değildir.
Taşlar arasında yakut gibidir.
Yakut dünyada da yakuttur.
Âhirette de yakuttur.
Toprak üstünde de yakuttur.
Toprak altında da yakuttur.
Hava da da yakuttur.
Her yerde yakuttur.
Yakutu üstünde taşıyan su da boğulmaz.
Bir hadisi Peygamberin: “Yakut, hakiki yakut bulur da üzerinde boynuna asarsan su da boğulmaz” diyor Cenâb-ı Peygamber.
Sonra yakutu, hakiki yakutu dilinin altına koysan susuzluğu gideriyor.
Çölde gidenler çok susadı mı dilinin altına yakutu koyar.
Bu hadisi peygamberi.
Kur’ân okunduğu zaman ilahî tecellî oluuur.
Fakat bu görünmez.
Görünmekten münezzehtir.
Onun için aziz cemaat, bu işleri.
“Efendim felan kişi böyle dedi de. Felan kişi böyle dedi. Hoca efendi böyle söyledi. Bilmem ne böyle dedi!”
Onların lakırtılarına bakmayın.
Size ne söylüyorsam ona bakın.
Karga bülbülün sırrını bilemez.
Allah’ın dostlarını câhiller bilemezler.
Câhil hasedde olandır, hasedde olan.
Bilgisi olmayan değil.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem ümmî idi.
Ümmî câhil değildir.
Hocası Allah olana ümmî derler.
Allah’ın dostları ile konuşanlar onlara bazen hürmet ederler.
Bazen şüpheye düşerler.
Bocalarlar, karşısındakilerine daima onlarda gaflet içine sokarlar.
Böylelikle kendilerini saklarlar.
Onların alâmeti yok değildir.
Amma bilen azdır oğlum bilen azdır.
Aha şurada bak şurada bir zımbırtı var.
Sesimi alıyor benim.
Hepimiz işletemeyiz bunu.
Onları da herkes tanıyamaz.
“Efendim felan adam böyle miydi?”
Ulan öyledir bee!
“Yok yok canım böyledir!”
İşte o seni öyledir veya böyledir diye şüpheye düşürür.
Peşine takıl da herifin etini ye diye mi?
Nasrettin hoca gitmiş şeye.
Sabahtan yüklemiş eşeği değirmene gitmiş.
Öğütmüş şeyi.
Öğlen üzeri hastalamış.
Kalkmış yürüye yürüye gelmiş eve.
İkindi vakti kapıyı çalmış.
Kızı açmış.
“Anan evde mi?” demiş kıza.
“Evde.”
“Çağır bana!” demiş.
Gelmiş: “Herif girsene içeri!”
“Yooo!” demiş.
“Ben bu gün öğlende değirmende hastalandım!” demiş.
“Gelin beni alın!” demiş.
Gine gitmiş değirmene.
Onun için Hoca Nasrettin gibi olmayın aziz cemaat.
Biraz aklınızı başınıza alın.
Bazıları onları hakikaten sezerler.
Hürmet ederler.
Onların zamanı geldi mi feyiz ve sevgilerine mazhar olurlar.
Kimisi hoş bir koku duyar.
Kimisi hallerinden bir hisse alır.
Kimisi onların yanında bir ferahlık duyar.
İçinde bir böyle bir ferahlık duyar.
Bir çokları da hased zincirinden, kibir elbisesinden, kuğuzdan kurtulamayıp büyük bir şüphe içinde yarı uydurma bir hürmet ederler.
“İyi efendim nasılsın?”
Bunlar nasipsizdirler.
En büyük belâ da İslam dininde nasipli, nasipte olmayanı aramaktır.
Bu hadisi peygamberidir.
En büyük bela mü’min için nasipte olmayanı aramaktır.
“Efendim felan yerde bir şeyh var.
Gideyim elini öpeyim. Feyzini alayım!”
O oraya gider.
O oraya gider.
“Felancayı söylediler. Aman herif allameymiş!”
O araya.
Ulan nasibin yok arama arama arama!
Sen kendini hazırla onlar sana telefonnan çağırırlar.
Öyle serseriler var.
Haydi felan bilmem tekke.
Haydi felan yerde.
Diyarbakırda bilmem ne var.
Edirne de bilmem ne var.
Bunlar serseri kervanlardır.
Allahı, Peygamberi unutup yol arayıp bulamayan insanlardır.
Aha aha Şuraya “Allahuekber!” de Kâbe önünde.
“Alllahümme Salli Alâ Muhammedin ve Ali Muhammed!” de Rasûlullah işitiyor.
Ulan sesin ne çabuk gidiyor.
Daha ne istiyorsun.
Başka yerlere sapıtmayın aziz cemaat!
Şüphede olana bir şey vermezler.
Şüphe inanmanın zelzelesidir.
Hepsini yıkar yer ile bir eder.
Ya halli kablel beled bil bali bali bali bal
bil nevni zelzeleti fil akli zalizal.
Şüphe etti mi zelzeleyle uğraşır insan, hepisi yıkılır gider.
Onun için öteye beriye daldırmayın.
Secde, Allah, Rasûl-i Ekrem yeter hepimize.
Hasır kamışından şeker olmaz.
Ab-ı hayat ırmağı yanında bile olsa söğüt ağacı meyva vermez.
Donmuş sudan bir desti tasavvur edin.
Donmuş su destisi.
İçini su ile dondur.
Desti buz, içindeki su ma’yi.
İkisi ayrı zannedersin.
Şöyle güneşe tuttuğun zaman hepisi bir olur.
Onun için içinde Allah ile Rasûlü, desti ile bu anlattığım su gibi sakla!
Bir gün hakiki içinde yanan iman ateşini birisi bir üfleyiverir.
“Püf!” der.
Bu güneşin bir bahtiyarın kalbine değdi mi hepisi aynı olur su ile buz gibi.
Yüzü nur ile dolar.
Hepinizde bu nurdan var.
Bu nuru göreni gör, ara bul!
Yüzünü anca ayna ile görürsün.
Sende daha başka şeyler var.
Bunu sen ayna ile göremezsin.
Başkasından ya iyâreten bir iki günlüğüne, yahut onun aynasından göreceksin.
Bu sözleri anlamak için yorganın altından çıkmak lâzım.
Yatağında çok oturma.
Kilitli kapılarını aç! Düşün!
“Ama efendim, bana bir şey olmuyor!”
Sabır edeceksin.
Sana bulunduğun halde kalmak emri verilmiştir.
Bu emri veren bir gün onu düzeltir.
Hiç nevmidi yoktur.
İslamda hüzün yoktur.
“Lâtahzen.”
Yasaktır İslamda.
Üzüntü yoktur İslamda.
Üzüntülü olan insanı hiçbir şey kabul etmez.
Suda boğulan gördünüz değil mi?
Su ölüyü kabul etmez sahile çıkarır.
Bu gün Müslümanlar dinlerinin safiyetinden o kadar uzaklaşmışlardır ki.
Delaletten yürüyenler bile onlarla eğlenmek cüretini gösteriyorlar.
Onun için böylelerinen karşılaştığınız zaman sükut edin, sükut.
İşi karıştırırsınız.
O, adamına çatarsa ters takla gider.
Gelsin bana sorsun.
Onun için efendim öyle emr olunmuştur gidersin işte.
Bereket versin ki İslamın şevketini gösteren tarihler henüz kaybolmamıştır.
Müslümanlar uyanırlarsa “Lâ İlâhe İllallah” mânâsı altında toplanamayan gönül hiçbir mefhum altında toplanamaz.
Toplansa da kökü yoktur.
Allah Dostlarını bulun aziz cemaat!
Allah’ın mihenginde ayarlarınızı, kıymetli olanları bulun.
Gıybet etmeyin.
Yalan söylemeyin.
Nereden bulalım da demeyin.
Ne eşekler vardır ki at üzerindedir.
Ne büyükler de vardır ki binecek eşekleri yoktur.
Onun için aziz cemaat kıymetinizi bilin!
Âhir zaman yakındır.
Mezarları ziyaret edin.
Mezarları ziyaret edin. Ölülerine tazim..
Kurban bayramı geliyor.
Kurban bayramında ölülerinizi ziyaret edin.
Kabirlerinizi düzeltin.
Eski dedelerinizin, şunun bunun, yetimlerin.
Beşer tarihi, ölülerine hürmet maksadıyla büyük abideler kurmuşturlar.
Firavunlara, mezarlar, mihraklar, bilmem neler, şunlar, büyük türbeler.
Padişahlara, şunlara bunlara kurmuşlar.
Bu ölülerine tazim hürmetinden çıkmıştır.
Ölülerine tazim eden milletler daima yükselmişlerdir ve içlerinde büyük insanlar yetiştirmişler.
Ölülerine tazim ve hürmet etmeyen milletler de perişan olmuşlardır.
Görülmeyen bir diyara hürmetsizliğin görünür bir perişanlık ortaya çıkarıp getirmesi çok büyük bir ibret verici hakikatin varisidir.
Bunu anlamak lâzım.
Gidin hırıstiyan mezarlığına ne kadar güzeldir.
Gidin bizim mezarlıklara bakın perişan, eşekler otlamaktadır. Ölülerine tazim etmeyen milletlere Allah’ın nusreti gelmez oğlum.
Ben gezdiğim yerlerde öyle mezarlar gördüm ki gül kokuyor.
Öyle mezarlar gördüm ki tikenle dolu.
Öyle mezarlar gördüm ki hayvan sürüleri otluyor.
Öyle mezarlar gördüm ki yer ile bir olmuş.
Öyle milletler gördüm ki fazilet, doğruluk, iyilik diyarıdır.
Öyle milletler gördüm ki pis, rezalet, pis kokularla dolu.
Öyle milletler gördüm hepimiz biliyoruz ki can çekişiyor.
Öyle milletler biliyorum ki hâk ile yeksan olmuşlardır.
Öyle milletler görüyorum ki mahvolacaklardır.
Ben bir mezar biliyorum.
Aziz cemaat hepiniz de biliyorsunuz ki cennetten bir bahçe.
Erravzetin min riyazih cenneh.
Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellemin kabri mübareki.
Bu söylediklerimi anlamak, akla sokmak, gönle sindirmek için bir şart vardır aziz cemaat.
Gönülden kibri söküp atmaktır.
Bunu yapmak dağları iğne ile kazıp silmekten daha zordur.
“Efendim bu adam ne anlatıyor?”
Biz bunları anlatmakla şu kadar aziz bir avuç cemaata, yakınlarımıza giyim kuşam mezâhir alayişi öğretmiyoruz.
Yalınız iç ve bâtın mağmurluğunu dilimize müsaade ettiği derecede söylüyoruz.
Onun için yüzünüzü, gözünüzü açın aziz cemaat.
Âhiret zamanı yakındır, gurur etmeyin.
İslam yalınız bir şeyle gurur eder.
İslam olduğu için gurur eder.
“Elhamdulilllah müslümanım!”der.
Ben şuyum, ben buyum.
Tevazu içinde bulunun!.

Âmin.

Euzu billahihimineşşeytanirracim.
Bismillâhirrahmanirrahim.
Subhaneke ya allam, ta aleyte ya selamet ecirna minna ve bi affike Yâ mücibid davet.
Allahümme entel Mennan bediü-s semavati velardı zelcelali vel ikram.
Ya Hayyu ya Kayyum. Ya Allahu zülcelali.


Ya İlahi Biz asi kullar değiliz.
Bizden sadır olacak bilerek ve bilmeyerek kusurlarımızı Rahman Esmasının mağfiret suyuyla yıka bizi temize çıkar Yâ Rabbi!
Midemize helal lokma nasip eyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi, evimizi, çoluğumuzu, çocuğumuzu,
Her türlü afat-ı maraziyye, afat-ı belaiyye, afat-ı semavaiyye, afat-ı araziyyeden ma’sun kıl Yâ Rabbi!
Ordumuzu her işinde Mansur u muzaffer ver Yâ Rabbi!
Hükümet büyüklerimize zihin ve sıhhat afiyet bağşeyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi her türlü afetten koru Yâ Rabbi!
Yarın huzuruna geleceğimiz zaman mezarda bize meleklerinle iltifat nasip eyle Yâ Rabbi!
Âhirette Resul-i Ekremin mübarek yüzünü görüp, eliniden öpmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbi!
Son nefesimizde ki buyurun: “Eşhedüenlailahe illallah ve eşhedü enle muhammeden ve Resulühü!”
Kelime-yi tayyibesiynen çene kapamak nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbi!
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed! Subhaneke Yâ allam, taaleyte Yâ selameti ecirna minennar vebi affike Yâ mücibid dâvet.
Esselatü vesselamü aleyk Yâ Seyyidi Yâ Rasûlallah!
Huzbiyedihi kallethileti edrikni!

Lillahil Fatiha.



ÂYET:

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

Resim---"İkterabetis saatu venşakkal kamer: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.” (Kamer 54/1)


KELİMELER:


Münkir: Allah'ın (C.C.) râzı olmadığı şey. * İnkâr edilmiş olan. * Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan. * Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.
Nekir: Bilinmemiş olan. Muayyen olmayan. * Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)
Bahrü Ahmer: Kızıl Deniz
Ab-ı hayat: Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer. * Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söylenir.
İyâre: Emaneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemiyerek meccanen başkasına vermek.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Şubat Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

FUZÛLÎ’DE GÖZYAŞI
Tarih: 25.02.2009 Saat: 23:10 Gönderen: kulihvani

Resim

FUZÛLÎ’DE GÖZYAŞI

Dr. Bahir SELÇUK
Malatya Fen Lisesi
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni


Bu çalışmada, Fuzûlî’nin Türkçe Dîvân’ı ile Leyla vü Mecnun mesnevisinde geçen ağlamak ve gözyaşı kavramları tespit edildi.
Şairin bu kavramlara estetik bir fonksiyonun yanı sıra psiklojik, tasavvufi, dini ve sosyal bir fonksiyon yüklediği görüldü.
Gözyaşının bu fonksiyonları izah edilmeye çalışıldı.
Duyguların suyu diyebileceğimiz gözyaşı; ayrılık, hasret, yalnızlık, çaresizlik, sevinç gibi duyguların oluşturduğu yoğunluğunun ifadesi olarak dışa yansır.
İnsanoğlunun tepkilerini ifadede özel bir yere sahip olan gözyaşının dini ve tasavvufî hayatta da önemli bir yer tuttuğunu görürüz.


GİRİŞ

Duyguların suyu diyebileceğimiz gözyaşı; ayrılık, hasret, yalnızlık, çaresizlik, sevinç gibi duyguların oluşturduğu yoğunluğunun ifadesi olarak dışa yansır. İnsanoğlunun tepkilerini ifadede özel bir yere sahip olan gözyaşının1 dini ve tasavvufî hayatta da önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Kur‘an-ı Kerim’de değişik yerlerde az gülmek, çok ağlamak tavsiye edilir. İnce ve hassas kalp övülürken,2 kaba ve duygusuz kalp taşa benzetilerek yerilir.3
Hz. Peygamber’in sık sık ağladığı ve ağlamayı teşvik ettiği, sahabelerin de sık sık gözyaşı döktükleri bilinmektedir.4 Hz. Âdem, işlediği zelleden dolayı yeryüzüne indirilince pişmanlık gözyaşlarıyla Allah’tan af diler. Hz. Yakub, Yusuf için o kadar çok ağlar ki sonunda gözlerinden olur. Hz. Davud’un günlerce ağladığı rivayet edilir.5
Hassas kalpliliğin ve devamlı mahzun olmanın bir bakıma düstur sayıldığı tasavvuf düşüncesine mensup ilk zahid ve mutasavvıflar arasında çok ağlama sebebiyle meşhur olmuş kimseler vardı.6
Fuzûlî âşıkane şiirin, klasik şiirimizdeki en büyük temsilcisidir. Onun en ayırt edici vasfını, “psikolojisini bu müstesna, bu gözyaşlarıyla yoğrulmuş ve fakat hüzün ve merareti bediî bir lezzet haline yükseltmiş aşkında”7 bulabiliriz.8

Hemen hemen bütün şiirlerinde aşkı ve aşkın hallerini coşkun bir lirizmle ifade eden şair; duyduklarını, hissettiklerini, hayal ve düşüncelerini kuvvetli bir tahsil ve ilmin neticesi olan üslubu ile yansıtmaktadır. Yaşadığı dönemdeki siyasi ve sosyal çalkantılar, hamisizlik, maddi sıkıntılar adeta şairin şiirlerine sermaye olmuştur.

Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn
Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli‘ zebûn G. 232/1

Beşeri ve ilahi aşkın çoğu zaman iç içe olduğu Fuzûlî’de; bu coşkunluğun, hassas kalpliliğin, aşk ve aşk acısının tabii sonucu olan gözyaşı beşeri ve ilahi özellikleri kapsayacak özellikte verilmiştir.
“Onun şiirlerinin başlıca unsurları olan aşkın acılarına tahammül etmek, elem çekmek, halkın ayıplamasına (melamet), başkalarının (ağyar) cefasına katlanmak, sabır, alçakgönüllülük, bütün bunlar tasavvufun da dayandığı esaslarıdır.”9 Bu nedenle, aşk ve ıstırap şairi olan Fuzûlî’de ağlama ve gözyaşı kavramlarının sıklıkla kullanılmasından daha tabii bir şey olmasa gerek. Klasik şiirimizdeki âşık tipinin belirgin vasıfları vardır: Zayıf bir beden, sıkıntılardan dolayı sürekli ah çekiş, sararmış bir beniz,
hüznü yansıtan kanlı gözyaşı… Âşıklık alametlerinden sıkça bahseden
Fuzûlî, bir beyitte söyle der:

Tabîbâ kılmışum teşhîs derd-i ‘aşkdur derdüm
Alâmet âh-ı serd ü rûy-ı zerd ü eşk-i âlümdür G.101/5

Bir bakıma şiirlerini aşk ve aşkın yaşattığı hüzün üzerine bina eden şairde bu yoğunluğun ve çaresizliğin ifadesi olan ağlamak ve gözyaşının ne Şekilde ele alınıp işlendiği önem arz etmektedir. Daha önce şairin eserleri üzerine yapılan çalışmalarda bu hususa dikkat çekilmiş olsa da gözyaşı kavramının müstakil olarak incelendiği bir çalışmaya tesadüf etmediğimizden böyle bir çalışmaya teşebbüs ettik.

Şairin, Türkçe Divan’ı10 ile Leylâ vü Mecnûn11 mesnevisini incelediğimizde karşımıza çıkan sonuç şu oldu: Gözyaşı ve ağlama (eşk, sirişk, girye, yaş, nem) kavramları şairin Türkçe divanındaki kasidelerde 19 beyitte, gazellerde 234 beyitte, diğer nazım türlerinde/Şekillerinde de 25 yerde; Leyla vü Mecnun mesnevisinde 27 beyitte geçmektedir.
Çalışmamızda gözyaşı ve ağlamak kavramlarının daha sanatlı ve ustaca işlendiği gazel nazım türüne ağırlık verdik. Bu sebeple yer yer beşeri aşka değinsek de esas hareket noktamız şairdeki tasavvufi aşk oldu.12
İncelememizde önce Fuzûlî’de gözyaşının estetik fonksiyonu üzerinde durup daha sonra gözyaşının; dini, tasavvufi, psikolojik ve sosyal fonksiyonlarını ele alacağız.



A. Gözyaşının Estetik Fonksiyonu

Gerçek âlemde yaşanan sıkıntıların ifadesi olan gözyaşı; şairin muhayyilesinde göz pınarlarından dökülen tuzlu ve ılık bir su olmaktan çıkıp zihinde görsel ve işitsel çağrışımlara yol açan bir estetik bir objeye dönüşür.13
Mübalağa ve benzetme sanatlarının belirgin olduğu bu beyitlerde gözyaşı; çokluk, süreklilik, Şekil, kıymet ve renk ilgisi göz önünde bulundurularak işlenir. Tabii varlıkların ve kozmik unsurların sıklıkla kullanıldığı bu beyitler aynı zamanda şairin felsefi düşüncesini de yansıtır. Zira “Fuzûlî, felsefi bakımdan varlığı parçalara ayırmaz, bütün olarak kavrar ve şiirlerinde bu bütünlüğün idrakini terennüm eder. Yer göğe kalkar, gök yere indirilir.”14
Şairin söz konusu hayallere odak noktası olan unsurları, başlıklar halinde göstermek mümkündür:



1. Çokluk, Süreklilik İlgisi

Şairin gözyaşı ile ilgi vurguladığı en önemli özellik çokluğudur. Değişik vesilelerle aşkını ve aşkının büyüklüğünü dile getiren şair, aşkın verdiği elemlerin bitmesini istemez. Bu denli büyük bir aşkı taşıyan şairin bir nebze de olsa sükûn bulmasını veya aşkının hararetinin azalmasını sağlayabilecek olan da normal bir gözyaşı olamaz. Bu anda şairin imdadına gözyaşının çokluğunu ve sürekliliğini ifade etmek için “deniz, deryâ, ummân, sel, mevc, bârân, tûfân, gird-âb, gird-bâd, Ceyhûn, tûāyân,” göstergeleri yetişir. Dertli âşığın gözünden sel olup akan yaşlar sevgili katında kıymet ifade etmelidir. Zaten sevenin yegâne gayesi duyarsız bir tavır takınan sevgilinin nazarını üzerine çekebilmektir:

Nazar kılmazsan ehl-i derd gözden akıdan seyle
Yamanlıkdur işün ‘uşşāk ile yahşı mıdur böyle Mur.III/6-ab

Âşık her an, benliğini kaplayan sevgilinin hayaliyle yaşar. Bahar mevsimi gibi coşkun ve kabına sığmayan çilekeş Âşığın feryatları gök gürültüsü; ahları, yıldırım gibidir. Yağmur yüklü bulut gibi o da gözyaşı ile doludur:

Olmazam bir lahza bî-ra‘d-i figān ü berk-i āh
Kanda kim seyr eylesem giryān u sūzān ebrvār K.28/29

Aşk bir sırdır, bu sırrı ifşa etmeden taşımak gerekir. Sevgili için çekilen sıkıntıları ve dökülen yaşları başkaları bilmemelidir. Fakat böyle devasa bir derdi çekip elden gizlemek de imkânsızdır. Bunun için şair, dert ve mihnetten dolayı çöp gibi incelmiş varlığının gözyaşı girdabında kaybolmasını istemektedir. Çünkü şair, hem kınamadan hem de sevgili ile arasındaki benlikten kurtulmuş olacaktır:

Sırrumı rüsvālıāum fāş etmeden ‘ālemlere
Zār cismüm eşk gird-ābında pinhān olsa yeā G.153/4

Gözyaşları bazen çağlayanlar gibi gürül gürül akar ve bu şiddetli akıştan dolayı su kabarcıkları oluşur. Gözyaşlarının her kabarcığında yüzü yansıyan kederli âşık; bu hal ile aşkeri dünyayı tutmuş bir şahtır. Aşkın verdiği sıkıntıların çokluğu ve bu sıkıntılar içindeki Âşığın tahammül etmeye çalışırken döktüğü yaşlar onu hüznün ve sıkıntının sultanı yapar:

Her habāb-ı eşküme bir ‘aks salmiş peykerüm
Şāh-ı mülk-i mihnetüm dutmişcihānı leşkerüm G.208/1

Sevgilinin bakış kılıcının döktüğü kan, âşık üzerinde bir gömlek gibidir. Âşığın sel gibi yaşları bu kandan gömleği parçalar. Şair ikilem içindeki bir Âşığın psikolojisini yansıtmaktadır:

Andanam rüsvā ki seyl-āb-ı sirişküm çāk eder
Zahm-i tîāün kanı giydirdükçe pirāhen bana G.11/3

Aşkın değişmez kanunu, Leyla vü Mecnun mesnevisinde de boy gösterir. Kays; Leylâ için Mecnûn olurken çektiği sıkıntılardan dolayı gözlerinden yaş eksik olmaz.
Mecnûn, Leylâ’nın hasretiyle “nâme” gibi büklüm büklüm olmuş ve gözlerinden “hâme” gibi durmadan yaş dökmektedir. Bu haliye şair, Mecnûn’un Leylâ’dan ayrı kaldığını ve ondan haber almak istediğini ifade etmekte ve bir kağıt-kalem vasıtası ile mektup mazmunu çizmektedir:

Hāme gibi yaş döküp dem-ā-dem
Nāme gibi kāmetin kılup ham LM. 1809

Şifa için Kabe’ye götürülen Mecnun, kendisiyle Kâbeyi özdeşleştirir. Zemzem Kâbe’nin gözyaşlarıdır. Böylece şair, sevgili için dökülen gözyaşının sürekliliğini belirttiği gibi aynı zamanda kutsallık ve kıymetine işaret eder:

Göğsüne uran Hacer gibi taş
Zemzem gibi gözden ahıtan yaş LM. 1070 der

Çaresiz âşığın gözyaşları bazen öyle sürekli akar ki sahili olmayan bir deniz meydana gelir:

Yaşum suyı oldı vara vara
Bir bahr ki yok ana kenāre LM. 732

Leyla işveli bir Şekilde gezerken Mecnun’un gözlerinden, çeşme gibi durmadan yaş dökülmektedir:

Leylî işi ‘işve vü girişme
Mecnūn gözi yaşı çeşme çeşme LM. 797



2. Şekil ve Kıymet İlgisi

Gözyaşı; sevgili için döküldüğünden ve Şekil özelliğinden dolayı, âşıkın en kıymetli varlığı olarak düşünülür. Bu nedenle “sîm, güher, sadef, hızâne, taht-i ‘āc, taht-ı revān” gibi kavramlarla ilişkilendirilir. Şairdeki gözyaşı, içtenlik ifadesi olduğu için ciğer veya gönülden çıkmakta, göz sadece onun aktığı bir pencere olmaktadır. Sevgilinin dudaklarından saçılan şahvari inciye bedel âşığın da gözlerinden saçılan inci misali gözyaşları vardır. Zaten Âşığın maşuğunu elde etmek için sarf edeceği başka bir sermayesi de yoktur:

Gözlerümden dökülen katre-i eşküm güheri
Lebleründen saçılan lü‘lü‘-i şāhvāra fedā G.7/3

Nisan yağmurunun damlaları istiridyenin içine düşüp zamanla inci tanesine dönüşür. Âşığın gözlerinden dökülen yaşar inci kıymetinde olunca onu barındıran gözler de sadef hükmüne geçer:

Göz ki peykānun hayāliyle saçar her yan sirişk
Bir sadefdür katre-i bārānı eyler dürr-i nāb G.28/6

Aşk denizinde dolaşan dertli âşığın her dem gözünde yaşlar vardır.
Çünkü yaş akmayan göz, içinde inci bulunmayan bir sadef gibidir:

Girye-i zār ile hoş-hālüm ki bahr-i ‘ışkda
Eşksüz göz bir sadefdür lü‘lü‘-i şehvārsuz G.118/5

Sevgiliden ayrı olma, Âşığı o kadar ümitsizliğe iter ki, âşık buna bir nihayetin olmayacağını düşünür. Bu durumda çaresiz Âşığın yegâne teselli kaynağı tükenmez bir hazine olan gözyaşlarıdır:

Nezr etmişüm firākuna kim yoh nihāyeti
Nakd-i sirişkümi ki tükenmez hızānedür G.99/5

Âşık, her ne kadar aşkını gizlemeye çalışsa da gözlerinden dökülen kanlı yaşlar bu sırrı ifşa eder. Şair sanatlı bir üslupla gözyaşını, kirpik kalemi ile yanak sayfasına yazılan ve gizli sırları ifşa eden bir hatta benzetir. Halk bu yazılardan Âşığın gizli sırlarına vakıf olur:

Ruhum üzre hatt-ı sirişkümi defe‘āt ile kalem-i müjem
Rakam etdügiyçün il okıyup bilür oldı rāz-ı nihānumı G.262/2

Âşık, aşkı uğruna dünyasından vazgeçmiş; akıl sahiplerinin değer verdiği şeylere yüz çevirmiştir. Istırabından dolayı durmadan ah edip ağlayan Âşığın halini anlamayanlar onu kınarlar. Bu sebeple âşık, melâmet mülkünün sultanı sayar. Çünkü onun şimşek gibi çakan ahı, altın taç; inci gibi gözyaşları da fildişi bir tahttır.
Gözyaşı, Âşığı maddi âlemin kesafetinden bir taht gibi kaldırıp yükseltir. “Biyolojik “ben”den yükseğe kalkarak manevî “ben”in daha yüksek bir mertebesine ulaşmak, gündelik ömrü yücelikten geçen yola ve ebediyetin saltanatına hazırlamak…” 15 İşte Âşığın sultanlığı bu sebepledir:

Ey Fuzūlî ben melāmet mülkinün sultānıyum
Berk-i āhum tāc-ı zer sîm-i sirişküm tāht-i ‘āc G.50/7

Âşığın ayrılmaz yoldaşları olan “ah, cevr ü cefa, bela vü derd” ve bütün bunların sebep olduğu gözyaşları. Gözyaşları o kadar çok akar ki şairi bir taht-ı revan gibi yerden yükseğe kaldırır ve şairi adeta sultanlık makamına ulaştırır:

Sirişk taht-ı revāndur bana vü āh ‘alem
Cefā vü cevr mülāzım belā vü derd haşem Müs.II/1-ef



3. Renk İlgisi

Gözyaşı renk hususiyeti göz önünde bulundurularak, normal akış halini ifade eden durumlar için “sîm, sîm-âb”; kanlı akışı ifade eden durumlarda da “gül, lāle, sarāb, serer, şerāre, la‘l” kavramlarıyla ilişkilendirilir. Fuzûlî’de gözyaşı daha çok kanı çağrıştıran “gül, lale, şarap” gibi unsurlarla kullanılır. Aynı zamanda renk dilinde huzursuzluk, içsel olarak canlılık bildiren kırmızılık şairin psikolojisini de yansıtmaktadır.16
Sözgelimi; Leyla’sını arayan Mecnun, o kadar çok ağlar ki yaş yerine gözlerinden gül renkli kanlar akar:

Bir gün akıdup sirişk-i gül-gūn
Necd üzre oturmişidi Mecnūn LM. 2123

Dert diyarının başı dönmüş âşığını bulmak isteyenler için delil, dolaştığı yollar üzerine döktüğü lale renkli gözyaşlarıdır. Başı dönen ve zaman zaman gideceği istikametin dışına sapan bir âşık ve onu bulmak isteyenlere delil olacak lale renkli gözyaşları…

Diyār-ı derd ser-gerdānıyum her kim beni ister
Delîl-i rāh katre katre eşk-i lāle-gūnumdur G.87/2

Sevgilinin çeşitli halleri ile âşık arasında parelellikler kurulur.
Gümüş göğüslü sevgiliye bedel civa renkli gözyaşı döken âşık, la’l gibi kırmızı dudaklara bedel Âşığın aynı renkteki gözyaşları gibi.

Gümüş göğüslü sevgiliden ayrılan şair, civa renkli gözyaşlarına boğulmaktadır:

Sîm-āb-ı sirişk etdi beni āarka Fūzūli
Tā devr cüdā kıldı büt-i sîm-berümden G.217/7

Kanlı gözyaşları, renginden ve derinden akmayı ifade etmek için olsa gerek ciğerle irtibatlandırılır. Şair de “la‘l”e benzeyen gözyaşlarının israf derecesinde akıtılma sebebini, maden çıkarılan bir dağa benzettiği ciğere bağlar:

Göz döker isrāf ile hūn-ābe la‘lün gūyā
Kim ciger dāāında ol la‘lin bulupdur ma‘denin G.227/3

Aşağıdaki beyitte şair, talihsizliğini dile getirmektedir. Aşk derdiyle iki büklüm olan Âşığın bu hali ters çevrilmiş bir şarap kadehi, dökülen gözyaşları da bu kadehten dökülen lale renkli şaraptır:

Bezm-i ‘ışk içre sirişkümdür şarāb-ı lāle-gūn
Kıldı āam kaddüm büküp cām-ı şarābum ser-nigūn G.229/1

Aşk adeta bir ateştir. Hicran ateşinin de iyice alevlendirdiği Âşığın döktüğü yaşlar artık kanlı gözyaşları değil, içteki ateşten sıçrayan kıvılcımlar olarak görülmelidir:

Gör sirişküm şeb-i hicrān dime kim kandur bu
Zerre zerre serer-i āteş-i hicrāndur bu G.237/1

.
B. Gözyaşının Dini Fonksiyonu

Fuzûlî’de ağlamak ve gözyaşı her ne kadar tasavvufî manada ele alınıp işlenmişse de bazı beyitlerde ağlamanın dini bakımdan önemine de vurgu yapılmıştır.
Müminlerin vasıflarından biri de yumuşak kalpliliğin ifadesi olan gözyaşıdır. Hz. Peygamber’in ve İslam büyüklerinin çeşitli vesilelerle gözyaşı döktüğü vakidir. Ağlayan göze sahip olmayanın imanından şüphe edilir:

Bende-i mü’min olan çeşm ter ü giryān olur
Çeşmi giryān olmayan elbetde bî-imān olur G.95/1

Şair, aşk denizinde dolaşan Âşığın gözlerinden dökülen yaşlar adeta bir inci gibidir. Zira onun müşterisi Allah’tır, diyerek ağlayanlara Hakk’ın lütfunun yetişeceğini söylemektedir:

Gevheridür ‘ışk bahrinün Fuzūlî āb-ı çeşm
Lîk bir gevher ki lutf-ı Hak anadur müşterî G.268/7

Sevgili için dökülen yaşlar bu dünyada çilenin ifadesi olsa da, ahirette bunun mükâfatı alınacaktır. Gözlerinden seller akıtan âşık, ahirette buna karşılık bulamayınca gözyaşlarıyla adeta mahşer alanını sele verecektir. Çünkü dünyadayken çektiği sıkıntılara ve halkın kınamalarına aldırmayan Âşığın yegâne gayesi Hakk’ın rızasını kazanmaktır:

Mahşeri eşküm virür seyl-āba ger rūz-i cezā
Olmasa makbūl-ı dergāhun sirişküm gevheri G.268/6

İslam, insanın dünyada korku ile ümit arasında olmasını salık verir. Bu hisler içindeki şair, amel defterinin günahlardan dolayı karardığını hayal etmekte ve hesap gününü düşündükçe gözlerinden kanlı yaşlar akıtmaktadır:

Defter-i a‘mālümün hatt-ı hatādandur şiyāh
Kan döker çeşmüm hayāl etdükçe hevl-i meşheri G.268/5



C. Gözyaşının Tasavvufi Fonksiyonu

Engin ve ilahi bir aşkın meydana getirdiği dalgalanmalar, ayrılık acısı, maşuğun devamlı hayal edilmesi, vahdet-kesret tezadı gibi gönül merkezli hareketlilik ve dalgalanma neticesi gözyaşı dökülmektedir. İşte ilahi aşkın bu çetin yolunda zıtlar arasında sıkışan Âşığın ıstırabını yansıtan gözyaşı, şairin muhayyilesinde değişik
durumların ifadesi için bir anahtar olur. Âşık, Allah’ın tecelligahı olan gönlü masivadan uzak tutmaya, oraya ondan başkasını yerleştirmemeye çalışır. Baktığında her nesnede onu görmeli, yoksa o kadar ağlamalı ki gözyaşları sevgiliyi unutturan gölge hükmündeki dünyasını suya vermeli:

Görmesem her göz açanda ol gül-i ra‘nā yüzin
Göz yumınca eşk-i gül-gūnum dutar dünyā yüzin G.228/1

Maddi âlemde yaşayan şair, zaman ve mekândan münezzeh Allah’ın sığdığı ve tecelli ettiği gönlü içinde taşıyan bir varlıktır.17
Bir katre olan âşığın, içinde taşıdığı ummandan dolayı coşması, dalgalanması da son derece tabiîdir. İşte bu coşma anında göz penceresinden, aşk denizinin derinliklerinde yer alan inci misali yaşların da fışkırması tabiî görülmelidir:

Gözlerümden dökülen katre-i eşküm güheri
Lebleründen saçılan lü‘lü‘-i şāhvāra fedā G.7/3

Tasavvufta ağız ve dudak; yokluk, vahdet ve fenafillâhın sembolüdür.18
Vahdete ulaşma hevesinde olan kalbin yanışını, gözden akan kanlı yaşlar ifşa eder. Kanlı yaş, Âşığın içinde bulunduğu gerilimi yansıtan en etkin ifadedir. Aynı zamanda maddi hayatın devamlılığını ifade eden kan, kesreti ifade etmektedir.19
Akan kanlı yaş, şairin kesretten kurtulmakta olduğunu belirtmektedir:

Lahza lahza lebün anup edicek efgānlar
Katre katre saçılur dîdelerümden kanlar G.67/1

Şair, “o”nu bulma yolunda akan kanlı yaşların samimiyet ifadesi olduğunu; ikilikten, kesretten tam anlamıyla kurtulduğunu belirtmek için sık sık akan yaşların bağrından ve ciğerinden süzülüp geldiğine işaret eder. Gözyaşı, esasının su olması nedeniyle “vücudu mahvedip âlemin alâyişinden, kesretten temizleme fonksiyonu”20 ile ön plana çıkar:

Gözüm kim baārumun kanın döker pergāle pergāle
Dem-ā-dem ārzū-yi lâ‘l-i cānān etdüāümdendür G.103/3

Mâşuktan bir an bile ayrı olma, kesret vadisine düşme endişesi âşığın sararmış çehresini kanlı yaşlara boyar:

Ey firāk-ı leb-i cānān cigerüm hūn etdün
Çihre-i zerdümi hūn-āb ile gül-gūn etdün G.166/1

Yüz (ruhsâr, ruh, ârız, yanak), boy (kâmet, serv) da vahdet sembolüdür.21
İçinde yaşadığı âlemin aynadaki yansıma olduğunu anlayan âşık için, her bir varlık zatıyla değil, sevgiliden haber vermesi cihetiyle değer ifade eder. Dolayısıyla ısı, ışık, hayat kaynağı olan güneş de âşığa vücûd-ı mutlak olan Allah’ın cemalini hatırlatır. Artık Âşığın gözünden güneşe bakmaktan dolayı değil, onun hatırlattığı varlığa iştiyaktan dolayı yaşlar akar. Aynı zamanda yanağın kırmızılığı, ay ve güneşin kırmızımsı görünümleri, âşığın gözünden
akan kırmızı kanla birleşir:

Yād-ı ruhsāriyle ol māhun gözüm kan yaş döker
Her gören sa‘ātde hūrşîd-i cihan-ārā yüzin G.228/5

Gül, tasavvufta kesret ise de, bunun yanında bazen Hz. Muhammed’i de hatırlatır. Maşuğun gül cemaline iştiyak duyan âşık, derdini teskin etmek için bahçeyi temaşa ederken gülü görünce sevgiliye olan hasreti daha da artmakta ve gözlerinden inci misali yaşlar saçmaktadır:

Gālib oldı subh-dem sevk-i gül-i rūyun bana
Seyr-i bāā etdüm ki būy-ı gül vire teşkîn ana

Gül görüp yādunla dürr-i eşk saçdum her yana Tah., II 3-abc

Âşık, sevdiğini düşününce gözleri yaşarmaya başlar. Bu aşamada içinde bulunduğu çalkantılı ruh halini ifadeye en uygun sembol de dalga olur. Dalgalarda güneşin yansıması gibi, âşığın gözyaşlarında da güneşlerin güneşi olan cemal-i mutlak tecelli eder:

Hayāl-i ‘ārızun cevlān eder bu çeşm-i pür-nemde
Nicük kim mevclenmiş suda ‘aks-i āftāb oynar G.70/2

Zaten, âşık da samimiyet ifadesi olan gözyaşıyla sevgilinin feyzine mazhar olmak ister, bu nedenle her şeyde ona ait bir yol bulur:

Düşmeseydi gözümün yaşına feyz-i nazarun
Anı her servün ayaāına revān etmez idüm G.196/4

Daha önce de belirttiğimiz gibi kan madde olduğundan sevgili uğruna dökülen yaşlar insanı kesafetten arındırır. Aynı zamanda, “Gül Hz. Muhammed’dir. Gül mevsimi devr-i Muhammedî olduğuna göre bu maddeden tecerrüd edip Hakk’a yaklaşmak ancak İslamiyet’le
olur.”22

Gül-i ruhsāruna karşı gözümden kanlı akar su
Habîbüm fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı G.264/5

Âlem, çeşitli güzellikleriyle her an dikkatleri üzerine çekmekte adeta kendisine pereştiş ettirmektedir. Âşığın nazarında sevgiliden başka her şey bir vasıta bir sebeptir. Sevgilinin vahdeti ifade eden boyu karşısında selvinin pek kıymeti yoktur. Maddi âleme ait olan serv, maddeden arınmayı ifade eden gözyaşıyla nazardan uzaklaştırılabilir:

Kaçan kim kāmetünden ayrı seyr-i būstān etdüm
Koparup eşk seyl-ābıyla ben servi revān etdüm G.201/1

Şair, vahdet bilincine ermeye yönelince, gönlündeki aşk ve sevkden dolayı, içte yer bulamayan yaşlar göz penceresine yönelir:

Cān eyledükçe meyl-i temāşā-yı kāmetün
Göz revzenin sirişk-i revānum dutar G.72/6

Sevgiliye duyulan iştiyak son hadde varınca çevredeki her şey kaybolmaya mahkûmdur. Kanlı gözyaşı ile maddeden arınan şair, gözyaşlarının gözü örtmesi ile de adeta geceye ait olur. Ay da ancak geceleri ortaya çıkar. Gece bir bakıma kesret tabakasının siyaha büründüğü, âşıkla mâşuk arasındaki “gayr”ın da muvakkaten el ayak çektiği bir zaman dilimidir:

Perde çek çehreme hicrān güni ey kanlı sirişk
Ki gözüm görmeye ol māh-likādan āayrı G.273/3

Yanak veya yüz vahdetin sembolü olunca, bunların üzerini kapatan veya değişik nedenlerle dikkatleri üzerlerine çeken saç ve saçın değişik biçimleri (kâkül, turra), hat (ayvatüyleri), göz ve gözden çıkan bakış, gamze (yan bakış), tasavvufta küfr ve kesret sembolüdür.23
Kesret âlemindeki geçici güzellikler insanın başını döndürür. Fakat bunun yanında kesret perdesi altında göz kırpan vahdet de âşığı kendisine çağırır. Bu ikilem içerisindeki âşığın, çaresizlik halini yansıtmaya ağlama eylemi koşacaktır:

Benüm kim bir leb-i handān içün giryānlıāum vardur
Perîşān turralar devrinde ser-gerdānlıāum vardur G.92/1

Tasavvufta hayret veya hayranlık Allah’ın yaratıcılığına, hikmetine karşı duyulan en son duygu mertebesidir ki ifadeye sığmaz. Orada ancak susulur ve o hal yaşanır.24
Hak Âşığının, kâinatta değişik suretlerde tecelli eden Allah’ın sanatını gördükçe ve derk ettikçe, hayreti artar:

Dutagör göz yolın ey eşk kim temkînüm eksikdür
Bu sūret-hānenün gördükçe nakşın hayretüm artar G.71/3



D. Gözyaşının Psikolojik Fonksiyonu

Tasavvufa göre insan, Mevlana’nın ney sembolüyle ölümsüzleştirdiği gibi, asıl vatanından koparılarak gurbete gönderilmiştir. Bu nedenle geldiği yerin farkında olan insan geldiği yere ve sahibine karşı iştiyak duyar. Âşığın vatan özlemi, gözyaşlarıyla kendisini hissettirir:

N’ola aālarsa Fuzūlî ravza-i kūyun anup
Lā-cerem giryān olur kılgaç vatan yādın āarîb G.34/7

Âşığın yegâne gayesi maşuğuna kavuşmaktır. Gönül aynasında kesafet varsa ya da sevgili seveni deniyorsa, âşık tarifsiz bir halet-i ruhiye içerisine girer. “Mesafesiz bir yakınlık, ama Allah oluş ile kul oluş hallerinin gerektirdiği kadar da sonsuzcasına bir firak... Ya da mutlakla nisbî olanın, bir yandan cem‘ hali, ama tam bu anda da iftirak durumu...”25,
Âşığın içinde bulunduğu dramatik hali daha açık bir biçimde yansıtır.
Canın canandan “iftirak”ının uzun sürmesi -yıllanmış şarabın keşkin olması gibi- hüznün derecesini arttıracak ve gözyaşı da bu hüznü yansıtacaktır:

Artırur eyyām-ı hicrānun sirişküm hiddetin
Müddet-i eyyām mey keyfiyyetin eyler füzūn G.229/3

Gözyaşı, Âşığın mâşuktan ayrı kaldığı an saçtığı tükenmez bir hazinedir. Sevilen “mutlak varlık” olunca, onun yolunda dökülecek yaşlar da onun büyüklüğü nispetinde olacaktır:

Nezr etmışüm firākuna kim yoh nihāyeti
Nakd-i sirişkümi ki tükenmez hızānedür G.99/5

Çiftçi, ürün elde etmek için nasıl ki tohumu ekip sabırla sonucu bekliyorsa, āşık da sevgilisine kavuşmak için gözyaşı dökmek ve semeresini almak için sabırla beklemek zorundadır:

Döküp eşk kūyunda vaslın diler dil
Saçar nef‘ için dāne topraāa hāris G.47/6

Vuslat perdesini aralayamamış âşık, tam anlamıyla kesretin kesafetinden kurtulamamıştır. Bu nedenle vuslat için, kesretten kurtulma alameti olan kanlı gözyaşının dökülmesi gerekmektedir.
Âşığın maşuğuna kavuşabilmesi için geldiği yerdeki saflığı kazanması
ve sürdürmesi lazımdır:

Vaslından ayrı n’ola dökilse kanum gül gül
Ben gülbün-i firākum bu fasldur bahārum G.192/4

Sevgilinin dışındaki her şey -masiva-, canı canandan ayıran kesret olduğuna göre âşık, hem hariçteki alakalardan hem de kendi benliğinden kurtulmak zorundadır. Ağlayan gözden akan kanlı yaşlar, Âşığı maddeden arındırdığı gibi arınan şairin gözünde diğer kesret tabakası da önemini yitirmiş olmaktadır:

Hūn-ābe döküp dide-i giryānumdan
Sensiz boyadum yer yüzin öz kanumdan Rüb.64/ab

İnsanoğlunun doğuştan itibaren tanıştığı ve acziyetinin ifadesi olan gözyaşı, bedenen ve ruhen rahatlama ve sükûnet bulma demektir. Gözyaşları ya Âşığın içinde bulunduğu çalkantılı durumu ya da sembolik olarak maddeden arınmakta olduğunu gösterir:

Teşkîn bulur cigerde harāret sirişk ile
Sūz-ı dil ile sînede rāhat olur füzūn G.231/3

Ağlamanın gamla dolu gönlünü açacağını, gözyaşı dökmenin de kanla dolu gönlünü boşaltacağını söyleyen şair, ağlama ve gözyaşı dökmenin de temel gerekçesini açıklamaktadır:

Giryedür her dem açan āamdan dutılmişgönlümi
Eşkdür hāli kılan kan ile dolmişgönlümi G.288/1

Gözyaşı –ılık olması gerçeğinden hareketle- gönlün ateşini yansıttığı için âşık yaş dökerek muvakkaten rahatlasa da, dökülen yaşların yaş kuru ayrımı yapmadan her şeyi yakabileceği gözden ırak tutulmamalıdır. Aslında yaş ve kuru, maddi âleme aidiyeti ifade etmektedir. Gönül mahbub-ı hakikinin tecelli yeridir. Böylesine büyük aşk, bir Âşığın gönlüne sığsa kesret âlemini de ortadan kaldırır:

Demen gözyaşı ile def‘ olur ‘ışk āteşi tenden
Bu od her yere düşse fark kılmaz kurısın yaşın G.225/3

Gözyaşı hasret ateşini teskin etme gibi bir fonksiyonu icra etse de Su Kasidesi’nde, Hz. Peygamber’e aşk ve iştiyak neticesi dökülen gözyaşının, gönüldeki ateşi teskin edemeyeceği belirtilir:

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlare kılmaz çāre su K.3/1

Âşığın zayıf bedeni, gözden akan yaşların oluşturduğu dalgaların etkisiyle çer çöp gibi sürüklenip durmaktadır. Bu, şairin hem ruhen yükseldiğini hem de maddeten zayıflayıp bedenen olgunlaştığını belirtmektedir:

Eşk mevci gezdürür her yan tenüm hāsākini
Mümkin olmaz eşk tahrîkiyle teşkînüm benüm G.206/4



E. Gözyaşının Sosyal Fonksiyonu

Âşık, halk içinde Hak’la beraber olmak zorundadır. Fakat kalp akla galip geldiği için taşkın ruh halini dizginleyemeyen Âşığın gözlerinden yaşlar boşanmaya başlar. Âşığın iç dünyasını bilmeyenler onun bu davranışlarından dolayı kınamaya ve dışlamaya başlarlar.
Çünkü onlar sadece zahire bakarlar, Âşığın gönlünde kopan fırtınaların
farkında değildirler:

Dostlar kan yaş döküp kıldı beni rüsvā-yı halk
Veh ki düşmen çıkdı āhir dide-i pür-hūn bana G.13/4

Âşığın iç âleminin dışa yansıması olan gözyaşı şu Şekilde tasavvur edilir. Yanaklar bir sayfa, kirpikler kalem, kanlı gözyaşları da hat olur. Şair, iç âlemindeki çalkantıları gizlemeye çalışsa da halk, Âşığın yüzünden gizli sırrını okur:

Ruhum üzre hatt-ı sirişkümi defe‘āt ile kalem-i müjem
Rakam etdügiyçün il okıyup bilür oldı rāz-ı nihānumı G.262/2

Aşkın verdiği elemden gözüne uyku girmeyen, sabaha kadar yıldızları sayan ve gözyaşı döken Âşığın halini gaflet uykusunda olanların/gafil gözlerin bilmesine imkân yoktur:

Gözi yaşlılarun hālin ne bilsün merdüm-i āāfil
Kevākib seyrini seb-tā-seher bîdār olandan sor G.84/3

Âşık, gaflet uykusundakilere sırrını vermektense zayıf bedeninin, döktüğü gözyaşlarının meydana getirdiği girdapta kaybolmasından yanadır. Bu hal ile hem kınanmaktan kurtulacak hem de maddi varlığından arınacaktır:

Sırrumı rüsvālıāum fāş etmeden ‘ālemlere
Zār cismüm eşk gird-ābında pinhān olsa yeā G.153/4

Âşık aşkın hallerine razı olduğu için kınamalar, Âşığı yolundan
döndürmez. Gözyaşının etkisi karşısındaki kınama okları Âşığın
nazarında birer çöpten farksızdır:

Fuzūlî virmedi ta‘n okları göz yaşına teşkîn
Önin bend etmek olmaz hār ü hāsāk ile Ceyhūn’dur G.90/7

Aşk ihtiyarı elden alır. Bu nedenle âşık, kendi rızasıyla aşka düşmediği için istese de ondan kurtulamaz. Onu kınayanların da gün gelip aynı dertten muzdarip olmaları isten bile değildir:

Ol ki her sa‘āt gülerdi çeşm-i giryānum görüp
Aālar oldı hālüme bî-rahm cānānum görüp G.36/1

Aşka meyleden gafiller gözyaşını alelade bir su sanırlar. Hâlbuki o Âşığın maddi varlığını parça parça edip adeta göz penceresinden dışarı atılan ciğer kanıdır:

Kıl sevāb ey göz döküp kan vākıf et āāfilleri
Meyl edenler ‘ışka bilsünler ciger kan olduāın G.222/3



SONUÇ

Fuzûlî, klasik şiirimizde önemli bir yer tutan aşk kavramını kuvvetli üslubu ile mükemmel bir Şekilde mısralara döken, verdiği tüm sıkıntılara rağmen aşkı hayat felsefesi haline getiren bir şairdir.
Mesnevi’de Kays’ı Mecnun edip Leyla’dan Mevla’ya ulaştıran şair, divanında da bunu kendi sahsında gerçekleştirmeye çalışır. Bu geçişi ve yükselişi sağlayan en dinamik ve etkin güç aşktır. İste aşk, bu büyük inkılâbı gerçekleştirirken Âşığın maddi ve manevi âleminde meydana gelen değişiklikler, dalgalanmalar gözyaşı ile kendisini gösterir. Fuzûlî, gözyaşını anlamlandırırken aşkın bu seyriyle irtibatlandırır ve gözyaşı değişik fonksiyonlarla ve çağrışımlarla okuyan/dinleyene yansır.
Yaşadığı yer ve yetiştiği dönemin olumsuzlukları, ilim ve irfanına rağmen yeterli ilgiye mazhar olamama, istediği halde bulunduğu yerin dışına çıkamama gibi problemlerin de şairin ruh dünyasını derinden etkilediğini düşünürsek gözyaşlarından bu kadar sık bahseden şairin psikolojisini daha iyi anlamış oluruz. Bir bakıma şair, içinde kopan fırtınaları ve elemleri, engin bir aşkın çilesini çeken bir Âşığın gözüyle estetik bir biçimde sanatına yansıtmıştır.
Fuzûlî’de ağlama ve gözyaşı basit biyolojik bir olgudan ziyade; psikolojik, tasavvufi, dini ve sosyal özellikleri sebebiyle tasvir ve mecazlara konu olmuş, farklı hayallere kapı aralayan bir obje olmuştur. Gözyaşı Âşığın çaresizliğini, yalnızlığını, ayrılığını ve hüznünü ifade ettiği gibi aynı zamanda bütün bu menfi duygularla dolu çilekeş Âşığın geçici de olsa boşalması, sükûnete ermesini de ifade etmektedir. Yine, tasavvufi açıdan düşünecek olursak ciğerlerden gelen kanlı gözyaşı da, sevenle sevilen arasındaki en büyük engel olan “ben”in kalkmakta, gönlün ve ruhun da
kanatlanmakta olduğunu yansıtır.
Çoğu zaman kanlı ve taşkın gözyaşları döken ve hüznü kendisine şiar edinen Fuzûlî’de sevinç gözyaşlarına rastlayamayız.
Çünkü o, bu dünyanın zevk ve eğlence mekânı değil, ayrılık ve dert diyarı olduğu görüşündedir. Yine bazı beyitlerde de samimi ve hassas kalpli bir müminin; pişmanlık ve Allah korkusuyla dökülen gözyaşlarına şahit oluruz.
Fuzûli, engin ve çetin bir aşkın döktürdüğü yaşları, aşkın çeşitli özellikleri doğrultusunda gerçek ve daha çok sembolik anlamda ele alıp işleyerek ona estetik bir boyut kazandırmıştır.
Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön