Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Resim MURSELÂT SÛRESİ SOHBETi

Kul İhvÂNi
BUrsa.. 24 Ocak 2017...
SoHBeTi yazan; Gariban


Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

İstiğfar antivirüsüMüz:
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.


Eûzu billâhi's- semîi'l- alîmi min e'ş- şeytâni'r- racîm
Bi'smi'llâhi'r- rahmâni'r- rahîm

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebîyyike (MahMudîyyeti), ve
Rasûlike (Ahediyyeti) ve
Nebiyyi’l- ÜMMîyyi (HaBîBiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ÜMMetihi... ''Resim

''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedîni'l- fâtihi limâ uğlika ve'l- hâtimi limâ sebeka Ve'n- nâsiri'l- hakkı bi'l- hak ve'l- hâdi ilâ sırâtike'l- mustakîm Sallallâhu aleyhi ve alâ âlihi ve ashâbihi hakka kadrihi ve mikdârihi'l- azîm
Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidina ve mevlâna MuhaMMedîn sallallâhu Teâlâ aleyhi ve sellem.
Hakk vekad hılleti edrikni Yâ Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
''

Hamd ALLAHu Zü'l-CELÂLe olsun. Sonsuz sınırsız. Şükür her an her şeyi yaratmakta olan ALLAHu Zü'l-CELÂLe, RuBûBiyyet kevniyyetine şâhidlikte iştirak olsun!.
Elhamdu lillâhi RABBi'l- âlemîn.

ALLAHu zü’l- CELÂL kereminden, izzeti şerefinden yüreklerimizi Rasûlullah saLLALLAHu aleyhi ve sellem Efendimizin pâk-mutahhar yüreğinde O’nun ÜMMinde AMMesinde KILsın İnşâe ALLAH!.

Aziz Kardeşlerim;

Murselât Sûresi, Kur’ÂN-ı Kerim iniş sırasına göre, İmam Ali Keremullahi Veche’nin tesbit ettiği iniş sırasına göre 33. Sırada. Normal resmi sıralamada da 77. Sûre. Ama iniş sırasına göre 33. sırada Mekke’de inmiştir. İlk gelen Sûrelerdendir. 48.âyetin Medine’de indiği ve eklendiği de rivâyet edilmiştir.

Murselât, irsâl, irsâle, risâl, resûl, hepsi temel olarak kök olarak “resele”den geliyor yâni. Bu temelinde gönderilen, bildiğimiz gönderilen, görevle gönderilen anlamında. O görevi ile ilgili; Edeb-İlim-İrfân-Erkân’ıyla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dediğimiz zaman, “Rahmeten li’l- âlemin”dir. Abdullah aleyhisselâm dediğimiz zaman, Abdullah aleyhisselâm oğlu Abdullah olan MuhaMMed aleyhisselâmdır. “Abd”dır.. “Abduhu” ve “Resûluhu” dediğimiz gibi “abd”dir. Abd olduğu anda, herkesin yaptığıyla mükellef olur, kulluğunu yapar.. Resûl olduğu zaman ise, seçilmişlik gelir, görev gelir, yetki gelir, bunlar tamamen zâhir ve bâtın’dır.
Yâni olup olmaması, olduğu zamana bağlıdır.
Birisine “ceryan var mı, yok mu?” demeye ne hacet!. Cereyan varsa gözükür zâten!.
Makine arızalı değilse ceryan varsa gözükür. İŞini de yapar. Mesele sistemin kuruluşunda, ALLAHU zü’L- CeLÂL’in Muradında, Emrinde ve Şu ÂNda yapmakta olduğu İŞte, bir oyun oynanmıyor, oyuncakla oynanmıyor!. Bir yaratıcı gücü olan, Uluhiyyeti olan, Kaza-Kader, Dileme İradesi ve gücü olan ve TEK olan, çok ve yok olmayan, mükemmel ALLAH celle celâlihu, el Hayy celle celâlihu esmasını Hayat olarak çalıştırınca kendi muradı gereğince bir tek “KÛN!.: OL!.”’dan sonsuz sistemler zuhur ediyor. Binlerce “fe ye KÛN” doğuyor.
Akıl fikir ermeyecek kadar, bu bir defa hayatta da böyledir.. Ne bileyim bir defada sekiz yüz yumurta yumurtlayan deniz hayvanları var, falan feşmekan şeyler, çeşit çeşit, hayatın içerisinde de böyledir.

Onun için Murselât, ALLAHU zü’L- CeLÂL’in lütfunu “sen”liklere taşıyan bir RÜŞD meselesidir. RIZA meselesidir, yâni lütfu SÎNElere aktaranlar, gönderilenler, niye gönderilenler yâni?. Bir maarufla gönderilenler. Edeb için, güneşten çıkan ışığın tekrar güneşe geri dönmesi gibi bir iştir. Dâireyi tamamlaması gibi bir iştir. Ya da bu arada olan olayların, gerçek gibi olanın, sanal olduğunu ama sanalın içinde gerçek olduğunu biliştir, eriştir irfÂNdır. İşte bütün bunları yapan olması için, “risâle” lâzım, “Resû” lâzım Resûl!.
Yâni ulaştırıcı lâzım. “SeLL” kökü biliyorsunuz, neydi SELL?.
SALLi dediğimiz de biz ne diyorduk?
ALLAHümme SALLi ve SELLim.. SELLim de ne SELLim?
SALLim desek ne olurdu?. Diyemezdik. Neden?. SELL, MuhaMMed aleyhisselatu vesselâm’a ulaşımdır, kavuşumdur. Kavuşumdan kastım, elektriği geçirecek şekilde ellerin kenetlenmesidir. Yüreklerin kenetlenmesidir, din budur.. Geri kalan oyuncaktır. Can yok, ceryan yok, alan yok, veren yok, “tambırtıya göbek atıyor!” derler bizim köyde işte böyle yâni. O öyle değil, öyle değil!.
Açık seçik bu.. Cana ceryan geldi mi “CÂNÂN” geldi demektir. “BİZ BİR İZ” demektir. Gerçekten şahdamarından da yakın AKRABAsını; İlim, İrade ve İdrak etmiştir. İş, İştiraka kalmıştır. Bunun dışında bunun “sen”liği “ben”liği varsa “şeytan”lığı var demektir.. O, onu yapıyor bunu yapmıyor, yâni kendi içinde dahi, bunlar onun için zâten RaBBu’l- âlemîn’i aramaya devam ediyorlar!. ÖZünden dışarı çıkarıp da sonra, sokmamaya çalışıyorlar “büyük” diye.. Büyük küfür edebilmek için.. Hâşâ, mahşere gönderiyorlar, Kur’ÂN’ı okumadıkları için!. Ne bileyim ben gökyüzünde yapıyorlar, ellerini onun için gökyüzüne açıyorlar güyâ!. Halbu ki “Rahmeten li’l- âlemin” için açılır eller göğe, rahmet yağmurları yağsın diye, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den..
Çünkü SELL Makamındayız, bizim varacağımız yer Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ELİdir. Çünkü ALLAH’ın eli, Yedullah ki, Resûlullah’tır. Yâni hiç bir kul asla sıfat olamaz!. Onu demek istiyorum.. Kim hariç? Peygamberler hariç. Çünkü onlar risâletten dolayı, Resûllukten dolayı böyledirler. Ubudiyetten yâni insan oluştan ötürü değil, o özelliklerini zâten korurlar. Hiç bir peygamber bulamayız ki: “Ben peygamberim ALLAH’ın en yakınıyım, namaz kılmıyorum!.” diyebilsin hâşâ!. Hepsi de Son nefesine kadar kılardı.
Yâni Muradullahın içindeki Emrullahın dışına çıkamaz. “Risâle”nin temeli buna geliyor demek istiyorum..
ALLAH celle celâlihu’un lütfunun, SELLinin SELÂMının rüşde ermiş TAMMlanmış TÜMMlenmiş anlamında diyorum.. Bu şekilde gelişi “risâle”dir. “Murselât” kelimesinin sonundaki harf çoğuldur, “-ler” yapar, başındaki “m” de bu işi yapanlardır. “Gönderilenler” diyebiliriz kısaca..

وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا
“Ve’l- murselâti urfâ (urfen).: Ardarda (marufla, irfanla) gönderilenlere andolsun.” (Murselât 77/1)

“ Ve..”; biliyorsunuz “Vallahi, billahi, tallahi “ bunlar neydi? Hep yemindir baştaki “ve”ler, “te”ler, “fe”ler..
“Ve” de burada “şu gerçeği unutmayın yâni”, “ve”!
Başlarken “ve” buyuruyor. Öyle bir gerçek vardır ki, “Ve’l- murselâti urfâ.”
Bu gerçektir and olsun. Gönderilenler. Nasıl gönderilmiş bunlar?
Örfen gönderilmiş, örfen.. Urfen. Yâni Arapça’da “O ve Ö” olmadığı için . “Ömer” değil, “Umar”dır meselâ. Yâni bize, örf olarak geçmiştir onu söylemek istiyorum.
O ise, insanların en temiz akıllılarınca özel görülmüştür. Reddedilmesi imkansız bir ihsÂNdır bir lütuftur. Sehabettir yâni. Örf öyle bir irfÂNdır ki, ALLAHU zü’L- CeLÂL’in, MuhaMMedî Makamdaki tanınış tanıyabilme yüceliğidir. Daha ötesi bir insan için yoktur yâni..

Peygamber aleyhumusselâmlar için onların kendi halleri kendilerinin işleridir. Örf, Peygamberimiz aleyhisselâmın getirdiği fiilen uyguladığı İrfÂN kümesidir. Örfen!. Buradaki –fen, biliyorsunuz sondaki –en ler bunları ikiler. Aslında örf, selâm olsun, yemin olsun örf.. örf, murselâta diye.
Gönderilenlere yâni, ard arda.. Durmadan yağmur yağar gibi, örfen yağar meselâ yağmur. Seri olarak yâni benzer şekilde, benzer damlalar benzer örfler, gelenlere İrfÂNla, maarufla, yâni İrfÂN öğretilmiş olarak gelenlere, durmadan gelenlere, kesilmeden gelenlere, zincir zincir aynen “Keban”dan CeryÂN Hattı gelir gibi gelenlere, bunlar hep Murselâttır..

Neden murselâttır?. Risâle, neden risâledir?.
Çünkü “el ele el ALLAH”a kadar gider.. Eee, zâten şöyle bir şeyde yoktur yâni.

“Fedhulî fî ibâdî.. Vedhulî cennetî” buyururken peygamberlerin ayrı bir şehri var, ayrı bir makamı var, ya da şunların ayrı bir makamı var, vesaire bunlar tüm dünya düşüncesindeki sözlerdir ve işlerdir.. Yoksa ALLAHU zü’L- CeLÂL’e kulluk denizi bir denizdir yâni. Bir denizdir, bir damla göz yaşı döken O denizdendir.. Ama oraya kaya gibi düşende O’ndan değildir. Taş parçası gibi düşen de bir taş parçasıdır, orda dibinde kalır yâni, O’ndan olamaz denizden olamaz.. Onun içinde O’ndan olup, O’ndan olmaktan maksad, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Risâletini iyi anlamamız gerekiyor, bunu söylemek istiyorum!.

فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا
"Fe’l- âsıfâti asfâ (asfen).: Ve de şiddetle estikçe esenlere (andolsun).” (Murselât 77/2)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
"Fedhulî fî ibâdî.: Artık kullarımın arasına gir.” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
"Vedhulî cennetî.: Ve cennetime gir.” (Fecr 89/30)

ALLAHU zü’L- CeLÂL; bu Murselât Sûresinin birinci âyetinde, Lutfu Keremini İzzeti Şerifini SîNElerimize rızasıyla yerleştirirken ve rızasını bize şahdamarımızdan da AKREB-yakın olan kendisini bize “akraba” olarak gösterir. “Beni bulun gelin konuşalım” şeklinde bir şey yoktur. BİZlik vardır, NAHNUluk vardır. Bu Güzellik ve ÖZellikleri ÖRFen, yâni İRFÂNla bile bile yavaş yavaş..

Kim bu risâlet zincirindekiler?.
Hiç farketmez, hiç! Hepsi birisi, birisi hepsidiri. Elbette, “Hateme’n- Nebîyyi” var. İlk Nebî de vardır. Son Nebî de vardır.

Dünyanın başı da vardır sonu da vardır.. ALLAH celle celâlihu’nun kendi sistemini insan aklıyla ölçüp biçmeye uğraşmak akılları çok olanların işidir, bizim o kadar gerekmiyor. Peşi peşi sıra yağmur damlaları gibi inen All ALLAHU zü’L- CeLÂL’in gönderdiklerine and olsun!.
Kur’ÂN-ı Kerim’in âyetleri olsun, peygamberlerin gelişi olsun,
Bütün ni’metlerin gelişi olsun, tüm bunlar hep Mürselâttır.

Kalblerimizi ve kafa gözlerimizi.. Kalb ve Kelle Gözlerimizi açmazsak, kör bir düğüm gibi oluruz. Onun için Kur’ÂN-ı Kerim, “Euzu billahimi ne’ş-şeytani’r-racîm bismillâhi’r- rahmâni’r-rahîm” derken dürbünün ikisinin gözlerini de açmak gerekir, düzgün görebilmek için. Teknik kişi olan herkes bilir bunu. Bir de düzgün bakmak lâzım ki, tersten bakmamak lâzım. Objektiften bakmak lâzım Okulerden değil!.
ÖZünden bakmak lâzım mesela. Alttan bakmamak lâzım. Bu da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İŞİdir, onun “ÖRF”üyledir.

Fe’l- âsıfâti asfâ.. Ve de şiddetle estikçe esenlere.. Derken büküp devirenlere..
“Asf”, şiddetli esen rüzgarlar, esişler, kükreyişler, tüm heyecanlar, hiç bir şeyi dinlemeden, hiç geri dönmeden, başka bir yola sapmadan, sapamadan, dünyanın durmadan dönüşü gibi, sistemin TÜMMünün, bir milim dahi kendi, ya da insan etkisiyle değişmemesi, değiştirilen şeyler varsa onlar arkasından gelenlerde var..
İnsanlar haksızca neyle oynamışlarsa, onların ardından getirdiği felaketlerde beraberinde kader olarak gelmektedir..
Ama ALLAHU zü’L- CeLÂL, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in omuzuna düşen “yağmur damlası” ile, bugün buraya düşen “yağmur damlası” aynı damla mıdır, ayrı damla mıdır?.
Ama “damla”dır, o gün ne ise bugün de o dur. Ne bileyim ben, o günkü serçe kuşuyla bugünkü serçe kuşu, karga olmamıştır serçe kuşu. Serçe kuşu yine serçe kuşudur. Haaa, olduruluyorsa, onun belâsı da olduruluyordur, derdi kederi, başına getirilecekler de olduruluyordur. Sistemle oynamak bakımından söylüyorum. Hani “genetic” oynamalar falan oluyor diyorlar ya, oluyor da sonrası ne oluyor orası ayrı mesele. Onun içinde biliyorsunuz şu an bu çağlarda akıl fikir ermez bir şekilde insanlar hasta olmakta ve o şekilde de ilaçlar üretilmekte, hastalığı çıkaranlarca sömürü düzenlerinde..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Özellikle mesela İsrail , ürettiği pek çok ilaçları kendi ülkesinde kullanmayı yasaklarken dünya tekel devi halindedir. Kanser ilacının haplarını orada kullanmak yasaktır. Bunu profesörün kendisinden duydum ki, hastaları gelip Türkiye’ye kullanmak zorundalarmış. Ama bize kullandırıldı, kullandırılıyor. Çünkü dünyayı ele geçirmiş sömürücü bir dev bir şirket, pislik yani. İşte bütün bu oluşlar, durmadan devam eden az şiddetle kesilmeden devam eden bir rüzgar gibi:

وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا
"Ve’l- murselâti urfâ (urfen).: Ardarda (mârufla, irfânla) gönderilenlere andolsun.” (Murselât 77/1)

فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا
"Fe’l- âsıfâti asfâ (asfen).: Ve de şiddetle estikçe esenlere (andolsun).” (Murselât 77/2)

Derken büküp devirenlere..
Öyle ki o gönderilenler, öyle ki gelenler, sanki bitmeyen bir kasırga gibi, bitmeyen bir ceryan gibi demek istiyorum, ben onu anlıyorum yani. Evet şiddetli, kimsenin gücünün yetip tutamayacağı anlamında “asf” olarak buyrulmuştur, ama bir anlamda da hiç kesilmiyor yalnız!..
Onu geri çeviremiyor kimse.
“Yağmayın yağmurlar geri gidin!” demek gibi yok öyle bir şey.
“Esme rüzgar!” gibi boş şeyler.

وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا
"Ve’n- nâşirâti neşran.: Dağıtıp yayanlara andolsun.” (Murselât 77/3)

Şeyler biliyorsunuz zaten “neşere “ kökünden geliyor. Efendim sonun daki “at” çoğuldur.
“neşredilenler”.. Ve’n- nâşirâti neşran.. “Neşren neşredilenlere and olsun”.
“Neşretmek” biliyorsunuz, bir kitabı neşretmek , onu yaymak, herkese duyurmak , neşretmek.
Ve işte “Ve’n- nâşirâti neşran”.. Yaydıkça yayanlara, dağıttıkça dağıtanlara verdikçe verenlere, neşrettikçe neşredenlere yemin olsun.
“Neyi?” sorusunun cevabı bakın âyetlerde halen daha çıkmadı.

فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا
"Fe’l- fârikâti ferkâ (ferkan).: Ve de ayırdıkça ayıranlara (andolsun).” (Murselât 77/4)

Derken seçip ayıranlara
Farken farkettirenlere.

Farketmek nedir?. Bir irade işidir. Farketmek; iyiyi kötüden ayırmaktır. Hayrı şerden ayırmaktır, farkedebilmek. İkisinin arasındaki farkı bulmak desen bile farkı kullanıyorsun!.
“İKİ”yi görebilmek yani.
Fe’l- fârikâti ferkâ..
RABB celle celâlihu ile Şeytan’ı ayıramaz, farketmezse.. Yâni “YOK”lukla “ÇOK”luğu “TEK”liğe EŞ değer yaparsa.. elbetteki ne yapıcak ?
Estikçe esenlere , farkettirildikçe farkettirenlere yâni ayırdıkça ayıranlara, tüm bunları nasıl yapıyorlar?.. Gerektiği gibi hakkınca yâni.

فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا
"Fe’l- mulkıyâti zikrâ (zikran).: Ve de zikri ilka’ edenlere (andolsun).” (Murselât 77/5)

Sonra bir ögüt bırakanlara

“İlkâ etmek” kökü “zerk etmektir”.
Mesela iğne zerk edilir, şırıngayla vurulan bir iğne, zerk edilir, bir defa vurulur ve o ilâcı oradan çıkarmak mümkün değildir artık. Mülkiyatı; ilka’ edenler. Öyle ilka ediliştirki bu , onun içinden onu ayıramazsın, velev ki bir çivi çakmışsın da çekmişsin , ama benim dediğim gibi bir ilaç zerketmişsen, bir kaç dakika sonra onu artık oralarda bulamazsın artık demek istiyorum.

Fe’l- mulkıyâti zikrâ..
Ve ALLAH’ın zikrini ilka’ edenlere. Zikri yüreklere sokanlara demiyor bak ilka’ edenlere diyor. Bir ilaç , bir iğne vurur gibi bütün vücuda tesir edecek şekilde zikri ilka’ edici olanlara. Efendim, zikir ne dir? Zikir ; Rububiyet Kevninin Sahibinin Mutlak ALLAH olduğunu ANLAyıştır. Yâni şu ÂNda bir şey oluyor diyorsan, bu işi OLduranın sahibi ALLAH’tır, bunu bilmektir zikir. ALLAH celle celâlihuyu unutmamak zikirdir. Hatırlamak , unutunca tekrar hatırlamak.. ve unutmamaya çalışmakta zikirdir. Bu bir öğüttür , Kur’ÂN-ı Kerim açısından , uyarıdır. İşte bununla ilka edenler, böyle öğütler bırakanlar kitablar yazanlar, efendim çeşitli şekilde insanlığa hizmet edenler,
Fe’l- mulkıyâti zikrâ.. bunlarada and olsun.

عُذْرًا أَوْ نُذْرًا
"Uzran ev nuzrâ ( nuzran).: (Bu yeminler), özür olarak (mazeret olmaması) veya nezir olarak (uyarması) içindir.” (Murselât 77/6)

Gerek özr için olsun gerek inzar..

“Uzren” ne demişti ? Zikran demişti değil mi, zikir olarak ta böyledir. Uzren , özür olarakta , “ev nuzrâ” nezîr olarakta. Bu yeminler, baştan beri sayılan yeminler , zikrin bir özüre sığınmaması için , mazereti vardı da onun için yapmadım, yani 30 senedir namaz kılmıyorum ama işim gücüm vardı demek gibi özür beyan etmeden . Tüm “ev nuzrâ” ..
Nezir etmek, uyarmak. peygamberlik görevidir..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Bütün bu anlatımlar zikir olaraktır, özür olaraktır ve nezir olaraktır,
haa!.. Rububiyyet ve Resûliyyet, mutlak sahibliğin buna ulaşımı nezirdir.
Ne demek istiyorsunun Türkçesi şu dur:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kimi uyarır diyorsan , sen onu benden daha iyi bilirsin, çünkü Hakan bilmez mi ki yanan lamba Keban’a çoktan ulaşmıştır. Yanıyor çünkü! Yanmayan lamba da boş konuşuyor!.. Boş konuşuyor!..
Haa! Amma Hocam câmi de konuşuyor, ya da falan yerde konuşuyor, şu şekilde konuşuyor, allı yeşilli giymiş konuşuyor falan feşmekan bu şekilde konuşulan laflar boş laflardır, bunu hepimiz biliriz. Sizlerde benden daha ala bilirsiniz ki konuşmayı bırak lambayı yak..

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zikrini ve nezrini duyuyorsan bu Rububiyyet sahibliği, Rububiyyet diyorsak kâinâttaki şu işlerin yani kevniyet sıfatıdır. Bütün işleri yaptığının sıfatı Rububiyyeti’dir. İşte bu sahibliğin nurunu elde ediş, onunla BİZ BİRİ-Zlik nezirdir, nezir “duyuş” tur.

Adak falan diyorlar ya bir iş olsun diye o iş oldu diyorlar, o iş olmuş yani tam olmuş diyorlar.
Bu Rububiyyet sahibliğini “özür”ü anlatıyorum, kendine mal ediş ise, nuru kendine mal ediş ise şeytanlıktır, iblisliktir, gaflettir, cehâlettir, dalâlettir ve ihânettir. Mutlaka özür icâb eder. Rabbısından değilde: “Keban kim oluyormuş" diyor adama bak!.
Lamba yanıyor, “eveet tamam benim lamba yanıyor” diyor, hakikaten de onun lambası yanıyor, “benden yanıyor" diyor.
Kim diyor bunu? Hevâ ve Hevesinden dolayı kendini nefsini ilâh edinenler diyor!..

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰیهُ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكٖيلًا
“E raeyte menit tehaze ilahehu hevah, e fe ente tekunu aleyhi vekila.: Gördün mü o ilâhını hevâsı ittihaz edeni? Artık ona sen mi vekîl olacaksın” (Furkân 25/43)

Yoksa sistemi tanıyan birisi der ki: “Kardeşim dalga mı geçiyorsun? Çocuk bile bilirki bütün şu anda Bursa’daki cereyanlar ister han da yansınlar ister hamamda, ister tuvâlette ister mutfakta yanan lambalar Keban’a bağlıdır ve: “Selâm olsun Keban’a” der, hakikat budur çünkü.

Haa!. Câhildir, alışkanlıklarının kuludur, Rabbısı alışkanlıklarıdır, kendisindeki pisi pası atamamaktadır, direkt doğrudan ona kulluk yapmak zorunda kalmaktadır o yüzden.

İçimizdeki o hastalık olduğu müddetçe muhakkak o hastalık onu terk etmiyor, onun tedâvisi mutlaka gerekiyor, onun için özür gerekir zâten, “uzren” denilen bu.

Bütün bu yeminler niçin edilmiş? Bunlara yemin olsun ki, “ze”, “zikren”, sizin özürlerinizi kabul ederek, uyarıcı, Allah’ın görevli uyarıcısı olarak, MuhaMMed aleyhisselâm olarak, niçin bu yeminler yapıldı, bakın kaçıncı âyettteyiz, altı. Altı kere niçin bu yeminler yapıldı ?

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ
“İnnema tu'adune levaki'.: Herhalde size va'dolunan muhakkak olacaktır.” (Murselât 77/7)

“İnne ma!” şüphesiz olan bir şey var ki, muhakkak ki, “maaa”, bir gerçek bir şey var ki, “tu’adune”; vadedilen. Dâimiyet ayniyetinin vücuda geleceğini söylüyor ALLAHu zü’L- CeLÂL.. Mahşer olacak, tekrar geri döneceksiniz diyor, iyiler iyiliği kötüler kötülüklerini mutlaka görecektir diyor, vadediyor ALLAHu zü’L- CeLÂL. “Tu’adune levaki”, innemaaaa şüphesiz şüphesiz , muhakkak muhakkak, tu’adune, siz vadolundunuz, size söylendi, kim? Kelâmullah, yani diri olan Kur'ÂN-ı Kerîm diri olan Hayy olan Kur'ÂN’ını, el-Hayy olan ALLAH celle celâlihu, Hayy olan peygamberi MuhaMMed aleyhisselâm’a,
Hayy olan dan kastımız, lamba yanıyor, lamba yanana , ben yanmayan lambanın , “Philips, milips miş, altınmış gümüşmüş, lamba yanmıyor, anlayışımız yok onu diyorum. Boş boşş, hakikatta boş! Hakikatte boş. “İnne ma tu’adune”; şüphesiz ki size vaadedildi . “tu’adune” size. Siz yaşarken size vadolunan. “levaki’”, muhakkak tekrar, “le” muhakkak “vak” vuku bulacak, gerçekleşecektir. ALLAH celle celâlihu neyi vadettiyse mutlaka vuku’ bulacaktır. Şüphesiz ki vâdedilmiş olan gerçekleşecektir,
ALLAH celle celâlihu sözünden dönmez hâşâ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »


فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ
"Fe izân nucûmu tumiset.: Öyle ki, o zaman yıldızların ışığı giderilmiştir.” (Murselât 77/8)

8. âyette bu “fe” müteâkiben bu oluşumların sonucunda, “fe izâ” …dığında , “en nucûmu tumiset”, nucûm yıldızlardır. “tumiset”, bu tamese fiili Yâsîn Sûresinde de geçer, sizin yüzünüzü karınlarınız gibi dümdüz yapacağız. Gözünüzü, ağzınızı, yüzünüzü karnınız gibi yani tamas edeceğiz yani öyle sileceğiz ki, burda bir şey yok burda bir tulum var yani, tulum parçası gibi, buna tumuset denir. Tumuset öyle bir mes’ ediştir ki, orada geçmişten iz bulamazsınız. Ellerinizi konuşturur, ayaklarınızı şâhid tutarız, ağzınızı yüzünüzü tumuset yaparız..
Necimler, yıldızlar, burada benim anladığım kadarıyla necim, MuhaMMedî CevlÂN’dır. Necim, Nur’a kavuşmuş MuhaMMedî CÂN’dır.
Herkes içindir, herkes böyledir, gözüken gözükmeyen yıldızlar gibi. Düşün yani böyle büyük bir bağ vardır, şey de demek istiyorum; özellikler nedir ? Aldığı ışığı başkalarına yayarlar, Allah dostları gibi, âlimler gibi ve benzerleri.

"Fe izân nucûmu tumiset”
Öyle ki , ozaman ki, şu gördüğünüz hayat, bitmez sandığınız değişmez sandığınız, senlik benlik, dağlar taşlar, kuşlar muşlar, ışıklar mışıklar şunlar bunlar vesâire, tüm bunlar ışıkları giderilmiş yıldızlara döner. Öyle ki, o zaman ki, ceryanı kesilmiş şehirlere döner. Bir kere olmuştu Bursa’da burada, tamamen kesilmişti ceryan, şehir yok olmuştu, çünkü hiç ışık emmâresi, hiç bir şekilde kalmamıştı.
Neden sonra jeneratörleri falan yaktılar, ışıklar çıktı ortaya. Herkes mum aradı.

"Fe izân nucûmu tumiset”
Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman..

وَإِذَا السَّمَاء فُرِجَتْ
"Ve izâ’s- semâu furicet.: Ve o zaman gök yarılmıştır.” (Murselât 77/9)

Fe izâ: Dığında.
Es semâu: Gökyüzü
Bir ferec bulduğunda, “Furicet”!.
Furicette hep yarılmak anlamında..
“Allahumme ıslah ümmeti MuhaMMed salallahu aleyhi ve sellem, Allahumme ferecan ümmeti MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem”
ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’i islah et!
ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’ e bir ferec ver, kurtuluş, bir çıkış kapısı ver, bir füruc. Furuc edicek bir yer ver.

Ve izâ’s- semâu furicet..
Gök param parça olduğunda yâni sonsuz kapı olduğunda, o zaman, gök var diyorduk ya etrafımızda,
O paramparça olduğunda, bomba gibi patladığında yani, artık ne güneş yerinde, ne ay yerinde, ne bir sistem yerinde, ne gece ne gündüz ne hayat ne herşey..

وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ
"Ve izâ’l- cibâlu nusifet.: Ve o zaman dağlar dağılmıştır.” (Murselât 77/10)

Ve dağlar, nasf ettiğinde, yıkıldığında , dağıldığında, toz duman olduğunda, yerlebir olduğunda, hani çöllerde rüzgarlar eser, çok şiddetli, o dev kum tepelerini bir kaç saatin içerisinde iki üçyüz metrelik tepeyi , öyle bir eser ki alır burdan üç beş kilometre öteye yığar ve dünkü tepe yoktur orda. Bugün başka bir tepe olmuştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Onun içinde biz Bağdat üzerinden başka bir yerden Kerbelâ üzerinden gittiğimizde, o hac yolu Arabistan’a kadar olan Hac Yolu çok dikkatli yapılmıştır, şeritler vardır ve yol kenarlarına bir birlerine 10 cm kadar yakın metalden yapılmış özel yapılmış ikâz edici kenar taşları vardır.

Uyuyan otobüs şoförü olursa takır takır ötmeye ve millet bağrışmaya başlar, bir de levhalar vardır, levahalar yazar ki, 5 km. ileride makina parkı var, ne demek istiyor?. Bu arada siz baktınız ki yol kapanmış bitti, kum tepesi gelmiş oraya dediğiniz de, birisi de diyor ki 5 km. ilerinizde ya da arkanızda telefon var telefon edin. Bu telefondan oraya telefon edin ki, buraya gelsinler. Dağlar bu dağlar gibi böyle dağılıyor ya da eriyen buz dağları gibi eriyip gidiyor. Tüm varlık böyle yapıyor.
Herkes zâten öyle şu anda . Var zannedilen her şey solar!..

وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ
“Ve izâ’r- rusulu ukkıtet.:
Ve o zaman resûllere vakit bildirilmiştir. (Murselât (77/11)

Tekıt: bir şey için bir vakit tayin etmek.

Ve izâ’r- rusulu ukkıtet..


Ve izâ: …dığında.. Er Resulu.. Resullara ..dığında ; ukkitet; akt edildiğinde.. Resûl oluş görevinden dolayı,
Ukkitet, akt öyle birşeydir ki, bir şey için vakit tâyin etmektir. Ne zaman ne olacağını önceden bildirmektir. Onun için de Kur'ÂN-ı Kerîmde, İslâm’da inanç ; ALLAH’a iman, Peygamberlere iman ve hemen arkasından da Âhirete iman gelir.
Âhirete inanmamış bir kişinin Allah ve Resûlüne inancı yoktur demektir. Neden?
Çünkü, akibete inanmıyor.
Dünya üzerine bir din kuruyor maddiyat üzerine bir din kuruyor.

Ve izâ’r- rusulu ukkıtet..

Andolsun ki, Resûllere vakit bildirilmiştir, ne vakti bildirilmiştir?
Toplanma vakti, geri dönüş vakti, kıyamet vakti. Niçin toplanıyorlar ne var?.
Yani Musa aleyhisselâm devrinde yaşayan birisinin peygamberi, bütün peygamberler bizimdir ama biz Musa aleyhisselâm’ın şeriatına uygun değiliz ki, Adem aleyhisselâm’ın şeriatına uymayız ki, kızımız ile oğlumuz evlenemez ki.. vesâir vesâire.. şöyle ki böyle ki.. ama her peygamber kendi devrinin şâhididir. Ve o vakitler aktedilmiştir..
“Ben geldim , ALLAH’ın Resûlüyüm, ismim İSÂ aleyhisselâm.. “Anasının karnında dahi konuşuyor, dedi mi, Musa aleyhisselâm devri kapanmıştır..
“Ben ALLAH’ın Resûlü MuhaMMed aleyhisselâm” dedi mi, nübüvvet risâlet kapanmıştır, Hatemen Nebîyyi olmuştu. . Sistem orada durmuştur, hatm olmuştur, tamamlanmıştır..

Ve izâ’r- rusulu ukkıtet..

Hâni baştan beri altı yedi kere söylenen , şöyle olduğunda , şöyle olduğunda , şöyle olduğunda ve bunun vakti bildirildiğinde, size bildirecek olan irsâl edecek olan.. Murselât zâten Sûrenin adı , size haber verecek olan Resûllere, ümmetlerine şâhidlik etmek üzere vakitleri bildirildiğinde, âhiretleri bildirildiğinde, kıyametleri bildirildiğinde. .
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »


لِاَىِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْ
”Lieyyi yevmin uccilet.: Onlar hangi güne te'cil edildi? (Murselât 77/12)

Bu sûreler kısa, özlü, anlaşıldığı zaman muhteşem olan ve anlaşılmasında büyük fayda olan , masal anlatır gibi uzun uzun cümleler değil, kısaca cümleler halinde böyle.

“Lieyyi yevmin uccilet.”

Bir insan yetmiş seksen sene yaşıyor, şunu yapıyor bunu yapıyor, bunlar , âhiret olacakmış da işte orada hesab görülecekmiş falan, ne buyuruyor bakın “Li: İçin “ , “eyyi yevmin: Hangi gün”, Hangi gün için . “Uccilet: âciliyeti kaldırıldı, tecil edildi, ertelendi”. Bunlar hangi gün için buyurdu.. Başka âyetlerde de vardır, gökler yün gibi dağılacak, savuracağız yıldızları, yerlebir edeceğiz bir şey kalmayacak, Peki niye yapmıyorsun erteliyorsun, yap demekte, ne buyuruyor: “Bunlar bu yapılması sayılan şeyler hangi gün için ertelendi?”
Soru soruyor. Niçin ertelenmiştir hangi gün için ertelenmiştir?

لِيَوْمِ الْفَصْلِ
Liyevmi’l- fasl.: Fasıl gününe (Murselât 77/13)


“Liyevmi’l- fasl. , “Li: Şunun için”. “yevmi’l- fasl: O gün ki, fasl günüdür. O gün, ayırma günüdür”
Hani aslen ben şiirlerde falan şey yapıyorum ya, “faslen, haslen , vaslen” diye.
Kafiyeleri uyduruyorum gibi gözüküyorsa da uydurmuyorum. Aslın faslı, güneşin ışığı kâinâttır.
Melek de dahil Şeytan da dahil külluhum-hepsi.. Kim var diyorsan , var biliyorsan , ALLAH’ın nurundan ibârettir.

Fasl Bazarına girdimi, ne demek fASLL?
Kendi içindeki ALLAH’a ulaşım , SALL yani, lütfun Samedî Sahibliğini ortaya çıkarmaktır kendi özündekini , çekirdeği ektik ve çıktı, peki ne yapalım gibi hayata çıkıştır. Ayrılmış olmaktır. Fasl, anasının karnındaki bebek dışarı çıktığı anda göbeği kesilmediği sürece ASILdır. Göbeği kesilmediği sürece annesinin içtiği zehir onu da öldürür. Bebeğinden ayrıldığı anda ise o artık ASLL değil fASLLdır..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Ayrı bir yaratıktır faslı hal fasl olmuştur. Faslı anlatmak için söylüyorum, ayrılmadan kasıt fasıl geçmek vardır ya bu araya ayrı bir şey sokmak ayrılığı koymak, kimlik kişilikleri fasl etmek.

‘Liyevmilfasl’
Hüküm ve ayrım gününe. O gün hangi gün? Bütün hesapların görüleceği, insanların Kur’ân-ı Kerim eleğinden elendiğinde, ya da Resûlullah sallalllahu aleyhi ve sellem’e teslim oluş –istikamet buluşta, iman edişte, itaat edişte, tâbii oluşta ve itaat edişte eleni verdiğinde, kâfir bir müslüman mı, münafık mı herkes kendi eleğinden geçecektir. Geçecektir yani. Geçmeyenler o delikte kalacaktır.

Aynen şeyler vardır konkasörler, bizde taş kırıcı iş makineleri vardır, altında çeşitli şeylerde onlar çeneli makinalardır. Çene taşı çatır çatır kırar fakat alt açıklığı ona göre öyle ayarlanmıştır ki yumruk kadar kırar. Eğer sana yumruk kadar taş lazımsa yumruk kadar taşı eleyen bir elek vardır sana onu ayırır. İrilerini bu tarafa atar, irileri küçüle küçüle kum çakıl haline gidecek şekilde yürür. Fasıl ayırım yapar.

وَمَا اَدْرٰیكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ
"Ve ma edrake ma yevmu'l- fasl.:
bildin mi nedir fasıl günü?" (Murselât 77/14)

Soruyor Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Allahu zü'l- Celâl.

‘Ve ma’: Nedir?
‘Edrake’: Sana idrak ettiren.

İlim irade idrak vardı ya! Sonra iştirake geçicektik ya. Sana gerçekten idrak ettiren, bu meselenin doğruluğunu iğne ucu gibi tek’e çıkaran ben bundan başka şey düşünemem artık bundan başka bir şeye inanamam . Bu parmak benim , bütün dünyada ki insanlar: "Bu parmak senin değil keseceğiz!" deseler mümkün değil. Çünkü bu parmak benim, böyle idrak ediyorum. Böyle idrak ediyorum, böyle!. bütün insanlar deseler ki: "Rabb diye bir şey yok!."
"Sizin yok, benim var (derim). İdrakım bu çünkü"

‘Ve ma edrake ma yevmu'l- fasl. ‘
O fasıl gününün ne olduğunu sana ne idrak ettirdi?. Ne bildirdi?.
O ayrım gününün, yani ayırımdan kasıt nedir? Hizbullah – Hizbuşşeytanlıktır, temelinde.
Ne bildirdi sana onu, ikilik ve teklik ayrımını sana, elemesini sana ne bildirdi? Soruyor.

"Ve ma edrake ma yevmu'l- fasl."
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
“Veylun yevme izin li’l- mukezzibîn (mukezzibîne).: Vay haline o gün yalan diyenlerin (Murselât 77/15)

Ya orayı es geçmeyelim bir dakika. Burada Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e âyet indiği için öyle dedim.

”Ve ma edrake ma yevmu’l- fasl.” da , diğer taraftan aynı şeyi “Barbaros sana ne anlattı bu fasıl gününü bu âlemde. Bu ayrım gününü, bu kıyametteki eleme gününü, kimin ne olduğunun ortaya çıkacağı bu saniye bile sürmeyen, zaman mefhumu bile olmayan bu fasıl günü sana neyi anlattı yevmi’l- faslı?'

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize buyurmak için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e buyurulmuştur bunlar. Resûl olduğu için buyrulmuştur, Resûl olduğu için Kur’ân-ı Kerim olarak gelmiştir. Ve bizde Resûl olduğu için Kur’ân-ı Kerim, Murselât bilmekteyiz işte ve inanmaktayız.

‘Ve ma edrake ma yevmu’l- fasl.’

Sen neyle idrak ettin nasıl idrak ettin? Soruyu soruyooor ve :
“Veylun yevme izin li’l- mukezzibîn. “
‘Veyl’; bu Lütfullahı fiilen şu anda yaşayan , vücuda getiren, içinde olan, her şeyi ile yaşayan ama kendine çeken. Ben kazandım, ben yaptım, ben ettim, sen yaptın, o yaptı, bu yaptı!..
Rabbu’l- alemîn kim? O’nu tanımıyoruz.
Allahu zü’l- Celâl? E O’nu da hiç tanımıyoruz. Yok. Var ama işte var dendiği için var. Fiiliyatta can gibi cereyan gibi, ciğer gibi değil de laf la söz le var (derler).
Bunun içindir ki “Veylun” , vay haline , yazıklar olsun, veyl olsun, yuh olsun. Çok acııı sonuç bekliyor diyor.
“yevme izin”; o gün herşeye izin verildiği gün, yani mülkün sahibinin mülkünü ortaya serdiği gün,
“li’l- mukezzibîn”; kezzablar var ya , yalancıları, yalancıların yalancıları, yalanlayanlar. Allah’ın murselâtını, gönderdiklerini , kitablarını, peygamberlerini, meleklerini, gökten inen rüzgarlarını, yağmurlarını, şunları, bunları, sadece ve sadece ALLAHu zü’l- Celâl ve Kur’ân-ı Kerim ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ehl-i Beyt aleyhisselâm ve halis muhlis sıddık ve adil ALLAH Dostları hariç, alavere dalaverecilerden filan bahsetmiyoruz, tekkeci mekkecilerden bahsetmiyoruz. Bunlar kendi oyunlarına devam edecekler, devam edecekler..
“Veylun” ; yazıklar olsun. Vay hallerine o gün bunları yalanlayanlara. Murselât’ı yani, peygamberi yalanlayanlara!. Âhireti yalanlayanlara!. Cennet’i Cehennem’i yalanlayanlara!.” Öyle şey mi olurmuş, öyle gün mü gelirmiş” diyenlere. “Efendim, bizim için öldükmü her şey bitti demektir.” diyenlere.
“âhiret yok diyenlere” , “o gün gelmez “ diyenlerin vay haline vay.
15.âyette kalalım Hakan.
“Veylun yevme izin li’l- mukezzibîn. “

Bildiğim kadarıyla bu on üç kere mi ne tekrar edecek bu sanırım buradaydı.
Evet. Sormak istediğiniz bir şey var mı?.

Murselât çok güzel bir Sûredir. Yabancı bir adam, bir Hristiyan müslüman olsa, Kur’ân-ı Kerim ya da İslam dini onun kalbine murselât olarak iner. Her duyduğu şey, yeni yağmur yağar gibi gönlüne nurlar yağar. Murselât’ta böyle dir.. Onun için inşâe ALLAH, Murselât kapılarımız açık kalmalı ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin göz yaşları gibi Nurları da yağsın. “Ben hallettim, ben bitirdim, ben çattım yaptım” deyip taş gibi kaya gibi kalmanın bir mantığı yoktur!.
Murselât teslimiyet ve istikameti şart, şarttır!.

Onun için Muhammedî Melâmîlerin kendileri her nefeste ölüp dirilirler ALLAHu zü’l- Celâl’in buyurduğu gibi. Şah damarından da yakın olan Rabb’ları Hayy’dır ve yaşayan O’dur ve yaşama kabı kuludur. Çay O’dur ve bardak kulu’dur. Güneş O’dur ışığı kuludur. İşin fiiliyatını yapandır. Bütün bu güzellik ve özellikleri inşâe ALLAHu Rahman , Allah’ın izniyle Murselât’ta göreceğiz. Uzunca bir süre bildiğim kadarıyla. Pekalâ sorusu olan yoksa.

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke ..


Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke..

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke..


Bu bir hadisi şeriftir. Kim ki bir şeyler konuşur bir şeyler yapar da ayrılmadan yanlış bir şey söylediysen özür dilemene gerek yok işte böyle özür dilersin.. Bunlar elenir, Hak olan ALLAH’a arz edilir diye hadis vardır. Kendisi de ALLAH’a kalmıştır artık. Onu düzeltir demek istiyorum. Esselâmu Aleykum Ve Rahmetullah ve Berekatuhu..


Buraya kadar olan yukarıdaki kısımlar 24 Ocak 2017 sohbetinden çıkarılarak yazılmıştır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

31 Ocak 2017 Sohbeti
(Baştan bir kaç dakika kaçırılmış olabilir. Bu sohbette ilerleyen dakikalarda Hocamız Kulihvani tekrar Murselât Sûresine devam edecektir..)

Akıllar hamd edebilir, hamd mânâ âlemidir. Sorumluluk gerektirir, bunun içindir ki Hamid’dir Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellemin ismi mesela. Hepsinde Hamd kökü vardır, MuhaMMed’de dahil. Tüm, Ahmed’den başlar, kademeler değişiktir, basamaklar değişiktir, anlayışlar değişiktir, sonuçlar değişiktir ancak temelinde olan aklın anlayış şükürleridir bir anlamda yani. Çocuk gibi başlar, ilk okul gibi başlar, zaman ve imkan içerisinde geliştikçe hamd Ahmedîleşir sonunda yani.

Geri kalan Hamd, El-Hamîd, ALLAH’tır. Yani kendisinde toplar sırrını İnşallahu Rahmân. Sistem hamd üzere kurulmuştur. Akıl-Nakil sistemi, bütün kâinât hamd üzerine kurulmuştur. ALLAHu zü’l- CeLÂL’e hamd etmek içindir. Şükür, susuz bir çiçeğe su verirsin hemen açar güler, ne bileyim ben mesela aç bir köpeğe yal verirsin üstüne atlar sevinir şükreder. Hamd başka, hamdda aklın nakle ermesi gerekir. Ondandır ki nice yaşlı insanlar görürsün çocuk gibi aklı her şeye erdiği halde çocuk gibi iç dünyasıyla kalır, çocuk sanırsın yani çocuğun yaptığı kadar bile iç dünyasında RABBısına yakınlığı yoktur. Bir takım hareketler yapabilir ama hakikatte içi boş şeylerdir.

Bunu şunun için söylüyorum ki, göz kâinâtı görsün diye yaratılmıştır. Bizim Siirt’li Hocamızın meşhur yedi tane körleri vardı gözü olmayanları.. Said bunlardan birisiydi meselâ.. Allah rahmet eylesin harika bir insandı Veliyullah’tı yani. Bizim dairemizde santrala bakardı. Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğünde santrala bakardı.. Siz daha bir tek söz söylerken “Buyur Latif Abi” derdi, sizin daha bir tek sesinizden dahi bu kadar hassas bir kulak sistemi vardı, gözü görmezdi, çok muhabbet duyardım ona karşı, o da bana karşı duyardı. Cuma günleri onun koluna girer onu câmiye götürürdüm daimâ, kaç yıl yaşadıysak beraber.

Ve derdi ki: “Abi şubeden çıktığında ayak seslerinden dahi geldiğini ALLAH bana hissettiriyor. “ derdi. Sonra bölge müdürlüğüne vekâlet ettim tabi.. İnsanlar laf söz ediyorlarmış: “Bölge müdürü oldu, makam arabası kapıda bekliyor arabasıyla câmiye gitmiyor da.. yayan gidiyor aşağı santraldaki körü koluna takıyor, onunla câmiye gidiyor. Bu adam ne biçim adam” filan yani diye konuşuyorlarmış, bunu da bana bir derviş bahçıvan var, o diyor ki: “Böyle böyle söylüyorlar, müdürüm haberin yok senin. Sen bu Said’i götürüyorsun ama insanlar seni kınıyorlar.”
Kim kınıyor?. Tanıdığım yani, Allah’ın bildiği münafıklar yani, eskiden beridir tanıyorum 30 yıldır tanıyorum. Onları boş versen dedim.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir âmâyı elinden tutup, kırk adım götürene Cennet vâcib olur.” buyurmuştur.
(Taberanî)

Biz, bunları şunun için söylüyorum, bir gün dedi ki: “Abi bir Kur’ÂN basılmış dedi, Pakistan’da. Türkiye’ye gelmiş mi gelmemiş mi bilmiyoruz ama kabartmalı imiş dedi. Kabartmaları elle çıkarıyormuşsun ve okuyormuşsun. Ben alırsam inşae ALLAH siz bana Kur’ÂN’I öğretirsiniz değil mi?” dedi..
“Ne demek Said, Hayy Hayy! Başımızla.” dedim.

Su işleri Lojmanlarına yakın bir yerlerde otururdu. Hacı Said Câmisi vardı. O câmide namaz kılarken böyle ayarı düzgün insanlar vardı. Kim olduklarını bilmiyorum ama Allah Dostuydular. Belliydi çünkü onların hallerinden filan, bir tanesi çok açıktı, fakat hiç sır vermezdi, kimseye yanaşmaz, selâm verirsin alır, o kadar fazla yakınına sokmazdı yaklaştırmazdı. Biz Said’le ikimiz orda bir Pazar veya Cuma namazında buluştuk.. Said’le beraberken geldi benim yanımda Said’e sarıldı kucakladı. Said de ona: “babam işte bu benim Şefimdir, canımdır ciğerimdir, anamdır babamdır” falan feşmekan . Anladım ki Said de bir yerlerde ama nerelerde bilmiyorum, çünkü onu orda gördüm..

Neticede bu kabartma harfli körlere mahsusu Kur’ÂN-ı Kerim geldi. Onların bir derneği vardı ve bu dernek dağıtmış, almışlar. Neyse “abi Kur’ÂN geldi geldi” dedi. Aç başla bakalım: “Bismillahirrahmânirrahîm”. “Bi” baştaki.. hah o. Altında noktayı gördün mü, gördüm, parmağıyla görüyor.. Öbürü, bu “Sin”. Böyle “Mim”.., bakamıyor yokluyor parmağıyla “mim” bu her zaman gelmiyecek böyle dikkat et falan . Böyle şey yapıyorsun, parmaklarıyla kabartma harfleri öğretiyorsun yâni. Kur’ÂN üzerinde öğretiyorsun. Tabiki hanımı da kendisi de özürlüydü ve âmâydı.. belki başka insanlarda yardım etti ve çok kısa sürede Kur’ÂN’ı okumaya başladı. Elle takib ediyor, bazen ben okurum o dinleyerek takib eder, bazen de garib bir şekilde böyle robot okur gibi okuyarak hızlı okumaya gerek yok böyle yavaş yavaş diyerek şey yapardım, veya derdim yani. Said’in elleri olmasa ayak parmaklarıyla yine Kur’ÂN-ı Kerim’i okur..

“Said bu Kur’ÂN’ın mealini de okuyor ne anlıyorsun” derdim. Said: “Abi bu Kur’ÂN’ı ben anlıyorum ve Kur’ÂN’da beni anlıyor.” derdi yani. DSİde binin üzerinde insan çalışıyor, bunların içinde benim koluma girip, bunların içinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şerefiyle şereflendirip Cuma’ya, ki câmi dışarda Cuma, mahalle câmisine gidiyoruz çünkü büyük Câmi’ye. Bu bende çok büyük bir aşk ve şevk doğurdu, sizin olduğu kadar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı çok büyük bir muhabbet doğurdu, Kur’ÂN’a karşı muhabbet doğurdu. Dolayısıyla “Kur’ÂN-ı Kerim’le konuşabiliyorum” gibi şeyler söylerdi ve de buna müsaiddi yani. Ayaklarını çok fazla kaldırarak adım atan, büyük bir insandı, elindeki sopayı bazen kullanmazdı. Ve çok genç yaşta, 30 küsur yaşlarında bir beyin hastalığından ki kanserinden vefât etti ve onu ziyârete gittiğimde ki ben o sıralarda çok meşguldüm.. ve müdürlük filan işleriyle uğraşıyordum.. “Said çok Hasta, şokta” filan deye duyunca koştum gittim.. ağırlaşmış ama bir ara gözleri açıldı biraz. geldiğime mutlu olduğunu ve beklediğini, küçük çocuğu ve eşini ALLAH’a emânet ettiğini ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den çok büyük karşılık gördüğünü, nasıl olsa insanların gideceğini, herkesin gideceğini kimsenin kalmayacağını” falan bahsetti. Ve de ALLAH onu zamanı geldiğinde aldı gitti. Cenâzesine katıldık.

Bütün bunları şunun için söylüyorum, bu âlem söz üzere kurulmuştur. “KÛN!” diye buyurmuştur ALLAH ve “Fe yeKÛN” olmuştur. “Ne zaman?.” sorusu insanlar için bir sorudur. Herhalde keçiler için değildir, kuşlar için de değildir, taşlar için de değildir. “Nasıl?” sorusu da öyledir, bütün sorularda böyledir.

Cevaplar da böyledir. Onlar belli sistemin içinde yürüdükleri için. Yani imkanla imtihan olmadıkları için. Akılla imtihan olmadıkları için onların böyle bir derdi, ayıptır yasaktır, günahtır, şöyledir, böyledir derdi yoktur. “Ceylan kaç, arslan ya da çakal yakala.” Bitmiştir iş.

10:48 dk.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Herkese verilecek verilmiştir. Bunu asla birinden öğrenmezler, kendi genetiklerinde kendi yapılarında bu mevcuttur. Peki insanın zincirinde, insanın silsilesinde duymak ve uymak yokmudur?
Sözü, gözünün gördüğünü, kâinâtı yâni, özününün özüyle özünü gösteremiyor mu?
Özünü objektif gibi, gözünü oküler gibi, ya da tersini düşün içeri bakarken dışarı bakarken merkez ve muhiti seyrederken insan. Dışarıda muhite baktığında :

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan): Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).” (Nisâ 4/126)

Allah herşeyi yutmuştur, hava gibi herşeyi sarmıştır yutmuştur çıkamazsınız dışına.
Pek çok âyette hadislerle açıktır. Bunu gönlü körler göremiyor. Dışarıdan içeriye baktığında,
Sizin şahdamarınızdan da akrabayım yâni, burada da bir yere gidemezsiniz.. Külli şey için deböyledir.. Her şeyi bir noktaya birikir, o da Rabbu’l- Âlemîn’de. “Kûn” nedir, Rabb ne demek ? “Rabb” fiil yapan demektir. Yâni “Fe YeKÛN!” yapma gücü olan demektir.
ALLAH ALLAH’tır , Lafzullahtır. Onun için harfi tarif almaz. “El-ALLAH” değildir.
“Er RaBB”tır öbürü, yâni sıfattır.

Burada bir şeye dikkat edilmesinde fayda görürüm ki, ben şahsen: bu tevhid dürbünüyle bakarken Ya objektiften bakıyorsan o halde objektif Muhammed aleyhisselâm Resulullah ve Oküler’de Rabb, tersten öbür türlü bakıyorsan içeriden dışarı bakma imkanı bulabildiysen gerçekten Rabbanî bir gözle Resulî bir görüş göreceksindir. Dolayısıyla, gözün gördüğü özünde, özünün anladığı ise sözünde olacaktır.

Böyle olunca ona gerçek şâhid denir, şehâdet ehli denir. O da ayrı bir sorundur, ne olmuş şâhid olunca, işte cehennemden korkacakmış cennette kaçacakmış, falan feşmekanmış. Ve o gün sorarım mülk kimindir diye, kimsecikler cevap veremez, Vâhidu’l- Kahhâr olan ALLAH..
Başka kim diyebilir ki: “Benimdir”. Öyle ki dünyadaki pazarlarınız yetmedi de,
Biraz daha canınızın çektiği pazarlar mı kuralım size yâni , çokluk pazarları, yokluk pazarları mı kuralım, “TEK”liği kaldıralım mı? Tevhid dursun m ? Tevhid yok olsun mu?.

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---"Yevme hum bârizûn (bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni’l- mulku’l- yevme, lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr (kahhâri).: Onların bariz olduğu (ortaya çıktığı) gün onlardan (hiç)bir şey Allah’a gizli kalmaz. O gün mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah’ındır.” (Mü’min 40/16)

Bu değildir tabi ki yâni, vahdet bu değildir, tevhid bu değildir. Tüm bunlar elbette anasından yeni doğmuş bir çocuğu biz ünüversiteye hazırlayacak değiliz yâni. Ya da ilk okul bire giden bir çocuğu. Bir insan zaman içinde, imkan içerisinde olmakta oluşmakta. Dertler çileler çeşitli şeyler dışarıdan ham göz ile bakıldığında onlar için abes geliyorsa, olabilir. Onların hamlığından öyledir yoksa onlar hepsi birden aşı pişiren birer ateş gibidir,bir hikmet ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’in bir ibreti vardır.

Ondandır ki insanların kimini ibret sahnelerinde kullanmaktadır ALLAHu zü’L- CeLÂL ve kimini de hikmet sahnelerinde kullanmaktadır. Kimisini herkesin alkışladığı ALLAH Dostu yapmaktadır, kimisini herkesin taşladığı ibret sahnesinde oynattığı kulları vardır. Şeytan dahi öyledir yâni. Cebrail aleyhisselâm’ı hikmet sahnesinde, aleyhisselâm ismini anmak durumundayız. Böyle iken şeytanı da lânetlemek mecburiyetindeyiz. Oysa ki her ikisi de ALLAH’ın Nur’undan ibârettir ve ALLAH’ın Nur’undan başka bir varlık, maddî manevî var oluş düşünmek küfürdür.

Onun için bu insanlar, müslümanı bilmediği için, Cebrâil aleyhisselamı, Şeytan’ı bilmediği için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin şu hadisini asla anlamayacaktır. Çünkü o dışarıda kedi arar gibi şeytan aramaktadır elinde tüfekle. Zaten Rabbısınıda öyle aramaktadır, onu da söyleyeyim.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi DUYup UYanlar ise;

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Sizden hiç kimse yoktur ki ona, biri şeytandan diğeri melekten olmak üzere yanından ayrılmayan iki "karin" tevkil edilmemiş olsun!"
"Size de mi Yâ Resûlullah!" denildi.
"Bana da!. Ancak, Allah ona karşı bana yardım etti de o bana teslim oldu. Artık o bana hayırdan başka bir şey emretmiyor!" buyurdu.

(Müslim, Münâfıkûn 69, (2814)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYup Uymayanın Rabbısı şahdamarından yakın falan değildir, âhiretten çıkacak soracak moracaktır. Sorun bakın gidin sorun, İmam’a sorun, “Rabbımızı nerede göreceğiz?” deyin bakın seyredin ne cevap verecek. Ya da diyanete yazın sorun: “Biz rabbımızı ne zaman göreceğiz” diye, kıvırtmaya çalışacaklardır. İşte şu hadise göre Rabbımızı ayın aydınlığı gibi ay gibi ahirette görecekmişiz. Peki şimdi şahdamarımızdan yakın olan Rabb ne olacak ? Gaybî olan Rabb?
Bakara Nasıl başlıyor?

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---"Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar (takva sahipleridir) ki, gaybe (gaybte Allah’a) îmân ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (başkalarına verirler).” (Bakara 2/3)

Gaybe iman ederler. Gayb! Gaybî olana iman. Kayıb değil? Kayb, yitik demektir, Kaf harfiyle! Gaybî olan ise, olduğu halde gözükmeyendir. Gözükmesi için fiilî olması lâzımdır. Elektrik var mı yok mu anlamak için düğmeye basarsın, işi yapıyor mu, yapıyorsa var, yoksa yokmuş. Ama ben insanım yâni, anahtara basmadan elektriğin olduğunu nereden bileyim yâni?. Ya! Gaybî.. çünkü gaybî, bana gözükmüyor olduğu halde. Rabbu’l- Âlemin’de böyle yâni , Rububiyet fiiliyattır. Hep söylüyorum!. El Habîr ALLAH celle celâlihu, herşeyden haberdar olan ALLAH. El Habîr ALLAH’ın sıfatıdır. Haberdâr olan demektir. ALLAH ALLAH’tır yâni, ALLAH Zâtullahtır.

Bunu dahi anlayabilmiş değiliz yâni bunu demek istiyorum, bunun üzerinde duruşum bu yüzden. Onun için sözümüz, özümüz, kelle gözümüzün kâinâtta gördüğünü görürse özümüzdekini görecektir yâni. Ve özümüzde şah damarımızdan habli’l- verîd’den de akraba olan Rabbu’l- Âlemin ile tanış olacaktır, biliş olacaktır İnşâeALLAHu Rahmân. Biz Murselât ki, irsal olunanlar, gönderilenler, indirilenler sûresinin 15.âyetinde kalmıştık.

Devam edelim İnşâeALLAH.
Bu biraz önce söylediğim şeyleri şunun için söyledim:
Bu âlemde çok işler yaparız, şöyle oluruz böyle oluruz ki ben bunların çoğunu oldum ALLAH’ın izniyle yâni. Makamdır mevkii’dir, şudur budur, bunları hep gördüm yaşadım ALLAH’a hamd olsun. Bunların hepsinin beş kuruşa değmeyeceğini değmediğini o geçen zamanlar içerisinde yâni hakikaten acınacak halleri gördüm. Ama Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e sadakatimin karşılığınıda gördüm. Sonsuz şükürler ederim.

Öyle yaptığımdan dolayı değil. Yaptığım orada kaldı zaten. Sonuç bir kağıda yazılıp elime bile verilmedi yâni. Ben sadece o ÂNlarda Rıza’daydım, Raziyeten Merziyeten içinde kaldım. RABBım benden razı ben RABBım’dan razıydım onu demek istiyorum. O zaman için öyle idim, o zaman öyle idim. Şimdi de öyle olmak durumundayım son nefese kadar böyle bu. Her ÂN yeni bir Şe’ÂN’da ALLAH celle celâlihu. ALLAH celle celâlihu Şe’ÂN’da da, biz Şe’ÂN’da değil miyiz?.
Dünkü müyüz? Biraz önceki miyiz?.
Bir saniye daha yaşlandık. Bir saniye daha yaklaştık..
20:50 dk.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Sona!.. İşte bunun için Kur’ÂN-ı Kerim’i Kur’ÂN-ı Kerim’ce ANLAmamız gerekir. Gönderilenler derken posta ile gönderdi mosta ile gönderdi, bütün bunlar kendi düşüncelerimiz.. Aynanın bir yüzü AKIL bir diğer yüzü NAKİLdir. Arada bir kulluk imtihanı sırrı vardır, SIRRı.. Bu ayna yapıverir, nakli göstermez akla kendini gösterir. Bakar bakar kendini görür meselâ şu ÂNda gece dışarı bakıyorum , gece karanlığı camlarda arkaya SIRR yaptığı için aynada kendimi görüyorum. Halbuki benim aynada ne işim var? Gündüz olunca niye yapamıyor bunu? Çünkü gündüz olunca arkadaki SIRR siliniyor ve akıl nakil kalmıyor, gerçek ortaya çıkıyor. .

İşte RABBanî insanlar böyle insanlardır. MuhaMMedî RABBanî insanlar böyle insanlardır. Onlar için bir tehlike yoktur ya da öyle korktuğu için ya da, bir şey beklediği umduğu için değil, Hakikat’ı olduğu için Hakk olduğu için ona öyle inanırlar yâni. İnançları çok kavicedir. ALLAH celle celâlihu onları övmektedir Kur’ÂN-ı Kerim’de :“Onlara korku ve hüzün yoktur” buyurmaktadır.

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?” (Yûnus 10/62)

Korku ve hüzünden nasıl kurtulmuş bunlar?. Bu akıl öyle bir AYNAdır ki, aklın öbür tarafı nakildir yalnız bu SIRR ı sildiğin zaman, o “benlik SIRR”ı silindiği zaman CAM gözlük gibi bir hale dönüşür ve o sırrı sana gösterir, akıl-nakil birleşir..

Buna dikkat etmemiz gerekir Kur’ÂN-ı Kerim’de. ALLAHu zü’l- Celâl, indirilenler, murselât, kitaplar, kitaplarda bildirilen peygamberler. Neler, melekler, bana göre ise, külli şey.. “KÛN feyeKÛN”, “OL!” “OLduk”,”feyeKÛN, feyeKÛN” durmadan “feyeKÛN” OLmakta, tıpkı bir nabız atışı gibi..

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
--- “Yusebbihu lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sâhibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan ALLAH'ı tesbih eder.”
(Cuma 62/1)

şu ÂN sebbahada, şimdi hepsi.. KüLLî ŞEYy.. Durmadan sonsuuuuuz kürreler zerreler dönüp duruyorlar.. Ne dönüp duruyor, kim kimin etrafında dönüyor. Mazot mu doldurulup duruyorlar içine?. Öyle hava cıvayla, hava akımlarıyla mava akımlarıyla, sen havadan cıvadan bahsediyorsun, onlar neyin içinde?. Kabı ne kabı?.

“Big Bang” falan feşmekan, Barbaros onları biliyorsun, aklın uçurumun kenarına varıp durup uydurduğu şeylerdir. Hakikat değildir, hakikat fiilen yaşanandır, gerisi yalandır..
Burada, işte burada bunun için biz Kur’ÂN okumaktayız. Bunun için kâinât yaratıldı zâten.
“KÛN!”, tamam “OL!.”.. “fe, ye, KÛN!” diye “KÛN!”dur. Bu Sırat-ı Müstakimi, dosdoğruyu kim ki çember gibi KÛN!.ları bir KÛN!. yaparsa ne olur ? FeyeKÛN olur. O insan RABBanî insandır. RABBanî insandır, ALLAH’mı olacaktı hâşâ!..ALLAHî insan mı olacaktı?.

İşte bunu anlamak, işte bunun yolu akıl dediğin. Akl-ı Küll kimdir? hâşâ , “ALLAH akıllıdır” diyebilir misin?. Diyemezsin. Akl-ı Küll MuhaMMed aleyhisselâm’dır. Tümü cem’i. “Rahmetenli’l- âlemin”dir çünkü. Bunun, bunu temin etmek için, dışa içeriden geldiğin zaman RABBu’l- ÂLemîn makinasının çalıştıranı cereyanı “Nur-u MuhaMMed”dir senin “makine” dediğin. “Elim ayağım kafam gözüm, küllî şey” dediğini ALLAH MuhaMMed aleyhisselâm’ın Nur’undan yaratmıştır. “Âlet” dediğin TüMM MuhaMMed aleyhisselâm’ın NuR’u dur. Geriye kalan can cereyanıdır, o da RABBu’l- ÂLemîn’dir.. “KÛNNN!” diyen ve feyeKÛN yapandır..

Dolayısıyla Resûliyyet ve Rububiyyet sıfattır. Akıl Sahnesinde Resûliyyet vardır. Vardır derken öbür tarafta yoktur anlamında değil, zâten sıfattır bunlar, ALLAH’ın yerine oturacak değildir hâşâ.. Sıfattır ya!. Yâni, Güneş’in ışığı Güneş ‘mi olacak?.
Evet ayrı değil, Güneş’siz ışık olamaz. Işıksız Güneş de.. Biz göremeyiz tamam da ne “aynı” dır ne “ayrı”dır ki, “BİZ” dirler. Onun için NAHNU (BiZ) daki. MuhaMMedî Nur ile Rabbani Nur arasındaki huviyeti yakalamak, vasat olanı şarttır yâni, onun için herkes konuşur, Her yerde her zaman herkes konuşur, Bir MuhaMMedî Melâmi ise, böyle yapmaması lâzım. Her yerde her zaman her halde, her nefes konuşmaması gerekir. Neden?. Neden konuşmaması gerekir?.

Çünkü, Halk içinde HAKk iledir. Halkı ne küçük görür ne büyük görür. ALLAH’ın Nur’u , Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Nur’u olarak görür. İnsanlık gereği onların anlayacağı şekilde olabilir, kendisi de insan olduğu için acıkıp sıkışabilir. Abdullah’lık yaptığı için.. fakat esas vasfını asla kaybetmez. “Rahmetenli’l- âlemin”’di Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
Taşa tutulmak başka şey. Atılan taşlar kendi Nur’undandır, atan da kendi Nur’un dan dır. Bu ne zaman böyledir?. RABBanî bir insan gözüyle baktığın zaman böyledir. Kendi şahdamarından da yakın olduğunu söylediği RABBini âhirete atan bir ahmak: “öleceğim de , orda dirileceğim de , cennet v.s. verilecek de RABBımı göreceğim de!.”

Kendi gibi bir RABB, insan aramaktadır o. hâşâ yâni! Oturup da, çay kahve içecek yâni. Görmek.. görmekten kastın ne ? Nerde görmek RABBı, tanımak ne demek görmek ne demek? Neyini tanıyacaksın cereyan’ın?. Yâni sen insan, bu giydiğin elbisenin ebedî olduğunu mu sanıyorsun? Nasıl sanırsın? Nasıl sanırsın? Doğmamış bebeklerin taşıdığı bebekler ne olacak?. O elbiseler, giymeyecekler mi sanıyorsun elbiselerini?.
O elbiseleri her birisi bir şehir de bir lokmada oradan buradan gelen yiyeceklerle dokumayacaklar mı sanıyorsun?.

Domatesti, etti , carttı curttu diye sıvaya sıvaya yaptığımız bedenler!. Sayın Hakan Ârif Yıldız’ın doğumunu ben hatırlıyorum, “Hakan Arif Yıldız”. Annesiyle babası da şimdi yanımda duruyorlar, onun nasıl doğduğunu benden daha iyi biliyorlar. Nedir?. Et, el parçası kadar bir çocuktur yâni.. Ondan sonra bu testi nasıl yapıldı?. Yâni testi (bedeni) toprakla sıvana sıvana sıvana sıvana işte böyle bir karşımıza heykel çıktı.. Bu , Hakan değildir. Hakan, sayın Hacı Mahmud Yıldız’da, Mustafa amcamda, Baba Durmuş Dedem’de, Mehmet Dedem de, Dedem de, dedem de, dedem de…. Tâaa Âdem aleyhisselâm dedeme kadar gider bu iş. Hep aynı tohum çeşitli elbiseler giyerek çeşitli imtihanlar vererek geçtiler ve feyeKÛN oldu bütün hepsi.. FeyeKÛN oldu. KÛNNN!. Nurullah’ın Kahhariyeti’dir yâni, mutlaklığıdır. Güneş ışığını yayar kardeşim ya, bunu susturabilecek Güneş’ten daha iyi birisi lâzım Güneş’i södürecek yâni. Kahhar’dır demek istiyorum. Vâhidu’l- Kahhâr ALLAH celle celâlihu’dur. Ve’s-seLÂMm!.

ALLAH:
Resim

El Vâhidu:
Resim

El Kahhâru:
Resim
31:00 dk.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Kahredicidir yani, mümkün değildir onunla uğraşmak, boştur. İşte bütün bu sistemi hayatımızda yaşamamız gerekir. Benim oğlum işte ebced okur, döner döner yine okur. Okur da okur tek kelime anlamaz, dinlemez, uygulamaz, sonra da eli boşta kalır..
ALLAH celle celâlihu bizi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin sadakatında, samimiyetinde, ihlasında yani sabrında kılsın da bizi selâmetine erdirsin inşâe ALLAH diye duâ edelim. Birbirimize gaybî dualar edelim.

أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ
"E lem nuhliki’l- evvelîn (evvelîne).: Evvelkileri Biz helâk etmedik mi?” (Murselât77/16)

Elem: -medik mi?
Nuhlike: helâk etmedik mi?
El-evveliyn: Sizden önce gelenleri.

Evvelkileri helak etmedik mi? Ne kaldı?. Can taşıyan birisi kaldı mı?. Taşımayanlar bile yerle bir olup gidiyor değil mi?. Dağlar eksiliyor, her şey yok oluyor..

E lem nuhliki’l- evvelîn.. Evvelkileri helak etmedik mi?
Nedir helâk? Kevniyet lütfuyla gelenleri gerçek huviyetine döndürmektir.
BUZ Dağını eritip SU etmektir. Suyu BUHARlaştırmaktır, buharı BULUT yapmaktır. Sonra bulutu ağlatmaktır. Göz yaşı gibi avucuna dökmektir. Allah’ın, rahmeten li’l- âlemîn’i Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin onurunu sürûrunu şerefini!..Yaşamaktır, yaşatmaktır..
Sende yaşamasıdır. Senin yaşaman, Rabbu’l- âlemînin yaşatmasıyladır.. “Sen atmadın BEN attım!. Sen yaşamadın BEN yaşadım!” diyen O’dur.

O’nun için Rabbanî İnsan, büyük İNSAN, küçük insan, neden bahsediyorsun kardeşim sen?.
ALLAH ALLAH!. Ben: “Bilgisayarı ceryanla kullanıyorum!.” Diyorum, sen de diyorsun ki: “Ceryan şöyle yücedir böyle yücedir, büyüktür küçüktür!” diyorsun. Ben büyükten küçükten bir şey anlamıyorum. Neyle ölçüyorsun? Büyük küçük görmüyorum ben orada..
Ben “nuhlike”yi helâk etmek , mahvetmek , yok etmek görmüyorum..
Aslına dönüş olarak görüyorum. KÛNNN! Kevniyet Lütfunun hüviyetini.. Nuhlike.. biz tekrar nurumuz olarak geri çekeriz diyor o kadar..
Helak edip de, yâni deli gibi kendi kendi elini kesmesi gibi, bu yanlış bir şey. O bizim akıl bakımından şey yaptığımız. Evvelin geçenleri, bizim analarımız babalarımız değil mi?.
Hepsiyle, uzun yıllar yaşadık sonra geçtik. Biz de geçeceğiz.

ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ
"Summe nutbiuhumu’l- âhırîn (âhırîne).: Sonra diğerlerini (arkadan gelenleri) de onlara tâbî kılarız.” (Murselât77/17)

Nutbi: Biz tâbi ederiz. Yani arkasına sokarız, yürütürüz, peşine ekleriz.
Ona tabi kılarız. El âhiriyn. Âhirden gelenleri de ötekilerin arkasına takarız..
Biliyorsunuz torunlar yoktu torunlar var, torunlarını görenler var insanlar içerisinde. Onun için biz hepimiz bir zinciriz yâni.
Efendim, sonra arkadan gelenleri de onlara tabi kılacağız.. aynı KULLuk YOLUnda yürüteceğiz. Tâbi ki yâni. Fareler insan olacak, yok maymunlar insan olacak falan feşmekan.. O zaman bu maymunlar ne geziyor bu âlemde, geç mi kaldılar? Bunlar insan olmayı mı unutmuşlar yani?.
Böyle saçma sapan şeylerin peşinde koşmaya başlar. Eeee, bir şey var burada .
Bir incelik var Barbaros.. o inceliği de çok iyi görmek lâzım. Bu gece –gündüz, nasıl 10 km yukarıda yoksa, dünyanın gölge oyunundan dışarı çıktığında, zaman mefhumu bambaşkalaşıyorsa, bu insanlar için de böyledir. Kendi gölge oyunundan çıkan ve kurtulan insanlar, oyun oynamayı keserler. O zaman binlerce yıldır serçeler serçe olarak yürür gider zincir halinde, tâbi olur çünkü âhiri evveline, zincirler zincirler zincirler tüm bi zincirler, canlar canlar canlar bir canda can olurlar, ve el HaYY Esmâsında tek bir hayat halinde el-HaYY’da cem’ olurlar. El-HaYY, ALLAH celle celâlihu’dur…
ALLAH celle celâlihu’nun çoğu yoktur, ALLAH celle celâlihu TEKtir..
İnsanın olur çoğu yoku ya. Çok der yok der. Tek olamaz çünkü. Onun içindir ki aynanın bir yüzü çokluk âlemi, bir yüzü de yokluk âlemi gibi gözükür ona.
Halbu ki aradaki sırrı sildiğinde TEKliği görecektir..
Kendini hiç göremeyecektir artık, ayna yok. Aynayı sildi ya, karanlık kalktı.
İKİLİK kalktı, daha artık ebedi bir gündüz oldu, hiç gecesi olmayan…

كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
"Kezâlike nef’alu bi’l- mucrimîn (mucrimîne).: Mücrimlere işte böyle yaparız.” (Murselât77/18)

Kezalike, işte bizzz. Böylece, yâni hep yaptığımız gibi, mücrimlere, cürum işleyenlere. Cereme varyaaa. Cereme demek nedir Hacı Mahmud?. Bir işin ceremesi ne demek ?
“karşılığı mı?”
Tâbiii bir zarar vermişsin malına , onu ödemen lâzım. Yâni.
Cerem, bir iş işlemektir. Günah işlemektir, bir cinâyet işlemektir. Cürum da öyledir meselâ. Mücrim. Cürum denilen şey. Genel kural ve kâidenin hilafına harekettir. Genel olan. İnsanlık dışı bir hareket olduğunu söylerler değil mi? İnsan yapmaz bunu. Bunu işleyen suçlular da mücrimlerdir.
Bunlar için bir şey yapmak imkanı yoktur. Kendi tercihidir bunun. Tercihidir. Sebep bulur, evet. Yoksa ALLAHu zü’L- CELÂL sıkıştırmaz yâni. Yerine göre meselâ hiç bir haram yoktur. Domuz eti yer mi yer. Ne zaman yer?. Öleceğini anlarsa, çokça tıkabasa yemez amma ölmeyecek kadar yer. İki arkadaş giderken birisi ölsün diğeri susuzluktan ölenin kanını içer mi?. içer!.. Canını korumak için değil, ALLAH celle celâlihu’nun emri böyledir. Sistem böyledir demek istiyorum..
Onu öldürmez, ama haram iken helâle çevirir. Ne zaman, nerede, nasıl?. Şeriatın uygulanışı çıkar orada onu demek istiyorum.

40.dk.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »


كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
"Kezâlike nef’alu bi’l- mucrimîn (mucrimîne).: Mücrimlere işte böyle yaparız.” (Murselât 77/18)

Biz öyle yaparız mücrimlere, yâni ALLAHu zü’l- CeLÂL’in ana yasasına uymayanlara işte böyle yaparız.

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
"Veylun yevme izin li’l- mukezzibîn (mukezzibîne).: O gün, yalanlayanların vay haline.” (Murselât 77/19)

Veylun, yazıklar olsun, vahlar olsun. Vay vay ki ne vay. Vay vay ki hallerine ne vay.
Yevmeizin; o gün geldiğinde. Li’l- mukezzibin: Kezzablar, yalanlayıcılar. Yalanlayanlar. Bir günden bahsediyor. Gelecek bir günden bahsediyor. Ha, o gün âhiret günü, buralarda biz melâmet açısından, biz tefsir açısından söylemiyoruz. ANlayış açısından baktığımızda ALLAH her ÂN yeniden yaratmaktadır. Yusebbihu sebbahadadır. ALLAH celle celâlihu yok edip var etmez, var olanı bir daha var eder.
Bir saniye önceki adam değildir, bir saniye sonraki yaşlı adamdır bu.
Bir saniye yoktur, saniye bile zamandır yani.

Li’l- mukezzibin, Kezzablar, kezb edenler. Yalanda kalanlar. Sıdk, sâdık olmayanlar. Sıdkın, sadakatin zıttıdır kizb. Sıdkın zıttıdır. Küfründe esasıdır. Ve kizb, nifakın birinci alâmetidir. Çünkü iki korkunç tehlike vardır. Maddiyatta haram mânâda yalan. Yalan ve haram olduğu sürece ALLAH celle celâlihu korusun. Çünkü kizbte ALLAH’ın Rabbanî hikmetine bir itiraz vardır. Bugün İslam Milletini yok eden dünyada, gizli açık yalanlarıdır. Sadakatten ayrılış, kizbe geçişleridir. Riyâyı doğurur başka herşeyi doğurur. Yalan yalandır yani. İki büyük tehlikenin birisi hased birisi kizb’tir. Hased birine dendiği anda ona kizb denir. Dışarıya çıkardımı onu yalan olarak çıkarır. Bu ise ALLAH’ın kudretine karşı bir yalan, iftiradır. Doğru değildir.

“Veylun yevme izin li’l- mukezzibîn.”

Yazıklar olsun o gün onların hallerine. O gün yalanlayanların, vay ki ne vay hallerine. Veyluy; çok çok ağır, yazık yani. Kim bunlar?.
O gün.. hangi gün o gün?. âhiret günü, ne zaman âhiret günü? İşte efendim öleceğiz dirileceğiz. Tamam doğru olacak. Peki her nefes doğuş ölüş ne olacak?
“Mute kable ente mute.”.. Her an yeniden yaradılış ne olacak?
Her AN Rabbu’l- âleminle beraber oluş her AN kayda alış ne olacak?
Onların gözlerini “tamas yaparız” buyuryormuyor mu hani. Karınları gibi dümdüz yaparız da elleri konuşur ayakları da şahidlik yapar. Bütün bu aletler demek ki bizim içindir. Tıpkı annelerimiz babalarımız gibi, çoluk çocuklarımız gibi. Bunların âhiretteki hallerini doğrusu ben bilmiyorum.

الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
"El yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Kazanmış olduklarını (yaptıklarını) Bize, onların elleri anlatır, ayakları şahitlik eder.” (YâSîn 36/65)

وَلَوْ نَشَاء لَطَمَسْنَا عَلَى أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّى يُبْصِرُونَ
"Ve lev neşâu le tamesnâ alâ a’yunihim festebekû’s- sırâta fe ennâ yubsırûn (yubsırûne).: Eğer dilemiş olsaydık, gözlerinin üstüne bastırır kör ederdik, böylece yola dökülüp koşuşurlardı. Fakat nasıl göreceklerdi ki?” (YâSîn 36/66)
Şöyle bilmiyorum demek istiyorum; âhirette anne baba diye bir şey göremiyorum, erkek diye de bir şey göremiyorum. Huri, gılman falan geç oraları geç.. Diğer tarafta ALLAH celle celâlihu diyeceğini diyor. Yani bu şeye benziyor, her yerde akrabayı akraba olarak yazıyor, ama Kaf Sûresine gelince “Rabbın akraba“ orada “karaba’ya “ diyor ki “yakın” diyor. yakın dediği yerde yakın yazıyorsun da akrabaya gelince niye yakın yazıyorsun. O zaman bütün Kur’ân-ı Kerim’de “akraba” geçtiği yerlere “yakın” yaz bakıyım ne olacak gör.

Demek istiyorum ki bana desen ki sen yap, ben nasıl yapıyım yani. Ne deyim şimdi ben millete, ne deyim yani? O Rabbısından ayrılmak derdinde, yani tevhid etmek derdinde değil ikilik derdinde, çokluk derdinde yokluk derdinde. BİZlik derdinde değil. ENA’lık peşinde koşuyor yani. Buradaki sıkıntı bu, onun için yazıklar olsun o gün, “Veylun yevme izin li’l- mukezzibîn”. O kezzablara çok yalancılara, yazıklar olsun.

Çünki imkan sağlandı, insan olarak yeryüzüne getirildi. Şimdi ALLAHu zü’l- CeLÂL açıyor.

أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ
"E lem nahlukkum min mâin mehîn (mehînin).: Sizi Biz, değersiz bir sudan yaratmadık mı?” (Murselât 77/20)

Elem nahlukkum; BİZ sizi halk etmedik mi?
mim main mehîn; sudan, mehîn bir SUdan. Efendim mehîn’e ne diyelim? Bir damla mı diyelim, efendim basit bir su mu diyelim, basbayağı mı diyelim?
Kendisine bir bakalım neymiş ya.
Mehîn; mehîn kelimesinde ihânet vardır, o bir damla su var ya o bir damla su Nemrut olabilir Firavun olabilir, ama Musa aleyhisselâm da olabilir, İbrahim aleyhisselâm da olabilir. İşte bunu çözmek bir mesele. Main mehîn; zayıf, yani zayıftan ziyade, Nur yaşayış huviyetine sahip çıkar mı? Güneş’in ışığı: “Ben Güneş oldum Güneş’te kimmiş” der mi yoksa: “Biz Güneş’te BİZ BİR İZ” mi der?
Bu bu mehîn işte, o su mehîn olmuştur.

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
"Fe kâle ene rabbukumu’l- a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” (Nâziât 79/24)

Ama aynı zamanda Musa aleyhisselâm.. “Ben seni bir göreyim Ya Rabbi nasıl göreceğim göster kendini” diyo.. “şimdi yerle bir olacaksın”.. sırt üstü değil mi, yerle bir oluyor. Neden?.
Çünkü bir görüş meselesi değil. DUYuş ve UYuş meselesi. Gaybîdir gaybî.
“E lem nahlukkum min mâin mehîn. “; eyyy açık seçik olan, gaybî olan, daha doğrusu cereyanı inkar edenler. Kullanıp durduğunuz halde neden “Keban” yok diyorsunuz ?
Sizi yaratıp duranı neden inkar ediyorsunuz? Üstelik O, onlarda korku ve hüzün yok diyor yani. Ne cennetten cehennemden bahsediyorsun, “BİZ BİR İZ”.. “NahNu” buyuruyor.
BİZ.. BİZ.. BİZ!.. buyuruyor.
Güneşle ışığı gibi “BİZ” buyuruyor. Güneş ışığına “BİZ” diyor.
Ham akıllı Adam karşısında bir kral arıyor, bir şey arıyor karşısında illâ ikilik şeytanlığıyla, ikilik illâ istiyor. Teklik istemiyor.

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
"Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyke, kâle len terânî ve lakininzur ilâ’l- cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu li’l- cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Musa (aleyhisselâm), tayin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda gelince, Rabbi onunla konuştu. (Musa aleyhisselâm) şöyle dedi: “Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa (aleyhisselâm), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen Sübhan’sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü’minlerin ilkiyim.” dedi.” (A’râf 7/143)

50.dk.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Yani kendi, basitinden canının Rabbı olduğunu Kabul edemiyor yani, can veren falan feşmekân.. hani diyorlar ya.. “İnsanlar Rabb’laşmasınlar diye çekiyoruz geriye!.” Çekiyorsun da ne diye çekiyorsun, neticeyi söylüyor Rabbu’l- Âlemîn yani. “Küllî şeyin ÖZünde BEN varım!” buyuruyor ki zâten KÜLLî ŞEYY ZÂTuLLAH NÛru.. Bundan daha başkasıda olamaz zâten.

أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ
“E lem nahlukkum min mâin mehîn (mehînin).: Sizi Biz, değersiz bir sudan yaratmadık mı?” (Murselât 77/20)

فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ
"Fe cealnâhu fî karârin mekîn (mekînin).: Sonra onu sağlam bir yerde kararlı kıldık (yerleştirdik).” (Murselât 77/21)

“Fe cealnâhu”; BİZ onu kıldık,
“fî karârin mekîn”; Mekîn bir, bildiğiniz Mekân. Mekân, mekîn aynı kök, KÛN kökü yani. Kiiiyn (kîn). Neden “kîn”?. Kûn idi bu hani? “kîn” , başka “kÂn” olur mekân olur yani.

“Mekîn” nedir ?
“Kûn”; anladım ALLAH’a aitti,
“Kîn”; peygambere aitti,
“Kân”?küLLî Şeyye aitti..

Benim böyle şeylerim vardır Barbaros , biliyorsun “u” lar ALLAH’a çeker. “i” lar peygambere, “a”lar beşere, abdullaha çeker diye..
“mekîn”; öyle bir kararlı, sağlam, muhteşem.

“Fe cealnâhu fî karârin mekîn.”
BİZ onu, en sağlam bir karar içinde kılmadık mı ?
“Fe cealnâ” BİZ kıldık içinde “..hu” onu, bir karar “mekîn”. Sağlam bir karar içinde kıldık..
Efendim bu mekîn yer nere? “Ana Rahmi” desem buraya nerden geldi diyeceksin, “babanın bel suyu-DÖLü” desen, o nerden geldi, nerden geldi, nerden geldi derken bu iş taaaaa Âdem aleyhisselâm Babaya kadar kararın mekîn gider..

Sağlam bir yer. “mekîn” yalnız şu dur; Şe’ÂNuLLAHtaki, şu ÂNda OLuşu MuhaMMedî gözle görüştür.. Karar dediğimiz şeyde zaten budur. Rabbanî ve Resulî Kudret gözüyle görüştür “karar”.. gerçek karar… Bu ALLAH’ın “karar”ıdır. Çünkü sen bakansın.. Baktırana bakacağını söylüyorsun.. Objektifin Resulî, Okülerin Rabbanî ise sen gerçeği görürsün..
Gökyüzündeki yıldızları görüyorlar, söylüyorlar ya.
Yani bu Kudrettir, KudretuLLAHtır bu!.
Kullanış ise insanı ilahlaştırmaz, Abdullahlaştırır. Vallahi şükrettirir, hamd ettirir.
Onu siyasetçiler gibi, yanlış tarikatçılar gibi ortalara sürüp zil takıp oynatmaz yani..

إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ
"İlâ kaderin ma’lûm (ma’lûmin).: Bilinen bir süreye kadar.” (Murselât 77/22)

Bak bak bak bak!.
Bütün bu olanlar, “-e kadar: ilâ”.
Mâlumdur kadere kadar yani. Bilinen, belli, belli bir süre, kader içinde yani. Bütün bu olanlar. Ya!..
Bu âlemden Hitler’de geçti, ne bileyim ben bu âlemden dünyanın en adaletli en muhteşem idarecileri, kralları da geçti. Bu âlemden neler geçmedi ki yani?.
Milyonların, on milyonların katilleri geçt.
Ve nice on milyonların rahmet insanları da geçti.
Halen eserlerini okuduğumuz, Rabbımıza yaklaşmak için yolunda yürüdüğümüz, Allah Dostlarımız önümüzde duruyor.

فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ
"Fe kadernâ fe ni’mel kâdirûn(kâdirûne).: İşte Biz, böyle takdir ettik. Bunu takdir edenler ne güzel (kudret sahibi).” (Murselât 77/23)

“Fe kadernâ”.. kader, kadere güç yetirmektir. Eee bizim bildiğimiz kader ne olucak ?
ALLAH’ın takdiri olan “kader” ne olacak?. Yani, güç yetirdik, demek ki “biz ne güzel güç yetirenleriz”” derken ben özür dilerim şey yapamıyorum yani, “Rabbım kendi yaratmış onunla güreşiyor değil!.” yani!. Onunla bilek güreşi yaptığı yok!.

BİZ ne güzel takdir etmişiz, BİZ “fe ni’mel kâdirûn” gerçekten kudreti kullarında muhteşem kullanan “ALLAH”ız yani. Harika bir şey.
Kesinlikle. “Hayır BEN’den ve şerr sizden”.. Siz kendi seçtiğinize dikkat edin yoksa ALLAH hayırdan başka bir şeyde razı değildir. Bütün Kur'ÂN-ı Kerîm o aynanın arkasındaki SIRR.. tükürsen tükrüğünle silinecek kadar zayıf olan fakat arada cam olan o SIRRı silmeye bağlıdır.. Bunun için ya bir ALLAH Dostu tükürecek, bence hep öyle olmuştur yâni. “El ->Ele ->El ->ALLAH’a”.. ALLAH’ın dostlarının elindedir, dilindedir, elinden kastım dilindedir. Gönlündedir. Allah’a giden yol ALLAH Dostlarının kalbinden geçer, ne çâre ki bugün ne dost ne post kalmıştır.. Yani yer kaygan, velî de kayıyor delide kayıyor. Bugün laf hep boşa gidiyor, sözler hep havalarda uçuşuyor. Halbuki hepimiz denenmekteyiz türlü türlü hallerde, başımızdan türlü türlü işler geçmekte, o günler nerede kalıyor.
Ben garip bir insanım. Garipliğim kendime ait. Kimseyle alıp satış yapmam!.

“Cumanız mubârek olsun” mesajı kalkmış gitmiştir meselâ, olmasın mı? Hadi olmasın bakalım. Yani , şunu demek istiyorum.
Bu yol öyle bir yoldur ki, tercihini yapar.. kul tercihini yapar,
Hayır ve şer tercihinde ALLAH celle celâlihu, hayrı anlatır, şerri anlatır, sonuçlarını anlatır, şerrin Hizbuşşeytan’a götürdüğünü, hayrın ALLAH celle celâlihu’ya götürdüğünü bütün bunları anlatır, tümünün sonucunda bir neticeye varır.
“Fe kadernâ”.. takdir ettik, kader yaptık!.
Hz. Rumî’nin “Fihi Mâ fihi” diye bir eseri vardır bilirsiniz. Orada “şeytan mazurdur” yazıyor. Özürlüdür, özürü var. Seçilmiştir, yapacak bir şeyi yok diyor yani. Eğer şeytanı bir varlık kabul ediyorsan, ALLAH celle celâlihu birisini şeytan yapacaktı onu taktir etti. Onu yaptı yani. Bu kadere ne denir?.
Kaderi Mübrem denir mübrem!.
Değişmeyen kader, ALLAH hayrımızı versin. Kıyamet kopsa değişmez.
Bir de Kaderi Muallâk vardır. Mesela “ömür ne ileri ne geri gitmez” diyen âyetler çoktur, fakat “sadaka ömrü uzatır” hadisi de vardır.. mübremdir çünkü orda, muallaka dönüşür.. yani bir sebebe bağlıdır. Sebebi sen yaparsan, o kaderi değiştirir..

BİZ bu kokuşmuş gibi mehîn yani ihânet mi edecek.. yoksa, itaat mi edecek, meçhul olan ama ihânete meyil yaratılıştadır insan, imtihan olmaz yoksa yâni. Bile bile lâdes olur.
Onun için insanların çoğu dünyaya tapıcıdır. Dünya hayatı, ne dostluk kor, ne kardeşlik, ne arkadaşlık, ne inanç kor, ne, her şeyi berbat eder. Ne adalet kor, yani hepimiz yaşayıp duruyoruz içindeyiz yani..

Fakat “Fe kadernâ fe ni’mel kâdirûn” ; BİZ öyle kaderler yazarız ki, gerçekten kaderin güzel yazıcılarıyız. En muhteşem yazıcıları, BİZ…


1:00:05
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Efendim, mücrimlere güç yetirdik gücümüz yetti bak görüyor musunuz?. Allah kendi yaratıp kendi dövmüş şeklinde değildir burada anlatılan mesele. Bizi bizi uyarmaktadır burada ALLAHu Zu’- Celâl.. Sen niye mücrim oluyorsun da mübârek olmuyorsun arkadaş yahu!
Zehir olmak zorunda mısın zemzem olsan ya!. Tercihini, bir defa rotanı bir düzelt ,yanlışı bir iş yapma yâni. Dalga geçme!. Ama burada da yine aynı yere gidiyorsun. Ve babalarının dinine tâbi insanların dininde şu anda toplum.

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
"Veylun yevme izin li’l- mukezzibîn (mukezzibîne).: İzin günü yalanlayanların vay haline.” (Murselât 77/24)

Sanırım 10 kere geçecek.. yazıklar olsun bu mükezzibinlere. Bütün makamlarda yalanlamalar vardır. Bunun için görevli olan şeytan, insanın kendi aklındadır. Bu merdiven çıkışı gibidir tekemmül, hayat yaşayışı gibidir. Bugünkü Ahmet Çakır dün annesinin kucağındaki Ahmet Çakır’dır. İlkokul’a giden Ahmet Çakır’dır. Şu benim karşımdaki askeri lisede esas duruştaki Ahmet Çakır’dır.. Dağdaki savaşa katılmış Ahmet Çakır’dır. Ve Meriç’in babası Ahmet Çakır’dır. Yarın gelir bir yavrunu dedesi olur. Bütün bunlar, insanlık resmi geçitidir yani. Bu geçitte yalancı olmamak , mukezzibin olmamak, mukezzibin yani “Nurullah yaşayış bileliğinin Allah’a ait kevniyet olduğunu kabul etmemek” kezzablıktır.
Bu işleri ALLAH yapmıyor demek, Yalandır, Yalandır. ve Yalandır!.

Yalan olduğu yerde Hakikat nasıl yaşasın ?

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا
"E lem nec’ali'l- arda kifâtâ (kifâten).: Biz arzı toplanma yeri kılmadık mı?” (Murselât 77/25)

Elem nec’alil’ arda , Biz yeryüzünü bir kifata, kifayet eder , yeterli , bir kafi gelecek herşeyin toplandığı yer, insanların ve ihtiyaçlarının , yani ALLAH sana diyormu ki ne bileyim ta ………na gitte ordan bana namaz mı kıl diyor yani ?
Herkes ve her şey kendi imkanlarıyla imtihan olmaktadır..

“E lem nec’alil arda kifâtâ “

Biz bu yeryüzünü böyle bir cemiyet, toplantı, hepsi böyle, geçmiş geleceği bir noktada birleştirmedik mi? Toplamadık mı? Dedeyin mezârının, çocuğunu mezârını bir arada görüyorsun, torununda elinde bu zinciri görüyorsun sen, toplanma mahşerini görüyorsun. HaŞR. Yani doğanı ve öleni birlikte görüyorsun.

أَحْيَاء وَأَمْوَاتًا
"Ahyâen ve emvâtâ (emvâten).: Canlılara ve ölülere.” (Murselât 77/26)

Burada da açıklıyor ALLAHu Zu’l- Celâl , 26. Ayette. Dirilerle ölülerle. Sen mi öyle diyorsun, diriler ve ölüler bir arada yani. Geçmiş gelecek şimdi şu andadır. Cennet Cehennem şu andadır. ŞeÂN dadır zâten Şu ANda oluşu. Rabbu’l- Alemîni şah damarından yakın; BİLdiğin zaman, BULduğun zaman, OLduğun zaman ve de YAŞAdığın zaman. Bunu yapabilmen için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüreğinde olman lâzım. Onu bilmen bulman olman yaşaman lâzım. MuhaMMedî OLuş Şuuru, Onuru, Süruru budur. Haysiyet Şehâdet Şerefi, Şefaat Şifâsı budur. O’nun nurundan yaratılmış olmak zevki de neşesi de budur zâten. Gerisi boş laftır..
ALLAH’tan bir korkarmış, bir korkarmış, bir korkarmış ki?. Eeeee!. Herşeyi yaparmış..
Böyle şey mi olur?
Süt dökmüş kedi gibi câmiye giriyor ve ejderha gibi çıkıyor.
HACCa testere gitti ustura geldi. Kim demişti,?.
Eski develerle hacca gidildiği zaman, bu olmuş yani hakikaten. Hacc’tan dönmüş dede, saç sakal karışmış falan, karısına sormuşlar işte: “Adive Nine, nasıl İbrahim emmi iyi mi?” cevab vermiş: “Vah vah demiş, testere gitti de ustura geldi başımıza!.”
Yâni, iş başka şekle dönüşmüş.

وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُم مَّاء فُرَاتًا
"Ve cealnâ fîhâ ravâsiye şâmihâtin ve eskaynâkum mâen furâtâ (furâten).: Ve orada yüksek sabit dağlar kıldık. Ve sizi tatlı su ile suladık (içecek su verdik).” (Murselât 77/27)

Biz bu mekin denen bir yer var ya, ister ana rahmi de, ister yüzü de, ister el, baş, yüz, ayak, beden de. Ne dersen de, bu olayların oluş yerleri var ya, tüm bunlar, buralarda ..
Ve cealnâ fîhâ ravâsiye şâmihâtin.. Ve orada yüksek sabit dağlar kıldık..

“ve eskaynâkum mâen furâtâ”
Biz bu fırat, tatlı su demektir. Tatlı sulardan size sulamadık mı?.
Sâkiniz olmadık mı?. Kendisi ALLAHu Zu’l- Celâl. Size bütün nimetleri vermedik mi? Sizi yavrular içerisinde, bir kaç yıl hizmete mahkum olan insan yavrusudur. Belgesellerde izlersiniz, bir İmpala yavrusu doğuyor, beş dakika sonra annesinin hızına yakın bir hızda koşabiliyor. Ama insan yavrusu, 18 yaşına kadar neredeyse takib istiyor. Yetiştirmek istiyor. İşte onları o hale getirinceye kadar, bir damla su iken karşında yetmiş

Zehir değil zemzemle sulayacaksın yâni. Bu ayet de güzel bir ayettir.

وَيْلٌ يوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
"Veylun yevme izin li'l- mukezzibîn (mukezzibîne).: İzin günü yalanlayanların vay haline.” (Murselât 77/28)

Yazıklar olsun bunların tümünü birden yalanlayanların, yazıklar olsun!.
İÇli DIŞlı , Zahir –Batın yalanlanıyor çünkü.

انطَلِقُوا إِلَى مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
"İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn (tukezzibûne).: O yalanlamış olduğunuz şeye gidin!” (Murselât 77/29)

Eğer ki siz, gerçekten bunların tümünün yalan olduğunu söylüyorsanız, uydurup kaydırıp, big bang oldu cank oldu cunk oldu , falan feşmekan , böyle bir şey oldu, öldük mü herşey bitti. Böyle mi diyorsunuz ? O zaman intikal edin. Ulaşın hedefinize. Yalanmakta olduğunuz yere doğru gidin. Zaten gidiyorsunuz, neresi orası? Cezâ merkezi. Ne demek cezâ? Karşılık. Türkçe’de yanlış kullanılır, cezâ kötü bir şeye verilen şey gibi. Halbu ki Kur’ÂN’da âyetler vardır ki: “Bunun cezâsı cennettir, bunun ki cehennemdir” diye.
Cezâ, İŞLEMİN Karşılığı demektir..

Sen, bunu mesela pek çok ateistte görürüz yani, Nietszche mesela öyledir. Kaç kere okudum onun “Zerdüşt Böyle Söyledi” eserini.. Merhamet düşmanıdır. “Zayıflar ölsün!.” der. Ya da “Üstün insan yaşasın. Zayıflar ölsün!.” der ama kendisi de, sonra ne yapmıştır, bir bakımhânede ne oldu diye sorduklarında: “Ya ben yanılmışım ya da çoktan hak etmiştim ölmeyi!.” demiştir. Yani insan aklının bî-çâreliği, zavallılığı, kendi kendine çökmüşlüğü. İntikal edeceği yer..

01:10:38
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

“İntaliku ila ma kuntum bihi”

O şey ki siz onu yalanlıyorsunuz. Yalanlanan ne dir aslında ? Yalanlanan Kur'ÂN-ı Kerîmdir. Yalanlanan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir. Yalanlanan ALLAHu zü’L- CeLÂL’dir. Öyle değil midir? Hadi , yalanladığınız yere, noktaya, “bihi” ona diyor daha doğrusu!. İster maddî ister manevî yürüyün gidin intikal edin.

انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ
"İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb (şuâbin).: Üç dala ayrılmış bir gölgeye gidin.” (Murselât 77/30)

Ya!. Üç kola ayrılmış!.
İntikal edeceğiniz yer. Vardığınız yerde “ilâ zıllin”, gölge. O gölge “zî” sahiptir, “selâsi şuâb”, üç şu’ab’a sahiptir. Üç kol, üç yol, üç çatal.. “Şu’ab”.
Bu, otuzuncu âyet. Otuzda kalalım Hakan, 15’ide işlemiş olalım. Bu âyet üzerinde çok durmamız gerekir. Demek ki, “Allah hayırlar versin” , bir üç yol ayırımına her nefis varıyor. Bence varıyor!. “Mükezzibin” ler kesin varıyor ve orada kalıyor ebeden zâten..
MuhaMMedî Müslümanlar zâten cehenneme içindedirle imtihanda.. Ancak, İbrahimî’dirler ve cehennemlerini cennete çeviriverirler..

“Yok”luk neymiş tanımıyorum, “Çok”luk neymiş tanımıyorum, ben “TEK’liği” tanıyorum.
“Lâ ilâhe illa ALLAH, MuhaMMede’r- Resûl ALLAH” der Sırat’ı Mustakîm’e Yâ ALLAH Bismillah!. TEKe TEK ve TEK çeker gider yâni. Bunun üzerinde de yine 30. uncu âyette kalalım, yine biraz konuşuruz , görüşürüz İnşâe ALLAH!. Bir şey soracak söyleyecek varsa var, yoksa;

Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.

'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebîyyike (MahMudîyyeti), ve
Rasûlike (Ahediyyeti) ve
Nebiyyi’l- ÜMMîyyi (HaBîBiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ÜMMetihi... '

Ben şunu hep söylüyorum, ne süt dökmüş kedi gibi, ne yedi başlı ejderha gibi olmak değil, İNSAN gibi İNSAN olmak , ADAM gibi ADAM olmak, şah damarından yakın RABBısı ile BİR olmak.. Ve korkmak morkmak , bir şey beklemek ötesinde nasıl ampulle cereyan, canla cereyan, kardeş diyoruz ya öz öze göz göze iseler, böyle beraber olduğumuz, korkusuz ve hüzünsüz BİZ BİR İZ olduğumuz RABB’ımız dayız. Ve ALLAHımızda EL ÂN yaratıp durmaktadır.

Resûlullah’ımız da, onun Nûr’undan dolayı biz varız, varlığımız onun Nûr’undan dolayıdır zâten. Maddî ve Manevî varlığımız dahi onun NÛRUdur. Buradaki bütün mesele insan aklındaki İblislik kirlerinin soyunulmasıdır. Yâni aynanın silinmesidir. Sen bunu ya Türkiye’deki ya da, Dünyadaki din anlayışı gibi düşün, üç kağıtçılığa çevrildi iyice, alavereye döndürüldü, ya da Türk Ticaret Piyasası gibi vurgunculuk âlemine ya da Hak’ça , yani Yiğitçe Hak’ça yapan, ALLAH için yapan Hak Dostları daha ALLAH’a şükür var dır, el ÂN hayattadır, çünkü hayat yürümekte, çünkü hepsi, MuhaMMedî Müslimi, Mü’mini, Veliyullahı, Ebdâlı, Ahyârı, Ahrârı ayaktadır, yerindedir ve İŞi BAŞındadırlar hamd OLsun!. .
Ay’ı Güneş’i Yıldızları, r Rzgarı, Havası gibi kendi işlerinde güçlerindedir. İnsanlar, kendileri gibileriyle boğuşmaktalar, kendileri gibileriyle uğraşmaktalar. Ama BİZ, BİZ MuhaMMedî MelaMîyiz, BİZim alacağımız vereceğimiz hiç kimsede yoktur. Şeytanımızın dahi müslüman olmasını isteriz ALLAH’ın izniyle. BİZ MuhaMMedî’yiz, ve hiç kimseyle işimiz gücümüzde olmaz, dua etmek mecburiyetindeyiz, dua ederiz, milletimize de BİZe de ALLAH hayırlar versin!. Zor günler göstermesin, şu an da Dünya da, akan kan İslam kanıdır. Ölen de öldüren de şehâdet getiriyorlar güyâ.
Ölen de öldürende ateştedir yani.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İki Müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse, öldüren de, ölen de ateştedir!” buyurunca (Bu söz üzerine Resul-i Ekrem’e): “Yâ Rasûlullah! Katili/öldüreni anladık, ama maktul/öldürüleni niye ateşte?” diye sorulmuştu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Çünkü o da kardeşini öldürme hırsı taşıyordu!” buyurdu.
(Buhârî, Diyât: 2, Fiten: 10; Müslim, Fiten: 14, Ebu Davud, Fiten: 5, Nesâî, Tahrim: 29.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İki Müslüman birbirine kılıç çekerse, öldüren de öldürülen de cehenneme gider." Buyurunca (Ebu Bekre der ki:) ‘Yâ Resûlullah! Kâtili anladık da, ya maktul niçin cehenneme gider?’ dedim. “Çünkü, o da -bütün gücüyle- arkadaşını öldürmek için çaba gösteriyordu.” diye buyurdu.” (Buharî, İman, 22; Rikak, 31; Fiten, 10; Müslim; Fiten, 14).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir Müslüman -Müslüman- kardeşine: “Ey kâfir!.” derse, artık ikisinden biri kâfirdir.”buyurdu.
(İbn Mesud radiyallahu anhu’dan; Taberanî; Bezzar; Mecmau’z- zevâid, 8/73).

Bu günümüzde İslâm ÂLeminde; Müslüman Müslümanı küfürle suçlayıp öldürmekte ama bileğini esir alan ALLAH celle celâlihu dümanları..
Kan revan gidiyor, ALLAH bizi Sırat-ı Müstakim üzere hidâyette kılsın İnşâe ALLAH!.
Kendi hayatımızdakiler, dünyadakiler, dairelerde çalışıyorsunuz, bakın insanlarla berabersiniz bakın bir bakın, RABB korkusu, RABB diye bir şey var mı yokmu? Allah aşkına bir bakın!. Bütün ibâdet, itaat, Irfân ve ikânlar terk edilmiş halde ve yanlış düşünceler içerisinde. İslam’da fazla yasaklar yoktur, mesela islam’da zil takıp oyanayabilirsiniz yasak değildir. Ama unutmayın ki şah damarınızdan daha yakın olan RABB’ınızla oynamaktasınız. Nerede, ne zaman, nasıl, niçin oynayacağınızı bilmeniz gerekir. Yani bunda bir ayıp değil, ayıp olan diğerleri yâni. Nerede ne zaman nasıl niye falan feşmekan soruları 7N ve 1K varya işte onun gibi demek istiyorum..

Bütün bunlarla beraber, öyle hadisler vardır ki “Ya Rabben!. “ diyen kulunu Rabbu’l- Âlemin: “Lebbeyk emret!.” der diye hadis vardır . Emret, “Lebbeyk”tir.

Burada “bir insan varmış, bir insanla bir de Rabb varmış” diyen bana göre kafirdir zâten. Burada Laptop varmış bir de Keban varmış, ikisinin arasında cereyan varmış. Ben ne müftüyüm ne müfettişim, ne de bu işlerin bir sonucu var ne de başı var, bunun alâkası yok, dinle donla dünyayla akılla fikirle falan bir alâkası yok. Gidelim mezarlığa soralım bir kişide kalkıp “varmış!” desin, mümkün değil. Bunlar boş, dolu olan şey şu yalnız : “Herşeyle, her şeyce olabilmek”. Bütüüün Rabb’a ulaşım yolunu engelleyenlerin engellerinden geçmek, kinder, hasettir, yalandır, garazdır, iledir, şudur bu dur, bütün bunlar insanlığa da sığmaz hayvanlığa da sığmaz, daha aşağılara düşürür mü düşürür. Tertemiz bir MuhaMMedî insan olarak yaşamak , ötekilere de: “Yâ Rabbiî!. Bunlara merhamet et, rahmet et, sen Rahman-ı Rahim’sin, BİZim İslam milletimize bir kurtuluş yolu ver, çıkış yolu ver, bizi de kusurumuza bakma!. Deriz.
Bâzen işte essek kessekte, bizi bilmiyor musun yarattın , hele benim gibi böyle biraz tintinse falan işte ettiğini yiyor. ALLAH c.c. Hak’ta Hayr’da Rıza’sında kılsın bizi!.

ALLAH’a şükürler olsun sıhhatim düzelip gitmekte, sizlerinde gaybî dualarını dâimâ beklerim, İnşâe ALLAH!.
“Hayırlı ömürler hepimize verir ve bizi de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin hak ve hayrın Hasbî Hizmette kullanmak nâsib eder!.” diye dua ediyorum.
Çünkü BİZ BİR-İZ biliyorum. Kopan parmak bizden değildir zâten. Protez takan da bizden değildir. Biz, NaHNu , öyle bir muhteşem kâinât ağacıdır ki, ondan ancak uyuyanlar, yani gafiller câhiller, dalalette olanlar ve hıyânette olanlar, ALLAH korusun kopan parmak olurlar ve kendilerini koparırlar, onlara da ALLAH’tan kurtuluş dilerim!.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de böyle dir zâten, “Ya Rabbi onlar bilmedikleri için böyle yaptılar. Bilselerdi ki ben Rahmeten lil alemin’im beni böyle taşamı tutarlardı?.“
Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi Ve Berekatuhu.
Hacı Mahmut daa ALLAH rahmet etsin, üç kere hapşırarak “Onayladı" yâni imzaladı yâni.
Allah güzellikler versin, işinizde gücünüzde hayatınız da inşaallah. Şah damarımızdan yakın olanda BİZ BİR İZ kılsın. Bizi en güzellere ulaştırsın, en güzelleri yaşatsın, bizi kötülüklerden, şerr den ve şeytanlaşmışların şerrinden de korusun, Hakk’a ve Hayr’a uyanlar duyanlardan eylesin. Onları da BİZ BİR İZ kılsın!.
Esselamu Aleykum Ve Rahmetullah Ve Berekatuhu.

garibAN: “Amin Hocam Allah razı olsun, Hacı Mahmut’a selâmlarımı iletirim, Kadriye Anamıza’da
Esselamu Aleykum Ve Rahmetullah Ve Berekatuhu.

garibAN: “Amin hocam Allah razı olsun, Hacı Mahmut’a selamlarımı iletirim, Kadriye anamıza’da. Sesim geliyor mu hocam ?”

Kulihvani: “Şimdi geliyor evet.”

garibAN: “Yerhamukallah diyelim hocam, üç kere.”

Kulihvani: “Kadriye, söyledi siz de söylediniz Yerhamukallah!”

Allah rahmetini hepimize yağdırsın, BİZ BİR İZ çünkü Hacı Mahmut’ta BİZ BİR İZ’dir yani taaa baştan beri çocukluğumuzdan beri birlikte ömrümüz geçti. Hep aynı yol da olduk , Hacı Osman Efendi’lerimiz, Siirt’lilerimiz. Hallerimiz her neyse BİZ BİR İZ olduk. Hiç bizi dışaır atmadılar, kopan parmak olmadık çok şükür. Baâen Haka bazen boka elimiz değdiyse de buda bizim delimiz dediler, ne yapalım dediler, yıkadılar ya da yıkamaya çalıştılar demek istiyorum. Sağ olasın!.
Ahmet (acakir): “Aleykummes Selam ve Rahmetullahi ve berekatuhu Hocam hayırlı geceler cümleten”
Tarık can: “Ve aleykummes selam ve rahmetullahı ve berekatuhu Hocam ALLAH razı olsun, hayırlı geceler”
Kuihvani: “Cümlemizden olsun İnşâe ALLAH!.”.

1:22:45
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

31 Ocak 2017'deki sohbet burada bitti.
Aşağıda 07 Şubat 2017 tarihli sohbete başlıyoruz ve Murselât Sûresi'ne bu sohbet içinde kaldığı yerden devam edeceğiz. sohbetin başındaki bir kaç dakikalık kısım eksik.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »

Resim07 Şubat 2017- Murselât Sûresi Sohbetine Devam Ediyoruz.:

O buranın elbisesi, söylediğin şeyler.
Açın cennet âyetlerini bakın bakalım, bir tane oğlan, kız, çoluk, çocuk, karı-koca bulamazsınız.

"Huriii", Sen “Harra Succeden”i alıp götürür de “70 bin tane Huri verilecekmiş…” anlarsan,
“Gılman”ı alırda oğlan çocuğu yaparsan, o zaman Avrupalı da der ki afv edersiniz ama “burası kerhane mi?!”..der.
İşte bütün bunlar, bütün bunlar
ALLAH düşmanlarının fitneleriydi, tıpkı bugün olduğu gibi. Yazıklar olsun!.. Saça sakala büründüler, iblislik şeytanlığı gizlediler yâni elbiseyle melbiseyle HAKk’tan yana göründüler. Biz bunlarla ne yapalım , küfr edip de, onlarla mı uğraşacağız. ALLAH celle celâlihu’ya duâ edelim hayır gelsin İnşâe ALLAH!. Çünkü BİZ MuhaMMedî MeLÂMîyiz İnşâe ALLAHu RahmÂN. Şeref duyarız!.
Onun için diri CÂNlar kalmalı arkanızda..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüreğinde dirilmiş, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ÖZü SÖZü olmuş insanları
ALLAH celle celâlihu bu dünyadan eksik etmez. OLsun efendim, Ahmet Çakır’da biliyorsun neden olmasın? OLsun tâbi!. Hepimiz OLaLım, niye OLmayalım?.
Ne olacaktık yâni şeytanın mı gözü olacaktık. Şeytan ne ki?.
Şeytan; kendi İKİLiğini, önce RABB’lığını ve sonra İlâhlığını ilan etmektir, “iki şeylilik”ini yâni Firavunluk ve Nemrutluktur..

Bu ise, cehennemini burada kurar, ateşini buradan götürür yâni. Büyüklerimiz hep böyle söylüyor değil mi?.
Yûnus Emre kaddesallahu sırrahu Babamız.: “Herkes ateşini buradan götürür!.” diyor.
Onun için, ayık anlamamız gerekiyor
Kur’ÂN-ı Kerim’i. Biz tefsirci falan değiliz biz zevk ediyoruz , sohbet ediyoruz yâni. Ahmet’in vakti yok, yaşı veya vakti müsait değil, benim de boş zamanımda yazdığım çizdiğim bir şeyler oluyor, BİZ =>BİR CAN, =>BİR TENİZ, =>BİZ BİR-İZ. Onun içinde beraber zevk ediyoruz, anlamadığımız yerleri soralım. Birlikte güzellikler içinde anlamaya çalışalım.. İnşâe ALLAH..


وَيْلٌ يوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Resim---“Veylun yevmeizin li’l- mukezzibîn (mukezzibîne).: İzin günü(O gün, hakikatleri) yalanlayanların vay haline.” (Mürselât 77/28)

Bu Âyet-i Celîle 10 kere geçiyor bu sûre içerisinde..
“Veylun yevmeizin li’l- mukezzibîn.”

Veyl.: Vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran. * Cehennem'de bir çukur ismi veya Cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir. * Vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir.
Veyle.: Küstahlık, rezillik..
Veylun.: vay haline (veyl olsun)..

Veyllll: ALLAHu zü’L- CELÂL’in Lütfunu, yaşayışını, vücuda getirişi kendinden bilen yok mu!?. “Ben şunu yaptıp bunu yaptım!.” diyenler yok mu!.
ALLAHu zü’L- CELÂL.: “Sizi, fiillerinizi ve düşüncelerinizi de YARATan BENim!.” Buyururken,
Bazı beyinsiz zavallılar, Nemrut gibi Firavun gibi boş konuşuyor ya..
“Veyl olsun be!..Vay Vay Vay haline onun. Yazıklar olsun!...”

yevmeizin.. İzin günü. Yevm; gündür. İzin bildiğimiz izindir.
O ne izin günüdür o?. Efendim mahşer kurulacak , evet.. Ölçtük tarttık biçtik, sen cennete sen cehenneme bitti mi ? Ben ne yapıyım orada yahu? Kurban olduğum, sen bana onu bir yaşarken anlatsan yaşatsan ya Barbaros!. Sen şunu yaşarken bana anlatta ben başımın çaresine bakayım. Bir toplu iğne bile ustasız yapılmazken kainat ALLAH’sız, RABB’sız değil hâşâ!..Böyle bir saçmalık yok. O zaman bana bir MuhaMMedî Merhameti bilen, Rahmeten li’l- âlemîn’i BİLen birisi, BULan birisi, OLan birisi, YAŞAyan birisinin ne yapması lâzım?.
Beni =>
MeLânetten =>MeLÂMete ve =>SeLÂMete çıkarması lâzım…
Onun için biz; tarikatçi, cemaatçi, cemiyetçi değiliz!.
Hoş, gelen hoş gelir kendi gelir giden hoş gider, kendi gider.
Bir daha döndüğünde bomboşluk bulur..

ALLAH celle celâlihu kimseyi öyle yapmasın!.
Yevme izin, o gün geldiğinde!.


Veylun yevmeizin li’l- mukezzibîn..
O Kezzâblar yok mu o kezzâblar, yalancılar, şiddetle yalanlayanlar.
Kezzâb; en yalancılar yâni. Çünkü tek gerçeği yalanlıyorlar. Hakikat ne?. Hakikat ne olacak? Azıcık aklı başında olan bilir ki, on kilometre yukarı çıktın mı gece gündüz yok. Sen anlat bakıyım gel de, Ulu Câmi’nin İmamı’na seni ne yapacak bakalım Ahmet ÇakırcÂNım!. Bırak onu , “kutuplara götürüp orda altı ay gündüz altı ay gece var namaz ne olacak?!.” de bak bakayım ne diyor sana. Şunu demek istiyorum, materyalist düşünceden kurtaramazsın!.

Akıl gözünü nakille birleştirdiğin zaman, aynanın yâni objektif ve oküler yaptığın zaman
"Aklı ve Nakli", o zaman “Dost Dürbünü”nü bulursun, o zaman uzak yok, yakın yok, sağ yok, sol yok, Sırat-ı Mustakîm üzere OLursun, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çizdiği çizgi üzerinde OLursun. MuhaMMedî olursun, Halis Muhlis Sıddık MuhaMMedî OLursun. Ona denir gerçek!. Bu bir üstünlük sağlamaz!.. Alçaklık da sağlamaz. SEVİYELENirsin, ResûLî SEVİYE OLursun. Peygamber aleyhis selâm’ın arkasında namaz kılan kişi, tek bir kişidir ve tek CÂNdır. ÇOKluk –YOKLuk Yoktur O Hayat namazında.
Dört halifenin dördü de kılmıştır. Kölelerle kılmıştır, münâfıklarla kılmıştır. Ama BİRLİKte kılmıştır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.:
“Bu münafıktır şu münafıktır!.” diye söyleniyor. ”Yahu kalbini mi yarıp baktınız!.” buyuruyor. yâni “suçlayıcı olmayın” diyor, “merhamet dileyin” diyor yâni. Öyle bile olsa kendisi biliyor zâten münâfık olduğunu ama Rahmeten li’l- âlemîn olduğu için RAHMetten yana..


Resim---Üsâme ibni Zeyd radıyallahu anhümâ şöyle demiştir.:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bizi Cüheyne kabilesinin Huraka kolu üzerine göndermişti. Sabahleyin onlar sularının başında iken üzerlerine hücum ettik. Ben ve ensardan bir kişi onlardan bir adama ulaştık. Biz onun üzerine yürüyünce, adam:
“Lâ ilâhe illallah: Allah’tan başka ilâh yoktur” dedi. Bunun üzerine ensardan olan arkadaşım ona hücumdan vazgeçti; ben ise mızrağımı ona sapladım ve adamı öldürdüm. Biz Medine’ye gelince bu olay Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kulağına gitti ve bana.:
– “Ey Üsâme! “Lâ ilâhe illallah” dedikten sonra adamı öldürdün mü?” buyurdu. Ben:
– “Yâ Resûlallah! O, bu sözü sadece canını kurtarmak için söyledi.” dedim.
Peygamber Efendimiz tekrar.:
– “Lâ ilâhe illallah” dedikten sonra adamı öldürdün mü?” diye yine sordu ve bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben, daha önce müslüman olmamış olmayı bile temenni ettim.

(Buhârî, Diyât 2, Meğâzî 45; Müslim, Îmân l58–159. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre(11)


“Şeytanım Müslüman oldu” diyor. “Müslüman ettim” diyor yâni. “Bana iyiliği emreder” diyor. Hâşâ, İblis, Cebrâil olmuş gibi oluyor. Onu demek istiyorum, öyledir zâten. Azıcık aklı olanlar, ben özür dilerim “boktan, bostan çıkarmak” falan gibi sözlerim, kaba laflar i geliyor size belki, ama gerçek böyledir. Aha Hacı Mahmud yanımda, eşeğin sırtına seleyi atar, kürekler ile hayvan pisliklerini vs. doldururduk değil mi, tuvaletlerden ya da hayvan gübrelerinden, bağın içinde toprağın dibine doldurur, kapatırdık.. Sonunda salkım salkım üzümleri yemez miydik, hâlâ öyle değil mi? KudretuLLAH.. AZAmetULLAH budur Şe’ÂNuLLAHta her ÂN!.

Bu hayatta böyledir, mutfak kudsal da, tuvâlet kudsal değil mi yâni?.
Kudsallıktan kastın ne senin?. Bunları şunun için söylüyorum, Melânetten kurtulmak için kuyudan çıkmak gerekiyor, tarlaya geçmek gerekiyor, Tevhid Tarlasına, gübre orada açar, kuyuda açmaz, pislik yığınıdır o. Onun için kurtulmanın yolunu söylüyorum.

O yalanlayanlara yazıklar olsun, o İzin Gününü yalanlayanlara.. İzin Günü ne dir, İzin Günü?.
Bakalım neymiş, çıkacak . “İzin”deki “ze” harfi bildiğimiz “peltek ze”dir..

Kâinâtın MutLak Sâhibi ALLAHu zü’L- CELÂLdir.
ALLAHu zü’L- CELÂL,
mü’minlere.: “Güneş ışığını kullanın” buyurdu diye, “alın ışığımdan gıdanızı” buyurdu.
Biliyoruz ki, bütün bitkiler güneş ışığıyla yapıyor bütün TEMEL GIDAmızı..
SistemULLAH bunu böyle yürütmekte, yâni “fotosentez” OLmakta DEmek istiyorum.
İleri geri laf patlatan şarlatanlar, ortak mı oldular
ALLAHu zü’L- CELÂL’e hâşâ yâni!. Yok öyle saçmalık!..

ZÂT =>SIFAT =>ESMÂ=>EŞYÂ HâLine geldiler..
Biz dei afiyetle yiyoruz çok şükür yâni. “Üzüm” diye yiyoruz. Zâten bütün mesele burada kalmaktır, burada düşünmektir. Onun için insanlar “Cennet’te 70 bin huri” arzulamaktalar, burada işleri bitmemiş gibi. Ya da şöyle böyle gibi. Eseri yoktur öbür tarafta..
Dahası vardır.
“Mülk kimindir?” diye soracağım , cevap verecek olmayacak, kendim “Vâhidu'l- Kahhâr olan ALLAH’ındır!.” diyeceğim" diyen âyetler vardır.


يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---“Yevme hum bârizûn (bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni’l- mulku’l- yevm (yevme), liLLÂHi’l- VÂHİDi’l- KAHHÂR (kahhâri).: Onların bâriz olduğu (ortaya çıktığı) gün onlardan (hiç)bir şey ALLAH'a gizli kalmaz. O gün mülk kimindir? TEK ve KAHHÂR OLAN ALLAH'ındır.” (Mü’min 40/16)

Yâni, “Mülk=>KüLlî ŞEyy =>ALLAH’ındır” âyetini ALLAHu zü’L- CELÂL açıkça buyurmakta…

10.dk
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi MURSELÂT SÛRESİ Sohbeti

Mesaj gönderen Gariban »


انطَلِقُوا إِلَى مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
Resim---“İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn (tukezzibûne).: (O kâfirlere şöyle denilecek:) “(Haydi) o yalan diyegeldiğiniz şey'e (azâba) gidin.” (Mürselât 77/29)

İntalikû ilâ.. İntikal edin. “likâ” kavuşmaktır. İntikal bir yere ulaşmaktır, onun için çaba sarfetmektir..
“İla” nereye?.
“mâ kuntum bihî tukezzibûn” o yalanlayıp durduğunuz ne ise, âhireti mi yalanlıyorsunuz, yaratanı mı yalanlıyorsunuz!. Yalan sayıp duruyorsunuz bunları!. Doğuyorsunuz ölüyorsunuz, anneniz babanız hep böyle gelip geçiyor bunları görüyorsunuz hâlen Firavunluk ve Nemrutluğun sonsuza kadar süreceğini sanıyorsunuz!. Ama yürüyorsunuz yalnız, dünyanın dönüşünü durduramıyorsunuz. 1600 km/saat hızla koşuyorsunuz ölüme doğru, bunu unutuyorsunuz. Kaldı ki, ne kadar yol olduğunu da bilemiyorsunuz. Çocukta ölüyor, yaşlıda, öteki de, beriki de ölüyor.. Yani bu intikalde de bir özellik ve güzellik var..


انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ
Resim---“İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb (şuâbin).: Haydi (cehennemin) üç kola (ayrılmış) (duman) gölgesine gidin.” (Mürselât 77/30)

İlginç bir âyettir..
“Zıll”; Gölge demektir. Dörtlü sistemdeki üçlülerin tümünde vardır. Onu anlatmak nasıl kolay olabilir onu bilemiyorum, anlatmak bile onu anladığımı, üç çatallı duman gölgesi gibi, herkes üç çatallı çünkü “selasi şu’ab”, üç şube.. Bildiğimiz şube yani. Şu şube, bu şube diye ayrılıyor ya. Dal de, kol de, ne dersen de.. Dallı bir şey bu üçlü, aslında Hakikatten çıkan şeylerdir. Ama bu üç gölgenin, biz yürümekteyiz zaten onu demek istiyorum. Üç lütuf sahipliği vardır değil mi?.
Din, Dünya ve âhiret. Açık seçik ben anladığımı söylemeye çalışıyorum meâl vermiyorum. Dünyamız bir lütuftur, Dinimizde bir lütuftur ve Âhiretimiz de bir lütuftur..

Çünkü biz inanıyoruz, aynanın arkasına inanıyoruz.
SÎNE AYNAmızın SIRRI’nı silersek sonsuuuz SuBHÂNALLAH.. Yâni sistemin tümünü göreceğimizi biliyoruz. Silmediğimiz için kendimizi görüp, Firavunluk ve Nemrutluk yapıyoruz. Silemediğimiz için, bilemediğimiz için, arkaya geçemediğimiz için yoksa geçip tükürsen, köpek bile tükürse yine siler!. Ama kendi camından, CÂNı geçemediği için.. CÂN =>Camı’ndan geçemediği için, bu BENLİK AYNASI’nın arkasını SİL!.emediği için, kendisini türlü türlü hallerde görüyor..
“ZıLL” gölge denilen şey budur. Bir kere de CeNNet ayetlerinin birinde “ZıLL” geçer. Orda OLuşunu da görmüştüm dedim ki, haaa CeNNette geçici. Çünkü Cennet de bir makam yâni. Çocukluk, gençlik, delikanlılık vs. Olduğu geçici bir makam yâni!.
Çünkü Bakınız
ALLAHu zü’L- CeLÂL ne buyuruyor.:


يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---“Yevme hum bârizûn (bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni’l- mulku’l- yevm (yevme), liLLÂHi’l- VÂHİDi’l- KAHHÂR (kahhâri).: Onların bâriz olduğu (ortaya çıktığı) gün onlardan (hiç)bir şey ALLAH'a gizli kalmaz. O gün mülk kimindir? TEK ve KAHHÂR olan ALLAH'ındır.” (Mü’min 40/16)

Çünkü, TEVHİD/TEK-BİR KALış yok =>Cennet duruyor, Cehennem duruyor, millet yaşıyor, ohooo nerede TEVHİD?.. Öyle bir şey!. yok öyle bir âyet yok zâten. Buradaki “ZıLL”, ÜÇ Lütuf yani “Şeriat-Tarikat-Marifet” de, ne bileyim ben “Dünyam- Dinim-Âhiretim” de!.
Bu
“ZıLL” üçlü lütufların kendi adına sahibliği gölgesidir. Kendisi karar veriyor. Dinine de âhiretine de kendisi karar veriyor.. yani, ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor ki Kur'ÂN-ı Kerîmde.. “Seni ben yaratıyorum, âhiret için fiillerini BEN yaratıyorum!.”
Ama aymazlar.: “Beni SEN yaratmadın ben zâten varım, Fiilleri de ben yapıyorum, sen atmadın ben attımı boş ver, Düşüncelerimi de ben düşünüyorum!.” diyor.
İşte budur açık seçik şekilde, Firavunluk ve Nemrutluk!. Bu değil de daha nedir yani?!. Nefsin Hevâ ve Hevesine uyuş, kendi nefsinin ortasına koyuşta çeşitli şekillerde
“ZıLL” gölgesi anlatılabilir..


فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Fe lem taktulûhum ve lâkinnALLÂHe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnALLÂHe ramâ, ve li yubliye’l- mu’minîne minhu belâen hasenâ (hasenen), innALLÂHE SEMÎUN ALÎM (alîmun).: Onları siz öldürmediniz ama onları ALLAH öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama ALLAH attı. Ve Allah, mü'minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki ALLAH, İŞİTENdir ve BİLENdir.” (Enfâl 8/17)

“Yürüyün bakalım Cehennemin üç kola ayrılmış gölgesine!.” desek de, cehennemin bu üç yolunu, Dünyamızdan, Dinimizden ve Âhiretimizden.. Bütün bunlardan dolayı TEK YARATANı göremeyiş, ters yöne gidiş nereye götürecek?!. Cehennem denilen, dünya da ölü, âhirette Ebedî ÖLülüğe götürüyor. Ebedî Yanlışlığa götürüyor. Ebedî hataya götürüyor.
Onu demek istiyorum..


Resim---Mukarreb Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “ Mutü kable en temutu: Ölmeden önce ölünüz!.” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i =>Duymuyor ve =>Dirilemiyor çünkü =>öLü ->Ölmüş!. Yâni dirilecek hâli kalmamış bir hâlde.
“selâsi şuâb” bunlar üç grupturlar yani kimler olabilir?.
Kâfirler olabilir.. İyi de, Kur'ÂN-ı Kerîm bakalım.. mü’minlerden bile bir tayfası müstesnâ şeytan kandırdı diye âyet vardır.. Şeytan davasında haklı çıktı, müninlerden de bir kısmını kendine çevirdi diye âyete bakınız..


وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan mine’l- mûminîn (mûminîne).: Ve andolsun ki İblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (ALLAH'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.” (Sebe’ 34/20)

Çünkü, KULLuk İmtihanı son nefese kadardır ve ciddîdir. Tarafsızdır, ayırma gayırma yoktur, herkesin kabı kadardır. Buna dikkat etmemiz gerekiyor!...

22:15 dk.
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön