Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

KUR’AN- KERİM SOHBETLERİ


Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti.. 23.02.2010

ResimEs-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..


istiğfar antivirüsüMüz:

Subhaneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke!. Ve Huve’r- Rahîmu’l- Vedûd celle celâlihu
Ve'l-HaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN!.

Ya RaBBulâlemin, ya Rasûllallah sallallahu aleyhi ve sellem istecertu!.
ALLAH! ALLAH! ALLAH! RaBBî lâ uşrike bî şeyin!
Ve Lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billlahi'l- Aliyyi'l- Aziym!.
Es salâtu ve’s- selâmu aleyke Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
!.


Resim
Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''
Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Nûri'z-Zâti. Ve's-sirri's-sâriî fî cemi'i'l-âsâri. Ve'l-esmâi ve's-sıfâti Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim adede kemâl'illâhi ve kemâ yelîku bikemâlihi.
Biadedi ilmiken dâimen kesiren mübâreken tayyiben fîh yâ RaBBu'l -Âlemîn!..


KulihvÂNi: İyisiniz İnşâe ALLAHu teÂLÂ..

Halim: O zor soru Hocam.. işte aslında diyoruz 6 konbinasyondan mı orada 3 üzeri öyle..

KulihvÂNi: Ali de var gerçi işâretli amma o dinliyordur.. Ali, matematikçi o işi havada yapar yâni..

Halim: Bu gün öyle kombinasyonlarla Hocam.. öyle “nasılsınız?”.. “iyiyim!.” demek yok.. önce bir batacağız çıkacağız ondan sonra..

KulihvÂNi: ALLAH celle celâlihu 6 günde yarattı da var biliyor musun?. 6 işi de bir ayrı iş 6-lı sistemde hiç işlenmedi bizde.. oradan 7-ye geçtik.. şöyle kolay geliyor diye.. 7 ses, 7 renk, 7 gün diye atlayıverdik.. orada 6 var.. 8 var.. sistemler hakikaten çok doğru.. yâni 6-lı sistem.. Münir Hocam diyor ya “kar kristali altıgendir”.. hem de mükemmel altıgenler, sonsuz ebatta.. yâni hiç biri birbirinin benzeri değil.. kristalizesi bile benzeri değil.. atomları farklı olduğu için teorik olarak mümkün değil zâten.. bal peteği de öyle.. çünkü, altıgenden daha uygun bir hacim yok.. daha ekonomik, estetik ve emniyetli olan ki, bir güç bakımından emniyetli olan bir sistem yok.. arı peteği o yüzden öyle o çok ilginç.. yâni altıgen..


إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim ---“İnne rabbekumullâhullezî halaka’s- semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ ale’l- arşı, yugşî’l- leylen nehâre yatlubuhu hasîsen ve’ş- şemse ve’l- kamere ve’n- nucûme musahharâtin bi emrih (emrihi), e lâ lehu’l- halku ve’l- emr (emru), tebârekallâhu rabbu’l- âlemîn (âlemîne): Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.”
(A’raf 7/54)

Barbaros: Evet hocam hatta dinlerdik o şeyi birileri soruyordu matematiksel hesap yapıyordu o şeyi Kur'ÂN-ı Kerîmin içerisinde farklı yerlerde biliyorsunuz ki başka gün sayıları da var.. başka âyetlerde var..

Halim: Hocam bir de bir şey var hani YâSîn Sûresinin sonunda diyor ya bir şeyi irade dediği zaman “ol!” der oluverir.. ee, şimdi 6 günde oluyor peki hani yâni ÂNında olana göre şey var bizim anladığımız anlamda gün olmadığını bir işâret olması lâzım yoksa o iki âyet arasında bakıldığı zaman çelişki olur.. akıl açısından bir mantıksızlık ya da anlamama durumu olabilir.. hem anında olacak hem altı günde olacak yâni..

Kulihvani : Zâten orada güneş doğup batmıyor ki, gün olsun zaman mekan yok ki, gün olsun.. başka şey “yevm”.. yâni MuhaMMedi Vücuda gelişin yaşayışa geçişi yâni, orada iki tane illetli harf var “ye ve vav” ikisi de illetli.. ikisi de, çözülemeyen harfler “ye ve vav”.. yevm çok zor bir kelime ki, gün demekle bitmez.. yâni yevm, leylü ve neharı gece ve gündüzü içerisine alan bir kavram dolayısıyla.. ama oradaki 6 günde derken, daha yer yaratılmamış gök yaratılmamış.. güneş yok, dünya yok gölge yokken hangi gün oradaki”yevm”.. “yevm”e bakmak lâzım..
İşte onlar “akıllarınız kadar anlayınız”a girer.. hep kim için gün nedir?.e gider hep.. oralara bakmak lâzım inşeâ ALLAH oralara gelirsek birlikte bakarız.. ama o yevm, bu yevm..


Halim: Ben de onu diyorum Hocam Barbaros’un hani o söylediği parelel yarattı diyen hani o arkadaşı var ya onun için onu söylüyorum zâten.. yâni biraz baktığı zaman insan, kafa yorduğu zaman, onun öyle olmadığını insan anlayabilir de hani o soruları soranlar var ya, nasıl 6 günde yarattı diye gibisine ondan açısından diyorum Hocam..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Kulihvani: ALLAH celle celâlihu, “iki” kullanıyor demek doğru değildir. ALLAH celle celâlihu için iki kelimesini kullanmak bence doğru değil.. yâni bu gün bunu yaptı, yarın bunu yaptı yok..
Ne buyuruyor Kur'ÂN-ı Kerîmimizde bakalım:


KüLLî ŞEYy’in ->HEPİSİ-nde, onları her ÂN YENiden Yaratanının İMZÂsı Varr..:

اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---"Allahu hâliku kulli şey’in ve huve alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).: Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır ve O, herşeye vekildir.”
(Zumer 39/62)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---"İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kûn fe yekûn(yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.”
(YâSîn 36/82)

“YuSEBBihu!. SEMÂ’Sı”-nda:
SeBBeHa.. TeSBih!. feSEBBih!.:


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.
(Cumâ 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..

Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar vede Kürreler-Galaksiler,
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılan ŞE'ENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILLarımız DEVR-ÂNı ANLarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâimindeyiz
inşae ALLAH..
İşte her ZeRReye bahşedilen bu Rüşd Raksı, Yeniden Yartış Hareketi Merkezin DENGE için ÇEKimine karşı Merkezkaç DÜZEN Kuvvetini doğurup VARlığı oluşturmaktadır her ÂN ŞeÂNullahta…

NESL-i CEDîDi.: her ÂN Şe’ÂNuLLAHta KÛN fe yeKÛN Yeniden HALK ediş-Yaratış..

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---"İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin).: Eğer dilerse sizi giderir (yok eder) ve (sizin yerinize) yeni bir halk getirir.”
(Fâtır 35/16)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---"E fe ayînâ bil halkı’l- evvel (evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd (cedîdin).: İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.”
(Kaf 50/15)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min HABLİ’L- VERÎDi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.””
(Kaf 50/16)

Şe’eNULLAH:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim ---''Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard (ardı), kulle yevmin huve FÎ ŞE’Nin: Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an YARATMA HALİndedir.” (Rahmân 55/29)


Ve şu SANal-İkİlik-İkİ ŞEYlik- ŞEY-t-ÂN Diyârındaki her şey FÂNi kul ihvÂNi!.. FENÂfiLLAH ARAma bAŞKa ->AKLını >NAKLen DEVşiRr!..

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Resim---“Kullu men aleyhâ FÂN (fânin): Bütün kişiler (insanlar ve cinler) FÂNİdir (yok olucudur)”
(Rahmân 55/26)


“kulle yevmin huve FÎ ŞE’Nin..: O, her ÂN YARATMA HALİndedir.”

Tefsirlerimizde “her yevm/gün”, “her vakit” olarak açıklanmıştır.
(bk. Razî, Bedavî, İbn Kesir, Rahmân 55/26 âyetin tefsiri)

Âyetteki her “ÂN”; bir “ÂN”dır ki, önü, arkası olmayan devâm eden değil her “ÂN” YENiden OLÂNdır..
Yâni zamÂN ve mekÂN tâyini, insan ve eşya için.. ZÂTuLLAH için ise, hâşâ öyle bir şey olamaz!.
Yâni ALLAHu zü’L CeLÂL; Kaza-Kader-İrade ve Meşiyyeti/Dilemesi ile KÛN.:OL!.” Buyurur ve ÂNında olur!!.
Olur da, bu gün olur ya da yarın olur değil!. “Bu gün mü yarın bizim AKLımız için” demek istiyorum..
İşte 12 kilometre göklere yukarı çıksanız, dünyanın gölgesinden kurtulursunuz ve ne gece kalır ne de gündüz.. ZamÂN yok olur!. Ne yapacaksınız?. Hangi günden bahsedeceksin?.

Ehl-i Sünnet âlimlerimizin ittifakına göre, ALLAHu zü’L CeLÂL zamÂN ve mekÂNdan münezzehtir..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah vardı ve onunla birlikte hiçbir şey yoktu.” buyurmuştur.
(Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22)

“hiçbir ŞEY” sözcüğünde; “ŞEY”e, diğer varlıklar gibi, soyut zaman ve somut mekân da dahildir..
Zaman ve mekân yaratan ALLAHu zü’L CeLÂL, onlar yokken de VARdı, çünkü:


“فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---“Fâtıru’s- semâvâti ve’l- ardı, ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve mine’l- en’âmi ezvâcâ (ezvâcen), yezraukum fîhi, leyse ke mislihî şey’un, ve huve’s- semîu’l- basîr (basîru).: O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.”
(Şûr 42/11)

İnsan aklının zamÂN ALgısındaki MekÂN DÖNgüsündendir. Yeryüzünden 12.000 metre göklere ÇIKarsanız Dünyanın yarısı diğer YARısının gölgesinden kurtulur ve Dünyâ gece-gündüz ZAMANı ortadan KALKar siz de, Benim gibi BAKa-Kalırsınız!.

Oysa, ALLAHu zü’L CeLÂL katında zaman kavramı için Kur'ÂN-ı Kerîmimize bakalım;

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Resim---"Ve yesta’cilûneke bi’l- azâbi ve len yuhlifallâhu va’dehu, ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn (teuddûne).: Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.”
(Hacc 22/47)

يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مِنَ السَّمَاء إِلَى الْأَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Resim---"Yudebbiru’l- emre mines semâi ilâ’l- ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn (teuddûne).: Gökten arza kadar emri (Allah’tan gelen ve Allah’a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir günde O’na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir.”
(Secde 32/5)

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ
Resim---"Ta'rucu’l- melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh (senetin).: Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.”
(Meâric 70/4)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Sizin yılınızla ellibin yıl.. meselâ bakıyorsun oradakine,elf-ülf- ülfet yâni “kulle yevmin huve FÎ ŞE’Nin” bak külle.. her bir yevmde ve “FÎ ŞE’Nin” O, şe’N içindedir..ŞeÂNdadır.. Şe’N-dedir..
İşte buradaki “külle yevmin” yevm her gün dersek, o zaman zaman içinde iş yapma, zamanı yaratma.. zamanı yaratma sonsuz zamanı bir ÂNda yaratma.. bir ÂN bile desek..bu bile fazla da burada da “yevm” bence içerdeki “mim” mâsivâ mimi ki, MuhaMMedî Mim.. yâni “vav” görünüşü, vüCÛDa çıkışı.. ya da, yaşayışı.. yâni üçüncü şahıs bu ise, her ÂN olmakta bu.. yâni içerdeki Mazhar-Masdar Mimi, südur etme mimi, zuhur yeri Nur-u Mim gibi..
yâni içerdeki mim.. o, çekirdek mimi.. onun vüCÛDa gelip yaşayışa çıkması, vüCÛD alıp yaşayışa çıkması..
Spermden tutunda, koca bir adama kadar demek istiyorum..
vüCÛD alıp yevme çıkması, yaşayışa çıkması, sadece ortaya çıkmasıyla değil kendi KİMLiğine girdiği ÂNda.. ANAsından, bir vüCÛDdan ayrıldığı anda vüCÛD buluyor demek istiyorum..
Bu OLuş ise sürekli, ve her ÂN Şe’N-ŞeÂN-dadır..

“ŞE’N”..
İçerdeki “nun” nedir.. Nur, öyle bir şeydir ki târifi zor bir operasyon âleti.. yâni o, “Ana madde”nin adı “Ham medde”nin adı gibi yâni..
O NURdan o kadar çok şey meydana getiriliyor ki, ona bir isim vermek.. “Güle, gül dendiği için güldür”
Gibi ona da bir isim veriliyor “NÛR”
Rububiyyet Nuru.. ASLında nur kendi Rububiyyet Nuru, Yaratıcılık RaBBlık Nuru.. yâni Rabbu’l- alemîn’in zâhir ve bâtın “be sırrı”nı “be işi”ni..
yâni “BEL” de efendim.. “BİLE”lik de.. ne bileyim ben “BiRR” de..
Ne dersek diyelim bunun “RÜŞD”e çıkışı, “RÜYET”e çıkışı, ortaya-ÂLeme çıkışı, RIZAya çıkışı vs.. gibi şeylerin tümü “Rububiyyet”i gösterir, Rububiyyet, bir yaratık ortaya çıkacak ki, işte bunun tümü bu “NÛR”dur.. ŞeÂNın temelinde bu İlahî Nur doğrudan doğruyadır.:
Dikkat ediniz;
“ALLAHunuru’s- semâati ve’l- ard” iken, “Er Rabbu nuru’s- semâati ve’l- ard” değildir.
Çünkü, “ALLAHunuru’s- semâati ve’l- ard” ZÂtuLLAHa aiddir..

Onun için Şe’ÂNda bizZÂT kendi şâhiddir.. şu ÂNa kendi şâhiddir..Kendi NÛRundan OLÂNa kendi şâhiddir..
Şe’ÂN zâten.. “ÂN”ın şuhuda çıkışı, şâhidliğe çıkışı, ortaya gelişi, bizzât ortada bulunuşudur.. ŞE’Ndir yâni..
Dolayısıyla burada “yevm”, asla insanların dediği gibi o şekilde “ALLAH her gün bir iştedir” diye bitiremeyiz!.
Şe’ÂN her ÂN OLmaktadır..
Doğrudan doğruya her ÂN ve her yaratılışın adıdır.. KÛN feyeKÛN OLuşun adıdır bu.. bizim AKıL bakımımızdan böyledir.. dağdan bir ırmak kaynıyor her saniye hangi su çıkıyor?. “Her ÂN damla çıkıyor” desen eksiktir.
“her ÂN yepyeni bir yenisi çıkıyor, her saniye yenisi çıkıyor!.”
Yâni her ÂN yeni bir su geliyor, bitmiyor, tükenmiyor!.
Her gelen su, öncekinin-sonrakinin AYNısı değil asla!.

İşte bu her ÂN yENiden Yaratılmakta OLuş Sistemi OLÂN Şe’ÂNı iyi anlamak lâzım..
Zâten Şe’ÂN olsun, KÛN feyeKÛN olsun, bunlar aslında TEVHİDin temelidir.. yâni TEVHİDin temeli “LÂ İLâhe” geçendir “İLLALLAH” gelendir.. yâni durmadan alınan verilen nefes gibi bir tevhid içindedir sistem..
çünkü her ÂN hep yenilenir insan.. Nesl-i Cedid/yeni, kullanılmamışdır.. Durmadan yenilenir.. durmadan yenilenir insan ömür boyu..

İnsan Aklı bu “LÂ İLâhe” Şe’ÂNını anlayıncaya kadar yenisi yapışır NALen gelir.. demek istiyorum bu sistemde..

Tefsirde özellikle kelimelerin yerine mânâ anlamı olan kelimeyi bulup koymak zorluğu olduğu için biz de yapsak mecburen öyle yapacağız..
Ne diyeceğiz “kulle yevmin huve FÎ ŞE’Nin” yerine..

Alttaki hangi sûredeydi Barbaros?.
Rahmân Sûresi Hocam Rahmân..

Tamam ben başka yerde var mı diye düşündüm Şe’ÂN’ı..

Biz, buraya nerden geldik, işte kristalin altıgen altı kılçıklı oluşu.. Kristalin kar kristalinin ve bal arı peteğinin altıgen oluşunun sırrını bilirim..
İşte bunu bilse insan şöyle olur böyle olur..
Münir Derman kaddesallahu sırrahu Hocam orada bir şey söylüyor tâbi.. Önemli olduğunu söylüyor.. zâten altılı sistem teknikte düzgün son sistemdir.. düzgün olan, yâni kastım “KARE”dir “KÜB”tür.. yâni en mükemmel şekil en mükemmel şey “NOKTA”dır.. sonra “DOĞRU”dur.. sonra “DÜZLEM”dir.. Bunlar;
NOKTA nın dosdoğru yürümesinden DOĞRU,
DOĞRU nun dosdoğru yürümesinden DÜZLEM,
DÜZLEMin doğru yürümesinden HACİM meydana gelir..

DÜZLEM de düzgün olan, KAREdir,
HACİM de düzgün olan KÜB tür..
ASLında en mükemmel şekil KÜRREdir ki, her noktası AYNıdır..
Çünkü, KARE nin altı yüzü AYNıdır.. amma insan içindir oKÜRRE..
Çok değişiktir nereye dönerseniz orada Bakaranın 115.nci âyeti.. Baktığınız yer ve HÂLde.. orada VECHini bulursunuz..


وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm (alîmun).: Ve doğu da Allah’ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah’ın Vechi (Zat’ı) işte oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsi’dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır).”
(Bakara 2/115)

Her yer kıble olamaz.. ancak küb kâbeli değil de KÜRrE KÂBELi büyük harflerle.. insanlar için artık bir tek, tek-bir noktadan.. iki ayakları bir tek TEVHİD ayağına basmıştır-binmiştir..

Yâni İKİlikleri-ŞEYtÂNlıkları TEKliğe-Tevhide dönmüştür..
Lâ İlâhe İLLALLAH olmuştur “Lâ İlâhe ->İLLALLAH”OLmuştur.
Artık orada “Lâ İlâhe” değil “Lâ İlâhe İLLALLAH” TEHİD tek NOKTAya basmıştır..
Yâni TEVHİD Tekemmül etmiştir, Tahkik Tevhide dönmüştür..
“Bu hangi nokta?.” Dendiğinde;
“Her nokta her noktası böyledir Bu TEVHİD KÜRREsinin, sonsuzdur!.”
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

İşte şimdi Burûc Sûresinde de göreceğiz, insanlara cennet el ÂN vâdediliyor..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

ceNNet iki “NuN” cem’idir.. neden iki “NuN” cem’idir?. eee biz giriyoruz.. biz “nur-u mim”iz.. yâni bir de;

سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ
Resim---SeLâMun kavlen min RABBin RaHîM (rahîmin) :Çok merhametli olan RaBb’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır)."
(YâSîn 36/58)

Ki onun cem’idir.. bu neden cazip gelir insan aklına?. aslında oraya giren akıldır ve nakille olacağını bilir.. oraya aynı zamanda “Dâru’s- Selâm” buyuruyor.. yâni orada bir devam vardır.. onu demek istiyorum..

Sekiz cennetten bahsediliyor bunlar çok garip.. yedi cehennem.. sekiz cennet.. bunlar kaybedişler kazanışlar.. ya da zıtlarıyla birlikte herkesin tercihine bağlı iki kaderli gibi, iki yerde de yerleriniz var.. “İkisine de vârissiniz” gibi sanki.. onların yerine siz cennette vârisizsiniz onlarda cehennemde sizin yerinize vâris denmektedir.. buradaki vâris herkesin kaderindeki kulluk tercihinin sonucunda götürülecek iki yerden bahsedilmektedir..

Evet şimdi bir salâvât yapalım.. salâvât bizim ana damarımız.. kim ki Kur'ÂN-ı Kerîm diyorsa Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.. kim ki din diyorsa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
“seyidinâ” dinimizin sahibidir.. yâni kendisi her gün okuduğumuz salâvât.. diyoruz ki birinci salâvât.. Hadis İmamı iki tane Hacer vardır tasavvufun yayın hayatında.. Biri İbni Hacerü’l- Heytemî, diğeri Hacerü’l- Askalanî.. İkisi de Mısırda yetişmişlerdir ve çok harika insanlardır.. ikisi de çileli hayatlar yaşamışlardır çok eserler vermişlerdir.. hadis üzerinde ikisi de ustadır.. sonradan gelmelerine rağmen hadis üzerinde büyük çalışmalar yapmışlardır..

İşte bunlardan İbni Hacerü’l- Heytemî, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kendisinden vârid olan bizzât duyulan salâvâtları toplamış mesnedli en kuvvetli hadislerden meydana geldiği için mezheb imamları da bunları namazda okumayı esas kabul etmiştir..


SALÂVÂT-I ŞERÎFELERİMİZ

1. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât:


Resim

TÜRKÇESİ:Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


Resim

Resim

TÜRKÇESİ: Allahumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


ALLAHümme salli.. ALLAHümme bârik..
ALLAHümme, ALLAHım..
Lütuf ve LÂnet hüviyeti tercihinde, direk yapan-yaratan..
Onun için Lafzullah yakıcıdır.. zikirde felân rastgele verilirse tehlikeler doğurmuştur pek çok tarikatlarda..
ALLAHümme salli.. ALLAHım bizi zâhir ve bâtında lütuf sahibi kıl ya da, Lütfullah Lütf-u Rasûlullah sahibi kıl, sall et bize, sıla nâsib et, Lâm sahibliği nâsib et.. “elif, lâm, mim” deki.. ALLAHım elim lam mim.. mimlik zâten mazhar ve mazdar olduğu için MuhaMMed aleyhisselâtı vesselâma ait mâsivâ başlangıç noktası.. yâni orada olmak ya da ondan bir şey beklemek çok yanlış bir şeydir.. onu demek istiyorum..
Ancak onun lütfundan ki, güneşin ışığından, ısısından faydalanır gibi..
Sıla etmek, ana karnı gibi zâten.. kendisi Sıla-i Rahîm, Nur-u Mimin karnına götürür her şeyi.. her şeyi götürür..

“Allahümme salli alâ” a’yan-ı sabitemi, o lütüf üzere kıl.. alâ, ona.. yâni Seyyidinâ, bizim Seyyidimiz.. nurun dâimiyetinin yaşayışı olarak Sîne geçişi, Sana geçişindeki.. yâni seyyid ki, dâimiyeti zâhir ve bâtın yaşayışında SÎNe çekendir.. SÎN, dâima benim anladığım insandır..

Rahmetli Siirtli Muhammed Sıddık Hocam toparlamıştı kırk kadar salâvâtı o zamanlar..
Seyyid.. Şerif..
Şerif, soyu İmam Hüseyin aleyhisselâma çıkan-bağlı olan kol.. İmam Hüseyin aleyhisselâm, İmam-ı MuhaMMediyet..
Seyyid soyu İmam Hasan aleyhisselâma çıkan-bağlı olan kol.. Halife Hasan aleyhisselâm, Hilâfet-i MuhaMMediyet..

Ve kıyamete kadar devam eden ki, Mehdi aleyhisselâmda İkİ kolun, zâhir ve bâtının birleşeceği, tek kişi de birleşeceği bildirilmiştir..

Seyyidinâ, bizim dâimiyet yaşayışımızın zâhir ve bâtın dâimiyetimizin bize yansıyan SÎN liği, SEN liği..
“ve Mevlânâ Muhammedîn”.. velî, lütuf görüşdür.. öyle bir görüştür ki, içtiğiniz çay sizindir artık.. kim içirirse içirsin o çay sizindir.. daha sizden onu çıkarmak imkansızdır. bir saat önce içtiğiniz çayı nasıl çıkaracak?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

İşte böyle bir lütuftur “size, sizi siz” olarak verilen bir lütufdur bu velâyet sizin “siz” oluşunuzdur.. iğreti değildir..
mevlâ, velî edendir.. müdür, idare edendir aynen.. önek “M” bunlar hep yapan kişiyi, âleti ya da yeri gösterir.. “celese” oturmaktır, meclis oturma yeridir.. bu “m”ler “mü”ler hep, işi yapan işi yapan âlet gibi şeylere getirilme ve ula velî kılan velî yapan velî eden mevlâna sondaki “na” biz demektir biz.. meselâ kâlemimiz sondaki “miz” nedir bizim bizim kâlememiz demeyiz, kâlemimiz deriz.. sondaki “miz”den anlarız ki ona biz ekidir.. mevlâke deseydi senin, mevlâi deseydi benim, mevlâhu deseydi onun, mevlâhum onların, mevlâkum sizin mevlânız gibi.. na nu bunlar hep eklerdir.. MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem, saLLımız saLâtımız hep ona olsun.. MuhaMMed sallallahu aleyhi ve selleme olsun..

burada hamid kökünü görüyoruz, hamede’den MuhaMMed.. burada dikkat edilecek bir şey var MuhaMMed aleyhisselâtı vesselâmın dâimiyeti.. önemli bir kelimedir çünkü dâimiyet, cereyan bağı gibidir.. yâni ana hat ilik gibidir.. daha doğrusu o bütün evvel âhir zâhir bâtının bağıdır.. dâimiyet dediğimiz ed Dâim ALLAH celle celâlehu.. bize ancak gelişi MuhaMMedi geliştir.. biz gerçekten dâimiyeti, ALLAH celle celâlihu dâimiyetini nerden bilelim.. Hayyum Kayyum Dâim olan ALLAH celle celâlihu.. nerden bileceğiz biz, sadece bize gelen şekilleşmiş anlatılır aklımıza kadar girecek olanları anlatırız..
“MuhaMMed” burada, içte çift “M”yi görüyoruz dâimiyeti zâhir ve bâtında hakikatı desek bunu zâhir ve bâtında mı demeli yoksa doğrusunu mu demeli evvel ve âhir dâimiyetinin hakikatını zâhire yükleyen hakikatını bâtında kalmak üzere zâhire yükleyen onu demek istiyorum.. dâimiyeti içeri alsak iki tane “mim” koysak “ha” ve “mim” koysak diyorum evvelî âhiri içerdeki MuhaMMed aleyhisselâmda kalmak üzere bu bâtında hakikat olarak bize yansımak üzere bunlar zâhirde MuhaMMed olarak çıkar.. “ALLAHunurussemâatı velârd” diye bilmemiz için o Nurun, Nur-u Mim olduğunu anlamamız lâzım.. ALLAHın nuru çünkü, zuhur yeri olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir, nurudur.. yâni abdike, abdi-kulu da.. abd nedir?. dâimiyet BİLE-liğini ayan-ı sabitede buluştur.. insan, ayan-ı sabitesinde dâimiyet bileliğini bulursa.. bunu nerden bulacak?. çarşıdan pazardan değil!. kendi şahdamarından yakın olan dâimiyet bileliğini “be sırrı”nı “ayn” olarak “ayan”ı aynen yâni aynen.. neden aynen diyorum çünkü ayn sanki harfleri düşündüğümüzde, hemzelif ilahî bir harftir..
üç harftir bunlar;
hemzelif, ayn, gayn.
He, ha, hhaaa da üç harflidir.. hepsi aynı yerden çıkanlar..
göbekten çıkanlar hemzelif, elmacık kemiğinde kalanlar “ayn” ve “ha gırlaktakılar “ga” ve “hha”dır..
işte ayn akıl sahipleri için olan bir harftir onu demek istiyorum..
ayan-ı sabite deyip durduğumuz budur, hep akıldı.. rabdike, senin abdin Abdullah aleyhisselâm ve Nebiyyike Nebiyullah aleyhisselâm ve rasûlike Rasûlullah aleyhisselâtı vesselâm ve Nebiyyi’l- Ümmiyyi Habibullah aleyhiselâtı vesselâm..

“NeBe” nedir?. Nebe, BİLElik Nuru taşıyan.. a’mâdan, ana kaynaktan ALLAHın nuruydu ya.. ALLAHtan gelen NÛR.. nur nerden geliyor?. ALLAHtan.. işte onu diyorum.. oradan haber getiren.. ALLAH var ALLAH’ın NURu var.. başka bir şey demedik ne var, ne yok.. var olan O ve NURu.. kimse yok .. O NeBî, ALLAHtan haber çıkaran, nur çıkaran bilelik nuru taşıyan Nebiyyi’l- Ümmiyyi.. Ümmiyy, yâni “ümmi” den kastımız, zâhir ve bâtın taşışı nurun bir şey olmayan nurun yâni Nurullahın öyle bir mazharı var ki “ümm” oluveriyor zâhir ve bâtın çıkıyor.. aynı şeyin iki yüzü.. her ne kişi isem evvelî ahiri kendimde değildir.. insan, evvelînden âhirinden habersizdir ancak zâhir ve bâtınını yaşar şu ÂNda..


هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---"Huve’l- evvelu ve’l- âhiru ve’z- zâhiru ve’l- bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.
(Hadîd 57/3)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin;
Zâhiri ->Abdike,
Bâtını ->Nebiyyike,
Âhiri ->Rasûluke
Evvelî ->Nebiyyi ümmiyike..dir..

Ez Zâhir esmasının mazharı MuhaMMed Abdullah aleyhisselâmdır..
El Bâtın Makamı MahMud yâni MahMud aleyhisselâmdır
el Âhir AhMed aleyhisselâmdır..
Ve hadisler vardır âhir zamanda İsâ aleyhisselâm gelecek AhMed aleyhisselâmın şeriatını uygulayacak diye hadisler vardır.. ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin İncildeki İsmi de AhMeddir..


وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
Resim---"Ve iz kâle îsâbnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye mine’t- tevrâti ve mubeşşiran bi resûlin ye’tî min ba’dîsmuhû ahmed (ahmedu), fe lemmâ câehum bi’l- beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn (mubînun).: Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler.”
(Saff 61/6)

Buradaki şey İsâ aleyhisselâmın göğe kaldırılıp tekrar gelmesi vs. bütün bunlar başka anlamdadır..
Bu bir tevhid tekemmüldür.. şeriat, tarikat içinde eriyip gider.. öyle gelir ki tarikat da mârifet içinde eriyip gider.. öyle gelir ki mârifet âlemi de buharlaşır gibi gider ve hakikat zuhur eder..
İsâ aleyhisselâm, benim anlayabildiğim kadarıyla Mârifet Âleminin baş öğretmeni gibidir.. Musa aleyhisselâm Tarikat Âleminin.. İbrahîm aleyhisselâm şeriat âleminin.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hakikat Âleminin CEM’an..

İşte bu Nebiyyi’l- Ümmiyyyi ve alâ alihi.. ve alâ.. üzerine ki âli seydinâ MuhaMMed Efendimiz MuhaMMed aleyhisselâtü vesselâm’ın âline, âilesine efendim onun lütfuna erenlere.. Lütfunu en yâni en üst derecede; İnancını, Ahlâkını, Amelini ve Hallerini BİLip BULup OLup da YAŞAyanlara MuhaMMedîlere.. hepsine yâni MuhaMMedin ve ezvâcihi ve eşlerine, zevcelerine, ümmühati mü’minine.. âyetle sabittir ki mü’minlerin annelerimiz olan eşleri aleyhaselâmlara..

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---"En nebiyyu evlâ bi’l- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ulû’l- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi min’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestûrâ (mestûran).: Nebî (Peygamber), mü’minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O’nun (Nebî’nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, Allah’ın Kitab’ında, mü’minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab’ta satır satır yazılıdır.”
(Ahzâb 33/6)

Ve’l- zürriyeti.. ve zürriyetlerine hulukul meşhun varya meşhur.. Ve hâlâ her nesil, taşınıp gitmektedir kıyamete kadar ALLAHa şükürler olsun..
ve Ehl-i Beytihi.. Zürriyetine ve Ehl-i Beytihi ve Ehl-i Beytine..
ve sahbihi.. ve sahabelerineki, haBBesine sahib çıkanlara haBBe HaBiBullahın iki “be” BİLE-liğinin Hakikatını taşıdığı için HaBBe dir.. RaBB Teâlâ iki “be”sini habbe-Tohum taşır..
Burada çok incelik vardır RaBBe ile HaBBe arasında çok incelik vardır.. RaBBe, HaBBede zuhur eder çünkü.. HaBBe ise hiç bir şey ortada yok iken RaBBulâleminde iken, ortaya çıktı tohumdu zâten.. HaBBe, tanecik demektir tohum demektir..
Bu çok ince bir sırdır yâni BİLElik SıRRı, “Be SıRRı”nın Hakikatları HaBiBuLLAH-ta gizlidir.. ve’s-SeLÂMmm..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


HaBiBullah, Nebîyyü’l- ÜMMî olarak Hakikat Makamında yer alır.. ama Nebiyyi üMMî, a’mâdan haber veren.. a’mâdan haber getiren kimdir?.
“HaBBe”dir.. orada bir MuhaMMedî MuHaBBet varmış ki, burada ortaya çıktı.. onun temeli, oradadır yâni.. o “be” leri..mim, ha, be, be..
bu nasıl “be”dir ki BİLE-lik olarak bu ÂLeMe geliyor ve Eşyanın Hakikatı oluyor.. HaBBe o ki, bütün incir ağaçlarının tümünü götüreceğiz ve toplu iğnenin ucu kadar bir çekirdeğin içine sokacağız ve diyeceğiz ki: “Bütün incirlerin hakikatı bu NOKTa TOHUMdur!. bu bile değil, bu bile çok!. nerdeyse bir “atom”a indirircesine bakıp, eşyayı limite götüreceğiz!.” demek istiyorum..
Bu “be” ne “be”siymiş böyle.. veya nasıl “be”ymiş?.
Çünkü bunun fASLının ASLı, düz “ELİF”ti.. “ELİF”ti yâni, dört noktanın alt alta konuşundan ibâretti..
dört ana unsur gibi; Toprak-Ateş-Su-Hava gibi bu dört nokta üst üste konursa dikey bir “ELİF” elde edilir idi.. bu “ELİF” yatarsa ve böyle hafif iki kol açarsa, buna “be” denir ALTı NOKTAlanır.. bu bir tekne gibi hâl alır..
Bu “ELİF” üstten noktalanırsa “nun” olur alttan noktalanırsa “be” olur.. bir nokta atar yâni.. bu “nun” ve “be” bizim Tasavvuf Sistemimizde muazzam iki harftir “nun” ve “be”.. yâni Nun Sırrı ve Be Sırrı.. zor SIRlar.. bunu demek istiyorum..

Herkesin-her nefsin kendi tecellisinde, kendi kaderinde, kendi anlayışında yer alacak.. hatta Münir Hocam, bu SıRRın söylenmesini küfür kabul etmiştir..
Herkesin kendi erdiği, anladığı, bulduğu yerde kalsın anlamında..
Fakat bir hakikattır ki, bunun temeli-ASLı, “ELİF” tir..
Diğer harflerin oluşumu da hep bunları takip eder..
Eğer “ELİF” yuvarlaşırsa “vav” olur.. “vav” ters dönerse “mim” olur..
Hep bunlar birbirlerine benzeyen harflerdir ve temel olarak “ELİF” in oluşundan ibâret olurlar..

Harflerle ilgili çalışmayı inşeALLAH yapacağız ama, ne zaman yapacağız bilmiyorum!.
28 harf, 28 peygamber gibidir.. bunların içerisinde kendinden kendine harfler vardır “mim” gibi, “vav” gibi “nun” gibi.. yâni “ve” den “ve” ye.. “nun” dan “nun”a.. “mim” den “mim”e harfler vardır.. kendileri kendilerinin zıttıdırlar.. zâhir bâtın “mim”leri.. zâhir bâtın “nun”ları.. zâhir bâtın “vav”ları.. bu üç harf, zâten ana işi yapandır..
Yâni, Nurullah, “mim”e vuracak ki “vav vüCÛDu” bulacak ki, zâhir ve bâtın çıkacak ortaya.. Hareketinden MADDE.. Harekesinden MÂNÂ çıkacak.. Bu Şe’ÂNuLLAH İŞİnin adına da KÛN!. OL!. “kef” diyeceğiz yâni kâfi diyeceğiz yeter..

Nebîyyü’l- ÜMMî de böyle sırlar vardır.. zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi.. “HaBBe” budur.. “Sahabe”.. “sa” Samedî bir sahib oluştur ki; ihtiyaçsız, sebebsiz ve sonuçsuz bir MuhaBBettir Sahiblik Sebebi ve Sonucu yoktur..
Yâni öyle bir bağdır ki HaBBe, ne aklın nakilsiz anlayabileceği bir sebeb “be” si vardır, ne de sonuç “be” si vardır..
Çünkü Hakikat-ı MuhaMMedîyye vardır.. MuhaMMedî bir hakikat vardır.. ne bir ihtiyaçtan dolayı verilmiştir, ne de ihtiyaç vardır..
“kemâ”.. “ke” gibi, “ma” ne gibi?. işte o gibi ki, “SaLLeyte” daha önce SıLa ettin, verdin.. yâni sen verdin “alâ seydinâ İbrahîme” bizim seyidimiz seydinâmız “Ebu Rahîme.. İbrahîme”..
Bütün tefsirlerde “İbrahîm” ismi için ne diyorlar İbranice diyorlar?!.

Çok yıllar önceydi bende Kur’ÂN lügatına baktım.. o zaman İbrahîm nasıl oluyor da İbranice oluyor?. Gönlümde “Ebu Rahîm”i gördüm.. yâni gerçekten Ebu Rahîm.. RAHimin Babası..
Çünkü bunu nerden buldum “rahmetenli’l- âlemin” âyetinden.. rahmetenlil rahmetin taa kendisi.. ve tevbenin sonundaki raufun Rahîm buyuruyor..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
Resim---“Vemâ erselnâke illâ rahmeten li'l-Âlemîn: Ve biz seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz (azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bi’l- mu’minîne raûfun rahîm (rahîmun).: Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir.”
(Tevbe 9/128)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, bizzât Rahîm esmâsı sahibi buyuruyor bakınız..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kendisi buyuruyor ki;


Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : "Enâ davetü ebi İbrahime ve büşrâ ahi İsa ve rü'yâ ümmî : Ben babam İbrâhim'in duası, kardeşim İsa' nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım." buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned IV-127,128; V-262)


Ebu Rahîm aleyhisselâm, gerçekten Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin İbrahîm aleyhisselâm dedesi.. yâni hepimizin dedesi ki bizler “İbrahîm Milleti”ndeniz..

Şimdi birisine desen ki: “Kabirde sorulacak sana, hangi millettensiniz?” ben bunu sordum bir hamsofuya dedi ki: “Türk milletindenim!” diyeceğim” dedi.. Oysa Kur'ÂN-ı Kerîm;


قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---"Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı."
(Âl-i İmrân 3/95)

“Ve alâ âli seydine İbrahîme”
Ve İbrahîm aleyhisselâmın âline, onun izini izleyene, onun lütfundan lütuflananlara.. Çünkü her peygamberin kendi meşrebi vardır, kendi mesleği ve mezhebi vardır.. peygamberler birbirleriyle yarışanlar değil birbirlerini TÜMM-leyenlerdir..

Gecen cuma sanayide bir câmiye götürdü Yaşar bizi.. Câmide çok güzel bir genç vaaz ediyor.. ama neler anlatıyor.. şöyle yaptı böyle yaptı..diyor ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mi’racda, peygamberlere imamlık yaptı.. güzel.. ama müezzinlik için peygamberlerii birbirleriyle münazara ettiriyor.. yâni İbrahîm aleyhisselâm dedi ki: “ben müezzin olacağım!” ötekisi dediki “ben olacağım”.. öbürü şunu, bunu dedi.. İyi de;


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---"Âmene’r- resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî ve’l- mu’minûn (mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih (rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr (masîru).: Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana’dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.”
(Bakara 2/285)

Peygamberlerimizi biribirinden ayırmayız-farkettirmeyiz?.
Şundan diyorum, böyle sahih bir hadis olmayan, kendi aklı ve fikriyle “göz mü daha kıymetli, kulak mı daha kıymetli” kıyası.. yanlıştır ve hepsi de lâzım ve lâyıkıncadır.. buna gerek yoktur.. SEVİYE-lediğin zaman herkes yerine oturur..

İbrahîm aleyhisselâm Kâbeyi yaparken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde gidip yapsaydı mı diyeceğiz yâni.. O orada, bu burada herkes yerli yerinde demek istiyorum.. ne lâzımsa oradadır..

Evet.. “kemâ salleyte alâ”
Kâbe’de doğanlar; Velâyette Ali kerremallahu vechehu. Mârifette İsâ aleyhisselâm.. Benim anladığım bu.. Meryem aleyhasselâmın Şarka çekilişi “aksâ”ya çekilişi..


Aksâ: En uzak. En son. Kusvâ. Nihâyet. Irak.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا
Resim---"Vezkur fi’l- kitâbı Meryem (meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ (şarkıyyen).: Kitap’ta Hz. Meryem’i zikret. Ailesinden ayrılıp, şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti.”
(Meryem 19/16)

Kudus’ün şarkındaki mekÂN, Mekke.. Mekke’nin-Mescid-i Haramın aksası Kudüs.. “Meryem aleyhasselâm şarka çekildi” derken, dağın başına çekilmedi.. onun için de, biliyorsunuz ben Kâbe’nin bir yüzünü Mârifet Yüzü olarak biliyorum.. Meryem aleyhisselâmın meydanı olarak biliyorum.. Bir yüzünü Hacer Anamızın meydanı.. Bir yüzünü Hatice Anamızın meydanı.. Bir yüzünü de Havva Anamızın meydanı diyorum..
Çünkü temelinde bunlar var.. Çünkü insanlık temelinde bunlar var.. Bunların her birisi ayrı bir iştir.. Ayrı ayrıdır..
Havva Vâlidemize baktığınızda; kızı, hem kızı hem gelinidir..
Hacer Vâlidemize baktığımızda Mısır kıptisi bir köledir.. yâni zâten hakir görülen sanılır..
Meryem aleyhisselâma baktığnızda nakilsız akıl fikir ermez işlere..
Hatice Anamıza baktığınızda, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, üçününcü eşidir.. Ama bütün Ehl-i Beyt aleyhisselâmın ninesidir.. Müddesir ve Müzemmil Annedir.. yâni zâhir ve bâtında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin örtüsüdür.. o zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin evvel ve âhirindedir.. “Lâ İlâhe illâ ALLAH”ı İLK DUYan ve derhâl Uyandır.. İLK ÜMMettir.. Zâten Evvel Âhir Zâhir Bâtını BİLmiş-BULmuş-OLmuş-YAŞAmış.. Çünkü, “Zâhir-Bâtını-Evvel-Âhir SeBeBinin SonUÇu bu dört kelimedir” demek istiyorum..

Lâ İlâhe, Hatice Vâlidemiz.. İLLâ ALLAH Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi..
Lâ İlâhe, Meryem aleyhasselâm.. İLLâ ALLAH, İsa aleyhesselâm..
Lâ İlâhe, hacer aleyhasselâm.. İLLâ ALLAH İbrahîm aleyhisselâm..
Lâ İlâhe diyen Havva Annemiz İLLâ ALLAH diyen Âdem aleyhisselâm Babamız.. gibi Onu demek istiyorum.. Zıtların Zevki ve de, Şehvetten doğan Şehadet, NÂRdan Doğan NÛR..

وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
Resim---"Ve izâ’n- nufûsu zuvvicet.: Ve nefsler eşleştirildiği zaman..”
(Tekvir 81/7)

Bunlar hep “Eşleşen Nefislerin Tehvidi” gibi gözüküyor.. Onu demek istiyorum..

Resim

"alâ seydinâ İbrahîme fi’l- âlemin.."

İbrahîm aleyhisselâm..
Bakın "fi'l- âlemin", bütün âlemlerde.. nasıl?. “SALL”ı yaydı bütün sisteme.. Çünkü Şeriatın Bânisi-kurucusu, Kâbenin Bânisi, Kıblenin Bânisi, Hanif Dinin Tevhidin Bânisi, binâ edeni-ortaya çıkarıp kuranı..
Makam-ı İbrahîmi musalla ihtihaz et et namazgâh edin!.
Gider orada namaz kılarız.. ama ne yazık ki, Ebu Rahîmleşmeden, İbrahîmleşmeden gitsek ne olacak?!. gittik de ne oluyor!!.
Onun için Kâbe İmamı ancak orada namaz kıldırabilir.. yâni oraya geldiği takdirde, Haram’a girdiği takdirde.. meselâ gidip de başka bir tarafta namaza duramaz İmam olarak ki, illâ Makam-ı İbrahîme, yâni Kâbenin Kapısına karşı durmak durumundadır.. bu tesâdüfen değildir.


إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ
Resim---"İnne evvele beytin vudia li’n- nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden li’l- âlemin (âlemîne).: Muhakkak ki, mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan (beyt), elbetteki insanlar için Bekke'de (Mekke'de) yapılmış olan ilk Beyt'tir.”
(Âl-i İmrân 3/96)

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---"Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm (ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ (âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccu’l- beyti menistetâa ileyhi sebîlâ (sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun ani’l- âlemin (âlemîne).: Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc’a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt’in hac edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim inkâr ederse, artık muhakkak ki Allah, âlemlerden ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir).”
(Âl-i İmrân 3/97)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Rükn (Haceru’l- Esved) ve Makam-ı İbrahim Cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer Allah onların aydınlıklarını gidermemiş olsaydı doğu ile batı arasını sürekli aydınlatırlardı.” buyurdu.
(Tirmizî, Hac 49)

Resim---Hz. Ömer radiyallahu anhu, bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte bu makamı ziyâretlerinde şöyle bir istekte bulunmuştur: “Yâ Resûlullah, bu atamız İbrahim’in makamı değil midir?” dşye sorunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Evet” cevâbını verdi. Hz. Ömer de: “Biz orayı Namazgâh edinemez miyiz?” diye sorunca da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bununla emrolunmadım.” buyurdu. O gün henüz sona ermemişti ki bu konuda şu ayet-i kerime nazil oluverdi: “İbrahim’in makamını namazgâh edinin.”
(Buharî, Salat 32; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 24)

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---"Ve iz cealnâl beyte mesâbeten li’n- nâsi ve emnâ (emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ (musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye li’t- tâifîne ve’l- âkifîne ve’r- rukkai’s- sucûd (sucûdi).: Ve Biz beyt’i (Kâbe’yi) insanlar için sevap (kazanılan) ve emin olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz, İbrâhîm’in makamından bir namaz yeri ittihaz edinin. Ve Biz, İbrâhîm (a.s)’a ve İsmail (a.s)’a: “Tavaf edenler, âkifler (ibadet için kalanlar), rükû ve secde edenler için beytim’i temiz tutsunlar.” diye ahdettik.”
(Bakara 2/125)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


İnneke, şüphesiz ki SEN.. bizim salımızı ulaştır, bize gerçekleştir şüphesiz ki SEN Hamidün Mecîdsin.. “HeMeDe” aslında “aHaD” kökünün göbekten “mim”lenince “aHMeD” olmuştur, boşalınca HaMD olmuştur.. niye boşanmıştır “AHMeD”leşelim diye.. sallallahu aleyhi ve sellem hamd etmek.. aklın Ahmedîleşmesidir.. Ahmedîleşirse, Ahmedîleşen akıl Ahadî-leşmiş, Ahadî olan, nakille haşr-ü-neşr olur.. yâni başka var mı?.. yok yok!.
Şimdi biraz sonra göreceğiz “zıll” öyle bir şeydir ki, perdedir ve bu perde şudur budur derken SON-Uçta akla kadar gider.. Akıl felân derken, Akl-ı Külle varır, Nur-u Mim’e varır.. Ve öyle olur ki, CeNNet bile perde olur demek için.. yâni onun için.. zâten bir şey aramak, ben onu bulmayacağım demek gibidir.. Çünkü MuhaMMedi Melâmette ALLAHu zü’L- CeLÂLin izniyle; istemeden verilir, sormadan söylenir ki, bunlar gerçektir.. yeter ki HaKk’a KULLuk tercihi yapılır, sabır ve selâmet gösterilir, halka müftülük ve müfettişlik yapılmadan, yalnız “KÛN-OL!.” dedi mi de “feyeKÛN-OLur” da.. KULu olarak bizim “OLsun!.”lar ve “OLmasın!.”lar, İŞimizi bozar ve o zor bir iştir..

Hamidun Mecîd ne demek bakalım..” ha mim” de “mim” nedir?. “cim” de mecîd nedir, CÛD nedir?. Dâimiyet cemidir.. cûd, cömertlik demektir.. Aslında Cevâd-Cevvâd/ çok çok ihsan eden. çok cömert. de buradan gelir “şeyyat”da böyledir, fark etmez biri görüntüye çıkmaktır biri yaşamaktır.. vüCÛD-da buradan gelir.. eğer dâimiyet cem’i vüCÛD-larışırda vav-laşırsa, bir görüntü verirse bu vüCÛDdur artık ve mevCÛD olmuştur..
vüCÛDdan kasdım, esas CÛD, KENDİsidir.. CÛD-u yaratandır çünkü.. Dâimiyeti “cim”e veren O’dur ki, CÂN, Cisim vs.. buraya sokan O’dur.. “O, ZÂT-tan -> Sıfat -> Esmâya ->Eşya’ya tenezzül eden kendisidir” diyorum.. MeCÎD, CÛD edendir.. efendim işte, yücedir, uludur bir ehli iyilikçidir.. ne derseniz deyin, şereflidir yücedir bunları söyleyebiliriz ama, esas olan ALLAHu zü’L- CeLÂLin MevCÛD kılışı, kılışının Oluşu..
Vâcibu’l- VüCÛD olan ALLAHu zü’L- CeLÂL, Bizzât kendi ZÂTında “Vadhet-i vüCÛD”dur.. Kâinâttakilerin TÜMü de, bizimle bizdeki “Vahdet-i MevCÛD”dur..
Bizim Bâtın-Soyut ve zâhir-Somut MevCÛD dediğimiz ŞEYLer “Nur-u Mim” Ana-ÜMM Tohumunda Vahdet--i MevCÛDdur.. Bunu MuhaMmedî MeLÂMette çocuk bile bilir..

Onun için geçmiş tasavvuflardaki hani kelimelerin arkasına düşüp de boyunlarına davul takıp tala-pata vurmalar, o kelimelerin coşkunluklarıyla esrar işmiş gibi, bir şey içmiş gibi çoşkunluklar; İLİM-EDEB-İRFÂN-ERKÂNsız pek çok câhil insanın yıllarını almıştır..
Halbuki işin doğrusu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleminin İrfÂNıyla İrfÂNlanıp, meseleyi anlayarak kaderimizi yaşamaktır burada..
Bukadar basit bir şeydir HAMdd.. Hamid, hamde değer “dâimiyet mim”inin hakikatıdır.. hamd dâimiyet mimi.. ahadd.. hadd, hudud demektir.. adde mevCÛD olan, dedim ya iki yüzlüdür, dörtyüzlü değildir ve İKİ-ŞEYLik İKİLik üzüredir, DÖRTLük üzere değildir.. nedir bu?. zâhir ve bâtındır.. şimdi yine bakacağız “şey”de ya şâhiddir, ya gaiptir.. bir şey.. şu işe bak ki “eşhedu enlâ ilâhe İLLALLAH ve eşhedu enne MuhaMMeden rasûlullah” diyeceğimde ben kendimi zâten şâhid olarak görüyorum, RaBBu’l- Âlemin’in “gaib” olduğunu biliyorum/inanıyorum.. Gaib, yâni Kayıp değil yitik değil, ancak olduğu halde gözükmeyen gaib.. Şimdi, ben mi O’na şâhidim?. O mu bana şâhid?. Ben ortadayım işte bunu biraz sonra “Büruc”da görürüz bunu demek istiyorum..

Ahad.. buradaki iki dâimiyiyetin hakikatıdır aslında yaratık için bunlar hep.. Rabb, abb, ab için.. habbe için.. abb için.. abd, dâimiyet bileliğinin ayan-ı sabiteye yükleşinidir akıl olarak..
Bir keçi abd olduğunu bilmez, taş da bilmez.. Çünkü bilmesine gerek yok.. Çünk ü bunların öyle bir derdi yok, sadece keçilik yapabilecek dizayndadırlar.. insan aklı ayan-ı sabite olarak esmâ yüklenen ayan-ı sabite orada varsa.. meselâ imam-ı mubin, biz imamı mubine yükledik.. levh-i mafuz, gökyüzünde bir levha, oraya yazıldı.. bu levha neydi?. bakın elimizdeki Kur’ÂN-ı Kerîmde olmasın bu imam-ı mubîn, beyan edilmiş açık seçik, zâhir ve bâtın MuhaMMediyetininin en eni yani en eni umanı, ineni yâni çok net olanı.. bence bunlardan bir ara kesitte Kur’ÂN-ı Kerîmdir zâhir elimizideki..
“Bir kişi Kur’ÂN okuyup sokağa çıksa bir kişiyle karşılaşsa “nerden geliyorsunuz” sorusuna RaBBımla konuşmaktan” dese vALLAHi doğru söylüyor” diye sahih bir hadis vardır.. benzeriyse;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem : “Sizden kim ki Rabbı ile konuşmak istiyorsa Kur'ân okusun.” buyurdu.”
(Deylemî ve Hatîb)

Nasıl ara kesit olmaz ki, işte hamid.. “ahadd” de böyle en sınırlar vardır “haddini bilmek” hududunu bilmek.. ALLAHın haddine tecavüz etmeyin çiğnemeyin diye âyetler vardır..
Temeli bunun “ahadd” tek sınırı-sınırsız olan O’dur.. hududsuz olan başka hudud yoktur.. O Âlemde kimse kimseye müdahale edemez hiç.. sâdece yaratıklar ve insanlar, ötekiler kendi programını uygular.. ceylan kaçar,, aslan kovalar.. kim ne yapacağını çok iyi bilir.. suçlu suçsuz yoktur o âlemde Sünnetullah işlemektedir.. ama akıldan dolayı insan için zor âlemdir dünya, yâni imtihan..
Onun için zâten “hadde” insan içindir, ötekiler kendi hudutlarında yaşarlar zâten.. kediaslanlığa kalkışamaz.. ya da aslanlara makinalı tüfek veremezsiniz.. vs…

Evet “inneke hamidun mecîd”.. burada bir ALLAHümme bârik, ALLAHım bereketli kıl, bârik kıl.. bârik ve bereke.. el baraka diyorlar ya.. el berekayı Araplar, bereketi “al baraka banka”sı yapmışlar hainler..

Bizim meselemiz “SALL”dı biliyorsunuz. ALLAHümme SALL di.. burada bârik bereketli kıl, bârik kıl..buradaki bârik nedir?. “kefff raa be”.. be sahibi kıl!. Neyi?. Rüşdünü.. neyi?. “keff rüşdü”nün “be sırrı”na sahib kıl!. Nedir KÛN feyeKÛN OLuş?. Rüşdüne ERmesi insanın ve bunun BİZ BİLE-liğindeOLuşu, kendi BİRRinde kendi BERRinde kendi “be” sinde kendi “sırr”ında BULuşu, ebedî berekettir..
Çünkü bu kişinin İrfÂN sahibidir.. bunun da, arayacağı tarayacağı, orada mı burada mı diyeceği bir şey yoktur.. kendi RUHunda O’nu bulur.. nereye bârik kılsın?. evet nereye bârik kılsın?.
“alâ seydine ve mevlâna MuhaMMedin abdike nebiyyike ümmiyyi ve alâ alihi seyidina MuhaMMedin ve ezvacül immü hatimine mü’minine ve zürriyetihi ve zevcei ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi”
Ne gibi, kemâ.. barekte hani sen bereketli kılmıştın ya, bârik kılmıştın ya alâ seydine İbrahîm ve alâ ali İbrahîme ve İbrahîm aleyhisselâmın âline, âl-i İmrân gibi, Âl-i İbrahîm gibi, Âli Ehl-i Beyt aleyhumusselâm gibi hepsine.. yâni bu o yolu tercih edenlere yâni “fi’l- âlemin” âlemler içinde “inneke hamidun mecîd” mecîd, yine söylediğimiz gibi burada salli ve bârik ALLAHım sallimizi bereketli kıl.. yâni devamlı kıl, akışkan kıl, ilekten kıl etkili yetkili kıl, güzel kıl, tüm bu bizim bağlılıklarımızdaki dört “se” ye bağlıdır dört “se” aslında dört “siî”dir ki Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın SîN-liğimizdir, dört unsur SîN-liğimizdir ve netice olarak “SîN SIRRı”mızdır..
Yâni YâSîn-imizdir ki SADAKATİMİZ-SAMİMİYETİMİZ-SABRIMIZ-SELÂMETİMİZ hepsi birbirine bağlıdır “Lâ İlâhe İLLâ ALLAH” gibidir.. “ALLAHümme Salli Alâ MuhaMMed” gibi dörtlü sistemdir..

Evet salâvâtla ilgili benim söyleyeceklerim bunlar.. bu istemler sistemler çözüldükçe, dörtlü sistemler olsun.. dört melek kimdir?. dört boyut nedir?. efendim dörtlü sistem ne kadar varsa hep bunlar bize göre dört yön.. alt ve üst ve dört yan.. tüm bunlar çözüldükçe daha güzel anlaşılacaktır İnşâe ALLAHu TeÂLÂ.. evet ne diyorsun Halim Can buyur..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Halim: Valla hocam ne diyeyim diyorum işte bu gün başta da şey yaptım ya sistemlerle kavgaya girince fakat Garibanla hüsni tavafuk uzmanlık dalı mıdır haddeme içten ne gelirse onu oradan gidiyoruz ama sistemlere bakmamız lâzım.. bir de şey olarak meselâ yâni üçlü sistem, dörtlü sistem, altılı sistem hani her birinin kâinâtta hangi unsurla gruplanma yaptığını meselâ dörtlü sistemde grupları biliyoruz da, altılı sistem neye hitap ediyor, üçlü sistem neye hitap ediyor âlemde karşılığını görebilmek açısından da bakmak lâzım.. şu anda şey yapamıyorum Hocam kafam boş bir şey toparlayıp söyleyemiyorum ama aklıma gelirse inşeALLAH konuşuruz yine..

Kulihvani: sağol canım teşekkür ederiz burada sistem Kur'ÂN-ı Kerîmin sistemini çözmek üzere şimdi semâ, yedi kat semâ semâ.. şems, kamer, büruc, necm beşli sistem.. yâni burada semâ cem’ini kübrânın tümünü yutan esmâ.. yâni tüm bunlar esmâ mazharıdır ve mânâ mazharıdır.. yedi kat semâ; gönül iç âlemimiz, akıl âlemimiz gibidir.. arz; dış kabuğu beden gibi.. burada hayatın maddî mânevî hayatın varlığına sebeb nasıl GÜNEŞ ise, tüm yönleriyle yâni yaşayış enerjisinden tutun hiç bir zaman insanları ısıtarak yaşatamazsınız ancak gıda ısısıyla yaşar.. bunun ise temeli güneştir.. aslı astarı güneştir.. ve daha bilemediğimiz sonsuz belki hayatın tümünün kaynağı güneştir.. yâni yer yüzünün var olmasının tümünün kaynağı güneştir ki, kesinlikle böyledir.. yâni üç gün olmasın bütün denizler donar, içecek su bulamayız.. yâni buz dağına döner her şey.. böyledir güneş, bu denli aktarıcıdır.. hayatı aktarıcıdır..

Hemen bunun antipotuna baktığımızda derhal Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi oturtabiliyorsunuz.. yâni güneş elbette kendisi bir Rabb değil ki, kendisi yaratmıyor, kendine verileni aynen sunuyor, her türlü sunuyor gözüken ışık ve ısıyla ölçüyor.. ikinisini de zâhir olarak sunuyor.. ama bu ışık ve ısının içerisinde getirdiği DİRİLİK ENERJİSİ ya da dirilik neyi ise onu mânâ gibi göremiyoruz ki.. o, bir gıda da değildir.. o, gıdalara sarılıp gelen bir şeydir.. BİRliği yürüten HAYYı aktaran.. yâni hayy, hayynan aktarılmıyor.. her ÂN aktarılıyor hayyın aktarılışında besin ve gıda ana alımı, ana Sünnetullahtır.. kimse: “ben yemek yemeden yaşarım!. “diyemez.. peygamberde olsa.. diyemez özel haller mucizeler kerametler felân niye gösteriliyor, neden gösteriliyor.. o ayrı şeydir.. olağan şeyler değil.. Biz normaldan bahsediyoruz..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Siz nasıl unutuyorsanız ben de unuturum. O bakımdan unutacak olursam bana hatırlatınız.” buyurdu.

(Buharı, Salât 31; Müslim, Mesâcid 89, 92-94; Ebû Dâvüd, Salât 189-190; Nesâî, Sehv 25, 26; İbn Mâce, tkametıı’s-Salât 129, 133; Müsned, 1, 379, 420, 424, 438.)

“Ben de sizin gibi beşerim” buyuran Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Abdullahalığından bahsediyoruz.. onun için diyorum nasıl görmektedir yine tek kelime ile Ali keremullahi veche gibi Velâyet Ayını kamerini yâni görmek hakikaten gece körlüğünde görebilmek, otuz gecede otuz şekilde görünüşü.. kimi var kimi yok kimi çok her şekilde görünüşü kendine mahsusluklarıyla ve burüc her çağının kendine göre ay ve güneşin yörüngelerinde oturduğu Zodyak Kuşağı gibi olan ALLAH Dostları, her çağın kendine mahsus ALLAH Dostlarının gelişi, onların oluşu, çok çok oluşu ve necm yıldızlar gibi akılların oluşu.. ve bu sûrelerinin de oluşu çok ilginç şeydir.. ve bunlar bizim gönül âlemimizde de vardır benzetilemeyeceği için Güneşi Rabbulâlemine, O’ndan ışık alan Ayı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, Burücları Ehl-i Beyt aleyhisselâma, ve Yıldızlarda;

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

“Fedhulî fî ibâdî” gibi toplayabiliriz gönül zevki bakımından..
Ama netice olarak şunu söylemek istiyorum ki, “Âlemde ne varsa Âdemde o vardır”.. Âlemdeki Âdemde vardır.. olmasa zâten akıl esmâlarıyla yüklenmiş olamaz.. akla belli bir miktar esmâ yüklenmemiştir, esmânın tamamı yüklenmiştir.. kullanıp kullanmaması tamamen insana kalmıştır.. iş, insana aklına ve nakle kalmıştır.. onu diyorum akıl ve nakil ne kadar sarmaş dolaş, içli dışlı, senli benli olursa o kadar tekniğin dahi çok fevkinde şeyler olacaktır.. şu anda tekniğin çok üstünde bulmak ihtimali yüzde yüzdür bana göre.. ihtimal değil bulur yeter ki oralara girebilelim girilebilsin yâni..

Halim : Hocam şimdi şeyde meselâ Kur’ÂNda diyor ki “ALLAH ve Rasûlune itaat edin” ondan sonra biraz önce buyurduğunuz âyette “Rabbinize rucû’ edin!”.. şimdi “Rabbinize rucû’ edin!” dediği zaman bu bir nevi şeydir ne bileyim ben bâzen doğru kelime seçemiyorum da bu bir nevi ALLAHın bizim üzerimize emridir.. şimdi nasıl rücû’ edileceğini bilmeden, kul şey durumunda kalıyor.. ALLAHın emrini erteleyen durumunda kalıyor.. dolayısıyla o emre itaat etmemiş oluyor.. yâni nakli bulamayış bir nevi ALLAHın emrine itaatsizlik gibi oluyor.. çünkü “rucû’ et!.” diyorsa etmek zorundayız ama edemiyoruz.. nasıl edeceğimizi bilemiyoruz.. burada bir şey var Hocam yâni her şey öğreten de O, yapan da O, hadi yap diyor sana nasıl yapacağını bilmiyorsun.. o zaman işte akıl şaşa kalıyor.. yâni ne yapmak lâzım, dolanıyor duruyor aynı dairenin içinde.. edeyim ama, nasıl edeyim başlıyor.. orada tıkanıyor yâni insan anlatabiliyor muyum bilmiyorum ama aklıma bir anda geldi toparlayamadım..

Kulihvani: bir daha söyler misin canım.

Halim: “ALLAH ve Rasûlune itaat edin” ALLAHın emri itaat edelim şimdi ALLAH buyuruyor ki “Rabbinize rucû’ edin!” ama nasıl edelim?. yâni buna edemediğim sürece bu rucû’yu yapamadığım sürece ben bir nevi ALLAHın emrine karşı gelmiş veya ertelemiş oluyorum.. ama nasıl yapacağımı da bilmiyorum.. bunu söylemek istiyorum.. insan o zaman “NAKLİ” buluncaya kadar ve o hani insan kâmil noktasına erinceye kadar diyeyim.. ALLAHın emrine itiraz ya da erteleme ya da yerine getirmeyen konumunda olmuyor mu onu şey yapıyorum Hocam soruyorum..

Kulihvani: Doğru söylüyorsunuz.. şu bakımından doğru, ben demin bir şey söyledim dedim ki insanlar kendilerinden önceki insanların kurdukları din yollarında yürürler.. bu doğrudur güzeldir de, ancak diyorum kendi ilimleri Ehl-i Beyt Edebi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin İrfÂNı ve Rabbul Âlemin Erkanı Sistemi olsa bu çok daha emniyetli, çabuk, doğru kendi vicdanında olurdu.. O bakımdan zâten MuhaMMedi Melâmetin dışarıya göre “nefsin çoşkuları, taşkınlıkları, aşırılıkları böyle oldum bittim, tamam uçtum” demesi..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Nefsimi Kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki, yarın bana ne yapacak bilmiyorum... Umarım ki Rahmet’ ine gark eder..” buyurmuştur.

Hadisiyle yerle bir olur MuhaMMedi Melâmette.. onun için zâten hani nere giderse gitsin sürü dağlarda.. Hasan Dağlarında görürsün Kervan Köpeği o taşın dibine yatar, öbür ağacın dibine gider amma sürekli sürüyü takip eder, o yandan bu yandan.. hiç gel diyen olmaz ona kendi bilir o işi..

İşte bu denli Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi her bakımdan takip etmek şuyum buyum demeden şunu yaptım bunu yaptım demeden ana iş olarak ne haldeysek olalam.. yâni hiç fark etmez her halükarda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi izlemek zâten “ALLAHa ve Rasûlune Teslim olunuz”u getirir bize.. İman ediniz, Tâbi olunuz, İtaat ediniz.. çünkü O’ndan başka o yolu bilen yok, irsal edici yok, irsaliyeci yok.. yâni Rasûl yok sıla edici yok sıla rüşdüne erdirici yok, sıla yolunu rüyet edici gösterici yok, Sıla Yolunda Raziyeten Merziyeten Rasûlun “re” sini söylüyorum.. Rızasına erdirici yok.. hep ondan geçer, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden geçer.. Çünkü “Rabbe”nin ilk dairesi “Habbe”dir.. çünkü“Rabbe” “Habbe”nin şah damarından yakındır.. bu öyle bir iştir ki, o bunu bunu “Habbe”de de iki “be” vardır.. “Rabbe” de de iki “be” vardır.. ama hani denirse nasil denir bilmiyorum.. ama o “Rabbe”deki “be” ile, “Habbe” deki “be” ile “ha” buluşuverse “ruh” olur sendeki bendeki.. bu başka bir iştir.. o zaman “ya eyyuhen nefsun mutmainne” buyurulan Mutmainne Nefis, Ruhî Nefistir ve Kalbi Nefis değildir.. Ruhî Nefis, kendi ruhunun aynısı olmuş nefis demektir ruhlaşmıştır yâni reha koku haline dönüşmüş ruh reh haline hakikati yaşayan rüşde ermiş hale gelmiş bu güzel bir şeydir.. bundan anarmol bir şey olamaz birisi diyor ki “çocuğum evleniyor”.. evlenmesinden normal bir şey mi var.. yoksa yuh ki olmuyorsa değil mi.. onun için ki zâten ama dışarıya bakıyoruz dışarda çok büyük bir şey gibi altından kalkamayacağımız dağlar gibi gözüküyor, öyle alışıldı öyle gidiyor.. ve onun için diyor zâten Kur’ÂN-ı Kerîm merkezli yürürsek bize her şeyi o anlatacaktır ve hadis kaynaklı yürüdüğümüz takdirde inşeALLAH..


Halim : Ruhu, nefis kokudan bahsettiniz ya, geçen şeyde Nuriye canla karşılıklı mesajlaşmamızda Derman Hocamızın şeyi vardı söylenemezlerinden.. işte görürüz işitiriz dışımızda görür işitiriz ama kokuyu içimizde duyarız.. birde âyette bahsediyordu Derman Hocam ALLAH görür işitir, amma kokuyu alır değil.. şimdi şeyi diyorum ben rüzgar nasıl geçtiği yerlerin kokusunu getirirse, “gül kokuyor gübre kokuyor” deriz ya.. şimdi aslında rüzgarın kokusu diyorum o kendi kokusu değildir sanıyorum orada rüzgar hani hâşâ eşleştirirsek ruh gibi ama geçtiği yerler nefsin kokuları o saflaşmadan örnek Vermiştim Taptuk Emre Yunus Emremize diyor ya ha “bunca zaman hakk kazanda kaynıyorsun ama halen dünya kokuyorsun” diye.. yâni dünyaya ait kokulardan arındırmak gerekiyor o da işte ancak Şeriatın ve Efendimizin uygulamalarıyla ve Eğitimi ile Terbiyesi ile Edebi ile ancak öyle mümkün.. onu başaramadığımız sürece de demin söylediğim gibi ALLAHın emrini bir nevi yerine getirememiş, ertelemiş konumunda oluyoruz ki,, ALLAH hani şey var ya hadis mi âyet mi hadis sanırım.. “kim ne için yaratılmışsa ona o iş kolaylaştırılmıştır” diyor.. şimdi biz buna niyetlendik rucû’ edelim diye anladık bunu anladıysak bu emir bizim üzerimize yükümlülük oldu.. o zaman bunu kolaylaştırılması gerekiyor hadise göre o kolaylık nasıl olur.. yâni o zaman çileyi nasıl çekiyoruz Hocam çile niye oluyor?.
Mâdem kolaylık sağlanacak kimin içinyaratıldıysa niye iş üretiyoruz, niye zorlanıyoruz,, niye sabır yok.. o zaman yâni şey olduğu zaman böyle Hocam aslında bir soru gibi değil de bir sonuca varmaya çalışır gibi kafamın içinde dönüpduran şeyler bunlar.. heee şeye varamıyorum yâni bir sonuca varamıyorum o yüzden..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Kulihvani: Biz, biliyorsunuz ilim aktarmaktan ziyâde seviyelemeye çalışıyoruz bileşik kaplar gibi bu seviyelemeyi de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi yapmaya çalışıyoruz. Onun için de sürekli diyoruz ki, aklımızı nakille seviyelebilmek için kendi aramızda enterkollekte bağ kuruyoruz.. ÖZümüzdeki habli’l- verîd gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ÖZünde de, RABBu’l- ÂLemini görerek biz, O’nun etrafında bir halaka olarak seviyelenmeye çalışıyoruz..

ReSûLî SEVİYEden kasdımız;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin SESinden ALLAH celle celâlihu SÖZünü-EMRini DUYUp-UYup da arkasında; Kral-köle, zengin-fâkir, kâmil-câhil ayrılmadan bir tarağın dişleri gibi saf saf, omuz omuza kardeşçe durup ömür boyu süren SıLa SALLı SaLâtı ki Nâz-Niyâz NAMAZına DURmaktır..

Bu ise bir KÛN feyeKÛN OL!.uşumudur.. Bu oluşumda herkesin kaderi ve kadarınca akıl ölçüsü kadar, öyle kaplar vardır ki yarım parmak vanalıdır, kimisi de on parmaktır, öyle vardır ki ne bileyim ben çok büyük bunların seviyelenmeleri de çok çeşitli olabilir..

Ama biz bunun farkında değiliz, hepimiz çeşitli kabiliyetlerde meşreblerde yapılarda olduğumuz içinde birbirimize yardımcı olmaya çalışıyoruz.. Meselâ sizin bir sözünüzden ben çok şey anlıyorum bir başkası Nureye’nin sözünden anlıyor.. Bir başkası “zahid zenderun CÂN”ım bir şeyler yazıyor, ondan anlıyor.. herkes birbirinden alış veriş yaparak bir SEVİYElenme bakımından yürüyor.. Dediğiniz gibi bu kader, Rububiyyet dâimiyetinin kudretidir. Kaderi RABBu’l- ÂLemin sürekli yaratıyor, devam ettiriyor yâni sistemi yürütüyor, bu dâimiyet kudretini işletiyor.. Zâten burada yapacak fazla bir şey yok.. Bazen, bazen değil hiç olmadığı zamanlar olur.. yâni Kader-i Mübrem, Kader-i Muallak.. Mübrem, kesinleşmiş asla değişmeyen kader.. Hacer aleyhasselâm gidecek Kâbenin yerine çadır kuramayacak çünkü çadırı yok.. yâni bu bir Mübrem Kaderdir ve değişemez.. illâ öyle olur.. Bu bir “çile” midir, tek başına hiç bir yaratığın olmadığı bir vâdide kalış..
Mâdem RABBımıza bırakıyorsun “hadi git diyecek yedi sekiz aylık bir çocukla..” yâni bu bir çile midir yoksa, bilemediğimiz çağların Kâbesini doğurmak mıdır bunu bilemeyiz..

İnsanlar nice savaşlar yaparlar öldürdük diye bayram ederler ama biraz sonra kendileri de ölürler. Bir sinemâ filmi gibi.. hiç kimse kalmaz.. bütün bu olanlar ise yaratan katında bir kitabda okunmak.. bizim kitabda okuduğumuz gibi yani.. bu kadar şey ki, bir anlamı yok demek istiyorum. Yani bütün bu OLÂNlar, KULun akıl imtihanıdır.. akıl imtihanıdır ama kolay mıdır, hayır.. Bunlar o kadar muazzam yaratılmıştır ki, yaratıklar içerisinde akıldan daha ALLAHu zü’l- CeLâLe yakın olduğunu sanmıyorum, yaratılanlar içinde.. Yâni bu kadar müthiş bir şeydir akıl.. Aklın hakikatı bana göre söylenemez. Her şeyin hakikatı söylenir ama, aklın hakikatı söylenemez gibi.. bunun için zâten akılların yalıtkanlığını, donukluğunu, egoistliğini nasıl yok edeceğiz.. Nasıl kaldıracağız bunu, şu alışılmış metodlarla mı yapacağız?. Yoksa “Halkın Metoduyla mı Hakkın Metoduyla mı?” demek istiyorum yâni..
Bunun için zâten MuhaMMedi Sistem, MuhaMMedi Melâmet kendi ÖZünden kendi SÖZünü DUYuşa ve kendi ÖZüne UYuşa bağlıdır.. ÖZ, nüvedir.. Nüve vüCÛD Nurudur.. VüCÛD Nuru Vâcibü’l vüCÛD ALLAH’ındır.. Mev CÛD olan MÂSİVÂdır.. Mâsivâ dediğimiz Nur-u MuhaMMeddir.. İşler döner döner yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gelir.. Döner döner “ALLAHu Nuru’s- semâatı ve’l ard”dır.. evet öyledir nerde görülür desen Nur-u Mimde gözükür. “ALLAH celle celâlihu burada” desen hâşâ küfür olur.. Çünkü, ALLAH celle celâlihu eşyâ olur hâşâ.. ALLAH celle celâlihu eşyâ değildir.. Eşyâyı yaratan yâni “elime güneş vurdu” diye güneş elimde değil demek istiyorum. O dediğiniz gibi hepimizin sıkıntısı ama, dünkü Halimcan da yok ki.. Bu gün var mı iki sene önceki Halimcan mı?. Bu günkü dünkü mü?. Hayır, bu gün çok değişik dünkü değil.. yâni gelişiyor, gelişiyor..
Bir de lâzım ve lâyık var biliyorsunuz.. ben de hep öyle derim.. Demek ki lâzımmış ve lâyıkmış ki oluyor.. MuhaMMedi Melâmetti hiç, asla boşluk yoktur..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ya Fatıma, kalk, namaz kıl. Sakın, babam peygamber diye ihmal etme. Allah’ın rahmeti olmadan ben de bir şey yapamam." Buyurdu.
(Müslim, İman,89, Hadis no:351)

“Kızım fatıma babanMuhaMMed’e güvenme!” diyerek parmaklarıyla iki rekat sabah namazını kılmadıysan buyurmuştur.. halbuki Fatıma aleyhasselâm âhiret kadınlarının seyyididir, cennet kadınlarının seyididir..

Resim---Misver İbnu Mahreme anlatıyor: "Hz. Ali (kerremallahu vechehu) nikahı altında Fâtımâ (aleyhasselâm) olduğu halde Ebu Cehl'in kızına talib oldu. Bunu işiten Hz. Fâtımâ, Resûlullah'a (aleyhissalatu vesselam) gelerek: "Kavmin, kızları için senin hiç gadablanmayacağını zannediyor. İşte Ali, Ebu Cehl'in kızıyla evlenecek!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kalktı, minbere çıktı, şehadet getirdi ve şu hitabede bulundu: "Emma ba'd! Ben Ebu'l-As İbnu'r-Rebi'e (kızımı) nikâhladım. Bana konuştu ve doğruyu söyledi (vadetti ve vaadini tuttu. Şurası muhakkak ki ben helal olanı haram kılmıyorum, haramı da helal kılmıyorum). Fâtımâ benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer. Allah'a yemin olsun Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) kızı Allah düşmanının kızıyla ebediyyen bir araya gelmeyecektir!" buyurdu.
Ravi der ki: "Ali istemekten vazgeçti."

(Buhari, Fezailu'l-Ashab 16, 12, 29, Cum'a 29, Humus 5, Nikâh 109, Talak 13; Müslim, Fezailu's-Sahabe 96, (2449); Ebu Davud, Nikâh 13, (2071); Tirmizi, Menakıb, (3866).)

Bu hadisler vardır.. vardır da bu da vardır yalnız.. böyle birebirdir yâni zordur.

Kul ihvÂNi sır serilmez
Çilesiz sırra erilmez
Ölüler ölür dirilmez
Sağlar Hüseyin Hüseyin aleyhisselâm..


Ne dersen de, ölü zâten ölür burada ölü zâten.. dirilmez zâten burada dirilmedi orada mı dirilecek.. burada kör orada kör âyetler var..

وَمَن كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً
Resim---“Ve men kâne fî hâzihî a’mâ fe huve fî’l- âhıreti a’mâ ve edallu sebîlâ (sebîlen).: Ve burada (bu dünyada), kim kör ise artık o ahirette de kördür. Ve yoldan daha çok sapmıştır.”
(İsrâ 17/72)

Ama Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yüreğindeki sağlar da hiç ölmez ki.. “Hazreti Hüseyin aleyhisselâm öldü” diyen kâfirdir. Biliyorsunuz şehiddir ve hayydır;

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
Resim---“Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ (emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn (yurzekûne).: Ve Allah’ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.”
(Âl-i İmrân 3/169)

Ve bu hayylık, bu leş bedeni giymek midir, yoksa şah damarından yakın olan habli’l- verid olmak mıdır.. Gaib/OLduğu hâlde gözükmeyeni, olanı aşikâr etmek midir?.
“Meğer mevlâm uryan imiş!.” deyip soyunuvermek midir?. Bunlar sokak gösterisi, insan gösterisi asla değildir..
Onun içinde zâten bakıyoruz ki Münir Derman Hoca kaddesallahu sırrahu felân hiç toplum içerisinde böyle sallapati dolaşıp gezip karışmadılar.. Gören herkes kimi deli der “Deli Doktor” diyorlar toplum içerisinde..
Ancak, kimi de “velî” der.. herkes bir şeyler söyler.. Ama kendileri, kendi sırlarını kendi içlerinde saklarlar ki, bu da bir güzelliktir..


Halim: Sağolun Hocam zâten şey olduğu zaman öyle kendi içimde köşeye sıkıştığım zaman hemen Hazreti Yunus aleyhisselâmın kıssası aklıma geliyor o da, kendi aklınca işte şey yapamadığı tebliğ görevini yapamadığını düşünerek yâni inanın ona yanlış hatırlamıyorsam iki üç kişi inanmış.. onun için yerini yurdunu terk ediyor ya ALLAHdan izin almadan onun kıssası aklıma geliyor, O’na sığınıyoruz Hocam gidip balığın karnına düşmektense.. yapabildiğimiz kadar ALLAHım ne şey yaparsa kadarınca kaderimizce hesabı.. kaçıp başını alıp gitmektense devam etmek daha doğru görünüyor sağolun Hocam..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Kulihvani: sen sağol!. Barbaros sen ne diyorsun?.

Barbaros: Ben nediyeyim Hocam dediklerinize katılıyorum eee bende Halim gibi o tarzda hisleri sürekli hissederim Hocam muhakkak.. çünkü ama dediğiniz gibi de bâzen düşünürüm kendi kendime yâni.. dün neredeydik bu gün neredeyiz diye bâzen öyle düşünürüm.. yâni kendi kendime neler öğrendik ne yaptık ne ettik diye.. öyle bir hesap yaparım yâni gerçi insan bir şeyin içinde oldu mu görememekte dışardan birisinin bakın içeriyi görüp söylemesi lâzım bir şeyleri.. ama o yüzden biz de siz bize bir şey dediğiniz zaman umutlanıyoruz, hoşumuza gidiyor..
“ALLAH ALLAH diyoruz hocam muhakkak doğruyu söylüyordur samimi şekilde söylemiştir bizi şey yapmak için söylemiyor!” deyip o bize bir ümit verir devam ederiz içimizde bir ateş var mı ben bâzen ona bakarım içerde bir ateş var mı yok mu?. yâni içerden ağlayan, içerden yanan bir ateş var mı yok mu ben ona bakarım.. yâni kendi kendime eğer o varsa ben bir şeyler yapmaya iten o tutku o şey zayıflamaya başlamışsa o zaman endişe etmeye başlarım.. o zaman endişe etmeye başlarım.. o zaman üzülürüm niye gitti niye yok diye endişe duyarım.. yâni öyle olmasa zâten bilmiyorum yâni nasıl bir şekilde devam edilir ki.. o tutku olmasa iş yapamıyoruz ki.. o tutku o hissiyat o yangın olmadan bir şey yapamıyoruz yâni “o yüzden o var mı yok mu?” diye.. bâzen öyle kendi kendimi gözden geçirmeye çalışırım.. yâni bir de şu son zamanlarda bu bizim neydi Hocam o Enver Baba var ya, Enver Baba hani Aksarayda gittik şeyin Gazneli Şeyhin türbesindeki Enver Baba.. ben zikirden kesildiğim zaman zikir yapmak için otursam, meselâ ders çekmek için ki, baktım ki bağlanamıyorum, bir şey yok.. yâni içimde hissiyat olarak boşum.. yâni onun o sözleri o şeyi aklıma geliyor o sahne, onu düşünüyorum.. yâni onu düşünür düşünmez bende başlıyorum.. yâni onunla beraber bir ilahî söylüyorum orada.. o beni bir an bağlamak için, bağlanmak için o “Arafat Dağı yüce dağdır” derken bir bakmışım yâni o dolduruyor bir an yâni ki bir ateş o zaman gelirse bir sıcaklık bir şey bulursam hemen ardına basıyorum “Lâ İlâhe İLLALLAH”.. hani böyle bir şey görür de, ne bileyim ben yağmur bir anda yağar da altına tas tutarsınız ya.. gidecek diye “eyvah hemen gidecek!” diye onun gibi.. “haah şimdi böyle bir şey oldu devam et!” diye gibi.. artık bilmiyorum kendimi mi kandırıyorum.. o bir kıvılcım bir sıcaklık öyle ufak şeylerden yâni ısınmak için uğraşıyorum bâzen Hocam.. yâni o yüzden o Enver Babanın hakikaten yâni minnettarım ki, ALLAHa o gün bizi göndermiş karşılaştırmış yâni hamd olsun..

Kulihvani: Hatırlarsan o zât çıkıyordu kapıdan geri döndü geldi.. kapıdan çıkarken geri döndü: “siz kimsiniz?” diye patladı.. “sizi ALLAH gönderdi!.” şu, bu.. halbuki o kimse, orada yıllardır yaşayan bir insan.. belki oraya da o gün girdi “ALLAH getirdi” dediğin gibi karşılaştırdı..
burada şu var, biz bizler birbirimize dua bakımından bağlıyız, tevbe bakımından dua bakımından rıza ve şehâdet bakımından bağlıyız.. birbirimizin TÜMM-leyeniyiz birbirimize ahdimiz var, anlaşmamız var, gönül rızamız var da, o bakımdan diyorum ve bu zâten birlikteliği sağlar yoksa, hep belli bir seviyede durmak mümkün değil..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Muhakkak ki kalbime bazı tortular konur ki günde yüz defa tövbe istiğfar ediyorum.”
(Müslim,Zikir, 41; Ebu Davud, Vitir, 26; Kenzu’l-ummal, 1/476/h. no: 2075)

biliyorsunuz istiğfar etmekten kasıt bize gösterilen bir yoldur.. dediğiniz gibi yâni kendimizi bir yerde görerek emniyetli bulamayız.. muhakkak ki olaylar olur, bizi sarsalar ve;

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
"Ellezî halaka’l- mevte ve’l- hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ (amelen), ve huve’l- azîzu’l- gafur (gafûru).: “Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur." (Mülk 67/2)

Sizi güzel bir deneyelim bakalım kim ahsen amel edecek.. AMeL.. Lütf-u MuhaMMediyye, ayan-ı sabitenin ulaşımını sağlamaktır.. amel LütfuLLaHa MuhaMMedi ULAŞımdır, ayan ulaşımdır bizzât ulaşımdır.. bunu sağlamayan amel, başkası adına yapılmıştır.. onun için zâten biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İrfÂNı ile İrfÂNlanmadıkça, ahlâkıyla ahlâklanmadıkça sistem dâima avara kasnak döner durur..
bu bakımdan da BİZBİR-İZ ve birbirimizin hizmetçisiyiz.. birbirimizin el vereniyiz, el tutanayız inşeALLAH.. burası eleme dünyasıdır.. konkasörler vardır bilirsiniz mıcır kıran, kum çakıl kıran taş ocaklarında felân.. biz çok çalıştırdık bunlardan.. yukardan büyük taşlar atarsınız.. onun büyük çelik çeneleri vardır, kırar ve elekleri vardır altında en inceler hızla iner aşağıya ve gittikçe döker.. biz oradan hangi elekten istiyorsanız o eleği kullanırsınız.. ötekileri daha da ince kum haline, toz haline getirtirsiniz..

bu sistem böyle bir sistemdir.. herkes kaderi kadar alır, çekilir ya da devam eder ama,

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا
"Ve kevâıbe etrâbâ (etrâben).: Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.” (Nebe 78/33)

وَكَأْسًا دِهَاقًا
"Ve ke’sen dihâkâ (dihâkan).: Dopdolu kadehler.” (Nebe 78/33)

kevâıbe etrâbâ.. Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar..
Denmekte tüm meâllerde.. ne kadar acı ve yanlış.. Neymiş de, İslamdan önceki Araplar, göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızların göğüslerini, yanyana olan kum tepeciklerine benzetmişlermiş de..

Oysa, turâb topraktı.. etrâbâ ise en topraktı un gibi..

Kim ki bENlik-Kimlik Kâbesini, un gibi etrâb edeBİLirse..
Ve ke’sen dihâkâ.. Kalb Kâsesi hakk ile dolar..
işte bu Kâbeyi soyunmak şâhidi ve meşhudu ALLAH celle celâlihuyu BİLmek, RABBu’l- ÂLemini BİLmek kolay iş değil.. zor işte değildir.. Zorluğu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin; BİLinip BULunup, O’nunla Olunuş ve Şeriat-ı Garrâsının YAŞAnmayışından gelir..
çünkü ALLAHu zü’L- CeLÂLi; BİLmek, BULmak, OLmak ve YAŞAmak diye bir yükümlülüğüm zâten yok.. onun için “ALLAHa ve Rasûlune teslim olunuz” buyuruyor.. doğrudan doğruya “ALLAHa teslim olun” der.. ve herkeste bakakalır neredeydi..
onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin her an Hayy olduğunu anlayamayıştan şaşkın.. şu anda insanlar ki, sürüyle allame-yi cihan hepsi ve bunu çözememektedirler.. zorluk burada..

ALLAH celle celâlihu, hepimize yardım etsin inşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim Evet Burûca Sûremize bakalım ve bitirelim inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

وَالسَّمَاء ذَاتِ الْبُرُوجِ
"Ves semâi zâti’l- burûc (burûci).: Burçlara sahip semaya-göğe andolsun.” (Burûc 85/1)

Semâya yemin olsun ki o, burûc-burçların sahibidir.. burçlar, Zodyak Kuşağındaki Ayın ve Güneşin yörüngelerinin geçtiği çoğul yıldızlar 12 yıldız.. 6 yüzü 8 köşesi 12 ayrıtı olan kapalı küpün adına “Kâbe” derler diyorum ya.. on iki ayrıt gibidir bu burûc gönül semâmızdaki.. bu iş islamın şartında, 12 namazda değil mi 6 sı içinde 6 sı dışında 12 namaz.. namazın şartları ve rükünleri gibi bu burûclar..
Hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret, kıble, vakit ve niyet olan ön şartları gibi..
Kıyam, kıraat, rükû, sucud ve teşehhüd miktarı oturmak olan iç rükunları gibi, erkanı gibi yani.. o 12 burç, semâdaki on iki burç bu.. biraz sonra bakacağız bir başka âyet Furkân’da da var..

تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَى عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا
"Tebârakellezî nezzele’l- furkâne alâ abdihî li yekûne li’l- âlemîne nezîrâ (nezîren).: Âlemlere uyarıcı olması için kuluna Furkan’ı indiren (Allah), mübârek’tir.” (Furkân 25/1)

"Tebârakellezî”
O, ne bereketli ne bâriktir, mübârek’tir.. O, KÛN feyeKÛN RABB BİLE-liğini bize aktarandır.. öyle bir Bereket Sahibidir ki, her an o işi yapar, yani ceale/kılar.. gökte burûclar kıldı..
Burûc nedir?.
Rücu bileliğini sağlayan işâretlerdir.. Ehl-i Beyt aleyhisselâm gibi, ALLAH Dostları gibi.. Ay ve Güneşin yörüngesine oturmuş birer işâret nurlarıdır gibi..

تَبَارَكَ الَّذِي جَعَلَ فِي السَّمَاء بُرُوجًا وَجَعَلَ فِيهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُّنِيرًا
"Tebârakellezî ceale fîs semâi burûcen ve ceale fîhâ sirâcen ve kameran munîrâ(munîren).: Gökte burçlar kılan O (Allah), mübarek’tir (şanı yüce). Ve orada Ay’ı, aydınlatıcı bir kandil kıldı.” (Furkân 25/61)

“ceale fîhâ sirâcen ve kameran munîrâ”
Yine göğün içerisinde bir nur yapıcı münir olan Kameri ki, Nebî Oluş Kudreti’ni ki, bir nevi fiilen şu işi şu anda yapış kudretinin noktası, ilk nokta gibi olan Kamer olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin.. O’nun sirâcı.. sirâc, sendeki rücû’ yoludur.. kendimizdeki şahdamarımıza giriş yoludur.. ne garip şey insan, her yolu dışardan görür ve, içerdeki kendi yolunu bulmak için yedi kat gök geçmesi gerekir ki, bu burûcları.. Böyle de zevk edebiliriz gibi geliyor bana.. yani öyle de yapabiliriz.. bu bir kendimize yaklaşımdır.. bu burûclar çeşitli yerlerde, çeşitli zamanlarda, çeşitli hallerde.. sanki gönül göklerimizin kapıları gibidirler.. ondandır ki, “HaKk’a giden yol HaKk Dostlarının gönlünden geçer!.” Demekteyim..
HaKk Dostlarının boğazında çanı olmaz ki deli gibi..
İşte benim için HaKk Dostları sizsiziniz!.
HaKk’ı sevenler HaKk Dostudur.. HAKkı DUYup HAYRa HaKk Dostudur.. Bu basit bir şey çünkü..

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ
"Ve’l- yevmi’l- mev’ûd (mev’ûdi).: Ve vaadedilen güne.” (Burûc 85/2)

Vaad edilen o güne yemin olsun.. Mevud içerdeki “ud” iâde köküdür. iâdenin “MuhaMMedî vüCÛDa Geliş Günü”ne and olsun.. Mahşerde de olabilir.. Habli’l- Verîde inmiş bir akıl Habli’l- Verîd kuyusunun içine bakıp o kuyunun sonsuzluğunda, RABBının sesini Habli’l- Verîd olan MuhaMMed aleyhisselâtı vesselâmın dilinden ve onun kulağından duyan onun yüreğine girmiş bir nefis “yevmi’l- mev’ûd”ü yaşamıştır.. MuhaMMedî vüCÛDa gelişi yaşayış bir yevmdir.. Ordaki yevm den bunu anlıyoruz değil mi.. Mevud vadedilen gündür.. bu vadedilen gündür.. ne vâadidir?. şehâdet vâdidir, gaybın şehâdete çıkışıdır.. bakın,

وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ
"Ve şâhidin ve meşhûdin.: Ve şâhid olana ve şâhid olunana (görene ve görülene) (andolsun).” (Burûc 85/3)

İşte orada şâhid olanla, şâhid olunan cem’dir.. Radiyeten Merdiyeten gibidir Barbaros..
Böyle ise, eğer “yevmi’l- mev’ûd” olmuşsa, vadedilen gün olmuşsa, şâhid olunmuştur.. Şâhid olunan günde ordadır.. OLAN da OLUNAN da ordadır.. Sanki Meşhud ki, Nur-u Mim.. Şâhid ise, NuruLLaH gibi.. ya da tersini söyle fark etmez.. şimdi bunlarla ilgili âyet gelecek bakın ve şâhidin ve meşhudun..
Şâhid olana ve Şâhid olunana da yemin olsun..
Buradaki ve yemin, ama ne yemini açığa çıkıştır.. Asarım, keserim yemini değil “vav” orda.. vALLAHi gibidir.. Ama esası nedir gerçeğin ortaya çıkmasıdır “vav” dâima görüntüye çıkaran bir harftir.. Hazıra getirir, huzura getirir, insanı hızıra getirir, insanı hızır edir yani.. huzurda hazır olanı hızır eder.. bu âyetler ve şâhidin ve meşhud..
“Eşhedu enLâ İLâhe İLLALLAH”a şâhid ALLAH, ben ise ALLAHa şâhidim.. Desem buna kargalar gülmez mi?.
Yaratılan yaratana nerde şâhid oluyor.. Ara kesit, ara kesit yok da.. hadi diyelim Habli’l- Verîd/Tek İpin.. Tek ip de dâime dairedir, sonsuz çizden de dairedir ve dairenin adı Nur-u Mimdir değil mi?. Bunun içindir akıllarımızı kandırarak değil akıllarımızı kendi kendine inandırarak nakle ulaşmalı.. Fiilen ulaşmalı, dosdoğru ulaşmalı..
Burûc Sûresi 22 âyettir. Mekke’de indiği bellidir.. Burçlar güneşin yörüngesindeki menzil noktalarıdır.. ve halbuki güneş esfeli safilin, kendisi illiyin gibidir güneş.. Çünkü hayatın odur, esfeli safilin gibi olan yer yüzündeki bütün menfaatler düşünebiliyor musunuz?. Aklınıza ne geliyorsa yeşil ateş dediğiniz anda petrolü de kömürü de hidrokarbonun tümü, güneşe gidiverir.. Güneşin hidrojeninde yok olur.. yani onun için tüm canlıların gıdasının hepsi de, ötesi bötesi de oraya gider..

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
"Ellezî ceale lekum mine’ş- şeceri’l- ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne).: Yeşil ağaçtan sizin için ateş (oksijen) kılan (çıkaran), O’dur. Böylece siz, ondan yakarsınız.” (YâSîn 36/80)

Bu menziller ulaşım yollarının işâretleridir. ne aydır ne güneştir ama, onun yollarıdır.. burada bir şey daha var bakın daha önce ben şâhid RABBım gayb iken, yevmi’l- mev’ûd vaad edilen gün gelince ne oluyor vadedilen gün.. ben yevmden ne anlıyorum.. MuhaMMedi vüCÛDa gelişi yaşamayı anlıyorum.. Zâhir ve bâtında teknik olarak da tasavvuf olarak da bunu anladığım anda, daha önce olduğu halde gözükmeyen RABBıma şâhid olmaya çalışırken, şâhiden meşhun oluveriyoruz..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde RABBine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

“Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu”
“Ey tatmin olmuş nefis” denilen şey akıldır.. yani nefis ancak akılla o noktadadır.. tatmin olmak, kabul edilmiş bir iman sahibi olmaktır.. kabul edilir olan bir iman, itminan bulmuş imanı mükemmel olan.. kendi gözünün kendi gözü olduğu kadar tatmin olmuş, şüphesiz, şeksiz aklın tamamen yatkınlaştığı ve “ bu doğrudur” dediği ve kendini kabul ettiği, RÜŞDüne erdiği bil haldir..
Evet geldim ben şâhidim sen gaibsin/olduğu halde ham akla gözükmeyen derken, “rayizeten merziyeten” olduk mu “şâhidun meşhudun”
Sonra, “Fedhulî fî ibâdî.. Vedhulî cennetî”
Buyur şâhid olanların içine gir, cennette olunanların içine gir..
Meşhun, kıyamet günü müdür olur, o da öyledir.. o gün, herkes birbirine şâhid olacak.. efendim iki omuzdaki videoya çeken melekler şâhid olacak.. efendim biz onların ağızlarını burunlarını kapatırız da elleri konuşur ayakları şâhidlik yapar olur..

الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
" El yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).: Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Kazanmış olduklarını (yaptıklarını) Bize, onların elleri anlatır, ayakları şâhidlik eder.” (YâSîn 36/65)

Kur'ÂN-ı Kerîmde çok şâhidlik var, meşhunluk var.. ama bir şâhid bir meşhud daha var ki, her ÂN..

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
"Yes’eluhu men fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O’ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe’n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)

SünnetuLLAH üzere Şe’ÂNuLLaH.. her ÂN şu ÂN, şehâdet.. NÛRuLLaHın şehâdete çıkışına bir şâhid bir meşhud lâzım ve de lâyıktır.. TeVHiDuLLAHtan murad-maksat nedir?. “Lâ İlâhe İLLALLAH” neye “Lâ İlâhe İLLALLAH”?.
İşte bu şehâdete “şâhidin ve meşhûdin” olabilmek, yevmi’l- mev’ûd, yevmi’l- vaaddir, vadedilen gündür, yevmdir.. başka yevm, ÂN mı var ki?. hangi geçmiş ÂN dan bahsediyorsunuz hangi gelecek ÂN bahsediyorsunuz, sizin için benim için..şu ÂN bile BİZimdegil yarım nefeslik..
Oyle ki o gün ALLAH sizi çağırır sizde ona hamd ile birlikte icâbet edesiniz ismen.. o, bir tek sayhadan/çağırış çığlığından ibârettir.. o ÂN da hepisi katımızda hazır edilmişlerdir..
Burada çok çeşitli şeyler vardır.. yine, meselâ biliyoruz ki sabah namazı şâhidlidir, âyeti vardır..

أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
"Ekımi’s- salâte li dulûki’ş- şemsi ilâ gasakı’l- leyli ve kur’âne’l- fecri, inne kur’âne’l- fecri kâne meşhûdâ (meşhûden).: Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’ân’ı şâhidlidir.” (İsrâ 17/78)

Efendim melekler, gündüz melekleri gece melekleri birbirine devrederken gibi şeyler söylenir.. ama melek nedir, meleke nedir?. onlar birbirine devrederler de neyi devrederler?. akıl neresidir, hangi halidir.. akıl neden uyuma hissetmektedir?. uyuduğunda ne yapmaktadır?. yine aslında şâhid EşŞe’ÂNı yaratandır..

Eş Şehîdü:
Resim

ALLAH kendisinden başka ilâh bulunmadığına şehâdet eder..

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, ve’l- melâiketu ve ulû’l- ilmi kâimen bi’l- kıst (kıstı), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Allah, şehâdet (şâhidlik) etti: Muhakkak ki O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle kâim oldular (şâhid oldular) ki, O'ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz'dir, Hakîm'dir.”(Âl-iİmrân 3/18)

ALLAHtan daha büyük şâhid kimdirki yoktur..

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ
" Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeten, kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâl kur’ânu li unzirakum bihî ve men belag(belaga), e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed(eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).: “Hangi şey şâhid olarak en büyüktür?” de. “Benimle sizin aranızda Allah şâhiddir. Bu Kur’ân bana, onunla, sizi ve kime ulaşırsa onu, uyarmam için vahyolundu. Siz, muhakkak Allah ile beraber başka ilâhların olduğuna gerçekten şâhidlik ediyor musunuz? Ben şâhidlik yapmam.” de. “O, sadece tek bir ilâhtır. Muhakkak ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.” de.” (En’âm 6/19)

Her şeye şâhid olarak RABBin yetmez mi?.

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
"Se nurîhim âyâtinâ fî’l- âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehu’l- hakku, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Âyetlerimizi afakta (ruhumuzun baş gözüyle) ve enfüste (nefsimizin kalp gözüyle) onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye. Rabbinin herşeye şahit olması kâfi değil mi?” (Fussilet 41/53)

Meşhud olunan kimdir.. ALLAH kendisinden başka ilâh bulunmadığına şâhidlik eder.. bu ALLAHın ZÂTının tevhididir..
Biz her ümmetten bir şâhid, seni de o şâhidler üzerine şâhid olarak getirdiğimizde..

فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا
"Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ (şehîden).: Artık her ümmetten bir şahit (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?” (Nisâ 4/41)

Burada meşhud, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir şâhid olunan Ümmet şâhidleri.. Şâhid olan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir..

Yine biz seni bir şâhid olarak gönderdik buyurulan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir..

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
"Yâ eyyuhâ’n- nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ (nezîran).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, seni şahit, müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik.” (Azhâb 33/45)

Benim bu demin söylediğimde budur. Ben Habli’l- Verîd olarak dâima Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin Nur-u MiM’ini görürüm ve içinde NuRuLLaHı ki, RABBulâlemin Sıfatı TeceLLîsi..
O zaman diyorum ki kim, Habli’l- Verîdini bulmuşsa, iç çemberdeki yerini almışsa, sonsuz nokta orda buluşmuşlarsa, MERKEZdeki DÖNDÜRENe döndürülmektedirler.. İşte o sonsuz nokta “ALLAHa ve Rasûlune iman edin” buyururken, bütün kâinât Rasûlun içindedir..

O zaman mesele yok ..
“Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu” şartını koymuştur.
Tatmin olan nefisler.. olmayanlar olmayanlara ne yapacağını buyurmuştur..
Onun için diyorum “ircîi-rucu et!”.. geri dön, nere gidiyorsun?.
Burûctur bu Sûrenin adı, rücû’ BİLEliği Sûresidir.. rücû’nun “be sırrı”dır bu.. Kur’ÂN-ı Kerîmin önemli bir sûresidir.. Düşünebiliyor musun sen kapıyın önündeki direği bulamıyorsun, Keban’dan elektrik belkiyorsun..

Yeni bir şerhe başladık.. Sunullah Gaybî kaddesallahu sırrahu.. Meşhur hemşerim Pir Ali Baba’nın oğlu Oğlanlar Şeyhi İSMAİL MAŞUKÎ İBRAHİM AKSARAYÎ kaddesallahu sırrahu ki, 12 ihvanıyla BİRLikte kafaları kesilip, Topkapı Sarayının önündeki denizde dalgalandırılmıştır kelleleri.. Onun halifesi olan Sunullah Gaybî kaddesallahu sırrahu babanın divanını şerh edelim diye girdik.. çünkü, melâmi melâmet zındıkaya kaydıkça bunlar ortaya çıkmalı ki, Muhuddin Arabî kaddesallahu sırrahu Hazretlerinin başına gelen, onunda başına gelmiştir.. Şemsi Tebrizi kaddesallahu sırrahuda öyledir..
Anlayamazsan, anlayamadığına vur!.
Aklı mı anlayamadın hemen aklı taşla!.
İslamda kadını mı anlayamadı, kadını yok et!.
Efendim neyi anlamadın nefsi mi; öldür, kâfir de, domuz de, hayvan sûretinde göreceksin de.. derler câhil haydutlar..
ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz her ne kadar “Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu” buyursun.
“buyur cennetime” buyursun..
O câhil illâ ki öldürecek..
Bunun çâresi ancak Kur’ÂN-ı Kerîmle olur.. Burûc rücû’ bileliğidir.. “ırcii ila RABBike” bu BİLELİK SIRRIna erdiren ALLAH Dostudur.. ALLAH Dostu; halkın, davulunan zurnaynan etrafında pervane döndüğü müdür, yoksa gök yüzündeki yıldızlar gibi hiç kimsenin umurunda olmadığ ımıdır?.
Onu herkesin kaderi, aklı, tercihi gösterir..
Bütün mesele nereye gidiyoruz?.
“Quo vadis ->Nereye gidiyorsun?.” (İncil, Yuhanna 16:5)
Filmi de vardı bilirsunuz.. İsâ aleyhisselâm, havarileri teker teker yanından dağılınca “Quo vadis ->Nereye gidiyorsun?.” buyuruyor..
Nereye gidiyorsunuz?.. Bu çok önemli.. onun için, işte ben orda yazdım bugün neden buna girdiğimi..
Muhuddin Arabî kaddesallahu sırrahu Hazretlerinin; “vahdet-i MevCÛD”unu, “Vâcibü’l- vüCÛD”u içerisine sokmak.. Yani bu dünyadayken “ALLAHta yok olma”yı zannetmek..
Bu ALLAH Dostlarını anlamamak.. Es Selâm Esmâsını hiçe saymak.. bütün hükümleri hiçe saymak.. âhireti yok etmek.. Sonunda zındıkaya sapmak ne kadar tehlikeli ise, bütün bunun tersi de o kadar tehlikelidir..
Birakılsızın sitemize yazdığını ve üyeliğini sildiğimizi bilirsiniz.. “fakirfakir” idi mahlası ve demişti ki: “Benim Mürşidim, ALLAHın sabit sıfatlarını kuşanmıştır!” dediği anda bin kere küfürdür..
Nerde hudud hani MahMud, hani hadde, hani hadid.. bütün bunlar kör cehalettir, dalalettir hatta ihanettir..
Onun için zâten çağlar ilerledikçe, çağımız ilerledikçe artık estek kerestek laflarla ancak câhiller, basit insanlar, ham ve nakilsiz akılları kandırılabilirler.
Zeki insanlar, ileri düşünceli insanlar, önümüzdeki teknik ilerledikçe “İslamın yüzyıllar öncesinde, falan adam dedi ki, şu adam dediki!”ler..
Bu tekniğe ayak uyduramadıkları için islam tamamen insanların kendi alışkanlıkları kendi akıllarında kalanlarla kalacaktır..
MuhaMMedî Melâmet ezelden beri hep darbe yemiştir..

“Bir ben vardır bende benden içeri!” dediği için Yunus Emre'ye, 300 sene sonra gelen şeyhülislam Ebussuud Efendi: “bu kimseyi bulduğunuz yerde öldürün, tekkesini de başına yıkın” yazmıştır.. bu fetvalar diyanet yayınıdır..

Çünkü hiç bir zaman Habli’l- Verîdden yakın olan RABBını görememiştir.. Bu zâtın tefsiri vardır, efendidir, 33 sene kanun yapmış, padişahını “Kanunî” yapmış.. amma.. demek istiyorum ki, bizim “burûc”tan neyi anlayacağımız önemli.. burûc, elbette burçlardır..
Ben de diyorum ki rücû’ yollarının işâretleri gibidir.. ama herkesin bir sınırı vardır yani.. akşama kadar şuna buna bin kere “efendim efendim” derken, Efendilerin Efendisi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemi, “ALLAH Rasûlü” diye salâvâtsız anıyorsa, amcasının oğlu gibi söylüyorsa, işte o zaman tepemizin tası atar!.

Evet burada şâhid, bu âlemde şâhid, şu ÂNda içinde bulunduğumuz İmkan ve Halk Âlemi ve Mümkinat ve Mahlukat Âlemidir şâhid olana meşhud.. Şehâdet edilen ise, emredilen ise kendisi “Vâcibü’l- vüCÛD”olan “Vahdet-i vüCÛD” Sahibi kendisi olan ALLAHu zü’L- CeLÂLdir..
MuhaMMedî MeLÂMette BİZim işimiz, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi BİZ BİR-İZ BİLip-BULup-OLup da Şaeriât-ı GarrÂsı içinde KUL-ÜMMet OLarak YAŞAmaktır!..Hakikat-ı MuhaMMed budur.. ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde hakikatta elbette şâhidin kendisi olduğunu ilan etmiştir.. yani ressam resmine şâhid olmayacak mı?.
Bunu iyi anlamamız lâzım.. “ircîi” yapanlar görür bunu ancak.. Rücû’ etmeden, İzmire varmadan İzmir görülemez.. kağıt üzerinde görünebilir.. resmi felân yapılabilir.. ama o, “O” değildir.. evet çeşitli şâhidlikler düşünülebilir ama, bize lâzım olan esas olan burasıdır..
Bunu iyi anlamamız lâzım cânlarımız!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ
"Kutile ashâbu’l- uhdûd (uhdûdi).: Hendeklerin sahibleri helâk edildi.” (Burûc 85/4)

ashâbu’l- uhdûd.. uhdud sahibleri katl olsun..
bir hududdur ki, sonsuz bir uçurum gibi keser, hakkı ayırır böyle bir fay hattıdır.. yâni hudud hendektir amma efendim bunun içine ateş doldurulmuş tâbi ateş doldurulmuş.. bu neden?. yalıtkan bir uçurumdur buna sahib olanlar kutile yâni kutile ne demek lütfullahı tek kendinden bilmek kudreti kendinin sanmaktır.. kendine lütfen verilen; Beden, Nefis, Kalb, Ruh, Sır, şu bu çoluk çocuk, dünya, nefesler tümünü, bu lutüfları nerde bilir?. “te” kendiliğinde bilir bu kudreti.. kendinin sandı mı işte kutile bu katl olsun efendim, mahvolsun, yazıklar olsun.. yâni kendi yolunu kendi kesti.. işte bu uhdud böyle bir şeydir. bunun sahibleri, neden burûctan sonra geldi?. neydi burûclar?. Onlar, hakka ve hayra yol göstericilerdi.. bir de, yol kesiciler var.. hani evliyâ ve eşkiyâ gibi.. bunların devamını buyuruyor..

النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ
"Ennâri zâti’l- vekûd (vekûdi).: (İçi) Tutuşturucu yakıt dolu ateşin (sahibleri).” (Burûc 85/5)

Ennâri zâti’l- vekûd..
Öyle bir ateş ki, vekûd sahibi.. zât ne demek?. senlik sahibi olmaktır zât. Sen Halim Kök müsün?. Evet.. senin zâtın kim?. Halim Kök ne demek?. Senin adın senliğin “Halim” dirsin ve teksin.. başka sen gibi Halim olamaz artık sen ona sahibsin.. zât, bu demek.. zâti’l- vekûd.. neyin sahibliğiymiş?. Vekûd, yakıt sahibliğiymiş.. bu hendekler işte böyle ateş doludur.. kendi yakıtları kendileridir, kendi çukurlarına kendileri düşmüş anlamında demek istiyorum. neyi yakar bunlar, neyi geçirmiyor bunlar?. kim karşıya geçmek isterse.. karşıya geçenler, rücû yapmak isteyenler..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
---“Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

evet tatmin oldum, tam iman ettim. imanım tam yâni ALLAH ve Rasûlune.. buyur, gel İrciî dön..ne oldu burada?. bir hudud var geçemiyor.. neden?. imanını yakıyor.. nefsun mutmainne değil.. tatmin olmuş, tam iman olmuşluğunu kaldırıyor hudud değil mi efendim.. buna sebeb ne fark eder hangi kavimden olursa olsun, kıvamı ne olursa olsun, ister Semudluk olsun, ister Firavunluk, ister Ad kavimlik olsun.. bütün bunların anlamı var Semud’un da Firavun’un da tümünün anlamı var.. çünkü bunlar bizde olan şeyler.. hepsine kahrolsun diye niye buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL?. Tümü de yol kesicidirler, vekûd durlar.. o yol kesiciler, eşkiyâ gibi olanlar yâni ashâbu’l- uhdûd lar, hendek sahibleri, hendek kazıcıları, cübbeliler, cübbesizler, şucular, bucular.. onlar kim ise, yâni Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme ALLAHu zü’L- CeLÂLe ulaşım yolunu Sırat-ı Mustakîmi kesenler..

إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ
"İzhum aleyhâ kuûd (kuûdun).: Ki onlar, onun (ateşin) etrafında oturmuşlardı.” (Burûc 85/6)

Onlar, hendeklerinin çevresinde çakal gibi beklerler yâni kaid olarak etrafında beklerler, av bekler gibi.. yâni temelinde İKİLİKtir ŞEYTANlıktır temelinde.. iner İBLİSliğe, iner hakka batılı giydirir, cennetliği cehennemliğe götürür..

وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ
"Ve hum alâ mâ yef’alûne bi’l- mu’minîne şuhûd (şuhûdun).: Ve onlar, mü’minlere yaptıkları şeyleri seyrediyorlardı.” (Burûc 85/7)

Onlar da şâhiddir.. neye?. neye olacak kimlerin imanlarını yakıyorlarsa, hangi yolu kesmişlerse şâhiddirler ona.. ve hum onlar, alâ mâ yef’alûne ne yaptıklarını, bi’l- mu’minîne şuhûd şâhiddirler, şâhidlerdir onlar.. olur mu?. Olur..

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
"Ke meseli’ş- şeytâni iz kâle li’l- insânikfur, fe lemmâ kefera kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbe’l- âlemin (âlemîne).: Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkâr et" dedi, inkâr edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi.” (Haşr 59/16)
Evet şeytan işini yapar, ondan sonra da derki “ben senden uzağım arkadaş sen kendi RABBını inkar ettin!” yâni İKİLİK böyledir çünkü..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

nekame.. intikam buradan gelir o “ne” ile “ka”nın arasına “te” girer.. çünkü o işi fiilen yaptırır.. “sen”liği yaptırır yâni, Arabçada böyledir nekame fiilinin “ne”den sonra “te” geldi mi “intikam”.. nekame almaktır.. çünkü intikamın kökü “nekame”dir.. öc almaktır, niçin?. bunlar intikam alırlar.. ancak şunun için ki, “en” şunun için ki “yu’minû billâhi” ALLAHa iman ediyorlar diye el azîzi’l- hamîd olan ALLAHa iman ediyorlar diye, böyle hudud kurmuşlardır/kurulmuştur.. böyle hendekler kurulmuştur.. halbuki bu hendekler çok bâriz hendeklerdir yâni ötekiler kadar bârizdir.. binlerce yıldız arasında ayrılmayacak kadar çok belirgin Venüs gibi ortada duracak.. hendeklerde açıkca ortadadır..

İşte bunların intikam almasının sebebi tamamen bir İKİLİK OYUNUdur ve ana hedefi nedir?.
Hizbullah karşısında Hizbuşşeytanlıktır.. tek hedefi vardır Hizbuzşeytan oluşlarından dolayı, Hizbullahı kesmektir, neden?.
İntikam alıyorlarmış.. bunların nekameleri neyimiş?. yâni MuhaMMedi sendeki MuhaMMedi Kudret Nurunu kesmelerindeki sebeb neyimiş?. çünkü senin Habli’l- Verîdine ulaştırmıyorlar.. Şahdamarından yakın olana/RABBına buluşturmuyorlar, ircii ettirmiyorlar.. nedir bu?.
""Ve mâ nekamû minhum illâ en yu’minû billâhi’l- azîzi’l- hamîd”
Ancak niçin yapıyorlar?. “en” diye..” yu’minû billâhi’l- azîzi’l- hamîd”
“El azîz ve El Hamîd olan ALLAHa iman ediyorlar” diye böyle ateş dolu ateş dolu hendeklerinin başında.. Ennâri zâti’l- vekûd”.. kûd, aslında katık demektir.. vekûd, yakıt yakıt katığı demektir.. onlar yakıt katığı sahibidirler öyle yemlerler yâni yemlerler.. ALLAH korusun, öyle basitçe olmaz o.. “ALLAH diye diye” de kandırırlar ALLAH korusun!. yâni kanarsınız vekûd.. bakın aşağıya geçin kuûd.. şuhûd.. uhdûd..
Evet bunların intikam almasının sebebi Hizbullah tarafı olmasınlar diye kurulan engellerdir, ikilik tuzaklarıdır..
ALLAHu zü’L- CeLÂL ise, zâhirde Azîz, bâtında Hamîddir..
Azîz, senin ayan-ı sabitende zâhir ve bâtının gerçek sahibi O’dur ve El Hamîddir.
Ahmediyet ve Ahadiyete geçiş hakikatı O’nundur.. bu medde, uzatmaktır Arapçada uzamaktır aslında sûretin aslına gidişidir, uzamasıdır.. “medd” kökü.. “hamd”de bu vardır dâimiyet, MuhaMMedi hakikat uzanımıdır aslında.. insanın hamdi, yâni aklın nakle el atmasıdır hamd.. “El hamdulillâhirRABBi’l- âlemin” hamd ancak Ahmed aleyhisselâmla Ahadiyetle ALLAHu zü’L- CeLÂLe uzanan bir akıl yoludur ve nakle ulaşan yoldur..

Burada bir şeye dikkat etmek lâzım evet “yu’minû” buyuruyor geniş zamandır, inandılar diye değil, inanırlar diye.. bu her zamanı kapsar.. “yu’minû” mazi fiili/geçmiş zaman fiili değil, geniş zaman fiili kullanılmış ki her zamanı kapsar, kıyamete kadar.. evet burada çok çeşitli şeyler anlatılmıştır “ashâbu’l- uhdûd” için.. ama ben yâni şeye gitmek istiyorum esasında temelinde yatan şey “hadde”.. fay haddı gibidir, çok derin atlanması ve geçilmesi sanki imkansız gibi ağır ve zor olan.. onun için “ashâbu’l- uhdûd”da, lânet olsun, kahrolsun kahrolası gibi kullanılmıştır.. böyle yeminler vardı biliyorsunuz, “kahrolası insan ne kadar nankör”.. yine Zariyatta, yalancılar ve tahminciler kahrolsun gibi.. onların kahrından ziyâde yâni “karre”; Rububiyyet Hakikatının Kudretini anlasınlar inşeALLAH.. ben öyle anlıyorum.. çünkü ALLAHu zü’L- CeLÂL kendi yarattığına beddua ediyor değil..
“zâti’l- vekûd”.. geçti biliyorsunuz tutuşturucu yakıt, yakıcı yakıtı olan ateş.. yâni tutuşturucu ateş sahibi, vekûd sahibi anlamında bu bir Sûrede daha geçiyor:

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
"Fe in lem tef’alû ve len tef’alû fettekûn nârelletî vakûduhân nâsu vel hicâratu, uiddet li’l- kâfirîn (kâfirîne).: Fakat, eğer yapamazsanız ki asla yapamazsınız, o taktirde kâfirler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.” (Bakara 2/24)

“Fe in lem tef’alû” eğer ki yapmazsanız ki, “ve len tef’alû” asla yapmazsınız, yapamazsınız ve yapamayacaksınız.. “len” gelecek zaman eki.. çünkü yapamayacaksınız.. “fettekûn nârelletî” o zaman, bu halde korkun.. nardan korkun.. nardan niye korkuyoruz?. Nar, nurun annesidir.. nar nedir?. nura sahib çıktı mı, nardır.. nura teslim oldu mu, “nurun alâ nur”dur.. bu bir bakıma şudur 5000 voltluk elektrik hattına wl el atar da sahib çıkarsanız o, sizi topraklar duman eder.. halbu ki, kuş gibi konarsanız geçer gider.. öyle bir basit şey nar.. çünkü siz alttan ayağınız toprakta iken dokunduğunuzda tefrit ve ifrata sokuyor, onun dengesini bozup tefrit ve ifrata sokuyorsunuz.. tıpkı atomun çekirdeğine/ÖZüne dokunup da atom bombası yapmak gibi.. halbuki kendi dengesi ve düzeni içerisinde i’tidal üzere iken, kuşlar konuyor, şarkı söylüyorlar da hiçbirşey yapmıyor.. işte “fettekun” O’nun kudretine siz saygı duyun ittika.. ALLAHu zü’L- CeLÂLin “ENTE”liğinde.. Senin “enteliğin”de “senliğin”de değil, ALLAHu zü’L- CeLÂLin SENliğinde bilin ki, “nârelletî” nâsu vel hicâratu o nar ki “vakûduhân” O’nun “kûd”u yakıtı, azığı, en nâsu vel hicâratu” insanlar ve taşlardır.. “uiddet li’l- kâfirîn” o, kafirler için hazırlanmıştır.. evet insanlar ve taşlar.. burada en nâs kimdir? hicaralar kimdir?.
“CERR” Hakikatını vüCÛDa getiremeyenler, taş yürekliler.. en nâs kimdir?. aceba cehenneme girip de cennete geçecekolanlar mıdırlar.. hicârat.. cehennemde taşlaşmışlar mıdır?. çeşitli şeyler söylenebilir..
ama burada da “vekûd”vekud geçiyor, onu söylemek istiyorum..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
"Ellezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: O (Allah) ki, semaların ve yeryüzünün mülkü O’nundur. Ve Allah, herşeye şâhiddir.” (Burûc 85/9)

Ellezî.. Yukarıda geçen o RABBu’l- ÂLemin ALLAHu zü’L- CeLÂL ki, El Azîz olan El Hakîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂL.. lehu.. O’nundur..
ALLAH.. ALLAH Şeriatta..
LİLLAH.. ALLAH için Tarikatta..
LEHU.. Herşey O’nundur Mârifette..
HUu.. Lâuve İLLâ HUu. O’ndan bAŞKa O yoktur Hakikatte.. ve’s- SeLÂmmm..

Lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard..
Göklerin ve Yerin mülkü O’nundur..
Mülk.. melek, meleke, mâlik, melik hepsi Meleküt Âlemindedir.. Yapanı el Mâlik, el Melik ALLAH celle celâlehudur..

El Mâlikü'l- mülki:
Resim

El Melikü:
Resim

Meleke, melek ordan bize taşınandır. Aklın melekesi ne ise..
es semâvâti ve’l- ard.. çünkü akıl hep gözünün gördüğü kulağının duyduğu elinin değdiğini mi anlar, düşünür de..
O ALLAHu zü’L- CeLÂL ki semâların ve yerin mülkünün sahibidir..
Vallâhu alâ kulli şey’in şehîd..
Bakın vALLAHu, andolsun ALLAHa ki, her bir şey üzerine şâhid olan O’dur..

Eş Şehîdu:
Resim

Kim imiş gerçek şâhid meşhud..
Meğer şâhid olunan mülküymüş semâlar ve yer.. Âlemde olan Âdemde..
İç âlemi, dış âlemi.. Zâhiri bâtınıyla küllî şeye şâhid olan ALLAHtır..
Şimdi bize söylesek desek ki “sen de şâhidmisin?.”
Şâhid olan ve şâhid olunan..

Ben sende sen bende gibi..
İkimiz bir tende gibi..

Kim kimde?.
Bir ben vardır bende benden içerü..
Bu BENler..
BENlik.. Radiyeten.. Merdiyeten..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

Yok bırak şu BUZluğu DENİZliği.. bu İKİLİKi at artık..
Denizin içerisine düşmez.. Buz Denize düşer denizin içerisine elindeki tahta düşer.. Denizden olan DENİZİN İÇİne düşmez DENİZe düşer..
“Vedhulî cennetî.: Ve cennetime gir!”
“Fî” yok orada dikkat etmiyor insanlar..
“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine..”
Kullarımın içine gir.. kimse kimsenin içine giremez çünkü, yanına varır.. amma içtiğin su sana girer, gıda sana girer ki, kan olur, can olur..
Fark çok büyük.. protez Parmak Yüzük gibi şehâdet sahibleri takma inançlarını nerede çıkarırlar hiç belli olmaz.. Et-Tırnak olanlar mutfak ve tuvâlette de şâhid ve meşhuddurlar.. Gerçekten şâhid olanlara mutfak ve tuvâlet diye bir şey yok.. bir görüntüden ibâret Lâ İlâhe İLLALLAH.. Ondandır ki mezar taşlarına bakarsanız “eyvah” yazar çoğunda evyvah yazar.. Öyle diyelim.. Yâni akıl taslarına toprak dolanlardan bahsediyorum..

Yoksa Somuncu Babam gibi:

ÖLmeyiz dâim DİRİyiz
Toprak olup çürümeyiz
Karanlıkta da kalmayız
BİZe leyl ü nehâr olmaz!.

DiyeBİLiyorsa, bunların güneşi hiç batmamıştır..
Evet her şeyin şâhidi ALLAHtır.. Âmânn’a ve saddaknâ..
Zâten küllî Şey her ÂNŞe’ÂNuLLahta SÜNNetuLLAH üzere KÛN feyeKÛN Yeniden Yaratış SEBBehasında.. ENÂ.. NAHNU..SIRRı..

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
"Yusebbihu lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardıl meliki’l- kuddûsi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: Göklerde ve yerde olanlar, ALLAH’ı tespih eder ki; (O) Mâlik’tir (mülkün sahibidir), Kuddüs’tür (mukaddestir), Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Cuma 62/1)

Evet burada El Azîzü’l- Hakîm geçti..
El Azîzu:
Resim

El Hakîmu:
Resim

El Azîz, gücü yeten, zâhirde azamet sahibi olan..
El Hakîmu, bâtında kudretiyle bütün ALLAHu zü’L- CeLÂLin rıza kaderi.. İrade ve meşiyyetiyle kaderini icra etmekte insan aklının hamdle ulaşacağı bir makam, “Makam-ı Mahmud”..
O, hamde lâyıktır onun için zâten hamd etmektedirler küllî şeyy.. Şu anda atom RABBısına hamd etmektedir.. Ne bakımdan.. hamd.. “med” uzamaktır.. medd ü cezir gibi yâni.. “med” akmaktır dâima durmadan akmaktır.. Nesiller “med”dir meselâ.. MuhaMMedi Dâimiyetin yürümesidir, bunun hakikatıdır hamd.. Bu MuhaMmedî Hakikata Erildiğinde.. Bu ERDEMe ERmiş ki atom, bence yaratıldığı günden kıyamete kadar dönecektir..
Bu fizik profesörler boşa kafalarını uğraştırıyorlar.. Katirilyon sene muazzam hızla dönen bu atomun nerden enerji alacağını bir söylesinler bana.. ANLAmadan KÛN feteKÛN SIRRını.. Yok ediş var edişi daha doğrusu hep VER Edişi.. Yâni yeniden var edişi kaldırsın ortadan göreyim onu!.

İşte buradaki hamd sebbahayı yaptıran bir hamdihi var yâni..
MuhaMMedi Dâimiyetin bir hakikatı var kii o dönmeyen MERKEZ noktanın etrafında dönüyor MUHİTtir.. Yusebbuhu yaptırıyor..
İşte bu 7 âyette geçmekte..Sebbeha.. Yusebbuhu..
Yusebbihu .. her zaman tesbih ederleri sebbaha yaparlar, yüzer dururlar, döner dururlar ya da YENİden YARATILIŞLarıyla DEVRÂNdadırlar SEYRÂNdadırlar isteyen görebilir.. İster ZERREyi-Atomu, isterse KÜRREyi-Gök yüzünün döndüğünü görür dururlar..
KÜLLî ŞEYy O’nundur.. tesbih edenler semâlardaki, yedi semâdaki.. ve yerdeki..
Efendim yedi NEFİSteki dönüşler ve BEDENdekiler..
Tamam ÂDeMde OLAN ÂLeMde..

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
"Tusebbihu lehu’s- semâvâtu’s- seb’u ve’l- ardu ve men fîhinne, ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûran).: 7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O’nu (Allah’ı) tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Halim’dir, Gafûr’dur (mağfiret edendir).” (İsrâ 17/44)

Âlemde yedi kat semâ.. ve men fîhinne.. her kim varsa içinde tesbih ederler O’nu..
Ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî.. asla ve asla bir şey yoktur..
Bakın buraya “men” buyurdu. “men” aklı olan kimse için demektir.. “ma” her şey değildir.. ayrıca aklından dolayı “men” denilmiştir.. Hiç bir şey yoktur atom da dahi, zerre kürre.. illâ yusebbihu bi hamdihî hamd ile tesbih etmemiş olsun O’nu hamd ile.. boyun eğmemiş olsun.. ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum.. lâkin siz onların tesbihini fıkıh etmezsiniz, fıkh etmezsiniz anlayamazsınız, fâkih değilsiniz siz onların teşbihine.. Atom nasıl tesbih ediyor şu anda fıkh edemiyorsunuz.. Kim fıkh ediyor?. Dev mikroskoplarla bakanlar nasıl döndüğünü seyrediyor değil mi?.
İnnehu kâne halîmen gafûrâ.. İşte, şüphesiz ki bu ALLAH celle celâlihu bu tesbih edilen ALLAH celle celâlihu.. Şüphesiz ki O, El Halîmu ve El Gâfurdur.. Bâtında Halîm, Zâhirde Gafûrdur bağışlayıcıdır..

El Halîmu:
Resim

El Gâfuru:
Resim

İşte tesbihlerini anlayamadığımız ve sorumlu olmayanların tesbihine sınırlı sorumlu kayıtlı kuyutlu aklımızı iştirak ettirebilirsek protezlikten kurtuluruz, takma dişlikten kurtuluruz da, ana diş oluruz o zaman..
O zamanarburada Baros’un ayağına iğne batarsa, oradan Halim der ki “ayağıma toplu iğne battı”.. BİZ BİR-İZ bir vüCÛD gibi olur MuhaMMedi Sistem enterkollekte bağlanır ve insanların o zaman kalb telefonları çalışır.. cep telefonlarının yerini kalb telefonlaı alır..
O zaman fenâ fi’n- Nefs, Fenâ fi’ş- Şeyh dedikleri fenâ fi’l- Burûc olur..
yâni BİRleşimleri BİZ BİR-İZ leri “Fenâ fi’r- Resûl” Resûlde fâni olmak.. Fâni olmak ne demek?. İçindeki nurla olmak demektir.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin içindeki nur Rububiyyet Nurudur, ÖZümden aldığım ceryandır..
İşte bu tesbihe iştirakı fıkh etmediğimiz tesbihe iştirak için NE lâzım..

BİLmek için MuhaMMedî EDEB lâzım
BULmak için MuhaMMedî İLİM lâzım
OLmak için MuhaMMedî İRFÂN lâzım
YAŞAmak için MuhaMMedî ERKÂN lâzım

İşte bu da bir MuhaMMedi ULAŞım YOLudur aziz CÂNlarımız..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim


إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ
"İnnellezîne fetenû’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti summe lem yetûbû fe lehum azâbu cehenneme ve lehum azâbu’l- harîk (harîkı).: Muhakkak ki onlar, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmemişlerdir. Artık onlar için cehennem azabı ve yakıcı azab vardır.” (Burûc 85/10)

Şüphesiz onlar mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmemişlerdir..
“summe lem yetûbû” Eğer bunlar sonra tevbe etmezlerse,
“fe lehum azâbu cehenneme” Muhakkak onlar için cehennem azabı vardır. “ve lehum azâbu’l- harîk” ayrıca bir de harîk azabı vardır.. yakıcı azab vardır.. cehennem zâten yakıcı bir de harîk daha yakıcı azab vardır..
Buralar hep akla göre söylemiştir herkes aklı kadar anlayacak Kur’ÂN-ı Kerîmi.. Biz daha çok akıllıyız daha çok anlayalım anlamında söylemiyorum.. Biz anlayacağımız kadar anlayalım anlamında söylüyorum.. Anlayabiliyorsak anlayalım.. Niye anlamayalım?. Anlamak için gelmedik mi?.
“İnnellezîne fetenû’l- mu’minîne ve’l- mu’minât” Ne yapıyorlar?. Fitne, kötülük, işkence yaptılar.. kötülük yapmıyorlar, işkence yapıyorlar. yâni fitne çıkarıyorlar..
Herkes görevini yapıyor, Şeytan başta dahil ve görevli..

“Fetene” toprağın, kumun içindeki altın tozlarını.. Kumun içine toprağın içine karışmış altın tozlarını ayırmak için ateşe sokulan tava ile yapılan eritme işlemin adı "fetene"dir.. Çünkü kısa bir süre sonra altın erir her zerresi birbiriyle buluşurlar, dökersin yere soğur bir gramı, zerresi kalmadan külçeyi eline alıverirsin..
Fitne öyle bir olay ki, olur ve hemen arı, saf, temiz, altın gibi yirmidört ayar olanlar BİRlşir BİZ BİR-İZ olur.. Ötekiler yanar donar uçar kaçar gider..
“Fitne” kelimesi, Türkçe’de “Azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, fesad, arabozan, karıştırıcı” gibi anlamalarda kullanılmakta. Oysa Kur'ÂN-ı Kerîmde ve Arapça’da kelimenin esas anlamı “denemek, imtihan etmek, hayır veya şerle sınamaktır..

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ
"Zuyyine li’n- nâsi hubbu’ş- şehevâti minen nisâi ve’l- benîne ve’l- kanâtîri’l- mukantarati mine’z- zehebi ve’l- fıddati ve’l- hayli’l- musevvemeti ve’l- en’âmi ve’l- hars (harsi), zâlike metâu’l- hayâti’d- dunyâ, vallâhu indehu HUSNU’L- MEÂB (meâbi).: İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.” (Âl-i İmrân 3/14)

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
"Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).: Ve biliniz ki; çocuklarınız ve mallarınız, sizin için sadece bir fitnedir (imtihandır). Ve Allah ki; O’nun katında, (muhakkak) azîm bir ecir (bedel, ücret) vardır.” (Enfâl 8/28)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Yâ eyhuhâllezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Ey iman edenler! Muhakkak ki, sizin zevcelerinizden ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. Artık onlardan sakının. Ve eğer onları affeder, kusurlarına bakmazsanız ve bağışlarsanız, o taktirde muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.” (Teğâbun 64/14)

إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
"İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitnetun, vallâhu indehû ecrun azîm (azîmun).: Oysa sizin mallarınız ve evlâtlarınız fitnedir (imtihandır). Ve Allah ki, ecrun azîm (en büyük mükâfat) O’nun indindedir (katındadır).” (Teğâbun 64/15)

İslâm Dininde MuhaMMedî Âile Düzeni esastır.. BİZ BİR-İZ-Lik fiilen Yaşanır..
ALLAHu zü’L- CeLÂL bunu EMReder ve Kur'ÂN-ı Kerîminde buyurur..
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا
"Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fe’s- sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun li’l- gaybi bi mâ hafizallâh (hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fî’l- medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ (sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ (kebîran).: Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve Allah’ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici, idare edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar, Allah’ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz. Ve (sonra da) yataklarında yalnız bırakınız. Ve (hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki Allah Âli’dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).” (Nisâ 4/34)

Bu Âyet-i Celîlede bahsedilen erkek üstünlüğü-fazileti, zorbalık değil erkeğin karısından da ALLAH celle celâlihu katında sorumlu olduğunu beyândır..
Onun için ben: “Bu âlemdeki Sırat köprülerimiz; eşlerimiz, çocuklarımız, mallarımız sonra da NEFSlerimiz” demekteyim..
Bu fitne köprülerini geçenlere büyük bir ücret vâdedilmiştir..

Konumuz olan Burûc 85/10 âyetindeyse, ALLAHu zü’L- CeLÂL’e inanmayan kâfirlerin fitnelerinden ve sonucundan haber buyrulmaktadır..
Onlardan fitne işleri bitince tevbe etmeleri istenmektedir.. Eşkiyâlıktan evliyâlığa geçmeleri arzu-emredilmektedir..
Yoksa, azab-ı cehennem zâhirde.. bir âhirette cehennem azabının beteri olan azab-ı harîk bâtında.. daha beteri daha beteri harîk azabı vardır.. Cehennem ve Cennet mânâ olarak tam açıklayamadığımız şeyler henüz daha.. İkisi de çift “N” lidir.. Önemli olan ikisinin de çift “N”li olmasıdır.. Ancak cehennemde bir hüviyet “He” si vardır.. bir de, MuhaMMediyet Mimi vardır, iki “N”un arasına girmiştir.. ikisinde de cem’ vardır.. ilerde bir daha çeşitli zamanlarda yeri ve zamanı geldikçe inşâe ALLAH kendisini açar..

Hark, Yakmak. Yanmak. Yangın.. Harîk, hark etmek şiddetle yakmak .. Ateşin kendi içine atılan kendi gibi yapmak.. Yâni sanki ateş onu yakmıyor o kendini ateş gibi yapıyor..
Harr zâten hararettir.. Ama burada Kudretullah’ı kendi gücü sanıp da yaşayışında uygulayıp zulmetmek korkunç bir şeydir.. Firavunluk gibi ağır bir iştir.. Belki daha da büyüktür bu içi ve sonu foss İblis Kibiri..
Bakınız Kur'ÂN-ı Kerîmimize;

وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ
"Vestekbere huve ve cunûduhu fî’l- ardı bi gayri’l- hakkı ve zannû ennehum ileynâ lâ yurceûn (yurceûne).: Ve o ve onun orduları, yeryüzünde haksız yere kibirlendiler. Ve kendilerinin, bize rücu ettirilmeyeceklerini (döndürülmeyeceklerini) zannettiler.” (Kasas 28/39)

فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ
"Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fî’l- yemm (yemmi), fanzur keyfe kâne âkıbetu’z- zâlimîn (zâlimîne).: Sonra onu ve onun ordularını, yakalayıp denize attık. Bunun üzerine zalimlerin akıbetinin nasıl olduğuna bak!” (Kasas 28/40)

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ
"Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilân nâr (nârı), ve yevme’l- kıyâmeti lâ yunsarûn (yunsarûne).: Ve Biz, onları ateşe davet eden imamlar (önderler) kıldık. Ve kıyâmet günü onlara yardım olunmaz.” (Kasas 28/41)

Burada acı ama, benim için hayrın kapısını açan bir anımı arz edeyim;
Büyük bir hizmet aşkıyla DSİ de işe başlamışım.. Memleketime hizmet etmek, yar altı yer üstü su işini çözmeliyim vs.. Bir bölge müdürümüz var Muhteşem Süleyman Demirel’in sınıf arkadaşı.. büyük bir sel felâketi olmuştu.. Birlikte araziye gittik.. Seller dağların taşını kayasını tarlalara yığmış ve parça parça yarmıştı.. Müdürü getiren şehrin mütegallibeleri yanında.. Müdür: “Yarın makinaları getirip şu tarlayı tertemiz yapıp tesviye edin!.” dedi ve yanındaki particiye göz kırptı.. İçim yandı dayanamadım: “Efendim şu tarlalar daha da beter onlar ne olacak?” dedim.. Müdürden önce partici: “Bak Müdürüm başkalarına hizmet istiyor!.” dedi gülerek.. Müdür de bana dönüp iki parmağıyla “gaganı kapat” işâreti yaptı.. Kibirlendi ve devam etti: “Senden bir şey olmaz!”. dedi.. Tepemin tası attı: “ALLAH'ımızın adaleti ne olacak.. sen de olsan olsan genel müdür olursun!. Ya sonra?!.” dedim.. Demesine dedim de, 9 kere tâyin yedim.. Sonunda gönüllü Antalya’ya çektim gittim ve Kur'ÂN-ı Kerîm’e kapandım.. Bir daha da çıkmadım Kur'ÂN-ı Kerîmden RABBım TeÂLÂ’ya hamd olsun.. İşimi yaptım ve hep Kur'ÂN-ı Kerîm çalıştım..
Ve aradan 18 yıl geçti.. Bir gün misâfirhânenin kapısında karşılaştık eski Müdürle haline şaşakaldım.. Çoktan emekli olmuş ve de Parkinson vs. olmuş o, 2 metrelik kibirli insan, ayaklarını sürüyememekte ve üç kişi koltuklamakta.. Beni görünce benzi bembeyaz oldu.. Ben: “Geçmiş olsun efendim!.” dedim.. O yere bakarak: “Her şey boşmuş!.” dedi inleyerek..
Ben de, güldüm ve: “Size demiştim Kibriyâ ve Adalet ALLAHu zü’L- CeLÂL’in hakkdır diye!.”dedimm..

Aziz kardeşlerim;
Bu hayatta asla unutmayacağımız şey, “fitne” kelimesinin ateş gibi, cehennem gibi ki, zâten “Lâ İlâhe” Cehennemi bu âlem.. Herkesin DENEME Chennemi..Uğramayan/girmeyen asla yoktur bu Cehenneme.. Hepiniz cehenneme uğrarsınız..

ثُمَّ لَنَحْنُ أَعْلَمُ بِالَّذِينَ هُمْ أَوْلَى بِهَا صِلِيًّا
"Summe le nahnu a’lemu billezîne hum evlâ bihâ sıliyyâ (sıliyyen).: Sonra ona (cehenneme) maruz kalmayı en çok hakedenleri, elbette en iyi Biz biliriz.” (Meryem 19/70)

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
"Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ (makdıyyen).: Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.” (Meryem 19/71)

Elbette kimisi Nemrudî İnatla başına geçirir Cehennemini ebeden..
Kimisi de, İbrahîm aleyhisselâm gibi “berden seLÂMen” yapar İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Cehennemin üzerinde sırat köprüleri vardır, kıldan ince kılıçtan keskin..
Amma Yûnus EMRE BaBam kaddesallahu sırrahu ise şöyle buyurur RÛHu Şâd olsun..

Ben dervişim diyene
Bir ün edesim gelir..
Tanıyuban şimdiden
Varup yetesim gelir!.

Sırat kıldan incedir
Kılıçtan keskincedir
Varıp anın üstüne
Evler yapasım gelir!.

Altında gayya vardır
İçi nâr ile pürdür
Varıp ol gölgelikte
Biraz yatasım gelir!.

Ta'n eylemen hocalar
Hatırınız hoş olsun
Varuban ol tamu'da
Biraz yanasım gelir!.

Ben günahımca yanam
Rahmet suyunda yunam
İki kanat takınam
Biraz uçasım gelir!.

Andan Cennet'e varam
Hak'kı Cennet'te görem
Hûri ile gılmanı
Bir bir koçasım gelir!.

Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sıygaya çeker
Bir Molla Kasım gelir!.

Kocamak: Kucaklamak, bağrına bsamak..
Sıygaya/Sigaya çekmek: Sorgulamak, hesaba çekmek..


Ben de sık sık kullanırımi şiir değil mi bu!.
İşte sınınmak-denenmek-fitnesi sonunda, “Lâ İlâhe İLLALLAH” Sırat-ı Müstakîminden, Sırat Köprüsünden geçilir.. Bu âlemde başka köprü yoktur.. Bu din, bu dünya, bu âhiret sadece bu ->
“Lâ İlâhe ilALLAH MuhaMMeden Rasûlullah” Sırat-ı Müstakîmi, Sırat Köprüsü için var edilmiştir..
Garibtir, Karibtir.. Sanki “DÜNYA BOĞAZ İÇİ KÖPRÜSÜ”nün bir ayağı âhirette öbür ayağı dinde..
Lâ İlâhe İLLALLAH MuhaMMeden Rasûlullah.. KULLuk İŞİnin aslı astarı bu.. İNSÂN, Şâhid ve Meşhûdsa, mesele bitmiştir. Şâhid olmak için, EMRuLLAHı MuhaMMedî Mecrâda tâkib edebiliyorsan şâhidi olduğun MURADuLLAHa kavuşursun.. “Lâ İlâhe” ile EMRuLLAH’ı işleyip/geçip, “İLLALLAH”ı ile MURADuLLAH’a kavuşabiliyorsan.. “Lâ İlâhe” de şâhid EMRuLLAH’la İLLALLAH’da Meşhûdsan, şâhid olunansın.. Senin şehâdetine ALLAH celle celâlihu şâhid.. RABBımız TeÂLÂ şâhidse MURADuLLAH ile buluşmuşsun demektir Hakan’ım!.

Cennet CEM’dir.. Cisim CÂNda, CÂN-CÂNÂNdır MuhaMMedî Mü’min İNSÂN..
Bunu demek istiyordum.. Bunu anlarsak, Burûc Sûresinin neden “Rücû’ Ediş BİLELiği”ni sağladığını ve “be” SIRRını taşıdığını daha iyi anlarız İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!. RABBımız TeÂLÂ’ya hamd olsun!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ
“İnnellezîne âmenû ve amilu’s- sâlihâti lehum cennâtun tecrî min tahtihâ’-l enhâr (enhâru), zâlike’l- fevzu’l- kebîr (kebîru).: Muhakkak ki iman edenler ve amilüssâlihat (nefsi tezkiye edici amel) yapanlar, onlar için altından nehirler akan cennetler vardır ve işte bu büyük fevzdir (kurtuluş ve şerefli bir ikramdır).” (Burûc 85/11)

Şimdi öbürlerine geçti. Onlar kadın ve erkeklerin fitnecileriydi ya yol kesenlerin. İnnellezîne âmenû.. şüphesiz ki onlar iman etmişlerdir. Nerde?. Kalblerinde, bâtınlarında.. amilu’s- sâlihâti.. Dışlarında, zâhirlerinde de amellerini sulha çevirmişlerdir, sâlih etmişlerdir, kılmışlardır, sâlih amel işlemişlerdir. ameli lütufullahı ayanı sabiteden harekete geçirmişlerdir. lehum cennâtun tecrî min tahtihâ’-l enhâr.. Onlar için tecri vardır. nedir cerri?. cerrin sende oluşudur, çekimin sende başlamasıdır..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İRCİÎ ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu İRCİÎ ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeten..

Ey mutmâin (tatmin bulmuş) nefis, ircii ila RABBike..
Buyruğunu duymuştur, mıknatıs gibi çekmektedir.. radiyeten koşmaktadır, merziyeten cezbetmektedir.. radıyeten cerr etmektedir yâni cerre ve cezb buluşmuştur.. yâni” tecri min tahtiha’l- enhar”.. tahtından nedir “te he te” nedir, taht köşktür.. yok altıdır.. “te” ikinci şahıs ekidir.. bence bence dediğim aklımca öyle anlıyorum, öyle zevk ediyorum ki dış.. bakın içte bir “te” var orta da bir “ha” var dışta da “te” var.. bu içerdeki “te” senlik “te” si sensin RABBu’l- ÂLemin o da bana diyor “seni cennete sokacağım, cehenneme sokacağım” diye işte taht, bu iki “sen”liğin Habibullahta buluşmasıdır.. “tah”t buna denir.. Habli’l- Verîd tahtı.. onun, “cennetin tahtı”nda neymiş?. cennet tecriy min tehtihel enharu halidine fihâ.. enharu, nehirler nehirler.. gündüzler var orda.. bir de “enhar”ı nehirler aynı zamanda gündüz demektir.. halidine hallet halledilmiş olarak fiha ebedi ne güneşi ne gündüzü ne gecesi diyor ya bitmez tükenmez bir çünkü “senlik hakikati”ne ermiştir.. ben hiç bir zaman ben olamayacağım zâten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ben olamayacak.. Çünkü ALLAH olan tektir.. sende “ikilik” vardır.. enhar nehâr olur.. yâni enhar nedir?. Rububiyyet Hüviyetinin nuru.. enhar, nehr budur.. nehir dağın yüreğindeki suyun fışkırıp çıkmasıdır.. ebediyyen “zâlike’l- fevzü’l- kebîr”.. işte bu var ya bu, zâlike, bu kelime fevzü’l- kebîr, öyle bir kebirdir ki en büyüktür.. peki zâlike kime denir?. şu an var olana denir.. tilke, bilinmeyene denir.. işte bu âyetten dolayı ve benzerleri ne demiştir?. “Cennet elân yaratılmıştır” demiştir.. enhar, zâlike’l- fevzü’l- kebîr, işte bu var ya bu görüyorsun değil mi.. zâlike’l- fevzü’l- kebîr, büyük bir fevzdir.. fevz, kurtuluşmuş efendim ama, içindekine sahib oluş.. içindekinin daha doğrusu iç sahibliğinin vüCÛDa gelişine sahib oluş, o yâni feyz içindeki havuzu bulmak.. yâni içindeki kaynağı bulmak.. içindeki sana senliği bulmak.. sen kimsin ordaki “ze” zemzem gibi yâni.. o içerdeki MuhaMMedî Sahibliği bulmak gibi.. el kebir, bereketin kûn fe yekun oluşu, dâima kevne gelişi.. yâni, durmadan geliyor, çeşme akıyor, ırmak kaynıyor, ya da güneş ışığı bitmez tükenmez geliyor.. böyle bir ana kaynak buluştur.. bu cennet işi hallet oluştur.. zâten halledilmiş dâimiyete ulaşmak gibi efendim.. altından ırmaklar akan cennet vardır.. olsun öyle diyelim altından ırmaklar akan cenneti ne yapacaksak.. yâni demek istediğim şu öyle tercüme edilmek zorunda kalıyor.. başka ne yapacaksak.. ama bir başka şey var onu diyorum.. işte zâlike’l- fevzü’l- kebîr, bu bir muraddır, emir değil muraddır.. burada dediğim gibi “zâlike” var olan ve MevCÛD olan için kullanılır.. halbuki “tilke” deseydi, var olacak için kullanılacaktı.. “tilkel cennete” deseydi yaraıtlacak cennetler.. ama zâlike koyunca çünkü rastgele konulmaz.. bu cennetlerin elân meydana gelmiş olduğuna işâretidir.. işte bu rıza oluş fevzü’l- kebîr dir.. ALLAHu zü’L- CeLÂLin kendi mâiyetinde oluştur fevzü’l- kebîr.. yâni cennete girişten daha çok ALLAHu zü’L- CeLÂLin fevz ve feyz.. feyz ve fevz.. feyz coşmaktır.. fevz ise coşturanın kaynağında olmaktır.. ALLAH celle celâlihunun rızasında olmaktır.. onu diyorum.. yâni Cemâlullah diyordu buna Derbentli..

إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ
"İnne batşe rabbike le şedîd (şedîdun).: Muhakkak ki Rabbinin yakalaması elbette çok şiddetlidir.” (Burûc 85/12)

Şüphesiz ki “batşe” kıskıvrak yakalamak.. RABBike le şedîd.. kıskıvrak yakalama da, şüphesiz ki senin RABBin çok şiddetlidir.. şiddet nedir? zâhir ve bâtın dâimiyetinin şuhûda çıkışıdır.. öyle bir yakalayış ki içini dışını yakalar anlamında.. yâni burada batşe, araplar “sert tutmak, canını yakarak tutmak” şeklinde kullanmışlardır. ama “batşe” çok garip bir kelimedir Şe’ÂN-nın taraf ve tayfının tavafının Şe’ÂNuLLAH.. bakın tayfının tavafının taraf oluşunun Bilelik Sırrıdır.. Batşe öyle bir tutuştur ki zâhir ve bâtın tutuştur..
RABBike le şedîd.. çok şiddetlidir bunu işte suçluları yakalamak sorguya çekmek için yakalamak anlaşıldığı kadar çok güçlü bir mıknatısın bir elinizdeki penseyi yakalayıverişi ve kurtaramazsınız.. öyle âletler vardır bakımhânelerde felân elektriği keserler ve onun mıknatıslığını kaldırırlar da öyle kurtarabilirler.. öyle bir ircii ila RABBike RABBine girdiğinde nasıl oluyor bu iş, batşe den de öte gidiyor yâni İnne batşe rabbike le şedîd..

إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ
"İnnehu huve yubdiu ve yuîd (yuîdu).: Muhakkak ki O, ilk defa (yoktan var ederek) yaratır. Ve (sonra geri) döndürür.” (Burûc 85/13)

Şüphesiz ki o, neden öyle çok şiddetlidir.. şedid tutar.. yâni iki dâimiyetinin şuhuda gelişini Şe’ÂN a gelişini şu ÂNda şuhûda gelişini.. neden batşe şehâdeti tam tarafıdır yâni bu Bilelik Sırrı, RABBen Bilelik Sırrları buradaki bilelik nasıl oluyor?. Bu tıpkı o, hüve, onun hüviyeti nedir yubdiu ve yuîd.. örneği benzeri şusu busu olmadan meydana getiren.. nedir bedia bediu kendi nurundan dâimiyet bileliğini bize aktarandır.. ne demek “ben hayyım” hadi hayy ol bakalım.. “topraktan yarattık ruhumuzdan üfürdük” demesinde, bir üfür bakayım nasıl bedi’i imiş nasıl hayymış Dâimiyet Bileliğinden bahsettiğim bu.. her ÂN Rububiyyet üfürmesi var çünkü, içerde gerçekten var.. onun için dönmekte atom.. zâten yok edip var etmekten kasıt budur.. El hayy olan ALLAHtır celle celâlehu başka ne hayy olacak.. ceryan yoksa makinaları ne yapayım ben makinaları.. yubdiu ve yuîd.. belli bir saniye çıkarıyor ya tiyatroya bunu iâde eden de O’dur.. bedii eden O’dur iâde edende O’dur efendim.. eşsiz örneksiz bedii olarak yaratan O’dur, var eden sonra işini bitirip hani diyor ya “biz onların ömrünü muammer ederiz sonra da noksanlaştırırız” Yâsîn de, dişlerini çıkaran bebe gibi.. dişlerini döken dede.. tekrar elinde ne varsa halk edilenleri elinden alırız bedi’ ettiği gibi iâde ederiz geldiği yere.. daha sonra sorarız nasıl geldin diye.. “bebek gibi gönderdik sonra nasıl geldin” diye sorarız.. buradaki “bedii” de biliyoruz ki Dâimiyet Bileliği var buradaki iyd de iyadelikte yâni Dâimiyet Ayniyeti vardır hiç kimse bebek gibi geldiği gibi gidemez.. bu cehennemden geçen en azından terlemiştir.. evet bu da güzel bir âyet.. peki o zaman ne yapalım biz şimdi şiddetli tutuyor bizi.. bedii yaratıyor iâde ediyor ne güzel geliyor..

وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ
"Ve huve’l- gafûru’l- vedûd (vedûdu).: Ve O, Gafur’dur (mağfiret edendir), Vedûd’dur (çok sevendir).” (Burûc 85/14)

ve hüve O’nun bir hüviyeti daha var ki.. “ve hüve”lere dikkat edin yukardaki de “ve hüve” demektir..
Ve huve’l- gafûru’l- vedûd..
O’nun bir hüviyeti vardır ki Gafûrdur.. zâhirde Gafûrdur, bağışlayıcıdır. bâtında Vedûddur.. işte “gafere” insanın içindeki Rububiyyet Sıfatının vüCÛDa gelişinin galibiyetidir.. gafere, o yollarının açılışıdır.. yâni ampülün içindeki cereyanın ışığıdır, dışarı vuran.. bu içten dışa o zaman zâten ceryan gibi Nur-u Mim verecektir, hüviyet verecektir ki, ampül gibi olan Habli’l- Verîd MuhaMMed aleyhisselâmdan bizim ruhumuza ışıklar dolar, nurlar dolar.. gafere, tüm bu işlemdir.. “tevbe istiğfarımız, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin tevbe istiğfarında buluşur” dediğimizde bu el Gaffar, el Gafûr Esmâlarına akıllarımızı zâten yüklenmiş olan bu esmâları devreye sokarak, onun anahtarlarına basarak “çalış kardeşim” diyerek o kanallardan alacağımız iştir.. el Vedûd hârika bir esmâdır biliyorsunuz: “yâ Latîf, yâ Kerîm, yâ Rahîm, yâ Vedûd, yâ Fettâh, yâ ALLAH!.” diyoruz ve Ve huve’l- gafûru’l- vedûd.. evet çok seven, aşırı seven zâhir bâtın dâimiyetinin vüCÛDa gelişini getirir.. vedde.. el Vedûd esmâsına mazhar olan kişi, nefis ve ruhlar çok muhteşem netice alır. ayaklarımızı sabit kıl, iki dâimiyet ayağımızın zâhir ve bâtın görüntüsü var ya adam görünüyor işte işte bunların bu dâimiyetlerin görünüşlerini; İlâhî RABBanî, Kur’ÂNî, MuhaMMedî, Ehlibeytî bir şekilde.. bir sırat-ı müstakîmde ortaya çıkaran esmâdır el Vedûd.. Muazzam bir esmâdır çok seven ALLAH celle celâlihu’dur başka bir hüviyeti..

El Gaffâru:
Resim

El Gâfiru:
Resim

El Gâfuru:
Resim

El Vedûdu:

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ

Resim---"Zu’l- arşi’l- mecîd (mecîdu).: (O), Arşın Sahibi’dir, Mecid’dir (çok yüce ve şereflidir).” (Burûc 85/15)

El Mecîdü:
Resim


Zu’l- arşi’l- mecîd.. el Mecîd olanın Arşı’nın Sahibidir..
Arş, anlaşılamayan, zor anlaşılan ya da bizim henüz anlamadığımız, belki zaman içinde anlayacağımız kelimelerdendir..
Ama ARŞ; Şimdinin, Şu ÂSN’ın, Şe’ÂN’in Şehâdeti ne ise RÜŞDüne AYNen Eriştir.. Onun içinde Arş; Efendim, şu ÂNda OL-ÂN, ilk noktada OLmaktadır Nur-u Mim’de Oluyor.. peki çok görüyoruz olobilir..
İşte Arşi istivâ.. Arşı SEVİYELEmek.. ben basit düşünen bir insanım..
ZÂT ->SIFAT… benim işim değil bunlar.. sanki hidrojen ve oksijenden bahseder gibi.. ama bize su lâzım ya.. efendim onların nerde olduğunu ben göremiyorum bile.. öyle şeyler.. çünkü ikisini bir tüpe koymuşlar da, işte sonra birşey yapıyorlar.. yapıyorduk ya kimya derisnde deneyler hani lisede felân.. birde bakıyoruz ki, damla düşmeye başlıyor ki, damlanın teşekkül ettiği ilk ÂNdır ARŞ..
Arş’tan arşdan daha büyük bir yaratık yoktur öyle buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öyle hadisler var bulmamız lâzım.. bir sahra gibidir kürsi onun içine atılan bir hatem gibidir.. yüzük gibidir böyle böyle saya saya geliyor tüm yaratığı içine alan ise Nur-u Mimdir..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :“Birinci kat semâ ikinci kat semâ içinde çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir. İkinci kat sema ise üçüncü kat semâ içinde, çöldeki bir yüzük halkası gibi kalır… Yedinci kat semaya kadar bu böylece devam eder… Dünyanız ve Yedi kat semâ ise, Kürsü de, Arş’ın içinde yine çöle atılmış bir yüzük halkası gibi kalır..”
(İbn-i Kesir, Tefsir, 1:309; Tecrid-i Sarih, 9:7)

Resim---İbn-i Abbas (ra) ve Hz. Ebu Zerr’in (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre; “Varlık ve kâinat arşa nispeten büyük bir çöle atılan bir yüzük gibidir. Aynı şekilde Kürsi de, Arşa nispeten büyük bir sahraya atılan bir yüzük gibidir.”
(İbn-i Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l- Azîm, 1:309)

Bakınız MuhaMMed Sıddık kaddesallahu sırrahu Hocam ne buyurmuş AHİR “ZAMAN FİTNELERİ” Kitabında;

“Ruh ise zâten bir yere bağlanıp zabdedilemez. ALLÂHu zu'l-CELÂLin yaratmış olduğu ruhun aslı “Âlemu’l- Emrdendir. Âlemu’l- Halktan değildir. Âlemu’l- Emr ise Arş’ın daha ötesindeki bir âlemdir.
Âlemu’l- Halk, Arş’dan bu tarafa daha aşağısını kapsayan âlemdir. Kursî, cennetin tabanı Arş ise cennetin tavanıdır. Arş, cennet, kursî, 7. ci gök, 6. cı gök vs. yeryüzüne kadar.. Cenâb-ı Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem buyurduğu;
Yer ve gök birlikte, Kursî’nin azameti karşısında çöle atılmış bir yüzük halkası gibi cesâmeti vardır.

O’nun Kursîsi gökleri ve yeri içine alır.buyurduğu kursî, yeri ve gökleri tamâmen kapsamış vus’at etmiştir. Kursî’nin azâmeti karşısında basit ve cürüm teşkil edebilirler. Kursî böylesine azimdir. Buna rağmen, yer, gökler ve Kursî birlikte olmak üzere Arş’ın azâmeti karşısında yine ayni çöle atılan bir halka cürmü hükmünde kalıyorlar ki Arş, bu kadar muazzam bir vus’ata sâhibdir.Arşu’l- Azîm” buyuruyor. Arş’ın berisinde ise, halkedilen mahlûkat vardır. Arş’ın ötesi ise, Âlemu’l- Emr dir. Âlemu’l- Halk’ın sonu Arştır. Arştan bu yana cehennemin esfeline kadar olan bölüm Âlemu’l- Halk’tır.

Hülâsa kardeşlerimiz;
Arş’ın ötesi Âlemu’l- Emr dir. Hattâki Âlemu’l- Emr’den gelecek olan Rûhu’l Akdes aleyhi's-selâm İsrâfile gereken emirleri verir, İsrâfil aleyhi's-selâm ise mâiyetinde olan Cebrâile aleyhi's-selâm, Mikâile aleyhi's-selâm, Ezrâile aleyhi's-selâm görevli oldukları hususlardaki emirleri tebliğ eder..”[/b]

“ARŞı bir çöl gibi diyor.. Kürsî dahi onun içerisinde bir yüzük kadar kalır sonsuz bir saha içerisinde, her şeyi kapsar” diyor..

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---"Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyu’l- kayyum (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur (Sadece O vardır). Hayy’dır Kayyum’dur. O’nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur. O'nun izni olmadan, O’nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O’nun lminden, O’nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), Kendisine zor gelmez ve O Alâ’dır (çok yücedir), Azîm’dir (çok büyüktür).”(Bakara 2/ 255)

ALLAHu zü’L- CeLÂL de;
Lâ ilahe ilallahu’l Aliyyü’l- azîm..
Lâ ilâhe illallahu’l- Hâlimu’l- Kerîm.. Subhânallahu RABBi’s- semâvâti seb’a RABBu’l- Arşi’l- Azîm.. El Azîm olan Arşın sahibi..
Azamet var çünkü Arş’ta.. AHADiyyetten AHMEDiyettir.. yâni cem’i.. çünkü, ortaya çıkan o ilk çıkan o küllî şeyi kapsayan da o.. çünkü her şey onun içinde yok oluyor ki, olması lâzım.. İlk Şey’in İLKten İLKin zuhuru gerekir.. bütün bunlar da yine çok muhteşem..
El Arşi’l- Mecîd..
Bakın burada el Mecîd’in Arşı da denir..
Ayrıca da arşın sahibidir mecîddir el Mecîddir bunu bilemiyorum tâbi neden böyle yapılıyor ama şu var tâbi bu Arşda mecîdin gelmesi..
Çünkü Mecîd vüCÛDa getirendir CÛD edendir.. Hemde “CÛD” değil “CÎD”dir burada.. yâni dâimiyeti yaşama cem’ine getirendir.. El mecîd yansıması doğrudan doğruya tek Mazhar olan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemedir. onun için diyorum El arşi’l- mecîd, Nur-u Mim gibidir gibidir diyelim.. ama asla, böyle hükmetmeyelim de öyle anlıyoruz öyle zevk ediyoruz demekistiyorum..

فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ

Resim---"Fa’âlun limâ yurîd (yurîdu). : Dilediği şeyi yapandır.” (Burûc 85/16)

Fa’âlun.. öyle bir fa’aldir/durmayıp işleyen, çalışan çalışkan.. ki çift fâildir, şeddeli yâni feaalün filline de iki yönden sahibtir, zâhir ve bâtında Fa’âlun limâ yurîd.. Li, için.. mâ, o şey için ki, yurîd.. murad etti mi o şeye faildir.. zâhir bâtın irade ettiğini ÂNında Kaza Kader İrade ve Meşiyetiyle VAR eden ALLAH celle celâlihudur..
İŞte kaza ve kaderini irade etti mi, diledi mi yurîd, hemen ne yapar.. hemen faaliyeti yapar.. fiilin yapıcısı fâildir.. ama burada faildir, faaldir şeddelidir..
Efendim bu şedde, şeddeli oluşu çok çok yaptığını mı anlatıyor..
efendim bana göre zâhir ve bâtının açıkça.. düşüncemi de O, yaratıyor beni de O yaratıyor.. âyetler var çünkü Fa’âlun limâ yurîd..

Ben ne dilersem dileyim.. yâni benim tercihimi koymuş ya hani zâten “biz dilemezsek düşünemezsiniz” buyurmakta iki yerde Kur'ÂN-ı Kerîmde.. ben istediğin için istiyorum.. neden?. Çünkü banakesin olarak hayrı emrettiği için.. öbürü olan şerri yasakladığı için..
Fa’âlun limâ yurîd.. her ne ki her dilediğini yapıp gerçekleştirendir, faaldir.. Faal ALLAH esmâmıdır başına el gelmediği için faale koyamamışız ama, başına el gelse de gelmese de faal ALLAHu zü’L- CeLÂL esmâdır.. EsmâuLLAH, sonsuzdur zâten.. akıllar kadardır.. herkesin aklında ne kadar bilgi olsa bile esmânın hepsini almamıştır.. herkesin kendi kaderince kadarınca olmuştur evet az kaldı döndü.

هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْجُنُودِ

Resim---"Hel etâke hadîsu’l- cunûd (cunûdi).: Sana, o orduların haberi (kıssası) geldi mi?” (Burûc 85/17)

Hel etâke hadîsu’l- cunûd.. sana o orduların hadisesi, kıssası, hikayesi geldi mi?. cunûd, cünd’ün çoğulu ordular.. dâimiyet nurunun cem’i hadisesi sana geldi mi?. burada “ce ne de” fiiline bakmak lâzım.. yâni bu cünudlar ordular insan bedenindeki zâhir ve bâtındaki dışta ve içteki ordular olmasın mı Halim Can’ın dediği kafamızın içindeki ordular.. içimizdeki ve dışımızdaki orduların hadisesi olmasın!. geldi mi sana hel etake bu kutlu orduların.. ya da hayr ve şer orduları.. ya da ismet orduları .

فِرْعَوْنَ وَثَمُودَ

Resim---"Fir’avne ve semûd (semûde).: Firavun ve Semûd (kavminin ordularının).” (Burûc 85/18)

Fir’avne ve semûd.. Firavun’un ve Semûd’un kıssası geldi mi sana?. Kim bu Firavun kimler bu Semûd Kavmi?.
Firavun kime sahib çıkışıyor?. RABB’ı sahiblenmek istiyor!. Ben Rabbım demekte!.

Semûd Kavmi ne yapıyor Semûd’da dağı taşı oyuyor kendi, maddeyi kendisinin kabul ediyor materyelist yâni ..öteki öteki de tam bir metafizikçi yâni, tam bir inançsız felsefeci şey gibi yâni.. “atom ALLAHdır” der gibi sadece kendisine sahib çıkıyor..

Semûd kavmi Kur'ÂN-ı Kerîmde adı geçmekte olan ve kendilerine uyarıcı olarak Sâlih aleyhisselâmın gönderildiği, Mekke ile Kudüs arasındaki Hicr bölgesinde Vadi’l- Kura’da yaşamış eski bir Arap Kabilesidir. Semûd Kavminin helâki Kur’ÂN-ı kerim'de 26 âyette geçer.
Semûd kavmi her şeye sahip bir kavimdi, ancak zamanla ALLAHu TeÂLÂ’ya isyan etmiş ve küfre sapmışlar ayrıca kendilerine tapınmak için putlar edinmişlerdir.
Semûd Kavmine pek çok ni’met verilmiş, dağlar ve taşlar oyularak harika evler inşa edilmiş, yazlık ve kışlık konaklar yapılmış, çok uzun bir ömür sürmüş ve Semûd Kavmi ömrü boyunca bolluk ve refah içinde yaşamıştır..

Sâlih aleyhisselâm, zamanla hak yoldan sapmış şirke düşmüş olan bu Kavim ile birlikte, putlarını alarak şehrin dışına çıkarak kutladıkları bir bayram gününde şehir dışına çıktı, kafirler tapındıkları putlarına dua ederek isteklerde bulunur ancak karşılık bulamazlar. Bunun üzerine kavmin önde gelenleri Sâlih aleyhisselâm'dan: “Sâlih şu kayadan bir deve çıkar, eğer bunu yaparsan sana doğru olacağız, Rabbine iman edeceğiz " demişlerdir.
Bunun üzerine Sâlih aleyhisselâm, ALLAHu TeÂLÂ’nın böyle bir deveyi kaya'dan çıkarması durumunda, Semûd Kavminden, iman edeceklerine dair söz ve yemin vermelerini istedi, onlar da bu konu üzerinde yemin ettiler. Ardından, Sâlih aleyhisselâm ALLAHu TeÂLÂ’ya dua etti, bunun üzerine kaya yarıldı ve içerisinden onların istediği gibi gebe bir deve çıktı.
Mu’cize olmuştu. Kâfirler bu büyük mu’cize karşısında dahi, iman etmeyerek sözlerinden dönmüşler. Ancak Sâlih aleyhisselâm, onlara tekrar iman etmelerini ''Bu dişi deve Rabbinizden apaçık bir mu’cizedir.'' şeklinde kavmine söylemiş ve ardından: ''Ona kötülük yapılmamasını ve bu dişi devenin bir mu’cize olduğunu söylemiş eğer bu deveyi bir kötülük yapılırsa can yakıcı bir azaba uğrayacaklarını'' onlara iletmiştir.

Bu uyarıları dikkate almayan kâfirler ALLAHu TeÂLÂ'nın mu’cizesi olan dişi deveyi öldürmüşler. Bunun üzerine Sâlih aleyhisselâm P ve ona iman edenler dışında kalan bütün Semûd Kavmi şiddetli bir gök gürültüsü ile helâk edilmiştir.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَاهَا
Resim---“Kezzebet semûdu bi tagvâhâ.: Semud (halkı) azgınlığı dolayısıyla yalanladı;” (Şems 91/11)

إِذِ انبَعَثَ أَشْقَاهَا
Resim---
“İzin ba’ase eşkâhâ.: En “zorlu bedbahtları” ayaklandığında,” (Şems 91/12)

فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ وَسُقْيَاهَا
Resim---Fe kâle lehum resûlullâhi nâkatallâhi ve sukyâhâ.: ALLAH'ın elçisi onlara dedi ki: "ALLAH'ın (deneme için size gönderdiği) devesine ve onun su içme sırasına dikkat edin." (Şems 91/13)

فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُم بِذَنبِهِمْ فَسَوَّاهَا
Resim---“Fe kezzebûhu fe akarûhâ fe demdeme aleyhim RaBBuhum bi zenbihim fe sevvâhâ.: Fakat, onu yalanladılar, deveyi yere yıkıp öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla 'onları yerle bir etti, kırıp geçirdi'; orasını da dümdüz etti.” (Şems 91/14)

وَلَا يَخَافُ عُقْبَاهَا
Resim---“Ve lâ yehâfu ukbâhâ.: (ALLAH, asla) Bunun sonucundan korkmaz.” (Şems 91/15)

Kısacası Heveslerini Rabb, hevâlarını da ilâh edindiler..

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى

Resim---"Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” (Nâziât 79/24)
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا


Resim---"E raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu, e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ (vekîlen).: Hevasını ilâh edinen kişiyi gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?” (Furkân 25/43)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BURÛC Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ
"Belillezîne keferû fî tekzîb (tekzîbin).: Hayır, inkâr edenler, tekzip etmektedirler (yalanlama içindedirler).” (Burûc 85/19)

Belillezîne keferû fî tekzîb..
Bilâkis ellezine onlar küfrettiler kâfirdirler örtendirler.. fî tekzîb.. hizb içindedir, bilelik sahibliğini,, kevnini kendi nefislerinde görüyorlar. onun için keferedirler. yâni örterler hakkı.. gerçek değil, doğru değil “benim önümdeki makina cereyanla çalışmıyor” demem keferedir.. yâni hakkı örtmektir ki, cereyanla çalıştığını herkes biliyor bende biliyorum..
Yâni Firavun bilmiyor mu ki, kendinin insanlara: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”( dediğinde öleceğini ve yalan konuştuğunu!.

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
" Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” (Nâziât 79/24)

وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ
"Vallâhu min verâihim muhit (muhîtun).: Ve Allah, onları arkalarından ihata edendir (kuşatmıştır).” (Burûc 85/20)

Vallâhu min verâihim muhit..
vALLAHü yeminle buyuruyor ki ALLAHu zü’L- CeLÂL, onları arkasından muhit onları ihata etmiştir, yutmuştur.. yâni buradaki “rea” görmektir veraa görüşün ortaya çıkmasıdır.. yâni onların bu görüşlerinin tümüne muhittir.. ALLAHu zü’L- CeLÂL, onlar kendi başlarına bir şey yapıyor değildir kuşatmıştır.. muhittir, yâni vekanellahu bi şeyin muhit gibidir ihate etmiştir yutmuştur.. nasıl yutmuş bakın buradan,

بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ
“Bel huve kur’ânun mecîdun.: Hayır, O Kur’ân, Mecid’dir (yüce ve şerefli Kur’ân’dır).” (Burûc 85/21)

Bel huve kur’ânun mecîdun..
Yukarda ne idi.. onlar tekzib içindeydi.. bel daha geldi şimdi bel bilâkis, hayır hayır huve o Kur’ÂNın mecîd.. Kur’ÂNın mecîd arşı’l- mecîd Kur’ÂNın mecîd..
Arşın Sahibi aynı şekilde benim demin onu söylemek istedim aynı kelimelerle orda el Mecîd geldiği için ALLAHu zü’L- CeLÂLe yükledi.

“Bel huve kur’ânun mecîdun”
Burada harfi târifsiz geldiği için mecîd olan Kur’ÂN-ı Kerîm.. Kur’ÂN-ı Kerîm burada mecîd, şerefli üstün, bende dâimiyeti hayata getiren cem’ kaynağı diyorum. doğru söylüyorum. ben akılların nakille dirileceğine inanıyorum. çünkü naklin hayy olduğuna inanıyorum. Kur’ÂN-ı Kerîmin elimizdeki yazılarla değil, elimizdeki gözümüzün gördüğüyle, Habli’l- Verîdimizin gördüğü özümüzün gördüğü, bir dürbün gibi objektif ve oküler olarak birleştiğinde diyorum Kur’ÂN-ı Kerîm mecîd olacaktır.. CÛDu, vüCÛDa getirişi değil CÎD olacaktır Yaşatan ayrıcadır yâni vüCÛDa getirmenin ayrıca yaşatanın olacaktır.. Çünkü CED bunlar uydurma kelimeler değil ki CEDDE, DEDE demektir CİDDE, NİNE demektir onun için Arabistan’daki şehrin adı CİDDE’dir ki, HAVVA Vâlidemiz var. CÛD, vüCÛDun ÖZüdür. CÎD, dâimiyeti yaşayışa çekiş cem’idir.. yâni cisimde cân olması lâzım kardeşim.. Mecîd de, bunu yapandır.. celese oturmak, meclis.. Müdür, idare edendir.. müdür gibi demek istiyorum.. burada Mecîd, mim, MuhaMMediyyet mimi yapıcıdır, mânâyı maddeye çeviricidir operasyon gibidir.. bu mecîd, Kur’ÂNın bu öyle bir Kur’ÂNdır ki, gerçekten dâimiyeti can ve cisimde hayy edendir, vüCÛD verendir, vüCÛDu hayata geçirendir.. böyle bir Kur’ÂNdır, çünkü “ölmeden önce ölünüz” de bu anlamdadır.. aklın ölmesi dirilmesiyle mümkündür, cehâleti kemâlet bulmasıyla mümkündür.. kemâlata dönüşmesi için nakli bulması lâzımdır.. nakli buluş temel kaynağı Kur’ÂN-ı Kerîmdir.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin buyurdukları Habli’l- Verîd gibi etrafındaki aydınlatım anlaşım bize ulaşım yollarıdır.. ne zaman ki bizim kalblerimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin yüreğinde cem’ olursa.. yâni ilk dairede nokta olursak inşeALLAH o zaman ne olacak ondan duyar ona uyarız.. işte Kur’ÂN nedir Kur’ÂN içerdeki “NûN” Nurullahtır.. “ra” nedir.. niye önüne elif getirdi sahib çıkıştır, RABBanî sahib çıkıştır. Kudretullaha RABBanî sahib çıkışın adı Kur’ÂNdır.. Nurullaha RABBanî Sahib çıkışının Kudret Kaynağıdır Kur’ÂN

Kur’ÂN-ı Kerîm kadar her ÂN yeniden yaratılan bir mânâ yoktur. Her harfini her ÂN oku, o yeniden yaratılır. Her ÂN yeniden yaratılır bize bu kadar hızlı ulaşan ve başka hiç mânâ yoktur.. tek unutulmayacak şey Habli’l- Verîdin iç dairenin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu asla unutmamak.. unutulursa bu korkunç bir hata olur ALLAH korusun..

ALLAH ve Rasûluna teslim olunuz
ALLAH ve Rasûluna iman ediniz
ALLAH ve Rasûluna tâbi olunuz
ALLAH ve Rasûluna itaat ediniz..

EMRuLLAHı unutmamak lâzım ki, Kur’ÂN RABBu’l- ÂLeminden öte ALLAHtan gelir. RABB sıfattır ki, Kur'ÂN-ı Kerîm ZÂTuLLAHtan gelir.. yâni sıfat şahdamarımızdan yakında.. Bahsettiğimiz “zât” tâbiri hâşâ yâni bizevebu hayata uymadığı ve ALLAH celle celâlihuya mahsus olduğu için “ALLAH şah damarımızdan yakındır” buyurmamıştır da, sıfat olarak “RABB” buyurulmuştur.. “Nahnu” diyor “biz”.. yâni ALLAHu zü’L- CeLÂL biz.. ZÂTI SIFATI ESMÂSI EŞYÂSI =>NAHNU=>BİZ..
“ALLAHunuru’s- semâatı ve’l- ard” “BİZ”in dışında mı?.”

Ben, bunu o Cübbelilerle mümbelilerle konuşsam muhakkak bana “deli” derler, anlamazlar yâni..
“ALLAHunuru’s- semâatı ve’l- ard” “BİZ”in dışında mı?.” diye soruyorum adama..
Çünkü neden korkuluyor?. Kur’ÂN-ı Kerîmi Kur’ÂN-ı Kerîmce anlamaktan korkuluyor.. yoksa biz hâşâ biz Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem’den, iğne ucu kadar ifrat ve tefriti istemeyiz.. biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi isteriz.. ama biz bunları anlamayacağız da ne zaman anlayacağız?. öyle bir Kur’ÂN-ı Kerîm ki, bize her an vüCÛD veren bir Kur’ÂN-ı Kerîm.. cedîd de böyledir.. nesl-i cedîd gencecik Kur’ÂN-ı Kerîmde ALLAH celle celâlihu.. her ÂN yeniden “Halkın cedîd” yaratıyor..

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحقِّ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
"E lem tera ennallâhe halaka’s- semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), in yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin).: Allah’ın, semaları ve yeryüzünü hak ile yarattığını görmüyor musun? Eğer O, dilerse sizi yok eder ve yeni bir halketme (yaratma) ile (yeni bir toplum) getirir.” (İbrahîm 14/19)

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
"İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin).: Eğer dilerse sizi giderir (yok eder) ve (sizin yerinize) yeni bir halk getirir.” (Fâtır 35/16)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
"E fe ayînâ bi’l- halkı’l- evvel (evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd (cedîdin).: Yoksa Biz, ilk yaratışta aciz miydik? Hayır (öyle değil), onlar (ölümden sonra) yeniden yaratılıştan şüphe içindeler.” (Kaf 50/15)

Cedîd buraya yeniden yaratıyor anlamında.. ALLAH celle celâlihu yeniden yaratıyor.. amma zâhir ve bâtın cem’ini getirerek yaratıyor..
Bel huve kur’ânun mecîdun..
Onun için bir dakika önce eşkiyâ olan bir dakika sonra evliyâ oluyor.. ya da tersi oluyor.. her ÂN değişiyor..
çünkü her ÂN ın tevhidi kendisine mahsus..

Bel huve kur’ânun mecîdun
burada başka şeyler var.. amma biz oralara girmeyeceğiz yâni.. çünkü bakın yukarılarda neler geçti hep “hüviyet”lerini anlattı değil mi?. bel hüve.. hüve geçti başka yukarılarda.. şimdi döndü Kur’ÂN-ı Kerîm de “hüve”yi kullandı bel hüve.. onun huviyetidir Kur’ÂNı mecîd.. işte ben onu diyorum.. SÖZ, ALLAHu zü’L- CELÂL’in, SES ise, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemindir..

فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ
"Fî levhın mahfuz (mahfûzın).: (O), Levhi Mahfuz’dadır (merkezî kompüter sisteminde kayıtlıdır).” (Burûc 85/22)

O İkiliklerin-çiftliğin içinde bir Kur’ÂNı mecîddir.. muhafaza edilen bir levhada.. işte bu bu levha nerde?. bu levha nerde mahfuz levhası nerde?. gök yüzünün hangi katında?. gitsek buradan bir füzeyle nasıl varırız mı?. yoksa gönül semâlarımızda mı?. levh nedir?. hakikatın görünüş lütfudur.. elimizdeki levha içindeki hakikatı size lütfen gösterir.. mahfuz nedir?. hıfz edendir.. hıfz nedir?. “zı” öyle bir gölgedir ki hakikat değildir.. ne diyor YâSîn de “herkes meşgale içinde iken onlar gölgede de otururlar”..

هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ
"Hum ve ezvâcuhum fî zılâlin alâ’l- erâiki muttekiûn (muttekiûne).: Onlar ve eşleri, gölgeliklerde tahtlar üzerinde yaslanmış olanlardır.” (YâSîn 36/56)

cennette bile gölgede zılâl buyuruyor.. tâbi her ikilik tevhid değildir.. güzeldir ama tevhid değildir yâni.. bütün bunlar zamanlar da söylenen şeyler buradaki hafızadaki.. şunu demek istiyorum sizin içinizde bir “zıll” vardır ki en ince iğnenin ucu gibi bir “zıll” vardır.. bu da “ikilik zıllı”dır.. işte orda yazılıdır bunlar.. “kardeşim tevhidden levh mi olur?. ALLAHu zü’L- CeLÂL kimseyi yaratmamış..” diyenleri boş ver!.
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ
"İnnâ nahnu nuhyi’l- mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârahum ve kulle şey’in ahsaynâhu fî imâmin mubîn (mubînin).: Muhakkak ki Biz, ölüleri diriltiriz. Ve takdim ettiklerini ve onların eserlerini yazarız. Ve herşeyi İmam-ı Mübîn’de (apaçık bir rehber’de) saydık (tespit ettik).” (YâSîn 36/12)

İnnâ nahnu nuhyi..
Biz varya biz.. inna biz var ya biz.. nahnu, biz.. nuhyi, biz yaratırız.. biz varya biz, biz yaratırız.. üç kere biz..
Sanki Şeriatta Tarikatta Mârifette Hakikatte yuhyi.. HAYy ederiz.. el mevtâ.. mevt olanları.. nedir mevt?.sadece ölüm mü?. senlik görüntüsü mâsivâ olanları, avara kasnak elektriksiz fabrikaları, görüntü tam ki, ense kulak yerinde fakat cereyan yok!. işte bunları nuhyi hayy ederiz.. HAYy nedir?. Yaşayış hakikatına ulaştırırız.. yâni cereyan bağlarız..
nektubu mâ kaddemû.. yazarız lütfederiz ma kaddemu taktim ettiklerini, gönderdiklerini..
ve âsârahum ve eserlerini, geride bıraktıkları eserlerini..
ve kulle şey’in ahsaynâhu fî imâmin mubîn
ve kulle şey’in her bir şeylerini her bir şeyi.. ahsaynâhu tek tek sayarız.. fî içinde.. nerde?. imâmin mubîn.. mübîn olan, beyân edilmiş olan.. beyân nedir?. nuru yaşayışının bile”liğidir.. nur yaşayışının bileliğidir.. ayan beyan gösteren ışıktır.. Işık, Kebanla BİLElik getirir.. mübîn.. “aduvvun mübîn” de vardır.. “imâmin mubîn” de vardır..
Hizbullahta imamı mübîndir..
Hizbuşşeytanda aduvvun mübîndir..
İkisi de bellidir, açıktır.. yâni bu imamın mübînde yazılıdır.. bu imam levhi mahfuz da öyleydi yukarıda..
burada niye “imamın mübîn” diyor.. bu levha imam.. biz biliyoruz zâhir ve bâtın MuhaMMediyet Mimleri değil mi?. evet ama ikinci “mim” “a” ya çekiyor sahiblik getiriyor.. haa kim ki bâtındaki MuhaMMediyet Hakikatına zâhir MuhaMMediyetiyle sahib çıkıyorsa, bu imama uymuştur kardeşim..
ve bu Habli’l- Verîd Levhasını okumuştur.. ilk daireyi okur, ahsaynâ hu orda ahsaynâ isabetlik değil işte ahsaynâ sayıp döktük.. bir iki üç dört diye mi saydındeğil.. “ahsaynâ” başka bir şey.. sondaki “nâ” ya bakma sen.. o, biz son eki..kökü ihsa etmektir.. ihsa buradaki “ha” ve “sad” “ha..sad..” dır yâni samedî bir hakikattir, Sall hakikatıdır ama bunun üzerine fazla konuşmamak lâzım çünkü levhi mahfuz.. herkesin levhi mahfuzu kendi gönül âleminde, kendi gönül göklerinde.. yâni ARŞında, şurasında burasında..
evet bu hafız kelimesi biliyorsunuz Kur’ÂNda çok geçer mahfuz olarak..

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
"İnnâ nahnu nezzelnâ’z- zikre ve innâ lehu le hâfizûn (hâfizûne).: Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim’i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.” (Hicr 15/9)

İnnâ nahnu nezzelnâ.. Biz varya Biz.. burada yine aynen bak üç kere BİZ nunu yine.. İnnâ, Biz şühpesiz ki biz.. nahnu, biz.. nezzelnâ biz indirdik.. hatta dört nezzelnâ sonunda da yine biz eki var.. baştaki nunda biz sonundaki nun da biz..
ve innâ lehu le hâfizûn.. şüphesiz ki biz lehu lehâfizun ona muhafızız.. şimdi oraya koyduk bekçi olarak bekliyor mu?. buradaki “hıf”z dan anlaşılan “her ÂN yeniden mi yaratılmakta”.. bunu anlamak için aynen elektriğe bakmak lâzım.. elektrik her ÂN git gel, altenatif akım mıdır yoksa, orda bir depo var da Keban Barajının suyu mu akıp geliyor taa BURSAya buraya.. bunun benzeridir bu.. öyle anlamakta fayda var diye söylüyorum..
meselâ başka demin geçti meselâ Kur’ÂNı mecîd.. şüphesiz ki o, kerim olan bir Kur’ÂNdır.. el Kerim kim?. ALLAH celle celâlihu, kendisi le muhakkak ki Kur’ÂN innehu, şüphesiz ki o le, muhakkak Kur’ÂN kerimdir.. kerim nedir?. MuhaMMedî Yaşayış Rüşdünün kevne gelişidir.. kerim ikramdır çünkü.. nerden ikramdır?. “Rahmetenli’l- âlemin”den RABBu’l- âLemin ikramıdır RABBu’l- âLeminden isteyip de Rahmetenli’l- âleminden geçmeden gelen yağmur-rahmet, hayal rahmetidir ve asla hakikat değildir..

“Rasûli Ekrem” diyorum ben dâima.. “Rasûlu Ekrem” diye hitap ediyorum sallallahu aleyhi ve selleme.. ikram eden Rasûlullah, ikram kaynağı, çeşmemiz yâni..
Rahmetli Hocam Amcam da “Rasûli Ekrem” derdi.
Rahmetli Dudu Ebem beim ismimi “Latif Ekrem” koymuş..
İşte babacağızımın Latif Ekremi, Abdullatif Ekrem de hep öyle koymuşlar..

kitâbi mübîn.. hep bunlar Kur’ÂN-ı Kerîm tâbirleri Kur’ÂN-ı Kerîm kitâbi meknun efendim saklanmış korunmuş kitap.. güzel ama “meknun”a bakıyoruz “bâtın nurunun zâhir nurunun içinde kevne gelişi”dir.. öyle bir “meknun” ki, Barbaros İngiltereden bir avuç çiçek tohumu göndermiş ne idiğini bilmiyoruz, ne olduğunu.. öyle meknunlar ki, bâtınlarını zâhirlerinde saklamışlar ki.. toprağa atınca ise, kimisi yeşil sarı kokulu kokusuz bir sürü şeyler açıyor tohumlar içGİZLerini…
Meknun böyle KÛN feyeKÛNa çıkmadan gizli yâni.. ama bâtın nurumu zâhir nuruyla kapatmış “ALLAHunurussemâatı vel ard”dır zâhir de, NURdur çünkü unutmamak lâzım..

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
" İnnehu le kur’ânun kerîm (kerîmun).: Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur’ân’dır (Kur’ân-ı Kerim’dir).” (Vâkıa 56/77)

فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ
"Fî kitâbin meknûn (meknûnin).: Mahfuz (korunmuş) olan bir Kitap’tadır (Levhi Mahfuz’dadır).” (Vâkıa 56/78)

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
" Lâ yemessuhû illâ’l- mutahherûn (mutahherûne).: O’na, tahir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.” (Vâkıa 56/79)

el mutahharûn: tahir olanlar, arınmış olanlar, maddî (fizik vucudu abdestli olanlar ) ve manevî (şirk, şüphe, inkâr düşüncelerinden) temizlenmiş olanlardır..

sakın sakın temâs etmesin.. ancak kim etsin?. muhattarun olanlar, tâhir olanlar, tertemiz olanlar.. buradaki “ta” “ha” “re” kişi kendi Rububiyyet Sırrının Hüviyetini Taraf olarak kendi tarafında bulduysa, kendi bunun etrafında Tavaftaysa, Taraftaysa, Tayfsa ki yâni, kendisi yedi rengi buluyorsa beyaz ışıkta derc etmişse.. onu demek istiyorum.. yâni yedi nefsi bir etmişse.. bu Rububiyyet Hüviyetine taraf olmaktır.. yâni iç çemberden seyirdir tam tâhirlik budur, taharet budur yâni..
bizlerin yaptığı gibi abdest alıp sonra da, ağzına geleni söylüyor ama abdesti duruyor..MUŞşş?!.

Mesele çok daha başkadır.. onun için Münir Hocam kaddesallahu sırrahu durmadan abdestten bahsediyor..
Biz de bunun üzerinde zamanla duracağız.. bu tahare.. neden tahare olmayanlar, taharun olmayanlar neden temâs edemiyorlar… “messe” esası ya messe senin “messetmen”dir messe zâhir ve bâtın “sîn”liğinin MuhaMMediliğidir.. Yâni insandaki Sîn Sırrı var ya.. o sırların MuhaMMedi oluşması demektir ve gerçek temâs.. bu ne demek?. fiş yok, priz yok iken ikisi bir oldular.. “Lâ İlâhe” fişi yok.. “İLLALLAH” prizi yok kardeşim!. BİZ BİR-İZiseler.. ne var?. Tevhid var, CereyÂN var.. İşte temâs budur.. işte bunun için diyor “mutaharrun olmayanlar dokunmasın!”ı.. “harre” değil burada “herre” dir.. burada hararet değildir çift gözlü he iledir burada hararet değil harareti bizzât yapanlardır bunun ötesini söyleyemezsin..
İşte hararet ile harareti bizzât yaratan arasındaki farkı nasıl söyleyeceksin? çünkü buradaki “he” çift gözlü he dir..
Lâ yemessuhû illâl mutahherûn..
Bunu açıklamak için söyledik biliyorsunuz bizim sûremiz nerde bitti yirmi ikinci âyette bitti.. bir dakika yirmi iki âyetti değil mi..

evet “Fî levhın mahfuz” da bitti.. işte levhin mahfuz.. levhi levhum muhafaza edilen levha neresi ve nasıl olabilir.. ona demiyoruz katiyyen bizde hüküm yok çünkü.. ama bu gök yüzü beşinci kat gök altıncı kat gök bu gökler değil bir defa bu hakikatın vüCÛDa geliş lütfunun olduğu yer levha bu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde Kâbe kavseyn nere ise, kab nerde kavislenmişse, Habli’l- Verîde dönüşmüşse kab, kab..

Şimdi Halimce bir soru sormak lâzım Halimce “kim kimin kabı?” desek Barbaros evet.. yâni Nur-i Mim, Nurullahın kabı.. onu demek istiyorum.. bu kavs yuttuğu zaman, içine aldığı zaman, içinde olduğu söylediği zaman.. halbuki o da “ALLAHunuru’s- semâati ve’l- ard”dır yâni bu bir anlamda şudur ki “SUyun testisi BUZdan”
Suyun testisi buzdan.. bu Nur-u Mim de, Nurullahtan.. onu demek istiyorum.. bu tam TEVHİDdir.. zâten “CeNNet” te budur.. iki nurun cem’i de budur.. bunlar biz kendimiz için buluş aradığımızdan yâni şöyle olsak böyle olsak dediğimizden problem..

Barbaros: “Nurun alâ nur” dediği olay bu olsa gerek o zaman..

Kulihvani: Evet inşeALLAH “Nurun alâ nur” zâten.. nur üzerine nurdur bu.. evet şey tohum OLmuşsun okudum Barbaros.. her tohum kendi ÖZünü.. her şey kendi ÖZünden emirde zâten.. her atom, her varlık kendi ÖZünün EMRinde.. ve bu çok önemli bir şey.. evet benim söyleyeceklerim bu kadar..

Soracak bir şeyiniz var ise buyurunuz..
Bu çalışmamız Barbaros daha değişik daha hızlı daha çünkü çok büyük bir Kur’ÂN-ı Kerîm yân..i biraz daha şeye doğru giderek yürüyebilir gerekirse bunu önümüzdeki zaman içerisinde müsaid olduğumuz gecelere biraz daha yayarak daha birlikte çalışarak, gece gündüz çalışmaları da artırarak, biraz daha yürürüz..
Çünkü şimdi biraz önce yaptığımız gibi yâni bir levhi mahfuz bütün bunlar birbirinin Kur’ÂN-ı Kerîm.. levhi mahfuzdaki Kur’ÂN-ı Kerîm.. imanı mübîn Kur'ÂN-ı Kerîm.. hep levhi mahfuz.. tüm bu şeyler meselâ bize açılımlar getirecektir inşâe ALLAH bizim yazışmalarımız gece görüşmelerimizde mesenger görüşmelerimiz de, bunlar için güzellik yapmakta Halim de üçümüzün yaptığı şeylerde meselâ bunlarda hep akıllırımızı nakillerimize çekmekte, yaklaştırmakta birbirimizin güzelliklerinden SEVİYElenmekteyiz..

ALLAHümme salli ve sellim ve bârik ala seydina MuhaMMedin abdike ve nebiyyike ve Rasûluke ve nebiyyül ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve ehlibeytihi..

ALLAH celle celâleh, bize yardım etsin bu çöplükten geçerken..
CÂN Cisim Cehenneminden geçerken Hakkta Hayrda Rızasında kılsın bizi!.
Şeytan ve şeytanlaşmışların şerrinden korusun bizi!.
Geçmiş zaman içindeki, hata noksan günah ve hatalarımızı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de bizi bağışlayıp, tevbe istiğfarımızı BİZ BİR-İZ eylesin bizi!.
Gelecek zaman içindeki, hakk ve hayr duâsında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizde BİZ BİR-İZ eylesin bizi!.
Şimdilerde Şu ÂN-Larımızda, yaşadığımız sürece Rızasında BİZ BİR-İZ eylesin bizi!.
Son nefesimizde ki, şehâdetimizde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin şehâdetinde BİZ BİR-İZ eylesin bizi!.
Ebeden dâimen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin;
Şeriat-ı Garrâsında
Tarikat-ı Garrâsında
Mârifet-i Garrâsında
Hakikat-ı Garrâsında
BİZi Habibî ve Hâsbî Hizmetçisi etsin ve “ben”lik başlarımızı MuhaMMedi Mahviyette mahvetsin BİZ BİR-İZ eylesin bizi!.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin sanki ayakkabısı gibi hizmetçisi olalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Ben bir şiir yazmıştım;
“Motor değil yeri öpen ->dört uçta teker güzelim!.” Diye..
Arabanın motoru kalb gibidir çok önemlidir de, dört köşede yeri öpen TEKERdir yalnız..
Biz arabanın tekeriyiz onu demek istiyorum, motoru değiliz, direksiyonu değiliz, bineni değiliz!.
Biz arabanın tekeriyiz!. Çöl Kıtmirleri araba tekeridir!.
Münir Hocam kaddesallahu sırrahu, ne diyor Barbaros bütün bunları onun için yazıyorum..
“Tüm yazdıklarımı bir TEK bir kişi için YAZdım!.” Demekte biliyorsun cancağızımm.
Yine bu gün.. yine yazıyor “Bir kişi için” diyordu değil mi?.
Bir kişi iki kişi önemli değil üç kişi beş kişi önemli değil yeter ki, birKİŞİ OLsun Halis Muhlis Sıddık ve Âdil MUhaMMedî Hasbî Hizmetçi olsun!.
Bin tane vardı da, nankör ve hayırsız çıktılar.. Hizmet olmadı o zaman ne olacak?.

MuhaMMedî MeLÂMet YOLUmuz böyledir..
Bu yolda bir sürü kadın da vardır..
Hasbî Hizmetçilerin ANNesi Haticetü’l- Kübrâ, Sümeyye aleykünnesselâm ve diğerleri..
O Sümeyyya ANA ki.. Bir tanedir vefâda..
İki bacak iki kol dört yöne gider paramparça..;
Toprağa, Ateşe, Suya ve Havaya..
Şeriata, Tarikata, Mârifeteve Hakikate..
Gider de gider kollar ve bacaklar İLK ŞEHÂDET için..
CÂN Çığlığı ARZdan ARŞa ÇIKar!. Onun için bir gün inşâe ALLAH yolunuz Kâbe’ye düşürse, ikinci katta batı tarafında” Bâb-ı Sümeyyâ”yı göreceksiniz ki, ismini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem koymuştur.. Bu kapı “Sümeyyanın kapısı”dır diye..
O yüce Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, annesinin adına değil, kızının, eşlerinin adına değil de, “İLK KADIN ŞEHİD”in adına..
MuhaMMedî MeLÂMet YOLUmuz böyledir HAY Hakan Arif Yıldız BeyefendiBaba..
Bu yol böyle bir yoldur, var mısın teker olmaya!.
Sen de gel Nuriye yüreğin yeterse gel buyur!.
Gerisi ALLAHu zü’L- CeLÂLin işidir!. Kim ne yapar, ne eder, kim alır, kim satır bunları biz bilmeyiz!.
Bizim bileceğimiz şey; bu yol kirlenmiştir, kirletilmiştir.. Biz “BİZ BİR-İZ Çöpçüleri”yiz.. BİZ bu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüce Sıart-ı Mustakîm HasbîHizmet YOLUnu; Elimizle ve DİLimizle temizlemek görevindeyiz!.
Av Köpeğigibi Kıtmir BURNumuz KÂBE’mizi Kıblemizi Hedefler İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!. Kader, Kaderullah.. ALLAH celle celâlihu Hakk ve Hayr yağdırsın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SEMÂsından İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Resim

'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve ummetihi... ''

subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Velhamdulillâhi RaBBu’l- âlemin.. ALLAH celle celâlihu hepimize hayırlı geceler ve gündüzler versin hakta hayrda ve rızasında kılsın!.
Cümlemize ALLAHa emânet olalım!.
Es Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü!.
[/b]



Resim


ON Parmakta On Mârifet
YAZan ELLerin >ŞÂHiDin
Şİmdi>Şu ÂNdaki Ni’Met
ELEStteki RABB’e ÂHİDin!.


ZEVK 8564

BEDEN-NEFiS-KALB e RUHtan ->FITRî YAPImıızda HARÇLar
KIRAT-KITMÎR-AŞK DEVESin ->SIRTındaki YÜKLü HURÇLar
KELÂMuLLAHa HİZMet HASBî
RESÛLuLLAHa HİZMet HABîBî
->RESÛLü EKREM’in AŞK İZİ ->GÖNÜL GÖKYÜZünde BURÇLar!.


27.11.17 05-11:26
brsbrsm..tktktrstkkmdcvlÂNn..


ALLAH’a =>KELÂMuLLAH’a =>RESÛLuLLAHa =>İSLÂMuLLAHa,
Sadece LİVECHiLLAH RIZA için BİZ BİR-İZ HASBî HİZMetin için,
MuhaMMedî MELÂMet TEŞEKKürü Ederim HAY Hakan ÂRif YıLdız OğuLcÂNımm!..



HURÇ: Binânın elemanlarını BİZ Bir-İZ tutan Bağlayıcı..
HURÇ: Çoğunlukla yelken bezinden ya da meşinden yapılmış içerisine KULLuk YOLCULuğunun YOLLuğu konulan, sağlam, kaba, büyük DERVİŞ HEYybesi Hakanımm.
BURÇ: Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi. Tek hisar kule, kale çıkıntısı. Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı
Gönül Gökyüzümüzdeki on iki takımyıldıza verilen ortak ad mânâsına gelir. Burçlar dört gruba ayrılmıştır: Ateş, toprak, hava ve su. Her grupta üç burç bulunur… 3X4=>12...


MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....

Resim
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön