Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


فِي صُحُفٍ مُّكَرَّمَةٍ
Resim---Fî suhufin mukerrameh(mukerrametin) : O (Kur'an), şerefli/üstün sâhifelerdedir. (Abese 80/13)

“Fî: İçindedir – zikirler tezkeresi”
“Suhufin: Sayfalar içindedir”
“Mukerrameh: Mükerrem sayfalar içindedir. Kerîm sayfalar içindedir.”

El Kerîmü :
Resim

Burda fî suhufin mukerrameh”.

Biz insanı mükerrem kıldık

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fi'l-berri ve'l-bahri ve razaknâhum mine't-tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen hâlâknâ tafdîlâ(tafdîlen) : Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsrâ 17/70)

fî suhufin mukerrameh”.
Bu tezkereh mükerreme mükerrem suhufun, sayfaların içindedir.
Buradaki suhuf, mükerrem, kerem, kerim, şerefli, üstün, mukaddes, ne biliyim…
ALLAH’tan gelen, ikram edilen çeşitli şeyler şeklinde söylenebilir. Ama keremli; idâre-müdür, kerem-mükerrem gibidir yâni.
İdâre edene müdür dendiği gibi kerem onunla olana da mükerrem denir.
Hürmet, ta'zîm edilen, ikram olunmuş, muhterem, kerîm olan, ve ikramda eden mükerremdir. Bu nerdeydi?
İsrâ 70. âyet ve çok önemli bir âyettir.

Biz insanı mükerrem kıldık”.
Ve lekad kerremnâ benî âdeme
“ve: yemin olsun ki” “le: muhakkak” “kad: kesinlikle”
Te’kid-pekiştirme-yemin kaç oldu? Üç.
Ve, vallâhi’nin ‘v’ si gibi yemindir. Kesinlik gösterir.
Le, muhakkak gösterir.
Kad, kesinlikle demektir.
‘Ve lekad’da üç tane and içiş vardır.
“kerremnâ: Biz üç; bedenen, nefsen, kalben yâni” Böyle diyebilir miyiz?
Deriz tabi.
“Ve lekad kerremnâ: Çok kerîm kıldık” Biz yaptık, sonundaki “nâ” o demek.
“Kerremenâ: Biz yaptık” “Kerremeke: Sen yaptın”

Burdaki “Kerrem”; Kerim'in şiddetlisi, mübalağalısı yâni alanı-vereni. Öyle bir yaptık ki halife de olur, muhalif de olur. Âlim de olur zâlim de olur..
İkramı çift kullanabilir yâni. Kendisine el verdik eliyle adamda öldürür, öksüz başı da okşayabilir.
“Kerremnâ”; çok hârika bir şeydir. Ve tek âyettir bu.

Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fi'l-berri ve'l-bahri
“hamelnâhum: Onları hamal gibi taşıyoruz yâni”
“fi'l-berri ve'l-bahri: karada ve denizde”
“ve razaknâhum: onları rızıklandırıyoruz”
“mine't-tayyibâti: Tayyiblerle, tayyib: ayıplardan arınmış, tertemiz madde-mânâ ile..
ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen hâlâknâ tafdîlâ
Evet. Biz insanoğlunu mükerrem kıldık, karada denizde taşıdık, en güzel şeylerle yâni tayyib şeylerle rızıklandırdık ve yarattıklarımızın…”
bakın bu da çok ilginçtir.

“faddalnâhum: onları faziletli kıldık” “alâ: üzerine”
“kesîrin mimmen halaknâ: yarattıklarımızın çoğunun üzerine”
“tafdîl üzerine, fazîletlinin fazîletlisi kıldık”
alâ kesîrin mimmen
alâ kesîrin; çok, hepsi, bütün yarattıklarımızdan, çoğundan da denebiliyor çünkü kesira, alâ kesîrin çok çoğundan, bir çoğundan, çok çoğundan üstün kıldık yarattıklarımızın, insanı...
Onun için burada bu âyet insana çok yücelik verir ama insandan daha yüce bir şey yaratılmamış diyemezsin.
“alâ kesîrin mimmen”…Hepsinden değil yâni. Kesîrin; çoğundan, bir çoğundan anlamında.


Bu âyette işte aynı şeyi buyuruyor.
“Fî suhufin mukerrameh: Mükerremlerin sayfasının içinde vardır” buyururken.
Burdaki mükerremi, suhufu, fî suhufin mukerrameh: Bu sâhife, özlük hakikatine sâhib oluş, ‘fi’ hakîkatine sâhib oluş yâni sen kendi enfüs hakîkatlerine sâhib oluş, şah damarından yakın olan RABBi'l-Âlemin hable’l-verid olan MuhaMMed aleyhi’s-selâm,
raziyeten merziyeten yapan Allah dostları..
Rabb kimdir?.
Sen RABB’ın adını duyarsın adını. RABB ismini duyarsın. O’na rücu’ edersin.
Hangi ateşin içinde yanan gül ya da gübre dönmüş demiş ki: “Ateşi buldum!
Görülmüş mü ateşe dalan pervânenin konuştuğu.
Tahir Emre, oğlum bilir, deniz kenarında çocuklar ateş yakarlar, lastik yakarlar, birşeyler yakarlar.
Ateşin etrâfı hemence avuçlarınla toplayacağın kadar pervâne kelebekleriyle, cesedleriyle dolar taşar.
Bir kere dalan çıkan, kanadını yakar ses sedâ alamazsın ondan.
“Fenâ fi’r-Rabb, Fenâ fi'llâh” demeler falan öyle konuşmak kolay.
Konuşmak kolay da yaşamak zor!
Bunlar hep boş laflardır. Çünkü onlar konuşamazlar.
si odur mükerreme’de insan-ı kâmil SîNesine sâhiblik de bu zikirler aynen vardır.
“Nasıl olacak?” diyorsan önündeki ampule bak o anlatacaktır sana Keban'la
BİZ BİR-İzliğini, eğer yanıyorsa.
Yanmıyorsa istediğin destanı, hikâyeyi, masalı anlat kendine hayâlen!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »

مَّرْفُوعَةٍ مُّطَهَّرَةٍ
Resim---Merfûatin mutahherah(mutahheratin) : Ki (onların) kıymetleri yüksektir; tertemizdirler (Abese 80/14)

Bakın şimdi mutahhar olan mutahhardır. Mütayyib de öyledir.
Demin ne buyuruyordu
mükerrem kıldıkçünkü onlara Müteeddib, Mütezekkâ, Mutayyibler, Mutahharun dörtlümüz vardı ya bizim, çok üzerinde durmadık ama dördü de 4 yerde temizlikti;
mutahharun,


لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
Resim---Lâ yemessuhû ille'l mutahherûn(mutahherûne) : Ona, temizlenip arınmış olanlardan başkası dokunamaz. (Vâkıa 56/79)

Mutahharun olmayanlar temas etmesin kuralı vardı ya, şimdi ne buyuruyor?
O böyle sâhifelerin içindedir ki o sayfalar mukarremeh'dir, merfuah'dır, mutahhere'dir.
Bunlar birbirine bağlı âyetler çünkü.
Mukarremeh, kerim sâhibi olan, kerem sâhibi olan, ikram edilmişlerden olan, Rasûl-u Ekrem diyoruz; Mükerrem’dir çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
Mükerrem ve Mükerrim’dir. Hem kendi Mükerrem'dir hemde mükerrem yapar. Mükemmel'dir, Mükemmil'dir.
Böyle uydurma kaydırma değildir bu, A'rabca'cılar bilmez.
Biz söyleyince adam: “Kardeşim hem Mükemmel hem Mükemmil olur mu?” diyor.
Bırak fiili miili, söyle “hem Âlim hem Alîm aynı olur mu?
Bunu çok konuştuk, Bolu’da doçent bir çocuk vardı pırlanta gibi bir çocuktu. Çok zeki bir insandı.
Gerçekten âlim olan sâhib olandır.
Ama alîm, sâhib olup bir de uygulayandır. Onu uygulaması da lâzım.
İşte burada merfuah. “Ref” edilmiş. “Ref Ref” edilmiş, değil mi? İşte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Burak’a binmiş Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Yakîn'dan Mescid-i Aksa’ya Mescid-i Uzağa gitmiş.
Sonrada RefRef'e binmiş. RefRef neymiş?
İşte o da şöyle bir hayvana benzermiş de şuna binmiş de filân uydur kaydır.
Merfuah; Fuad nedir fuad? Kendi özüdür. Ref’ etmek yüceltmektir yükseltmektir.

Merfûatin mutahherah”. Mutahharah’a merfu’ edilmiş onlar. Çünkü mükerremdirler.
Diyorum ya Abese çok ilginç bir sûredir diye. Zikr nerdeymiş?
Bunların sâhifelerindeymiş. Hangi zikir?
Bakın, bakın bakın:
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


بِأَيْدِي سَفَرَةٍ
Resim---Bi eydî seferah(seferatin) : Katiblerin ellerinde. (Abese 80/15)

“Bi eydî: Bi, ile. Bi Eydî, eller ile
“Sefere: Sefere elleriyle”
Sefer nedir sefîr kimdir?
Cidde sefiri desem, Cidde elçisi demek.
Bir devleti diğer devlette temsil eden memur. Elçi.
Sefere elleriyle. Eyd'leriyle. Yedullah ne ise burdaki eyd’de odur.
Sefer nedir? Enfüs-Fî, -Sînesinde Rüşd- olanlardır.
Rüşd, içlerindeki rüşd “sîn” liğine erenler “sen” liğine erenlerdir.
Bâtın rüşdüne erenlerdir Türkçesi.
Sefer eden onlardır. Seyrû sulûk falan budur. Bu seferdedir.

Bi eydî sefere, elçilerin elleriyle. Elçi kim? Kâtiblerin elleriyle.
Yazıcı meleklerinin elleriyle. Cebrâil aleyhi’s-selâm’ın elleriyle.
İşte işte işte. Kim yazıyorsa benim sînemdeki satırları, sâhifeleri, suhufları.
Ne zaman diyorsan?. Her an diyorum. Her an diyorsan hangi kâğıttan kâlemden bahsediyorsun?
Hep aynı şeyi söyleyeceğim tabi.
Ne zaman elektrik geliyor?” sorusunun cevâbını ampul sana anlatacak diyorum.
Her zaman diyecek eğer her zaman anlarsan. Her an diyecek.
Her” i bırak”ÂN” ı anlarsan.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »

كِرَامٍ بَرَرَةٍ
Resim--- Kirâmin berarah(beraratin) : Değerli ve güvenilir kâtiblerin. (Abese 80/16)

Bunlar kimmiş, bu sefereler?
Bunlar, hani mükerrem kıldıydı RABBımız ya, bunlar “kirâmin” miş.
Bu Arabca'dır hele Kur’ân-ca kadar hele HAKK'ca kadar muhteşem birşey kâinâtta yoktur.
Öyle sizi bir tek kelime öyle alır götürür ki beşikten mezara kadar, cennete ve de Es-Selâm ALLAH celle celâluhu’ya kadar götürür.


Kirâmin berarah
Berre, nedir berre? Birru takva nedir? El-Bârru nedir, El-Berr nedir?

El-Bârru :
Resim

El-Berru:
Resim

BiRR; Zâhir-Bâtın Rubûbiyyet bileliği ne demektir? Birr u takva nedir?

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
Resim---E te’murûne'n-nâse bi'l-BİRRi ve tensevne enfusekum ve entum tetlûne'l-kitâb(kitâbe) e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne): Siz kitabı okuduğunuz halde insanlara (başkalarına) iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Bunun yanlış olduğunu düşünemiyor musunuz?” (Bakara 2/44)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi ve le'ş-şehra'l-harâme ve le'l-hedye ve le'l-kalâide ve lâ âmmîne'l-beyte'l-harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ(rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum ani'l-mescidi'l-harâmi en ta’tedû, ve teâvenû ale'l-birri ve't-takvâ ve lâ teâvenû ale'l-ismi ve'l-udvâni ve'ttekullâh(vettekullâhe) innallâhe şedîdu'l-ıkâb(ıkâbi): Ey îman edenler, ALLAH'ın şiarlarına, haram olan Ay'a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve RABBlerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takvâ konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve ALLAH'tan korkup sakının. Gerçekten ALLAH (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Mâide 5/2)

El-Bârru esmâsı var biliyorsunuz. Bunlar sefereler kimmiş? Kirâmin beraraholanlarmış. Şerefli, üstün, değerli.
İşte birr u takva, hayır sâhibi, sâdık, dürüst bir sürü şey söyleyebilirsin.
Şunu şöyle söylesen ya
Kirâmin berarah. Bu sefereler eliyle subhânî sefer oluyormuş, sefereler eliyle böyle oluyormuş. Bi eydî seferah .
Olmasın mı?

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), YEDULLÂHi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen): Muhakkak ki sana biat edenler ancak ALLAH'a biat etmektedirler. ALLAH'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ALLAH ile olan ahdine vefa gösterirse ALLAH ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10)

“Ya MuhaMMed sana biat edenlerin ellerinin üzerinde ALLAH’ın eli vardır” ile,
Bu tezkirenin böyle mütayyib, mükerrem efendim müberrâ, şimdi burada berar olan Müberrâ buyuruyor.
Mükerrem, merfu'a, merfu'atin, mükerremetin, merfu'atin, mutahharatin değil mi mukerremetin biz öyle diyelim.
Merfu'atin, mutahharatin böyle bir sayfadan bahsediliyor. Yâni tezkereden bahsediliyor.

fî suhufin mukerrameh”.
Bunlar hangi sâhifelerdeymiş? Ancak mükerrem olan sayfalarda, sonra, merfuatin olan sayfalarda, sonra mutaharratin olan sayfalarda, sonra nasıl olacak peki bu dediğimiz cevâba bakın:
Bi eydî seferah
Ancak seferelerin eliyle bu oluyor.
Şimdi “ALLAH’a giden yol, HAKK’a giden yol HAKK dostlarının ellerinden-kalblerinden geçer” dediğimizde karşımıza bir sürü câhil çıkacak, bir sürü putçu çıkacak buradan Kâbe’ye kadar değil mi? Neden?
Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i anlamadığı için.
Burdan Kâbe’ye kadar bin tâne kablo yok, bir tâne kablo var.
Onun adı da İmâm-ı Mutlak MuhaMMed aleyhi’s-selâm, Mürşid-i Mutlak MuhaMMed aleyhi’s-selâm.
Sen nesin?” diyorsan Barbaros?
Ben Kevser Havuzunda bir damlayım, o kadar.
Her Kul ve Ümmet içinde Olması istenen de buydu zâten.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem olması istenmemişti, MuhaMMed aleyhi's-selâm olmamız istenmemişti.
MuhaMMedî bir KUL-Ümmet olmamız istenmişti.


Kur'ân-ı Kerîm'in EMRi;
ALLAH ve Rasûluna teslim olunuz!”
ALLAH ve Rasûluna îmân ediniz!”
ALLAH ve Rasûluna tâbi olunuz!”
ALLAH ve Rasûluna itaat ediniz!” buyruğu da buydu çünkü.

Rasûl’da yok oluş, ALLAH’ta oluştur çünkü. Onu diyorum.

Bi eydî seferah”; seferlerin elleriyle. Kimmiş bu seferatin?
Seferi yapan seferetindirler.
Mükerremin olanın var ya özünün özetinin özünün özü Nûrullah’a götüren Nûr’u MiM’dir.

Kirâmin beraratin”, el-berre bunlardır.
RABBil- Âlemîn!” derken, ağzımız uygun değil, ağzımız eğip büküyor onu demek istiyorum. Söyleyip söylememekte.
Çünkü bunlar hazım isteyen şeylerdir, yürek isteyen şeylerdir.
Yoksa dışarıda ya kusar ya çatlar ölür!. Hazmedemez.
Onun için ALLAH’a sığınırız.
Onun için Kur’ân-ı Kerîm zevk sohbetlerini kestik.
İnişe göre yapıyorduk. Sonra baktık ki bu başımıza işler çıkarıyor, başka şekle sokalım istedik.
Bir Arabca bilen insan, bir tefsirci bizimle bu konuları konuştuğu zaman cidden şaşar kalır, neden kalır?
Çünkü O o yana ağzını eğer, bu yana ağzını eğer selâsı değil, belâsı değil… karıştırıp durur.
Ama açıkça burada târifleri görüyoruz.
ALLAH’a giden ALLAH dostlarının ellerini ALLAH tek tek sıfatlarıyla sayıyor.
Bunlar böyledir!” buyuruyor ve o suhuf suhuf sâhifelerin içindedir.
Bu sâhifeler SÎNe sâhifelerimizdir.
Açık seçik dahası ise, NAKİLe ulaşan AKILlarımızdır. Onun içinde olanlardır.
Câhilce sorabilir: “Bu kadar âlet ne olacak?” diye.
Tek cevâp verilir: “Bütün bu âletler Keban’ın içinde yoktur. Keban’ın içinde bir tek âlet yoktur. Bütün âletlerin içinde Keban vardır!
RABBi’l- Âlemîn, Şahdamarından yakındır küllî ŞEYin MERKEZidir..
ALLAH celle celâluhu, yerin ve semâların NÛRudur ve küllî ŞEYe MUHİTTir..

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ
Resim---“Kutilel insânu mâ ekferah(ekferahu) : Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o!” (Abese 80/17)

Böyle olmasına rağmen
“kutile: katletti, kendi kendini”
Lütfullah sen'liğini Kudretullah'a taşıdı Azâmetullah'tan.
Haddini çok aştı, Nefsinin hevesini RABB'liğe, hevâsını İLÂH'lığa kalkıştı yâni. Hevâsını da ilâh etti.
Kutile; kendi kendini mahvetti ya da mahvolsun, kahrolsun!.

“el-insânu: bak el-insan”
“mâ ekferah: mâ ekferah; ne kadarda, çok kefere, ekfere.
Kebîr ekber gibi. Kefere, ekfere. En küfreden oldu yâni.
Ne kadarda çok küfreden oldu. Ölsün, kahrolsun!.
Kahrolası insan ne kadar nankördür.
mâ ekferah amma da hakikatın üstünü örtüp kendisi oturuverdi üstüne.
Böyleyken hakîkat. Ne diyor?
“Ben yaparım, ben akıllıyım ben biliyorum ve de ben bak yapıyorum!.” Diyor.
“Neyi yapıyorsun?”
ALLAHu zu’l-Celâl’in sünnetini, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetini, ALLAH dostlarının sünnetini yok edeceğini mi zannediyorsun?
Bunun için diyoruz zâten;

Sadâkat, Samîmiyyet, Sabr neden Selâmete götürüyor?
Yetiyor mu bilmek?
O zaman mesele yok herkes açıp Kur'ân-ı Kerîm'i okusun biliyor zâten.
Ne Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm
EDEBİne ihtiyaç var ne Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem İRFANIna ne de ALLAHu Zu’l-Celâl ERKANIna.
O kendisi alsın başını gitsin artık. Canı çıksın o insanın!.

O nasıl da bütün bu
“ezkere: en zikr” olanı ekfere yapıverdi.
Üstüne bir “benlik” örtü, örttü. “Yok öyle bir şey!” dedi.
Evet hakkın ve hayrın üzerine İblis gibi elbise giydirdi ve dedi ki kahrolası insan: “Burada Bâtıl ve Şerr var!
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ
Resim---Min eyyi şey’in hâlâkah(hâlâkahu) : ALLAH, onu hangi şeyden yarattı? (Abese 80/18)

Min eyyi şey’in hâlâkah

“Min: den”
“eyyi şey’in: hangi şeyden”
“halakahu: onu yarattı”
Bu böyle ekfere yapan, ekfere, yâni en büyük küfrü yapan kimse Min eyyi şeyin hâlâkahu: ALLAH celle celâluhu onu- o insanı hangi şeyden yarattı ki?
Aslı astarı ne ki? Yaa. Onu yaratan hangi şeyden yarattığını sanıyor kendisini?
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »

مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ
Resim---Min nutfeh(nutfetin), hâlâkahu fe kadderah(kadderahu) : Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi. (Abese 80/19)

Min nutfetin hâlâkahu fe kadderah
Neden mi yarattı?
“Min nutfetin: Bir nutfeden, tek damladan”.
Nutfe; atomun elektronun çekirdeğinin etrafındaki tavafı gibi benlik merkezinin etrafında “Ben! Ben! Ben! Ben!” diye dönen bir sperm ya da ne bileyim ben daha küçük bir DNA ne dersen de bir Benlik Merkezinin etrafındaki bir sürekli atomun dönmesi gibi dönen bir Benlik Damlasıdır bunun aslı astarı.
Zâten kulluk imtihanı da bunu Anlayıştan ibârettir aslında…

“Min nutfetin hâlâkahu : yarattı”
“fe kadderah: kaderini de tayin etti.” Kaderi kadar neyse. Her şey her şeyce takdir etti “fe kadderahu” yaşadı kaderini kendi aklî tercihiyle..
Min nutfetin; yani onu yarattı bir netfeden de, sonra kaderini yaşattı.
Yeşil gözlü oldu, şöyle oldu böyle oldu, şurda yaşadı böyle yaşadı, şunu dedi bunu dedi.
Der demez vesaireyi tümünü
“fe kadderah: takdir ediverdi kaderinde, kaderi yapıverdi, her AN yeniden ŞeÂNda yaratışta..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ
Resim---Summes sebîle yesserah(yesserahu) : Sonra ona yolu kolaylaştırdı. (Abese 80/20)

“Summe: Sonra” Es sebîle yesserah
Sonra “Es sebîl: Yol ona”
“Summes sebîle yesserah: Ona kolaylaştırıldı.”
Burada ana rahminde bir damla atıldı da evet ona kimlik kişilik verildi de evet kaderi de yazıldı da evet.
Sonra çıkış yolu gösterildi de evet.
Bütün çocukların başları ana başı tarafındandayken, ayakları ana rahmi yani çıkış kapısı tarafındayken, doğacağı zaman çocuk 180 derece kendisi dönüp başıyla doğar ana rahminden.
Eğer böyle olmazsa “çocuk ters geliyor derler de tedbir alırlar doktor vs...
Hayvanda da böyledir. Hayvanda ter gelişte “el atmak” tâbiri vardır.
Eliyle hayvana el sokarda yavruyu döndürür doğurtur ki rahmetli annemin babası Tıkır Osman Dedem bu işte uzmandı köyde.
O zaman baytar maytar yok idi köy yerinde yüzyıllarca..
“İneğinin buzağısı ters gelmiş!” dendiği zaman o hayvan doğuramaz ve çaresiz ölecek demektir.
İşte o zaman el atmak, onu bilen kişi öyle ustadır ki aynen bir operatör gibi el atar ters çevirir.
Ayakları gelen buzağıyı başını çevirerek dışardaki insanların da yardımıyla hayvanı çeşitli yönlere döndürmek sûretiyle bir kere seyretmiştim.
Buzağının başı döner ve hayvan normal kendisi yavrular.

Ha burada;

Summes sebîle yesserah ; sonra onun sebîlini yani Lütfullah Bilelik Senliğini Onla o bağlantısını, yesserah; kolaylaştırdı.
Rabbi yessir velâ tuassir gibi. Yesserah.

Rabbî yessir velâ tuassir! Rabbî temmim bil-hayır: Rabbim işimi kolaylaştır, güçleştirme! Rabbim bu işi hayırla tamamla!..

inne meâl usri yusra onun gibi. inne meâl usri yusra gibi Yesserah.

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
Resim---Fe inne maal usri yusrâ(yusren) : Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.(İnşirâh 94/5)

إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
Resim---İnne maal usri yusrâ(yusren) : Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. (İnşirâh 94/6)

Yesserah. Kolaylaştırdı yani ona yolunu.
Ana rahmine çıkış yolunu kolaylaştırdı.
Hayatın her türlü yolunu serbest yaptı.
Nefes alıyor veriyor, her şey güzel gidiyor.
Kendisi şimdi tercih yapabilecek halde v.s gibi.
Ne dersen düşünebilirsin yani. Ama yolunu kolaylaştırdı sonra.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ
Resim---Summe emâtehu fe akberah(akberahu) : Sonra onu öldürdü ve kabre koydu. (Abese 80/21)

Summe emâtehu fe akberah

Sonra o hayyı mey hale getirdi. Mevt ettirdi. Vefat dediğimiz fiilen yaşamaya da mevt diyoruz biliyorsunuz.

“Summe emâtehu: Sonra onu mevt haline getirdi. Öldürdü.”
“fe akberah”
Kabere, kabir, toz, duman, yani toz olmuş, ekbere; en toz olmuş. Yani onu tozların içine soktu, kabire soktu. Kabir falan diyorlar ya..
“fe akberah: Kabre soktu.”Kabire koymak diye Türkçeleşmiş artık. Ne diyelim Kabir olarak tercüme etmişler.
Berre kudretine ermektir aslında.
Yani bir mıknatıs demir parçasını kendisine yakaladığı anda o demir de mıknatıs olur.
Onun yakaladıkları da mıknatıs olur, mıknatıslar onu..
Bir tozun içerisine toplu iğne dökün.
Mıknatısı sokup kaldırın böyle uc uca gelen toplu iğnelerle birbirini tutar.
En alttakinde mıknatıslanma o kadar zayıflar ki, denemiştim bunu artık onu alttakini yakalayamaz hale gelir çünkü o güç azalır onda ama yukardakini tutar.
İşte burada mârifet vardır.
Keban’dan buraya kadar direkle gelir de direkler o gücü koruması lâzım.
Koruması içinde Münir Derman Hocamın dediği gibi yaşaması lâzım.
Halka elini ve ağzını açmaması lâzım kalbini açmaması lâzım.

Onun için Siirtli Hocam sık sık: Çocuklar bana bir ekmek parası borcunuz var eğer param olmazsa! Başka toplu iğne dahi Allah için istemem asla! derdi ve kendisine küçük bir şey hediye edilse mutlaka karşılık verirdi.
Nüfus kâgıdımdan başka da bir belgem olmadı yok! derdi..
İşte bunlar Hakk Erenler ki kör örümceklere duyurulur!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »

ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ
Resim---Summe izâ şâe enşerah(enşerahu) : Sonra, dilediği vakit onu diriltir.(Abese 80/22)

Summe izâ şâe enşerah Sonra
“izâ şâe: Şe’en’i geldiğinde, dilediğinde, “şâe ol” duğunda”
“enşerah: onu neşr et” Tekrar var etti. Dilediği zaman yani
“Summe izâ şâe; dilediğinde”
“enşerah : Ekberah. Neşrenin en’ini getiriyor dikkat edin. Ekbere gibi. Ekberah, enşerah.
En-en yapa yapa getiriyor demek istiyorum.
Neşretmek neşerah. Neşr. Haşr-Neşr var ya tekrar neşretti yani. Her AN yeniden tekrar.
İzhar etti, ortaya çıkardı. Neşretti. Bir kitab neşr etmek gibi.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ
Resim---Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah(emerahu) : Hayır hayır, doğrusu o, hiç Allah'ın emrini tam yerine getirmedi (Abese 80/23)

Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah
Böyle olmasına rağmen, “Kellâ: Asla olmadı”
“Lemmâ yakdı : Kada etmedi, yerine getirmedi”
“Mâ emerah: Ona emredileni”
Kaza bazında görmedi yani. Muradullahtan ona emredilen takdiriydi.
Takdirin emr-i muradını görmedi.
Kaderin kazasını görmedi. Ben böyle anlıyorum.
Kaza etmek yerine getirmek ama muradı yerine getirmek.
Yahu Allah aşkına günde 5 kere namaz kıl 5 kere namaz kıl.
Her gün yeniden kıl. Yani bu neymiş değil. Neymiş değil işte bu bunu anlamak.
Bu bu burada, bu emrin, bu takdirin yani kaderin kazasını görmek. Emrin Muradını görmek meslenin ÖZü!.

“Kellâ lemmâ yakdı mâ emerahu : Ona emredilenin kazasını görmedi”
Emrettiğini yapmadı. Neden yapmadı?
Çünkü kaderin kazasını görmedi. Emrin muradını görmedi.
Neden yaptığını görmedi. Neden sabah akşam yemek yiyip duruyorsun, neden her gün aynı yemeği yiyorsun anlayamadı yani. Her gün aynı namazı kılıyorsunlan bağdaştıramadı bunu..


Kellâ lemmâ yakdı mâ emerahu

2 âyeti daha yapalım 25’te kalalım çünkü epey geçti vakit.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ
Resim---Felyanzuril insânu ilâ taâmih(taâmihî) : Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! (Abese 80/24)

Felyanzuril insânu ilâ taâmih
Tüm bunlardan sonra
“fe: mütakiben”
“Felyanzuril: Muhakkak bakmalı”.
Şimdi işte bir baksın ki,
“el insanu: el insan” iki kere geçti. Dikkat edin, bi daha geçti.
“ilâ taâmih: Taamına bir baksın”
Hani diyorum ya sabah-akşam yemek yiyor, sabah akşam namaz kılıyor. Seviyeleyemiyor diye.
Şu yediğine bir baksın. Düşünerek baksın ama.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبًّا
Resim---Ennâ sabebnel mâe sabbâ(sabben) : Gerçekten biz, yağmuru bol bol yağdırdık. (Abese 80/25)

Ennâ sabebnel mâe sabbâ
“ennâ: Biz var ya biz”
“sabebna: sabben sabba; akıtmak ama başından dökerek, çıpıtını çıkarmak-sırılsıklam etmek anlamında böyle geçecek zâten başka âyetlerde,
Onların başlarına kızgın suları dök anlamında
Öyle bir akıtmak ki bu yani iliğine kadar ıslatmak anlamında.
Ennâ sabebnel mâe sabbâ
Yağmurlar yağdırdık çok çok yağdırdık diye de tercüme edebilirsiniz. Edilebilir. İhtiyaçları kadar yağdırdık çok çok yağdırdık.
“enna; biz var ya. Sabebna; sabbeyi biz yaptık.
El mâe; su olarak. Sabbâ; öyle bir yaptık ki, ancak öyle yapılabilir. Öyle yağdırdık, öyle çimdirdik öyle gönendirdik öyle ki, Taam’dan sonra su geldi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, 29.10.2011

Mesaj gönderen Gul »


ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا
Resim---Summe şekaknel arda şakkâ(şakkan) : Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! (Abese 80/26)

“Summe şekaknel arda şakkâ: Sonra şak şak yaptık yeryüzünü şakkâ”. Toprağı şak şak ettik, yardık şimdi su ve toprak. Taam su ve toprak.


فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا
Resim---Fe enbetnâ fîhâ habbâ(habben) : Böylece onda taneler bitirdik (Abese 80/27)

Fe enbetnâ fîhâ habbâ
“Fe enbetnâ: Nebat olarak yetiştirdik” yani nebat ettik. “fîhâ: onun içinde” “habbâ”
Fîhâ; orada değil. Fî; içinde. Hâ; onun içinde.
Türkçe başka hiç tercüme edemezsin. Orada diye değil “fî hâ”. Hâ; dişi olan bir şeyin içinde “fî huve” değil yani. Hâ; dişi olan bir şeyin içinde.
“habbâ: habbe olarak. Habbeyi onun içinde yetiştirdik” kardeşim. Derken fîhâ yeryüzü müdür, insan nefsimidir, fîhâ.
Burda burda biraz önce yer geçti.
Ama bende o zaman hemen derim ki arz dişi bir kelime değildir. “Fîhâ” niye “fîhu” demiyorda “fîhâ” diyor.
Radıyallahu anha dersin kadındır.
Erkektir radıyallahu anhu dersin erkektir çünkü.
Bunun başka lâmı cimi yoktur. “Fîhu” değil “fîhâ” bu.
Yani
Fe enbetnâ fîhâ habbâ.

Onun içinde yani kim bu insandan bahsetmiyor muyuz?
İnsanın içindeki habbe nedir. Zâhir-Bâtın bilelik hakikatı nedir?
Nedir habibullah habbesi? Ya da insanlık habbesi nedir? Aslı astarı nedir?

“enbetnâ” nebat olarak yetiştirdik. Tıpkı öyle, öyle değil mi?.
Tabiki öyle tabiki öyle. Elbette öyle.
Bedelya’nın ne olduğunu Barbaros’tan daha iyi, Silâ’dan daha iyi bilen mi var, iksinin doğurtup-doğurduğu kızları?.
Nerdeydi 5-6 sene önce Bedelya, 10 sene önce?.
Nerdeydi, yok muydu,nerden nereye nasıl geldi?

Enbetnadeğil miydi?
Meryem aleyhi’s-selâm içinde öyle buyurmakta RaBBımız Teâlâ: Biz onu bir bitki gibi yetiştirdik

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

Resim---Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyya'l-mihrâbe, vecede indehâ rızkâ(rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh(indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb(hısâbın) :Bunun üzerine RABBi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya ne zaman kızın bulunduğu mihrâba girse, onun yanında yeni bir yiyecek bulurdu. «Meryem! Bu sana nereden geldi?» deyince, o da: «Bu, ALLAH katındandır.» derdi. Şüphesiz ALLAH, dilediğine hesabsız rızık verir! (Âli İmrân Sûresi, 3/37)

“enbetna” nebat olarak, sanki bir nebatmış gibi. Habba.

27. Âytete kalalım inşallah.
Bir daha, önümüzdeki cumartesi de inşallah geri kalanıyla birlikte tamamlarız.
Bu çok düşünülmesi gereken bir sûre.
Yani becerebildiğimiz kadar anlatabildiğimiz kadar anlamaya çalışıyoruz ama.
Evet abese böyle garib bir sûredir ama ilginçtir.
İnsanın abesliği anlatılır bence, aklının abesliği anlatılır.

Evet bir sorusu olan ya da bir şey sormak söylemek, konuşmak isteyen varsa lütfen buyursun!


Barbaros Can:
Hocam ordaki 26. âyet dediğiniz suyun, su akıyor ya dökdükçe dökülüyor, yeryüzünün şakka olmasından sonra onda habbe tohumları tane tane bitirdik derken habbeler toprağın içerisinde yani arz dediği şeyin içerisinde mi mevcuttu yoksa dökülen suyla birlikte mi oraya geldi?
Yani buradaki dökülen su derken diyelim ki meni’nin içerisinde kendine özgü tohumlar vardır.
Öyle mi indi rahme inen şeyler gibi tohumlar gibi yoksa indiği yerde toprağın içerisinde varolmuş olan şeylerden bu dökülen suyla mı çıktı?
Tabi su derken de o da belli değil ya!.


Hocam:
İşte buna, biz onu bir nutfeden yarattık diyor. Açık açık söylüyor.
Sonra dönüyor diyor ki Rahmâniyet, Rahmâniyetin
sabben sabba mae olarak bir damla sudan yarattık ama onun bir zincir tohumu var yalnız.
Bu sabben sabba Rahmâniyeti.
Hemen arkasından geçiyorsun, Rahîmiyete geçiveriyor.
O tohuma alıcı olan
şekaknel arda şakkân şakkâöyle kabul ediyor ki onu alâka diyorsun ne demek alâka. Alâka nedir?
Bir tek kadın yumurtası vardır.
Tek yumurtaya hücum eder, sperm..
Binlerce hücum eden vardır. Hücum edilen tektir.
Ve hücum edilen döllendiği anda diğerleri diskalifiyedir, bitmiştir savaş
.
şakkân şakkâ Şakka; ben ne diyeyim ki Barbaros?
Zâhir ve bâtın kudrete şâhid oluş yazanın şuhuda çıkışı, şimdiye çıkışı, şu ana çıkışı, şe’an’a geleni nasıl anlatacaksın ki?
Nasıl yani elindeki ay çiçeği tohumunu sokuyorsun tarlaya ve diyorsun ki “şakkân şakkâ Olacak bak Hocam!” diyorsun arkasından da diyorsun ki: “Bu böyle olur!”
Bu
sabben sabba”, şakkân şakkâ Rahmâniyet ve Rahîmiyet seviyelendiği zaman ne olur diyorum?
Diyeceğim de 27.yi bugün böyle.
Habben habbâ olur yani.
İşte onun adını Bedelya koyarsın ya da başka isim koyarsın ya da Humeyra koyarsın, Zu’l-eyha koyarsın.
Yani işte tohum böyle nebat olur diyor, habbe böyle nebat olur.
Tohum böyle nebat hale gelir. Habbe böyle nebat hale gelir.
Zincir böyle yürür gerçekten.
Ve benim bilgisayar şey olduğu halde uyumadığı halde yok açmıyorum diyor yani geçmiyor ama orda işte ve nebetna biz onu bitki gibi yetiştirdik.
Habben habbâ yani tohumdan tohuma tohumu yetiştirdik “habben habbâ” bu anlamdadır yani.
Tohum olarak tohumdan tohum olarak. Hep tohum gidecek.
Ve burda dediğiniz gibi Rahmâniyet-Rahîmiyetten çıkan bir Mâlikiyet vardır. Ama bu Mâlikiyettir, Mülkiyyet Sahibliğidir.. Rabbaniyet ve Uluhiyeti ispat ya da inkâr ya da ikrar edecektir. Çok güzeldir yani.

Bu Kur’ân-ı Kerim’in son âyetleri hep böyle güzeldir yani hakikat şeyleri daha çok güzel şeyler sıkıştırılmış gibidir.
Fakat biribiriyle çözüldüğü zamanda zevk verir.
Benim zâten huzur duyduğum zevk duyduğum şeylerdir.
Bu zâhirde de böyledir. Zâhirde olan bâtında, bâtında olan zâhirdedir yeter ki arayı seviyele aynen olmakta zâten mümkün değil hâşâ Allah bazı şeyleri gizlemiş bazı şeyleri bilmece oynuyor falan yok öyle bir şey.
Ama bizim toplumumuz ya da İslâm toplumu gerçekten Kur’ân’ın dışında kaldı. Kaldırıldık yani dışında tutulduk.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devrindeki o güzellik, o rahatlık, açık-seçik hadisler sonradan öyle bir sarıldı ki arab saçı gibi oldu.
Hiçbir şey demez hale geldi. Herşey bir muallakta kaldı.
Hayali bir Rabb, hayali bir nefs, böyle uydur kaydır bir yere gitti oysa en zeki insan aklının bile diz çöküp
elhamdülillâhi rabbil âlemin diyeceği bir sistemin içinde hazırda huzurda Hızır halinde insanlar.
Mecburen buna mahkumdur, buna muhtaçtır akıl. Her akıl, her akıl.

Onun için Friedrich Nietzsche ömrü boyunca yaratılan insan düşmanlığı yapmıştır. “Zayıf ölsün, üstün İnsan ki Alman Milleti yaşasın!” demiştir. Yahudi zihniyetini Alamana maletmiştir.
“Zerdüşt böyle dedi” eserini 7 kere okumuştum ateizmin babası herif..
Biliyorsun 1844’de yaşamıştır ve Bismarck’ı falan bu hale getiren odur.
Almanların savaş çıkarmasında sebepte odur. Üstün insan olduğunu yahudilerden ilham alarak o daha beterini kurmuştur.
Ve zayıf insan ölsün alman ırkı böyle üstün ırktır hepsini yok eder felan meşfekan ordan gelmiştir.
Bu kişi sonunda bir bakım evinde yani imarethânede can vermiştir.
O zaman yanındakiler-talebeleri diyorlar ki: “üstad sen ömrün boyunca zayıf ölsün diyordun, şimdi bak ablanla birlikte buaradasın neden?”
Önce ablasına sığındı sonrada şimdiki yaşlı bakım evleri gibi bir yere götürdüler.
Cevâbı ne olmuştur: “Ya yanılmışım ya da bunadım!.”
Yani “Öldürün beni!” dememiştir.
Çünkü hep hayatı boyunca dediği: “Zayıf ölmelidir!.”
Şunu demek istiyorum. İnsan öyle çok zeki bir insandır.
“Zerdüşt böyle dedi” basit bir kitab değildir.
7 kere okumuşumdur onu. İyi anlamak için. Küçük bir kitabtır, tercümesi ne kadar doğru onu da bilmiyorum ama o bile çok şeydir.
30 milyon insan Friedrich Nietzsche’ye o kitabın yazıldığı devirlerde bağlı olduğunu söylüyor yazanı, yani öyle bir önsöz yazmıştır. Doğrudur da yani.
Çünkü ateizimden daha ilerdedir, materyalizimden de daha değişiktir yani o zamanki Almanların çoğu da aynı fikirdedir.
Hitler dahi öyleydi ve dünyayı kana boyadı.
Yani insan en zekisi dahi yarım nefes alıp veremediği için diz çökmek zorunda kalır yeter ki siz ona insanca anlatın.
İnsana insanca anlatın. Herkes anlayacaktır.


“Nasıl anlatalım?” ın tek cevâbı vardır: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi ANLAtmayı BİLelim, BULalım, OLalım, YAŞAyalım inşALLAH!.”
Allahu zu’l- celâl bizi Zahmet İnsanlığından Rahmet İnsanlığına çevirsin!.
Birbirimizi birbirimizin hakka ve hayra edeb vesile zinciri yapsın!. Bizi el ele Allahu zu’l- celâl’in eline kadar yani Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve Allahu zu’l- celâl’in eline kadar Hasbî Hizmette, Habibî Hizmette kullansın!.
Gözlerimizi ve Gönüllerimizi üst yerlere çevirtmesin inşaALLAH.
Allahu zu’l- celâl bize MuhaMMedî Makamların tÜMMünü versin, hazmını da versin.
Buna itiraz ve isyan edecek benlik başlarımızı MuhaMMedî mahviyette mahvetsin ki bizi kurtarsın hakkı ve hayrı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vahyinden kalblerimize ilham yağmurları yağdırsın.
En taze, en diri, en hayy olanından.
Yani ENden kastım; şu an içinde olmak kaydıyla demek istiyorum fiilen inşaALLAH.
İşte o zaman Geçmiş-Gelecek-Şuan Allahu zu’l- celâl’in, AN ne demektir AN?
Nurullah’ın Ayan-ı Sabiteye geçişidir.
AN öyle bir şeydir ki ben anlayamıyorum ki tam anlatayım!
Ama anladığım şu ki, “şu anda Keban’dan benim ampule elektrik geliyor” dediğim zaman bu “Şu AN, şu AN, şu AN, şu AN!” desem dahi yetiştiremem çünkü onun gelişi çok daha hızlı ve uzakta iseniz mesela Hasan Dağından bakarsanız geceleri Aksaray’ın elektrikleri göz kırpar.
Ama Helvadere size yakın bir kasabadır oranın ki size göz kırpmaz.
Ben bunu sormuştum deli Anşa’ya ordakilere.
Bu niye göz kırpıyor da bu niye göz kırpmıyor?
Deli Anşa dedi ki; “bilmiyon mu uzaktakiler göz kırpar yakındakiler göz kırpmaz” dedi.
“Yakındakiler göz göze göz iken gözkırpmaz!” diyor.
O öyle anlıyor. Işık hızını falan bilmiyor.
Ama deli Anşa çok şey biliyor.
Onun için zâten bizler Allah’ın izni ve inâyetiyle hep beraber;
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
GEÇMİŞe TEVBEsinde, GELECEĞe DUASInda, ŞU ANa RIZASInda, SON NEFESTE ŞEHÂDETİnde BİZ BİR-İZ ya Rasûlullah!” deriz inşae ALLAH!.
“Eşhedü enle MuhaMMede’r-Resûlullah” ta.
“Eşhedü enla ilâhe illâllah eşhedü enle MuhaMMede’r-Resûlullah” inşae ALLAH.

İnşaALLAH, ben bugün baya SALLadım heralde ama vakitte bayağı geçti, hakkınızı helâl edin kusura bakmayın ama benim ancak böyle gidiyor.

“Allahumme salli ve sellim ve barik ala seyyidina MuhaMMedîn abdike ve nebiyyike ve resûlike ve nebiyyil ümmiyi ve ala alihi ves-sahbihi ve ehl-i beytihi”

Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedü en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke. Velhamdülillâhi Rabbil âlemin.

Allhu zu’l- celâl’in inâyeti, hidâyeti, ve selâmeti üzerimize olsun inşaALLAH.

Es Selâmu aleyküm ve rahmetullah

“Ve aleyküm es selâm ve rahmetullahi ve berakatuhu”

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti (I-II)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Es Selâmun Aleyküm ve Rahmetullah.

Eûzu billâhis-semî'il-alîmi mineş-şeytanir-racîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke.
Velhamdülillahirabbulâlemîn.
Allahumme salli ve sellim ve barik ala seyyidina Muhammedin abdike ve nebiyyike ve resulike ve nebiyyil ümmiyi ve ala alihi ves-sahbihi ve ehl-i beytihi Ya Erhamerrahimin Ya Allah celle celâluhu
İyisiniz inşallah?..
Gül: Allah razı olsun hocam, iyiyiz çok şükür.
Allah iyilik versin. Bizde iyiyiz çok şükür. Biraz çarşı Pazar yaptık bugün Nuriye gelmişti. Aslında geç, saat değiştiği için 21.00 çok geç oluyor galba ama. Barbaros’un durumu nasıl bilmiyorum saat ayarlamaları nasıl Barboros senin?

Barbaros: 1 saat geriye alabiliriz hocam.
Çok iyi olur. Geç, insanlar işe gideceği için de sabah burada yani 8’de başlasak 11’de falan bitiririz rahatça uyurlar yanİ uyunur iyi olur gibi gözüküyor. İnşallah önümüzdeki hafta 8’de başlarız.

Barbaros: Tamam hocam inşallah.
Sence de uygun mu Humeyra?

Humeyra: Anlayamadım hocam. Selamun aleyküm. Bana mı seslenmiştiniz?
Evet sana seslenmişiz. Demişiz 1 saat.. 20.00’de başlasak iyimi yani 8’de başlasak.

Humeyra: Yakında dikiş makinası vardı, dikilecek az bir yerim vardı gittim başına o yüzden yanında değildim bilgisayarın çok net duyamadım. Benim için uygun hocam, her saat uygun benim için. Çünkü zaten geç saate kadar burda duruyorum. Erken saatte de gene buradayım zaten. Halimcan’ın yetişmesi için biz 9 demiştik.O gelmedi. Ona sormak gerekirdi aslında onun içinde uygunsa siz nasıl isterseniz ben aynısına razıyım.
Oldu inşallah soralım O’na da soralım. Yani öyleyse öyle olur ama yani bizim için düşünüyorum ben. Geç kalmanın zor olur diye düşünüyorum.
-Evet Barbaros nerden neden SALLıyoruz bugün salıysa.

Barbaros: Bilmiyorum hocam. Abese suresi 27’de kaldık. Ona mı devam edeceğiz yoksa genel mi konuşalım diyorsunuz?
-Siz bilirsiniz. Abese’ye devam edelim mi?

Barbaros: Bence onu bitirsek iyi olur diye düşünüyordum hocam.
Tamam inşaALLAH öyle yapalım.

A-BE-SE: Güzel bir şey yani. Herşey lütfuyla ortaya çıkıyor yani kelimelerde kendi içinde Arapçada çoktur böyle. Aynı fiil o işi yapmayı ya da yapmamayı gerektirir. Bir -an- eki alır. An eki aldı mı zıt ben bunu değil tersini yapıyorum anlamına gelir. Arapça çok güzel bir dil tabi. Bizimde Abese’de böyle bir kelime yani Çehresini çattı demek. Abus surat-çatık çehreli., asık yüzlü, yüzü ekşi, diye. Somurtuk suratlı insan anlamında şey olmuştur yani meşhur olmuştur.. Ama 27’de mi kalmıştık Barbaros.
Barbaros: 27’de kaldık hocam.

Evet. Bakın;

قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ
Resim---Kutilel insânu mâ ekferah (ekferahu) : Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! (Abese 80/17)

“kutule” öldürülsün, katledilmiş olsun. Katletmek neyse yani katletmek bir insanı her şeyinden vazgeçirir. Bedeninden, nefsinden, kalbinden, ruhundan, işinden, gücünden varlığından keser. Kahrolmak kelimesinin anlamı Türkçede belirsiz bir kelimedir.
Yani “ne olur kahrolunca” Dersen, cevap yok. Mahvolmuş gibi bir kelime. Halbu ki “katale”; can damarı kesilmiş, ölmüş yani. Mahvolmuş.
“kutilel insânu” Kahrolası insan diye tercüme ediyorlar ama, katil, katledilmiş olsun, öldürülmüş olsun o insan anlamında, ağır bir kelime. Hele bunu Allahu zul celâl söylüyorsa yani. Mahvolsun o insan!.

“mâ ekferah”:
“mâ”; o şey ki,
“ekferah” neyden dolayı o, şundan dolayı olsun ki, kâfir değil, ekfer en büyük kâfir yani. Kebir, ekber. Kefere, ekfer. Yani ‘e’ harfi bir ismin başına geldi mi onu ‘en’ yapar.
Hamd-Ahmed: En hamd eden.
Burda da ekfere geldi 17. Âyette.

مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ
Resim---Min eyyi şey’in hâlâkah(hâlâkahu) : Allah, onu hangi şeyden yarattı? (Abese 80/18)

“min eyyi şey’in hâlâkah” Hangi şeyden onu yarattı? Bir nutfeden. Halaka’dan.

مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ
Resim---Min nutfeh(nutfetin), hâlâkahu fe kadderah(kadderahu) : Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi. (Abese 80/19)

“ Hâlâkahu fe kaddereh” Bir nutfeden. Spermden.
“Hâlâkahu” onu halketti.
“Fe kadderah” ve kaderini tayin etti. Kadarını, ne kadarını yani Maddî-Manevî, Kimlik-Kişilik, Nicelik-Nitelik ne YAŞAyacaksa Takdir etti, onu kader haline getirdi. Sünnetullah,Yaşama yolu haline getirdi. Çıkılamaz tek raylı, raya oturmuş gibi tek yönlü yani illâ ve illâ. “Olmazsa olmaz!” yaptı.
min nutfetin, hâlâkahu fe kaddereh
Şu İnsanoğlunun aslı astarı bir nutfedir.
Kadarı, Kaderinin elinde bir damla sudur yani. Kaderin yolunda.
Muradullah, Emrullah, Sünnetullah, Şeenullah.. Mahşerullah Akar gider bu BİR DAMMla Suyumuz..

ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ
Resim---Summes sebîle yesserah(yesserahu) : Sonra ona yolu kolaylaştırdı. (Abese 80/20)

Sonra yolunu kolaylaştırdı.
“Yesserahu” onu kolaylaştırdı. Nereye? Yola kolaylaştırdı. Ona yolu kolaylaştırdı. Yani sebilini hayatta niyetiyle amelinin bile olacağı ona bütün lütfunun kaynağı sebebi olan neticede bir insan çoluğuna çocuğuna bakıyorsa niye bakıyor, bu benim devamım olsun diyor. Yani bir yolu var onun. Bir iş yapıyorsa sebebi var, sebepler, küllî şeyin sebebi var. Her bir şey sebep zinciriyle… Sebil oldular.
“Sebil, Sebilillah” Allah’ın yolu.
Sebiller vardı Osmanlı Döneminde eskiden ıssız dağ başlarında çöl yollarında..
Belki bin yıldır belki çok uzun yıllar yürümüştür ALLAH Rızasına bu su Sarnıçlarına-KÜPlerine SAKÂlık-Suculuk.. sonra hepsi mahvolmuştur. Çeşmeler, sarnıçlar, aşevleri tüm sebildir bunlar.
Allah için, Allah yoluna serilmiş şeylerdir.


ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ
Resim---Summe emâtehu fe akberah(akberahu) : Sonra onu öldürdü ve kabre koydu. (Abese 80/21)

“Summe emâtehu” sonra mevt etti onu, öldürür, son verir. Hayyı meyyi, hay, hayyat, meyyat. Hayyat, meyit.
Meyit ölü demek de hayıt ne demek. Hayyıt de hayat, hayat dediğimiz şey hayye, ölüm dediğimiz şeyde meyye yani zahir ve batın yaşayışın “y” leri dediğimiz yaşayışların Hakikatı Hayy’dır. Mâsivâsı ise Hakk’a giden Hayy’dır. Mâsivâsı ise ölümdür yani. Ölü ölmüş, ölüymüş bir daha ölmüş gibi… Oysa ASLından AYRılmış her fASL DaMMlası gÖLgeydi bu Âlemde..
“fe akberah” kabere konmak. Birr takva kuvvetine ulaşmak. Rüşd bileliğinin kudretine ulaşmak. Amacının sonucunun neticesine varmak. İşte bu. Niye kabir demişler ona da başka yani mezar var şu var bu var. Kabir insan yaradılış gayesinin sebebinin sonucu olduğu için, Kudretullah’a ulaştığı içi, dahası kalmadığı için, “bir gün daha kalacağım, bir işim vardı” denemediği için.. Onlar aileleriyle vasiyetleşemezler. Bir sayha ki o sayha onlara geldiği zaman bunları indirir. Bir daha bizim işimiz vardı bir kelime dahi konuşamaz. Elini ayağını çekemez. Bir ömür kullandığı eli ayağı onun sözünü tutmayıverir artık. Bu hep akberah, kaberenin en büyüğü, en büyük kabirdir. Onun mevt edilişi.
küllü nefsun zaikatul mevt her nefis o mevti tadıcıdır.

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri): Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Âli İmrân 185/3)

“ve akberah” denizde kalsa kabire konmamış mı olacak yani. Kabire konmak bedeni bir toprağa gömmek anlamında gibi gözüküyor halbu ki esas kabir, insanın kendi beden mezarında ruhunu, nefsini, kalbini öldürmesidir.

ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ
Resim---Summe izâ şâe enşerah(enşerahu) : Sonra, dilediği vakit onu diriltir.(Abese 80/22)

Sonra epey zaman geçer “summe” Arapça’da “ve” sonra demektir. “fe” hemen sonra demektir. “ve” ise daha sonra demektir. “Summe” ise çok sonra demektir.
Desen ki Ahmet ve Mehmet gir bir odaya. Bunlar beraber girmişler. Ahmet fe Mehmet desen. Ahmet girmiş, oturmuş mütakiben kim gelmiş? Beraber girmemişler. “Fe” biraz sonra girmiş ama mütakiben girmiş. “summe” dediğin zaman aradan saatler geçmiş zamanlar geçmiş, yıllar geçmiş..

her neyse “summe: sonra” “ve”demektir aynı zamanda. Bir olay oluyor çünkü. “summe” kelimesi de ‘ve’ gibi, ‘fe’ gibi kullanılır. Bağlaçtır. Ama çok sonra demektir. Ve beraber demektir. ‘fe’ ise mütakiben demektir.
“Summe izâ şâe” sümme sonra bileliğinde “şâe” ettiğinde . “Şâe” dilemektir. “İnni şâe”; eğer bu şâe Nurullah’a çevrilirse yani hayat içinde neşet bulursa, şeen bulursa, inşâe olursa, yapılırsa, bina inşa etmek gibi olursa, yaratmak olur. Yaşatmak olur. Ona sadece şâe olduğu zaman niyeti var, dileği var yani içinde henüz onu daha amele koymamış. “izâ şâe enşerah”ne zaman ki diledi o zaman ne yapar? Onu derhal şe’en-e sokar. Neşreder. Onu diriltir diye tercüme ediyoruz. Yeni bir hayat, yeni bir âlem başlar.
Herşeyde böyle değil midir? İnsan sokağa çıktığı zaman bir âleme çıkar. Banyo yapmak için banyoya girse yeni bir âleme girer. Her ne ki işte câmideki bir insan bir câmi âleminde başka bir yere giren insan o âleme neş’et bulur, gelişir hayat bulur. O âlemde neşre girer. Neşretmek kitap yayınlamak gibidir. Olmayan bişiy karşınıza yepyeni bir kitap gibi çıkar ortaya.

“Enşerah” neşerah: neşrolur. Enşerah: en neşrolur. Öyle neşr olur ki A’dan Z’ye yeniden. Basit bir şey değildir neşr.
Yani Barbaros, ufak kızımız Bedelya’ya bakıp da “ne var canım işte çocuk!” diyemez.
Onda yani Bedelya’da, bütün geçmişin, Âdem aleyhi’s-selâm’ın kanı, canı, teni olduğu gibi daha kıyamete kadar gelecek binlerce kendinden sonraki torunlarının da kanı, canı, teni ve her şeyi vardır. O ondandır. İki uçtanda ondandır. Geçmiş ve gelecek bakımından. O öyle bir neşereden daha çok enşerehtir. Yani neşredilen değil en neşredilendir.
Neden en’dir. Çünkü şu an da fiiliyattadır.
Dedesinin dedesini bilmiyoruz kim olduğunu?
“Ben biliyorum hocam!”
İyi biliyorsun da deki üçüncü dedeni bilmiyorsun. Yüzüncü dedeyi bilmiyorsun? Bininci dedeni bilmiyorsun. Yani bunu bunu bilemezsin. Daha ilkokula giden çocuğun torunu, bildiğin şey şu anda en bildiğin şey kendisi. İçindeki KUTU açıldığında TORUNları SAÇılacaktır.. Onun için “en şerehtir.”
İşte Allah celle celâluhu dilediğinde tekrar mevt olanlara meyyit olanlara tekrar hayyat eder fakat hayyat niye kullanmıyor çünkü hayylık imtihan salonundaki bir iştir. Bir kere insan bu kalıba girip bu âlemde ortaya çıkar, varlık gösterir, yaşar. İmtihan salonuna bir kere girer. Durmadan imtihan olmaz.

Bismillâhirrahmânirrahîm. Enşereh.


كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ
Resim---Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah(emerahu) : Hayır hayır, doğrusu o, hiç Allah'ın emrini tam yerine getirmedi (Abese 80/23)

“Kellâ” asla olmadı.
“lemmâ yakdı mâ emerah” katiyen olmadı asla. “la” muhakkak ki “mâ yakdı” kada etmedi, yerine getirmedi. İşlemedi. “mâ emerah” emr-ömr.. olan işleyen demektir. Emrolan da mutlaka işlenmesi istenendir. Nasıl olsa yaparım değil illâ yapacaksın!. Ne gibi?
Nefes almak gibi. Eee canım bu kadar yıldır nefes alıyorsun 5 dakka almayıver değil!.
Almak zorunda o –emere-. Yani su değil ki bu bir saat sonra içeyim ölmem nasıl olsa deyecek. Nefes nefesss!. Ordaki emir, su içmek, ekmek yemek, müzik dinlemek gibi değildir. Kalbim bu gün çalışmasın değildir. Ya da 5 dakka çalışmasın değildir. Onlar küllî şey kendisine verilen emirle hareket eder. Terbiyeleri öyle yapılmıştır. Rububiyet tecellîleri.


فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ
Resim---Felyanzuril insânu ilâ taâmih(taâmihî) : Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! (Abese 80/24)

“Fe’l-” fe bak geldi. “Fe” burada yemin anlamında değildir. Ya bu anlatılanların mütakibi şudur ki bu kadar şey niye anlatıldı “fe”, “ve” söyleyeceğim tek “ve” vardır.
Yani Türkçede hep ve aynısı bir“ve” dersin. Beraber yapsa da “ve” dersin. Biraz sonra olsa da aynı şeyi söylersin. Ahmet geldi ve Barbaros. “fe” Barbaros geldi, “sümme” Barbaros geldi. Tümünü “ve” ye toplarsın. Burda Arapçada ise ayırır. Güzelliği buradadır.
“Felyanzur” bu kadar 23 âyette anlatılanlara rağmen “yanzuru” baksın. O baksın. Kim?
“Felyanzuril insân.” O insan bir baksın. “ilâ taâmih” taâmına bir baksın. Taâm; yemek Türkçede ne olursa olsun yemek. Yemek çorbadır, pilavdır anlamında değil. Hayatı devam ettirebilmek için gıda almak mecburiyeti var ya, o işi, onun tümüne birden “taâm” denilir. Herhangi bir meyvedir, aştır değil.
Taâm mâsivâ ayniyetine taraf oluştur. Allah’tan başkalık anlamına gelen bir vücud taşıyış. Hayatın, vücudun devamı için Ayan-ı Sabite’ye yüklenen tarafcılıktır. Mâdem bu çarşıya geldin imtihan âlemine o halde “mutfakla tuvalet arasında imtihan” olacaksın!. Beden kalıba gireceksin. Ama bunlarda önemli değil. Önemli değil de gireceksin. Eee bunu çıkarıyorlar 1000 sendir yatıyorlar, tamam gireceksin. Gelecek binlerce insan var henüz gelmedi. Sen şu anda gireceksin çünkü ordasın. Bir baksın taâmına bakalım bu hayatı devam ettiren gıdaların temelinde ne var bir baksın.


أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبًّا
Resim---Ennâ sabebnel mâe sabbâ(sabben) : Gerçekten biz, yağmuru bol bol yağdırdık. (Abese 80/25)

Biz o insanı bir damla sudan yarattık ama gıdasını da.. “Ennâ” biz var ya biz , nahnu demiyor bak. “Ennâ” “Biz, Biz” diyor. Kim?
Biz var ya biz öyle deriz ya. “Sen beni biliyor musun beni?” diyor adam değil mi? Ne diyor?
Tehdit ediyor. Çok şey söyleyecek onla söylüyor. “Sen beni tanımıyorsun, çok güçlüyüm, kötülük yaparım bak!” anlamında söylüyor kavgacı adam..

“Ennâ” Biz var ya Biz “sabebnel” “sabba” çimdirmek demektir. Başından döküp dönendirdik demektir sabba. Çok geçeçek. Başlarına kaynar su dökülmesi vs. diye. Döküm derken böyle bardaktan dökülen su değil iliğine kadar işlesin anlamında.
“Ennâ sabebnel mâe sabbâ” biz bu suyu öyle bir çimdirdik onlara, öyle bir dönendirdik, öyle bir yağdırk ki yağmurlar yağdı gibi kelimenin içine sokamazsın bunu.
Ennâ sabebnel mâe sabbâ o bir damla sudan yaratılanı bir damla bir derya yaptık başında. Sebeb burada sabeb olmuştur. Sebeplere sahip çıkmak vardır çünkü. Bu âlem sahiblik âlemidir. Sahabede böyledir. Habbe’ye sahip çıkmaktır. Burada habbe değil sabba doğrudan doğruya hakikatına ermeden bu bileliklere sahip çıkış vardır sabba’da. Bu rahmet midir zahmet midir o biraz sonra anlaşılır. Ennâ sabebnel mâe sabbâ
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »

Barbaros: İnsanı şeye mi soktuk diyor yani sebeb-sonuç zincirlerinin yağmurunun içine, suyunun içine koyuverdik mi demek istiyor yani Hocam!.

-Evet, eğer buradaki “sad”ı “sin” yapsaydı yani “sebebna” olsaydı biz onu sebeblere boğduk olurdu. “Sabbâ” “sabebnel” olduğu için “sabbâ” öyle söylüyor. “Sabebna” en sondaki “na”; biz demektir. Geldik desen biz demene gerek yok ‘–dik’ten anlarız ki siz gelmişsiniz. Geldiler desen ‘onlar’ın olduğunu ‘–lar’dan anlarsın. Burdaki ‘na’ böyledir. Yani sondaki na fiilden değildir. Ektir yani. Biz diyor. Sabebna, biz sabbâ yaptık. Eğer buradaki sebeb olsaydı sebeblere boğduk olacaktı. Sabebna, sabbâ; başından döküp ona bandırmak dediğimiz gibi, bende diyorum ki onun için sebelere sahip çıksaydım “sin” “sad” olurdu. Buradaki sebebler ama sahip çıkılan sebebler. Hepte öyledir zâten. Hatta benim doğumum, benim ölümüm doğum ve ölüme dahi sahip çıkar insan. Hayatta her şeyine sahip çıkar. Bedenine sahip çıkar, nefsine sahip çıkar, Allah’ına sahip çıkar, şeytanına sahip çıkar yani sebebler âlemedir burası bir sebbe fiili sebeb fiili yani bilelik zâhir-bâtın bilelik sende midir? Evet sendedir. ‘Sin’dedir, ‘sen’dedir. Sen-de ve Sin-de oluşu onu diyorum. Yâ-sîn’de öyledir zâten. “Ey Sîn” der sanki “ey insan”der gibi. Nurullah’ın senliğini kendi gönlünde görüşündür. Bu doğrudur. Allah’ın nurundan yaratılmıştır, Haktır ancak sahip çıkarsan yanlıştır. Çünkü dedim ya demin “şâe” dilemektir. Bu nurlanırsa “inşâe” olur. Nasıl nurlanır. Herşeyi yaptık işte hocam, teli çektik, trafoyu koyduk sigortayı koyduk ampulu taktık. “şâe” ettik. “İnşâe” oldu mu? Gerçek inşâe nedir? Lambanın yanmasıdır. Eee yanmıyor inşâe olmamış demek ki arıza yapmıştır ya da bağlantı kuramamışsındır birşey olmuş bu BİLE likler zincrini “SîN” e yüklersek SENliğe yüklersek sebeb gibi gözükür ama “sababna” olunca o sebebler başına geçer sahip çıktığın için. Öyle midir? Öyledir. Yani sebeb Keban’dan buraya kadar gelen ağzı açık bir kablo, çıplak kablo her insanı çarpar. Sebeb, çünkü sebebler zinciri onun kendisine uygun bir sebeb sonucu ister. Onun adına Türkçe PRİZ derler. Türkçe Priz derler. Aksi taktirde sahip çıkarsa ne yapar?
“Sebba” olur yani o ceryan ona bir öyle iş keser ki Keban onu yakar atar yani. Ateşin içine düşmüş gibi ateşi buraya kadar getirdiği için “Sebba” yapar. Bütün vücudunu aynen her hücresini çarpar ceryan sanki bütün hücreleri bir insan gibi suya batırılmş gibi ceryana batırılıverir. Bu güzel bir şekilde açıklar bunu demek istiyorum. Sebba böyle bir fiildir çünkü. O sebebler kendi başında kendinde kalır.


Gül: Bir şey soracağım da bu anlattıklarınızla ilgili yani çok iyi anlamadım aslında da şöyle bir çağrışım yaptı sanki âdemden âlemin çıkması gibi yani âdem-âlem ilişkisi gibi bir şey öyle aklıma geldi ama…

-Öyledir zâten şimdi başlıyor zâten “şak şak!” oldu demeye. Burda bir benzetme değil bir anlayış ve seziş işidir ki “arz” dendiği zaman “yer” dendiği zaman beden anlaşılır. Kadın anlaşılır. Rahimiyyet anlaşılır kısaca.
Gök dendiği zaman ise semâlar dendiği zaman ise erkek anlaşılır. Yani âdem anlaşılır. Rahmaniyyet anlaşılır. Bu doğrudur da. Kadın “harsekum” buyuruyor Allah Teâlâ. “Tarlanızdır” buyuruyor.


نِسَآؤُكُمْ حَرْثٌ لَّكُمْ فَأْتُواْ حَرْثَكُمْ أَنَّى شِئْتُمْ وَقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّكُم مُّلاَقُوهُ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne) : Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele! (Bakara 2/223)

“Hars” Arapçada doğrudan doğruya tarla demektir. “Harsekum: tarlanız”.. nasıl istiyorsanız öyle yaklaşırsınız. Siz oraya hangi tohumu ekerseniz onu elde edersiniz. Başka ne iş yapar bu. Başka bir şey yapmaz. Tek iş yapar. Hangi tohum ekilirse o tohumu çoğaltır o kadar. Hayır hocam öyle yapmaz. Arpa ekeriz o tutar bize buğday verir ya da domates verir. Vermeeez. Veremeeez. Sünnetullah gereğince o tekliğin, yaratıcılık vasfının tezahürüdür. Onun için buyuruyor ki;

ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا
Resim---Summe şekaknel arda şakkâ(şakkan) : Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! (Abese 80/26)


Sonra arz, yeryüzü yani, şak şak oldu. Şaklanmak var ya Arapçadan geçmedir. Şak şak oldu. Yani yarıldı. Göz göz yardı..Göz göz yok burda. Öyle yardık öyle bi yardık ki demektir “şekaknel arda: bir yardık bir yardık ki görme!” demektir. Çok yardık anlamında. Şiir gibi zâten. Nasıl şakka olmuş.
Kur'ân-ı Kerimde dakkan dakka, şakkan şakka gibi, hakkan hakka gibi kelimeler çok geçer. Burda
“şekaknel arda şakkâ” buraya nerden geldik? Nerden geleceğiz hani onu bir nutfeden yarattıydık ya evet onun hikayesi onun su masalı anlatılıyor “mâe” su demektir aynı zamanda elif geçişiyle İLEliktir. BİLElik değil İLEliktir. Yani yüzük-parmak gibi İLEliktir.
İLElik ne? BİLElik ne?.. Şimdi anasının karnında bir çocuk doğumuna 5 dakika var. Nasıldır anasıyla. BİLEdir. ANNe Zehir içerse o da zehir içer, yaşarsa o da yaşar. Herşey aynı candır. Nasıl bir BİLEliktir bu. İLE BİLEliktir. Çünkü sürekli olamaz. Gözü değildir meselâ karnındaki çocuğun. ANNe, gözüne parmağını sokup çıkaramaz çocuğunu çıkardığı gibi. O “mâe” ileliğidir. Su ve su gibi bir İLEliktir.
“Ennâ sabebnel mâe sabbâ(sabben): Suyu döktükte döktük döktükte döktük yani yağdırdık” buyururken, bu İLEliğide yağdırdı yalnız. İnsan soğuk ile olur. Soğukla bile olunmaz soğukla bile olursa sıtma tutar. Sıcakla ile olur. Dışardaki 60 derece ise bir klima koyar 30’a indirir rahâtına bakar. Amma ateş içerdeyse buzda koysan o ilelik bir ilelik değil bileliktir can ateşine düşmüştür içinden yanıyor. O dışarının sıcaklığı gibi değildir. İçeriden geliyor.

Şunu anlatmaya çalışıyorum ben “İle” ve “Bile” diye Barbaros anlattığım şey sistemâtik açısından söylüyorum. İle-lik ve Bile-lik kelimeleri Türkçe anlatabilmek için kullanıyorum ama çok doğru bir tabirdir yalnız. Onun için söylüyorum ki, anne karnındaki doğmamış bir bebek annesi “ile” değil “Bile”dir. Ne zaman iledir çıktıktan sonra iledir. Ne kadar?
İşte belli sistemler içerisinde. Bir tavuk, civcivine kedi veya insan yaklaşsa o bir canavara kesilir böyle saldırır yani hayvan. O karnındaki yumurtanın içindeki bebek değil ama belli bir süre Allah onu öyle yaratmış ki o ile-liği Bile-lik Bile-ye yakın kullanır. Sonra zaman gelir biraz büyüyünce hiç farkında bile olmaz. Hayvanlarda dahi çünkü o et-tırnak Bileliği, parmak yüzük ile-liğine dönüşmüştür. Ben parmağımdaki yüzüğü çıkardım nereye koydum bilmiyorum bura bir yere koymuşumdur. Ama asla tırnağımı çıkaramıyorum. Kaldı ki tırnağımın çıkması hiç iyi değil çünkü BİLElik BAĞım kesilir. Parmağımdan çıkan tırnağı çöpe atmamız lâzım. Benden ayrıldı artık ona gerek yok. Onun için çok kötüdür zâten. Onun için çok kötüdür ‘ekferah’tir zâten. Anladım yani.
Benim firavundan bir Rabbim vardı câhilken, ben onu sepetledim. İyi etmişim. Ama bir şah damarımdan yakın Rabbim vardı O’nu da dediğin anda bir dakika kardeşim anladım bir yanlış yapmışın yüzüğü çıkarmışın ya da takmışsında sen şimdi parmaktan, candan yani tırnaktan bahsediyorsun. Tırnak işi öbürüne benzemez. Onun için ‘ekferah’tir zâten. Kendi özlerindeki Rabblerini kaybedenler sonsuz Rabb bulamazlar değil mi?
Kocasına kadın “Rabb” diyor çağlar boyunca. Yasaklanması, neden yasaklıyor Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem. Kendisinden İslam’dan önce “Rabb” diyorlardı kocalarına kadınlar, köleler efendilerine Rabb diyorlardı. Krallara, emirlere idare edilenlerin tümü “Rabbımızsın” diyorlardı. Çünkü orda ‘ile’lik ‘Bile’lik farkını çıkardı İslam.
Türkçemizin kelimeleri kısıtlı olunca Arapça Mevlânâ dense de, seyyid dense de Türkçe karşılığı aynı ve tek kelime “efendi”.. Oysa;

Mutarrif İbnu Abdillâh, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Benî Amir heyetiyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gitmiştik: "Sen bizim efendimizsin!" diye hitap ettik.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Efendi, Allah'tır!" buyurdular.
Biz: "Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!" dedik.
Bize:
"Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi (mübalağalı medihlerde) koşturmasın!" buyurdu.
(Ebu Davud, Edeb 10, (4806)
Seyyid, efendi, sahib anlamına gelmektedir. Bu bakımdan hadis, "seyyid" yani "efendi" kelimesini hakiki mânâda insanlara izafe etmeyi yasaklamaktadır. İnsanların alnından tutup, onları gerçek mânâda idare eden Allah'tır. Bu anlamda Seyyid Allah'tır.
Ancak âlimler, bunun insanlara, daha hususi mânâda kişilere izâfe edilerek kullanılmasını caiz görürler. Nitekim;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben âdemoğlunun efendisiyim. Bunu söylemem övünmek değildir."

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
(( أَنَا سَيِّدُ وَلَدِ آدَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَأَوَّلُ مَنْ يَنْشَقُّ عَنْهُ الْقَبْرُ، وَأَوَّلُ شَافِعٍ ، وَأَوَّلُ مُشَفَّعٍ.)) [ رواه مسلم ]
"Ben, kıyâmet günü Âdem oğlunun efendisiyim. Kabri ilk açılacak (haşrolunmak için kabrinden ilk çıkacak) olan benim, ilk şefaat edecek olan ve şefaati ilk kabul edilecek olan da benim." Buyurmuştur.
(Müslim; hadis no: 2278)

Yani: "Ben bunu övünmek için değil, Allah'ın bana verdiği nimeti anlatmak ve açıklamak için söylüyorum." demek istemiştir.
Nitekim Buhârî'de gelen bir rivâyette Hz. Ömer (ra): "Ebu Bekr bizim efendimizdir." demiş ve Bilal'i kastederek: "Efendimizi azad etti."
diyerek sözlerini noktalamıştır.
(Buharî, Fezâilu'l-Ashab'ın-Nebi 23; Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)
Konuyla ilgili Başka bir rivâyet:
“Beyaz elbiseler bürünmüş uzun boylu bir grup geldi ve birbiriyle konuşup şöyle dediler:
"Bu kula hayır verilmiştir, gözleri uyur fakat kalbi uyanıktır.. Sonra dediler ki; “bazılarımız onun için bir misal verelim, bir kısmımız da onu açıklasın” dediler. Bunun üzerine onlardan bazıları: “Bir seyyid / Efendi sağlam bir saray yapar, sonra da bir ziyafet vererek insanları davet eder, bu davete icabet etmeyenleri ise cezalandırır.” şeklinde bir misal getirdiler ve bazıları da onun tevilini şöyle yaptılar:
“Misaldeki Seyyid/Efendi Rabbu’l-âlemindir. Saray ise İslam’dır. Ziyafet ise cennettir. İnsanları Ziyafete davet eden ise Odur (Hz. Muhammed’dir). Onun bu davetine icabet eden cennete, icabet etmeyen de cehennem gider.”
derken, Hz. Peygamber (a.s.m) uyandı ve söylenenleri işittiğini, onların bir grup melekler olduğunu söyledi..”
(Müsned, I/399).
Görüldüğü üzere bu hadiste “Seyyid / Efendi Rabbu’l-âlemindir” ifadesi çok farklı bir zaviyede seslendirilmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisini efendi olarak nitelendirdiğine dair sahih hadisler de vardır:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet günü insanların seyidi/efendisi benim.” Buyurmuştur.
(Buharî Enbiya, 3, Tefsiru sureti 17/5; Müslim, İman, 237, 238).
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben Âdem’in çocuklarının efendisiyim.” Buyurmuştur.
(Ebu Davud, sünnet, 12).
Torunu Hz. Hasan aleyhi's-selâm için de bu ifadeyi kullandığı bilinmektedir:
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu oğlum seyyiddir / efendidir, Allah onunla iki büyük taifenin arasını bulur, barıştırır.” Buyurmuştur.
(Buharî, Sulh, 9; Ebu Davud, Mehdi, 8 )
“Yâ Mevlânâ” diyen kişiye Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Bana Mevlânâ deme Mevlâ Allah’tır. Efendimiz demek istedim.. Efendimiz dediğin Mevlâ kelimesi Allah’a ait bir kelimedir, seyyid de Allah seyyid değildir. Mâdemki Efendimiz mi diyeceksin seyyid de yani buradaki sebeb kimi Özdekini korumak, korumanın ötesinde Hakkını vermek. Yani değil mi? Hakkını vermeyecek miyiz ceryanın yani. Ceryan gözükmüyor. Bir şey değil Efendim Ceryan ne ki koca fabrikanın içindeki ceryan diye bir şey bana gösteremezsin. Gösteremem de fabrika dediğini çalıştıran o. Aslı astarı o. İnsandaki can gibi yani.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »


ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا
Resim---Summe şekaknel arda şakkâ(şakkan) : Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! (Abese 80/26)

Sonra arz; ardı. Ziya ya da zai ben öyle anlıyorum. Dat öyle bir harftir ki eğer ziya ise noktasını kaybeder sad olur. Dat, sad-a dönüşür. Zai ise bırak gitsin gittiği yere kadar dat olur. Yalnışa düşmek, sonsuz gitse de yine de yanlıştır. Bir milyon kere söylese de yanlıştır. Yanlıştır. “Burası Bursa” diyorum ben değil mi? “Bursa değil” diye söylenecek bütün kelimeler yanlıştır benim için... “İyi hocamda bir milyar tane kelime saydın” İstersen bir trilyon say burası Bursa’dır. Bir kere “Bursa” de yeter. Bu kadar önemli demek istiyorum.
Summe şekaknel arda şakkâ(şakkan) Neden sonra arz şaklandı? Summe dediği, neden sonra. Çünkü ; Ennâ sabebnel mâe sabbâ(sabben)o bir damlanın başına öyle bir sebeb; kader sebebten ibarettir. Sebebler âleminden ibarettir. Küllî şeyin sebeba dır. Herşeyin aslı hakikatı sebeb zincirine bağlıdır. Bu âlemde her şey sebeb bağlıdır. Sebebler sonucu doğurur sonuçlar da sebebleri doğurur. Tavuk yumurtadan yumurta tavuktan çıka çıka giderler.
Çünkü böyle bir sebeb-sonuç zincirinin halkaları gibidir bu âlem. Küllî şey her damla kendi deryasının içine özüne çimdirilmiştir. Kendi içindedir. Her yumurtada, kıyamete kadar gelecek civcivlerin çığlığı vardır, kaderi vardır. Bir tek nohutu alıp baktığınızda kıyamete kadar gelecek tohumlar, nohutlar kimlerse onun içindedir, açılmamış kader halindedir.
“Ne gerekir?” dersen Vallaha bir avuç toprak gerekir, tarla gerekir, arz gerekir arz. “Rüyada ektim hocam, hocam 5. kata çıktım bir domates tarlası yaptım” filan.
Bunları geç, arza in, arza. Ki arz şak şak olsun.
“Şakka” en zor kelimelerdendir. “Hak” diyoruz “Hakka” da böyle bir fiildir. Şakka, Hakka ben bu fiilleri üçlü fiillerin tasavvuf anlatımında ya da anlayışında ya da hakikatı yaşayışındaki yerini çok iyi yani bana göre kendime göre anladığım inancındayım.
Ama bunlar üzerinde yeterince çalışma yapamadım. İki sebebten bir tamamlanmamış çalışmalar, yanlış kullanmaya kalkışılırsa hiç doğru değil, iyi doğru değil de çocuğu okula yazdırdık.
“Kızım bu be, bu te, bu se” demeyelim mi “abc” demeyelim mi? Eee demeyelim bu çocuk abc yi öğrenince çok yanlış şeylerde söyleyebiliyor başka şey kendi sınıfınca kendi bulunduğu halce diyelim öğretmek başka şey.
Ama şunun için söylüyorum bunlar çok önemlidir. Kaf kelimesi, harfi kudret harfidir. Kudretle Azemetin farkı şudur ki Kudret, henüz ortaya çıkmamış potansiyeldir, havldir..

Velâ havle velâ kuvvete havl potansiyel ve kuvvettir.
Kuvvet ise ya gözükmüş, duymuşsun ya gözüküyor senin akıl sınırının içinde o da. Allah’ın azameti dediğin anda en küçük zerreyi sonsuz hızla döndürüyor gibi iken diyorsun ki o sonsuz küreyi de döndürür aynı kanunla. Atomun dönüşüyle kâinâtın kendi içindeki döngüsü aynı döngüdür.
Bu birisini görürsün bu azamettir, önünde zevk edersin birisini hayal bile edemezsin o da kudrettir. Kâdir oluştur.
Bu şakkada da böyle bir şey vardır.
Hakka; Hak oluş Allah’ın Hakk oluşu. Zâhir ve bâtın Kudretullah tecellîlerinin hakikatı toplanmıştır orda.
Nasıl yapıyor ben anlamadım yani. Bütün dirileri bir “dabbe” diyor “habbe”leri “dabbe” yapıyor. Onu da tercüme edebilmek için “Kurtçuk murtçuk” demekteler.. “kurtçuk” dediği kim tefsirlerde?.
“Sperm” bu.. Mikroskopta bakıyor, yarım baş kurbağa şeyi gibi nedir o onun larvası gibi birşey gösteriyor bu işte diyor: “dabbe, debeleniyor bak!” diyor. Habbe, dabbe oluyor.
Halbuki habbe, dabbe olmakla kalmıyor sebbe oluyor. Sonrada sabba oluyor. Yani o sebebleri senliğine çektiği doğrudur.
Yani çocuk çocukluğunu yaşayacaktır. Tabi yaşayacaktır.
Anasından yeni doğmuş bir çocuğun Rabbısı anasının memesidir.
Onun içinde en güzel nimet ana sütüdür. Eee 1 yaşına kadar çorbadır. Çünkü katı yiyecekler zor olur ona. Ama 5 yaşından sonra bir de vururlar kıçına derler ki “ne yersen ye!”
Rüşde erdin ya!. Dişlerin çıktı artık anladın sen ateşin yenmeyeceğini ekmeğinin yeneceğini “onlara sakın dokunma!” sözü ortadan kalktı yani.
Normal hayatta da böyledir. Aşama aşamadır. Hülasa şakka-da yarılıp çıkmak.. ASLında, bütün anneler bir bir avuç toprak, harsdır, tarladır Rahimiyyet böyledir çünkü.
Rahimiyyette enşerah yapar demin söylediği enşerah nerde yapıyor? Arzda şak şak yapıyor zâten. Adam tohumu ekerken biz çok gördük zâten bir çuval buğdayı iki çuval beş çuval buğdayı alır eliyle ustaca böyle savurur eliyle ekerken onun ayarını çok iyi ayarlaması lâzım.. Yoksa: “sık atmışım ekin olmadı seyrek atmışım ekin olmadı!” der sonunda..
Ekin ekmekte, tohum ekmekte bir rençberlik sanatıdır herkes tohum ekemez.
Onun içinde av köpeği gibi yetiştirilirdi.
Hasan emmim Mustafa’yı, oğlu Mustafa’yı tohum ekmeyi öğretiyorum eğitiyorum anlamında daha ilk okulda okurken çifte götürdüğünü biliyorum.
Tohum ekmeyi öğretecekmiş: “elini sıkı tutma gevşek tut atarken şöyle havada savurarak her yere gitmesini sağla ve bir attığın yere bir daha atma!” derdi.
Ben çocukken bunlara dikkat ederdim. Hiç o işleri yapmadım bizim yoktu çiftimiz o zaman ama bunu neden yapıyor? Çünkü bende en az onun kadar merak ederdim yani elindeki bir avuç buğdayı sağ eline veririr beline torba gibi bir şey bağlar, tohumu doldurur sol eliyle tutar sağ eliyle avucuna alır onu atarken avuç içeri atar. Havaya doğru değil. Avuç içerdeyken iki üç parmağının arasından öyle bir püskürtür ki onu atarken fışkırıyor gibi böyle her yere tohumu düşürmesi lâzım attığı yere. Yürürken de öyle ayarlayacak ki bir sonrakini de tohumsuz yere aynı şekilde atacak düzgün atacak.

İşte bu şakkan şakalar böyle atıldığı için böyle ekildiği için Sünnetullah’a uyduğu için iki tane gözü, iki tane kulağı, bir tane ağzı olan insanlar olarak karşımıza çıkıyor. Türlü şekillerde, türlü kaderlerde, hâllerde ve bu muhteşem bir sebebe bağlanmıştır.

Benim penceremde iki güvercin vardır çok güvercin var da o mavi-yeşil koşulu güvercinlerden çok ama bir de bir çift beyaz vardır. Bu beyazın bütün hayvanların erkekleri çok güzeldir. Çok görkemlidir. Hepsi rengarenk bir sürü tantana vardır hayvanlarda. Bu kuşta ise hayret ettim. Süt beyaz olan gagası çok iri kendisi dövüşgen başka hayvanların benim pencereye koyduğum yeme gelmemeleri için böyle öyle bir saldırıyor ki bir kere daldı mı ağzında tüyle geliyor. Öbür hayvan bir daha oraya uğrayamayacak şekilde.
Bana göre öbürü erkek olmalı çünkü çok harika bir görüntüsü var. Ayakları paçalı ayağını göremiyorsunuz. Bu hayvanın erkek olması lâzım ama o kadar narin yapılı ki bu erkek değil. Ne hikmetse bu hayvanda dişisi çok güzel. Resimlerini çektim yani.

Şunu demek istiyorum dün o dişi hasta oldu. Sanıyorum hasta oldu çünkü buruştu. Hemen önümüzdeki karşı çatısının kenarına zâten orda yuvaları araya giriyorlar o çatıda. Orda o kuş böyle tüyleri kalkmış boynunu çekiyor içeriye diğer erkek onun etrafında dönüyor pencereye koyduğum yemeğe gelmiyor. Dişisi hasta diye. Yoksa nasıl gelir yani. Herkesi kovar onu kovmaz. Ve hep sabaha kadar yani bu hayvan acaba neden öyle oldu ki diye düşündüm durdum. Neyse sabah namazından sonra ben çalışıyorum hava ışıdı mı onlarıın çıktığını görüyorum karşı delikten. Yavaş yavaş çıkıyorlar böyle insan gibi. Etrafa bir bakıyorlar filan ikisi de hemen koşarak geldiler yem verdim.

Demek ki sistemin kendisin de muhteşem bir şehve, şehuve huviyetin şehâdete çıkması için bir çekirdektir.
Yani Barbaros’un çocuğu Bedelya’nın doğmasının sebebi, Bedelya’nın doğurması içindir. Bu zincirin devâmı içindir. Her mahluk her diri her habbe, dabbe yapmak içindir.
Başka şehvet deyip kelimeyi Türkçedeki gibi, adi, basit, ahlaksız ya da ne biliyim ayıp, günah, yasak şu, bu, sevâb, iyilik, hoşluk gibi o yandan bu yandan istediği gibi üzerine çocukların oyuncaklara giydirdiği elbiseler giydirme gibi anlamında değildir.
O anlaşılması zor bir iştir amma anlaşılmalıdır.
“Barbaros buradan on tonluk bir incir ağcını yüklen ve Basildon’a git incir yetiştir olsun!” diyorum.
Diyor ki: “Hocam bana siz toplu iğnenin ucu kadar tohum verin, ben niye zahmet çekeyim ki onu koyacak yer bile bulamam o kadar küçük ki ama on tonu ben tırmıyım da taşıyayım, değil mi sonra taşısam da benim işime yaramaz ki o, tohum lâzım!.”
İşte o şehuve, şehve , kelimenin içine girilmeden, ambalajın içi açılmadan dışarıdan konuşmalar o kadar tehlikeli ve doğru değildir.
Neden buna geldim çünkü şehvetin hevâsı nefse aittir. Çok önemlidir. Eğer bu hevâyı yani vücuda geliş hüviyeti.. biz vücuda geldik bak adam gibi ortadayız ama “kime ait bu?” diyorum. “vallaha yaratana ait” diyor Barbaros. Hah, o zaman sen niye kasılıyorsun “ben” diye.
“Valla kasıldığıma bakma hocam soğuktan donmuşumdur yoksa soğuk olmasa bende eririm. Çünkü aslım su. gibi. Hüviyete geçer hemen. Ama bu nefsin içindeki niyet daha katılaşırsa eşyalaşırsa o zaman ortaya Bedelya çıkar. O zaman buz buzu doğurur havva olur” Havva. Ordaki . Kelimeleri uydurup kaydırmıyorum. Doğru söylüyorum. Hevâ Rabbe doğru yürüdüğü zaman hüviyeti hüviye
lâ hüve illâ hüveO’ndan başka O yok” dediğim Allah’tır.
Bende kalsa hevâdır. İlâh yaparsam kendimi ilâh yapmış olurum. Nefsimi ilâh edinenlerden olurum Allah korusun.
Eee peki bu şehveyi şehâdet âlemine taşırsam Havva olur. Zâhir ve bâtın vücuda çıkış hakikâtının noktası olur.
“Sıla Canımız çocuk doğurdu adını Bedelya koydu!” deriz. Havva olur artık Sıla.
Şakkel şakkaolur arzdır çünkü.
“Ne var hocam bunda Barbaros’ta doğurur!” diyene kargalar bile güler. Doğurur mu?
Bir trilyon Barbaros incir çekirdeğini doğuramaz çünkü o tarla değil. Arz şak şak yapar…

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »


فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا
Resim---“Fe enbetnâ fîhâ habbâ(habben) : Böylece onda taneler bitirdik” (Abese 80/27)

Ve enbetnâ: Biz nebat yaptık. Bitirdik deriz ya bitki bitki yetiştirmek. Ve Ve enbetnâ. Meryemi biz Ve enbetnâ yaptık buyuruyor.

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyya'l-mihrâbe, vecede indehâ rızkâ(rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh(indillâhî), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb(hısâbın) :Bunun üzerine RABBi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya ne zaman kızın bulunduğu mihrâba girse, onun yanında yeni bir yiyecek bulurdu. «Meryem! Bu sana nereden geldi?» deyince, o da: «Bu, ALLAH kâtındandır.» derdi. Şüphesiz ALLAH, dilediğine hesabsız rızık verir! (Âli İmrân Sûresi, 3/37)


Allah Allah nasıl “insanı bitki gibi, bitki gibi yetiştirdim” diyor. Kim bitki gibi yetişiyor ki yani? Komik öyle mi? Komik değil.
Yeryüzünde bütün kadınlarımız gibi değil Meryem aleyhi's-selâm.
Öyle değil hangi kadın anasının karnına düşmeden ve anasının karnından yeryüzüne çıktığı anda, özel bir manastıra kapandı ve kaderi kaza ettiğinde ve kucağında çocukla döndüğü anda:
“sen zina mı yaptın dağdan mı buldun bağdan mı buldun!”
Ben konuşmam demiyor, işaret ediyor bu konuşur bu çocuk.
Mesih, beşikte demektir.
“Sen dalga mı geçiyorsun bizimle beşikteki çocuk nasıl konuşacakmış!” Çocuk beşikte. Hangi beşikte?
Allah aşkına İsa’nın beşiği mi var. İsa aleyhi’s-selâm’ın giydiği,anasının sırtındaki iç gömleği. Falan doğum evinde doğmadı.
“Ben Rasûlullahım. Ne yediğinizi ne içtiğinizi bilirim. Ölüyü diriltirim, evlerde sakladığınız şeyleri bilirim ben sizin.”


وَرَسُولًا إِلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُمْ بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ ۖ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنْفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللَّهِ ۖ وَأُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَىٰ بِإِذْنِ اللَّهِ ۖ وَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
Resim---“Verasûlen ilâ benî isrâ-île ennî kad ci/tukum bi-âyetin min rabbikum(s) ennî aḣluku lekum mine-ttîni kehey-eti attayri feenfuḣu fîhi feyekûnu tayran bi-iżni(A)llâh(i)(s) veubri-u-l-ekmehe vel-ebrasa veuhyî-lmevtâ bi-iżni(A)llâh(i)(s) veunebbi-ukum bimâ te/kulûne vemâ teddeḣirûne fî buyûtikum(c) inne fî żâlike leâyeten lekum in kuntum mu/minîn(e): “İsrailoğullarına elçi kılacak”. (O, İsrailoğullarına şöyle diyecek:) 'Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir âyetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir âyet vardır.” (Âli İmrân 3/49)


Evler…Hangi evler? Nasıl ev diye tercüme ediyorsun Allah aşkına. Hangi ev, apartmanlardan mı bahsediyor ordaki kelimeye bir bakar mısın?
Onun için ben tüylerim diken diken olur. Ah şu Kur’ân-ı Kerim’in Hakikâtını insanlar anlayabilse, anlayabilsek. Çok daha kestirmeden emin şekilde Rabbul âlemine gideriz sanki bir yerdeymiş gibi konuşuyorum. Değil mi?
Yani Emre Tâhir evlenmemiş daha oysa, evli oğlum, Hasanın Babası Alper evlenmiş. Alper’in oğulları olmuş. Alper diyor ki:
Baba bu Hasan var ya Hasan. Bizim Hasan. Bu Hasan’da binlerce Hasan var.” Doğrudur.
Henüz bekâr oğlum Emre’de diyor ki:
“ben evlenmedim ama henüz benden ortaya çıkmamış Hasanlardan trilyonlarca var.”

Bakın birisi Hasan’ı gördüğümüz için bize çok yakın.
Öbürünü göremediğimiz için uzak gelir gibi sanırsın halbuki ne anlatılıyor onu anlıyor musun?
Anlatılan şu: Keban yanan lambada olduğu gibi yandırmayan anahtardadır da. Anahtara bastığın anda yanacaktır.
Sebebna; sebeblere bağlı bu işte.
“Ve enbetnâ” öyle bir yetiştirdik, biz yetiştirdik.
“fîhâ; onun içinde”. Onun içinde. Kimin içinde kardeşim?
Ana karnında. “fil arz” yerin içinde. Çünkü üstten bahsediyor fîhâ; onun. Yok hocam burada taaa arkalardan bir yerden.
Be kardeşim bir önce ne söylüyor yer yüzünü şak şak yardık.
Ve enbetnâ fîhâ ; onun içinde yetiştirdik. Habbeleri yetiştirdik.
İster bildiğimiz tarlada domates, patates yetiştir, isterse ne bileyim ben tavuğun yumurtasında yetiştir, isterse ana karnında yetiştir. Yeyin, koşun ne bileyim ben çakalım bakalım kim ise.
Ve enbetnâ, öyle bir nebat ki bitirttiğimiz, bitkilerde aynıdır. Hepsi topraktadır yani netice olarak.

“Ama hocam bu toprak değil ki!”
Toprak değilde ne? Toprak değilde ne yani?
Bir mikroskopta dahi maddî varlığı bile zor gözüken hatta yokken başta ama hocam var, nere var. Var mı?
Kıyamete kadar gelecek çocukların maddî varlığını göster bakayım bir. Nasıl gösteriyorsun?
Akıl için bir göster bakayım bir mikroskopta zor görülen spermin içerisinde kıyamete kadar gelecek zürriyetin varlığını o binip de şeye kaçar integral türev gibidir, yakın sınırının dışına çıkar. Yok diyecek hale getirir seni. Öyle bir habbe.


Enbetnâ fîhâ ; onun içinde öyle bir habbe bitki haline getirdik. Öyle bir habbe yetiştirdik ki. Ve enbetnâ fîhâ habbâ O harsikum tarlalarının içerisinde yeryüzü şak şak olan.
Niye
… şekaknel arda şakkâ buyuruyor. Şiir gibi olduğu için mi söylüyor. Yani iki kere iki keredir.
Akıl zâhir ve bâtından ibarettir. Akıl iki uçludur. Bir ucunda ben var ya ben.
“BEN RABBinizim!” der.
Öbür uca geçince orda bir başka ben vardır.
“Merhaba bende senin Allahınım”
der.
Bunu seviyelerse “Hizbullah” olur, seviyelemezse kendi eşkiyalığı “şakka” eşkıya bu kökten gelir işte. Kendisi, kendi benliğini ebedi zanneder büyük bir yanlışa döner, “Hizbuşşeytân” lıkta kalır..
Allah sizi yakacağım, mahvedeceğim derken yani bir resim yapmıştım bu resmi üzerine mürekkep döküldüyse bu resmi yırtacağım yakacağım anlamı başka şeydir.
Resme mürekkebi dökme, kırma bardağı kırarsan çöpe gider başka. Ordaki tehditler kötülük edeceğim anlamından ziyade sünnete uygun kullanın anlamındadır.
Şimdi sıcak çay geldi ne yapacağım ben bunu çaktırmadan yavaş yavaş sıcaklığını ayarlayarak içiyorum. Büyük bir yudum alsam boğazımın tümünü yakacak. Bunu kulağımdan dökemem tabiî ki zar mar kalmaz. Sünnete uygun kullanırım demek istiyorum, kullanmalıyım!.

Fe enbetnâ fîhâ habbâ: Habbeleri onun içerisinde bilelik hakikatlarını açığa çıkaracak sistem içerisinde kullanıyor habbeyi nebat. Fil Ardın içinde. Fîhâ onun içinde. Yeryüzünün içinde, ana rahminin içinde hiç fark etmez.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »


“وَعِنَبًا وَقَضْبًا
Resim---Ve ineben ve kadbâ(kadben) : Üzümler, yoncalar (Abese 80/28)

İster buna siz “inab” deyin, ve kadbâ şimdi; ya “inab” hadi üzüm dedik kadbâya ne diyelim? Araplar ne diyorlar “yonca” diyorlar. Peki üzümlen yoncanın ne alâkası var. Yonca kim ne diyor? Vallaha kadbâya araplar yonca diyorlar. Arapçada araplar kadbâya yoncayla ne işi var yoncayla. İnabeyle azab var bir de kazab var, nedir ki kadaba nedir ki yani? Basitçe inaba üzüm deyip geçebiliriz ama inab öyle bir kelimedir ki inabe; yanlış gidilen yolu terk edip hakikate dönüş. İnabe almak nedir?
İnabe almak: Eli Allah Dostlarının,Ehl-i Beyt aleyhi’s-selâm’ın, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve Allah’ın elinde olan bir EL-den Keban elektriği almaktır.

Alanın sahtekâr, verenin hain oluşu Allah korusun ayrı bir iştir.
Ama bu âlemdeki Sünetullah içinde hiç görülmüş müdür rüzgarın, yağmurun, güneş ışığının, toprağın ayrım yaptığı, hile yaptığı, hainlik ettiği görülmemiştir. Kendi sünnetlerini uygularlar. Rahmetse rahmet getirir, zahmetse zahmet getirir ama her ikisini de getirir.
Bu inabe, BİLElik nurunun ayniyete geçişi, ayanı sabitede aynen kullanışı. BİLElik nurunun, Nebîdir ordaki. Bir şey söylüyorduk, diyorduk ki; Nebelik ve Resûlluk başka şeydir.
Nebe Bilelik Nuru için hayata buraya kadar gelir. Nebî yok şimdi değil velâyete derce edilmiştir. Nebi yok filan bırak. Ceryan yok diyemezsin mecburuz yaşamaya, hayata.
Rasûlluksa çok başka bir şeydir. İrsal edicilik çok başka bir şeydir.
Ve Hayy her zaman Hayylık gerektirir. Onun bizim hayatımızla alâkası sadece bize yansıyan tarafı kadardır.
Rasûlluk, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem işte anasından doğmuşta 40 yaşına gelmiş de Allahu zu’l- celâl hâşâ demişki işte: “Ben bir Rasûl yapsam kimi yapsam falan yerde bir çocuk var onu yapayım mı” dedi mi?.
Yoksa kâinat yaratıldığında
Allah ve Rasûluna teslim olunuz var mıydı? Bunlar çok iyi anlaşılması gereken konular olduğu için söylüyorum ama onun içindir ki;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şüphesiz (âhirete) çağrılıp gitmem yakındır. Size iki büyük ve hukuku ağır emanet bırakıyorum. Birisi Aziz ve Celil olan Allah’ın kitabı Kur’ân. Diğeri de gözümün nuru ehl-i beytimdir. Allah’ın kitabı Kur’ân; semadan yeryüzüne uzatılmış (ilâhî ve nuranî) bir iptir. Lâtif ve Habîr olan (her şeyi bilen Rabbim) bana bildirdi ki: Kur’ân’la ehl-i beytim (âhirette) Havz-ı Kevser’in başında bana gelene kadar birbirinden ayrılmayacak. Öyleyse sizler (size emanet ettiğim) bu iki şeyde bana nasıl halef olduğunuza (benden sonra onlara nasıl davrandığınıza) iyi bakınız; onların hakkını korumaya dikkat ediniz!” buyurmuştur.
(İ. Ahmed Müsned 111 17;V 182;Tabarânî el-Mu’cemu’l-Kebir V 154 (No:4922 4923); Tirmizî Menâkıb 32 (No:3788. Aynı konuda biraz farklı bir rivâyet)

“size iki emânet bırakıyorum birisi Kur’ân-ı Kerim birisi de Itretim.” Itret nedir ki?
Nebe sırrını kendi velâyetinde derc etmiş bir Ehl-i Beyt’ten bahsediyoruz. Yani kanıyla, teniyle, canıyla, imanıyla her şeyiyle kıyamete kadar Keban’ın elektriğini taşıyacak bir kablodan bahsediyoruz.
“İyi hocamda bu kabloda ceryan değil ki!”
Değil değil ceryan değil de azıcık kafanı çalıştırırsan ceryanı taşıyandır. Ee si ve si yok. Öyledir bu. Gözünle görürsün, kulağınla duyarsın. Yer değiştirecek değilsin yani.
“Ben bundan sonra kulağımla görmek istiyorum, gözümle duyacağım” diyemezsin. Sünnetullah tebdil ve tadil olmaz.

Üzüm diyelim hadi, hadi yonca diyelim. Yonca ağaç değildir. Yoncanın meyvesi yoktur. Yonca ottur. Ağaç ve ot. Bu kadbâ ana karnından topraktan çıkan insanlar neden birisi üzüm ağacı oldu da birisi ot oldu?
Bizim Gülsüm ikide bir yonca yaprağı aramaya çıkar dörtlüsünü beşlisini. 11 tane dörtlü bir tane de beşli bulduğunu biliyorum. On iki.
Biz Hasan Dağından iniyorduk telefon etti 11 tane buldum bir tanesi beşli 12 oldu diye. Yine de arıyor evet zaman zaman arıyor 4 yapraklı yonca. Bunun üzerinde çok konuşulur.
Gazab üzerinde. Kazab. Gariban diyorsun, Kariban diyorsun. Aynı şeydir. Gazab ve kazab. Kaf ile Gayınla yani. Gazab neyse Kazabta onun tersidir.

Kazab: Katılık, şiddet.
Gazab: Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık.
Gariban nedir?
En uzakta kalmış, garib düşmüş.
Kariban nedir?
En yakında olan demektir. En yakında yani.
Böyle gazabın yani gayınla gazabın za, zadır ordaki. Za-la De-nin arasında söylenir.
Kafla Kazab ile, Gayınla Gazab ile böyle bir hikayedir Barbaros.
Garibanla Kariban gibidir amma bende kıvırtıyorum doğruyu söylememek için çünkü bir yararı yok. Bir yararı yok. Biliyor da söylemiyor, bilmiyor da söylemiyor anlamında demiyorum.
Tefsir yapacak bende tefsir yapsaydım inaba bir şey bulurdum.
İşte taneler yetiştirdik ya tanelerde habbeye tane diyorduk ya Habibullah’ın Habbesinde mi taneydi? Hı hı taneydi.
Oraya gitmeden tütün tohumundan bahsediyoruz, incir tohumundan bahsediyoruz buğday tohumundan bahsediyor oluşumuz gibi tefsir etmek zorundasın.
Her aklın anlayabilmesi için. Öteki kendi düşünecek ben bu habbeyi bir yerden tanıyorum Habibullah’tan diye. Bâtına kendi çekecek.
İnab ve kadabta böyledir. Bu inabtan neler çıkar neler çıkar biliyor musun?
Bal baklava gibi pekmezler çıkar. Bir damlası insanın feleğini şaşırtan şaraplar çıkar. Sirkeler çıkar, şıralar çıkar.
O yonca hikayesi ayrı bir hikaye. Başka şey çıkar. Yoncalarda çiçek açarlar değil mi? Sarı sarı açarlar. Benim çocukluğumda ilkokulda okurken şehre gelirdik.. şehir sulak o zaman bataklık halinde hayvanlarla gelir hayvanları bir hana kapatır beş on kuruş para veririsin alış verişini yaparsın v.s hancıya para ödersin han parası.

Hanlar vardı şimdi bizim burada oturduğumuz yerde Bursada Maksem Câmisi yazıyor amma, bu ne câmisiymiş diye iyice baktın mı levhasında diyor ki “Suudur Han Câmiisi”. Suudur Arapçasını okumam lâzım diye burada bir hanmış meğer bu câminin etrafında han varmış şimdi apartman yapmışlar sadece câmi kendini kurtarabilmiş. Bu câmi yapıldığı zaman burada bir han varmış. Dağ köylerinin belki geçtiği bir handı. İşte öyle hanlarda kalırdı dönüşte hayvanlara şeyler takılır torbalar. Kafalarına torba geçirilir, bağlanır, hayvanın kafası içerde onu gelinceye kadar ordan yemini yer. Ama susarsa, su yoktu o handa. Ama yola çıkınca ilerde bir hayır sahibi şehrin dışında yaşayan insanlar dışarıya bir tulumba koymuştur evin önüne yakınına bir yere gelen geçen o tulumbadan hayvanını sular. Benim o zaman geçen senelerde Aksaray’a gittiğim zamanda özellikle bulup terasta yetiştirmeğe çalıştığım adam boyu delikanlı gibi açan böyle çiçekler var yedi renk. Ondan hayretler ederdim yani hep isterdim ki köyde yetiştireyim onu. Bir de bu suyun kenarındaki yoncalar bohur, buhur derler buhur. Kendine mahsus harika bir kokusu vardır onun. Her yonca değil bohur yoncaları ondan bir sürü koparır köye vardık mı da çocuklara dağıtırdık “bohur getirdim” diye. Esans gibi insanların kokması için güzel kokusu dağ yerinde olmaz o. bohur getirdim bohur yoncaları insanlarda böyledir.

Bir kısmı işte zehir zıkkım korukluklardan bal baklava üzümlüklere geçer ne bileyim ben meyvenin suyunu sıkarsan şıra yaparsın, bakmazsan ekşir berbat bişiy olur dökersin. İçine birkaç tane nohut falan atarsan sana harika bir sirke olur. Kaynatırsan pekmez olur. Bir yere inzivaya sokar ağzını iyice tıkatırsan, dışarıyla ilişkisini kesersen kırk yıl geçerse kırk yıllık şarap olur. Tıpkı kâmil gibi. Yani âlimler gibi, âşıklar gibi kamiller ve ârifler gibi olurlar. E bir kısmı da vardır onlar da hayatın yonca gibi yemi olurlar. Ondandır ki..

Öyle mi?
“Yoncanın tohumu dikenlidir” diyor Nuriye’de.. yani çok ilginç şeyler vardır. Bütün meyvelerin sebebi içlerindeki tohumun olgunlaşması içindir. Bizim bal baklava diye yediğimiz elmanın sebebi içindeki tohumu olgunlaştırmak içindir. En iyi tohum dışındaki etli kısmı içindekini tam yetiştirip kendini toprağa veren tohumdur.
Onun olmasının tek sebebi odur. Bizim bayıla bayıla yediğimiz tavuk yumurtasının sebebi sarının da göbeğine oturan diyelim ki horoz sperminin, eşleşmiş spermin şartlarını buldu mu önce sarıyı yer, sonra beyazı yer, sonra der ki: “ben artık civciv oldum!” der kabuğu da deler.
Yumurtanın yaradılış sebebi o içerdekinin kıyamete kadar ötmesi içindir. Amma
“küllî şeyin sebeba” “ya iyi de biz ne yiyeceğiz?” dedin mi buyur istediğin kadar ye yine dünya civcivsiz kalmaz yani. Bu bunu anlamak lâzım. O zaman güzel elmayı armutu tohumunun yüzü suyu hürmetine yedik de, insan hangi tohumu saklıyor.
Ve insanın etinden yani bir elma gibi bir armut gibi neden faydalanmıyoruz zâten insanın meçhulluğu burada. Hangi tohumu sakladığını bana bir söyler misin? Bana söyleyebilir misin Barbaros?
Bedelya kim oluyor? “Kızım” demekle bitti mi bu iş yani.
Çok çok hepimiz 50-60 kiloluk leşken, 50-60 kiloluk kuruyunca bir avuçluk rüzgarda savursan kül gibi bir toprak yığınından ibaretiz. Ve buluttan bir damla su.
Ve inaben kazabna böyle bir şey yani.
Biz yetiştirdik onun içindekini üzümler yetiştirdik yoncalar yetiştirdik. Evet devâm et. Dört âlem vardı ya

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »

وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا
Resim---Ve zeytûnen ve nahlâ(nahlen) : Zeytinler, hurmalar (Abese 80/29)

Zeytin de yetiştirdik, hurma da yetiştirdik, devâm et o zaman, yani devâm edelim. Armut da yetiştirdik şundan da yetiştirdik niye kestik dörtte. Tesadüfen mi iki yetmez miydi?. Bunlar gerçekten Kur’ân-ı Kerim’in Muhteşemliği, Mübarekliği, Muazzamlığı ve Mukaddesliğinin İlahî Sırlarıdır güzellikleridir, özellikleridir.
Burdaki zeytin nahl, nahl. Ne garib şeydir “ha” ile oldumu nahl, arı demektir “he” ile oldu mu “ha” ile oldu mu hurma.. nehl nehl nahl nahl ah kardeşim ah.
Arıyla hurmanın ilişkisi lâm hüviyetinin nura geçiş.. dediğimiz en incesi yani en ağır şeyi uçtaki olanı nahldır. Hurma gibi. Ha ile nahldır. Arı gibi. “he” ile nehldir.
Lütfullah hüviyetinin nura geçişi.. “soyun kardeşim!”
“çıkardım hocam paltoyu”
“Bir daha soyun!”
“ceketi de çıkardım. Gömleği de çıkardım.”
“Hadi bir daha soyun Barbaros!”
“Hocam deriyi de çıkardım”
“Bir daha soyun.”
“Hocam ette gitti.”
“Kemik. Kemiği de çıkar.”
“Çıktı hocam.” Şu çıktı, bu çıktı. Git bakalım nereye gidiyorsun!
“Öyle şey mi olur hocam. Öyle şey mi olur!”
Olur olur.. Mezara bakar mısın bi mezardakilere!.
Zâhirde bâtında da bak bakayım ne göreceksin. Onun için buradaki demin dediğim buydu. İnab nedir? Kazab nedir? Zeytun nedir, nahl nedir?
ANLAmamız gerekeni buyurmakta,


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!: “Mutü kable en temutü: ÖLmeden önce ÖLünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Şimdi 10 dakka ara verelim. Yani bir mola verelim. Olur mu Barbaros?

Barbaros: İnşaallah Hocam.

İnşaeALLAH. İnşâe, şâe dilemek. İnşâe o dileği yerine getirmek, inşa etmek. Bildiğimiz inşâ’dır yani. “İnşâe ALLAH, eğer Allah dilerse” sözü değildir ordaki. Allah dilemez mi kardeşim. Allah’ın dilemediği ne olur ki? Olmaz olur Allah’ın dilemediği yani. İnşâe onun onun o kelimelere inşâe, maşâe çok kullanılan kelimelere de bir gün inşallah bir girelim.

Ne kadar garib şey şu İnsan göz bebeği, bir toplu iğne kadar şey kâinatı gör ediyor. Bir tek noktadan bütün kâinatı görebiliyor. Bir tek noktadan da perde olsa, kör ediyor. İnsan yapısı böyle garib bir şey.. İnsan bu yani.
İşin aslı anlayarak ibadet ve yaşamak..

Ârifin bir saat uykusu ahmağın 60 yıllık ibadetidir.. çünkü ârif târife gereksiz ALLAH dediği zaman ALLAH ALLAHtır. Çünkü Muhammedi sallallahu aleyhi ve sellem’in ağzıyla söylüyor. Ağzıyla söylemiyor yüreğiyle söylüyor. Öbürüyse ne söylediğini bilmiyor.


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bir saatlik tefekkür 60 senelik ibâdetten daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfu’l-Hâfâ I-370)

Âriflik, İrfan ve Tefekkür budur.
Firavun’un Sihirbazları Mûsâ aleyhi's-selâm mûcizelerini görünce bir saat düşünüp îman etmişlerdir.


Resim---Abdullah İbn. Abbas (ra)'dan Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: "Günün başında sihirbaz idiler , sonunda şehîd oldular." buyurmuştur.


Onun için Siirtli Hocamın herkese açık meşhur sohbetine, hiç unutmam genç giriyor, hızlı tarikatçı şucu bucu: “Hocam bizimde tarikatımız var!” diyor.
“İyi oğlum, âferin oğlum!” dese de durmuyor.
Hocamız sohbet ediyor ama çocuk duramıyor genç: “Hocam biz işte çokça zikrediyoruz!”
“Çok güzel zikretmek iyidir!”
Çoçuk: “Hocam biz günde 50 000 kere ALLAH diyoruz deyince havaya fırlayıveriyor Hocam diyor ki: “Siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz!” Ellerini kaldırıyor: “biz 10 kere ALLAH!” diyemiyoruz. “Siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz. Biz 10 kere ALLAH diyemiyoruz aklımız başımızda olarak!”
Yani öyle bir iş ki hangisinden bahsediyorsun. Adını söylediğin mi, kağıt üzerine yazdığın mı, herkesin dediği mi.

Seni hiç ceryan çarptı mı?
Bizim Alper’i Lara’dayken sahilde baraka evde, bir kere ceryan çarptı onu. Bu yaşa geldi hala şimdi elektrik anahtarına parmağı giderken hemen basar çeker. Çünkü o iyice bilir ceryanın ne olduğunu. Ceryan insanın canını yakar.


Bir kez ALLAH dese AŞK ile insan
Dökülür cümle günahlar misli hazan..

Demekte mevlide Süleyman Çelebi..
Aşk ile derken o aşkı bana bir anlatır mısın? Nasıl deniyormuş o.
Onun içindir zâten sistemin temelinde yatan sevgidir.
Sevgi lafı Türkçe bir laftır. Kökünün ne idiğini bilmiyorum. Sevmek nedir desen bilmem ben kökünü kösteğini bilmem. Sevdim.. işte öyle sevdim.
Ama Arapça öyle değildir ki. Arapça harftedir.
SEVgi.. HaBBe.. Zâhir ve Bâtın Bilelik Hakikâtına ERmişliktir.
Taaa yaradılışa kadar gider. B’nin birisiyle yaradılışa gider Elest Bezminde “Merhaba” der. Diğeriyle de “Mahşer” âleminde ben dolaştım geldim. Aynı yere gelir. Daireyi tamamlar ondan sonra dönmeye başlar.
Küllî ŞEYyle.. tümm dönenlerle birlikte.
Zerre döner, kürre döner. Dönmeyen ne vardır bu âlemde.
Mezar taşları ölülerin. Mezar taşları bile döner. Onlar dönemezler. Dönüşlerle ilgili güzel şarkılarda vardır biliyorsunuz.
YAŞAmak dUYmaktır; dUYduğuna UYmaktır.
İşte bu inap-kazab-zeytun-nahl. Bir başka
vettini vezzeytunu
Ve tîn dediğimiz anda nasıl inapla kazabı TîN-in içine topluyor ve zeytun derken de zeytunun içindeki nahlı gösteriyor.
Nasıl Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın gibi dörtlü sisteme oturtuveriyor burada. Bu ana rahminden fırlayıp çıkan inap-kazab-zeytun-nahl olanlar 4 tinet taşıyanlar

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »

وَحَدَائِقَ غُلْبًا
Resim---“Ve hadâika gulbâ (gulben) : İri ve sık ağaçlı bahçeler” (Abese 80/30)

Ve hadâika ; bahçeler, bağlar. Ne diyeceksin başka ki. Zeytinlikler, hurmalıklar, yoncalıklar, üzüm bağları filan olsun.
“gulbâ”; kalaba, galib, sıkça, çokça, galib, galib. Lüb ganîliği. Lübbü’l-Lüb ganîliği.
Hele hele hocam Habli’l-Verid galibliği, hele daha git bakalım, ZÂT galibliği. Daha?
Dahası yok. Gelinemeyen yere gidemem buradan.
Pergelin yere basan ayağı ile, havada dönen ayağı kalemli ayağı birbirine değdi. Aralarındaki fark kadar daire çiziyor. Kâbe Kavseyn. Bizim “ene” nin siteye yazdığı gibi “Hocam bu Kâbe Kavseyn makamına varan Mürşid-i Kâmil var mıdır?.”
“Var, ne yapacaksın ne yapacaksın?”
“Elini öpeceğim!”
Hangi elini öpeceksin ki-hangi elini öpeceksin ki?..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »


وَفَاكِهَةً وَأَبًّا
Resim---“Ve fâkiheten ve ebbâ(ebben) : Meyveler ve otlaklıklar(Abese 80/31)

“Ve fâkiheten ebbâ”; bu burada da dörtlü vardır. Hadâik, gulbâ, fâkiha, ebbâ.
Şimdi ah bu Türkçe öyle kısır, öyle zayıf ki.
Yani bir dil düşünün 500 tane kelimesi var başka kelimesi yok Afrika’da verdin eline Kur’ân-ı Kerim’i Afrika diline tercüme et diyorsun. Bu adam ne yapacak ya. Bu 500 kelimeye sığdırmaya çalışacak böyle bir şey. Başka diyecek bir laf yok çünkü.

İri ve sık ağaçlı bahçeler. İnsanın yaradılışından Rahimiyetin Rahmaniyetin fışkırıp çıktığından, bir damla sudan yaratıldığından geldik iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik yani bu bu bunu buraya getiren kim bu âyetler değil, Türkçe. Başka çâren yok. Bahçe Arapçada Hadaik mı? Bakalım. Önümüzde Türkçe sözlüğümüz var. Bostan Arapça. Bostan yani bağban. Hadâikte bahçe ama ne bahçesi.


Barbaros: Duvarla çevrili bahçe? Nasıl? Duvarla çevrili bahçe hadâik olması lâzım o “hadikatu’l- hakikat” kitabının içindeki hadik kelimesini çevirirken çevresi duvarla çevrili bir bahçe mânâsında çevirmişler hocam!

Kul İhvâni;Doğrudur. Yani şunu demek istiyorum burada da bir dörtlü sistem var. Hadika öyle bir şeydir ki tıpkı şeriat gibidir. Seninde söylediğin gibi sınırlıdır sorumludur. Dahası olamaz. Kimse onun dışına çıkmamalı. Hududullah gibi çevirmiştir onu. Ne olacaksa bunun içinde olmalı.
Birisi derse ki: “Sığmıyoruz!.”
Sığmayışı akılsızlığından sığmıyor aradığı dışında değil, incir çekirdeğinin içinde aradığı. Ah şu incir ağacı kâinât gibi bir büyük olsa da ben sana göstersem onun dediği şey incir çekirdeğinin içinde. Yukarısı nere?. Üstümüz, fevk nere fevk?. Tahtın nere? Cennetin tahtı ne, fevki ne?
Nasıl birşey ki tahtından altından ırmaklar akıyor.
Cennetin altından ırmaklar mı akıyor. İçinde biz yaşıyoruz altından ırmaklar akıyor. Bunun için taht ve fevk nedir?.
Yani Türkçe tercümeleri zor oluyor.
Biz bunlara yavaş yavaş alışacağız Barbaros. Çünkü göreceğiz ki zaman içinde bunlar kendileri yerlerine oturup gidecek.


“Fakihe”olgunluk demektir meyve diye tercüme edilen fakih; fıkıhçı demektir yani olgunluk erginlik kâmiliyet bulmuş demektir.
“Ve ebba” zâhir ve bâtın bilelikte en olmuşlar.
Ebrar gibi hür kılmış Allah onları. Yani çok büyük bir meziyet sahibidirler çok yani.. o kişiler öyle kişiler ki benim elimi bıçak kesiyor şaşıp kalıyorum doktor nerde dikiş attırsak diye adam taaa karnından gırtlağına kadar yarıyor gerekirse testerelerle kesiyor bütün organları dışarı çıkarıyor tamirâtını yapıyor dikiyor değil mi? Bir başkası, câni birsi olsa cinâyettir.. oysa bu doktorun elindeyse “git kardeşim 40 sene daha yaşayabilirsin” diyor.
Ebba böyle bir şeydir yani. Kemâlatta böyle yüceliktir.

“Ve ebba” çayırlar, meyveler ve çayırlar “ve ebba” nasıl onu öbürüne fakiha buna ebba. Hadaik, gulba, fakiha ebba.
Bu bir silsiledir. Dörtlü gelişim. Şariat-Tarikat-Mârifet-Hakikat gibi Allahu âlem. Allahu âlem. Allah bilir doğrusunu ki bunda da bir muhteşemlik vardır. Neden, bunlar niye oluyor?.
Bunu ben soruyorum, söylüyorum. Böyle bir şey yok çünkü.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »


مَّتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ
Resim---“Metâan lekum ve li en’âmikum : (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir. (Abese 80/32)

“Metâan.” Bu bir metâ’dır. Metâ’ nedir? Ticaret malına denir metâ’. Bu bir metâ’dır. Bu hayatın olmazsa olmazıdır.
“Al lekum” sizin üzerinize sizin için
“Metâan lekum” bu sizin için bir metâdır.
“ve li en’âmikum” ve ‘li’ için, ‘en’âmikum’ sizin enamlarınız için bir metâadır.
“metâ’olmazsa siz ticaret yapamazsınız” değil mi, metâ.
Adama diyorsun ki kardeşim sen kırtasiyecisin. Dükkan açacağız iş kuruyoruz. Güzel.
Sen tuhafiyecisin. Elbise v.s. satacaksın. Tamam satarım efendim.
Sen sebzecisin. Tamam. “Hadi başlayın!.”
Hep beraber diyorlar ki: “Metâ nerde?. Neyi satacağız hani. Tamam söyledin de biz neyi satcağız? Metâ nerde metâ? Ticaret malı nerde? Neymiş bizim metâlarımız?”
Bir daha bakıverelim çabukça.
“inaben”miş, “gadaben”miş, “zeytunen”miş, “ve nahlen”miş. Metâlarımız bunlarmış. Ve bunlar “hadâika gulbâ”imiş. “Ve fâkiheten ve ebbâ” imiş.
Bunların bir bir hadâika gulbâ oldukları gulbâ oldukları bir hadâikleri ve ebbâ oldukları bir fâkiheleri varmış.
Bir zehir zıkkım çağla dönemleri varmış bir de bal baklava dönemleri varmış. Bir şehvetleri bir şehâdetleri varmış metâlarımızın. Tıpkı hayatta olduğu gibi.
Ben nerden bilirdim bu çocuğun eşkıyâ olacağını. Ben nasıl bilirdim bu çocuğun evliyâ olacağını.
“Gerçekten bilemedin mi?”
Hayır bilemedim kaderi!.. Çünkü ne Firavun ne Musa aleyhi's-selâm gelecek kaderini BİLemezdi... Böyle bir idda da bulunmaları küfürdü zâten.
Ben İsâ aleyhi's-selâm’a bir şey demiyorum. İsâ aleyhi's-selâm anasının karnında konuşmuştur. Anasının kucağında değil. İsâ aleyhi's-selâm dört yerde konuşmuştur. Dört yerde konuşmuştur İsâ aleyhi’s-selâm. Mârifet budur zâten. İsâ’nın dört yerden sesini duyanlar Meryemdir. Kadınlık bu şakkan şakka oluş arzda.Tarlanın hası değil mi?.
Tohumu diriltendir.Tohuma can verendir. Hasların hasıdır Meryem aleyha’s-selâm. Neden?
Çünkü Meryem bir metâ’dır İsâ aleyhi's-selâm için. Ticaret yani olmazsa olmaz malıdır. Bir “harsikum” değildir Meryem. “metâ’”dır. Örnektir.
Ne yapaydı yani, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki kişiydi aslında bir de kadın tarafı vardır diyecek. Öyle mi diyelim yani. Bir örnek lâzım değil miydi?
Anası-Babası?.. Geç orayı diyeceğimiz Âdem aleyhi’s-selâm.
Vallahi Havva Anamız Âdem Babamızdan çıktı ama, anası mı babası mı?
Anası demek ayıp olur babası diyelim hadi. Anası nerdeyi geç!.
İsa aleyhi’s-selâmın anası ortada babasını geç!.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem annesi babasına salat u selâm olsun”a bir gel..
Bunlar bir masal bir hikaye değil. Biz zevk olsun diye biz boşuna konuşmuyoruz. Gerçekten konuşmuyoruz.
Biz Hakkı ve Hayrı kendi diliyle anlamaya çalışıyoruz.
Kendi dili Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin dilidir çünkü.
Onun için Şeriat-Tarikat-Mârifet ve Hakikatte biz; Kâbe’nin 8 köşesine 4 köşesine 4 tane anneyi oturttuğumuzda ya da 8 anneyi oturttuğumuzda belki kargalar kahkaha ile gülmüş olabilir.
Ama bizim bildiğimiz bülbüller alkış tutmuştur.
İnsanın anasının babasının meçhul olduğu. Babasının belli annesinin meçhul olduğu, annesinin belli, babasının meçhul olduğu, anasının-babasının apaçık ortada olduğu
Şeriat Tarikat-Mârifet ve Hakikati bulur musun bana?


Resim

Dışarıya karşı traş olan, dışarıya karşı güzel giyinen, dışarıya karşı herşeyi yapan adam ne zaman kendi AYNında kendi yüzünü seyrdeceksin bir kere kendin için?!.
Ne zaman kendinin Rabbına kendinde
“es selâmu aleyküm!” diyeceksin.
“Ve aleyküm esselâm!” alacaksın.
Biz önümüzdekilerin yüzü suyu hürmetine o direklerin sağlamlığı yüzünden akıl almayacak kadar uzakta ve imkansızlıklar içerisinden sırt sırta el ele elektrik taşıyan elektrik direkleri gibi kapımıza kadar getirenlerin, ALLAH Dostlarının şerefi yüzünden elektriğe kovuşmuş insanlarız.

Şimdi Emre çok iyi bilir. Paşa Câmisinin İmamı Ali’yi. Şimdi Antalya’ya giderseniz Paşa câmisinin imamı Ali oradadır. Bir gün yolunuz düşerde
“Ali selâmun aleyküm Kul İhvâni’nin selâmını getirdim sana!” dediniz mi o zaman görürüsünüz dünya 8 köşemiymiş diye.

İşte o Ali. Arkadaşlarıyla bir grupla Umre’ye gidiyorlar. Kendi arkadaşlarıyla gidiyorlar.
Ben onu çok severim o da beni çok sever. Sevmemize sebeb Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hâşâ birşey için ortaya koymayız. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ortaya konmaz. Biz O’nun yüreğinin ortasındayız hamd olsun!. İyiyiz, kötüyüz, şuyuz, buyuz ama biz öyleyiz yani.
Ne edelim yani Kervan’ında köpek olmuşsak ne güzel olmuşuz. Ne olacaktık yani, Bizden ne olur başka. Tevâzuen söylemiyorum. Bin kere gelseydim yine kervan köpeği olurdum. Ne yapacağım ben dünyanınn beyliğini paşalığını ağalığını. Varsa kendinin vardır ben bundan memnunum çünkü.
Giderken Ali Hoca:
“Abi bana bir şeyler söyle!” dedi.
Dedim ki:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme selâm söyle. Şöyle yap böyle yap. Unutma ha. Unutma!.”
“Yaparım ağabeycim tamam. Başka ben kendim için ne yapayım?”
“Yaaa kendin için ne yapacaksın Ali? Sen git bizim oraya mübarek. Sen Muhammed aleyhi’s-selâmın misâfiri olarak gitmişsin ben sana şimdi ne diyim. Bu edebe aykırı. Şüphesiz ki “hoş geldin” der. İkramını eder, etmez mi? Eder. Eee elbette sen de uyuma ayakta. Uyursan rüya görürsün, kabus görürsün, masal görürsün, hikaye görürsün, ayık tut kendini. Sadece o kadar!”
Diyor ki: “Bu söz bana dokundu!”
“Ulan Ali dedim. Defalarca gittin sen bu işe. Ne hoş geldin diyen oldu, ne hoş bulduk dedin. Öyle gidip gidip gelmeklen deve gidip deve geliyomuşsun. Ağzı yabana konuşuyor Kul İhvâni’nin şimdi. Çekmiyor lafını ya. Deve gidip deve gelme. Ben demiyorum Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem diyor!” demişim ona ben. Öyle diyor.

“Efendim falan Hacca gitti geldi.” Dediklerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Deve gitti, deve geldi” buyuruyor, değil mi?
“O kimse deve inadıyla gitti, deve inadıyla geldi” anlamında buyuruyor. İnad ki anutluk tedâvisi zor olan bir ahmaklıktır.
“Benim huyum böyle!”
Yandık o zaman iblis huyuysa. Nasılmış bu huy ki.
“Can çıkarda huy çıkmaz” mış.
Hangi huymuş bu çıkmayan? Çıkması gereken bir huydan bahsediyorsun çıkmaması gerekenden bahsetsen ruhum fedâ.
Huy ise haldir. Değil mi? Söz-sohbet-zevk-hazz dediğimiz haldir. Ahlâkın ötesidir. İman-amel-ahlâk, huy haline gelirse değişmez artık değişemez hale gelmişse o artık haldir.
Halis, muhlis, sıddık ve âdil MuhaMMediyse bu Allah adamıdır, Ehlullah’tır Türkçesi.


Neyse Ali Hoca ve arkadaşları oruçlar.
Yanındaki insanlar da Ali’nin etrafında fır dönerler.
Ali Hoca genç. Ama çok harika bir insandır. İşte yemek hazırlamışlar, akşam oluyor ya birşeyler hazırlamışlar. Mescid-i Nebevîde oruç açacaklar, hazırlık yapmışlar.
Ali Hoca, Ravza’ya oturmuş Cennet Bahçesinin köşesine..
Bizim Ali veriyor özünden, gözünden
“Yâ Rasûlullah işte geldik kapına şöyle oldu, böyle oldu, senin Kervan Köpeğin dedi ki.. ama ben birşey görmedim ben niye bir şey göremiyom acaba, ben niye körüm Yâ Rasûlullah?”
Ne açlığı, ne tokluğu, ne orucu, ne iftarı, ne sahuru umrumda değil.
Ama arkadaşları
“Ali Hoca, 10 dakka kaldı. Ali Hoca hadi gel, hadi gel. Sen olmazsan orucu açamayız hadi!”
Bizimkisi: “Ben buraya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in misâfiri olarak gelmedim mi? Benim orucumu ben mi düşüneceğim diye ellerimi kaldırdım, şöyle baktım ki, gökten bir hurma torbası bıçakla yarılmış sabban sabba dökülüyor. Etrafımdaki insanlar dökülenlerden avuçlar dolusu bu hurmalardan yemişizdir hamdolsun!” demiştir. Yaşayanlar bir kişi beş kişi değil.

Bizim yolumuz böyle bir yoldur. Bize bakanlar yanılırlar.
Neden bizi görüyorsunuz da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmüyorsunuz.
Bizim bir işimiz var bu Kervan’da. Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem değiliz ki hâşâ!. Tabiki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi gösterici buldurucuyuz. Yani Bizim işimiz bu.
Islık çalarsa arkada, ıslık çalarsa önde, ıslık çalarsa solda. Yerde, üstte, altta, piste, pasta, nerde ne lâzımsa ne layıksa orda.
Kolay işi ama zor iş. Özelliği ve güzelliği ise mutlaka elini, çoğu kezde sol elini başımızı şöööyle bi sıvazlar yani.
Sağ elindeki ekmeğin yarısını da kendi yemez.. çoban köpeğine bakar. 1000 tane koyuna değil köpeğine bakar. Burası hoştur yalnız. İşte bu husus hiçbir şeye değişilmez. Bura hiçbir şeye değişilmez. Hiç.

Onun için Barbaros hani Hasan Dağına çıkarken Çoban Kilis vardı ya Hasan Dağı’nın tepesine giderken gördüydük:
“62 senedir çobanım ben burada!” diyen. İşte hah Kilis’e soracaksın. Önündeki 1000 koyunla bir karabaş köpeğin hikayesini.

Bunları şunun için söylüyorum. Bu yolda böyle harikalıklar vardır, güzellikler vardır, özellikler vardır. Bütün bunlar bir meta’dır. Hayatın ana malıdır. Hayatta yaşayabilmek için kullanırsın bunları. Yemeler, içmeler, sevmeler, şunlar, bunlar.
Allah aşkına yarın gidin biriniz sorun mezarda
“ne oldu?” diye.
Cevâp yok.
“Söylemezler ülkesi-Mezârlar”dan size bir tek ses gelmeyecektir.
Bunlar bir meta’dır bugünün. Bugünün imtihan kağıdı sorularıdır. Sorular imtihan kağıdın da değildir. Akıllardadır. Cevaplarda...


“Metâan lekum ve li en’âmikum”
Sizin için olduğu gibi enamlarınız içindedir. Meta’dır.
Hocam bu “enam”a 4 ayaklı hayvanlar diyorlar Araplar.
“Sizin için 8 çift hayvan yarattık” diyorlar bunlar davar mıdır, koyun mudur, keçi midir acaba develer de var mıdır?, Diğer hayvanları saymayalım mı? Yoksa “Metâan lekum” Sizin için bir meta’dır sizden sonra neam olanlar Muhammedi ayniyeti nur olarak taşıyan.. ya da bir sürü sonsuz dirilik zinciriniz midir?
Neticede söylüyorum neticede. Sonuçta. Âdem aleyhi’s-selâm bende konuşuyor, sende konuşuyor. Taşıdığın kan onun kanı, can onun canı. Sen çok yaşlısın O’ndan da her bakımdan…


“Metâan lekum ve li en’âmikum”
Sizin için, hayvanlarınız için bunları yetiştirdik işte bak.
Bağlar , bahçeler, şunlar, bunlar. Bizim Derbentli’nin dediği gibi.
“Cennet işte her şey varmış baba. Bıldırcın eti var diyor aynı sizin bildiğiniz gibidir orda her şey var. 70 huri verilecekmiş şu bu!” deyince.
Deliye dönen Derbentli, Ulu Câmi’nin önünde öyle fır döndürüyor ki beni: “Ulan nerden çıkardın karıyı kızı sen!.. onlar, burada-dünyada doymamış aç köpekler için yemdir. Bizim için Cemâlullah’a gitmektir!” diyor.

Bu bir görüş meselesidir. Anlayış meselesidir. Şehvet Âlemi bir Şehâdet Âlemidir son nefeste ise eğer Hizbullahtır! Değilse Değilse Hizbuşeytandır.. Nerede?. Son nefeste.
İşte bu iş parayla ve de kuru lafla değil şükür!
Yoksa BİZler hapı yuttuyduk işte o zaman hapı yuttuyduk!.
İnsanoğlu öyle yaman ki, eğer havayı satabilsinler var ya damacanaya koyup satarlar.. işte o zaman hapı yutardı Allah’ın hayvanları, Allah’ın insanları…
Bunları kendi kendime konuşuyorum. Biraz sesli konuşuyorum…

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »


فَإِذَا جَاءتِ الصَّاخَّةُ
Resim---“Fe izâ câetis sahhâh(sahhâtu) : Kulakları sağır eden o ses geldiğinde” (Abese 80/33)

Anladık değil mi buraya kadar. Anladık. Bir damla sudan yaratıldık, şöyle oldu, böyle oldu. Daha gökyüzüne hiç geçmedik. Yer çatladı, bağlar bahçeler birbirlerine karıştı, cennet buraya kuruldu derken şey oldu yalnız.

“Fe izâ”; dığında
“câe”; geldiğinde
“es sahhâh”.. o sahha geldiğinde. Nedir bu sahha?.
Bu kulakları sağır edici bir sahhaymış. Bir çağrışmış “şişşt” dediği zaman bütün sistem yerle bir olurmuş.
Bu geldiğinde. Hılkiyete sahibiyetik fiilen.
Bizim Yaşarın eniştesi Muammer Van valisi anlatıyor..
Oralar malum yerler. Uzatmalı çavuş jandarma komutanı olmuş bir kasabaya. Ama bir imparatorluk kurmuş ki çelikten kimse giremiyor yani. Telefon ettin mi: “Alo ben dağların kralı, şuraların şurası, buraların burası, şu, bu karakol komutanı falan! Sen kimsin ulan!” diyormuş.
Muammer de bunu duymuş demiş ki şuna bir ders verelim biz.
Gitmiş bir yerden telefon ediyor herhangi bir yerden.
“Alo ben dağların kralı buraların sultanı, şu bu falan oğlu falan komutan falan sen kimsin ulan? Alo!.” Arkadan küfür.
“Ulan ben de Van valisi Muammer!” deyince.
Komutan: “Vaşşşşş!” demiş.
Tamam mı bu kadar. “Vaşşş, eyvah hapı yuttuk!”

İşte “sahha” budur.
“Hemen, hemen arabaya atla ve buraya gel!” demiş Muammer..
Bir daha: “Vaşşş, şimdi hapı yuttuk işte!”
Neden?
Krallık çöktü çünkü. İşte “Sahha” böyle bir şeydir.
Yani benim anladığım anlamda anlatmaya çalışıyorum çünkü.
Benim ellerim, benim ayakalarım bu kadar yıldır kullandığım ve “ben” dediğim bütün bakım-onarım-tamirâtını yaptığım ve beni her yerden taşıyan, her şeyimi yapan şu şeyler çalışıp duruken kim “şişşt” dedi ki artık çekemiyorum. Benim değilmiş gibi davranıyorlar. Hiç birisi sözümü tutmuyor. Bu sahha kimin sahası ki?...
KİMdi: “Artık senin değildir ellerin, ayakların, canın benim!” diyen ayaklarıma sahip çıkan, ellerime, her yerime sahip çıkan kimdi ki? Benim sahipliğimi, hılkıyetten sahipliğimi nasıl elimden alıverdi.
Bir sahha, bir “şişşt!” dedi yani.
KİMdir ki bu yarım nefeste benden Alıverdi KULLuk Krallığımı elimden!.
Ben diye bir şey koymadı ortada. Sahhâh böyle bir şeydir.
Kulakları sağır eden o ses, nerde kulakları sağır eden ses, sahha, niye kulaklarla ne ilgisi var sahhanın.
Sahhâh bildiğimiz gürlemedir bu. Niye böyle diyor bu. Efendim işte öyle diyelimde daha iyi anlaşıldın diye diyor. Niye kulakları çünkü artık kulaklar bu tarafı duymuyor onu diyorum ya.
CANlarım, siz ölürken bir insan seyretmediniz mi?
Ben ettim de onun için söylüyorum. Ve bir şey daha var sizi elektrik çarpıyorsa hiç bir organınızı haraket ettiremezsiniz. Elinizdeki kabloyu bırakamazsınız. O sizi atmadığı sürece. Eliniz çekme gücü kalkar çünkü. Yapışır kalırsınız. Bir şey yok halbuki, kablo ya. Kabloyu bırak, birkaç milim çapında bir tel yani. Ama parmağınızı açamazsınız. Hareket ettirmez çünkü. Öbürü de öyledir. Değil elinizdeki hapı dilinizin altına koymak, eliniz sizin sözünüzü tutmaz. Sahhâh...

Fe izâ câetis sahhâh. Ya şu anlatılanlar var ya bunların hepsi kardeşim, neticede gelir yarım nefes ki “uhhh!” dedi, aldı veremedi gitti. Ya da “heee” dedi yenisini alamadı yine gitti.
Böyle bir noktaya gelir mi gelir. “Câe buyuruyor” zâten “gelir” buyuruyor.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvâni Abese Sûresi Sohbeti, (I-II)

Mesaj gönderen Gul »

يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ
Resim---“Yevme yefirrul mer’u min ehîh(ehîhi) : Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar” (Abese 80/34)

“Yevme”; işte o yevm oldu mu. Yevm kelimesi ne ise. Gün, o gün. Muhammediye vücuda gelişin ya da mâsivâ vücuda gelişinin yaşayışı falan feşmekan yani öyle harfleri falan açmakla maçmakla bir yere kaçamıyoruz aslında. Bunun şuuruna ermek yaşamak lâzım.

Yevme yefirrul mer’u min ehîh

İşte o zaman,
“yefirru”; firar eder.
“el merru”; her mer, mer’i kimse.
“min ehîhi”; ehisinden firar eder. Ehi kardeş demek Arapçada. Meri erkek demek. Merie imre’e. İmreatün diyor ya imreatün Firavunun karısı. Karı demek. Meride koca demek yani.
Şimdi
“Yevme yefirrul mer’u min ehîh”: O gün her adam kardeşinden kaçar. Kurtulduk tercüme bitti.
Peki
Fe firrû ilâllâh ne olacak? Allah’a firar ediniz.
Yani nasıl bir şeydir bu fırlamak. Firru, firar etmek. Ne anlamdadır ki;
Rahman’a geliniz! Rabb’a dönünüz! Allah’a firar ediniz! âyetleri ne olacak?.
Ne anlamalıyız ki? Bugün enden bu insan o adam meri olan adam. Meri, meri. Fiilen adam olan insan. Adamlığının farkından olan adam o gün ehî-sinden kaçar. Kardeşinden kaçar. Ne oldu ki sahhâh’dan sonra kaçar...

Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön