ESMAu'L- HÜSNÂ'nın KUR'ÂN-ı KERİM AÇILIMI

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Zâlimin kimliğine bakmadan karşı çıkan, mazlumun da kim olduğuna bakmadan destekçisi olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ÜMMeti MuhaMMedî Mü’min, her zâlim ve zulümden nefret edip karşı çıkandır..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her kim, bir kimsenin zâlim olduğunu bildiği halde, ona yardım etmek için onunla birlikte yürürse kesinlikle İslam halkası onun boynundan çıkarılır.” buyurdu.
(Taberânî, 1/ 197)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimin zâlime karşı: “Sen zâlimsin” demekten çekindiklerini görürseniz onların varlıklarıyla yoklukları birdir demektir. Onların kurtuluşlarını ümit etmeyin.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, 2/ 190; Hakim, Müstedrek, 4/ 108; Beyhakî, 6/ 95.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Melik celle celâlihu İsmi ve Mülk kelimesi ile yaptığı DUÂLarı:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz Ebû Bekir’e sabah kalkarken ve akşam yatağına girdiği zaman şöyle dua etmesini öğretti.: “Allah’ım! Sen göklerin ve yerin yaratıcısı, her şeyin melîki ve sahibisin Ben şehâdet ederim ki, Senden başka ilâh yoktur. Nefsimin, şeytanın ve ortaklarının şerrinden Sana sığınırım.” buyurdu.

(Nesâî, Günlük Hayat, c. 2, s.182. Madve Yay. 1996 İst.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sabah kalktığı zaman şöyle dua ederdi: “Sabaha girmiş olduk, bütün mülk de Allah’a aittir. Bütün hamdler hiçbir ortağı olmayan Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur ve öldükten sonra diriliş O’nadır.” buyurdu.
(Buharî, Ahlâk Hadisleri, c.1 s. 608)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem geceleyin şöyle duâ ederdi:
“Geceye girdik. Mülkün tamamı Allah’a aittir. Bütün hamdler hiçbir ortağı olmayan Allah’a mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O’nadır.”
173173
(Buharî, Ahlâk Hadisleri, c.1 s. 608)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Muaz radiyallahu anhu’a: “Üzerinde dağ kadar borç olsa dahi okuduğun zaman Allah’ın seni ondan kurtaracağı şu duâyı oku.” diyerek şu duâyı öğretti:
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Resim---“Kulillâhumme MÂLİKE’L- MULKİ tû’ti’l- mulke men teşâu ve tenziu’l- mulke mimmen teşâ’ (teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’ (teşâu, bi yedike’l- hayr (hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: De ki: "Mülkün mâliki olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye kaadirsin.” (Âl-i İmrân 3/26)”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ey dünyanın ve âhiretin Rahmanı! Dünyayı ve âhireti dilediğine verir, dilediğine de vermezsin. Bana merhamet et. Rahmetinle beni Sen’den başkasının merhametine muhtaç etme!.”
(Taberanî, Mu’cemu’s- Sağir. c. 2, Hadis No: 393)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bâzen namazda rükû’sunda şöyle dua ederdi: “Melik ve Kuddus olan, meleklerin ve Cebrâil’in Rabbi olan Allah, her türlü eksiklikten uzaktır.”
(Müslim, 1/ 353; Ebû Davûd, 1/ 230)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, vitir namazını A’lâ, Kâfirûn ve İhlâs Sûresi ile kılardı. Selâm verdiği zaman ise üç defa, üçüncüsünde sesini yükselterek şöyle derdi: “Melik ve Kuddûs olan Allah her türlü noksanlıktan uzaktır.”
(Nesâî, Günlük Hayat, c. 2, Had. No: 729)

Resim---Aişe radiyallahu anha Annemiz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in gece namaz için kalktığında okuduğu dua ve zikirleri şöyle rivâyet eder: “Gece kalkınca onar kez; “Allahu Ekber”, “Elhamdu lillâh”, “Sübhânallahi ve bihamdihi”, “Sübhânallahi’l-Meliki’l-Kuddûs”, “Estağfirullah” ve “Lâ ilâhe illallah” der, sonra da on kez şöyle dua ederdi: “Ey Allah’ım! Dünyadaki ve kıyamet günündeki sıkıntılardan Sana sığınırım!.”
(İbni Mâce, Had.No: 1356. Nesâî, Günlük Hayat, c. 2, Had. No: 870)
ResimMALÎK’ÜL-MÜLK ALLAH celle celâlihu..

MALÎK’ÜL-MÜLK ALLAH celle celâlihu: Bütün MevCÛDatın tek ve mutlak hakimi, kendi yarattığı varlık aleminde sınırsız, sonsuz tasarruf yetkisi kendine ait olan mutlak hükümrÂN Vâcibu’l- VüCÛd oLAN VAR ALLAHu zü’L- CeLÂL..

İster mülk ister milk kökünden türesin, mâlik oluş, bilhassa ALLAH celle celâlihu için olunca sınırsız ve sonsuz bir irade, mutlak bir kudret, kesin bir tasarruf yetkisi, varlığı kuşatan bir ilim, engelsiz bir hakimiyet ifâde eder. Kur'ÂN-ı Kerimde;

لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ أَن يُهْلِكَ الْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ وَمَن فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huve’l- mesîhubnu Meryem (meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlike’l- mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fî’l- ardı cemîa (cemîan) ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Andolsun ki “Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; “Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, Allah’dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter?” Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah (c.c.), herşeye kaadirdir.”
(Mâide 5/17)

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“E lem ta’lem ennallâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ardı yuazzibu men yeşâu ve yagfiru limen yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerin ve yerin mülkünün Allah’ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder ve dilediğini mağfiret eder. Ve Allah herşeye kaadirdir.”
(Mâide 5/40)

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---“Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fî’l- mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren).: Ve de ki: “Hamd, çocuk edinmeyen Allah’a mahsustur ve O’nun mülkte ortağı olmamıştır (yoktur). Ve (O, zillete düşmez) O’nun, Kendisini zilletten (kurtaracak) bir dosta (ihtiyacı) yoktur.” O’nu tekbir ile (üstün kılarak) yücelt (büyüklüğünü ifade et).”
(İsrâ 17/111)

يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِن قِطْمِيرٍ
Resim---Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).: (Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler). İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile malik değildir.”
(Fâtır 35/13)

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel en’âmi semâniyete ezvâc(ezvâcin), yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâs(selâsin), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).: Sizi tek bir nefsten halketti. Sonra ondan, onun zevcesini (eşini). Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla (halden hale geliştirip dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin Rabbiniz Allah'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz.”
(Zumer 39/6)

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ
Resim---“Lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâu’z- zukûr (zukûra).: Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediği şeyi yaratır. Dilediğine kız (çocuk) ve dilediğine erkek (çocuk) bağışlar.”
(Şûrâ 42/49)

لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ
Resim---“Lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve ilâllâhi turceu’l- umûr (umûru).: Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. (Bütün) işler Allah’a döndürülür.”
(Hadîd 57/5)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


97- EL METÎNu celle celâluhu:

Resim

El Metînü :
Resim

Metânet, Metin “sağlam, kuvvetli, sert ve dayanıklı” kökünden bir sıfattır.
Araplar, sert ve yüksek olan araziye "metin" ismini verirler. Pazusu güçlü ve kuvvetli olan kimselere de aynı şekilde "Metin" ismini verirler.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in El Metîn isminin; Kudretullahı niteleyen El Kavî ile Kudretullahı niceleyen El Kadîr, El Kahhâr ve El Muktedir isimleriyle anlam yakınlığı vardır.

Kur'ân-ı Kerîm'de 1 âyette ise ALLAHu zü’L- CeLÂL’in ZÂTî Kudretini ifâde eder
:


إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
Resim---“İnnallâhe huver rezzâku zu’l- kuvveti’l- metîn (metînu).: Hiç şüphesiz, rızık veren O, metin sarsılmaz kuvvet sahibi olan ALLAH'tır."
(Zâriyât 51/58)

Kur'ân-ı Kerîm'de 2 âyette ise ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Fiilî kuvvetini niteler:

وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
Resim---“Ve umlî lehum, inne keydî metîn (metînun): Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.”
(A’râf 7/183)

وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
Resim---“Ve umlî lehum, inne keydî metîn (metînun).: Ben, onlara süre tanıyorum. Elbette benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.”
(Kalem 68/45)

El Metînü: Sağlam, şedid, metin, metanet (sözünde ve kararında sağlam, zaafsız) sahibi. Kendine güvenilir olan. Hiçbir şeyde meşakkati olmayan.
Kendine mutlak güvenen, güvenilen ve güvenilir olan...
Mutlak sağlam, sabit, kavî, güclü, kuvvetli, ve zâtı itibâriyle her hususta sıkıntı, zorluk, yorgunluk ve noksanlıktan münezzeh kudret sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Metânet, potansiyel kudret ve fiilî kuvvetin sağlamlığını ifâde eder.
METÎN olan, kuvveti azalmayan, hiçbir şart altında, hiçbir durumda kuvvetinin bitmesi ve tükenmesi, zaafa uğraması, eksilmesi söz konusu olmayandır. Hep kemâl seviyede sabit durandır.
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in madde ve mânâ âleminde, hiçbir zaman gücünün yetmediği hiçbir şey olmadığını, gücünün eskimediğini, azalmadığını, yıpranmadığını, ezelden ebede AYNı oluğunu ifâde eder EL METÎNu celle celâluhu ismi.

Metîn; kuvvet ve iktidarı şiddetli olandır.
Metîn; evrendeki icraatlarında kendisine herhangi bir yorgunluk ve külfet isabet etmeyendir.
Metîn; kuvveti eksilip gevşemeyendir.
Metîn; mü'minlere destek olan, onlara güç ve kuvvet verendir.
Metîn; kafirlerin komplo ve tuzaklarını boşa çıkarandır.
Metânet, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kuvvetinin târifsizliği ve yüceliğini ANLAyış Kavîliği demek olan TAKVÂnın temelidir..


Metn: Sağlam ve sert yer. Yüksek yer. Her nesnenin yüzü, üstü, arka ve ortası. Sırt. Sert, kuvvetli ve dayanıklı adam. kitabın aslı, metni.
Mettene: Yay'a kiriş sarmak. Sağlam kılmak.
Metüne: Sert ve kuvvetli olmak.
Metanet: Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olmasıdır. Mukabili zaaf'dır/zayıflık, kuvvetsizlik, iktidarsızlıktır. Hak, iman ve İslâmiyet uğrunda metânet göstermek, çok kıymetli bir seciyyedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

98- EL MuHîTu celle celâluhu:


Resim

El Muhîtu:
Resim

El Muhîtu : Külli şeyi mutlak, sonsuz, eşsiz, benzersiz ve her dâim ihata eden, etrafını çeviren, yutan, kuşatan ALLAHu zü’l- CELÂL..
Hâta: Kuşatmak.
Ehata: Kuşatmak, etrafını çevirmek.
İhtiyâten: İhtiyatlı hareket etmek.
Hait: içindekileri kuşatıp yutan taş duvar.
Havt: Taş yalak, suyu kuşatıp çevreleyen kabdır.
Havt: Taştan oyma su kabının ismidir ve Anadoluda hayvanların yem yedikleri taştan yapılan sokulara havt denmektedir bizim köyde..

ALLAHu zü’l- CELÂL’in, ilim ve kudret sıfatları ile ilgili fâil isimlerinden ve Kur’ÂN-ı Kerîmde geçen isimlerdendir.
ALLAHu zü’l- CELÂL, Yarattığı KüLLî ŞeY’i;

Zât -> Sıfat -> Esmâ -> Eşyâsı olarak kapsar, kuşatır..

El Muhît; sözlükte “kuşatmak, kavramak, önlemek, savunmak, korumak” mânâlarına gelen “havt” kökünden gelmekte ve “bir şeyi çepeçevre kuşatan, koruyan, bütün yönleri ve en ince ayrıntıları ile bilen” terim mânâsına sahiptir ki; zâhirde SistemULLaHı-SüNNetuLLAH içinde küllî ŞEYi Azamet ve Kudretiyle kuşatan ve koruyan, bâtında mutlak bilen ve bilerek yeniden yaratıp duran ALLAHu zü’l- CELÂL..


El Muhît, Kur'ÂN-ı Kerîmde;

1 Âyet-i Kerîmede de azabın sıfatı olarak buyurulmuştur:
Hûd 11/84..

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ وَلاَ تَنقُصُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِنِّيَ أَرَاكُم بِخَيْرٍ وَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُّحِيطٍ
Resim---Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu , ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).: Medyen (halkına da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir 'bolluk ve refah (hayır)' içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum."
(Hûd 11/84)

2 Âyet-i Kerîmede cehennemin sıfatı olarak buyurulmuştur: Tevbe 9/49; Ankebût 29/54.

وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ ائْذَن لِّي وَلاَ تَفْتِنِّي أَلاَ فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُواْ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Resim---Ve minhum men yekûlu'zen lî ve lâ teftinnî, e lâ fîl fitneti sekatû, ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfîrîn(kâfîrîne).: Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye katma" der. Haberin olsun, onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir. Hiç şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır.”
(Tevbe 9/49)

يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Resim---Yesta’cilûneke bil azâb(azâbi), ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfirîn(kâfirîne).: Azab konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Oysa cehennem, o inkâr edenleri gerçekten kuşatıp durmaktadır.”
(Ankebût 29/54)

11 Âyet-i Kerîmede ALLAHu zü’l- CELÂL’in sıfatı olarak buyurulmuştur..: Bakara 2/19; Âl-i İmrân 3/120; Nisâ 4/108, 126; A’râf 7/156; Enfâl 8/47; Hûd 11/92; Fussilet 41/54; İsrâ 17:60; A’râf 7/156; Talâk 65/12; Burûc 85/20.

أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاء فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ
Resim---“Ev ke sayyibin mine’s- semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk (berkun), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mine’s- savâiki hazara’l- mevt (mevti), vallâhu muhîtun bi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Veya (onlar), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek bulunan bir yağmura (tutulmuş) gibidirler. Yıldırımların (dehşetinden) ölüm korkusuyla kulaklarını parmaklarıyla tıkarlar. Ve Allah, kâfirleri kuşatandır.”
(Bakara 2/19)

إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Resim---“İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a (şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhît (muhîtun).: Şayet size bir hasenat (güzellik) dokunursa onları hüzünlendirir. Ve şayet size bir seyyiat (kötülük) isabet ederse, onunla ferahlanırlar (ona sevinirler). Ve eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız, onların hileleri size hiçbir şeyle zarar veremez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını (ilmi ile) kuşatandır (bilendir).”
(Âl-i İmrân 3/120)

يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلاَ يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لاَ يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ وَكَانَ اللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا
Resim---“Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz yubeyyitûne mâ lâ yardâ mine’l- kavl (kavli). Ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ (muhîtan).: Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır.”
(Nisâ 4/108)

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ (muhîtan).: Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.”
(Nisâ 4/126)

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ خَرَجُواْ مِن دِيَارِهِم بَطَرًا وَرِئَاء النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَاللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Resim---“Ve lâ tekûnû kellezîne haracû min diyârihim bataran ve riâen nâsi ve yasuddûne an sebîlillâh (sebîlillâhi), vallâhu bimâ ya'melûne muhît(muhîtun).: Bir de yurtlarından refahtan şımarıp azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır.”
(Enfâl 8/47)

قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءكُمْ ظِهْرِيًّا إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Resim---“Kâle yâ kavmi e rahtî eazzu aleykum minallâhi, vettehaztumûhu verâekum zıhriyyâ (zıhriyyen), inne rabbî bi mâ ta’melûne muhît (muhîtun).: Dedi ki: "Ey kavmim, sizce benim yakın çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp kuşatandır."
(Hûd 11/92)

أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَاء رَبِّهِمْ أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ
Resim---“E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in muhît(muhîtun).: Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp kuşatandır.”
(Fussilet 41/54)

İsLÂM DÎNinde; Yaratılan KULu-ABduLLAHı Olarak, Yaratan ALLAH celle celâlihu’yu gerçek MuhaMMedî ANLAyış TEVHİDi ki, BİZ BİR-İZ ->NAHNU-BİZliği içinde görmek ASıLdır-Esastır..

ALLAHu zü’l- CELÂL -> Muradullah -> Emrullah ->Sünnetullah ->ŞeÂNuLLah ve -> KüLLî ŞEY’ine/inde HÜKMünde Muhîttir

ALLAHu zü’l- CELÂL;
İnsan İÇi-ÖZü-Merkezinde Şahdamarından da Yakını-AKRABA iken,
İnsan DIŞı-YÜZü-Muhîtinde ise KüLLî Şey’i, hüviyeti ve mâhiyeti iribariyle ihata edip NahNu BİZliğinde yutmaktadır.. Geçmiş ve gelecekten münezzeh olan ALLAH celle celâlihu; her ÂN, Şe’ÂNuLLAHta, SüNNetuLLAH üzere YENiden Yaratıp durmaktadır ki BİZ BİR-İZ dediğimiz de budur..
El Muhît ALLAH celle celâlihu, Celâl Tecellîleri ile Cemâl Tecellîlerine inanan MuhaMmedî Mü’minlere şefkat ve merhameti ile kuşatma ve SünnetuLLAHta koruma sıfatıdır ve bunu Anlayı KuLun Kemâlidir..


وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلاَّ فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي القُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَانًا كَبِيرًا
Resim---“Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâsi, ve mâ cealnâ’r- ru’yâlletî eraynâke illâ fitneten lin nâsi ve’ş- şecerate’l- mel’ûnete fî’l- kur’ân (kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ (kebîren).: (Ey MuhaMMed) Hani biz sana: "Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek için yaptık, Kur’ÂN'da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey arttırmıyor.”
(İsrâ 17:60)

Ve unutmamalıyız ki, ALLAHu zü’l- CELÂL münkirleri Zahmetle kuşatırken Mü’minleri Rahmetle kuşatmıştır.. Çünkü ALLAHu zü’l- CELÂL’in kadir ve kıymetini takdir eden Mü’minleri, BİZ BİR-İZ İLeliğine-BiLeliğine Ârif-i BiLLAH olanlardır..

وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
Resim---“Vektub lenâ fî hâzihi’d- dunyâ haseneten ve fî’l- âhırati innâ hudnâ ileyke, kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle şey’in, fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûnez zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn (yu’minûne).: Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım."
(A’râf 7/156)

ALLAHu zü’l- CELÂL, yarattığı KüLLî Şey-Kâinâtını-mevCÛDatını tüm yönleri ile eşsiz ve benzersiz kuşatan-çevreleyen ve her şeye gücü yeten Yaratandır..

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا
Resim---“Allâhullezî halaka seb'a semâvâtin ve mine’l- ardı mislehunn (mislehunne), yetenezzelu’l- emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey'in ilmâ (ilmen).: O Allah ki, yedi kat gökleri ve yerden de onların misli kadarını (yedi kat yerleri) yarattı. Allah’ın herşeye kaadir olduğunu ve Allah’ın herşeyi ilmen (ilmi ile) ihata etmiş olduğunu (kuşattığını) bilmeniz için emir, onların arasında (gökler ve yerler arasında) devamlı iner..”
(Talâk 65/12)

MuhaMMedî Tebliği DUYup-UYmayan Kâfirleri ve münafıkları ise önceden Kur'ÂN-ı Kerîmde bildirdiği üzere azabı ve gazabıyla çepeçevre kuşatmıştır..
Müslim-Müm’in olan, dünyâ ve âhiretolan İKİ ÂLemde TEK-BİR TEVHiD EHLidir.. Hayat işleri İnfaktır..
Kâfir-Münafık olanların ise, sadece tek bu Dünya Hayatı varken, İÇ İnancı İKİ YÜZlüdür.. Hayat işleri nifaktır..


بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ
Resim---“Belillezîne keferû fî tekzîb (tekzîbin).: Hayır; inkâr edenler, (kesintisiz) bir yalanlama içindedirler.”
(Burûc 85/19)

وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ
Resim---“Vallâhu min verâihim muhît (muhîtun).: Allah ise, onları arkalarından sarıp kuşatmıştır.”
(Burûc 85/20)

Şu âyet-i Celîleyi, maddeten ve mânen çok iyi ANLAmalıyız İnşâe ALLAHu TeÂLÂ;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).: Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.”
(Enfâl 8/24)

BİZ BİR-İZ.. NaHNu.. BİZ BİLeLiğinde;
Nefsimizi-Bedenimizi, Fiillerimizi hatta düşüncelerimizi BİLe her ÂN Yeniden yaratmakta olan Yüce RABBımız TeÂLÂ’nın Zâhir-Bâtın Muhît OLuşuna İmÂNımız gereği DuÂmız;

Yâ Muhît OL-ÂN ALLAH celle celâlihu;
Küllî Şey’i mutlak kuşatan SENsin, BİZim de Hayatımızı ve Memâtımızı Rahmetinle Kuşat!.

Yâ Muhît OL-ÂN ALLAH celle celâlihu;
BİZim, Dış Hüviyetimizi ve İÇ Mâhiyetimizi Hakikat-ı MuhaMMediyyemiz ile Kuşat!.

Yâ Muhît OL-ÂN ALLAH celle celâlihu;
BİZi, İÇte Nefsinin, Dışta Dünyasının kuşattığı kimselerden etme!.

Âmin yâ Muîn ALLAH celle celâlihu!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


99- EL MuHsî celle celâluhu:

Resim

El Muhsî :
Resim

El Muhsî: İhsa eden, ilmiyle herşeyi sayan ve ayrıntılarıyla bilen, zerre olsun kürre olsun nazarından hiçbir şey kaçamayan. Halkının sayısını mutlak ilmiyle bilen ve muhafaza eden ALLAHu zü’l- CELÂL .

Her ÂN Yeniden yarattığı KüLLîŞey'i ihsa eden, ilmiyle herşeyi sayan ve ayrıntılarıyla bilen, zerre olsun kürre olsun nazarından hiçbir şey kaçamayan. Halkının sayısını mutlak ilmiyle bilen ve muhafaza eden ALLAHu zü’l- CELÂL..

Zâhir Bâtın Mâlumları HASSasiyetiyle hissdeiş ve duyuculuktan da ÖZde bilen ALLAHu zü’l- CELÂL..
İhsa, sanki ŞeÂNuLLahta, EmruLLahın SüNNetuLLAH üzere uygulanışında, TeceLLî Sîretinin ve FiiLin Sûretinin ÂNlık çekilen KULLuk fotoğrafı gibidir.


Hasâ: Men etmek.
Hasâü: Akıl. Temkin. Dirâyet.
Hass: Duyan. Hisseden. Duyucu. Duygu.
Hassa: Bir şeyi koruyup muhafaza etmek.
Ehsa: Bir şeyin miktarını bilmek. Saymak. Anlamak. Kitabı ezberlemek.
Tehassa: Korumak. Sakınmak.
İhsa: Saymak. Sayılmak. Zaptetmek. Ezber etmek. Fehmetmek. İdrâk eylemek.
İhsâü: İstatistik, sayım.
Gayrumuhsa: Sayılmayacak kadar çokolan.
Muhsî: Her şeyi en ince detayına kadar bilen, bütün söz ve davranışları sayan, tespit edendir.


Mutlak kesinlikte, el Âlim ve el Alîm olan ALLAHu zü’l- CeLÂL’in zâtına mahsus ilmi, küllî şey’i ihata eder, kuşatır. Yartılanların nicelik ve nitelikleri ALLAH celle celâlihu ilmi dışında kalamaz.

ALLAH celle celâlihu, her şeyi ince ince sayar, yazar ve tespit eder. Hesabını düşünmeden yaptığımız her davranış bizim aleyhimize kayıtlara geçmektedir.

Bu ism-i şerifi zikredenlerin günah ve kötülük işlemeye karşı dikkatli davranacakları ifâde edilir.

“İhsa” kökünden türemiş olan el-Muhsi ismi; en özden hissetmek, bilmek, tespit etmek, hatırlatmak ve yaymak anlamlarına gelmektedir.
El Muhsî ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’l- CELÂL'in ismi olarak zikredilmemiştir. Tirmizî Meşhur Esma-i Hüsnâ Hadisinde geçmektedir.

El Muhsî celle celâlihu, Kur'ÂN-ı Kerîmde isim sigâsı ile hiç geçmemekte ancak, 5 âyette fiil halinde ifâdelendirilmiştir.:

إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا
Resim---“İn kullu men fî’s- semâvâti ve’l- ardı illâ âti’r- rahmâni abdâ (abden).: Göklerde ve yerde olan (herkesin ve her şeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir.”
(Meryem 19/94)

لَقَدْ أَحْصَاهُمْ وَعَدَّهُمْ عَدًّا
Resim---“Lekad ahsâhum ve addehum addâ (adden).: Andolsun ki onları, tek tek adetlendirerek tespit etti (saydı).
(Meryem 19/94)

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ
Resim---“İnnâ nahnu nuhyi’l- mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârehum ve kulle şey’in ahsaynâhu fî imâmin mubîn (mubînin).: Muhakkak ki Biz, ölüleri diriltiriz. Ve takdim ettiklerini ve onların eserlerini yazarız. Ve herşeyi İmam-ı Mübin’de (apaçık bir rehber’de) saydık (tespit ettik).”
(Yâsîn 36/12)

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا أَحْصَاهُ اللَّهُ وَنَسُوهُ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim---“Yevme yeb’asu humullâhu cemîan fe yunebbiuhum bi mâ amilû, ahsâhullâhu ve nesûh (nesûhu), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). Sonra onlara, yaptıkları şeyleri haber verecek. Allah, onların unuttuklarını (tek tek) saydı (kaydetti). Allah, herşeye şahittir.”
(Mücâdele 58/6)

لِيَعْلَمَ أَن قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَأَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَأَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا
Resim---“Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ (adeden).: Rab’lerinin risaletlerinin tebliğ edilmiş olduğunu bilsinler diye. Ve (Allah) onların yanlarında olanları (ilmi ile) ihata etmiştir (kuşatmıştır). Ve herşeyin adedini sayıp tespit etmiştir.”
(Cinn 72/28)

وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا
Resim---“Ve kulle şey’in ahsaynâhu kitâbâ (kitâben).: Ve Biz, herşeyi yazarak saydık (tespit ettik).”
(Nebe’ 78/29)

1 âyet-i celîlede ise âhirette amel kitabı olarak geçmektedir:

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا
Resim---“Ve vudıa’l- kitâbu fe terâ’l- mucrimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ mâ li hâzâ’l- kitâbi lâ yugâdiru sagîraten ve lâ kebîraten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdırâ (hâdıran), ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ (ehaden).: Kitap (önlerine) konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden dolayı korkuya kapıldıklarını görürsün. 'Yazık bize! Bu kitaba da ne oluyor ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp saymış' derler. Yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.”
(Kehf 18/49)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


100- EL Muîd celle celâluhu:

Resim

El Muîd :
Resim


El Muîdü : Mahlûkatını hayattan sonra ölüme, ölümden sonra dirilmeye iâde eden ve tekrar yaratan.. Halkettiği maklükâtını ilk hâllerine iâde gücü olan ALLAHu zü’l- CELÂL.

Kur'ÂN-ı Kerîm’de aynen Mübdi ismi gibi, Muîd ismi de isim sigasında kullanılmamış olup, ALLAHu zü’l- CELÂL’e ait fiil halinde geçmektedir.
Aslına iâde etme, her ÂN hayata/yaratılış HÂLine döndürmek ki Resimşu ÂN ResimŞe’ÂNuLLAHta ResimSüNNetuLLAH üzere yENidEN tekrar yaratmak mânâsındaki ResimKÛN feyeKÛN İŞLemidir..
Resim Mubdiu celle celâluhu<=>Muîdu celle celâluhu..


El Mübdiu:
Resim

El Muîdu:
Resim


Muîdu celle celâluhu ismi, Kur'ÂN-ı Kerîm’de geçmemektedir. Meşhur TİRMİZÎ ve İBNİ MÂCE'nin Esmâ-i Hüsnâ hadislerinde zikredilmiştir.
Muîdu celle celâluhu isminin fiil şekli, Kur'ÂN-ı Kerîm’de 4 farklı, ama çok yakın mânâlarda kullanılmıştır..

KüLLî ŞEY’in, Olayların, zaman ve zaNn-Ların kısacası FİİLin “AYN”ını yENiden yaratışla İÂDE eden ALLAHu zü’l- CELÂL..
El ÂN şU ÂN Şe’ÂNuLLahta el HAKk celle celâluhu ->el Mubdî celle celâluhu ->el El Muîdu celle celâluhu..


إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ
Resim---“İnnehu huve YUBDİU ve YUÎD (yuîdu).: Muhakkak ki O, ilk defa (yoktan var ederek) YARATır. Ve (sonra geri) DÖNDÜRür.”
(Burûc 85/13)

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin).: Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir.”
(Fâtır 35/16)

إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
Resim---“İleyhi merciukum cemîâ (cemîan), va'dallâhi hakkâ (hakkan), innehu yebdeu’l- halka summe YUÎDUhu li yecziyellezîne âmenû ve âmilû’s- sâlihâti bi’l- kıstı, vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn (yekfurûne).: Sizin tümünüzün dönüşü O'nadır. Allah'ın va'di bir gerçektir. İman edip salih amellerde bulunanlara, adâletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan, sonra onu İÂDE edecek olan O'dur. İnkâr edenler ise, küfürleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır.”
(Yûnus 10/4)

مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى
Resim---“Minhâ halaknâkum ve fîhâ NUÎDukum ve minhâ nuhricukum târeten uhrâ.: Sizi, ondan yarattık. Ve sizi, oraya (geri) DÖNdüreceğiz. Ve sizi, oradan bir kere daha çıkaracağız.”
(TâHâ 20/55)

يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاء كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ
Resim---“Yevme natvi’s- semâe ke tayyi’s- sicilli lil kutub (kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın NUÎDUhu, va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn (fâılîne).: O gün, kitapların yazılı sayfalarını dürer gibi semâyı düreceğiz. Onu ilk defa halketmeye başladığımız gibi (eski durumuna) İÂDE edeceğiz (geri döndüreceğiz). Bizim üzerimizde bir vaaddir. Muhakkak ki (bunu) yapacak olan, Biziz.”
(Enbiyâ 21/104)

Şu âyet-i celîleleri de dikkatle okumalıyız inşâe ALLAU teÂLÂ..

أَوْ خَلْقًا مِّمَّا يَكْبُرُ فِي صُدُورِكُمْ فَسَيَقُولُونَ مَن يُعِيدُنَا قُلِ الَّذِي فَطَرَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُؤُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيبًا
Resim---“Ev halkan mimmâ yekburu fî sudûrikum, fe se yekûlûne men yuîdunâ, kulillezî fetarakum evvele merratin, fe se yungıdûne ileyke ruûsehum ve yekûlûne metâ hûve, kul asâ en yekûne karîbâ (karîben).: “Veya gönlünüzde büyüyen (daha büyük ve çok kuvvetli, güçlü olarak hayal ettiğiniz) başka bir yaratılış olsun. O zaman da bizi, kim (hayata) geri çevirecek?” diyecekler. “Sizi ilk defa yaratan.” de! Bunun üzerine sana başlarını (alaylı bir tarzda) sallayarak: “O, ne zaman?” diyecekler. De ki: “(Onun) yakın olması muhtemeldir.”
(İsra 17/51)

أَمْ أَمِنتُمْ أَن يُعِيدَكُمْ فِيهِ تَارَةً أُخْرَى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفا مِّنَ الرِّيحِ فَيُغْرِقَكُم بِمَا كَفَرْتُمْ ثُمَّ لاَ تَجِدُواْ لَكُمْ عَلَيْنَا بِهِ تَبِيعًا
Resim---“Em emintum en yuîdekum fîhi târaten uhrâ fe yursile aleykum kâsıfen miner rîhı fe yugrikakum bimâ kefertum summe lâ tecidû lekum aleynâ bihî tebîâ (tebîan).: Başka bir sefer sizi oraya (geri) döndürmesinden böylece sizin üzerinize kâsif (şiddetli, deviren) bir fırtına gönderip, inkârlarınızdan dolayı sizi (denizde) boğmasından emin mi oldunuz? Sonra Bize karşı (boğulmamanız) için (sizi koruyacak) bir yardımcı bulamazsınız.”
(İsrâ 17/69)


Âde: Geri dönmek. ilk hâle dönmek. Bir iş olmak. Tekrar başlamak.
Eâde: Bir şeyi dödürmek.Reddetmek. Geri dödürmek.Tekrar etmek.
İ'tâde: İtiyat edinmek. âdet edinmek.
El âdetü: Âdet, alışkanlık.
El meâdü: Dönüş yeri, varış yeri, âhiret hayatı.
Ayyede: Bayram yapmak.
El îdü: Bayram.


Hülâsayı- KeLÂM her ÂN OL-ÂN, El ÂN Şe’ÂN, cÂNda-cÂNÂN, cehennem-ceNNet ve de, E lestu-Kıyamet..
Kula gerken ise her Nefeste HuZurda HaZıR HıZıR OLuş MuhaMMedî Şefâat Şerefini YAŞAyış Şehâdet Şerefidir ve’s- SeLÂMm..


وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَن فِي الْقُبُورِ
Resim---Ve ennes sâate âtiyetun lâ raybe fîhâ ve ennallâhe yeb’asu men fîl kubûr(kubûri).: Ve onda (vuku bulacağında) şüphe olmayan o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Ve muhakkak ki Allah, kabirlerde olan kimseleri beas edecektir (diriltecektir).”
(Hacc 22/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


101- EL Mukîtu celle celâluhu:


Resim

El Mukîtü :
Resim


El Mukîtu: Mukayyed olup muhafaza etmeye muktedir olan. Hâfız. Amelleri zâyi' etmeyip koruyan. Gizlisi olmadan herkesin maddî, mânevî rızkını veren ve kontrol altında bulunduran. Azıkları yaratıp, beden ve kalblere gönderen. Yarattıklarına rızkını ve azığını vermeye muktedir olan ALLAHu zü’l- CELÂL .

Her şey’in/herkesin azık, gıda, besini/kût’u takdir eden, vermek gücü olan, koruyan, her şeyin karşılığını mutlaka veren veşâhidi olan ALLAHu zü’l- CELÂL, İlahî İlim gibi ulvî, Beşerî Fikir gibi suflî olanların da, yaratanı, kaynağı ve sahibidir..
ZÂTen tüMM “İŞ”-Ler O’na aittir:


وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Resim---“Ve lillâhi gaybu’s- semâvâti ve’l- ardı ve ileyhi yurceu’l- emru kulluhu fa’budhu ve tevekkel aleyhi, ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn (ta’melûne).: Semâların (göklerin) ve arzın gaybı Allah'ındır. İşlerin hepsi O'na döndürülür. Öyleyse O'na kul olun ve tevekkül edin. Senin Rabbin, yaptığınız şeylerden gâfil (habersiz) değildir.”
(Hûd 11/123)

وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأُمُورُ
Resim---“Ve lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard(ardı), ve ilâllâhi turceu’l- umûr(umûru).: Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.”
(Âl-i İmrân 3/109)


Kâte: Ölmeyecek kadar azık ve gıda vermek. Geçindirmek.
Kût: Yaşam gıdası. Yaşatacak gıda, rızık. Kuvvetlendirmek.
Kut-ı lâyemut: Ölmeyecek kadar olan rızık, yiyecek.
Kut-ı mesih: Hurma. Şarab.


MUKÎT: Azık vermek, maddî ve ruhî gıda vermek demek olan “ikate” kökünden gelen Mukit, bedenlerin ve ruhların gıdasını varlığın ömrü boyunca veren, yarattıklarını bilen ve gücü yeten, yarattıklarını koruyan, himâye eden, gözeten;
Bitki, hayvan, insan, her türlü canlının varlığını sürdürebilmesi için ihtiyacı olan Bedenî-Maddî gıdaları, azık miktarı, yeteri kadar ve devamlı olarak lâzım ve lâyıkınca yaratıp veren, tahsis eden, şahsına mahsus kılan el Mukîtu’r- Rezzâk olan ALLAH celle celâlihudur..

TüMmM Esmâların yüklendiği Akıl sahibi olanlar için ise AKLı, NAKLe Ulaşır da SİLMe ERerse, Edeb, İlim, İrfân ve Erkân gibi Ruhî-Manevî verilerin de takdir ve tahsis eden, bu güc kendisinde ZÂTen EBEDî olan el Mukîtu’l- Kadîru’l- Hafîz olan ALLAH celle celâlihudur..

İkate, ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in her yarattığına, her vakitte, her yerde, herhâlde ve her Nefeste, azık olarak tâyin ve takdir buyurup, koruduğu rızktır. Ondan dolayı “her canlının rızkı kendisinden önce takdir edilmiştir.” denilmektedir.
AkL-ı SİLm olan her MuhaMMedî mü’min unutmamalıdır ki, velî-yi ni’metimİZz ALLAHu Zü’L- CeLÂLdir..


Kur'ÂN-ı KerîmimİZde;

Mukît İsmi olarak;

مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا وَكَانَ اللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتًا
Resim---“Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ, ve men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minhâ. Ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ (mukîten).: Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah her şeyin üzerinde koruyucudur-görüp gözetendir.”
(Nisâ 4/85)

İbn Abbas radiyallahu anhu: “Bu âyetteki el-Mukît isminin el Muktedir, yani her şeyi yapmaya güç yetiren, dilediğini cezalandıran anlamına geldiğini” söylemiştir.
İbn Kesir ise “her insana çalışmasının karşılığını verendir anlamında kullanmıştır.” demiştir.


Akvat-Rızk olarak;

وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاء لِّلسَّائِلِينَ
Resim---“Ve ceale fîhâ revâsiye min fevkıhâ ve bâreke fîhâ ve kaddere fîhâ akvâtehâ fî erbeati eyyâm (eyyâmin), sevâen li’s- sâilîn (sâilîne).: Ve orada, onun üzerinde sabit dağlar oluşturdu. Ve orayı bereketli kıldı. Orada (arzda) bulunanların besinlerini (rızıklarını), dileyenler için eşit olarak dört günde takdir etti.”
(Fussilet 41/10)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin Hadis-i şerîf BUYruklarını DUYup Uymalıyız İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: ALLAH’ım!. MuhaMMed âilesinin rızkını yetecek kadar kıl!.” buyurdu.
(İbni Mâce, Kitabu‟z- Zühd 4139)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyâmet gününde her zengin ve her fakir, dünyadayken rızkının yetecek kadar verilmiş olmasını temenni edecektir!.” buyurdu.
(İbni Mâce, Kitabu‟z- Zühd 4140)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bakımıyla sorumlu olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter!.” buyurdu.
(Ebu Davûd 1692; İ. Ahmed, Müsned 2/160; Hakim, el- Müstedrek 1/415; Beyhakî, Sünen 7/467)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


102- EL Muksitu celle celâluhu:


Resim

El Muksitu :
Resim

El Muksitu: Adâletle hükmeden ve iş gören, hakkı edâ aden, doğru hareket eden. İksat eden, her hususta mutlak hakkâniyyet, doğruluk gösteren, doğru hareket eden ve iş gören mutlak âdil olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


Akseta: Adâlet etmek.
Kist: Adâlet yapma. Miktar. Mizan, terazi, tartı ve ölçüde doğruluk.. Hisse. Nâsib. Pay. Rızık. Kısım kısım verilen bir hediyenin, borcun her defâda verilen bir parçası.
Kıstas: Kıstas. Ölçülerin en sıhhatli ve mazbut olanı. Mizan, ölçü. Büyük terazi. Kıyamet günündeki büyük terazi. Mânevi değer ve kıymet ölçüsü. En doğru tartan.
Kaseta: Adâletten sapmak. Zûlmetmek.
Muksit: Adâletle iş gören. Haklı hareket eden. Nefsine lâzım ve lâyık görmediği zararlı şeyi başkasına da münâsib görmeyen.


MUKSİT: Âdil olmak, gerçeğe uygun hükmetmek, dengeyi kurmak, doğru yolu izlemek, kâmil olmak, mu’tedil olmak mânâlarına gelen “kıst” kökünden türemiştir.

Muksit; adâleti en üst seviyede ayakta tutandır.
Muksit; hükmünde ve emirlerinde âdil olandır.
Muksit; her şeye belli bir denge ve düzen takdir edendir.
Muksit; mü'min kullarının mükâfatlarını adâletle verecek olandır.
Muksit; kafir kullarının cezalarını da adâletle verecek olandır..
Muksit; hesab gününde adâlet tartılarını-MizÂNı kurandır.
Muksit; adâleti ayakta tutmak için peygamberler gönderen ve kitablar indirendir.

El Muksitu celle celâlihu, Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’l- CELÂL’e nisbetle geçmemektedir. Hadis-i şeriflerde de bildirilmiştir.
Kur’ÂN-ı Kerim’de, sadece kullar için çoğul olarak “muksitin” şeklinde 3 yerde geçmekte ve çoğunlukla insanlar için kullanılan, “kıst” kökünden türeyen çeşitli ifâdeler bulunmaktadır. Ve genellikle, hakka riâyet etmek, âdil davranmak, doğru olmak, uygun olmak mânâlarında kullanılmıştır.
Kur'ÂN-ı Kerîmde bu kökten türeyen ve bu mânâya gelen ifâdelerin bulunduğu “kıst” kökünden âyet sayısı 25 dir.

Benzer anlamlar içeren adl ve kıst kelimeleri anlamdaş olmakla beraber;

Adl: Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmektir.
Adl, ALLAHu zü’l- CELÂL’in yarattığı kullarına karşı; doğru olmak, doğru davranmak, adâletle hükmetmek, eşitlemek, dengelemek, insaflı olmak anlamını ifâde ederken kullandığı adâlet mânâsındadır.
Kur'ÂN-ı Kerîmde “adl”, kevnî/yaratılıştaki tenasübü, uygunluğu ve denkliği ortaya koyar:


الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---“Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahibleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.”
(Âl-i İmrân 3/191)

الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
Resim---“Ellezî halakake fe sevvâke fe adeleke.: O (senin Rabbin) ki, seni yarattı, sonra seni sevva etti (dizayn etti), sonra da düzen üzere seni dengeli, sağlıklı kıldı.”
(İnfitâr 82/7)

Yine Kur'ÂN-ı Kerîmde “adl”, ALLAHu zü’l- CELÂL’in Buyruklarının çelişkisiz, uyumlu, dengeli ve doğru olduğunu ifâde anlamındadır.:

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adlâ (adlen), lâ mubeddile li kelimâtihî, ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: Ve Rabbinin sözü sadakatle ve adâletle tamamlandı. O’nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.”
(En'âm 6/115)

Yine Kur'ÂN-ı Kerîmde “adl”, ALLAHu zü’l- CELÂL’in insanların Rüşde Ermemiş ham akıllarının uydurdukları putlarla bir ve denk tutulamaycağı anlatılırken.:


قُلْ هَلُمَّ شُهَدَاءكُمُ الَّذِينَ يَشْهَدُونَ أَنَّ اللّهَ حَرَّمَ هَذَا فَإِن شَهِدُواْ فَلاَ تَشْهَدْ مَعَهُمْ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَالَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ وَهُم بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Resim---“Kul helumme şuhedâekumullezîne yeşhedûne ennallâhe harrame hâzâ, fe in şehidû fe lâ teşhed meahum, ve lâ tettebi’ ehvâellezîne kezzebû bi âyâtinâ vellezîne lâ yu’minûne bil âhirati ve hum bi rabbihim ya’dilûn (ya’dilûne).: De ki: "Gerçekten Allah'ın bunu haram kıldığına şehadet edecek şahidlerinizi getirin." Şayet onlar, şehadet edecek olurlarsa sen onlarla birlikte şehadet etme. Ayetlerimizi yalan sayanların ve ahirete inanmayanların heva (istek ve tutku)larına uyma; onlar (birtakım güçleri ve varlıkları) Rablerine denk tutmaktadırlar.”
(En'âm 6/150)

Kist: Adâlet yapma. Miktar. Mizan, terazi, tartı ve ölçüde doğruluk.. Hisse. Nâsib. Pay. Rızık. Kısım kısım verilen bir hediyenin, borcun her defâda verilen bir parçasıdır.
Kıst; ALLAHu zü’l- CELÂL’in yarattığı kulunun, bu dünyadaki iman ve iyi ameline denk bir karşılığını vermek üzere insanın yeniden yaratılacağını ifâde ederken kullandığı adâlet mânâsındadır.

Kıstta; Şu Hayattaki günlük işlerimizdeki, hukukî, ahlakî ve soysal bir denge kurulmasını, hak edene, ne hak etti ise onun verilmesini ifâde eden dünyevî bir adâleti anlatır.
Bu hayyattaki fiilleri son-UÇunda, mükâfat ve mücâzat yönünden uhrevî bir adâleti anlatır.:
Görüldüğü gibi “kıst” daha dar bir mânâ ifâde eden; denkliği, dünyevî ve uhrevî, sosyal, hukukî ve ahlakî düzeyde bir adâleti anlatırken,
“Adl” daha geniş mânâsı ile hem bunları hem de bunlarla beraber kevnî ve itikadî seviyede bir denkliği, dengeliliği ve adâleti ifâde eder..

Kur'ÂN-ı Kerîmde kıst, ALLAHu zü’l- CELÂL’in fiili mânâsında;


إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
Resim---“İleyhi merciukum cemîâ (cemîan), va'dallâhi hakkâ (hakkan), innehu yebdeu’l- halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti bi’l- kıstı, vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn (yekfurûne).: Hepinizin dönüşü O’nadır (dönüş yeriniz O’dur). Allah’ın vaadi haktır (gerçektir). Muhakkak ki O, ilk olarak (örneksiz) yaratmaya başlar. Ve sonra iman edenler ve salih amel yapanlar, adâletle mükâfatını vermek için O’na iâde olunur (döndürülür). Ve kâfir olanlar için inkâr etmiş olduklarından dolayı hamîmden (kaynar sudan) bir içecek ve elîm azab vardır.”
(Yûnus 10/4)

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ فَإِذَا جَاء رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---“Ve li kulli ummetin resûlun, feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bi’l- kıstı ve hum lâ yuzlamûn (yuzlamûne).: Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adâletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar.”
(Yûnus 10/47)

وَلَوْ أَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الأَرْضِ لاَفْتَدَتْ بِهِ وَأَسَرُّواْ النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُاْ الْعَذَابَ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---“Ve lev enne li kulli nefsin zalemet mâ fî’l- ardı leftedet bihi, ve eserrûn nedâmete lemmâ raevu’l- azâb (azâbe), ve kudıye beynehum bi’l- kıstı ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne).: Muhakkak ki; zulmeden her nefs, yeryüzünde ne varsa onun olsa, azabı gördüğü zaman pişmanlığını gizler ve mutlaka onu (onların hepsini) feda ederdi (verirdi). Ve onların arasında adâletle hükmedilmiştir. Ve onlara zulmedilmez.”
(Yûnus 10/54)

Yaratıkların adâletiyle ilgili âyetlerden bazıları;

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---“Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, ve’l- melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bi’l- kıst (kıstı), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahibleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O'ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz'dir, Hakîm'dir.”
(Âl-i İmrân 3/18)

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Resim---“İnnellezîne yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın ve yaktulûnellezîne ye’murûne bi’l- kıstı minen nâsi, fe beşşirhum bi azâbin elîm (elîmin).: Muhakkak ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenleri, peygamberleri haksız yere öldürenleri, insanlardan adâlet ile emredenleri öldürenleri artık "elîm azap" ile müjdele.”
(Âl-i İmrân 3/21)

لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---“Lekad erselnâ rusulenâ bi’l- beyyinâti ve enzelnâ meahumu’l- kitâbe ve’l- mîzâne li yekûmen nâsu bi’l- kıst (kıstı), ve enzelne’l- hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu li’n- nâsi ve li ya’lemallâhu men yensuruhu ve rusulehu bi’l- gayb (gaybi), innellâhe kavîyyun azîz (azîzun).: Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adâleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.”
(Hadîd 57/25)

EL Muksitu celle celâluhu İsm-i Celîl’inin Hayatımızda nefsimiz üzerinde tecellisini buyuran pekçok âyetten bazıları.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvâmîne lillâhi şuhedâe bi’l- kıstı ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû. I’dilû, huve akrabu li’t- takva vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe habîrun bimâ ta’melûn (ta’melûne).: Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”
(Mâide 5/8)

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَإِن جَآؤُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُم أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئًا وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---“Semmâûne lil kezibi ekkâlûne li’s- suht (suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â (şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bi’l- kıst (kıstı) innallâhe yuhıbbu’l- muksıtîn (muksıtîne).: Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adâletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adâletle hüküm yürütenleri sever.”
(Mâide 5/42)

وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---“Ve in tâifetâni mine’l- mû’mînînektetelû fe aslihû beyne humâ, fe in begat ihdâhumâ ale’l- uhrâ fe kâtilûlletî tebgî hattâ tefîe ilâ emrillâh (emrillâhi), fe in fâet fe aslihû beynehumâ bi’l- adli ve aksitû, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: Ve eğer mü’minlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin. Fakat, eğer ikisinden biri diğerine saldırırsa, o taktirde saldıran grupla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın. Bundan sonra eğer dönerse, böylece ikisinin arasını adâletle düzeltin, (onlara) adil davranın (diğerine zulmetmeyin). Muhakkak ki Allah, adâletle davrananları sever.”
(Hucurât 49/9)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

103- EL Musavviru celle celâluhu:

Resim

El Musavviru :
Resim

El Musavviru:: Mahlûkatının görülen/zâhir sûretini ve görülmeyen/bâtın sîretini takdir, tâyin, icâd ve tasvir eden, şeklini-şemâlini, tavır, tarz ve özelliklerini veren. Sûretlendiren, şekillendiren ve seviyelendiren ALLAHu zü’l- CELÂL..

Musavvir: Tasvir etmek, maddî-bedenî- biyolojik şekil ve sûret, manevî-ruhî-psikolojik sîret, nicelik, nitelik, birtakım özellik, tavır, tarz ve vasıflar vermek anlamlarındadır..

MUSAVViR: ALLAHu zü’l- CELÂL’in MuradULLAHta Kazave kaderiyle yaratmayı irade edip, meşiyyetiyle varlık alanına çıkardığı “ŞEY”i, yaratma ÂNında ve akabinde istediği, dilediği şekli vererek ortaya çıkarması. El Hâlik celle celâlihu sıfatı ile planlayıp, El Bari’ celle celâlihu sıfatı ile yarattığı varlığını, El Musavvir celle celâlihu sıfatı ile şekillendirip tezyin eder. Elbette bu oluşum, bu şekilde ayrı ayrı fasılalı olmayıp iç içedir. Ve her ÂNda Şe’ÂNuLLahta SüNNetuLLAH üzere KÛN feyeKÛN OLupDURmaktadır.
El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin..


Sûre: Kur'an-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri. Derece. Duracak yer. Menzilet. Şeref ve şan. Güzel inşa edilmiş bina. Sûr. Refi'. Alâmet, nişan.
Sûret: (C.: Sûr - Suver) Biçim, görünüş. Kılık. Tarz. Yol. Gidiş. Hal. Tasvir. Dıştan görünen şekil.
Sûreten: Sûret itibariyle, sûret olarak, görünüşte.
Sûrî: Sûrete ait, görünüşe ait ve müteallik.
Savvara: Bir şeye sûret vermek. Sûretli kılmak. Şekillendirmek. Vasfetmek. Nitelemek.
Tesavvara: Şekillenmek. Sûretlenmek. Tasavvur etmek.
Tasavvur: Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. * Düşünce, tasarı. Arzu.
Tasviru: Sûret, resim, heykel.
Bir şeye şekil ve sûret vermek.


ALLAHu zü’l- CELÂL, Şe’ÂNuLLAHta her ÂN yeniden KÛN feyeKÛn murad-emriyle Kâinâtını, El Halîku sıfatıyla yeniden halkeden, El Bâriü sıfatıyla yaratan El Musavviru sıfatıyla yeniden şekillendirip donatmaktadır..

Musavvir kelimesi, kök ve türevleri hâlinde Kur'ÂN-ı Kerîmde; 4 âyette fiil, 3 âyette sıfat, 1 âyette isim sigası ile geçmektedir.


ALLAHu zü’l- CELÂL’e isim olarak izâfe edilen âyet;

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---“Huvallâhu’l- hâliku’l- bâriû’l- musavviru lehu’l- esmâu’l- husnâ, yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: O Allah ki; Yaratan’dır, Bâri’dir (yokken var eden), Musavvir’dir (şekil verendir), güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tespih eder. Ve O; Azîz’dir (yücedir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).”
(Haşr 59/24)

Bu âyet-i celile dışında isim sigasında olmayan fiil ve sıfat olarak;


وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
Resim---“Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ li’l- melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblis (iblîse), lem yekun mine’s- sâcidîn (sâcidîne).: Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size sûret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.”
(A'râf 7/11)

هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاء لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---“Huvellezî yusavvirukum fîl erhâmi keyfe yeşâ’ (yeşâu), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: O (Allah) ki, rahimlerde sizi dilediği gibi tasvir eder (şekil-sûret verir). O'ndan başka ilâh yoktur. O Azîz'dir, Hakîm'dir.”
(Âl-i İmrân 3/6)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---“Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâra ve’l- ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?”
(Secde 32/9)

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا
Resim---“Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ (raculen).: Onunla konuşan (sohbet eden) arkadaşı, ona dedi ki: “Seni, (önce) topraktan, sonra bir nutfeden (bir damla sudan) yaratan sonra da seni bir adam hüviyetine sevva (dizayn) edeni (Allah’ı), sen inkâr mı ediyorsun?”
(Kehf 18/37)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: "Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın."
(Hicr 15/29)

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ
Resim---“E yahsebul insânu ellen necmea ızâmehu.: İnsan (öldükten sonra) onun kemiklerini asla biraraya getiremeyeceğimizi mi sanıyor?”
(Kıyâmet 75/3)

بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ
Resim---“Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benânehu.: Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip (yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.”
(Kıyâmet 75/4)

اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَاء بِنَاء وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَتَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Allâhullezî ceale lekumu’l- arda karâren ve’s- semâe binâen ve savverekum fe ahsene suverekum ve razakakum mine’t- tayyibât (tayyibâti), zâlikumullâhu rabbukum, fe tebârekallâhu rabbu’l- âlemin (âlemîne).: O Allah ki, yeryüzünü sizin için karar (yerleşme) yeri kıldı. Ve semayı bina etti. Ve sizi tasvir etti (sûret verdi). Sonra sûretlerinizi ahsen kıldı (güzelleştirdi). Ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi; Allah, Mübarek'tir (yücedir).”
(Mu’min 40/64)

رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا
Resim---“Rafea semkehâ fe sevvâhâ.: Onun (semanın) tavanını yükseltti (yüksekliğini artırdı). Sonra da onu sevva etti (dizayn edip düzenledi).”
(Nâziât 79/28)

الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى
Resim---“Ellezî halaka fe sevvâ.: O ki yarattı sonra sevva etti (dizayn etti, düzenledi).”
(A'lâ 87/2)

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
Resim---“Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.: Nefse ve onu sevva edene (dizayn edene) (andolsun).”
(Şems 91/7)

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ
“Yâ eyyuhâ’l- insânu mâ garrake bi rabbike’l- kerîm (kerîmi).: Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan (mağrur kılan) nedir?”
(İnfitâr 82/6)

الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
Resim---“Ellezî halakake fe sevvâke fe adeleke.: O (senin Rabbin) ki, seni yarattı, sonra seni sevva etti (dizayn etti), sonra da düzen üzere seni dengeli, sağlıklı kıldı.”
(İnfitâr 82/7)

فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ
“Fî eyyi sûratin mâ şâe rakkebeke.: Dilediği sûrette (şekilde) seni terkip etti (farklı genetik şifreleri biraraya getirip (her insana) farklı sûretler verdi).”
(İnfitâr 82/8)

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim---“Halaka’s* semâvâti ve’l- arda bi’l- hakkı ve savverekum fe ahsene suverekum ve ileyhi’l- masîr (masîru).: Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (sûret) verdi; sûretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O'nadır.”
(Teğâbun 64/3)

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---“Lekad halaknâ’l- insâne fî ahseni takvim (takvîmin).: Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte-kıvamda) yarattık.”
(Tîn 95/4)

Bu öylesine şahsa mahsus bir SEViyyelemedir ki, asla hiçbir insanın parmak izi diğer insanın parmak izine benzemez..

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ
Resim---“E yahsebu’l- insânu ellen necmea ızâmehu.: İnsan, onun kemiklerini bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?”
(Kıyâmet 75/3)

بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ
Resim---“Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benânehu.: Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip (yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.”
(Kıyâmet 75/4)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her kim bir resim yaparsa Allah o kimseye yaptığı o resme ruh üfleyinceye kadar yani o resmi canlı hale getirinceye kadar azâb edecektir. Gerçekten o resme ruh verebilecek güçte geğildir!.” buyurmuştur.

(Tirmizî 1751; Nesaî, ziyne 114)

ÖZün Özeti şudur ki; EL Musavviru celle celâluhu sıfat ismi celîli,
ALLAHu zü’l- CELÂL; MuraduLLAH Kitâbındaki, Kaza-Kader-İrâde ve Meşiyyetini, Şe’ÂNuLLAHta her ÂN yeniden, KÛN feyeKÛn Emriyle Kâinâtını-küLLî ŞeYyini-KULLarını, El Halîku sıfatıyla yeniden halkeden, El Bâriü sıfatıyla yaratan ve El Musavviru sıfatıyla yeniden, enfusî-afâkî, iç-dış, manevî-maddî, soyut-somut her ÂN şekillendirip donatmaktadır..
El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin..


مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
Resim---“Mâ esâbe min musîbetin fî’l- ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr (yesîrun).: Yeryüzünde ve kendi nefslerinizde, sizlere isabet eden bir musîbet yoktur ki, onu yaratmamızdan önce kitapta yazılmamış olsun. Muhakkak ki bu, Allah’a kolaydır.”
(Hadîd 57/22)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


104- El Mu’tîu celle celâluhu:

Resim


El Mu’tîu:
Resim


El Mu’tîu:Dilediğine dilediği kadar itâ eden, veren. Mevcûdatına lâzım ve lâyıkını cömertçe veren, hayat hakkı ihsan eden ALLAHu zü’l- CELÂL..

ALLAHu zü’l- CELÂL, yarattıklarına lâzım ve lâyıkınca gereğini veren ihsân eden Mu’tî’dir. Yani mahlûkatına hayat hakkını ve her istediğini verendir. Cenâb-ı Hak celle celâlihu kullarının Kendisine açılan ellerini boş çevirmez. Mahlûkâtının hal ve söz dilleriyle yaptıkları duâ niyaz ve isteklerini kabul eder. Varlıkların ihtiyaçlarını eksiksiz yaratır ve ellerine verir. Yarattığı canlıları için yeryüzünü envâi türlü yiyecek ve gıdalarla donatan Cenâb-ı Hak celle celâlihu maddî-mânevî tüm âzâların ihtiyaç duydukları nîmetleri yaratır ve ikram eder. Âhirette ise, kullarını Cennetine alır ve her arzu ettiklerini ihsân eder.
Mu’tî celle celâlihu ismini, Hazret-i Ali kerremallahu veche’nin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden rivâyet ettiği bildirilmiştir.

Gözü veren Cenâb-ı Hak celle celâlihu görünen âlemde göz zevkine uygun güzellikleri de yaratıp gözün önüne sermiştir. Kulağı veren Allah Teâlâ işitme âleminde latîf nağmeleri ve güzel sesleri de yaratmış ve kulağın işitme zevkine ikram etmiştir. İnsandaki her türlü cihâzlar ve âletlerin duygu ve latîfelerin her birisinin ayrı ayrı hizmeti ve ubûdiyeti ayrı ayrı lezzeti elemi vazifesi ve mükâfâtı vardır. Cenâb-ı Hak celle celâlihu ve Hakîm-i Mutlak insanda istihdam ettiği cihâzların her birisinin mânevî şükürlerine karşılık lâyık-lâzımı vermektedir. Rızkımızı veren Rezzâk’ımızdır. Zenginlik ve servet veren Ganî olan Cenâb-ı Hak celle celâlihutır. İstemelerimize ve duâlarımıza cevab veren atiyye veren Cenâb-ı Hak celle celâlihutır. Sayısız arzularımızı ve gayelerimizi gerçekleştiren ve yerine getiren de Cenâb-ı Hak celle celâlihudur.
ALLAHu zü’l- CELÂL, ŞeÂNuLLahta her ÂN Yeniden TeKViNiyle yarattıklarına İ'tâsını İhsan edip durmaktadır..


Atâ: Bir şeye elini götürüp almak.
İ'tâ: Vermek. Birine hizmet etmek. Bahşetmek. İhsan etmek.
Atâü: Bağış, hibe.
Atiyyet: Atiyye, bağış hibe.
Mu’tâ: Verilen. İ'tâ olunmuş, verilmiş olan.
Mu'tî: Veren. İtâ eden.


El Mu'tîu celle celâlihu ism-i şerifi Kur'ÂN-ı Kerîmde isim olarak geçmez, fiil olarak geçer. İsim olarak İbni Mâce Hadislistesinde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur..

وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَى
Resim---“Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.: Ve mutlaka Rabbin yakında sana verecek (ihsan edecek), böylece sen razı olacaksın.”
(Duhâ 93/5)

مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُواْ عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللّهِ وَلَكِن كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ
Resim---“Mâ kâne li beşerin en yu’tîyehullâhu’l- kitâbe ve’l- hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûne’l- kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn (tedrusûne).: Bir insan için, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra onun insanlara; “Allah'tan başka bana kul olun” demesi olamaz (mümkün değildir). Fakat, sizin kitabı tedris etmiş (okuyup öğrenmiş) olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: “Rabbâni (kendini Rabb'e adamış) kullar olunuz” der.”
(Âl-i İmrân 3/79)

وَلاَ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلاَ أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَن يُؤْتِيَهُمُ اللّهُ خَيْرًا اللّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemu’l- gaybe ve lâ ekûlu innî melekun ve lâ ekûlu lillezîne tezderî a’yunukum len yu’tîyehumullâhu hayrâ (hayran), allâhu a’lemu bimâ fî enfusihim, innî izen le mine’z- zâlimîn (zâlimîne).: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir.”
(Hûd 11/31)

فَعَسَى رَبِّي أَن يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِّن جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ السَّمَاء فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا
Resim---“Fe asâ rabbî en yu’tîyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhâ husbânen mine’s- semâi fe tusbiha saîden zelekâ (zelekan).: Belki Rabbim, bana senin bahçenden daha hayırlısını verir. Ve onun (senin bahçenin) üzerine semadan (husbân) felâketler gönderir. Böylece kaygan bir toprak haline gelir.”
(Kehf 18/40)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


105- El Mübînu celle celâluhu:

Resim


El Mübînu:

Resim


El Mübîn: Açık, âşıkâr, ayân kılan; beyân ve açıklayıp izâh eden; Hakkı hakkınca beyân ve izhar eden. Mutlak beyân eden, hakkı-bâtılı ve hayrı-şerri bildirip, arasını ayıran hakkı hakkınca izhâr eden.. açık ve besbelli olan ALLAHu zü’l- CELÂL..



Bâne: İş zâhir olmak. Açık olmak. Açıklamak. İzâh etmek.
Ebâne: Gayet açık kılmak.
Beyyene: İzâh etmek. Beyân etmek. Aşikâr olmak.
Beyân: Beyân, hüccet, delil. Bir hâlin hakikâtını açıklayan söz, anlatış. İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. Öğretme. Fesahat ve belâgat.
Beyyin: Vâzıh, aşikâr, açık,parlak. Açıklanmış. Gün gibi vâzih delil.
Beyyinen: Vâzıhan, aşikâr olarak, alenen, açık olarak.
Mübeyyen: Açıklanmış. Beyan ve izah edilmiş.
Mübeyyin: Açıklayan. Beyan eden. Meydana koyan.Müteaddit noktaları beyan eden ve açıklayan. Şâhid. İsbat vasıtası. Kavi bürhân.
Binetü: Beyyine, hüccet, delil.
Mübîn: Açıklayan, açığa kavuşturan, apaçık hâle getiren, belgeleyen..



El Mübîn celle celâlihu Kur'ÂN-ı Kerîm ve İbni Mâce Hadisinde geçmektedir..

ALLAHu zü’l- CELÂL, bi’z- ZÂT El Mübîn celle celâlihudur, mutlak varlığı apaçık, ayândır ve hakk olan gizli ve âşikâr olan gerçekleri beyân edip açıklayıp zâhir kılan ve ZÂTen apaçık bir gerçektir. dır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemile Kur'ÂN-ı Kerîm ve önceki peygamberleri vasıtasıylada, tebliğ ettikleri kitablarında; Hakkı bâtılı, haramı helâli, doğruyu yanlışı, inkârı ikrârı beyân edip, gayb-i mutlak bilgiler hariç kulların bilmesi gerekli olan gizlilikleri açıklayandır.



Kur'ÂN-ı Kerîmde EL HAKKU'L-MÛBİNÜ celle celâluhu:

Hakk olan-Yardım eden. (2 defa) ( Nûr 24/25)-(Neml 27/79)

يَوْمَئِذٍ يُوَفِّيهِمُ اللَّهُ دِينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُبِينُ
Resim---“Yevme izin yuveffîhimullâhu dînehumu’l- hakka ve ya’lemûne ennallâhe huve’l- hakku’l- mubîn (mubînu).: İzin günü Allah onlara dînlerini (negatif ve pozitif derecelerin karşılığını) hakkıyla ödeyecektir. Ve Allah’ın, Hakk Mübin (hakkı açıklayan, yerine getiren) olduğunu bilecekler.”
(Nûr 24/25)

فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ
Resim---“Fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), inneke alâ’l- hakkı’l- mubîn (mubîni).: Sen, artık Allah'a tevekkül et; çünkü sen apaçık/El mubîn olan el hak üzerindesin.”
(Neml 27/79)



Kur'ÂN-ı Kerîm Mübîndir.:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُورًا مُّبِينًا
Resim---“Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn (mubînen).: Ey insanlar Rabbinizden size 'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size apaçık bir nur (Kur'an) indirdik.”
(Nisâ 4/174)

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ
Resim---“Ve mâ allemnâhu’ş- şi’re ve mâ yenbagî leh (lehu), in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn (mubînun).: Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.”
(YâSîn 36/69)

الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ
Resim---“Elif lâm râ tilke âyâtu’l- kitâbi ve kur’ânin mubîn (mubînin).: Elif, lâm, râ. İşte bunlar, Kitab'ın ve Kur’ân-ı Mübîn’in (açıkça beyan edilmiş Kur’ân’ın) âyetleridir.”
(Hicr 15/1)

“EL-MUBÎN”, ”EZ-ZÂHİR”in mânâsındadır. Yani mekân, şekil ve keyfiyet ile değil, kudret, kuvvet ve galebe ile her şeyden üstün olandır..
Çünkü mekân, şekil ve keyfiyet mahlûkların sıfatlarıdır ve halk eden ALLAH celle celâlihu sıfatı değildir..


هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---"Huve’l- evvelu ve’l- âhiru ve’z- zâhiru ve’l- bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.”
(Hadîd 57/3)



Levh-i mahfuz mubîndir.:

Levh-i mahfuz: KüLLî Şeyin hayatının İnd-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin-İLmuLLahın bir ünvanı.
Kur'ÂN-ı Kerîmde; Hûd 11/6; Neml 27/75; Sebe' 34/3.

وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
Resim---“Ve mâ min gâibetin fîs semâi ve’l- ardı illâ fî kitâbin mubîn (mubînin).: Ve gökte ve yeryüzünde gaib (gizli) ne varsa Kitab-ı Mübîn (Levh-i Mahfuz)’de vardır.”
(Neml 27/75)



ve Kur'ÂN-ı Kerîm mubîndir.:

Nisâ 4/174; Mâide 5/15; A'râF 7/184; Yûsuf 12/1; Hûd 16/6; Şuarâ 26/2; Neml 27/1; Kasas 28/2; Zuhrûf 43/2.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُورًا مُّبِينًا
Resim---“Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn (mubînen).:[/color] Ey insanlar Rabbinizden size 'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size apaçık bir nur (Kur'an) indirdik.”
(Nisâ 4/174)

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ
Resim---“Yâ ehle’l- kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum tuhfûne mine’l- kitâbi ve ya’fû an kesîr (kesîrin) kad câekum minallâhi nûrun ve kitâbun mubîn (mubînun).: Ey kitap ehli! (Kitap sahipleri), Kitap’tan çoğunu gizlemiş olduğunuz ve çoğundan vazgeçtiğiniz şeyleri, size beyan eden bir Resûl’ümüz gelmiştir. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.”
(Mâide 5/15)

الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ
Resim---“Elif lâm râ tilke âyâtu’l- kitâbi ve kur’ânin mubîn (mubînin).: Elif, lâm, râ. İşte bunlar, Kitab'ın ve Kur’ân-ı Mübîn’in (açıkça beyan edilmiş Kur’ân’ın) âyetleridir.”
(Hicr 15/1)

الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ
Resim---“Elif lâm râ tilke âyâtu’l- kitâbi ve kur’ânin mubîn (mubînin).: Elif, lâm, râ. İşte bunlar, Kitab'ın ve Kur’ân-ı Mübîn’in (açıkça beyan edilmiş Kur’ân’ın) âyetleridir.”
(Hicr 15/1)

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ
Resim---“Ve mâ allemnâhu’ş- şi’re ve mâ yenbagî leh (lehu), in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn (mubînun).: Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.”
(YâSîn 36/69)



Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mübîndir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, nezirum mubîndir.:


Şuarâ 26/115; Hicr 15/89; Hacc 22/49; Neml 27/79; Ankebût 29/50; Sâd 38/70; Ahkâf 46/9.

وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ
Resim---“Ve kul innî enen nezîru’l- mubîn(mubînu).: “Ve muhakkak ki; ben apaçık (uyaran, açıklayan, beyan eden) bir nezirim.” de.”
(Hicr 15/89)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Resim---"Kul yâ eyyuhân nâsu innemâ ene lekum nezîrun mubîn(mubînun).: De ki: “Ey insanlar, sizin için ben sadece bir nezirim (uyarıcıyım)!”
(Hacc 22/49)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


106- El HAKku celle celâluhu:

Resim


El HAKku:

Resim


El HAKku: Varlığı mutlaka, fiilen olan. Varlığı ve ulûhiyyeti doğru, gerçek, lâzım ve lâyık olan. Varlığı hiç değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan. Âdil-i Mutlak Vâcib-i Lizâtîhi... Varlığı mutlaka zaruri olan, olmaması imkansız, lâzım ve lâyık olan. Tüm hakikatlerin kaynağı Mutlak HAKk. Bizzât ve sürekli olarak varlığı, gerçekliği ve Ulihiyyeti mutlak ve fiilen geçerli olan ALLAHu Zü’L-CELÂL.


El Hakku : Varlığı mutlaka, fiilen olan. Varlığı ve ulûhiyyeti doğru, gerçek, lâzım ve lâyık olan. Varlığı hiç değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan. Âdil-i Mutlak Vâcib-i Lizâtîhi... Varlığı mutlaka zaruri olan, olmaması imkansız, lâzım ve lâyık olan. Tüm hakikatlerin kaynağı Mutlak HAKk. Bizzât ve sürekli olarak varlığı, gerçekliği ve Ulihiyyeti mutlak ve fiilen geçerli olan ALLAHu Zü’L-CELÂL.
Hakk: Gerçek, sabit, dogru olmak, gerekmek, bir şey'i gerçekleştirmek; bir hususa yakînen müttâli (bilgi sahibi) olmak anlamında masdardır. Hakk: Gerçek, sabit, dogru, varlığı kesin olan şey anlamında isimdir. Hak, daima bâtılın zıttı olup her yerde, her zaman ve her hâlde doğru, gerçek ve değişmez olandır. Hak, herkes ve her şey için hak olandır.
Hakk celle celâlihu isminin; Evvel, Âhir, Bâkî, Vâris ve Hayy celle celâlihu isimleriyle anlam münâsebeti vardır.


Resim---Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : " ALLAHım! Sen Hakksın, vaadin hak, sözün haktır. Sana kavuşmak haktır, cennet hak, cehennem haktır. Nebîler haktır, kıyametin kopması haktır." buyurmuştur.
(Buhârî, Tevhid, 24,25; Müslim,Müsafirin,199)

Resim---Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lebbeyke yâ İlâhü'l- Hakk! : Emret! Ey gerçek İlâh!" buyurmuştur.
(İbni Mâce, Menasik,15; Nesâî, hacc, 54)

İslâmda hakk: Bu âlemde gerçekten mevcûd ve bu mevcûdiyyeti sabit ve devâmlı olan varlık, gerçeğe uygun bilgi, hüküm ve söz demektir. Kînâttaki mevcûdların varlığı hak olunca bunları var eden ALLAHu Zü’L-CELÂL ise Hakkü'l-Hakk olup mutlak Hakk'ın aslı ve kaynağıdır. Mevcûdatın hak oluşu izâfî iken Vâcibü'l- Vücûdun hak oluşu "asl" dır.

Hak: Kökü itibari ile “sürekli, kesintisiz var olan, sabit olan, doğru olan, gerçeğe uygun olan”dır. Ki bu târife mutlak sahib olan KüLLî Şey’i yaratan el HAKk celle celâlihudur. VARlığı ZÂTen Vâcibu’l–VüCÛD ve Sıfat, Esmâ ve Eşyâsıyla Mutlak olarak Kâdim-Dâim-Bâki-EvveL-ÂHir-ZÂhir-Bâtın HAKk celle celâlihu dur.. Halkının Hak Oluşu, ZÂTının Mutlak HaKkanîYyetindendir.

Hak kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'de 247 yerde geçmektedir. En'am 6/62; Yunus 10/30,32; Hacc 22/61,62; Kehf 18/44; Nûr 24/25; Lokman 31/30; Tâhâ 20/114 vd..

Kur'ÂN-ı Kerîm’de, ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in ZÂTına izâfeten 11 âyette EL HAKk celle celâlihu ismi geçer.:

ثُمَّ رُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ أَلاَ لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ الْحَاسِبِينَ
Resim---"Summe ruddû ilâllâhi mevlâhumu’l- hakk (hakkı), e lâ lehu’l- hukmu ve huve esrau’l- hâsibîn (hâsibîne).: Sonra Allah’a döndürülürler. Onların mevlâsı Hakk’tır. Hüküm O'nun değil mi? Ve O, hesab görenlerin en hızlısıdır.”
(En’âm 6/62)

هُنَالِكَ تَبْلُو كُلُّ نَفْسٍ مَّا أَسْلَفَتْ وَرُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ
Resim---"Hunâlike teblû kullu nefsin mâ eslefet ve ruddû ilâllâhi mevlâhumu’l- hakkı ve dalle anhum mâ kânû yefterûn (yefterûne).: Her nefs (bütün nefsler), geçmişte olan şeylerle orada imtihan edilerek Allah’a döndürüldüler. Onların mevlâsı Hakk’tır. İftira etmiş oldukları şeyler onlardan uzaklaştı (saptı).”
(Yûnus 10/30)

فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---"Fe zâlikumullâhu rabbukumu’l- hakk (hakku), fe mâzâ ba'de’l- hakkı illâd dalâl (dalâlu), fe ennâ tusrafûn (tusrafûne).: Öyleyse işte O, Allah’tır. Sizin Rabbiniz Hakk’tır. O halde Hakk’tan sonrası dalâletten başka nedir? Artık nasıl çevriliyorsunuz (Hakk’tan dalâlete döndürülüyorsunuz)?.”
(Yûnus 10/32)

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا
Resim---"Hunâlike’l- velâyetu lillâhi’l- hakkı, huve hayrun sevâben ve hayrun ukbâ (ukben).: İşte burada velâyet (yardım, dostluk) Allah’a ait bir haktır. O (Allah), sevâb (mükâfat) açısından da akıbet (sonuç) açısından da hayırlıdır.”
(Kehf 18/44)

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Resim---"Fe teâlâllâhu’l- meliku’l- hak (hakku), ve lâ ta’cel bi’l- kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ (ılmen).: İşte Hakk ve Melik olan Allah, Yüce’dir. Ve Kur’ân’ın tamamlanması hususunda O’nun vahyi, sana kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de.”
(TâHâ 20/114)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve ennehu yuhyi’l- mevtâ ve ennehu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Muhakkak ki Allah, işte O, Hakk’tır. Ve muhakkak ki O, ölüleri diriltir ve muhakkak ki O, herşeye kaadirdir.”
(Hacc 22/6)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---"Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihî huve’l- bâtılu ve ennallâhe huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: İşte böyle, çünkü O, “Hakk”tır. Ve Muhakkak ki O’ndan (Allah’tan) başka dua ettiğiniz (taptığınız) şeyler, onlar bâtıldır. Muhakkak ki Allah, O, Âli (yüce)’dir, Kebir’dir (büyüktür).”
(Hacc 22/62)

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ
Resim---"Ve levittebea’l- hakku ehvâehum le fesedeti’s- semâvâtu ve’l- ardu ve men fî hinn (hinne), bel eteynâhum bi zikrihim fe hum an zikrihim mu’ridûn (mu’ridûne).: [/color]Ve Hakk, onların hevâlarına tâbî olsaydı semâlar, yeryüzü ve onların içinde olanlar mutlaka fesada uğrardı. Hayır, onlara zikirlerini getirdik. Fakat onlar, zikirlerinden yüz çevirenlerdir.”
(Mu'minûn 23/71)

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ
Resim---"Fe teâlallâhu’l- meliku’l- hakku, lâ ilâhe illâ huve, rabbul arşi’l- kerîm (kerîmi).: İşte Hakk Melik olan Allah, çok yüce’dir. O’ndan başka İlâh yoktur. (O), kerim arş’ın Rabbidir.”
(Mu'minûn 23/116)

يَوْمَئِذٍ يُوَفِّيهِمُ اللَّهُ دِينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُبِينُ
Resim---"Yevme izin yuveffîhimullâhu dînehumu’l- hakka ve ya’lemûne ennallâhe huve’l- hakku’l- mubîn (mubînu).: İzin günü Allah onlara dînlerini (negatif ve pozitif derecelerin karşılığını) hakkıyla ödeyecektir. Ve Allah’ın, Hakk Mübin (hakkı açıklayan, yerine getiren) olduğunu bilecekler.”
(Nûr 24/25)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---"Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihi’l- bâtılu ve ennallâhe huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: İşte bu, Allah’ın hak olması sebebiyledir. Ve O’ndan başka taptıkları şeyler mutlaka batıldır. Muhakkak ki Allah; Âli’dir (yüce), Kebir’dir (büyük).”
(Lokmân 31/30)

Kur'ÂN-ı Kerîmimiz HAKkı Bize BİLdirmiştir.:

1–) ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in, KüLlîŞEyy’i-HaLkını yaratması Haktır.:


وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---"Ve huvellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), ve yevme yekûlu kun fe yekûn (yekûnu), kavluhu’l- hakk (hakku), ve lehu’l- mulku yevme yunfehu fî’s- sûr (sûri), âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeh (şehâdeti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “Ol!” dediği gün (herşey) olur. O’nun sözü haktır, mülk O’nundur. O gün sur’a üfürülür (sur’a üfürüldüğü gün hükümranlık O’nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar olandır.”
(En’âm 6/73)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحقِّ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---"E lem tera ennallâhe halakas semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), in yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin).: Allah’ın, semâları ve yeryüzünü hak ile yarattığını görmüyor musun? Eğer O, dilerse sizi yok eder ve yeni bir halketme (yaratma) ile (yeni bir toplum) getirir.”
(İbrahîm 14/19)

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلاَّ بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ
Resim---"Ve mâ halaknâ’s- semâvâti ve’l- arda ve mâ beynehumâ illâ bi’l- hakk (hakkı), ve inne’s- sâate le âtiyetun fasfehı’s- safha’l- cemîl (cemîle).: Biz semâları ve yeryüzünü ve o ikisinin arasındaki şeyleri, başka bir şey için yaratmadık. Ancak hak ile yarattık. Ve muhakkak ki; o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Artık onlardan güzellikle yüz çevir.”
(Hicr 15/85 )

2–) Kur'ÂN-ı Kerîm KeLÂMuLLAHtır ve Hak’tır.:


Hak olan ALLAHu Zü’L-CELÂL’in kelâmıdır, üslûbudur, taşıdığı mânâ haktır, ihtivâ ettiği hükümler haktır, işâret ettiği mânâ lar ve bilgiler haktır.

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلاَ تُسْأَلُ عَنْ أَصْحَابِ الْجَحِيمِ
Resim---"İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîren, ve lâ tus’elu an ashâbi’l- cahîm (cahîmi).: Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve ashabı cehîmden (cehennemliklerden) sana sorulmaz (sen cehenneme gideceklerden sorumlu tutulmazsın ).”
(Bakara 2/119)

الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
Resim---"El hakku min rabbike fe lâ tekûnenne mine’l- mumterîn (mumterîne).: Gerçek (hak) Rabbinden (gelen)dir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.”
(Bakara 2/147)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِي الْكِتَابِ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ
Resim---"Zâlike bi ennellâhe nezzelel kitâbe bi’l- hakk (hakkı), ve innellezînahtelefû fî’l- kitâbi le fî şikâkin baîd (baîdin).: İşte bu (azab), Allah’ın, Kitab’ı hak ile indirmiş olması sebebiyledir.Ve muhakkak ki Kitab hakkında ihtilâfa düşenler, mutlaka uzak bir ayrılık içindedirler.”
(Bakara 2/176)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ
Resim---"Vellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ve âmenû bi mâ nuzzile alâ MuhaMMedin ve huve’l- hakku min rabbihim keffere anhum seyyiâtihim ve aslehâ bâlehum.: İmân eden ve salih amel (nefsi tezkiye edici ameller) yapanların ve Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm)’e indirdiğimiz Şey’e (Kur’ân-ı Kerim’e) ve O’nun Rab’lerinden bir hak olduğuna inananların günahlarını (Allah) örttü ve onların hallerini ıslâh etti.”
(MuhaMMed 47/2)

3– RABBu’L ÂLEMîN SÖZü Kur'ÂN-ı Kerîm’i Halkına tebliğ eden Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de Haktır.:


كَيْفَ يَهْدِي اللّهُ قَوْمًا كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ وَشَهِدُواْ أَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---"Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enne’r- resûle hakkun ve câehumul beyyinât (beyyinâtu) vallâhu lâ yehdi’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve Peygamberin hak olduğuna şehâdet getirmişlerken (bu) imanlarından sonra dinlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah nasıl hidâyete ulaştırır? Allah zâlimler topluluğunu (kavmini) hidâyete eriştirmez.”
(Âl-i İmrân 3/86)

4–) ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in tüm Buyruğu-Sözleri Haktır.:

قُلْ إِنِّي عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَكَذَّبْتُم بِهِ مَا عِندِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ
Resim---"Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bihî, mâ indî mâ testa’cilûne bihî, ini’l- hukmu illâ lillâh (lillâhi), yakussu’l- hakka ve huve hayru’l- fâsılîn (fâsılîne).: De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hakkı anlatır. Ve O (hakkı bâtıldan), fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.”
(En’âm 6/57)

مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
Resim---"Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfihî, ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vallâhu yekûlu’l- hakka ve huve yehdî’s- sebîl (sebîle).: Allah bir adama göğsünde iki kalp kılmadı (yaratmadı). Zihar yaptığınız (sen bana benim annemin sırtı gibisin diyerek boşamak istediğiniz) zevcelerinizi sizin anneleriniz kılmadı. Ve evlâtlıklarınızı, sizin oğullarınız kılmadı. İşte bunlar sizin ağızlarınızdaki sözlerdir. Ve Allah hakkı söyler. Ve O, (Kendine ulaştıran) yola hidâyet eder.”
(Ahzâb 33/4)

5–) ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in KuLLarına Va’di Haktır.:

هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللّهُ ذَلِكَ إِلاَّ بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Resim---"Huvellezî ceale’ş- şemse dıyâen ve’l- kamere nûren ve kadderehu menâzile li ta'lemû adede’s- sinîne ve’l- hisâb (hisâbe), mâ halakallâhu zâlike illâ bi’l- hakk (hakkı), yufassılu’l- âyâti li kavmin ya'lemûn (ya'lemûne).: Güneş’i bir ziya, Ay’ı (kameri) bir nur kılan, O’dur. Ve senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için ona menziller tayin etti. Allah ne yarattı ise ancak böylece hak ile yarattı. Bilen bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklar.”
(Yûnus 10/5)


Va’d:Söz verme. Söz verilen şey. Bir kimsenin yapacağına veya yapmayacağına dâir söz vermiş olduğu husus. Bir şeyi yapmak veya bir şey için söz vermek va'ddır. Hayır işlenecek iş için masdar "va'd" veya "vaide" dir. İşlenecek şey şer ise; “ev'ide” denir.

6–) ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Kıyamet ve Âhiret Günü Haktır.:

ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا
Resim---"Zâlikel yevmu’l- hakku, fe men şâettehâze ilâ rabbihî meâbâ (meâben).: İşte bu, hak gündür. Şu halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin.”
(Nebe 78/39)

وَلَوْ تَرَى إِذْ وُقِفُواْ عَلَى رَبِّهِمْ قَالَ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُواْ بَلَى وَرَبِّنَا قَالَ فَذُوقُواْ العَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ
Resim---"Ve lev terâ iz vukıfû alâ rabbihim, kâle e leyse hâzâ bi’l- hakk (hakkı), kâlû belâ ve rabbinâ, kâle fe zûkû’l- azâbe bimâ kuntum tekfurun (tekfurûne).: Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:) "Bu, gerçek değil mi?" dedi. Onlar: "Evet, Rabbimiz hakkı için" dediler. (Allah:) "Öyleyse inkâr edegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın" dedi.”
(En’âm 30)

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Vel veznu yevme izini’l- hakk (hakku), fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: İzin günü (hesablaşma günü) tartı (ölçü) haktır (gerçektir). Kimin (sevâb) tartıları ağır gelirse, işte onlar, onlar felâha erenlerdir.”
(A’râf 7/8)

7–) ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in İsLÂM DÎNi Haktır.:

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
Resim---" Huvellezî ersele resûlehu bi’l- hudâ ve dîni’l- hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihe’l- muşrikûn (muşrikûne).: O öyle bir Allah'dır ki, Resulünü hidâyetle ve hak dinle bütün dinlere üstün kılmak için göndermiştir. Müşrikler hoşlanmasalar da.”
(Tevbe 9/33)

قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
Resim---" Kâtilûllezîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil yevmil âhıri ve lâ yuharrimûne mâ harramallâhu ve resûluhu ve lâ yedînûne dînel hakkı minellezîne ûtûl kitâbe hattâ yu’tûl cizyete an yedin ve hum sâgirûn(sâgirûne.: Kendilerine kitab verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü'nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.”
(Tevbe 9/29)

8--) ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Katında OL-ÂN KüLLî ŞEyy Haktır.:

الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُن مِّن الْمُمْتَرِينَ
Resim---"El hakku min rabbike fe lâ tekun mine’l- mumterîn (mumterîne).: Hak, senin Rabbin'dendir. Öyleyse şüphe edenlerden olma!”
(Âl-i İmrân 3/60)
“HaK”kın zıddı “BâtıL” oluş ->KULun NAKLe ULAŞamayan AKLının ->MuhaMMedî İLİm-İrâde-İdrak RÜŞDüne EREmeyişinden dOLAYı, Nefsinin Hevâ-Heves İKİLİği ->Şey-t-ÂN-lığına UYuş İŞtirakıdır.:

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Resim---"Li yuhıkkal hakka ve yubtıle’l- bâtıle ve lev kerihe’l- mucrimûn (mucrimûne).: (Bunlar,) günahkârlar istemese de hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak içindi.”
(Enfâl 8/8)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---"Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihî huve’l- bâtılu ve ennallâhe huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: İşte böyle, çünkü O, “Hakk”tır. Ve Muhakkak ki O’ndan (Allah’tan) başka dua ettiğiniz (taptığınız) şeyler, onlar bâtıldır. Muhakkak ki Allah, O, Âli (yüce)’dir, Kebir’dir (büyüktür).”
(Hacc 22/62)

9-) Allah'ın velâyeti, dostluk ve yardımı için şu şekilde kullanılmıştır:

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا
Resim---"Hunâlike’l- velâyetu lillâhi’l- hakkı, huve hayrun sevâben ve hayrun ukbâ (ukben).: İşte burada velâyet (yardım, dostluk) Allah’a ait bir haktır. O (Allah), sevâb (mükâfat) açısından da akıbet (sonuç) açısından da hayırlıdır.”
(Kehf 18/44)

10-) Allah'ın hâkimiyeti ve otoritesi için şu şekilde kullanılmıştır:

الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ لِلرَّحْمَنِ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكَافِرِينَ عَسِيرًا
Resim---"El mulku yevme izini’l- hakku li’r- rahmân (rahmâni), ve kâne yevmen alâ’l- kâfirîne asîrâ (asîran).: İşte o gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah)ındır. İnkâr edenler için oldukça zorlu bir gündür.”
(Furkân 25/26)

Tasavvufta HaKk, ALLAHu Zü’L-CELÂLdir. Kulluk imtihanı seferinde seyr-ü-sülûkun sır-rı sıfırı dediğimiz; HAKk'ta ->HAKk'tan ->HAKk'a ->HAKk'la ->HaKke'l-yakîn ->BİLiş ->BULuş ->OLuş ->ve YAŞAyıştır.. ve’s- SeLÂMmm!.

4 -Lü SistemimİZde:

Şerîat -> Tarikat -> Mârifet -> Hakikat dörtlüsünün 4X4 Lü anlamına bir BAKaLım:

Resim

Şimdi elimizi vicdanımıza koyup:
"Hak'tan alır, halka veririz.",
"Zâhirimiz halk, bâtınımız Hakk",
"Ene'l-Hakk" gibi sözlerin, yukardaki Kemâlât Haritasındaki koordinatlarını belirleyip, söyleniş yerini ve işin aslını bir iyice düşünelim…

"Kitab kelimesinden ne anlıyorsun?" diye sorduğumuz; kara câhil, ilk okul öğrencisi, orta okul öğrencisi, lise öğrencisi ve üniversite öğrencisinin hatta ara sınıflarındakilerin cevâblarını bir düşünün!.
MuhaMMedî Tasavvufun ana esaslarındandır ki resimlerin haklarıyla Ressam'ın Hakk oluşu asla karıştırılmamalıdır. Ve unutulmamalıdır ki kulluk imtihan sahası yağlanmıştır deli de kayabilir velî de kayabilir, kaymayanlar Rahmeten li'l-âlemîn olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem)'in izine izniyle, sağlam ve samimî basanlardır. Sözü-Sohbeti-Zevki ve Hazzı MuhaMMedî olan Hâlis-Muhlis-Sıddık-ÂdiL ÜMMetidir.

Söz; Sohbetin babası, Zevkin dedesi ve Hazzın büyük atasıdır ve İbrahimîdir. aleyhisselâm.. Sözle baş kesilir ve sözle baş kurtulur. Bir sözle müşrik ve yine bir sözle mü'min olunur…

Hükmün ve hikmetin hak oluşu El Hakk'ın hakkı (Hakkü'l-Hakk) dır. Hakk'a inanmak ve hayrı işlemek ise halkın hakkıdır. Resim iken Ressamlığa kalkışmak ise cidden ahmaklıktır. Muradullah, kulluk kemâlâtı olup ALLAHu Zü’L-CELÂL'in muradı, kulluk imtihanında kullarının sonuçta kemâl bulup dilenen erginliğe ermeleridir. Emrullah ise bu kemâlâtın temin ve ikmâlinde gerekli olan kulluk kurallarıdır. MuhaMMedî Tasavvıf yolu, uçmak ve düşmek için değil insanca yürümek yoludur. İfratsız ve tefritsiz i'tidâl yolu, yani Sırat-ı Müstakîm.. Buz Dağının buzluğunun farkına gelmesi, farkı terke gelip eriyip akıp ark'a gelmesi, başsız ayaksız seyr-ü-sülûk sürünmesiyle çarka gelmesi ve çile ununu öğütüp, işini bitirip derunî deryada garka gelmesi kulun hak olan ilâhî görevi ve her şeyi bunun için halkeden El Hakk Tealâ'nın hesaba çekmessi de O'nun hakkıdır.

Bu âlemde herşey kendi nefsinde, yerinde, zamanında ve hâlinde haktır. Hududullah'ı bilmek, anlamak ve uymakta haktır. Ham aklın: "OLsun!. OLmasın!." oyunlarıyla akl-ı selimin "OLAN"ı Hükm-ü Hakk biliş inanç ilmi ve yaşayış edebi arasındaki ilgiyi kurabiliyor musunuz? Merkezden (vahdetten) muhite (kesrete) bakış haktır. Muhitten merkeze bakış da haktır. Rabbü'l-âlemîn'in ve de abdin hak ve hududlarını çiğnemeden.. Vahdet “1” in, kesret “1”in resimlerinin zevk-i zühûrat anlayışıdır.. İKİ-Lik.. İKİ ŞEY-Lik olan "ŞEY-t-ÂN"-Lık ise “VAHDET”i bilemeyiş ve anlayamayışın yaşayış şeklidir… Vahdet; Hakkü'l- Hakk olan "BİR" in "ASL"ını anlayıştır. Kesret ise "BİR"in her zerredeki geçici, iğreti ve izâfî VAHDET yansımalarını.. Her rakamdaki resmî 1 mührünü görerek yaşayıştır…

"ALLAHu Zü’L-CELÂL'i görür gibi namaz kılmayı" emreden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Nasıl?" diye soran sahabilerine -kendisinin sahib çıktığı ve de kendisine sahib çıkanlara-: "Benim gibi kılınız!" buyurması halk için, hakk'a ulaşım yolu ve kuralıdır.
EL HAKk oluş ise, ALLAHu Zü’L-CELÂL'in ZÂTına mahsus mutlak var oluştur.
"Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmamak" için;

Sefâleten-Ham akıllı nefis,
Kefâleten-Akl-ı selim sahibi nefis,
Vekâleten-Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve,
Asaleten-ALLAHu Zü’L-CELÂL’in
HaKk oluşlarını; iyice bilmeli, anlamalı ve de yaşamalıyız ki, KULLuk imtihÂNımız da budur zâten.

Sözün özü;
EL HAKk celle celâlihu'nun hakkı ->Rübûbiyyet,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hakkı ->RûsûLiyyet,
HAKk’ın KULu-Halkın-Abdullah’ın halkın hakkı ise Ubûdiyyettir..
EL HaKku’l- Hâkim olduğu âlemde, Ressamın da, resimlerin de hakkı olacaktır.
Hakkı DUYmak, UYmak ve UYgulamak ise MuhaMMedî KULLuk KemÂLÂtıdır..


El Hakk: Varlığı zâtî, sabit ve şüphesiz olan ALLAHu Zü’L-CELÂL.
Hakk: (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidârı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din. İslâmiyyet. * Kur'an. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat.
Hakka: (Hakkan) Doğru olarak hasıma hak üzere galib gelmek. İşin hakikatını anlamak. İş Lâzım ve sâbit ve doğru olmak.
Hakku’l- Yakîn: (Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi.
Hakkaka: Gerçekleştirmek.
Tahkîken: Tasdikli, sağlam olarak.
Tehâkkaka: İşin hakikatını bilmek.
İstehâkka: Bir şeyi haketmek.
Hak: Hak, adalet, islâm, mal, mülk, vâcib, sadık, lâyık, yaraşır.
Hakîkat: Hakikat, şüphesiz gerçek olan şey. Asıl manasında kullanılan mecâzın zıttı. Bir şeyin künhü.


Resim

EL HAKku celle celâluhu ZEVKİmİZ:

Şunu iyice anla ki, bu esmâların gerçek mâhiyeti ALLAHu Zü’L-CELÂL'de olup ZâtuLLah-daki El HaKku celle celâluhu ile bizim söylediğimiz "Hakk" bilirsin ki, hâşâ aynı değildir. Ancak, biz de bizce “El HAKku celle celâluhu!.” demekle emr olunduk. Aslında ZâtuLLah'da sonsuz miktarda volt olan bir elektrik akımı düşün!.
Binlerce volt olarak ana trafo olan MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem'e gelen akım; MuhaMMedî ümmetlerine nâsib (Hakk'ın takdiri) ve kısmetince (kendi gayreti şartıyla) ifratsız-tefritsiz olarak regüle edilerek i’tidâl üzere Lâzım ve Lâyıkınca 220 volt olarak kullanılacak şekilde geliyor.
NûruLLah ->Nûr-u MuhaMMed ve ->bize ulaşan NimetuLLah olan Ruhî Nûr!.
Her esmâyı da AYNı şekilde düşün!. Kur'ân-ı Kerîm'i ANLAyarak OKU GÖR!.-eceksin Kul İhvÂNi KıtMÎRimm!.

El HAKku celle celâluhu mânâsı ve sırrı anlatılan yolla enfüse (içe, öze) güneş gibi doğunca; varlığı ve Ulûhiyyeti Mutlak Hakk olan hiç değişmeyen, her hakikatin kaynağı olan ve ibâdete Lâyık Rabbü'lâlemîn'i HAKk (hazır ve nâzır) BİLince; bâtıla, nefsî hevâ-hevese ve Mâsivâ-Mahlûkata karşı ganî, EL HAKku celle celâluhu'ya karşı ise sonsuz muhtaç olduğunu mutmaîn olarak Hakkâniyyete râzı YAŞAr!. inşâe ALLAHu TeÂLâ!.

HAKk'ta ->HAKk'tan ->HAKk'a ->HAKk'la Seyr-ü Sefer eder ÖMRünü!.
Hakku'l-HAKk olan tevhidi her yerde, her zaman, her hâlde, her nefeste, herşey ve herkesçe-halkçaki, hakça zikr eder gezer!. inşâe ALLAHu TeÂLâ!.

Ve BİLip İNÂNır ki, Kul lâyıksa, Hakku'l-HAKk olan tevhidin sırrına mazhar EhLuLLah olup;
HAKk'ta ->HAKk'tan, ->HAKk'a ->HAKk'la;
Devrân ->Seyrân ->Cevlân ->Hayrân eder ve eYyLer..
HAKk ÂŞIKLAR'dan olur inşâe ALLAHu TeÂLâ!. V’El hamdülillahi Rabbi’l- âlemînn!.

EYy Azîz Kardeşlerim,
HaKkı HaK BİLip-BİLdirip, Emri bi’l- Mârufla HAYra Koşmak ve Koşturmak,
Bâtılı Bâtıl BiLip- BİLdirip, Nehy-i Ani’l- Münkerle Şerri terk edip de ettirmek,
Şu ÂNda YAŞamakta olan tüm MuhaMMedî Hasbî Habîbî Hizmetçilerin farz-ı AYN olan görevleridir..
Şu asırda yaşamakta ve akıl almaz kargaşa içinde çırpınan zavallı ÜMMet-i MuhaMMed aleyhisselâma BİZ BİR-İZ Basîretini Kur'ÂN-ı Kerîmce ANLAtmalıyız İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..


أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَّابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاء حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِّثْلُهُ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاء وَأَمَّا مَا يَنفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الأَرْضِ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ
Resim---" Enzele mine’s- semâi mâen fe sâlet evdiyetun bi kaderihâ fahtemeles seylu zebeden râbiyâ (râbiyen), ve mimmâ yûkıdûne aleyhi fîn nâribtigâe hılyetin ev metâın zebedun misluhu, kezâlike yadribullâhul hakka ve’l- bâtıl (bâtıle), fe emmâz zebedu fe yezhebu cufâen, ve emmâ mâ yenfaun nâse fe yemkusu fî’l- ard (ardı), kezâlike yadrıbullâhu’l- emsâl (emsâle).: Semâdan su indirdi. Böylece vâdiler takdir edildiği kadar sel oldu aktı. Ve sel, üste çıkan köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya meta’ (eşya) yapmak isteyerek ateşte yakılan (eriyen) şeylerden (madenlerden) de, üzerlerinde onun gibi köpük oluşur. Allah, işte böylece hak ve bâtıla misâl verir. Sonra köpük çözülüp, dağılarak gider. Fakat insanlara faydası olan şeyler, böylece yeryüzünde kalır. Allah, işte böyle misâller verir.”
(Ra’d 13/17)

Tâa, İlk başta Elest Bezminde verdiğimiz “BELÂ-Bilâkis-Evet!. SEN RABBımız TeÂLÂ-mızsın!.” SÖZümüz, “Yaratıldığımız bir DAMLacık ve Ebedî SU-yumuz”.. ve Şu, ilk SÖZümüzü isbat için geldiğimiz ve yerleşip, kavga-dövüşlere daldığımız Şehâdet ÂLeminde ki, yaşadığımız OLAYlarımız ise sanki bir köpük gibi kalakaldı geride!.
Hep söylerim ki, “fetene” kökü fitnedir.. tıpkı bu hayat gibi.. kuma karışmış Altın tozunu ayırmak için Fitne Tavasına doldurup içindeyaşamakta olduğumuz Cehennem-Deneme ATEŞİne oturtursunuz ki, saff olan altın tezce, İbrahîm aleyhisselâm Atamız gibi ayrılıp çıkar ve CeheNNemi ->“berden SELÂM” olur.. geride kum ve köpüğü kalır..

Akl-ı SiLm MuhaMMedî ÂRifLer, basit tÂrifimizden ANLamıştır ki,
Saf Altın ->HaKk-İkrâr-TEVhiduLLAHtır.. Ebedî BİZ BİR-İZ EL HAYy ALLAH celle celâlihu Hayatında-Deryâsında gark olmuş DAMLaLardır!. Rahmetenli’l Âlemin BULutlarından DÖKüLan RAHmet GÖZ Yaşları gibi MuhaMMedî Hizmet EHLidirler LivechiLLAH-Sırf ALLAH celle celâlihu İÇin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ.. Haa.. BUZ-Lukları -> SU-Lukları ->BuHaR-Lıkları ise “BULUtuLLAH”Olma TECELlî CİLvesidir EL VedûD RABBımız TEÂLÂMızın.. El hamdu LiLLâhi RaBBi’l- ÂLeMînn!.
Geride kalan pis-pası-köpüğü de ->Bâtıl-İnkâr-Hizbu’ş- Şey-t-ÂN-Lığında mahv olmuş “benliklerine köle ÖLÜLerdir..
ALLAHu Zü’L-CELÂL'imİZ Bizleri Korusun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..


İçinde bulunduğumuz şU cÂNLar cENgi CihÂN cehennemi DERyÂsında İBRAHÎM aleyhisselâm MİLLeti OLarak SEBBehâ YÜZÜşü ve BERDen SeLÂMen Es SELÂM SeLÂmetine ÇIKış FeLÂHı FETHidir AŞKk!.


Kur'ân-ı Kerimimizde bir âyet-i celîle vardır “hepiniz cehenneme uğrayacaksınız” diye.. Peygamberler aleyhumu's-selâmlar da dahil HEPimİZ ceheNNeme uğrayacağız ki ->zâten şu ANda içindeyiz ki!..

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---''Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ : Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (cehenneme) uğrıyacakdır. Bu, Rabbinin üzerine kat'i olarak aldığı, kazaa etdiği (bir şey) dir.”
(Meryem 19/71)

->“SıRR-ı SıFıR SICağı”nda ->İBRAHîMî-Ler ->SaBîRun!.:

HAKk’ı tercihle İbrahîm aleyhisselâm için, cehennem “berden selâmen” olmuştur..
Berden seLÂM” et:


قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm (ibrahîme): Ey ateş! İbrâhim için serinlik ve esenlik ol! dedik.”
(Enbiyâ 21/69)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


107- El Mucîbu celle celâluhu:

Resim


El MuCîBu:

Resim


El Mucîbu: İcab eden, lâzım gelen; icâbını, gereğini ve uygununu yapan. Dileklere-DUÂlara icâbet eden, karşılık veren. Kullarının duâlarına icâbet eden, kabul eden ve lâzım ve lâyıkını yerine lûtfen getiren ALLAHu zü’l- CELÂL..

ALLAHuzÜ'L-CELÂL’in El Mücîbü celle celâlihu esmâsının mutlak mazharı, MevcÛDâtın Varlık sebebe, lâzımı,lâyıkı, gereği ve icâbı olan ve, ÜMMetinin RABB’ımizâ DÖNüşte Raziyyeten-Merziyyeten Rızâ Rehberimiz ve Hayatta; her yerde her ÂN her HÂL ve her Nefeste A ALLAHuzÜ'L-CELÂL SALL-ULAŞım SON-Uçumuz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Resim---“Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).: Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevâb veririm-icâbet ederim. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevâb versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.”
(Bakara 2/186)

Yere düşmek, kesmek, yırtmak, delmek, oymak anlamındaki "c-v-b" kökünden türeyen ve ecâbe fiilinin ismi fâili olan mücîb, soruya cevâb veren, ihtiyacı ve isteği gideren ve karşılayan demektir.

ALLAHu zü’l- CeLÂL'in sıfatı olarak mücîb;
Kullarının duâlarını, dileklerini, isteklerini kabul eden, ihtiyaçlarını karşılayan, darda ve sıkıntıda kalanların sıkıntılarını gideren, kulluk çabasını boşa çıkarmayan ve mahçub etmeyen demektir.


İcâb: Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ecebe: Soruya ve isteğe cevâb vermek ve karşılamak.
İstecâbe: Cevâb vermek.
Cevâb: Karşılık. Cevâb.
Mucib: İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden. * İstenileni kabul eden, duâya cevab veren ALLAH celle celâlihu..
Ecebe: Soruya ve isteğe cevâb vermek ve karşılamak.
İstecâbe: Cevâb vermek.
Cevâb: Karşılık. Cevâb.
MucîB: (Cevâb. dan) İcâbet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suali cevâplandıran.
MuciB: (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebeb olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.
İcâb: Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak. * Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu mâlimı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstilâhta buna "icâb ve kabul" denir.
İcâbî: Müsbet. İcâba âit, icâba dair. * Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.
İcâbet: Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
İcâbetgâh: f. Kabul etme yeri.


Kul ->EMRuLLaha İcâbet eder.
El MuCîBu celle celâluhu ->Kullarının afakî/dış ya da enfusî/iç duâsına İcâbet eder.. çünkü O, ÖZünden de ÖZde AKRABAdır:


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

Mücîb sıfatı Kur'ÂN-ı Kerîmde, ALLAH celle celâlihu’ya izâfeten tekil ve çoğul şekliyle birer âyette geçmiştir:

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
Resim---“Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, huve enşeekum minel ardı vesta'marakum fîhâ festagfirûhu summe tûbû ileyhi, inne rabbî karîbun mucîb: Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibâdet edin, sizin O'ndan başka İlâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duâları) kabul edendir."
(Hûd 11/61)

وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
Resim---“Ve lekad nâdânâ nûhun fe le ni’mel mucîbûn: Andolsun, Nuh bize (duâ edip) seslenmişti de, ne güzel icâbet etmiştik.”
(Sâffât 37/75)

Mücîbûn, azamet çoğuludur. Mücîb sıfatı, ALLAHu zü’l- CeLÂL'in, kullarının duâlarına, isteklerine, tevbe edenlere, sıkıntıdan kurtulmak isteyenlere cevâb veren, dilekleri ve tevbeleri kabul eden, sıkıntıları gideren olduğunu ifâde eder.

Bu husus, Kur'ÂN-ı Kerîm'de "ecâbe - yücîbü" fiiliyle de beyân edilmiştir:

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Resim---“Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb (karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fe’l- yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn: Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevâb veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevâb versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.”
(Bakara 2/186)

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
Resim---“Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn: Rabbiniz dedi ki: "Bana duâ edin, size icâbet edeyim. Doğrusu Bana ibâdet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir."
(Mü’min 40/60)

BİLiyoruz ki;
DAVA ALLAHu zü’l- CeLÂL'in
Dâvet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin,
DUÂ ise BİZ Kullarının idi;


قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
Resim---“Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ: De ki: "Sizin duânız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır."
(Furkân 25/77)

Duâ, KULun; KuLLuk özelliği olan Muhatç-Mecbur-Me’mur-Mahkumluğunun fâni oluş acziyetini; İlmen, İradeyle idrak edip Mutlak Bâki olan el Hakîmu’l- Mucîb olan ALLAHu zü’l- CeLÂL'e teslimiyyetini arz ediştir.
Duâ, kulunun Yaratan Rabbu’l- âlemine sığınması,yardımını dilemesi, lütuf ve ihsanını işteyrek tekbirle muhabbetini sunarak azablarını savup rahmetini çekiş erdemidir

ALLAH celle celâlihu Kur'ÂN-ı Kerîminde Du Ediş edebini buyurmuştur.:


ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
Resim---"Ud'û rabbekum tedarruan ve hufyeh (hufyeten), innehu lâ yuhıbbu’l- mu'tedîn (mu'tedîne).: Rabbinize yalvararak ve gizlice duâ edin. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez.”
(A’r’af 7/55)

وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ
Resim---"Ve lâ tufsidû fî’l- ardı ba'de ıslâhıhâ ved'ûhu havfen ve tamaâ (tamaan) inne rahmetallâhi karîbun mine’l- muhsinîn (muhsinîne).: Islâh olduktan sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın. Allah’a korkarak ve umutla yalvarın. Şüphesiz ki Allah’ın rahmeti muhsinlere yakındır.”
(A’r’af 7/56)

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Resim---" Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb (karîbun) ucîbu da’vete’d- dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn (yerşudûne).: Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.”
(Bakara 2/186)

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
Resim---"Em men yucîbu’l- mudtarra izâ deâhu ve yekşifu’s- sûe ve yec’alukum hulefâe’l- ard (ardı), e ilâhun meallâh (meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn (tezekkerûne).: Yoksa darda kalan kişi, ona duâ ettiği zaman icâbet eden, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünde halifeler kılan mı? Allah ile beraber bir (başka) ilâh mı? Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz?”
(Neml 27/62)

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
Resim---"Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn (dâhırîne).: Ve Rabbimiz, şöyle buyurdu: "Bana duâ ediniz ki size icâbet edeyim. Bana kul olmaktan kibirlenenler, muhakkak ki hakir ve zelil olarak cehenneme girecekler."
(Mü’min 40/60)

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
Resim---"Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ (sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, huve enşeekum mine’l- ardı vesta'marakum fîhâ festagfirûhu summe tûbû ileyhi, inne rabbî karîbun mucîb (mucîbun).: Ve Semud kavmine, onların kardeşi Salih (a.s) şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kul olun. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Sizi arzdan yaratan ve orada, size imar ettiren O’dur. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin. Sonra O’na tövbe edin (Allah’a yönelin). Benim Rabbim muhakkak ki yakındır, (duâlara) icâbet edendir.”
(Hûd 11/61)

ALLAHu zü’l- CeLÂL'i DUYuş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem’e UYuşun karşılığı-ölçüsü-ECRi yücedir:

اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ
Resim---“Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdu’l- erhâmu ve mâ tezdâd (tezdâdu), ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr: Allah, her dişinin neyi yüklendiğini (neye hâmile kaldığını) ve döl yataklarının neyi eksiltip neyi eklediğini bilir. O'nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.”
(Ra’d 13/8)

Zâten başka da bir çıkış kapısı yoktur biz kulları için:

إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---“İnnellezîne ted’ûne min dûnillâhi ıbâdun emsâlukum fed’ûhum felyestecibû lekum in kuntum sâdıkîn: Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icâbet etsinler.”
(A’râf 7/194)

ALLAHu zü’l- CeLÂL'in icâbet vasfı, Kur'ÂN-ı Kerîm'de "istecâbe - yestecîbü" fiiliyle de ifâde edilmiştir:
إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُم بِأَلْفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُرْدِفِينَ
Resim---“İz testegîsûne rabbekum festecâbe lekum ennî mumiddukum bi elfin minel melâiketi murdifîn: O vakıt siz, rabbınızdan istimdad ediyordunuz da size ben işte ardı ârdına bin Melâike ile ımdad ediyorum diye icâbet buyurmuştu”
(Enfâl 8/9)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve li’r- resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beyne’l- mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).: Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icâbet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.”
(Enfâl 8/24)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِن ضُرٍّ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَذِكْرَى لِلْعَابِدِينَ
Resim---“Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ li’l- âbidîn: Böylece onun duâsına icâbet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibâdet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.”
(Enbiyâ 21/84)

فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَأُخْرِجُواْ مِن دِيَارِهِمْ وَأُوذُواْ فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُواْ وَقُتِلُواْ لأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ ثَوَابًا مِّن عِندِ اللّهِ وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
Resim---"Festecâbe lehum rabbuhum ennî lâ udîu amele âmilin minkum min zekerin ev unsâ, ba’dukum min ba’d (ba’dın), fellezîne hâcerû ve uhricû min diyârihim ve uzû fî sebîlî ve kâtelû ve kutilû le ukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le udhılennehum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâr (enhâru), sevâben min indillâh (indillâhi) vallâhu indehû husnus sevâb (sevâbi).: O zaman Rab'leri, onların dualarına icâbet etti. (Şöyle buyurdu): Sizden erkek veya kadın amel edenin amelini, Ben kesinlikle zayi etmem. Siz birbirinizdensiniz. Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Ben'im yolumda işkenceye uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin seyyiatlarını mutlaka örteceğim. Ve onları mutlaka, altlarından nehirler akan cennetlere sokacağım, Allah'ın katından bir mükâfat olarak. Ve Allah, O'nun katında mükâfatların en güzelidir.”
(Âl-i İmrân 3/195)

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
Resim---“Emmen yucîbu’l- mudtarra izâ deâhu ve yekşifu’s- sûe ve yec’alukum hulefâe’l- ard (ardı), e ilâhun meallâh (meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn: Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine duâ ettiği zaman icâbet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlâh mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz.”
(Neml 27/62)

El-Mucîbu celle celâluhu ism-i şerifine bütün canlılar, bilhassa insanlar muhtaçtır ve mecburdur. Her nefeste bize icâbet etmektedir. Sünnetullah, Âdetullah, Murad-ı İlâhî icâbı kul maddî manevî sebeblere sarılıp diler de ALLAHu zü’l- CeLÂL bize lutfuyla icâb et eder tecellî buyurur.


Resim---Aişe radiyallahu anha Annemiz şöyle dedi:“Ben: “Yâ Rasulallah!. Kadir gecesini bilirsem, o gece ne söyleyeyim?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
اللَّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي

“Ey Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin beni affet de!” buyurdu.”

(Tirmizî 3742)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığı vakit dünya semâsına iner ve şöyle buyurur: “Duâ eden yok mu icâbet edeyim? İsteyen yok mu vereyim? Bağışlanma dileyen yok mu bağışlayayım.” buyurdu
(Buharî 1096, Müslim 758/168)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ezân ile kâmet arasındaki duâ reddedilmez, duâ ediniz!” buyurdu.
(Tirmizî, 3595)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hangi duânın icâbete mazhar olduğu soruldu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
“Gecenin yarısından sonraki ve farz namazlardan sonra yapılan duâdır.”

(Tirmizî, 3728)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kulun Rabbine en yakın olduğu yer secde mahallidir. Bu sebeple siz secdede duâyı çoğaltın.” buyurdu.

(Ebû Davûd 875)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Şu üç duâya icâbet edilir:
1-) Mazlumun duâsı,
2-) Yolcunun duâsı ve
3-) Babanın oğluna yaptığı duâ.”
buyurdu.

(Tirmizî, 3671; Ebû Davûd 1536)

Duâsı makbul olan kimseleri Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem BİLdirmiş buyurmuştur.:
1- Yurduna dönünceye kadar hacının duâsı
2- Mücahidin duâsı
3- İyileşinceye kadar hastanın duâsı
4- Müslüman kardeşine gıyabında, yokluğunda duâ eden kimse
5- Adil imamın duâsı
6- Mazlumun duâsı
7- Evladın annebabaya duâsı
8- Sıkıntıya uğrayan mü‟minin duâsı
9- Babanın evladına duâsı
10- İyilik yapılanın iyilik yapana duâsı
11- İftar edinceye kadar oruçlunun duâsı
12- Dönünceye kadar yolcunun duâsı
13- Allah‟ı çokça zikredenin duâsı
14- İyiliği emreden, kötülükten sakındıran kimsenin duâsı
15- Helal yiyip içen ve helal giyinenin duâsı..

(Kenzu‟l-Ummal, Kitabu’d-Daavât 3304 ve 3326 numaralar arasındaki hadislerden düzenlenmiştir.)

Duâların daha makbul olduğu yerler ve duâ zamanları:

1- Farz namazdan sonra.
2- Kur'ÂN-ı Kerîmi hatmettikten sonra
3- Secdelerde
4- Sabah namazından sonra
5- Namaza dururken
6- Cihadda saf dururken
7- Kur'ÂN-ı Kerîmi okurken
8- İki ordu karşılaşınca
9- Yağmur yağarken
10- Ezan okunurken
11- Kâbe’yi görünce
12- Kimsenin görmediği yerde-dağ başında namaz kılarken
13- Allah yolunda tek başına sebat ederken
14- Gece namazında
15- Ezânla kâmet arasında
16- Kalbin yumuşadığı anda
17- Gecenin yarısında (ilk veya son üçte ikisinde)
18- Geceleyin herkes uyuyunca
19- Safa ve Merve tepelerinde
20- Arafat’ta vakfede
21- Müzdelife’de
22- Hacda şeytan taşlarken
23- Cenâze namazında
24- Bir topluluğun duâ ettiği, diğerlerinin de “âmin” dediği anda
25- Kalbde duâ etme hissi uyandığında-İÇ duyum anında
26- Akşamla yatsı arasında
27- Oruçlunun iftarı anındaki duaları..

(Kenzu’l- Ummal, Kitabu’d- Daavât 3327 ve 3359 numaralar arasındaki hadislerden düzenlenmiştir.)

“Dert ve belâlar gelince, Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, O'na yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat ve selâmet isteyenleri sever. O mücîbdir.”
(İmâm-ı Rabbânî kaddesallahu sırrahu)




Dahilek Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!.
SANA Sığınırım SANA GÜVENirim Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!.



Resim

Latîf EKreM KuL ihvÂNi
ASL-ı NESL-i NECîBin BİL!.
Bu ÂLEMde hER ŞEYy fÂNi
HaLKa dEğiL >HAKk’a EĞiL!..


ZEVK 7505

ŞU ÂN ŞE’ÂN TECELLîsi ->SIRr SANÂt!. Yâ ResûLuLLaH sallallahu aleyhi vesellem
NÛRuyun >hER ÂN ZuHÛRu ->KÂiNât!. Yâ ResûLuLLaH sallallahu aleyhi vesellem

KûN feyeKÛN KÂRBÂNında
CÂNÂNı CEMM’dir CÂNında

KuL İHvÂNin “KıTMÎRin”-dir.. ->ŞEFâat!. Yâ ResûLuLLaH sallallahu aleyhi vesellem!.


09.03.16 15:15
brsbrsmm..tktktrstkkmdylnzlkk…

KÂRBÂN: f.. Kervan.



Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem EFENDimİZden bir DEMet ŞEFÂAt DUÂ GÜLü Sunalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her peygamberin müstecâb (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nâil olacaktır." buyurdu.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; Buharî, Müslim, Muvatta, Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şu üç dua muhakkak kabul edilir:
1-) İftara kadar oruçlunun duası,
2-) Haksızlığa uğrayanın duası,
3-) Adaletten ayrılmayan devlet büyüğünün duası.
Bu duaların her üçünü de ALLAHu TeâLâ kabul etmek üzere bulutlar üstünde göğe yükseltir. Ve onlara semanın kapılarını açarak şöyle buyurur: “Ululuğun büyüklüğün hakkı için müddet sonda olsa bile sana yardım ederek ve seni kabul edeceğiz.”
buyurdu.

(Suyutî, Câmiu’s-Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şu üç dua muhakkak kabul edilir:
1-) Babanın evladına duası,
2-) Misafirin duası,
3-) Haksızlığa uğrayanın duası."
buyurdu.

(Suyutî, Câmiu’s-Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şu beş dua muhakkak kabul olunur:
1-) Öcünü alıncaya kadar haksızlığa uğrayanın duası,
2-) Evine dönünceye kadar hacının duası,
3-) Savaştan dönünceye kadar gâzinin duası,
4-) İyileşinceye kadar hastanın duası,
5-) Mü’min kardeşinin ardından dua eden mü’minin duası.”
buyurdu.

(Suyutî, Câmiu’s- Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yunus Peygamber balığın karnındayken şu duayı okuyordu: ''Lâ ilâhe illâ ente sūbhâneke innî kūntū mine’z zâlimiyn: SENden başka EL İLÂH yoktur. SENi bütün noksanlıklardan uzak tutarım. Ben, öz nefsime yazık eden zâlimlerden oldum.” Bu duayı okuyarak her hangi bir dilekte bulunan mü’minin dileğini yüce Allah muhakkak yerine getirir.” buyurdu.
(Suyutî, Câmiu’s- Sağir)

Resim---Hz. Enes (radiyallahu anhu’dan) anlatıyor: "Resulullah (asm) buyurdular ki:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"Ezânla kâmet arasında yapılan dua reddedilmez” buyurunca sahabe: "Yâ Resûlullah öyleyse, nasıl dua edelim?" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"ALLAH'tan; dünya ve âhiret için afiyet isteyin!" buyurdu.

(Enes radiyallahu anhu’dan; Ebu Davud, Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Müslüman kişi için üç vakit vardır, onlarda dua ederse, sıla-yı rahmi kıran ve günah olan bir şey taleb etmedikçe, kendisine mutlaka icâbet edilir:
1-) Namaz için müezzin ezân okurken susuncaya kadar,
2-) Savaşta iki saf karşılaşınca ALLAH celle celâlihu aralarında hükmedinceye kadar,
3-) Yağmur yağarken kesilinceye kadar."
buyurdu.

(Kütüb-i Sitte)

Resim---Hz. Büreyde radiyallahu anhu anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir adamın şöyle söylediğini işitti: "Allah'ım, şehadet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden taleb ediyorum; Sen, kendisinden başka ilâh olmayan ALLAH'sın, BİRsin, SAMEDsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur."
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun, bu kimse, ALLAH'tan İsm-i Azamı adına talebde bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Azamla dua ederse ALLAH ona icâbet eder, kim onunla talebde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir." buyurdu.

(Tirmizî, Ebu Davud)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her kim geceleyin herhangi bir sebeple uyanır da şu duayı yaparsa duası mutlaka kabul edilir: “ALLAH’tan başka gerçek El ilâh yoktur. Ancak tek El İlâh olan ALLAH vardır. O’nun ortağı da yoktur. Her şey O’nundur ve O’nun her şeye gücü yeter. O ALLAH’ı her türlü noksanlıktan tenzih edip büyük kabul ederim. Her türlü eksiksiz övgüler O’na aittir. O’ndan başka hiçbir gerçek El İlah yoktur. Ancak O vardır. O ALLAH en büyüktür. Her türlü güç ve kuvvet onundur” der ve sonra: “Rabbim beni bağışla!.” der veyâ dilediği duayı yaparsa duası kabul olunur. Sonra biraz daha gayret edip abdest alır ve namaz kılarsa namazı da mutlaka kabul edilir.” buyurdu.

(Ubade Bin Samit radiyallahu anhu’dan; Buharî, Ebu Davud)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Gecenin son üçte biri kalınca Rabbimiz dünya semâsına iner ve şöyle buyurur: Bana dua eden var mı duasını kabul edeyim. Benden isteyen var mı? Kendisini bağışlayayım.” buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Buharî, Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’a kabul edileceğini gerçekten bilerek dua ediniz. Biliniz ki ALLAH, umursamazlık ve oyun eğlence türünden yapılan duaları kabul etmez.” buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Tirmizî)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


108- El Muheyminu celle celâluhu:

Resim


El Muheyminu:
Resim

El Muheyminu: Korku ve hüzünden emânda kılıp dikkatle koruyan ve gözeten. Meymenetli (bereketli), saâdetli, mutluluk verici, uğur verici. Hükmü altına alıp kontrol eden ve gayrinin korkusundan koruyan, kullarının mutlak güven kaynağı olan ALLAHu zü’l- CELÂL .


Er Rakîb celle celâlihu ismi, (rekabet. den) dâima görüp kontrol eden, gözeten ALLAHu zü’l- CELÂL.
El Müheyminü celle celâlihu ismi, daha çok emniyet sağlayıp himâye etmesi bakımından daimâ görüp gözetici-denetleyici ilim sıfâtı olmasıyla etkendir.
Bu çok yüksek Sezgi gücü oluşturup, olgunlaştırmasıyla MuhaMmedî Hakk Âşıkların duâsından olan: "Aman Yâ RABBi!." "Heyaman!."la ilgili esmâ denilmiştir..

El Rakîb celle celâlihu isminde, muaheze-azarlama, tenkid ve paylamalar esastır.
Müheymin İsmi, “h-y-m” kökünden gelir. Şâhid olan anlamındadır. Gözetleyen, koruyan, denetleyen, uyaran, kontrol eden anlamlarındadır.


Müheymin: Mü'min. Hazır. Sâdık. Hâfız. Hıfz edici. Koruyucu.
Heymene alâ kezâ : Hükmü altına ve kontrolüne geçirip gözeticisi ve koruyucusu olmak.


Müheymin ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde iki âyette zikredilmektedir:

Müheymin ismi, şâhid ve tasdik eden anlamında Kur'ÂN-ı Kerîm’in bir özelliği olarak zikredilmektedir:

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَآ آتَاكُم فَاسْتَبِقُوا الخَيْرَاتِ إِلَى الله مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Resim---"Ve enzelnâ ileyke’l- kitâbe bi’l- hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi mine’l- kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke mine’l- hakk (hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ (minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikû’l- hayrât (hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.”
(Mâide 5/48)

Müheymin ismi; ALLAHu zü’l- CELÂL’in sıfatı olarak zikredilmektedir:

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).”
(Haşr 59/23)

ALLAHu zü’l- CELÂL, MuhaMmedî Müslim-Mü’minlerin hak iman ve hayr amellerini gören ve karşılığını verendir.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ أَنفُسَهُمْ بَلِ اللّهُ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً
Resim---"E lem tera ilâllezîne yuzekkûne enfusehum. Belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ (fetîlen).: Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, 'bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar.”
(Nisâ 4/49)

وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيرًا
Resim---"Ve men ya’me’l- mine’s- sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûne’l- cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ (nakîran).: Ve erkeklerden veya kadınlardan mü’min olarak, kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa o taktirde, işte onlar, cennete girerler ve onlara hurma çekirdeğinin lifi kadar (zerre kadar) bile zulmedilmez.”
(Nisâ 4/124)

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
Resim---"İllâllezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnun (memnûnin).: iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir ecir vardır.”

(Tîn 95/6)

فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
Resim---"Fe men ya’me’l- miskâle zerratin hayran yerahu.: Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.”
(Zilzâl 99/7)

Biz MuhaMMedî Mü’minlere düşen vazife, El Müheyminü celle celâlihu’nun; her hak-hayr fiilimizde hoşnutluğuyla, ve her bâtıl-şer fiilimizde gazabıyla gözetici olduğu MuhaMMedî Şûuru içinde yaşamaktır inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

El Müheyminü celle celâlihu isminin, Er Rakîb celle celâlihu, El Latîf celle celâlihu, El Habîr celle celâlihu isimleriyle anlam tamlaması vardır..


إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ
Resim---"İnne rabbeke le bi’l- mirsâd (mirsâdi).: Muhakkak ki senin Rabbin elbette gözleyendir.”
(Fecr 89/14)

إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ
Resim---"İz yetelakkâl mutelakkîyâni ani’l- yemîni ve ani’ş- şimâli kaîdun.: O zaman, sağda ve solda oturan iki telâkki edici (tesbit edici melek), (amelleri) tespit ederler.”
(Kaf 50/17)

مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ
Resim---"Mâ yelfızu min kavlin illâ ledeyhi rakîbun atîdun: Bir söz söylenmez ki, onun yanında hazır gözetleyiciler (tarafından tespit edilmiş) olmasın.”
(Kaf 50/17)

يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ
Resim---"Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahratin ev fî’s- semâvâti ev fî’l- ardı ye’ti bihâllâhu, innellâhe latîfun habîr (habîrun).: Ey yavrum! Muhakkak ki o (amelin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya göklerde veya yerde bile olsa, Allah onu, (kıyâmet günü hayat filminde karşına) getirir. Muhakkak ki Allah; Lâtif’tir (lütuf sahibi), Habîr’dir (haberdar olan).”
(Lokmân 31/16)

Resim---Cibril aleyhisselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e: “İhsan nedir?” diye sorduğunda, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İhsan, ALLAH’ı görüyormuşçasına kulluk yapmandır. Sen onu göremesen de O seni görmektedir.” buyurmuştur.
(Müslim, İman 1; Ebu Davûd, Sünnet 17; Nesaî, İman 6; Tirmizî 2610; İbni Mâce, Mukaddime 9; İ. Ahmed, Müsned, 8/28; İbni Hibbân 168; Beyhakî 7/69; Ebu Yâlâ 242)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim



109- El Mü'minu celle celâluhu:


El Mü’minu:

Resim

Resim

El Mü'minu: : Îmân, emniyet ve emânın kaynağı ve vericisi olan, vâ'dinde sadık ve emîn olan, mutlak imân edilen, güvenilen, sığınılıp dayanılan ALLAHu zü’l- CELÂL..

MÜMİN ismi ALLAHu zü’l- CELÂL’in fiilî isimlerindendir:
1-) Kendisine inananların imânlarını tasdik eden, doğrulayan, eman ve güvence veren.
2-) Kendi Uluhiyetini bizzât tasdik eden.
3-) Peygamberlerini mu’cizelerle ve vahiyle destekleyen.
4-) Dostlarını zulümden ve azabdan emîn kılan.
5-) Kullarına vadettiklerini tasdik eden ve yerine getiren.
6-) Kendisine sığınanlara eman verip koruyan ve rahatlatan.
7-) Kullarının ümitlerini boşa çıkarmayan.
8-.) Kıyamet gününde mü’minlerin diğer insanlar hakkındaki şâhidliğini tasdik eden ALLAH celle celâlihu…


Mü’min ismi Arapçada “emn” mastarından türemiştir ki, lügatte; inanmak, güvenmek, tasdik etmek, doğrulamak, korku ve endişeden emin olmak, bir şeyin doğruluğunu söyleyip kabullenmek gibi anlamlarda kullanılır.


Emene: Emn, emniyet, eminlik. Birine güven beslemek.
Emine: Korkusuz ve âsude olmak. Emin ve güvenli olmak. İmân etmek.
Emin: Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. * Kendisinden korkulmayan. * Kendine inanılan. İtimât edilen. emâneti koruyan, güvenilen. İtimâtlı olup hain olmayan. * İnanan, güvenen. * Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.
Emun: Kuvvetli, dayanıklı deve.
Emune: İnanılır, mutemet olmak.
Emânet: Emânet, güven. Kullara farz kılınan şeyler. Eminlik. İstikamet üzere bulunmak. * Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey. * Başkasının hukuku emniyet edilip, inanılabilen.
Mü'min: Îmân, emniyet ve emânın kaynağı ve vericisi olan. Vâ'dinde sadık ve emîn olan. Allah'a ve emirlerine, kanunlarına imân eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere imân edip itaat eden kimse. * Emniyete kavuşan. * Korkulardan emniyet veren
İmân: İmân. Tasdik etme. Akide. İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek.


Mü’min isminin kökü olan “amene” fiil olarak sadece bir âyette ALLAHu zü’l- CELÂL için kullanılır.:

الَّذِي أَطْعَمَهُم مِّن جُوعٍ وَآمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ
Resim---"Ellezî at’amehum min cûın ve âmenehum min havf (havfin).: O ki, onları açlıktan doyurdu ve onları korkudan emin kıldı.”
(Kureyş 106/4)

El Mü’min İsmi Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAH celle celâlihu ismi olarak sadece Haşr Sûresinde geçmektedir;

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).”
(Haşr 59/23)

Kur'ÂN-ı Kerîmde, İbrahîm aleyhisselâm’ın İmân emni-emniyeti vecizce buyurulur.:

وَكَيْفَ أَخَافُ مَا أَشْرَكْتُمْ وَلاَ تَخَافُونَ أَنَّكُمْ أَشْرَكْتُم بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا فَأَيُّ الْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِالأَمْنِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ve keyfe ehâfu mâ eşraktum ve lâ tehâfûne ennekum eşraktum billâhi mâ lem yunezzıl bihî aleykum sultânâ (sultânen), fe eyyu’l- ferîkayni ehakku bi’l- emn (emni), in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: “Ve size hakkında bir delil (sultan) indirilmeyen şeylerle O'na şirk koşmaktan, siz korkmadığınız halde, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden (putlardan) nasıl korkarım. Şâyet biliyorsanız, artık iki gruptan hangisi emniyette olmayı daha çok hakediyor?”
(En’âm 6/81)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ
Resim---"Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehum bi zulmin ulâike lehumu’l- emnu ve hum muhtedûn (muhtedûne).: İman edenlerve îmânlarını zulümle karıştırmayanlar, işte onlar (korkudan) emindirler. Ve onlar hidâyete erenlerdir.”
(En’âm 6/82)

Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’l- CELÂL’den başkasını dost edinip inanaları halleri örümcek ağından-nakilsiz akıllarının zannı eve benzetilmiştir.:

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Resim---“Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meseli’l- ankebût (ankebûti), ittehazet beyten ve inne evhene’l- buyûti le beytu’l- ankebût (ankebûti), lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).: Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, (kendisine) ev edinen örümceğin hali gibidir. Ve muhakkak ki evlerin en dayanıksızı örümceğin yuvasıdır. Keşke onlar bilselerdi.”
(Ankebût 29/41)

إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---"İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’in, ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Muhakkak ki Allah, onların, O’ndan (Kendinden) başka taptıkları şeyleri bilir. Ve O; Azîz’dir (çok yüce) Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibi).”
(Ankebût 29/42)

وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ
Resim---"Ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ li’n- nâs (nâsi) ve mâ ya’kıluhâ ille’l- âlimûn (âlimûne).: Ve işte bu örnekleri insanlar için veriyoruz. Ve onu, âlimlerden başkası akıl (idrak) edemez.”
(Ankebût 29/43)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

1-) İman ve düşüncede ALLAHu zü’l- CELÂL’in verdiği güven:

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---"Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu li’l- islâm (islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’a’l- sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fî’s- semâi, kezâlike yec’alûllâhu’r- ricse alâllezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.”
(En’âm 6/125)

a-) Kâfirlerle mücâdelede ALLAHu zü’l- CELÂL’in mü’minlere bahşettiği güven:

وَأَنْ أَلْقِ عَصَاكَ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ يَا مُوسَى أَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ إِنَّكَ مِنَ الْآمِنِينَ
Resim---"Ve en elkı asâke, fe lemmâ raâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudbiran ve lem yuakkıb, yâ mûsâ akbil ve lâ tehaf, inneke minel âminîn (âminîne).: "Ve asanı at!" Bunun üzerine (asasını atınca), onun yılan gibi hareket ettiğini gördü. Arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa, (geri) dön! Ve korkma, muhakkak ki sen emniyette olanlardansın!"
(Kasas 28/31)

b-) ALLAH celle celâlihu, Huneyn Gününde de kendi yolunda cihad eden Peygamberine ve inananlara yardım etmişti:

لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ فِي مَوَاطِنَ كَثِيرَةٍ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنكُمْ شَيْئًا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُم مُّدْبِرِينَ
Resim---"Lekad nasarakumullâhu fî mevâtıne kesîratin ve yevme huneynin iz a'cebetkum kesretukum fe lem tugni ankum şey'en ve dâkat aleykumu’l- ardu bi mâ rahubet summe velleytum mudbirîn (mudbirîne).: Andolsun ki; Allah, size birçok savaş yerinde ve Huneyn günü yardım etti. Çokluğunuz hoşunuza gittiği halde (hoşunuza gitmesine rağmen) artık size bir fayda (bir şey) vermedi. Yeryüzünün genişliğine rağmen size dar geldi. Sonra arkanıza geri döndünüz.”
(Tevbe 9/25)

ثُمَّ أَنَزلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَنزَلَ جُنُودًا لَّمْ تَرَوْهَا وَعذَّبَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim---"Summe enzelâllâhu sekînetehu alâ resûlihî ve alâ’l- mu'minîne ve enzele cunûden lem terevhâ ve azzebellezîne keferû ve zâlike cezâu’l- kâfirîn (kâfirîne).: Sonra Allah, Resûl'ünün ve mü’minlerin üzerine sekînetini indirdi. Ve sizin onu göremediğiniz bir ordu indirdi ve kâfirleri azaplandırdı. Ve işte bu, kâfirlerin cezâsıdır.”
(Tevbe 9/26)

c-) ALLAH celle celâlihu, bâtıl din ve ideoloji sahibleriyle mücâdele edenlere iç huzur ve güvence verir.:

إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---"İz cealellezîne keferû fî kulûbihimu’l- hamiyyete hamiyyete’l- câhiliyyeti fe enzelâllâhu sekînetehu alâ resûlihî ve ale’l- mû’minîne ve elzemehum kelimetet takvâ ve kânû e hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Hani o inkâr edenler, kendi kalblerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine '(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”
(Fetih 48/26)

d-) ALLAH celle celâlihu, kendi yolunda hicret edenlere yardım eder, onların kalblerine güven indirir:

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---"İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahracehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fî’l- gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelâllâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferû’s- suflâ, ve kelimetullâhi hiye’l- ulyâ vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).: O'na sizin yardım etmeniz dışında (etmediğinizde) o zaman Allah, O'na (Resûl’e) yardım etmişti. Kâfir olanlar, O'nu (Mekke’den) çıkardığı (çıkmaya mecbur ettikleri) zaman iki (kişi)nin ikincisi idi. İkisi mağarada iken arkadaşına şöyle demişti: “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah, bizimle beraber.” O zaman Allah, O'nun üzerine sekînetini indirdi. Ve O'nu göremediğiniz bir ordu ile destekledi. Kâfirlerin sözünü sufli kıldı. Ve Allah’ın sözü; O, çok yücedir. Ve Allah; Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir (hüküm sahibi ve hikmet sahibidir).”
(Tevbe 9/40)

2-) Âhiret Gününde ALLAH celle celâlihu’nun mü’min kullarına bahşedeceği güven:

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Resim---"İnne’l- muttekîne fî cennâtin ve uyûn (uyûnin).: Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır.”
(Hicr 15/45)

ادْخُلُوهَا بِسَلاَمٍ آمِنِينَ
Resim---"Udhulûhâ bi selâmin âminîn (âminîne).: Emin olarak, selâm ile oraya (cennete) girin!”
(Hicr 15/46)

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ
Resim---"Ve nezâ’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn (mutekâbilîne).: Ve onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip çıkardık. Onlar, kardeş olarak karşılıklı tahtlar üzerindedirler.”
(Hicr 15/47)

لاَ يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ
Resim---"Lâ yemessuhum fîhâ nasabun ve mâ hum minhâ bi muhracîn (muhracîne).: Onlara, orada bir yorgunluk dokunmaz. Ve onlar, oradan çıkarılacak değildirler.”
(Hicr 15/48)

3-) İman edenlere ALLAH celle celâlihu’ın bahşedeceği ni’metler:

Âl-i İmrân 3/57; Tevbe 20; Kehf 107; Meryem 60; TâHâ 82; Furkân 70; Kasas 67; Ankebût 7; Sebe’ 37; Mücâdele 11..

وَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
Resim---"Ve emmellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum vallâhu lâ yuhibbu’z- zâlimîn (zâlimîne).: "İman edip salih amellerde bulunanların ecirleri eksiksiz ödenecektir. Allah, zâlim olanları sevmez."
(Âl-i İmrân 3/57)

4-) ALLAH celle celâlihu inanan kullarını altlarından ırmaklar akan cennetlere ebedî kalmak üzere girdirir ve onlara orada tertemiz eşler verir.:

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---"Ve beşşirillezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihe’l- enhâr (enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl (kablu) ve utû bihî muteşâbihâ (muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: (Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.”
(Bakara 2/25)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَّهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَلِيلاً
Resim---"Vellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti se nudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden). Lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun, ve nudhıluhum zıllen zalîlâ (zalîlen).: İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız.”
(Nisâ 4/57)

5-) ALLAH celle celâlihu, inanan kullarının dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.:


Bakara 2/257; Âl-i İmrân 3/68; Muhammed 47/11; Talâk 65/11..

رَّسُولًا يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِ اللَّهِ مُبَيِّنَاتٍ لِّيُخْرِجَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا قَدْ أَحْسَنَ اللَّهُ لَهُ رِزْقًا
Resim---"Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti mine’z- zulumâti ilen nûr (nûri), ve men yû'min billâhi ve ya'me’l- sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ (rızkan).: İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık âyetlerini size okuyan bir elçi de (gönderdik). Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde süresiz kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.”
(Talâk 65/11)

6-) ALLAH celle celâlihu mü’min kullarına bol bol rahmet eder ve onları kendisine götüren doğru yola iletir.:

فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَاعْتَصَمُواْ بِهِ فَسَيُدْخِلُهُمْ فِي رَحْمَةٍ مِّنْهُ وَفَضْلٍ وَيَهْدِيهِمْ إِلَيْهِ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
Resim---"Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).: İşte Allah'a iman edenler ve O'na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları Kendisine varan dosdoğru bir yola yöneltip iletecektir.”
(Nisâ 4/175)

7-) ALLAH celle celâlihu, kendisini dost edinenlere üstünlük ve galibiyet verir.:
Mâide 5/56; Hacc 22/38..

إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ
Resim---"İnnallâhe yudâfiu anillezîne âmenû, innallâhe lâ yuhıbbu kulle havvânin kefûr (kefûrin).: Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez.”
(Hacc 22/38)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

8-) ALLAH celle celâlihu, inananlara göklerin ve yerin rahmet kapılarını açar.:

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
Resim---"Ve lev enne ehle’l- kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mine’s- semâi ve’l- ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.”
(A’râf 7/96)


9-) ALLAH celle celâlihu, imân edenlerin düşmanlarının kalblerine korku salar.:


إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلآئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرَّعْبَ فَاضْرِبُواْ فَوْقَ الأَعْنَاقِ وَاضْرِبُواْ مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ
Resim---"İz yûhî rabbuke ilâ’l- melâiketi ennî meakum fe sebbitûllezîne âmenû, se ulkî fî kulûbillezîne keferûr ru'be fadribû fevka’l- a'nâkı vadribû minhum kulle benân (benânin).: Rabbin meleklere vahyetmişti ki: "Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık katın, inkâr edenlerin kalblerine amansız bir korku salacağım. Öyleyse (ey müslümanlar,) vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına."
(Enfâl 8/12)


10-) ALLAH celle celâlihu, inanan kullarının kalblerini huzura ulaştırır.:


الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Resim---"Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh (zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnu’l- kulûb (kulûbu).: Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.”
(Ra’d 13/28)


11-) Allah inananları dünya ve âhiret hayatında kelime-i tevhid davası üzere destekler.:

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---"Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavli’s- sâbiti fî’l- hayâti’d- dunyâ ve fî’l- âhırati, ve yudıllullâhu’z- zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.: Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zâlimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.”
(İbrahîm 17/27)


12-) ALLAH celle celâlihu, kendisine inanan ve güvenenleri şeytanlardan korur.:

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---"İnnehu leyse lehu sultânun alâllezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn (yetevekkelûne).: Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiç bir zorlayıcı gücü yoktur.”
(Nahl 16/99)


13-) ALLAH celle celâlihu, inananları insanlara sevdirir.:

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا
Resim---"İnnellezîne âmenû ve amilu’s- sâlihâti se yec’alu lehumu’r- rahmânu vuddâ (vudden).: İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.”
(Meryem 19/96)


14-) ALLAH celle celâlihu, imân edenleri yeryüzünde hükümran kılar, onların dinini hâkim kılar ve korkularını güvene çevirir.:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---"Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilû’s- sâlihâti le yestahlifennehum fî’l- ardı kemâstahlefellezîne min kablihim, ve le yumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnen, ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’en, ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.”
(Nûr 24/55)


15-) ALLAH celle celâlihu, inananları kötülük yapanlarla bir tutmaz.:

أًمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أّن نَّجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاء مَّحْيَاهُم وَمَمَاتُهُمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ
Resim---"Em hasibellezînecterahû’s- seyyiâti en nec’alehum kellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti sevâen mahyâhum ve memâtuhum, sâe mâ yahkumûn (yahkumûne).: Yoksa kötülüklere batıp yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.”
(Câsiye 45/21)


16-) ALLAH celle celâlihu, inananlara yürüyecekleri bir nur verir.:

وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاء عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Resim---"Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humu’s- sıddîkûne ve’ş- şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbu’l- cahîm (cahîmi).: Allah'a ve O'nun Resûlü'ne iman edenler; işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehidler (veya şahid)lerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da cehennem halkıdır.”
(Hadîd 57/19)


17-) ALLAH celle celâlihu imân eden kullarını yaratıkların en hayırlıları kılar.:

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ
Resim---"İnnellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ulâike hum hayru’l- beriyyeti.: İman edip salih amellerde bulunanlar ise; işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.”
(Beyyine 98/7)

فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِّنكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا
Resim---"Fe izâ belâgne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin evfârikûhunne bi ma’rûfin ve eşhidû zevey adlin minkum ve ekîmû’ş- şehâdete lillâh (lillâhi), zâlikum yûazu bihî men kâne yû’minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri), ve men yettekıllâhe yec’al lehu mahrecâ (mahrecen).: Sonra (üç iddet bekleme) sürelerine ulaştıkları zaman, artık onları maruf (bilinen güzel bir tarz) üzere tutun, ya da maruf üzere onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahid tutun. Şahidliği Allah için dosdoğru yerine getirin. İşte bununla, Allah'a ve âhiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim Allah'tan korkup sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir;”
(Talâk 65/2)

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---" Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib (yahtesibu), ve men yetevekkel alâllâhi fe huve hasbuh (hasbuhu), innallâhe bâligu emrih (emrihî), kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ (kadren).: Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.”
(Talâk 65/3)

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?”
(Yûnus 10/62)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ
Resim---"Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn (yettekûne).: Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır.”
(Yûnus 10/63)


ALLAHu zü’l- CELÂL şu özelliklere sahib olan kulllarını, hem dünya korkularından hem de âhiretteki en büyük korkudan emin kılar:


1-) Allah’tan gelen hidâyete, Kur'ÂN’a ve Peygambere uyanlara korku ve hüzünlenme yoktur.:


قُلْنَا اهْبِطُواْ مِنْهَا جَمِيعاً فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَن تَبِعَ هُدَايَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"Kulnâhbitû minhâ cemîa (cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Dedik ki: "Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size benden bir hidâyet geldiğinde, kim benim hidâyetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır."
(Bakara 2/38)


2-) ALLAH celle celâlihu’na ve âhiret gününe imân edenlere korku ve hüzünlenme yoktur.:
Bakara 2/62; Mâide 5/69..

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, sabiîler ve hristiyanlardan Allah'a, âhiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.”
(Mâide 5/69)


3-) Bütün hayatı ve benliğiyle ALLAH celle celâlihu‟a teslim olanlara korku ve hüzünlenme yoktur.:


بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû ecruhu inde rabbihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
(Bakara 2/112)


4-) ALLAH’ın verdiği imkân ve kabiliyetleri yine O‟nun yolunda harcayıp başa kakmayanlara korku ve hüzünlenme yoktur.: Bakara 2/262; Bakara 274..

الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"Ellezîne yunfikûne emvâlehum bi’l- leyli ven nehâri sirran ve alâniyeten fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
(Bakara 2/274)

5-) ALLAH celle celâlihu, imanlarını namaz ve zekat ile pratiğe aktaran mü’minleri her türlü korku ve endişeden emin kılar ve onlara korku ve hüzünlenme yoktur.:

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"İnnellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ve ekâmû’s- salâte ve âtevû’z- zekâte lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
(Bakara 2/277)


6-) ALLAH’ın dinini yüceltmek için şehid olanlara korku ve hüzünlenme yoktur.:


فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Allah'ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir.”
(Âl-i İmrân 3/170)


7-) İman edip durumunu düzelterek ALLAH celle celâlihu ile barışık yaşayanlara korku ve hüzünlenme yoktur.:

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"Ve mâ nursilu’l- murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn (munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Biz elçileri müjde vericiler ve uyarıp korkutucular olmaktan başka (bir nedenle) göndermiyoruz. Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.”
(En’âm 6/48)


8-.) ALLAH celle celâlihu’nun elçisine inanıp onunla barışık bir hayat sürenlere korku ve hüzünlenme yoktur.:

يَا بَنِي آدَمَ إِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي فَمَنِ اتَّقَى وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Ey Ademoğulları, içinizden size âyetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.”
(A’râf 7/35)


9-) İman edip takvâlı yaşayan, ALLAH celle celâlihu’ya her konuda teslim olan dostlarına da korku ve hüzünlenme yoktur.: Yunus 62; Zuhruf 68..

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.”
(Yûnus 10/62)


10-) ALLAH celle celâlihu’yu yegâne RaBB kabul edip Kur'ÂN istikametinde yaşayanlara da korku ve hüzünlenme yoktur.: Ahkâf 13; Fussilet 30..

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---"İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimu’l- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil cennetilletî kuntum tûadûn (tûadûne).: Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin."
(Fussilet 41/30)

11-) Cennet sevdâlılarına da korku ve hüzünlenme yoktur.:

لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---"Lâ yahzunuhumul fezeu’l- ekberu ve tetelâkkâhumu’l- melâiketu, hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn (tûadûne).: Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: "İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti" diye melekler onları karşılayacaklardır.”
(Enbiyâ 21/103)


12-) ALLAH celle celâlihu yolunda mücâdele ederken gevşeklik göstermeyenlere de korku ve hüzünlenme yoktur.:

وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumu’l- a’levne in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ve gevşemeyin ve mahzun olmayın! Eğer mü'min iseniz, üstün olan sizsiniz.”
(Âl-i İmrân 3/139)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, bazı hadis-i şeriflerinde ALLAHu zü’l- CELÂL’in himâyesi ve emniyeti altında olan kimseleri sıralamaktadır.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah ümmetim için bana iki eman indirdi:
1-) Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umumî bir) azab vermeyecektir.
2-) Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe Allah onlara azab vermeyecektir:

وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Resim---"Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum ve ente fîhim, ve mâ kânallâhu muazzibehum ve hum yestagfirûn (yestagfirûne).: Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azablandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azablandıracak değildir.”
(Enfâl 8/33)

Resim---Ben aralarından ayrıldım mı Allah'ın azabını önleyecek ikinci eman olan istiğfarı kıyamete kadar aralarında bırakıyorum." buyurdu.

(Tirmizî/Tefsir 3082)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Üç kişi kesin olarak ALLAH’ın himâyesi altındadır:
1-) ALLAH’ın mescidlerinden birine gitmek için çıkan kişi.
2-) ALLAH yolunda savaşa çıkan kişi.
3-) Hac yapmak üzere çıkan kişi.” buyurdu.

(Suyutî, Câmiu’s-Sağir c.2, hadis no:1880)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şu üç kişi ALLAH’ın güvencesi altındadır:
1-) ALLAH yolunda cihada çıkan bir adam, şehid olup cennete girinceye kadar veya büyük bir mükafat veya gani’metle gazi olarak evine dönünceye kadar ALLAH’ın emânı altındadır.
2-) Namaz için mescide çıkan kimse, ölüp cennete girinceye kadar veya büyük bir mükafatla evine dönünceye kadar ALLAH’ın güvencesi altındadır.
3-) Evine selâm vererek giren bir kimse de evinde bulunduğu sürece ALLAH’ın eman ve garantisi altındadır.” buyurdu.

(Ebû Davûd, Cihad, 9)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim sabah namazını kılarsa ALLAH’ın garantisi altında olur. Allah kendi garantisi altında olan kişiyi mutlaka korur.” buyurdu.
(Tirmizî 2164)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hasbiyallah ve ni’me’l-Vekîl sözü, her korkan kimse için bir güven kaynağıdır.” buyurdu.
(Suyutî, Câmiu’s-Sağir Had. No: 1963)

Hasbiyâllâhu ve ni’me’l- vekîl: Allah bana yeter, O ne güzel vekildir..

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---“Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ (îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’me’l- vekîl (vekîlu).: Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir.”
(Âl-i İmrân 3/173)


EL Mü’minu celle celâluhu ZEVKİ:

EL Mü’minu celle celâluhu ismini zikri neticesinde hasıl olan ilâhî ilhâmla kulun kalbî hakkın ve hayrın karargâhı olup kendisi ve kâinât (bu kuldan dolayı) bâtıl ve şerden emîn olur.
MÜMİN ismi ALLAHu zü’l- CELÂL’in fiili isimlerindendir. Bu ismi vird edinen kimselerde tecellîler, emniyet veya güven duygusu uyandırarak ruh sağlığını muhafaza eder. Bozulmuş olan ruh sağlığını düzeltir. Bu ismi vird edinenlerde imân duygusu kuvvetlenir bi izniLLAHi TeÂLÂ..
ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme tamm teslimiyetle MuhaMMedî MüslümÂN OLuştur..
ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme tamm teslimiyet ve istikâmetle de MuhaMMedî Mü’min OLuştur..


قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhuli’l- îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz imân etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."
(Hucurât 49/14)

Kur'ân-ı Kerimimizde;

1-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE TESLİM OLUN!: Ahzâb 33/56; Âl-i İmrân 3/20.


إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen) : Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey imân edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin.”
(Ahzâb 33/56)

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---“Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi) : Eğer seninle çekişip tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla (tâbi olarak-teslimiyetle) birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidâyete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.”
(Âl-i İmrân 3/20)

Kur'ân-ı Kerimimizde;

2-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE İMAN EDİN!: A'raf 7/158; Nur 24/47, 62; Fetih 48/9, 13; Hucurât 49/15; Hadid 57/7, 19, 21; Mücâdile 58/4; Saff 61/11.


قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---“Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne) : De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- imân edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.”
(A'râf 7/158)

وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُوْلَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve yekûlûne âmennâ billâhi ve bir resûli ve ata’nâ summe yetevellâ ferîkun minhum min ba’di zâlik(zâlike) ve mâ ulâike bil mu’minîn(mu’minîne) : (Bazı insanlar:) "Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.”
(Nûr 24/47)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَن لِّمَن شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“İnnelmel mu’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî ve izâ kânû meahu alâ emrin câmiın lem yezhebû hattâ yeste’zinûh(yeste’zinûhu), innellezîne yeste’zinûneke ulâikellezîne yu’minûne billâhi ve resûlih(resûlihi), fe izeste’zenûke li ba’dı şe’nihim fe’zen li men şi’te minhum vestağfir lehumullâh(lehumullâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun) : Mü'minler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resûlü'ne imân edenler, onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, ondan izin alıncaya kadar bırakıp gitmeyenlerdir. Gerçekten, senden izin alanlar, işte onlar Allah'a ve elçisine imân edenlerdir. Böylelikle, senden kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman, dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”
(Nûr 24/62)

لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
Resim---“Li tu’minû billâhi ve resûlihî ve tuazzirûhu ve tuvakkırûh(tuvakkırûhu), ve tusebbihûhu bukreten ve asîlâ(asîlen) : Ki Allah'a ve Resûlü'ne imân etmeniz, O'nu savunup desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için.”
(Fetih 48/9)

وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا
Resim---“Ve men lem yû’min billâhi ve resûlihî fe innâ a’tednâ lil kâfirîne saîrâ(saîren) : Kim Allah'a ve Resûlü'ne imân etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kâfirler için çılgınca yanan bir ateş hazırlamışızdır.”
(Fetih 48/13)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Resim---“İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn(sâdikûne) : Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne imân ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.”
(Hucurât 49/15)

آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَنفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُم مُّسْتَخْلَفِينَ فِيهِ فَالَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَأَنفَقُوا لَهُمْ أَجْرٌ كَبِيرٌ
Resim---“Âminû billâhi ve resûlihî ve enfikû mimmâ cealekum mustahlefîne fîh(fîhi), fellezîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr(kebîrun) : Allah'a ve Resûlü'ne imân edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden imân edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.”
(Hadid 57/7)

وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاء عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Resim---“Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi) : Allah'a ve O'nun Resûlü'ne imân edenler; işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehidler (veya şahid)lerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da cehennem halkıdır.”
(Hadid 57/19)

سَابِقُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاء وَالْأَرْضِ أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
Resim---“Sâbikû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ keardıs semâi vel ardı uıddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulih (rusulihî), zâlike fadlullâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm (azîmi) : Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip yarışın,' ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlü'ne imân edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir.”
(Hadid 57/21)

فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِن قَبْلِ أَن يَتَمَاسَّا فَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ فَإِطْعَامُ سِتِّينَ مِسْكِينًا ذَلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---“Fe men lem yecid fe siyâmu şehreyni mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ, fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne miskînâ (miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve resûlih (resûlihî), ve tilke hudûdullâh (hudûdullâhi), ve lil kâfirîne azâbun elîm (elîmun) : Ancak buna (imkan) bulamayanlar (için de) birbirleriyle temas etmeden önce, kesintisiz iki ay oruç (yüklenmiştir); buna güç yetiremeyenler altmış yoksulu doyursun. Bu (kolaylık), Allah'a ve O'nun Resûlü'ne imân etmeniz dolayısıyladır. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler içinse acı bir azab vardır.”
(Mücâdile 58/4)
Resim
azize
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 3
Kayıt: 27 Şub 2016, 16:59

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen azize »

Allah razı olsun muhteşem olmuş..
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

AZîze cÂNn;

AHvÂLim ->AŞK-ı MuhaMMed
MeŞRebim MEŞK-i MuhaMMed
ÖMRümce SEVdim<->SEViLdim
->YÜREğim KÖŞK-ü MuhaMMed!.

KAMER’in KaLBiyim >AŞK GÜNdüzüyüm!
->SüRÛR-u MuhaMMed ->HiZMetçisiyim!.
vALLAHi—biLLAHi ->“ŞEMS”in YÜZüyüm!
DOst NÛR-u MuhaMMed ->HiZMetçisiyim!.

sallallahu aleyhi vesellem..


HAYy YÂRimm!.


“BENim-Le NEfEs AL >BENim-Le VER de
KÂR-ü-BeL SEVd ->SIRR İse >SERde
“GöNüL GERGeFi”-ne ->CÂNını >GER de
ÖMRünü AŞKKımLa ÖR!.” DEdi YÂRimm!.
“CEMÂLim >KEMÂLLe ÖR!.” DEdi YÂRimm!.


*

KEŞiŞ DAĞLarına -> SALdı SEVgiLim
SÎNemde SONsuza ->DALdı SEVgiLim
->GÖZLerim ELimden ->ALdı SEVgiLim
CihÂNda CEMÂLim GÖR!.” DEdi YÂRimm!.
HerŞEy’de GÜLYüZüm GÖR!. DEdi YÂRimm!.

*

“Şe’ÂN >ŞÂNı -> NÂZ-NiYÂZLı YÂRini
SEV <-> SEViLLi ->SÎNe SAZLı YÂRini
ŞÂHDAMAR-dan YAKın ->NÂZLı YÂRini
GÖZÜyLe GÖRmeyEN KÖR!.” DEdi YÂRimm!.
GöNLünde GÖRmeyEN KÖR!.” DEdi YÂRimm!.


*

HABîBuLLAH ->HÂLim MEŞK-BİRi EYyLedi
ÂLiYyü’L- MüRteZÂ-m >AŞK-PÎRi EYyLedi
KEŞİŞş DAĞ BAŞI-nda ->KITMÎRi EYyLedi
“SEHERde ->SEVGİLİn >ÜR!.” DEdi YÂRimm!.
->“YALNız YILdız-Lara ->ÜR!.” DEdi YÂRimm!.

sallallahu aleyhi vesellem..
kerremallahu vechehu…


*

“KuL İhvÂNim SEVd ->SıRRdır SERiLMez!
->NEFSî-ne KÖLE-ye ->NEFES VER!..iLmez!
SEVmeyenLer ->ÖLü!. ->ÖLdü ->DİRİLmez!
hER NEFeS DİRİLen ->HÜR!.” DEdi YÂRimm!.
SEVen<->SEViLenLer ->HÜR!.” DEdi YÂRimm!.


18.05.16 13:18
brsbrsm..tktktrstkkmdHAYyrÂNNnn..



nOt: 30 yıl önceleriydi..antalya’da çille çARKında çalıp oynarkendi.. yakaza HÂLimde, seyrek ve uzunca kızıl sarı sakallı, başında soluk yeşil sarıklı, yüzü ekin biçen rençber gibi yanıkça olan bir derviş sOL Omuzuma Omuz vurdu..fırrr döndürüp sırrlar üfürdü yüreğime..”ALLAH’a giden YOL Aksaray’dan geçer.. makalâtımı okumadın mı?.” dedi.. bu zât Şems BaBam kaddesallahu sırrahu, Aksaray ise SıLam idi.. eserini yayınladım MuhaMMediNÛR RaVzamızda hamd olsun.. bak deli gönlümü nerelere sürükledinn cÂNnn..

ResimDİNle!..kenDİNle!..

“Şimdi DAlgıç Mevlânâ'dır; Cevahir Tüccarı da Ben (Şemseddin-i Tebrizî) İNCİ de İKİmizin ARAsındadır.
Diyorlar ki: “İNCİye giden YOL sizin ARA-nızdadır. Biz ona YOL BUL-alım!”
“Evet!” DEdim,
“Fakat YOL budur! Ben sana bir şey ver demiyorum, ben “ALLAH YOLU-na GEL!” diyorum!”
Niyaz yoluyla ve Hal Diliyle biri sordu: “ALLAH YOLU hangisidir? Söyler misin?”
Ben: “ALLAH YOLU BUdur!” diyorum.
Elbette AKSARAY'a gidilirken bir KÖPRÜden geçilecektir!”
(MaKaLaT-ı ŞeMS)


«Fakat yol budur ResimBen sana bir şey ver demiyorum!. Ben ResimALLAH YOLU-na gel diyorum!.»
Niyaz yoluyla ve hâl diliyle biri sordu: "ALLAH YOLU hangisidir?. Söyler misin?."
Ben Resim "ALLAH YOLU BUdur" diyorum. “ResimElbette AKSARAY'a gidilirken bir köprüden geçilecektir.”


Resim(Şems-i Tebrizi'nin eseri MakaLât; Mehmed Nuri Gençosman)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerimimizde;

3- ALLAH'A VE RESÛLÜNE TÂBİ OLUN- istecibü!:

(Âl-İ İmrân 3/172) (Enfâl 8/24)

الَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَآ أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذِينَ أَحْسَنُواْ مِنْهُمْ وَاتَّقَواْ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karh (karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm (azîmun) : Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır.” (Âl-İ İmrân 3/172)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne) : Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfâl 8/24)

Allah'ın Resûlüne Tâbi Olun!:

(Bakara 2/143) (Âl-i İmrân 3/20, 31, 53) (A'RAF 7/158) (Enfâl 8/ 64) (Yûsuf 12/108) (Şuara 26/215)

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---“Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean (menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg (belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd (ibâdi): Eğer seninle çekişip tartışırlarsa, de ki : "Ben, bana uyanlarla (tâbi olarak-teslimiyetle) birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Âl-i İmrân 3/20)

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun) : De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Âl-i İmrân 3/31)

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
“Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn (şâhidîne) : 'Ey Rabbimiz! Biz senin indirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Bizi şahitlerle birlikte yaz!' (Âl-i İmrân 3/53)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---“Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne) : De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A'râf 7/158)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Yâ eyyuhennebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn(mu'minîne) : Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter.” (Enfâl 8/64)

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---“Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne) : (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yûsuf 12/108)

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne) : Ve mü'minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.” (Şuara 26/215)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerimimizde;

4- ALLAH'A VE RESÛLÜNE İTÂAT EDİN!:

Âl-İ İmrân 3/32, 132; Nisâ 4/13, 59, 69, 80; Mâide 5/92; Enfâl 8/1, 20, 46; Tevbe 9/71; Nûr 24/47, 52, 54; Ahzâb 33/31, 33, 66, 71; Muhammed 47/33; Feth 48/17; Hucûrat 49/14; Mücâdile 58/13; Tegâbûn 64/12
Âyetlerinde geçmektedir.

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim---"Kul etîûllâhe ve'r- resûl (resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn (kâfirîne) : De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-İ İmrân 3/32)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---"Ve atîûllâhe ve'r- resûle leallekum turhamûn (turhamûne) : Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Âl-İ İmrân 3/132)

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---"Tilke hudûdullâh (hudûdullâhi). Ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâ'l- enhâru hâlidîne fîhâ. Ve zâlike'l- fevzu'l- azîm (azîmu) : Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” (Nisâ 4/13)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîû'r- resûle ve uli'l- emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ve'r- resûli in kuntum tu’minûne billâhi ve'l- yevmi'l- âhir (âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ (te’vîlen) : Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
Resim---"Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ve's- sıddîkîne ve'ş- şuhedâi ve's- sâlihîn (sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ (rafîkan) : Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
Resim---"Men yutiı'r- resûle fe kad atâallâh (atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ (hafîzen) : Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (Nisâ 4/80)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
Resim---"Ve etîûllâhe ve etîû'r- resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûline'l- belâgu'l- mubîn (mubînu) : Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.” (Mâide 5/92)

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَصْلِحُواْ ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Yes’elûneke ani'l- enfâl (enfâli), kuli'l- enfâlu lillâhi ve'r- resûl (resûli), fettekullâhe ve aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehû in kuntum mu’minîn (mu’minîne) : Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.” (Enfâl 8/1)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ
Resim---"Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum tesmeûn (tesmeûne) : Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin.” (Enfâl 8/20)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Resim---"Ve etîullâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû, innallâhe mea's- sâbirîn (sâbirîne) : Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 8/46)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---"Ve'l- mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d (ba’din), ye’murûne bi'l- ma’rûfi ve yenhevne ani'l- munkeri ve yukîmûna's- salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm (hakîmun) : Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/71)

وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Resim---"Ve men yutıillâhe ve resûlehu ve yahşallâhe ve yettakhi fe ulâike humu'l- fâizûn(fâizûne) : Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Nûr 24/52)

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim---"Kul atîullâhe ve atîu'r- resûl(resûle), fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ ale'r- resûli illel belâgu'l- mubîn (mubînu) : De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nûr 24/54)

وَمَن يَقْنُتْ مِنكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُّؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَرِيمًا
Resim---"Ve men yaknut min kunne lillâhi ve resûlihi ve ta’me'l- sâlihan nu’tihâ ecrehâ merreteyni ve a’tednâ lehâ rızkan kerîmâ (kerîmen) : Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.” (Ahzâb 33/31)

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
Resim---"Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberruce'l- câhiliyyetil ûlâ ve ekımne's- salâte ve âtîne'z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumu'r- ricse ehle'l- beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran) : Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb 33/33)

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا
Resim---“Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nâllâhe ve eta’ne'r- resûlâ (resûlen) : Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl'e itaat etseydik." (Ahzâb 33/66)

يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
Resim---"Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ (azîmen) : (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb 33/71)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ
Resim---"Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve etîû'r- resûle ve lâ tubtılû a’mâlekum : Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed 47/33)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim---"Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’reci haracun ve lâ ale'l- marîdı harac (haracun), ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihe'l- enhâr (enhâru), ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ (elîmen) : Kör olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse, (Allah) onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de sırt çevirirse, onu acı bir azab ile azablandırır.” (Feth 48/17)

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Kâleti'l- a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhuli'l- îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun) : Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucûrat 49/14)

أَأَشْفَقْتُمْ أَن تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---"E eşfaktum en tukaddimû beyne yedey necvâkum sadekât (sadekâtin), fe iz lem tef’alû ve tâballâhu aleykum, fe ekîmû's- salâte ve âtû'z- zekâte ve etîûllâhe ve resûleh (resûlehu), vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn (ta’melûne) : Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü? Çünkü yapmadınız, Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. Şu halde namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücâdile 58/13)

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim---"Ve etîûllâhe ve etîû'r- resûl(resûle), fe in tevelleytum fe innemâ alâ resûline'l- belâgu'l- mubîn (mubînu) : Allah'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.” (Tegâbûn 64/12)


Resim

ALLAH'IN RESÛLÜNE İTAAT EDİN!:

(NİSA 4/64) (NÛR 24/56)

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا
Resim---Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen) : Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisâ 4/64)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve atîûr resûle leallekum turhamûn(turhamûne) : Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz.” (Nûr 24/56)

ALLAHU ZÜ’L-CELÂL; Teslim olmak, imân etmek, tâbi’ olmak ve itâat etmek hususunda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hep birlikte buyurmuştur.


Tâbi’ olmak ve itâat etmek: emirlerine boyun eğip buyurduklarını duymak ve işlediklerine uymakladır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim



110- El Mümît celle celâluhu:


El Mümît:

Resim

Resim

El Mümît : İmâte eden, mevt eden, öldüren, helâk eden. Can verdiklerinin canını almaya ve diri olanı öldürmeye zâten ve aslen hakkı olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


El Mümît: İmâte eden, mevt eden, öldüren, helâk eden. Can verdiklerinin canını almaya ve diri olanı öldürmeye ZÂTen ve ASLen hakkı olan ALLAHu zü’l- CELÂL..
Mâte: Diri ölmek. Sakin olmak. Bir yer tenha olmak.
Memât: Ölüm.
Mevt: Ölüm, hayatın yok oluşu, vefât. Fânilik. Hayatsızlık. Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek. Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur..
Mümît: Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden. Helâk eden.
Meyyit: Ölü.


ÖLüm-Mevt ->MevCÛDLarın/A’yÂNLarın ->DünYâ -> BerzÂH -> ÂHiret NAklîdir..
ÖLüm-Mevt ->A’yÂN-ı Sabitelerin Maddî Tasarruf yETKİlerinin Sonlandırılmasıdır..

Onun için, ham AKLın;
ÖLÜ sandığı Hakka ve Hayra perdesiz ŞEHÎDLer her ÂN HaYy-DİRİ,
DİRİ sandığı Hakka ve Hayra perdeLi YAŞAyan şAŞKınLar her ÂN Mevtâ-ÖLÜdürler..


وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
Resim---“Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ (emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn (yurzekûne).: Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.”
(ÂL-i İmrÂN 3/169)

EL HAYy olan ALLAHu zü’l- CeLÂL’in, El Muhyî isminin tecellîsi ile hayata getirdiği canlıları, kendinin tayin ve takdir ettiği bir zamanda, dünya hayatına son veren, öldüren sıfat ismidir.

Yarattığı KüLLî Şey’i mevt ediş, ALLAHu zü’l- CeLÂL’in Uluhiyyet Sıfatlarındandır.. ALLAHu zü’l- CeLÂL’in, KüLLî Şeyi NÛRuLLahtır ki, mevt KuLLuk İmtihÂNında; AkLın, NAKlen ALgısı KemâLât mEYyvesidir..


لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
Resim---"Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumîtu, rabbukum ve rabbu âbâikumu’l- evvelîn (evvelîne).: O’ndan başka İlâh yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin ve evvelki (sizden önceki) babalarınızın Rabbidir.”
(Duhân 44/8)

وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا
Resim---"Ve ennehu huve emâte ve ahyâ.: Ve muhakkak ki, öldüren ve dirilten O’dur.”
(Necm 53/44)

İnsanoğluna üflenen RahmÂN Nefhasıyla HAYy nefesi, candan cana, âdem aleyhisselâmın İLK Nefesi olarak Tohumdan tohuma zincirlenip gitmektedir HAYyatta..
Anasır-ı Erbaamıza ki; Toprak-Ateş-Su-Hava unsurlarımıza HaYyat veren sürekli RahmÂNî RÛHî Nefha sanki hiç kesilmeyen bir CERyÂN Bağımız gibidir, Şahdamarımızdaki CÂN-CÂNÂN BİZ BİR-İZ-liğimİZde..

Elbette bu Sanal-izafî-geçici-ölümlü Âleme imkânlar içinde KULLuk İmtihÂNı İmÂN ve AmeL Kaderimiz ile EL HaYy Tecellîsiyle Doğup-YAŞAyıp EL Muhyî TeceLLîsiyle de, bu sahneden çıkıp gitmekte ki, bendenen ÖLmekteyiz.. Sebebin SonUÇ-u ise KULLuk Tevhididir.:


الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---"Ellezî halâka’l- mevte ve’l- hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ (amelen), ve huve’l- azîzu’l- Gafûr (gafûru).: “Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur.”
(Mülk 67/2)

El Azîz:
Resim

El Gâfuru:

Resim


قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاء وَالأَرْضِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Kâle rabbî ya’lemu’l- kavle fî’s- semâi ve’l- ardı ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: (O şöyle) dedi: “Benim Rabbim, semadaki ve yerdeki sözü bilir. Ve O, (en iyi) işiten, (en iyi) bilendir.”
(Enbiyâ 21/4)

Es Semîu:
Resim

El Alîm:

Resim

Bu, bÖYLe OLuşlar elbette İnsanoğlunu yaratanın takdir ettiği kaderidir.:

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ
Resim---"Nahnu kaddernâ beynekumu’l- mevte ve mâ nahnu bi mesbûkîn (mesbûkîne).: Sizin aranızda ölümü Biz, Biz takdir ettik. Ve Biz, önüne geçilmiş (veya geçilebilecek) olan değiliz (bu takdirimizi kimse bozamaz).”
(Vâkıa 56/60)

Şu Yalan Dünyada binbir EMEL peşinde koşan İnsanoğlu ECELi teCELLî edince herkesin CÂNını TENinden ayırır.:

وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---"Ve len yûahhirâllâhu nefsen izâ câe eceluhâ, vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn (ta’melûne).: Ve Allah, hiçbir nefsi (hiçbir kimseyi) eceli geldiği zaman asla tehir etmez (ertelemez). Ve Allah, sizin yaptıklarınızdan haberdar olandır.”
(Münâfikûn 63/11)

Mutlak OLacak olan Mahşer Muhasebesindeyse İnsanoğlunun her Hücresi kendi yaptıklarının şâhidi olup EMRuLLahı DUYmayıp Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e UYmadıysa yaşadığına pişman olacak:

إِنَّا أَنذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنتُ تُرَابًا
Resim---"İnnâ enzernâkum azâben karîbâ (karîben), yevme yanzuru’l- mer’u mâ kaddemet yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ (turâben).: Muhakkak ki, sizi yakın bir azabla uyardık. O gün kişi, elleri ile takdim ettiği şeye bakacak. Ve kâfir olan: “Keşke ben toprak olsaydım.” diyecek.”
(Nebe 78/40)

EMRuLLahı DUYup Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e Uyduysa ebedî CeNNetlerde BİZ BİR-İzidir:

ASLa unutmamalıyız ki, Yaratılış Sebeb ve Son-UÇ NÛrumuz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in NÛRU Olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin NÛRundan Sebeb yaratılan AKL-ı SİLM Sâhibi İnsÂNoğlunun Hayat Hedefi-sonUÇu RABBı TeÂLÂ’ya RUCÛ’ YOLu Rıza Rehberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir.:


لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا
Resim---"Lekad radiyallâhu ânil mu’minîne iz yubâyiûneke tahte’ş- şecereti fe âlime mâ fî kulûbihim fe enzele’s- sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ (karîben).: Andolsun ki, o ağacın altında sana tâbî oldukları zaman Allah, mü’minlerden razı oldu. Ve onların kalplerinde olanı biliyordu. Böylece onların üzerine sekînet indirdi. Ve onlara yakın bir fetih nasip etti.”
(Fetih 48/18)

Şu Şehâdet HAYyatında, her nefsin mutlaka içinde olacağı NEFS Cehennemimden geçebilmesi için TEK-BİR YOL olan ŞERiat-ı Garrâ YOLUnu BİLip-BULup-OLup-YAŞAyarak GEÇip de,
Kalbine NÛR Güneşi Doğarak CÂN EVİnde-Habli’l- VERîDinde ÖZde AKRABAsı CÂNÂNınıyla BİZ BİR-İZ YAŞAma MuhaMMedî Şefâat Şifâsı Şerefine Şâhid olması gerek ki, o zaman gerçek cennet, huri, gılman neymiş hele bir yaşasın ve de, RIDVÂN ->Raziyeten-Merziyyeten BİZ BİR-İZ RIZÂ BÂZÂRı SultÂNı OLsun İnşâe ALLAHu TeÂLLÂ!.


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

El Mümît ismi, Tirmizi ve İbni Mâce Hadislerindegeçmektedir, Kur'ÂN-ı Kerîmde isim sigası ile hiç geçmemektedir. Ancak bu ismin ALLAHu zü’l- CeLÂL’e izâfeten ism-i faili olarak türetildiği fiil şeklinde 16 âyette geçmektedir.:

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---"Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn(turceûne).: Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? (Kıyamet günü sur’a üfürüldükten sonra) siz ölü idiniz. Sonra sizi (kıyamet günü) diriltti. Sonra sizi (sur’a ikinci defa üfürüldüğünde) öldürecek. Sonra sizi (sur’a üçüncü defa üfürüldüğünde) diriltecek. Sonra (İndi İlâhi’de) O’na döndürüleceksiniz.”
(Bakara 2/28)

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَآجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رِبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ إِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّيَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ قَالَ أَنَا أُحْيِي وَأُمِيتُ قَالَ إِبْرَاهِيمُ فَإِنَّ اللّهَ يَأْتِي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---"E lem tera ilellezî hâcce ibrâhîme fî rabbihî en âtâhullâhu’l- mülk (mulke), iz kâle ibrâhîmu rabbiyellezî yuhyî ve yumîtu, kâle ene uhyî ve umît (umîtu), kâle ibrâhîmu fe innallâhe ye’tî bi’ş- şemsi mine’l- maşrıkı fe’ti bihâ mine’l- magribi fe buhitellezî kefer (kefere), vallâhu lâ yehdil kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah’ın kendisine meliklik (hükümdarlık) vermesi sebebiyle (azarak) Rabbi hakkında İbrâhîm ile tartişân kimseyi görmedin mi? İbrâhîm (a.s) (ona): “Benim Rabbim ki O, diriltir ve öldürür.”demişti. (O da): “Ben de diriltir ve öldürürüm.”dedi. İbrâhîm (a.s): “Öyleyse muhakkak ki Allah, Güneş’i doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir.”dedi. O zaman (Allah’ı) inkâr eden kimse şaşırıp kaldı (cevap veremedi). Allah zâlimler kavmini hidâyete erdirmez.”
(Bakara 2/258)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَقَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُواْ فِي الأَرْضِ أَوْ كَانُواْ غُزًّى لَّوْ كَانُواْ عِندَنَا مَا مَاتُواْ وَمَا قُتِلُواْ لِيَجْعَلَ اللّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fî’l- ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumît (yumîtu), vallâhu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir.”
(Âl-i İmrân 3/156)

El Basîru:
Resim


قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---"Kul yâ eyyuhân nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîânillezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyi’l- ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne).: De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah’ın Resûl'üyüm. O ki; semaların ve arzın mülkü, O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmî, nebî, Resûl'üne îmân edin ki; O, Allah’a ve O’nun kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O’na tâbî olun ki; böylece siz, hidâyete eresiniz.”
(A’râf 7/158)

إِنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---"İnnallâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yuhyî ve yumît (yumîtu), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: Semaların ve yerin mülkü muhakkak ki; Allah’ındır. Yaşatır (hayat verir) ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka bir dost ve bir yardımcı yoktur.”
(Tevbe 9/116)

El Veliyyü:
Resim

En Nasîru:

Resim


هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---"Huve yuhyî ve yumîtu ve ileyhi turceûn (turceûne).: O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.
(Yûnus 10/56)

وَإنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Resim---"Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnu’l- vârisûn (vârisûne).: Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.”
(Hicr 15/23)

El Vâris:
Resim


ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve ennehu yuhyi’l- mevtâ ve ennehu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Muhakkak ki Allah, işte O, Hakk’tır. Ve muhakkak ki O, ölüleri diriltir ve muhakkak ki O, herşeye kaadirdir.”
(Hacc 22/6)

El Kadîru:
Resim


وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
Resim---"Vellezî yumîtunî summe yuhyîni: Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O’dur.”
(Şuarâ 26/81)

وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ
Resim---"Ve huvellezî ahyâkum summe yumîtukum summe yuhyîkum, inne’l- insâne le kefûr (kefûrun).: Ve size hayat veren, sonra sizi öldürecek olan, sonra da sizi diriltecek olan, O’dur. Muhakkak ki insan, gerçekten nankördür.”
(Hacc 22/66)

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ هَلْ مِن شُرَكَائِكُم مَّن يَفْعَلُ مِن ذَلِكُم مِّن شَيْءٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Allâhullezî halâkakum summe razakakum summe yumîtukum summe yuhyîkum, hel min şurakâikum men yef’alu min zâlikum min şey’in, subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki sizi yarattı. Sonra sizi rızıklandırdı (dünyada rızık verdi ve nefsinizin kalbini nurlarla doldurdu). Sonra sizi öldürecek, sonra da sizi diriltecek. Sizin ortaklarınızdan (putlarınızdan), bunlardan birini yapacak var mı? Allah Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). Ve şirk koştukları şeylerden yücedir.”
(Rûm 30/40)

هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ فَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---"Huvellezî yuhyî ve yumît (yumîtu), fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Hayat veren de öldüren de O’dur. O, bir işe hükmettiği (karar verdiği) zaman ona sadece "Ol!" der. Ve o, hemen olur.”
(Mü’min 40/68)

لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
Resim---"Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumîtu, rabbukum ve rabbu âbâikumu’l- evvelîn (evvelîne).: O’ndan başka İlâh yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin ve evvelki (sizden önceki) babalarınızın Rabbidir.”
(Duhân 44/8)

قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---"Kulillâhu yuhyîkum summe yumîtukum summe yecmeukum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ raybe fîhi ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: De ki: “Allah sizi yaşatır, sonra öldürür. Sonra sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet günü (birâraya) toplar.” Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.”
(Câsiye 45/26)

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ
Resim---"İnnâ nahnu nuhyî ve numîtu ve ileyne’l- masîru.: Muhakkak ki Biz; Biz diriltiriz ve Biz öldürürüz. Ve dönüş Bize’dir.”
(Kaf 50/43)

لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yuhyî ve yumît (yumîtu), ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Semaların ve arzın (yeryüzünün) mülkü O’nundur. Hayata getirir ve öldürür. Ve O, herşeye kaadirdir.”
(Hadîd 57/2)

Resim---Ensâr’dan bir adam gelerek Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem selâm verdi. Sonra: “Yâ Resûlullah! Mü‟minlerin hangisi daha faziletlidir?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ahlâkı en güzel olan” buyurdu.
Adam: “Peki, mü‟minlerin hangisi daha akıllıdır?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de: “Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlanandır.” buyurdu.

(İbni Mâce, Kitabu’z-Zühd 4259)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanında bir adamdan övgüyle söz edildi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ölümü hatırlama konusunda ne durumdaydı?” diye sordu.
“Çok fazla hatırlamazdı” dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Öyleyse söylediğiniz gibi biri değilmiş!.” buyurdu.

(Ebu Nuaym/Hilyetu’l-Evliyâ 7/299)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in sabah akşam okumamızı tavsiye ettiği şu duâya dikkât etmeliyiz:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’na aittir. O diriltir ve öldürür. O’nun gücü her şeye yeter.” buyurdu.:
(Ebu Davûd 5072)

Eşhedu en Lâ İlâhe İllallah.Vahdehü Lâ Şerike Lehu, Lehü’l- Mülkü ve Lehü’l- Hamdü Yuhyi Ve Yümit. Ve Hüve Hayyün Lâ Yemütü biyedihi’l- Hayr.Ve Hüve alâ Küllî Şey’in Kadîr.:
Ben şehâdet ederim ki, ALLAHu TeâLâ’dan başka hiçbir İlâh yoktur; Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. O diriltir, O öldürür. ALLAH hiç ölmeyecek olan tek diridir. Bütün hayırlar onun dilemesiyledir.Ve O, herşeye hakkıyla gücü yetendir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim



111- El Müntâkimu celle celâluhu:


El Müntâkimu:
Resim

Resim

El Müntâkimu : İntikam alan ve aldıran. Hak edeni ve tevbe etmeyeni cezâlandıran. Öc alan (nakm: hoşnutsuzluğun öfke ve nefret derecesine varmasıdır). Bâtıla inanıp şerri tercih edenlerden öc alıcı ve intikam isteyici olan ALLAHu zü’l- CELÂL...


ALLAHu zü’l- CELÂL’in intikamı, kullarının MuhaMmedî Terbiyeden geçmemiş Nefsinin; öfke, kin, garaz, nefret gibi yasak duyguların intikam hevesiyle işlenmesi gibi düşünülemez..
ALLAHu zü’l- CELÂL, SünnetULLAH’ta, yaratıkları arasındaki ilişkilerde, denge ve düzende en hassas İlahî Adaleti; Merhameti, Lütfu ve İhsanı gereği gerçekleştiren, ve nankörlük yapanlardan da intikam alandır..

Yaratılışımızın tek gâyesi olan KULLukta Kemâlât Yolu ->HüKmuLLahı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Nefesinden-SESinden DUYup UYmaktır..
MuhaMmedî Mü’min kimselerin; El Müntâkim ALLAH celle celâlihu şiddetli azabına düşmeden önce ALLAHu zü’l- CELÂL’in merhametine sığınıp; El Gafâr, El Gafîr, El Gaffâr, Et Tevvâb, El Afûvv isimlerine sarılma ve lütfuna ihsanına yönelme Kurtuluş yolları hep açıktır hamd olsun!.
Müntâkimu: ŞeriatuLLAH’ın bildirdiği suçları işleyenin cezâsını hakkı ile veren; başkalarına haksızlık edenlere lâyık oldukları cezâyı veren; hiç kimsenin yaptığı kötülüğü yanına bırakmayan, mazlumun intikamını zâlimden alan. Kendine ve resûllerine âsi olup savaşanların gerek bu dünyada gerek âhirette intikam alandır.

İnsanlardan iman edip, cehâletleri, bilgisizlikleri nedeni ile zaman zaman ALLAH celle celâlihu’ya karşı suç işleyenler, eğer tevbe ederlerse, umulur ki ALLAHu zü’l- CELÂL ‘in affına mahzar olurlar. Bunlardan affedilmeyen veya tevbe etmeyenler kötülüklerinin karşılığını birebir olmak üzere mutlaka âhirette görürler.
Ama inandıkları halde işledikleri kötülükler “kul hakkı”nı ilgilendiriyorsa bunlar, ya o kullarlarla helâlleşip onlar tarafından affedilirler ki, dolayısı ile ALLAH celle celâlihu tarafından da affedilirler. Ya da, o kullardan helâllik dilemez de haksızlığa devam ederlerse bunlara, bu dünyada haksızlıklarının bedeli ALLAHu zü’l- CELÂL’in El Müntâkim ismi ile ödetilir ve âhirette de suçları kadar cezâ görürler..

Suçları israrla işleyip de, pişman olmayanların ALLAHu zü’l- CELÂL tarafından mutlaka cezâlandırılacağı ve yaptıklarının karşılığını görürecekleri Kur'ÂN-ı Kerîmde bildirilmiştir:


أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَن يَسْبِقُونَا سَاء مَا يَحْكُمُونَ
Resim---"Em hasibellezîne ya’melûne’s- seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn (yahkumûne).: Yoksa seyyiat işleyenler (kötülük yapanlar), Bizim imtihanımızı geçeceklerini mi sandılar? Hüküm verdikleri şey ne kötü!”
(Ankebût 29/4)

فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ هَؤُلَاء سَيُصِيبُهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ
Resim---"Fe esâbehum seyyiâtu mâ kesebû, vellezîne zâlemû min hâulâi se yusîbuhum seyyiâtu mâ kesebû ve mâ hum bi mu’cizîn (bimu’cizîne).: Böylece kazandıkları şey, seyyiat (günahlar, kötülükler olarak), onlara isabet etti. Ve bunlardan zulmetmiş olanlara, kazandıkları şey (olan) seyyiat, yakında isabet edecek. Ve onlar, aciz bırakabilecek (azabı önleyebilecek) güce sahip değiller.”
(Zumer 39/51)


Nakm: (Nakmet) İntikam, öç alma. Ezâ vererek cezâlandırma. hoşnutsuzluğun öfke ve nefret derecesine varmasıdır.
Nekame: Bir işi kerih görüp ayıplamak. Yadırgamak. Öc almak. Cezâlandırmak.
Nekkame: Çok çok ayıplamak. İyice yadırgamak.
İntekame: İntikam almak. Cezâlandırmak.
Nikmet: Nikmet. Cezâ.


Kur'ÂN-ı Kerîmde El Müntâkim celle celâlihu ismi, isim sigası ile tekil olarak hiç geçmemekte, sadece 3 âyette çoğul şekli ile geçmektedir..:

مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ
Resim---"Min kablu huden lin nâsi ve enzele’l- furkân (furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd (şedîdun), vallâhu azîzun zuntikâm (zuntikâmin).: Daha önce insanlar için, hidâyete erdirici olarak (Tevrat'ı ve İncil'i indirdi) ve (sonra da) Furkan'ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur'ân’ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azab vardır. Ve Allah Azîz'dir, intikam sahibidir (intikam alandır).”
(Âl-i İmrân 3/4)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ taktulû’s- sayde ve entum hurum (hurumun) ve men katelehu minkum muteammiden fe cezâun mislu mâ katele minen neami yahkumu bihî zevâ adlin minkum hedyen bâliga’l- ka’beti ev keffâratun taâmu mesâkîne ev adlu zâlike siyâmen li yezûka vebâle emrihî afâllâhu amma selef (selefe) ve men âde fe yentakimullâhu minhu vallâhu azîzun zûntikâm (zûntikâmin).: Ey îmân edenler! Siz ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. Ve sizden kim kasten (bilerek) onu öldürürse, o zaman kendisine öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezâsı vardır ki, (bunun öldürülen hayvanın dengi olduğuna dair) içinizden, âdil iki kimse takdir edip karar verir. Kâbe'ye ulaşacak (Kâbe'ye götürülüp orada kesilecek) bir kurban veya yoksulları yedirme şeklinde bir kefâret, ya da buna denk bir oruçtur ki bu, böylece o yaptığı işin vebalini tatması içindir. Allah, geçmiştekileri (işlenen bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o taktirde Allah ondan intikam alır. Allah Azîz'dir, intikam sahibidir.”
(Mâide 5/95)

فَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Resim---"Fe lâ tahsebennallâhe muhlife va’dihî rusulehu, innallâhe azîzun zuntikâm (zuntikâmin).: Öyleyse Allah’ı sakın resûllerine karşı vaadini yerine getirmez sanma. Muhakkak ki; Allah, azîzdir, intikam sahibidir.”
(İbrâhim 14/47)

Başka sigalarda ise 9 âyette geçmekte ki, toplam 12 âyette geçmektedir.:

فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ
Resim---"Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fîl yemmi biennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn (gâfilîne).: Âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyle, böylece onlardan intikam aldık ve onları denizde boğduk.”
(A’râf 7/136)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---"Ve lekad erselnâ min kablike rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fentekamnâ minellezîne ecramû, ve kâne hakkan aleynâ nasrul mu’minîn (mu’minîne).: Ve andolsun ki, senden önce onların kavmine resûller gönderdik. Böylece onlara beyyineler (kesin deliller) getirdiler. Bunun üzerine mücrimlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım, Bizim üzerimize hak oldu.”
(Rûm 30/47)

فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُّبِينٍ,
Resim---"Fentekamnâ minhum, ve innehumâ le bi imâmin mubîn (mubînin).: Bu sebeple onlardan da intikam aldık ve muhakkak ki; ikisi de (iki şehir de-Lût kavminin yaşadığı Sodom ile Şu’ayb kavminin yaşadığı Eyke) gerçekten, açıkça bir rehberdir (gelecek nesillere ibrettir).”
(Hicr 15/79)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---"Ve lekad erselnâ min kablike rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bi’l- beyyinâti fentekamnâ minellezîne ecramû, ve kâne hakkan aleynâ nasru’l- mu’minîn (mu’minîne).: Ve andolsun ki, senden önce onların kavmine resûller gönderdik. Böylece onlara beyyineler (kesin deliller) getirdiler. Bunun üzerine mücrimlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım, Bizim üzerimize hak oldu.”
(Rûm 30/47)

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنتَقِمُونَ
Resim---"Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî summe a’rada anhâ, innâ mine’l- mucrimîne muntekimûn (muntekimûne).: Ve Rabbinin âyetleri zikredildikten (hatırlatıldıktan) sonra ondan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim vardır? Muhakkak ki Biz, mücrimlerden intikam alacak olanlarız.”
(Secde 32/22)

وَمَن يَهْدِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّضِلٍّ أَلَيْسَ اللَّهُ بِعَزِيزٍ ذِي انتِقَامٍ
Resim---"Ve men yehdillâhu fe mâ lehu min mudıllin, e leysallâhu bi azîzin zîntikâm (zîntikâmin).: Ve Allah, kimi hidâyete erdirirse, o zaman onun için dalâlete düşürebilecek (kimse) yoktur. O, Azîz (yüce ve üstün), intikam sahibi değil mi?”
(Zümer 39/37)

فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Resim---" Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).: Bunun üzerine onlardan intikam aldık. İşte bak, yalanlayanların akıbeti (sonu) nasıl oldu!”
(Zuhrûf 43/25)

فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ
Resim---"Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum muntekımûn (muntekımûne).: Şu halde Biz seni alıp götürürsek, elbette onlardan intikam alacağız.”
(Zuhrûf 43/41)

فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ
Resim---"Fe lemmâ âsefûnântekamnâ minhum fe agraknâhum ecmaîn (ecmaîne).: Bunun üzerine, bizi eseflendirdiler (üzdüler), biz de onlardan intikam aldık. Bu sebeple onların hepsini boğduk.”
(Zuhrûf 43/55)

يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ
Resim---"Yevme nebtışu’l- batşetel kubrâ innâ muntekimûn (muntekimûne).: Büyük bir şiddetle (onları) yakalayacağımız gün, Biz mutlaka intikam alacak olanlarız.”
(Duhân 44/16)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim



112- El Müsteânu celle celâluhu:


El Müsteânu:
Resim

Resim

El Müsteânu : Kendisinden yardım beklenen, yardım dilenilen, yardım istenen ve tüm istekleri mutlak karşılayıcı olan ALLAHu zü’l- CELÂL....


El Müsteânü: Kendisinden yardım beklenen, yardım dilelenen, yardım istenen ve tüm istekleri mutlak karşılayıcı olan ALLAHu zü’l- CELÂL.
Eâne: Yardım etmek.
Avvene: Birine yardım etmek.
Teavene: Yardımlaşmak.
İsteâne: Yardım istemek.
İâne: İane, yardım.
Avn: Yardımcı, yardım, meded, faydalı.
Müstean: (Avn. dan) Kendisinden yardım beklenen, yardım istenen.
Muâvin: Muavin, yardımcı..


Yardım etmek anlamındaki "a-v-n" kökünden gelen “müsteân”, kendisinden yardım istenen demektir..
Müsteân İsmi, istiâne ve inâyeti ifâde eder. İnâyet ise; yardım, lütuf ve meded etmek anlamı yanında daha geniş anlamları kapsadığı için sadece ALLAHu zü’l- CELÂL’in Sifât ismidir.
El Müsteânu ismi, Es Samedu, El Veliyyü, El Mevlâ, En Nasîru celle celâlihu isimleriye anlam tamlar..

Hadis-iŞeriflerde geçmemekte, Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’l- CELÂL’in sıfatı olarak 2 âyette geçmektedir.:


وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ
Resim---"Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib (kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), vallâhu’l- musteânu alâ mâ tasıfûn (tasıfûne).: Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiâne (yardım) istenecek olan (sadece) Allah’tır.”
(Yûsuf 12/18)

قَالَ رَبِّ احْكُم بِالْحَقِّ وَرَبُّنَا الرَّحْمَنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ
Resim---"Kâle rabbıhkum bi’l- hakk (hakkı), ve rabbunâ’r- rahmânu’l- musteânu alâ mâ tasıfûn (tasıfûne).: (Resûlullah) Dedi ki: "Rabbim, hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahmân (olan Allah)dır."
(Enbiyâ 21/112)

ALLAHu zü’l- CELÂL, biz kullarına; namaz / dua ve sabırla Allah'tan yardım istememizi emretmiştir:

وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ
Resim---"Vesteînû bis sabri ve’s- salât (salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâ’l- hâşiîn (hâşiîne).: (Allah’tan) sabırla ve namazla istiâne (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.”
(Bakara 2/45)

قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللّهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ
Resim---"Kâle mûsâ li kavmihisteînû billâhi vasbirû, inne’l- arda lillâhi yûrisuhâ men yeşâu min ibâdihî, ve’l- âkıbetu li’l- muttekîn (muttekîne).: Musa (A.S) kavmine şöyle dedi: “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Ve sonuç (zafer) takvâ sahiblerinindir.”
(A'râf 7/128)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in Gerçek yardım etmeye mutlak gücü yeten, her türlü yardım istenilen, merhamet edenlerin en merhametlisi olduğu, Fâtiha Sûresinde mü’minlere öğretilmiştir:

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Resim---"Bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm.: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.”
(Fâtiha 1/1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”
(Fâtiha 1/2)

الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Resim---"Er rahmâni’r- rahîm (rahîmi).: Rahmân’dır, Rahîm’dir.”
(Fâtiha 1/3)

مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Resim---"Mâliki yevmi’d- dîn (dîne).: Din gününün malikidir.”
(Fâtiha 1/4)

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Resim---"İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz.”
(Fâtiha 1/5)

Es Samed olan ALLAHu zü’l- CELÂL; Fakriyyet, Acziyyet, Zillet ve İllet sifâtlarıyla yarattığı KULLarının tek sığınağıdır ki, her nefs buna Muhtaç-Mecbur-Me’mur-Mahkumdur..
O’nun dışında hiçbir nefsin-kimsenin, değil başkasına, kendi nefsine bile yardım etme hakkı ve imkanı-durumu yoktur. Allah dilediğini dilediği şekilde yönlendirmeye, değiştirmeye kadirdir. O’nun "Ol" demesiyle her dilediği oluverir.


إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---"İnnellezîne ted’ûne min dûnillâhi ıbâdun emsâlukum fed’ûhum felyestecibû lekum in kuntum sâdıkîn (sâdıkîne).: Muhakkak ki; Allah’tan başka dua ettikleriniz sizler gibi kullardır. Öyleyse onları çağırın. Eğer doğru sözlü iseniz böylece size (sizin duanıza) icâbet etsinler (duanızı yerine getirsinler).”
(A’râf 7/194)

إِنَّ وَلِيِّيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ
Resim---"İnne veliyyiyallâhullezî nezzele’l- kitâbe ve huve yetevelle’s- sâlihîn (sâlihîne).: Muhakkak ki; Kitab'ı (Kur’ân-ı Kerîm’i) indiren Allah benim dostumdur. Ve O, salihlere velîlik yapar (dosttur).”
(A’râf 7/196)

وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَكُمْ وَلآ أَنفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
Resim---"Vellezîne ted’ûne min dûnihî lâ yestetîûne nasrakum ve lâ enfusehum yensurûn (yensurûne).: O’ndan başka dua ettiğiniz şeyler (çağırdıklarınız) size yardım etmeye muktedir değillerdir (güç yetiremezler) ve kendilerine de yardım edemezler.”
(A’râf 7/197)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in, tüm isimlerinin Mazharı-Zuhur Noktası olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e Bizim için inâyet istiâne emri ne muhteşemdir.:

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Resim---"Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve li’l- mu’minîne ve’l- mu’minât (mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.: “Yâ MuhaMMed!.) Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de..”
(MuhaMMed 47/19)

Kur'ÂN-ı Kerîmimizde inâyet ve istiâne:

قُلِ اللّهُ يُنَجِّيكُم مِّنْهَا وَمِن كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ أَنتُمْ تُشْرِكُونَ
Resim---"Kulillâhu yuneccîkum minhâ ve min kulli kerbin summe entum tuşrikûn (tuşrikûne).: De ki: “Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz (O’na) ortak koşuyorsunuz.”
(En’âm 6/64)

فَسَقَى لَهُمَا ثُمَّ تَوَلَّى إِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ
Resim---"Fe sekâ lehumâ summe tevellâ ilâz zılli fe kâle rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr (fakîrun).: Böylece ikisinin (sürüsünü) suladı, sonra gölgeye döndü ve "Rabbim muhakkak ki ben, bana hayır olarak indirdiğin herşeye fakirim (muhtacım)." dedi.”
(Kasas 28/24)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
Resim---"Yâ eyyuhân nâsu entumu’l- fukarâu ilâllâhi, vallâhu huve’l- gâniyyu’l- hamîd (hamîdu).: Ey insanlar! Sizler, Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Ve Allah ki, O; Gâni’dir (zengin, ihtiyacı olmayan), Hamîd’dir (hamdedilen).”
(Fâtır 35/15)

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---"İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimu’l- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bi’l- cennetilletî kuntum tûadûn (tûadûne).: Muhakkak ki: “Rabbimiz Allah’tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (Allah’a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle sevinin!” (derler).”
(Fussilet 41/30)



Resim


İSLÂM DİNimizde İSTİGÂSE İSTİ’ÂNE TEVESSÜL NEdir?.

Ömrüm boyunca şu fitne zümresine kızmışımdır ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi Kur'ÂN-ı Kerîmce anlamaktan habersiz ve hâşâ: “Bir postacı gibi Kur'ÂN-ı Kerîmi getirdi öldü gitti!.” Zanneden Vehhabî uşakları. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme saygısız, salâvât ve şefâtını inkâr eden münafıklar.. Bu geri zekâlı mahluklar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile ilgili Kur'ÂN-ı Kerîmdeki BUYrukları GÖRemiyorlar ki;

Resim Kur'ân-ı Kerimimizde;

1-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE TESLİM OLUN!:


(Ahzâb 33/56) (Âl-i İmrân 3/20)

ResimKur'ân-ı Kerimimizde;

2-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE İMAN EDİN!:


(A'raf 7/158) (Nur 24/47, 62) (Fetih 48/9, 13) (Hucurât 49/15) (Hadid 57/7, 19, 21) (Mücâdile 58/4) (Saff 61/11)

Resim Kur'ân-ı Kerimimizde;

3- ALLAH'A VE RESÛLÜNE TÂBİ OLUN- istecibü!:


(Âl-İ İmrân 3/172) (Enfâl 8/24)

Resim Kur'ân-ı Kerimimizde;

4- ALLAH'A VE RESÛLÜNE İTÂAT EDİN!:


Âl-İ İmrân 3/32, 132; Nisâ 4/13, 59, 69, 80; Mâide 5/92; Enfâl 8/1, 20, 46; Tevbe 9/71; Nûr 24/47, 52, 54; Ahzâb 33/31, 33, 66, 71; Muhammed 47/33; Feth 48/17; Hucûrat 49/14; Mücâdile 58/13; Tegâbûn 64/12
Âyetlerinde geçmektedir.

O Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ki ALLAHu Zü’L- CELÂL’in El Müsteânu celle celâlihu İsm-i Şerîfinin TeCELLî Tahtası ve Zuhur Menbağıdır hamd olsun!.

Şimdi bu zavallı insanların: “Allah’tan başkasından yardım istenmez!.” deyip de, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme çok gördükleri: İstigâse, İsti’ane, Tevessül, Teveccüh, Vesile kelimelerinin ANLAmını ANLAyalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..


İstigâse:

Şefaat dileme, yardım isteme, ALLAHu TeÂLÂ’dan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi, diğer Peygamberlerimiz ve Evliyâ zatları, sevdiği kullarını vesile ederek yani araya koyarak isteme, yalvarma, dua etme demektir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamette insanlar, önce Âdem, sonra Musâ ve sonra MuhaMMed ile istigâse ederler.” buyurdu.
(Buharî)

İstigase olunan, yardım istenilen ve yardımı yaratan, yalnız ALLAHu TeÂLÂdır. Ancak peygamberler, Evliyâ zatlar, salih kullar ve benzerleri birer vasıtadır, vesiledir yani sebebdir. İstenilen şeyi yaratan ise yalnız ALLAHu TeÂLÂdır. (Şevahidü’l- hak)

İmam-ı Sübkî kaddesallahu sırrahu buyuruyor ki:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile tevessül etmek, yani istigâse etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile Müslümanların diline düştü.
(Camiu’s- sagir şerhi)

Vehhabiler: “Allah’tan başkasından yardım istemek, ona sığınmak şirktir” diyorlar. Oysa, Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek şirktir. Bunu bilmeyen hiçbir Müslüman da yoktur; fakat başkasından da istigâse olunacağını, mecâz olarak söylemek câizdir; çünkü Kur'ÂN-ı Kerîmde âyet-i kerimede:

وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِّنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِن شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِن شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ
Resim---"Ve dehale’l- medînete alâ hîni gafletin min ehlihâ fe vecede fîhâ raculeyni yaktetilâni hâzâ min şîatihî ve hâzâ min aduvvihî, festegâsehullezî min şîatihî alâllezî min aduvvihî, fe vekezehu mûsâ fe kadâ aleyhi kâle hâzâ min ameli’ş- şeytân (şeytâni), innehu aduvvun mudillun mubîn (mubînun).: Ve (Hz. Musa, kendisine hikmet verilmeden önce) şehir halkı gaflette olduğu bir zamanda (kimse farkında olmadan) şehre girdi. Orada dövüşen iki adam buldu. Biri kendi tarafından, diğeri ona düşman taraftan. O zaman onun (Musa aleyhisselâm)’ın) tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) onu yumrukladı (öldürdü). Böylece (ölüm) kaza edildi (hüküm yerine geldi). Musa (aleyhisselâm): "Bu şeytanın işidir. Muhakkak ki o, apaçık dalâlette bırakan bir düşmandır." dedi.”
(Kasas 15)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum!.” buyurdu.
(İbni Mâce)

İmam-ı Birgivî buyuruyor ki:
Resim---Bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir mü’minin kabrini ziyaret ederken: “Yâ RaBBi!. MuhaMMed aleyhisselâm hürmetine, buna azab yapma” denirse, ALLAHu Teâlâ, kıyamete kadar azabını durdurur) buyurulmaktadır.
(Etfal-ü’l- Müslimin)


İsti’âne:

İsti’ane de yardım istemek demektir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden ve Evliyâdan şefaat istemek, istiâne yani yardım istemek, ALLAHu TeÂLÂyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtasıyla ALLAHu TeÂLÂ’dan yağmur beklemek, ilaç içerek ALLAHu TeÂLÂ’dan şifâ beklemek, top, bomba, füze, uçak kullanarak ALLAHu TeÂLÂ’dan zafer beklemek, hep ALLAHu TeÂLÂ’dan istiânedir. Bunlar sebebdir. ALLAHu TeÂLÂ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir.

Peygamber aleyhisselâmlar hep sebeplere yapıştılar. ALLAHu TeÂLÂnın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, O’nun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve ALLAHu TeÂLÂnın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, ALLAHu TeÂLÂnın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyânın ruhlarına gönül bağlanır. ALLAHu TeÂLÂnın elektromanyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, ALLAHu TeÂLÂyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir; çünkü radyo kutusundaki âletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren ALLAHu TeÂLÂdır. ALLAHu TeÂLÂ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.

Müşrik, kör aklıyla puta tapar, ALLAHu TeÂLÂyı düşünmez.
Müslüman ise, sebebleri, vasıtaları kullanırken, sebeblere, mahlûklara, tesir, hassa veren ALLAHu TeÂLÂyı düşünür. İstediğini ALLAHu TeÂLÂ’dan bekler. Geleni ALLAHu TeÂLÂ’dan bilir. Kıbdi’den kurtulmak için Musa aleyhisselâmdan istigâse eden yani yardım isteyen kişinin yardımını bildiren âyet-i kerimenin mânâsı da, böyle olduğunu göstermektedir.

MuhaMmedî Mü’minler her namazda Fâtiha Sûresinde:


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Resim---"Bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm.: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.”
(Fâtiha 1/1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”
(Fâtiha 1/2)

الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Resim---"Er rahmâni’r- rahîm (rahîmi).: Rahmân’dır, Rahîm’dir.”
(Fâtiha 1/3)

مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Resim---“Mâliki yevmi’d- dîn (dîne).: Dîn gününün mâlikidir.”
(Fâtiha 1/4)

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Resim---"İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: Biz yalnızca Sana ibadet-kulluk eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz.”
(Fâtiha 1/5)

Her gün böyle söyleyen mü’minlere müşrik denilemez. Peygamberlerin, Evliyânın ruhlarından yardım istemek, ALLAHu TeÂLÂnın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mü’min olduklarını Fâtiha Sûresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir.
Vehhabîler maddî, fennî sebeblere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çâreye başvuruyorlar. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi ve Evliyâyı vesile edinmeye de şirk diyorlar..


Tevessül:

Tevessül, bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesile, sebep yapmak demektir. ALLAHu TeÂLÂnın sevdiklerinin YOLunu İZleyerek, onların hatırı, hürmeti için diyerek dua etmek veya bu sûretle yapılan duaya denir. İstigâse ve teşeffû da denir.

İmam-ı Sübkî buyuruyor ki:

“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizle tevessül etmek iki türlü olur:

Birincisi, Onun yüksek mertebesi, bereketi için ALLAHu TeÂLÂ’dan istemektir. Böyle dua ederken, tevessül, istigâse ve teşeffu sözlerinden her biri kullanılabilir. Üçü de, aynı şeyi bildirmektedir. Bu kelimeleri söyleyerek dua eden, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i vesile ederek, ALLAHu TeÂLÂ’dan istemektedir. Onu vasıta kılarak ALLAHu TeÂLÂ’dan istigâse etmektedir. Dünya işlerinde de, bir kimseden, onun çok sevdiğini vesile ederek bir şey istenilince, hemen vermektedir.

İkincisi, dileğe kavuşmak için, Resulullah’ın ALLAHu TeÂLÂya dua etmesini, Ondan istemektir, çünkü O, kabrinde diridir. İstenileni duyup anlar ve ALLAHu TeÂLÂ’dan ister. Kıyamet günü yapacağı şefaat de kabul edilecektir.
(Şevahidü’l- Hak)

Şihabüddin-i Remlî Hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberler ve Velîler öldükten sonra da, kendileriyle tevessül, istigâse olunur. Peygamberler ölünce mu’cizeleri bitmez. Velîler ölünce de, kerâmetleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, hac yabdıklarını, hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Şehidlerin de diri oldukları, kâfirlerle harb ederken yardım ettikleri bilinmektedir. (Şevahidü'l- Hak)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamette insanlar, önce Âdem aleyhisselâma istigâse edeceklerdir.” buyurdu.

(Buharî)

Hazret-i Ömer radiyallahu anhu, kıtlık olduğu zaman Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin amcası Hazret-i Abbas ile tevessül etti. Yani onu vesile ederek ALLAHu TeÂLÂ’dan yağmur istedi: “Yâ Rabbi!. Kıtlık olduğu zaman, Resûlullah efendimizle sana tevessül ederdik. Sen bize yağmur verirdin. Şimdi sana, Resûlullah efendimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et!.” diye dua edince, ALLAHu TeÂLÂ onlara yağmur verdi.
(Buharî)

Asırlardır, doğru yolda olan Müslümanlar, ALLAHu TeÂLÂnın sevgili kullarını vesile ederek dua etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşarak sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Duanın kabul olması haram lokma yememeye bağlıdır. Bu ise, ancak Cenab-ı Hakk’ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü veya diri ALLAHu TeÂLÂnın sevdiklerini araya koyarak yapılan dua, onların bereketiyle ve hatırları için kabul olmaktadır. Daha önce yapılmış olan salih amellerle de tevessül yapılır. (Saadet-i Ebediyye)

Kur'ÂN-ı Kerîm ve MuhaMmedî Meşreb ve Mezhebden,BİZ BİR-İZ-likten mahrum, ham akılına kul olanlar diyorlar ki:
“ALLAHu TeÂLÂ’dan başka bir şeyin bir iş yabdığını söyleyen, müşrik olur. Meselâ:
“Filân ilaç ağrıyı kesti”
“Terörist falancayı öldürdü”
“Resulullah'ın kabri şerifi yanında veya falanca evliyâ zâtın mezarı yanında ALLAHu TeÂLÂ duamı kabul etti” diyen müşrik olur.”

bu MuhaMmedî Mezhebden habersizler, mecâz ve isti’ânenin ne demek olduğunu anlayamıyorlar. Bir kimsenin bir işi yabdığını söylemeye, bu söz mecâz olarak söylenmiş olsa da, hemen şirk diyorlar. Hâlbuki ALLAHu TeÂLÂ, Kur’ân-ı kerim’in birçok yerinde, bir işin hakiki-batınî yapıcısının kendisi olduğunu, mecazî-zahirî yapıcısının da kulları olduğunu bildirmektedir.

Çünkü Hakiki Mutlak el Hâkim, ALLAHu Zü’L- CELÂL ve bu İsm-i Şerifin Mazharı/ Zuhur yeri Nûr-u MuhaMMed ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir.:


قُلْ إِنِّي عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَكَذَّبْتُم بِهِ مَا عِندِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ
Resim---"Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bihî, mâ indî mâ testa’cilûne bihî, ini’l- hukmu illâ lillâh (lillâhi), yakussu’l- hakka ve huve hayru’l- fâsılîn (fâsılîne).: De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hakkı anlatır. Ve O (hakkı bâtıldan), fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.”
(En’âm 6/57)

أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ
Resim---"E leysallâhu bi ahkemi’l- hâkimîn (hâkimîne).: Allah, hâkimlerin Hâkimi değil mi?.”
(Tîn 95/8)

El Hakîmü:
Resim

Çünkü Hakiki Mutlak El Hakemu, ALLAHu Zü’L- CELÂL ve bu İsm-i Şerifin Mazharı/ Zuhur yeri Nûr-u MuhaMMed ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir.:


فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا
Resim---"Fe lâ ve rabbike lâ yu’minûne hattâ yuhakkimûke fîmâ şecera beynehum, summe lâ yecidû fî enfusihim haracen mimmâ kadayte ve yusellimû teslîmâ (teslîmen).: Artık hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şey hakkında, seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı “içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça” îmân etmiş olmazlar.”
(Nisâ 4/65)

El Hakemu:
Resim

Birinci âyet-i kerime, hakiki mutlak hâkimin, yalnız ALLAHu Zü’L- CELÂL olduğunu bildiriyor.
İkinci âyet-i kerime ise, insana da, mecâz olarak hâkim denileceğini bildiriyor. İnsanlara mecâzen böyle hâkim, hakem, hüküm veren gibi şeyler söylemek şirk olmaz.


Mecâz: (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi. Meselâ: Bazı Hadis-i Şeriflerde dünyaya nezâret eden iki melâikenin öküze ve balığa benzetildiği gibi..

Bakınız Kur'ÂN-ı Kerîmimizde;

DİRİlten ve Öldüren, İŞin temelinde yalnız ve mutlaka ALLAHu Zü’L- CELÂL’dir.:


هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---"Huve yuhyî ve yumîtu ve ileyhi turceûn (turceûne).: O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.”
(Yûnus 10/56)

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---"Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhâ’l- mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
(Zümer 39/42)

قُلْ يَتَوَفَّاكُم مَّلَكُ الْمَوْتِ الَّذِي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
Resim---"Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).: De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız.”
(Secde 32/11)

فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ
Resim---" Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn(hâsirîne).: Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.”
(Mâide 5/30)

İlk iki âyette öldürenin ALLAHu TeÂLÂ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede insanları bu işle vekil olan meleğin öldürdüğü bildiriliyor. Dördüncü âyette ise, bir insanın diğerini öldürdüğü mecaz olarak bildiriliyor. “Anarşistler üç polisi öldürdü” demek niye şirk olsun ki?.

Tümm dertlere devâ ve hastalara şifâ veren de yalnızca ALLAHu Zü’L- CELÂL’dir.:


وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
Resim---" Ve izâ maridtu fe huve yeşfîni.: Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;”
(Şuarâ 26/82)

وَرَسُولاً إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللّهِ وَأُبْرِئُ الأكْمَهَ والأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللّهِ وَأُنَبِّئُكُم بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum mine’t- tîni ke heyeti’t- tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh (iznillâhi), ve ubriu’l- ekmehe vel ebrasa ve uhyî’l- mevtâ bi iznillâh (iznillâhi), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ve onu (Meryem oğlu Îsâ Mesih'i ), "Benî İsrâîl'e (İsrailoğulları’na)" resûl olarak gönderecek. (Onlara şöyle diyecek): “Muhakkak ki ben size Rabbiniz'den âyet (mucizeler) getirdim. Ben gerçekten size nemli topraktan kuş heykeli yaparım, sonra onun içine üflerim. O zaman o, Allah'ın izniyle kuş olur. Doğuştan kör olanı ve abraş hastalığını iyileştiririm. Ve Allah’ın izniyle ölüyü diriltirim. Yediğiniz şeyleri ve evlerinizde biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm. Eğer siz mü’minler iseniz muhakkak ki bunlarda sizin için elbette âyetler (deliller) vardır.”
(Âl-i İmrân 3/49)

Birinci âyet-i kerimede şifâ verenin ALLAHu Zü’L- CELÂL’in olduğu bildirilirken ikinci âyette mecâz olarak İsâ aleyhisselâmın şifâ verdiği bildiriliyor. Hatta ölüleri dirilttiği bildiriliyor. Hâlbuki yukarıda bildirilen âyet-i kerimede, öldürüp diriltenin yalnız ALLAHu TeÂLÂ olduğu bildirilmişti. Demek ki şifâ vermek, diriltmek, mecâz olarak insanlar için de kullanılabiliyor.

Çoluk çocuğu ana-baba yaptı gözükür ancak gerçekte ALLAHu Zü’L- CELÂL verir.:


رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---“Rabbi heb lî mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Rabbim, bana salihlerden (evlâtlar) hibe et-bağışla.”
(Sâffât 37/100)

İbrahim aleyhisselâmın hanımı Sara vâlidemiz de, ALLAHu TeÂLÂnın çocuk vereceği müjdesini duyunca:

قَالَتْ يَا وَيْلَتَى أَأَلِدُ وَأَنَاْ عَجُوزٌ وَهَذَا بَعْلِي شَيْخًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ
Resim---" Kâlet yâ veyletâ e elidu ve ene acûzun ve hâzâ ba'lî şeyhâ (şeyhan), inne hâzâ le şey'un acîb (acîbun).: "Vay bana" dedi (kadın). "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.."
(Hûd 11/72)

Ki ALLAHu Zü’L- CELÂL, onlara İshâk aleyhisselâmı vermiştir.:

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ كُلاًّ هَدَيْنَا وَنُوحًا هَدَيْنَا مِن قَبْلُ وَمِن ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَى وَهَارُونَ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Resim---"Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûb (ya’kûbe), kullen hedeynâ ve nûhâ (nûhan) hedeynâ min kablu ve min zurriyyetihî dâvude ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve hârûn (hârûne) ve kezâlike neczî’l- muhsinîn (muhsinîne).: Ve ona İshak (aleyhisselâm) ve Yâkub (aleyhisselâm)’ı bağışladık. Hepsini hidayete erdirdik. Ve daha önce Nuh (A.S)’ı hidayete erdirdik ve onun zürriyetinden Davud (aleyhisselâm), Süleyman (aleyhisselâm) , Eyyub (aleyhisselâm), Yusuf (aleyhisselâm), Musa(aleyhisselâm) ve Harun (aleyhisselâm)’ı da hidayete erdirdik. Ve işte böylece, muhsinleri mükâfatlandırırız.”
(En’âm 6/84)

İsâ aleyhisselâmı gerçekte ALLAHu Zü’L- CELÂL verdiği halde, Cebrâil aleyhisselâm, Meryem aleyhasselâm ANAmıza mecâzen:

قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا
Resim---"Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ(zekiyyen).: (Cebraîl aleyhisselâm) Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."
(Meryem 19/19)

ALLAHu Zü’L- CELÂL ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;
Her Yerde, Her Zaman, Har HÂLde ve HerNefeste mutlak Dostumuz-Sahibimiz-Yardımcımızdır:


اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---"Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ilâ’n- nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumu’t- tâgûtu yuhricûnehum mine’n- nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Allah, iman edenlerin velîsi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velîleri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.”
(Bakara 2/257)

وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
Resim---"Ve men yetevellallâhe ve resûlehu vellezîne âmenû fe inne hızbellâhi humu’l- gâlibûn (gâlibûne).: Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (velî) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.”
(Mâide 5/56)

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---"En nebiyyu evlâ bi’l- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ulûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi mine’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestûrâ (mestûran).: Nebî (Peygamber), mü’minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O’nun (Nebî’nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, Allah’ın Kitab’ında, mü’minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab’ta satır satır yazılıdır.”
(Ahzâb 33/6)

Velî kelimesi, burada sahip, malik, dost anlamındadır. Birinci âyet-i kerimede iman edenlerin sahibinin ALLAHu TeÂLÂ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede ise, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in de mü’minlerin sahibi, dostu olduğu bildiriliyor. Bunlar gibi muin olan ALLAHu TeÂLÂdır. Kullarına da, mecaz olarak muin demiştir. Muin, yardım eden, yardımcı demektir. Bir âyet-i kerime meali:

Onun için Biz MuhaMMedî MeLâmîlere Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem İsmine,Hesebına ve Şerefine, İsimsiz Ümmeti olarak sadece Hasbî-Habîbî Hizmetçileriz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

(İyilikte ve takvada birbirinize, yardımcı olun!)


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şeâirallâhi ve lâş şehra’l- harâme ve lâl hedye ve lâ’l- kalâide ve lâ âmmînel beyte’l- harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum ani’l- mescidi’l- harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alâ’l- birri ve’t- takva ve lâ teâvenû alâ’l- ismi ve’l- udvâni vettekullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ey iman edenler!. Allah’ın (koyduğu) şeriat hükümlerine, Haram ay’a, (hediye olarak Kâbe’ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı) kurbanlık develere, Rabb’lerinden bir fazl ve (O’nun) rızasını isteyerek, Beyt-el Haram’a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin. Ve ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il Haram’dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. Birr ve takvâ üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.”
(Mâide 5/2)

sÖZün ÖZü;
Kur'ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi ve ÖZünden ALLAHu Zü’L- CELÂL’i;
DUYup-BİLip-BULup-ANLAr OLup- UYup YAŞAmak Şefâtı Şerefine Şâhidlikte Eşhedu Şehâdetidir.

ALLAHu Zü’L- CELÂL, Biz MuhaMMedî Mü’minleri, Kur'ÂN-ı Kerîmimizi çıkarınca-keyfince yorumlayıp Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemimizi saf dışı eden münafıkların şerlerinden korusun!. Âmin yâ Muîn ALLAH celle celâlihu!.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Müslüman ismini taşıyıp da, en çok korktuğum kimseler, Kur’anın manasını değiştirenlerdir.” buyurdu.
(Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.” buyurdu.
(Buharî)

KuL İhvÂNim SÖZü Kes
CÂN Dediğin NEFes-Ses
->YaşıYORum SANsa da
ÖLÜMe KOŞuYOR hERkes!.

hER ÂN KÛN feyeKÛN KâiNât
->SıRR-u YuSeBBihu ->SANât
->SUBHÂN ALLAH’adır >SALât
->RaSûLuLLAH’a ---->SALÂVât!.


33. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Salât-ı Nâriye- Salât-ı Kâmile: Sabah-akşam 11 defa okunmasında büyük faydalar olup,
hak ve hayr olan istekler için 4444 defa okunmasını İmam Kurtubî ve Haceri'l-Askalanî tavsiye etmişlerdir.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallu bihi'l-ukadu Resim Ve tenfericu bihi'l-kurabu Resim Ve tukdâ bihi'l-havâicu Resim Ve tunâlu bihi'r-reğâibu Resim Ve husnu'l-havâtimu Resim Ve yusteska'l-ğamâmu bivechihi'l-Kerîmi Ve alâ âlihi ve sahbihi fî kulli lemhâtin ve nefesin biadedi kullu ma'lûmin lekeResim

MÂNÂSI: "ALLAH'ım! Her göz açıp kapamada ve her nefeste, Sana ma'lûm nesneler adedince mükemmel bir salât ve tam bir (teslimiyet) selâmı Efendimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in, âilesinin ve ashâbının üzerine eyle (indir) ki onunla düğümler çözülür, sıkıntılar dağılır (çıkış yolu bulunur), ihtiyaçlar giderilir, rağbet edilen dileklere nâil olunur (isteklere ulaşılır), ve hüsn-ü hâtime (güzel son, şehâdetle ölüm) elde edilir ve mübârek yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur istenilir..".
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim



113- El Müzillü celle celâluhu:


El Müzillü:
Resim

Resim

El Müzillü : Zelîl/hor, hakir, alçak, aşağı tutulan, aşağılanır kılmanın mutlak/kayıdsız-şartsız, salt, yalnız, tek, dilediği işi yapmakta serbest oluş sahibi olan, zelîl eden, zilletli kılan; aşağı, alçak ve horlanmış hâle getirebilen ALLAHu zü’l- CELÂL..


Zell: Yanlışlık yapma, yanılma. Ayağı sürçme, kayma.
Zelle: Hor, hakir olmak. Zayıf olmak. Düşkün olup yardimâ muhtaç olmak. Sürçme, sürçüp kayma. Yanılma. Yanlış. Ufak suç.
Zillü: Zül, zayıflık, önemsizlik.
Zelül: Yavaş ve mutî olan. Çiğnenmiş yol.
Zelîl: Zelil, hor ve hakir kimse, önemsiz, alçak, aşağı tutulan, kısa olan. Sürçüp düşen. Yanılan.


Muzill ismi; zillet kelimesinden türemiştir. Zillet ise İzzetin zıddıdır. Zillet; alçaklık, aşağılık, horluk, hakirlik, alçaklık, düşüklük, bayağılık anlamlarına gelir.
Müzil, İzâle eden, gideren, yok eden.
El Müzill; alçaltan, düşüren, zelil kılan, hakir eden anlamındadır.
Müzill; alçaltan, güçsüz ve âciz duruma düşüren, hor ve hakir kılan, şeref, itibar ve haysiyeti yok eden, ayak kaydirân mânâsında ve Muiz ism-i şerifinin karşıtıdır, ALLAHu zü’l- CELÂL’in fiilî sifâtlarındandır..


El Muizzü :

Resim

Müzill ismi, aslında kuLLuk imtihanı için değil de, ahlâksızlığın cezâsını vermekte ve ALLAH celle celâlihu adlinin gereği olan bir Sifât İsmidir.. Bu tür Uluhiyyet Sıfat İsimleri zıtlarıyla birlikte zikredilir. Müzill ismiyle anlam tamamlayan bu isimler; Hafıd≠Rafi, Kâbıd≠Basıd, Müzil≠Muiz, Dar≠Nâfi celle celâlihudur..

Müzill ismi, isim sigası olarak Kur'ÂN-ı Kerîmde hiç geçmemiş, sadece bu ismin şimdiki zaman fiili halinde bir âyette geçmektedir.


وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---"Ve kuli’l- hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fî’l- mulki ve lem yekun lehu veliyyun mine’z- ZULLİ ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren).: Ve de ki: “Hamd, çocuk edinmeyen Allah’a mahsustur ve O’nun mülkte ortağı olmamıştır (yoktur). Ve (O, zillete düşmez) O’nun, Kendisini ZİLLETten (kurtaracak) bir dosta (ihtiyacı) yoktur.” O’nu tekbir ile (üstün kılarak) yücelt (büyüklüğünü ifâde et).”
(İsrâ 17/111)

ZiLLeT, insanlara, ALLAHu Zü’l- CeLâL’in âyetlerini ve ni’metlerini inkar ettikleri, Peygamberleri öldürdükleri, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebi ile verilir.:

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَن نَّصْبِرَ عَلَىَ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنبِتُ الأَرْضُ مِن بَقْلِهَا وَقِثَّآئِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ اهْبِطُواْ مِصْراً فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلْتُمْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَآؤُوْاْ بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذَلِكَ بِمَا عَصَواْ وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ
Resim---"Ve iz kultum yâ mûsâ len nasbirâ alâ taâmin vâhidin fed’u lenâ rabbeke yuhric lenâ mimmâ tunbitulardu min baklihâ ve kıssâiha ve fûmihâ ve adesihâ ve basalihâ, kâle e testebdilûnellezî huve ednâ billezî huve hayr (hayrun), ihbitû mısran fe inne lekum mâ seeltum ve duribet aleyhimuz ZİLLETu ve’l- meskenetu ve bâu bi gadabin minallâh (minallâhi), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri’l- hak (hakkı), zâlike bi mâ asav ve kânû ya’tedûn (ya’tedûne).: Ve siz: “Ey Musa! Biz bir (çeşit) yemek (yemeye) asla sabredemeyiz. Artık bizim için Rabbine dua et. Bize yeryüzünün yetiştirdiği şeylerden, sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.” demiştiniz. (Musa a.s): “Hayırlı olanı, daha değersiz olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? (Öyle ise) Mısır’a inin, sizin istediğiniz şeyler muhakkak ki orada var.” demişti. (Sonra da) onların üzerlerine ZİLLET (sefâlet) ve fakirlik (damgası) vuruldu. Ve onlar, Allah’tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerinden dolayıdır. İşte bu (cezâ), asi olup (isyan edip), haddi aşmış olmaları sebebiyledir.”
(Bakara 2/61)

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنْ اللّهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَآؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ
Resim---"Duribet aleyhimu’z- ZİLLETu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimu’l- meskeneh (meskenetu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûne’l- enbiyâe bi gayri hakk (hakkın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).: Onların üzerlerine, nerede olurlarsa olsunlar ZİLLET (alçaklık) damgası vuruldu. Ancak Allah'ın ipine (Sirâtı Mustakîm'e) ve insanlardan bir ipe (Allah'a ulaştıracak olan mürşide) tutunanlar (ulaşanlar) hariç. (Onlar) Allah'tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bu, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları sebebiyledir. İşte bu, onların (Allah'a) isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarındandır.”
(Âl-i İmrân 3/112)

ALLAHu zü’l- CELÂL’e iftirâ edenlere aşağılanmak ve horluk vardır.:

إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ
Resim---"İnnellezînettehazû’l- ıcle se yenâluhum gadabun min rabbihim ve zilletun fî’l- hayâti’d- dunyâ, ve kezâlike neczî’l- mufterîn (mufterîne).: Muhakkak ki; buzağıyı (ilâh) edinen kimseler, Rab’lerinden bir gazaba ve dünya hayatında bir zillete uğrayacaklar. Ve işte böyle, iftirâ edenleri cezâlandırırız.”
(A’râf 7/152)

İyilik eden, iyi davranan kimselere HORLUK yoktur. Günah işeyip başkalarına kötülük edenlere ZiLLET vardır.:

لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---"Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdetun, ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ ZİLLETun, ulâike ashâbu’l- cenneti, hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.”
(Yûnus 10/26)

وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---"Vellezîne kesebû’s- seyyiâti cezâu seyyietin bi mislihâ ve terhekuhum zilletun, mâ lehum minallâhi min âsimin, ke ennemâ ugsîyet vucûhuhum kıtaan mine’l- leyli muzlimâ (muzlimen), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.”
(Yûnus 10/27)

Mücrimlere âhirette/öbür dünyada ZiLLET vardır.:

خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ
Resim---"Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum ZİLLEH (zilletun), ve kad kânû yud’avne iles sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne).: Gözleri korkudan ürpermiş halde, onları bir ZİLLET kaplar. Onlar, sâlimken (sağlıklı ve selâmette iken) secde etmeye davet olunmuşlardı.”
(Kâlem 68/43)

ALLAHu zü’l- CELÂL, dilediğini AZiZ, dilediğini ZELiL eder.:


قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Kulillâhumme mâlike’l- mulki tû’ti’l- mulke men teşâu ve tenziu’l- mulke mimmen teşâ’ (teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’ (teşâu, bi yedike’l- hayr (hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: De ki: "Mülkün mâliki olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye kaadirsin.”
(Âl-i İmrân 3/26)

وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
Resim---"Ve evhaynâ ilâ mûsâ en elkı asâke, fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn (ye’fikûne).: Ve Musa (A.S)’ya asasını atmasını vahyettik. Attığı zaman o, (onların) uydurdukları (sihirle yabdıkları) şeyleri yuttu.”
(A’râf 7/117)

فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---"Fe vakaa’l- hakku ve batale mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Böylece hak (gerçek) vuku buldu (ortaya çıktı). Ve onların yapmış oldukları şeyler bâtıl oldu (yok oldu).”
(A’râf 7/118)

فَغُلِبُواْ هُنَالِكَ وَانقَلَبُواْ صَاغِرِينَ
Resim---"Fe gulibû hunâlike venkalebû sâgırîn (sâgırîne).: Böylece orada yenildiler ve zelil olarak geri döndüler.”
(A’râf 7/119)


Sâgırîne: (küçülmüş olarak) alçalmış, küçük düşen, zelil olan kimseler..


إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ
Resim---"İnnellezînettehazû’l- ıcle se yenâluhum gadabun min rabbihim ve zilletun fî’l- hayâti’d- dunyâ, ve kezâlike neczî’l- mufterîn (mufterîne).: Muhakkak ki; buzağıyı (ilâh) edinen kimseler, Rab’lerinden bir gazaba ve dünya hayatında bir zillete uğrayacaklar. Ve işte böyle, iftirâ edenleri cezâlandırırız.”
(A’râf 7/152)

قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
Resim---"Kâtilûllezîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l- yevmi’l- âhıri ve lâ yuharrimûne mâ harramallâhu ve resûluhu ve lâ yedînûne dîne’l- hakkı minellezîne ûtû’l- kitâbe hattâ yu’tû’l- cizyete an yedin ve hum sâgirûn (sâgirûne).: Kitap verilenlerden, Allah’a ve yevm’il âhire (Allah’a ulaşma gününe) inanmayan kimselerle ve Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün haram ettiğini haram etmeyenlerle ve hak dîni, dîn edinmeyenlerle, onlar küçük düşüp, cizyeyi elleriyle verinceye kadar savaşın.”
(Tevbe 9/29)

Kur'ÂN-ı Kerîmde, aynı zillet kökünden türeyen“ezille” türevleri olarak da; bâzen mağlub, zayıf, güçsüz, bezen de alçak gönüllü mânâsına gelerek geçmektedir.:

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---"Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum EZİLLEH (ezilletun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne).: Ve andolsun ki, Bedir (savaşında), siz (sayıca ve silahça) daha ZAYIF bir halde iken, Allah size yardım etti. Artık Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve umulur ki böylece siz şükredersiniz!”
(Âl-i İmrân 3/123)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---" Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn(kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim(lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm(alîmun).: Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu', Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.”
(Mâide 5/54)

وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَى
Resim---" Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.: Ondan önce gerçekten Biz onları, azabla helâk etmiş olsaydık, muhakkak şöyle derlerdi: “Rabbimiz, bize resûl gönderseydin olmaz mıydı? Böylece biz de zelil (rezil) ve rüsva olmadan önce senin âyetlerine tâbî olsaydık.”
(TâHâ 20/134)

قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
Resim---"Kâlet inne’l- mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleten, ve kezâlike yef’alûn (yef’alûne).: (Sebe Melikesi): "Muhakkak ki melikler (hükümdarlar), bir ülkeye girdikleri zaman, onu ifsad ederler (bozguna uğratırlar) ve onun halkının izzet sahibi olanlarını zillete düşürürler. Ve işte onlar böyle yaparlar." dedi.”
(Neml 27/34)

ارْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُم مِّنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
Resim---"İrcı’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kıbele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgırûn (sâgırûne).: Onlara (geri) dön. Bundan sonra mutlaka onların karşı koyamayacakları ordularla onlara geliriz. Ve mutlaka onları küçük düşürerek, zilletle oradan çıkarırız.”
(Neml 27/37)

Hülâsa-yı kelâm, ALLAHu zü’l- CELÂL, KelâmuLLaAHta HükmuLLAHı buyurmuştur:

كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---"Keteballâhu le aglibenne ene ve rusulî, innallâhe kaviyyun azîz (azîzun).: Allah: “Ben ve elçilerim mutlaka gâlib gelecek.” diye yazdı. Muhakkak ki Allah; Kavî’dir (kuvvetlidir), Azîz’dir.”
(Mücâdele 58/21)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Diliyle ZiLLet.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Obur hayvanların yiyecek çanağına üşüştüğü gibi diğer milletlerin de sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır. Denildi ki: “Yâ Resûlullah! Bu durum o gün azlığımızdan dolayı mı başımıza gelecek?” Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayır! O gün sizler çok olacaksınız. Ama selin üzerindeki çer çöp gibi dağınık ve zayıf olacaksınız. Allah sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden çıkaracak ve sizin kalplerinize vehn atacaktır” buyurdu. Oradakiler: “Yâ Resûlullah! Vehn nedir?” diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de: “Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmamaktır” buyurdu.

(Ebû Davûd, Melâhim 5)
Resim
Cevapla

“Kul İhvani Divanında Esmalar” sayfasına dön