Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

19 Kasım 2011 Cuma..


Resim

Euzubillahîmineşşeytanirracim.
Bismillâhirrahmânirrahîm

"Allahumme salli ve sellim ve barik ala seyyidina MuhaMMedîn abdike ve nebiyyike ve resulike ve nebiyyül ümmiyi ve ala alihi ve sahbihi ve ehli beytihi."

Ya Rabbulâlemin, ya Rasullallah sallallahu aleyhi ve sellem istecertu.

Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke.
Elhamdülillahi Rabbil âlemin Yâ Rabbul âlemin.


“Birahmetike Ya Erhamerrahimin! Birahmetike Ya Erhamerrahimin! Birahmetike Ya Erhamerrahimin! İrhamna Ya Rabbenâ!

Kim ki, bunu canı gönülden söylerse, 3 kere böyle derse Birahmetike Rahmetinle muamele et anlamında, Rabbü’l- âlemin de buyurur ki, “Lebbeyk!” emret, ne istiyorsun, iste!” buyurur.
Hadis-i şeriftir. Resulullah sallALLAHu aleyhi ve sellemin hadisi-i şerifi kaynağını bulabildiğim ise:

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Birahmetike Ya Erhamerrahimin! Birahmetike Ya Erhamerrahimin! Birahmetike Ya Erhamerrahimin!” Niyazına me’mur melek vardır. Kim bunu üç kere derse, o melek der ki: "ALLAH sana teveccüh etti. İste isteyeceğini" buyurdu.
“Ebû Ümâme radiyALLAHdan; Râmuz El-Ehâdis, Sayfa: 128/9.)

İnşae ALLAH, İnşae ALLAH bu hallerde oluruz. Buna şâhid oluruz.
Şâhid olmak çok önemli bir şey. Çok önemli bir şey, yani: “Yaşanmayan yalan” demek..
Şâhid olmak en kısası: “ İlâhe İllâ ALLAH” demektir ve eğer yaşanmamışsa yalancı şâhidliktir.
Yaşanan Evvel-Âhir ve Bâtın-Zâhir içindir.
“Kûn feyeKûN..OL-AN” zâhirdedir. Olmuş ve olacak bizim dışımızdadır.
İnsan aklı için evvel ve âhir yoktur. Onun sahasında değildir onlar.
İnsan aklı şu an için vardır. O da “Kûn” bâtını, “feyeKûN” zâhirinden ibarettir.
Şe’en, şu andaki NÛN’a-Nûrullaha şâhidliktir. Şuhud’a çıkışıdır. Şehâdete gelişidir ki, O Ez-Zâhir olan ALLAH’tır. Bâtın’ı Rabb’dır.
İnsana şahdamarından yakın olanı Rabb’dır. “ALLAH celle celâluhu”, Zât'en buyurulmamıştır, sıfatı buyurulmuştur.
ALLAH celle celâluhu:

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan): Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır.(Nisâ 4/126)

ALLAH celle celâluhu Küllî ŞEY’ine muhit’tir. ALLAH celle celaluhu küllî şeyi yutandır. Kapsayandır. Muhit’tir.
Onun için şehâdet küllî ŞEY’in içinde olur.
Şehâdet rüyada olmaz. Şehâdet düşünerek olmaz. Şehâdet yaşayarak olur.
Onun için gerçek ALLAH dostları şu AN’ın-şeÂN’ın şâhididir.
Ve şu an’da şâhidliği yaşarlar ve yaşatmaya hizmet ederler.
Onlar Eş-Şehîd ALLAH celle celaluhu’nun ve meşhud olan Muhammed Aleyhisselam’ınşâhidleridir.

Eş Şehîdü :
Resim

Onu bilmesi, bilmemesi, oh çekmesi, yuh çekmesi halka aittir. Hakk’ka ait değildir.
Çünkü onlar Hakk’tan ayrı değildirler. Gayri değildirler.
Bunlar Hakk’tan Hakk’ka Hakk’ta Hakk’ladırlar. Ve Hakk’tırlar.
Bunu şunun için söylüyorum. İnsan aklı putperesttir. Böyle halkedilmiştir.
Eşya içinde halkedildiği için ve eşyaya yönelik yaratıldığı için, “feyeKûN” den “Kûn”a ancak KULluk İmtihanı TERCİHi denemesiyle geçmek üzere yaratılmıştır.
Bunun içinde kendisine/aklına cennet dahi anlatılırken“ŞEY”lerle anlatılır. Buradaki örneklerle, misallerle anlatılır.
Akıl oraya çekilirken dahi belli kemâlat aşamalarından geçerek çekilir.
kemâlat aşamaları ise karakucak SATIRlardan öğrenmek değildir ve SADR ehlinden Hasbî hizmet EDEBi almakladır.
Ondandır ki, Yunus Emremiz kaddesallahu sırrahu 40 yıl odun taşımıştır Taptuk Babanın kaddesallahu sırrahu kapısına dosdoğrusundan.

Niyazi Mısrî kaddesallahu sırrahu ender zekâda bir insandır-meLÂmidir... Müderristir, öyle yüksek seviyededir ki, Mısır’a kadar gitmiştir.
Onu Mısır’a gönderen Ümmî Sinan değildir. Onu Mısır’a çeken Ümmî Sinan’a gidiş yoludur.
Ne zaman ki Mısır’da, kendisini Mısır’a çeken zât “buraya kadar, bundan sonra Elin Malı dağa-Elmalı’ya gideceksin!”
Elin malını bildiği bile yok. Antalya’yı Elmalı’yı bilmiyor.
Ne zamanki tek heybesiyle indiğinde gemiden, Mısır’dan dönüşte “Elmalı neresidir?”.
“Elmalı Antalya’nın dağlarında bir yerdir”
“Orada bir yaşlı yörük Babası, Dedesi EREN varmış siz duydunuz mu?”
“hee ya duyduk, Eroğlu’ndan Ümmî Sinan derler.”
Ümmî, câhil demek değildir. Amma Ümmî’ler câhildir doğru, kör gibidirler. A’ma gibidir amma, ANAlar da ümmî’dir, doğurduğu için.
Etken ve edilgen olan varlık kainatta kadındır. Tekvin Sıfatı taşırlar Hayy Tezgâhıdırlar TEKVÎNin.
ALLAH celle celâluhu yaratıcı vasfını, sıfatını kadında tecelli ettirir. Rahim’de tecelli ettirir.
Onun için de küllî şey yok iken, bezm’ler kurulmamışken, Âdem’in ismi anılmazken, ALLAH sanki (hâşâ) meleklerle sohbet ediyor gibi: “Ben bir halife kılacağım, ceale” buyuruyor. Yaratacağım değil. Kılacağım.
Ve melekler dediler ki: “Kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Birilerini mi? Değil. Birisini mi? Yani o kim?

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne): Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30)

Oturup yazabilir herkes. Allame-i cihan olabilir.
Amma Taptuk Dede olamaz, amma Ümmî Sinan olamaz.
Şu bu kimse olabilir. Ne bileyim ben, bir sürü Efendilerden olabilir.
Ama Yunus Emre olamaz. Başkaları olabilir.
Köşklerde hanlarda hamamlarda medreselerde saltanlarda sultanlarda saraylarda olabilir.
Fakat dağdaki çınar ağacı gibi, Ardıç ağacı gibi, Ardıç kuşu gibi olamazlar. Doğal olamazlar. Tabii olamaz, Yaşayamaz ve şâhid olamazlar.
O ise, elden ele, dilden dile, geldiği gibi zâhiri ve bâtını da kalbden kalbe gelir.
Elden ele gelen kablodur. Kalbden kalbe gelen kablonun içindeki ceryandır.
Onun içindir ki, Ehl-i Beyt Aleyhisselam kablo gibidir. Velayete derc olmuş Nübüvvet Kablosudur.
Ama içindeki Nur-u Muhammed’dir ve Nurullah’tır.
Ki o; RaBBımızın SÖZü, Rasûlümüzün SESi olandır.
Her an gelendir. Her an şe’AN da olandır. Yani Kur'ân-ı Kerim’dir…
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Bunu şunun için söylüyorum, Biz bir “chat” yapar gibi bir sohbet yapmıyoruz.
Buna ihtiyacımız yok. Zamanımız bile yok.
Amma MuhaMMedî Neslin, MuhaMMedî Membağın ve Mahşerin gelecek kuşaklara çağımız röper noktaları olarak, bu çağın insanları olarak ULAŞtırmakta bizim de görevimiz var, hepimizin.
Bu bir insanlık vasfıdır, sorumluluğudur. O
nun içinde MuhaMMedî insan yetişmesine hizmet etmek, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’e yapılacak en büyük yakınlık sebebidir.
Herkes ALLAH’ü Zül Celâl’e yaklaşmak için ibadet edebilir, eser yazabilir.
Amma atladığı yer, MuhaMMed Aleyhisselam’a hizmet ise, aradığında avucunu yalar.
Nice dev eserler okuruz ki, Arş’dan Ferş’den bahs eder.
Hayretler içinde kalırız. Hayran kalırız. Ama gönül gözü sahibi bir bakışta bakar ki, tek soruyu sorar: “Nerede Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem?”
Resûlü nerede ki, ALLAH’tan bahs ediyorsun. Perdeyi kapatıverir.
Onun için Biz, sazınan sözünen renkinen zevkinen âhenginen şunun ile, bunun ile bir şeyler anlatmaya çalışırız.
Bizim meşrebimiz böyle. Bir zevk yazmıştım da, ondan bunları söylüyorum.
Biraz önce attım ben Gül.
ilâhe illâ ALLAH, küllî şeyin tek sebebi”
Varlığın yaratılış sebebi, ilâhe illâ ALLAH’tır.
Bütün sistem bunun için kurulmuştur. ilâhe illâ ALLAH/ ALLAH’tan başka ilah yoktur.
Bunun fiilen yaşayarak şâhidi olmaktır.
İnsan olmak, İslam olmak, her şey Küllî şey bunun içindir.
Firavun bunun içindir, Musa aleyhi's-selâm bunun içindir.
Hizbüşşeytan bunun içindir. Hizbullah bunun içindir.
Aklın iki ucundaki bu iki uçurum bunun içindir.
Onun için buyuruyor;

Resim---Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve selem: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Ben hizbüşşeytan ucumu Müslüman ettim de, bana iyiliği emreder. Hizbullah ile öpüştürdüm bitiştirdim.
Artık bu dairenin her noktası baş, her noktası son oldu.
Halaka oldu bu. Devran tamamlandı. Daha ayrılık gayrılık kalmadı ki hizbüşşeytanlık kalsın.
“Başında Son-uc Sebebi”
Başındaki Sonuç sebebi; İki elinizi açın, sol elinizin parmak ucuna baş deyin, sağelinizin parmak ucuna da son deyin, sonra bir daire yapın bakayım. Başında sonucu bulacaksınız.
Lübb’ül Lüb’deki Lüb, Lebidir. Özün özündeki leb’dir. Bilelik lutfudur. Akl’a yüklenen tüm esma..

Başında son-uç sebebi,
Lübb’ül Lüb’deki Lüb leb’i
Akl’a yüklenen tüm esma,
Kulluksa Demir leblebi…”


Kulluk, bu dosdoğru olan çile çeliğini, ALLAH’ın takdir ettiği ömür içerisinde, öğreterek, eğiterek, kandırarak değil, inandırarak, eğile eğile, eğile eğile, eğile eğile, dimdik halden “harrû succeden” yapacak hale getirmek.

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
Resim---İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne): Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.” (Secde 32/15)

Zâhir ve Bâtın Rububiyyet Tecellîlerini hakikat-ı MuhaMMedîyyesinde yaşayarak!. Başı - Sonu bir etmek.
İşte demir leB-leB budur. Leb-leb uyduruk bir kelime değildir. Leblebi yani.
Demir Leblebi dediğimiz uyduruk bir kelime değildir.
Zâhir ve bâtın bilelik sebeblerini, “Birr” lemektir.
Kulluk budur. Bu ise, Lâ İlâhe’dir. Ve İllâ ALLAH’tır. Lebbeleb’tir yani.
Hevasını ilah edenler, elbette zâhirlerini mahvedenlerdir. Kendilerini ilah kabul edenlerdir.
Ona Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vekil değildir ki: “sen vekil değilsin”buyuruyor ALLAH celle celâluhu!

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen): Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 25/43)

Ne demek? Onlar, ALLAH’ı bulamayacaklar, çünkü Resûl’nü bulamayı TERCİH etmedilersallALLAHu aleyhi ve selemi. “Sen vekil değilsin onlara!.İllâ ALLAH hizbullahtır” bu demektir.
“İyi o orada olsun, o orada olsun!” değil. Bu “İKİ” liğin kalkması için, “bana iyiliği emreder” buyuruyor Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve selem.
Kim iyiliği emreder bana?
Müslüman ettiğim şeytan. Demek ki o zaman şeytan, bir masa gibi, sandalye gibi, bir şey değilmiş.
Ben böyle bir put arıyordum. Böyle menfi bir put da yok ortada. Yok.
Aklın kendi put çünkü hamm kalırsa neticede!.
Onun için zâten aklın SEVİYElenmesi, ancak “RESULî SEVİYE”de mümkündür.
ALLAH, Kur’ân, Resûlullah, Ehl-i Beyt ve Hakk Dostları, bizim yolumuz budur. İblis’in ilmi çok amma, “olmaz!”ı var? Nedir onun o “olmaz!”ı?
İllâ EDEB”idir. Edebsizliğidir. Çok biliyor evet. Gerçekten biliyor.
O kadar biliyor ki, Âdem aleyhi's-selâm daha yokkenden biliyor.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Resim---Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne): Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.” (Bakara 2/34)

Meleklere secdeyi emrettik. İllâ İblis, “ebâ vestekbere” kibirlendi ve direndi. Meleklerden birisi olan İblis. Arkasından, İblis canlardandır.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا
Resim---Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen): Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.” (Kehf 18/50)

وَالْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ
Resim---Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm (semûmi): Ve Cann'ı da daha önce “nüfuz eden kavurucu” ateşten yaratmıştık.” (Hicr 15/27)

el cânne: cânn (cinlerin babası).. bu tekil bir kelimedir ve “cinler” diye tefsir edilegelmiştir.. nedir bu el cânne? Es semûm? Can nedir cAN?..

Bütün tefsirlere açıp bakınız. Canlardan buyuruyor ise, cin demektir.
O zaman bendeki can cin mi? Sendeki can cin mi?
“CeNNe” fiili güzel ŞEYleri örtmektir.. Can, Cennet, Cenin, Cünun, Cünne-zırh vs.
Tıpkı “Kefere” nin de kötü gözükenleri örtmesi gibi.. Kafir vs..
Bu şekilde kaçmakla kurtulunuyor mu?
Yani cennet kökünden kaçınca kurtuluyor mu?
Cenini ne yapacağız? Ana karnındaki ceNiNi? Aynı köktür cennettir. CümNNeyi ne yapacağız? Bizi koruyan kalkanı?
İşte tüm bunlar, bizim şehâdetimizi engelleyen faktörler, aklımızı çeldiren çeldiricilerdir.
Ne kadar iyi olurdu dağ başında bir çoban olsaydık. Ne kadar iyi olurdu.
Her şeyi yapıp yapıp da, süt dökmüş kedi gibi câmiye girseydik, ve tekrar yedi başlı ejderha gibi çıksaydık hayata.
Ve hiç umurumuzda olmasaydı. Kim kimin şâhidi, meçhulü!.
Bu. Bu neydi bu? Bu yanlıştı. Bu yanlıştı.
Bunu tenkid için, birine bir şey demek için demiyorum. Kendimiz için söylüyorum.
O ki; Akıl Taslarımıza toprak dolmamıştır şu anda, şimdi, yaşıyoruz daha şâhid olmaya zamanımız var demektir çok şükür.
Fiilen yaşayarak, ondandır ki Şah Pirimiz Ali Kerremullahi vechehu: “Ben görmediğime tapmam” ondandır ki Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem “Rabbimi Rabbimle gördüm” buyurmakta.
zâhiren zâhiren. Put olarak değil. Nasıl görülecekse o şekilde gördüm. Ten gözüyle mi gördüm?

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Rabbimi en güzel surette gördüm.”
(Tirmizî, tefsir, 39).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Rabbimi, Rabbimle anladım".
(Sırrül Esrar. S.75, Seyyid Abdülkadir Geylani)

Resim---Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:RABBımı RABBımla tanıdım. Eğer RABBımın yardımı olmasaydı Onu tanıyamazdım!'' (bulamazdım.)” buyurmuştur.
(Gürüzânfer, Ehadis-i Mesnevi shf. 2)

Resim---“Ebu Zerr radiyallahu anhu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:"Rabbini gördün mü?" sorusuna Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleminverdiği cevab: رَاَيْتُ نُوراً "Bir nur gördüm" şeklindedir.
(Müslim)

Kalb gözüyle mi gördüm?
Hakk gözüyle mi gördüm?
Halk gözüyle mi gördüm?

Bu başka şey.
Hiçbir zaman Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellemi kendisine yakın bulamayanlar, kendisinde O’nu bulamayanlara şaşaılır ki kendisinde cem’dir çünkü.
Rabbü’l- âlemin dahi kendisinde cem’dir her canın en yakın AKRABAsıdır.
Her canın kendisinde cem’dir. Kendisi zâten ALLAH’ın nurudur.
SU’yun testisi BUZdan!” dediğimiz budur. Doğrudur.
Ama insan aklı, her şeyi hatta kendini dahi en sonunda put etmek ister.
Kendi kendini bir görse, akıl kendini bir görse, bir şey olarak yani, böyle yaratılmıştır. Ve bu denli bir imtihan ortamındadır.
Onun için ALLAH celle celâluhu Biz’i ZÂT’nın şâhidi kılsın.
Ve Biz’e ALLAH celle celâluhu kendisi de şâhid olsun. İnşae ALLAH.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Kul İhvâni: Evet Barbaros ne yapıyoruz?

Barbaros Can: Hocam Bakara Sûresi 4’te kaldık.
Kul İhvâni: Evet. Colleen ne yapıyor?

Barbaros Can:
O, hocam ne yapsın yetişiyor işte. Çevirilere yardım ediyor. Gramerlere. Bir taraftan yazıyor ediyor.
Ben de bazen geceleyin, konuşuyorum onunla bazı zamanlarım olursa. Alt yapı ile ilgili olan bazı kısımlarda yardım etmeye uğraşıyorum.
Ee tabi, o şeyleri bilmiyor, bizim yaptıklarımızı bilmiyor.
Ama ona ne yapabilirim ki, ekrandan nasıl gösterebilirim ki, etrafında Müslüman da yok orada. Bir iki kişi var sadece.
Oradaki Bangkok’taki câmilere de gidemiyor. Böyle anlatıyoruz işte.
Altyapı ile ilgili olarak yardımcı olmaya uğraşıyoruz inşae ALLAH.
Bir taraftan da bizle çalıştığı zaman direk tasavvufa giriyor.
Direk tasavvufa girdiği zaman altyapı kısmında hiçbir şey olmadan da, sadece bu işin içerisine girsin gitsin istemiyorum.
Bir de, dengesi de kaybolsun, çatlasın, patlasın da istemeyiz.
O yüzden, İmam Birgivî’nin bir kitabı vardı, ahlâkî olan kısımları oradan okumasını istiyorum, oradan okuyor bakıyor.
Efendim, hased ne demek, şu ne demek, bu ne demek, nefsin hastalıklarını oradan okuyor.
Kur’ân ile ilgili kısımları elimizden geldiğince Biz’im yazılarımızın arasında görüyor. Kontrol ederken.
Ufak sûreler ezberlemeye başlıyor. Fatiha sûresini ezberlemiş. İhlas sûresini ezberlemeye uğraşıyor.
Bir taraftan namaz kılması için yanındaki kızcağıza rica ettik, işte o göstersin kendisine nasıl namaz kılınıyor diye, boş zamanlarında kılsın.
Çünkü önemli olan onlar, vakti olduğu zaman, yer bulabildiği zaman yapsın yani bunları da.
Bir taraftan da bizim çevirilerde gramer kontrolü falan yapıyor. msn ile de sürekli iletişim içerisindeyiz.
Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem, ALLAH ve Resûlü, bu ikisi ile sürekli yani, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in önemini, Hakk Teâlâ’ya ulaşmakta yani varmakta, o önemi, Resûl ismini, bunların üzerinde durmaya uğraşıyoruz.
Burayı atlayarak “direk ALLAH’ü Teâlâ’ya yol bulacağım” mantığının, başka insanlarda, çevremizdeki facebook içerisindeki gruplardaki insanların yanılgılarını, onları hep gösteriyoruz.
Bir de İncil’in içerisinde Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem ile ilgili olan kısımları, aralarındaki olan bağları, Tevrat ‘la falan onları gösterdim.
Ki bunlar dipten temel olsun ki, baksın iyicene gittiği yol hakkında iyice eminlik olsun kendisine.
Yarın bir gün, o alandan sağdan soldan onu taciz edecek insanlar olursa, onlara ne cevap vereceğini de bilsin yani, diye uğraşıyoruz hocam işte.
Bu kadar. Teşekkür ederim!.


Kul İhvâni:
Sağol, ALLAH razı olsun Barbaros. Bu çok önemli bir şey.
Özellikle Türkçe’de herşey ortada olduğunda insanlar, gördüğün gibi ya hiç ilgilenmemekte, ya da kendisini Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellemin daha sağında yerler bulmuşlar artık.
Çok daha kendilerine göre uyduruk bir şekilde yürüyorlar yani.
Bugün Gülsüm konuşuyordu da telefonda, ona da şaşıyorsun yani. Şaşıyorsun.
İşte 20 küsur yaşında bir kız velâyet makamlarını anlatıyor. Yani bu Nisa ablamız, Havva anamızın kızı, Abdülkadir Geylani Efendimizin boyunun ölçüsünü alıyor, cüppe dikecek yani.
Korkarım ki, yarın ona Cuma’yı da kıldırır.
Artık iş öyle çığırından çıkmış ki, hani olabilir söz afedersin ayak altına düşmüş olabilir de, bunun gerçekle zerre kadar alâkası yok.
Bunlar böyle sadece pespaye konuşulacak, rastgele kişilerin konuşacağı, netice alma bakımından söylüyorum, keyif onların.
Bir ateist de alır Kur’ân’ı Kerim’i istediğini okur, istediğini söyler. Kim engeller ona!.
Ama ben şunu demek istiyorum. Bunlar öyle basit konular değildir.
Onun içinde zâten, Türkiye’dekiler Türkçe’yi bilip de ne oldu?
Türkçe bilse ne? Bilmese ne? Demek istiyorum.
Ama İslam dininin, Kur’ân’ıKerim’in İngilizce’ye ve İslam’ın İngilizce konuşanlara yanlış tanıtımı korkunç bir yıkım Biz’im için.
Onun için de zâten, senin gibi ve bu işi doğru dürüst ALLAH celle celâluhu ve Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem için, Kur’ân’ı Kerim için yapan insanlar çoğaldıkça Kur’ân’ı Kerimin gerçekliği özellikle onlar tarafından daha da doğru anlaşılacaktır. Bu büyük bir hizmettir.
Biz Türkiye’deki insanlarla uğraşmak niyetinde hiç değiliz. Neresiyle uğraşacaksın ki?
Yani iyi bir sihirbaz olsan, her şey olur.
Ya da iyi bir vicdansız bir avcı olsan, insan kandırıcı olsan, yüzleri toplarsın peşinde, bir şey varmış gibi yani.
Ama bu değildir hedef!
Esas mesele; Kur'ân-ı Kerim ve Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem, röperli mesnedli, dosdoğru olandı. Din için, dünya için ve âhiret için!
Burada da bu çağın tebliği, bu günkü teknik, bu günkü ilim, bu günkü gün, bu günkü Şe’en içinde, şâhidlikte, Teker misin? Değil misin?
Sağlam mesnedli Temel misin? Senin omzuna basan Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in omzuna mı basmış olacak?
Bunu kendi vicdanında insanlar anladığı zaman MuhaMMedî hizmetçilerdir. “Efendim işte falan cemaat şunu etmekte!.”
Tamam çok cemaatler gördü bu âlem.
Çok gördü. Biliyorsun neler geçti, neler geldi geçti. Bunlar değil.
Demin onun için söyledim, bu âlemin dağlar gibi direkleri vardır.
Onlar ALLAH’ın direkleridir. ALLAH’ın dostlarıdır.
ALLAH’ın velileridir onlar. İnsanların velileri değil.
Onun içinde zâten, YOLumuz Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in yolu olacak.
Biz MuhaMMedî YOLCU olacağız. YOLLUĞumuz Kur’ân’ı Kerim olacak.
Ve YOLDAŞımız, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem olacak İnşâallah.
Öyle bir yoldaş ki, Aynı zamanda yol, O‘nun Nurundan yaratıldı.
Aynı zamanda yolcu, ilk yolcu Ahmed Aleyhisselam.
Aynı zamanda yolluk, sesi Biz’im Kur’ân’ımız.
Ve aynı zamanda yoldaş, yolun rehberi Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem.
Bu basit bir söz dizisi değildir. Bu bir gerçektir.
Aksi takdirde anasından doğar, doğduğu için ağlayan bir avuç yavru, ya da toprağa sokulan yüz yaşında bir dede değildir insan.
Mahvolan bir şey yok. Mahvolmayan bir şey var. “Mute kable en temute” var.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ Mûtû kable en temûtû: Ölmeden önce ölünüz! ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Bu İslam’ı doğru anlayış, doğru hizmeti getirir.
Hizmet ya günlüktür, peşindir ki o zaman milletin “oh!” ya da “yuhh!” demesine bakarsınız.
İnsanlar görürsünüz siyasetçiler, bir ülkeyi ayağa kaldırırlar herkes sokaklarda bir zaman: “Baba baba!..” diye, nerede baba şimdi?
Baba hainler listesinin başında.
O elinde Kur’ân sallayan mitinglerdeki adam, şimdi şu anda ihanetin başında ve hâlâ üstüne gidemiyor kimse. Gideceklerdir yani.
Şunu demek istiyorum. İnsanlar değildir esas olan. Esas olan Kur’ân’ı Kerim ve Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’dir.
Bunun için meselenin aslında hizmeti nereye ettiğimiz çok önemlidir.
Herkes akıllı da, sen akılsız mısın ki? Barda pavyonda şurada burada vur patlasın çal oynasın değilde, bir avcı fobisi mi, bir kumarcı fobisi mi, ne bileyim ben bir müzisyenin bir ressamın derdi mi, Kur’ân’ı Kerim ve Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in peşinde oluş, insanın yaradılış ve yaradılış gayesinin peşinde oluşumuz!
Onun için diyorum ben Colleen’dir, Sheila-Sıla’dır benzerleridir, bunlar ALLAH’ü Zül Celâl’in paratoner gibi çektiği insanlardır.
Ve inşae ALLAH, gün gelir ki sizlerin sayesinde, içindeki o Nur ışık halinde bir rehber Nur’una dönüşür.
Bu mümkündür. Bu mümkündür. Onun içinde teşvik etmek lâzım.
Ona hizmet etmek lâzım. O çiçeğin tohum vermesini sağlamak lâzım. Kendin ver, diyemezsin ona hizmet etmeden. Suyunu bul, ilacını bul, güneşini bul!
Bunlar, bunları boşa söylüyorsunuz bunları çocuğunuza.
Sizin hiçbir şeye hakkınız yok. Yetiştirme-hizmet hakkınız var.
Bunun için elbette hizmet edelim. Yani siz edin, Biz’de katkılarımızla ne edebiliyorsak edelim.
Misal müsâid zamanlarda msn’lerde bana da, bak buradayım, ben de imkanlarımı seferber ederim, sorularına cevap veririz, teşvik ederiz.
Ona önem veririz, ki vermemiz lâzım zâten. Yani bu çok iyi bir şeydir.
Ve ALLAH’tan dua ederim ki inşae ALLAH, çok iyi neticeler alalım. İnşae ALLAH Barbaros!.

Barbaros Can: İnşae ALLAH Hocam.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »


Ayşe Can: Hocam bir şey diyebilir miyim?

Kul İhvÂNi: Buyur canım.

Ayşe Can: Colleen ile bir-iki gündür sohbet ediyoruz biraz. Burada hem Barbaros Can’ı da haberdâr etmiş olayım.
Belki kendisinin de haberi vardır da, nilüfer çiçeğinin göl ortamında yani pis suda yetişip öyle bir güzellik oluşmasını Colleen anlamaya çalışmakta.
Ben İngilizcem çok yeterli olmadığı için, yani gerçi İngilizcem olsa da bu konuda çok bilgim yok. Bununla ilgili bir cevap aramakta.
Belki garibAN Can’ın haberi vardır, bana o gün garibAN Can bunun İbrahimî Olmayla bir ilgisi olabilir diye bir açıklama yapmıştı kısaca bir sohbet yapmıştık bu konu ile ilgili, ben bilmiyorum bana çok iyi gelmişti o sohbet.
İnşae ALLAH garibAN Can onu Colleen’e de aktarır.
Bir de hocam renklere karşı ilgisinin olduğunu söyledi, o şiirlerin renklendirilmesinin çok hoşuna gittiğini söyledi.
Renkler üzerine birazcık konuştuk. Yapmış olduğum o ikili esmaü’l- hüsna çalışmaları vardı hocam, onu kuzeni linkini gönderdi.
Dedim colleen şimdi bunları ben hazırlıyorum, eğer ilgini çekiyorsa sende İngilizce olarak kısa kısa ALLAH’ın isimlerini beğendiğin renkler üzerinde veya bu resimler üzerinde sende yazıp böyle bir çalışma yapabilirsin, dedim.
O da bunu deneyeceğim, yapmaya çalışacağım dedi, sanada bir e-mail göndereceğim dedi ama Arapça’da kullanmak istiyorum, dedi.
Böyle bir konuşma geçti aramızda, bu sohbetleri İngilizcem çok iyi olmadığı için geliştiremiyorum.
İnşae ALLAH İngilizcesi olan arkadaşlar varsa, bu yönde ilgileri de var.
GaribAN Can özellikle ilgilenir yardımcı olur diye düşünüyorum hocam. Onu söylemek istemiştim.


Kul İhvÂNi:
Tabii, çok güzel bir şey yani onun nilüfer çiçeğini seçmesi.
Nilüfer çiçeğinin kendine mahsusluğu vardır. Nilüferi suyun dışında yetiştiremezsiniz.
Antalya’ya inişte, eski Antalya yolu vardır şimdi yenisi de onun yakınından geçer ama eskisi tam dibinden geçerdi. Orada bir göl vardır.
O gölde kaynaklar vardır. Rastgele durgun sularda yetişmez o, kaynayan suların göllerinde yetişir. Su kaynaklarıolacak, su devamlı değişecek yani.
Ve o gölün altında santral vardır. Uzan’ların falan dava ettikleri santral vardır işte.
Antalya’daki o santral o kaynakların altında kuruludur.
Antalya’nın içindedir o hemen, tepeden inerken Antalya’ya. O şehri gördüğünüz noktada santral vardır. Ve o göl bir nilüfer gölüdür. Binlercesi vardır.
Ve sadece suyun içinde yetişir. Suçiçeği diye onun için dedim ben ona. Su’da yetişen tek bâriz çiçektir. Ve çıkarırsanız ölür.
Bir güzelliktir yani. Üzerinde çok düşünülmesi gerekir.
Bir damla sudan yaratılan insanın, gerçekten onun o düşünceleri, şiiri mükemmeldi.
Ben sadece onu övmek için övmedim. Güzel çok muazzam bir yakalayış ve oradaki görüş yani o.
Hakikaten çok güzel bir şey. Diyecek bir şey yok yani.

İnşae ALLAH Barbaros zâten onları çok iyi biliyor ve ayarlıyor ALLAH’ın izniyle.
Bir de, çok güzel bir şey senin de ilgilenmen ne kadar güzel.
Renkleri kullanan ALLAH celle celâluhu’dur. En muhteşem şekilleriyle kullanan ALLAH celle celâluhu’dur.
Ve aklın yedi kapısıdır. Yedi renk yani. Muhteşemdir.
Diğer varlıkların rengi görmeleri görmemeleri insan tarafından gerçek olarak bilinmemektedir.
Ama en mütekemmili insandır. Görmek başka şeydir mesela.
Atlar insanlardan çok iyi görürler. Görüş olarak. Ama renk olarak demiyorum.
Zifiri karanlıkta at yar başında giderken bastığı yeri görür. Ama insan gitsin düşebilir aşağıya. İyi göremez.
Şu ışık frekansları falan, insanların görüş frekans sınırları falan var. Ama renkte muhteşem bir şeydir.
Bizim benim gibi, senin gibi, ya da Biz’im sitemizde olduğu gibi rengin, raksın, ahengin, bunların cümbüşünde Biz Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in MuhaMMedî neşesini görüyoruz.
Ve insanlar, görüşleriyle de okurlar. Renklerden de okurlar.
Bundan haz duymayabilir adam. Yani bir tane yarasa var diye bütün kuşları yok mu edeceğiz Amazon ormanında yani.
O da kendisinin zevkleri vardır neyse onunla uğraşır yani.
Ama esas olan bu güzelliktir. mesela bak o şey çok güzeldi, ben onu düşünürken sizin çalışmalarınız zaman zaman yapılmış, bizim öyle bir yerimiz var ikili esmalar diye.
Kendi kitabımızın içinde yani şu an yürümekte olan esma kitabının içinde var o bölümünde.
Onu kaybolmasın diye, buşekle getirmen harika bir şey oldu.
Bittiği zaman, yetmiş tane zâten, âyet-i kerimeleri eklemişsin üzerine ne kadar güzel olmuş.
Nerede geçtiklerini göstermemiz çok güzel bir şey.
Basit gibi geliyor, geliyor ama bütün interneti tarayın bakalım.
Nette şu anda geçmişin bütün ilimleri neredeyse var. Böyle bir çalışma neden yok?
Her konuda binlerce çalışma varken, niye esma konusunda böyle bir çalışma yok?

Ve ben ilk başladığımda 99, Tirmizî’nin esması her yerde olan. Başka ne bir resim, ne bir levha, ne bir şey. 99, 99.
İlk defa o zaman, bir süre uğraşarak, çok zor tekniklerde idi, harfleri sökerek, monte ederek harf harf, oğlum Mustafa bu üçyüz esmayı yaptı, bu kırmızı-yeşil-mavi’yi yaptı.
Onlar biribirini cem’ edince 140 esma Âyet ve Hadis ile ortaya çıktı. Bunlar esmadır diye.
Daha başka esmalar var, var ama bunlar kaynakları hadis ve âyetle sabit Esmau’l- Hüsna diye bildirilenler, 140 tane.
Bu çalışmalar güzel çalışmalar. Hoş çalışmalar. Biz böyle anlıyoruz. ALLAHu Ahad Celle Celâlu’hu yu böyle anlıyoruz.
Yani ne bileyim ben ALLAHüssamed, ALLAH Samed’dir’i böyle sonsuz bir gönül fezasında uçan kartal gibi görüyoruz.
Yani öyle öyle bir duygu içindeyiz. Ne güzel bir şey. Biz böyle anlıyoruz.
Okuyacaksa saniyenin binde biri sürmez ALLAHüssamed okur “tırrt” geçer. Yüzbin kere “tırrt” geçer o ve hatm etmiş olur aklınca!.
ALLAHümme ente’s- selâm ve minke’s- selâm ALLAHümme ente’s- selâm ve minke’s- selâm, ALLAHümme ente’s- selâm ve minke’s- selâm
Ne dedin?” “Bilmiyorum!” Yürü. Kıyamete kadar git. Yüzbinler kere söyle!.
ALLAHümme “ALLAH’ım” Ente’s- selâm “Es Selâm Sen’sin” Ve minke’s- selâm “Sen’dendir selâm ve selâmet gelir bana”
Dâr’üs selâm değil, Es Selâm. Dar’üs Selâm cennettir. ALLAH cennet değildir.
Onun için yavrucuğum bu yaptıklarımız bir fobi değildir.
Bu bir “cehennemden kaç, cennete koş” da değildir.
Onun için yer burası değildir. Bunun yeri, bir sürü insanlar var bak, onlar bu işle uğraşıyorlar zâten. İyi-kötü demiyorum. Uğraşıyorlar.
Bizimki çok daha başka bir şey. Bize desinler ki, değil.
Bize desin ki Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem. Bize buyursun ki, böyle. Buyursun ki ALLAH. O kadar!.
Ne zaman? Her zaman.
Nerede? Her yerde.
Hangi halde? Her halde.
Doğumda da, ölümde de. Öncesinde de, sonrasında da.
MuhaMMedî şuur budur. Ve MuhaMMedî Nur, bu şuuru elde ediş noktasındadır.
MuhaMMedî şuuru BİLen, MuhaMMedî Nur’u mutlaka BULacaktır. MuhaMMedî Nur’u BULan MuhaMMedî Sır’da OLacaktır.
Sır ise hayine verilmez. Emin’e verilir. Emanet Emin’e verilir. Onun için mü’min emin’lerden olur.
Sadakati samimiyeti test edilmemiş, Sabr’a çekilmemiş bir kişinin nerede, nasıl, sözüne güvenilmeyen bir kişinin “ ilâhe İllâ ALLAH” sözüne güvenecek miyiz?
Biz değil. Bütün sözlerin sahibi ALLAH imtihan ediyor böylece işte.
Onun için buyuruyor; siz nankörsünüz, hayinsiniz, câhilsiniz, şusunuz, busunuz, bir sürü sayıyor değil mi?
Kim için sayıyor? Aslan için, ceylan için saymıyor. Elma ağacı için, ne bileyim ben ökseotu için saymıyor.
İnsan için sayıyor. Akılı olan için sayıyor.
Cinler içinde saymıyor, melekler içinde saymıyor. Şeytan için bile saymıyor. Akıl için sayıyor.
Onun için, Biz’im yolumuz açıktır. İnşae ALLAH yaparız. Hiç Biz’i zorlayan da yok.
Onun için bakıyorsun bak, bir sürü insanlar gelirler gazete kağıdı yangını gibi bir gelir geçer gider.
Aradan üç beş sene geçer ya da daha zaman geçer tekrar döner.
Ben özellikle karşılaşırım, beni tekrar bulur. Derece derece çıkacağı yerde, dereke dereke inmiştir. Neden?
Neden olacak, rehberini Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem seçmediği için.
Ama İblis her şeyi bilebilir. Her şeyi bulabilir. Herşeyi verebilir. O ki, ALLAH ile konuşmuştur yani. Sayısız, rest çekmiştir.
Resti kabul görmüştür. İzin verilmiştir. Tek izin verilendir. Yevmiddin’e kadar.İyi öyle, öyledir ama sonucu çok kötüdür.
Bunun için zâten, bu yolun emniyetinden Biz sorumlu değiliz.
Bu yol Biz’im yolumuz değil. Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in yolu. Biz o yolun yolcusuyuz. Yoluyuz. Biz’iz evet yolu Biz’iz.
Yeri geldiğinde köprüsüyüz. Yeri geldiğinde her şeyiyiz yani. Ne lâzımsa oyuz. Bu bir gönüllü seçiştir. İnşae ALLAH.
Onun içinde ALLAH razı olsun ben de senin gibi aynen senin gibi gayret etmeye çalışıyorum.
Sizin gayretinizden daha çok gayret etmeye çalışıyorum.
Ve inşae ALLAH ALLAH’ın izniyle zaman gösterecektir ki, inşae ALLAH nasib edecektir ki, pek çok konular toparlandıkça insanların çoğu, Biz bildiğimizden dolayı değil, Kur’ân’ı Kerim bildirdiğinden dolayı, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem fiilen yaşadığından dolayı, çok açıkça ortaya çıkacak o konular.
İnsanlar onun bunun kölesi olmadan, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in kölesi olmadan, ALLAH’ın kulu olurlar.
Çünkü kulluk yoktur. Bağlayıcılık yoktur. Durduruculuk yoktur. Minnet yoktur.
Mennan ALLAH’tır. Hizmet edebiliriz, ama minnet yoktur. Aynı geminin yolcularıyız. Kim kime minnet edecek?
Hep bu geminin sahibine yapılır. Kaptanı Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’dir. Bu gemi ise ALLAH’tan ALLAH’adır.
Onun içinde Ayşe çok güzel yani, bu böyle devam edecek inşae ALLAH. ALLAH devam ettirsin güzelliklerini artırarak.

Ayşe Can: çok teşekkür ederim hocam, sağolun.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Kul ihvÂNi:
Bir çok insanlar daha çok zaman içerisinde, daha güzel noktalara geleceğimizi ALLAH’tan umut ediyoruz. Bu bir kendi varsayımımız değildir.
Kur’ân-ı Kerim insanları okuduğu zaman, Kur’ân-ı Kerim de onu okur.
Nereden, nasıl çıktığınıbilmiyorum bu Hatimlerin falan.
Ben imkÂNı olmayan insan için bir şey demem.
Arapça’yı okumayı bilmeyen bir insan kekeme olarak okuyorsa ne kadar harika birşey.
Ama imkÂNı varken anlayarak okumayana şaşarım.
Neden anlayarak okumuyor bu? diye.
Ne dediğini anlayarak. Neden Rabbü’l- âlemin ile konuşmuyor.
Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem Hadis-iŞerifinde açıkça “Kim ki Kur’ân okudu çıktı, Rabbımla konuşuyorum derse, vALLAHi doğru söylüyor” buyuruyor. “Rabbımla konuşuyordum derse” Kur’ân okudu sokağa çıktı, adam dedi ki “nereden geliyorsun?” “Rabbımla konuşmaktan geliyorum derse vALLAHi doğru söylüyor”.
Kaynağını şimdi unuttum ama benzer hadis:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem : “Sizden kim ki Rabbı ile konuşmak istiyorsa Kur'ân-ı Kerim okusun!” buyurmuştur.”
(Deylemî ve Hatîb)

Bu kadar muhteşem bir şey çünkü Kur’ân. Kur’ân maddeden manaya geçiştir. Manadan maddeye geçiştir. Bir sigara kağıdı gibi düşün Kur’ân-ıKerim’i. bir yüzüne Rabb, bir yüzüne Rasûl yaz. ÂNlayabilirsen ÂNla. Rabbın sözü Rasûlün sesidir senin söylediğin. Bism illâhirrahman irrahim Bu söz ALLAH’ındır. Ses Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’indir.
Sen kendi sesini kendin duyma. Ben yani.
Sen dediğim, ben bir yerdeyim de sen bir yerdesin diye söylemiyorum.
Biz olarak. Biz aynı seviyedeyiz. Öyle konuşuyoruz.
Hiçbir zaman birimiz birimizden bir milim ne yüksektir, ne alçaktır.
Aynı seviyedeyiz. Çünkü Biz aynıyız yani. Aynı değil miyiz? Aynıyız.
Kaşımız gözümüz yemek yiyoruz herşeyimiz. Biz Bir değil miyiz? İnsanız. İbadet ediyoruz. Kulluk ediyoruz. Sana şunu diyelim. Bana bunu diyelim. Boş ver demeyi.
Biz ALLAH’ın kulu, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in ümmetiyiz.
Burada bir duralım. Şunu bir çözelim aşağıya inmeden.
İşte bu, bu muhteşemliği, MuhaMMed Aleyhisselâm’da bu bereketi, mübarekliği, MuhaMMed Aleyhisselâm’da, bu muazzamlığı hulkiyyet olarak Hulk’ul Azim olarak MuhaMMed Aleyhisselâm’da, ve bu mukaddesliği kudsî oluşu, Akdes Noktasını görüşü, “Rabbımı Rabbımla gördüm” Noktasından SeyrÂNı-CevlÂNı-HayrÂNı yaşamak şâhidliği gerektirir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Rabbimi en güzel surette gördüm.”(Tirmizî, tefsir, 39).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Rabbimi, Rabbimle anladım".
(Sırrül Esrar. S.75, Seyyid Abdülkadir Geylanî)

“Ben niye yapamıyorum?” Sorusunun cevabı; zikirde mi, fikirde mi, şükürde mi, sabırda mı bir sorunun var. Sadakatta mi, samimiyette mi, sabırda mı, selâmette mi, bir sorun var?.
Bunu her âlet, her makine kendi içindeki problemi en iyi bilmek üzere dizayn edilmiştir. Bu kendi vicdanlarında insanların.
Onun için buyuruyor Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem. “Kalb müftüne sor” kalb müftünüze sorun.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müftüler her ne kadar fetva verseler de sen gönlüne danış!” buyurmuştur.
(Dârimî, Büyû’, 2; İbn Hanbel, IV, 238.)

Size sizin içinizdeki bu kalb müftünüzü üzen şer’dir.
“Biz şer’ri-hayr’ı, o kadar çok ki, nasıl ayıralım” diye sahabe soruyor. Hadis-i Şerif bu.
Sizin Öz’ünüzü üzen şer’dir. Öz’ünüze ferahlık veren hayr’dır.
Her insanın yüreğinde bu vardır, körleyen kâfirdir zâten. Kendine kâfirdir.
Kendindeki bu iyilikleri tek taraflı körleyen, yani nefsin hevâsını ilah eden kâfirdir. Başka ne kâfir arayacaksın!.
“ALLAH var!” demiş. “Yok demi!” o kimse mi sadece kâfir!
Ona mı kalmışALLAH’ın varlığı yokluğu.
İyi, o zaman sabahleyin birisi çıksın “güneş yok!”desin, güneş yok olsun öyle mi?
Ne alâkası var. Ya da “ALLAHüekber!” deyince “ALLAHüekber” öyle mi?
Demese ALLAHüekber değil yani. Bu kendisi için söylüyor bunları. Herkes. Herkes. Küllî şey. Küllî şey’in, inşae ALLAH!.

Evet Biz Bakara Sûresinin ilk âyetlerini sanıyorum 10. Âyete kadar gelmiştik belki.
İşte Bismillâhirrahmanirrahim.
Çok hızlı bir şekilde geçelim. Ondan sonra devam edelim.
Elif Lâm Mîm” ALLAH’ın lütfu MuhaMMed Aleyhisselâm’dır. Nimet-i Uzma’dır. Böyle derdi Siirt’li MuhaMMed Sıddık Hocam “en büyük en Azim olan nimet MuhaMMed Aleyhisselâm”dır.
Arabistan’da doğmuş, şöyle olmuş, böyle olmuş, şu kişi anlamında değil.
İlk halkedilen, halkediş membağı olduğu için, zuhur yeri, MAZHAR olduğu için.
Rusuliyet bakımından diyorum.
ALLAH ve Resûlüne teslim olunuz!
ALLAH ve Resûlüne iman ediniz!
ALLAH ve Resûlüne tabii olunuz.
ALLAH ve Resûllüne itaat ediniz!”
Âyet-i cel’ilerde buyurulan, ALLAH ve ortağı Resûl değil hâşâ.
O’nunla ALLAH’ı BİLeceğimiz, BULacağımız, OLacağımız, ve YAŞAyacağımız MuhaMMed Aleyhisselâm’a demektir. Resûlullah’a demektir.
Onun için diyorum, Resûlsüz ALLAH, ALLAH ile kandırılan ALLAH’tır. “ALLAH!” diye diye kandırılan ALLAH’tır.
Hizbüşşeytan ALLAH’ıdır yani.

Allah ile kandırıranlar!..

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---"Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr(garûru) : Ey insanlar! ALLAH’ın va’di haktır, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o çok aldatıcı (şeytân) da ALLAH hakkında sizi kandırması!'' (Fatr 35/5)

Onun için diyorum İblisin bilmediği bir şey yok. Ama MuhaMMedî Edeb yoksunluğu var. Merhametsizlik var.
Rahmet Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’dir. Rahmetenlilâlemin’dir. Rahmetsiz (âlemin) olan da İblistir. Antipotudur, karşısıdır çünkü.
İblisler yoktur bakın, İblis vardır. Şeytanlar vardır. İblisler yoktur. İblis bir tanedir çünkü.
Ve İblis Âdem’in sahneye girdiği anda yok olur. Şeytan “tak” diye ortyay çıkar.
Nerede? Cennette. Yok yılanın şurasından girdi, burasından girdi. Onun için yılan sürünüyor da, kuş uçuyor da.
Bunlar “leylek getirdi”hikayeleri. Böyle bir şey filan yok. Böyle bir şey yok.
İlk dökülen kan, Habil’in döktüğü Kabil’in kanı mı?
Havva Valide’nin hayz kanı ne olacak?
Bu varsayımlar varsayımlar. Kur’ân dışı.
Biz oralara geleceğiz Kur’ân-ı Kerim’in kendi içinde. Kendi içinde bunları göreceğiz zâten.
Biz göreceğiz değil, zâten Kur’ân-ı Kerim gösterecek, onu demek istiyorum.!

Bismillâhirrahmanirrahim.
''Elif Lâm Mîm''. Elif Lâm Mîm, bir şeydir. Şifredir. Ne olduğunu ALLAH bilir.
Harf-i Mukatta’dır. Gönlünce yorumlayabilirsin.
Bir şey diyebilirsin, dersin. Elif, uluhiyyet’tir. Mîm budur. Lâm arasındaki BİLE’dir. Efendim Cebrail olmasın sakın?
Olabilir ya. ALLAH’tan MuhaMMed Aleyhisselâm’a gelen Kur’ân Âyetleri arasında akıllar ters anlamasın diye, “MuhaMMed Aleyhisselâm ALLAH laştı!” demesin diye araya tampon bir şey koymuştur ne olacak. Meleke koymuştur.
Evet. Bu Harf-i Mukatta’lar şifre harfler bilemiyoruz ne olduğunu.
Dün marketten sucuk almaya baktım. Yasin sucukları, diyor.
Ne kadar korkunç bir şey. “Yasin sucukları” edebsiz herifler!
Yâ-Sîn” bir şifredir. Ne olduğu belirsizdir. Ve ALLAH’ın şifresidir.
Ekmek gibi, su gibi, taş gibi, kuş gibi bir şeyin ismi değildir.
Hadi insanlara isim olarak hürmeten koydunuz. Bu daha ne yani bu.
İnsanların ne kadar câhil olduğunu, ve bunlar güya çok dindar bir grup. Sözüm ona yani. Ama yanlışın yanlışı bir iş!.

''Elif Lâm Mîm'', ne olduğu bilinmeyen bir şifredir.
Ama Elif bellidir. Lâm bellidir. Biz kendimiz zevk edebiliriz. Biz’e ait.

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
Resim--- '' Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne). O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.''
2 / BAKARA – 2

Bu ''Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne).'',
Bu, “Elif Lâm Mîm” şifreli bir kitab, bu kitab içinde hiçbir reyb-şüphe bulundurmaz.
Yani bilelik yaşayışını insanın rüşdüne çektirmez.
Yani şunu demek istiyorum. “Benim ceryanım kesilmez” diyemez kimse.
Asla bu konuda şek ve şüphe yoktur.
Kim için?
Muttakiler için. Kimdir muttaki?
Takvâ sahipleri. Ne demek takvâ?
Fikir ve tefekkür gibidir, nasıl fikir ve tefekkür yapıyorsan, Kavi’ de takvâ yapar. Fikreden gibidir. Kavi olan. Kavi nedir?
Kavi sağlamında sağlamı olan demektir. Zâhir-bâtın vücuda geliş kudretini fiilen yaşayandır.
Muttaki, takvâ sahipleri. “Sizin üstünlüğünüz ancak takvâ iledir” Âyet’i vardır. Ancak takvâ iledir. Kavi oluşladır.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---''Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr: Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucürât 49/13)

Kuran-ı Kerim’e inanan hiçbir insan başka bir şeyiyle daha üstünlük iddia edemez.
Çünkü kavi oluş insanın elindedir. İnsan bu hale gelmesi lâzım!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim--- '' Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne). Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
2 / BAKARA – 3

''Ellezîne yu’minûne bil gaybi.'' kim bu muttaki olanlar?
Sayıyor. Gaybe inanırlar. Gayb, Bilelik mefhumunun galib olması, ganî olması’dır.
Kısacası kontaksız,hayalsiz, al gözüm-ver gözüm, fiş-piriz, “Keban burada-ben Keban’dayım”, demektir.
Bunda hiçbir şek ve şüphenin olmayışıdır. Aynen olmasıdır. Asl’ın aslen olmasıdır.
Gayb, olduğu halde, gözükmeyen akıla ettiği ile belli olan demektir.
Var, ama aklın ya da kelle gözünün göreceği put halinde göremiyor.
Bir şekil olarak göremiyor. Ama olduğu kesin.
Olduğu halde gözükmeyen demektir gayb. Bir yitik değildir. Olmayan değildir.
Çok dikkat etmemiz lâzım. Onun için ben durmadan örnek verirken, ceryana benzetiyorum.
Çünkü ceryanı da ben öyle tarif etmiştim. “Ne idiği belirsiz, ettiği ile bellidir”demiştim Halis Duman’a Elektrik Profesörümüze. “Ne idiği belirsiz, ama ettiği ile belli” elektirkin gerçek tarifi budur bence..
Gidip düğmeye basarsam yok ama var ceryan. Kontrol kâlemi ile bakıyorum var. “Bu ne iş yapar?” Dediğimde.
Lambayı yakarım. Yakıyor geçekten de. Lambayı yakıyor. Buzdolabını donduruyor. Fırını yandırıyor.
İşte her şeyi yapıyor. Yapmadığı bir şey yok ki. Var fakat gözükmüyor.

Gayb. “ve yukîmûnes salâte”, gaybe inanırlar, salatı ikame derler. Salatı, sallı ikâme ederler. Namazı kılarlar.
Oh. ALLAHuekber, selâmun aleykum bitti. Kıyamda bitti. Sall’da bitti. Oh bee!.
Ben bunları anlamıyorum. Yine aynı şeyi anlıyorum.
Bu lambanın sönmemesi, Keban’la bileliğidir kardeşim. Kâim-dâim OLuşudur.
MuhaMMedîmasivalığın, beşeriyetin, insanlığın, kulluğun, aklın kulluğunun, kudrete bağlı olması, yani Aklın Nakle bağlanmasıdır bu.
Yaratan ve yaratılanın BİZ birliğidir. İkameh salah. Kıyama kalkış budur.
Kıyamet kopacakmış fi tarihinde. Tabi kopacak. Öyle diyor, kopacaktır.
İlk başta yarattığı gibi, sonunuda yapacaktır.
Ee Bizim kıyameti görmeyeceğiz, biz kıyameti her AN yaşıyoruz. Onun için buyuruyor, kıyameh salah.
Burada "yukimunes salat", kıyam kelimesi aynen harfleri ile aynıdır.
Yani doğrudan doğruya kıyamdır yani. Kıyama kalktık namazda, "kadkamet salah".

SALL nedir sall. Sall, ulaşımdır. Sıla’dır. Asl’ında oluştur. Anakucağı, baba ocağıdır. Sıla-i Rahim’dir.
Beş kardeşin sıla-i Rahim’i budur. Göbek bağlarını çektiniz mi ana karnında birleşirler.
BİZ BİR” olurlar. Açıktır bunlar. Onun için SALL, SELL’de böyledir. Selâm, dediğimiz de böyledir.
Salat’da sen sahipsin. Sell’de seni yaratan sahiptir. Es Selâm ALLAH’tır çünkü. Ama Es’salat ALLAH değildir. O senin sıla’ya gidişindir.
Yukimunessalah, bir de bunu yaparlar ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne). Bir de onlara rızık verdiklerimizden infak ederler. “Razaknahüm yünfikun”. “Razakna” Biz rızk ettik onlara. Rızık verdik. Onlara verdiğimiz rızıklardan diye Türkçeleştirilir. “Yünfikun” infak ederler.
İnfak, nefeke köküdür. Münafık da bu kökten gelir. Nifak’tan gelir. Nifak’ta buradan gelir. Nifak çok kötü. Yünfikun çok iyi.
Kardeşim iyisi kötüsü kullandığın yere göredir yani. Kullandığın yere göredir. Altın çok iyidir de, yenmez yani.
Onun için diyorum, infak nefeke kökü, köstebek deliği demektir. İki ağzı olan köstebek deliği demektir. Temeli budur.
Neden münafıka öyle deniyor?
Çünkü münafığın iki kapısı vardır. Birinden su girerse öbüründen kaçar.
Cennet cehennem fark etmez. Çıkış yeri önemli değil onun için. Yeter ki bir yol bulsun.
Yani, iki yönlüdür. Hizbüşşeytan ve Hizbullah yönlüdür münafık.
Onun için kâfirden aşağıdadır.
Daha aşağısı yoktur zâten. ALLAH korusun!.

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Resim--- ''Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn(yûkınûne). Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.
2 / BAKARA – 4

Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke” Bir de bunlar sana indirdiğimize inanırlar. “ve mâ unzile min kablik” Sen’den öncekine inanırlar. “ve bil âhireti hum yûkınûn
Şimdi MuhaMMed Aleyhisselatu vesselâm, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i bir çizgi olarak çizdik mi? Çizdik. Sen, senden öncekiler. Güzel.
Senden sonrakılere ne buyuruyor? “Senden sonrakıler” demiyor bak. Çünkü Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in sonrasındakılerde zâten ebediyen o, buyuruyor.
ve bil âhireti hum yûkınûn” ahrete de kanidirler.
Bunu çok iyi anlamak lâzım.
Bunu falan kişinin krallık süresi, falan kişinin imparatorluk süresi gibi anlayış tamamen yanlıştır. Rusuliyeti böyle anlayış.
La nüferriku beyne ehâdim min Rusulih”,
Biz Resûller arasında fark etmeyiz, fark çıkarmayız, küfürdür çünkü.
Nasıl çıkarmazsın?
Tabii ki bunları böyle anlarsan muhakkak çıkarırsın.
Ama anlarsan ki, Rusuliyetin akıla anlatılışı, kardeşim sen Âdemî’sin. Sen Nuhîsin.
Birgün gelecek ki Barbaros ne bileyim ben, sen Yusufîsin. Dört gömlek yırttıracaksın muhakkak. Göreceksin.
Eyyübî olacaksın. Olacaksın. İbrahimi olacaksın.
Bütün bu aşamaları kendi kaderinde sende yaşayacaksın zâten.
4 X7 = 28 göreceksin inşae ALLAH. Göreceksin ki, kemâlat budur zâten.

Bana ne Mekke’den diyorsan, diyorsa birisi, doğru söylüyor Hacc’dan ona ne?
Öyle insanlar vardır etrafımızda miltimilyoner dir: “Gidip de Arap’lara para mı yedireceğim. Hocanın biri böyle söyledi” diye.
İki ay kalmadı cenazesine gitmedik. Kulağımızla duyduk neye gidelim, dedik.
Yani küfrünü duyduk. Şâhidiyiz küfrünün. ALLAH korusun!.
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Onun mülkünü bıraktıkları altı ayda Konyaaltı pavyonlarında kuruşu kuruşuna bitirdiler.
Kardeşler kardeşlere kurşun sıkarak bitirdiler. Bankalar paylaşıverdi.
Şunu demek istiyorum:“Hani sen buradan Mekke’ye kadar gitmezdin?”

Şimdi uçakla gidiliyor, hiç sevmiyorum. Ben sevmiyorum.
Biz beş günde gittik. Beş gün ve gecede gittik. Urfa’dan, Musul’dan, Bağdat’tan, Kerbela’dan 900 km Arar Çölünden.
Yani Hacc’ca öyle gidilir. Gidilmeli. “Bir daha gelmem, gitmem böyle diyordum ben. Gitmeyiz bir daha, gelmeyiz buradan diyordum
Ama ikinci gidişimizde yine gittik oradan. Oradan gideceğiz.
Çok isterdim ki, birde Şam üzerinden gitseydim. Şam, Kudüs üzerinden.
Şunu demek istiyorum. İnsan hayatında da,”ve bil ahreti yükinunResûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in öncesi, sonrası ve kendisi, geçmiş-gelecek-ve şu AN gibidir Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELL. “Ulâike alâ huden min rabbihim.”
İşte bunlar saydığımız şeyleri yerine getirenler RaBB’lerinden bir Hüda üzerinde, heda El-Hadî Esması üzerinde mazhardırlar. Dâimiyyet hüviyeti kazanmışlardır. Ne yani?
Valla onların buzluğu, suluğu, buharlığı, bulutluğu bitmiştir. H2O durlar ASL-ANA..onlar.
Onları ne yapsanız zor şey yaparsınız. Halis muhlis ALLAH dostu, MuhaMMedîdir onlar.
Onları buz yapsanız da öyledirler. Su da deseniz, Buhar, Bulut da deseniz onlar için değişmez.
Onları ne buzlukla hüzünlendirebilirsiniz. Nede bulutlukla sevindirebilirsiniz. Onların aslı ASL H2O olmuştur.
RaBBlerinden bir Hüda üzerinedirler. Dâimiyyet hüviyetini RaBB’lerinde bulmuşlardır.
Şahdamarından yakın olanla akrabalıkları, kariblikleri, et-tırnaktan ötedir. “ve ulâike humul muflihûn
Kesinlikle onlardır işte. Felah bulanlar. Hakikat lutfunu kendi içinde bulanlar.
Hakikat-i MuhaMMedîyesine erenler, ne demek Hakikat-i MuhaMMedîyye?
MuhaMMedî Yolu izleyerek Hakk’kı bulan demektir.
Hakikat Hakk’kın Hakk’kıdır. El-Hakk’ul Hakk’tır hakikat.
Biliyorsunuz Matris vardı 16.000 ÂLEM, 4X4=16

Şeriatın Şeriatı -> Şeriatın Tarikatı -> Şeriatın Mârifeti -> Şeriatın Hakikatı
Tarikatın Şeriatı -> Tarikatın Tarikatı -> Tarikatın Mârifeti -> Tarikatın Hakikatı
Mârifetin Şeriatı -> Mârifetin Tarikatı -> Mârifetin Mârifeti -> Mârifetin Hakikatı
Hakikatın Şeriatı Hakikatın Tarikatı -> Hakikatın Mârifeti -> Hakikatın Hakikatı..

Hakikatin Hakikati kimindir?
Hakk’kındır. El Hakk ALLAH celle celâluhunundur!.
Marifetin Hakikat-i MuhaMMed Aleyhisselâm’da biter artık.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem hâşâ ALLAH değil ki. ALLAH’ın Resûlü, kulu yani. Bunun için iflah olanlar onlardır.
İnnellezine keferu” haa bu gerçekler, kendi akıllarına bütün esmalar yüklenirken, küllühum esma yalnız, hariç esma yoktur.
HuvALLAHüllezi Lâ İlâheillâ huALLAH celle celâluhu dâim. Esma olarak yüklenmiştir.
İnnellezine keferu” şüphesiz ki onlar var ya onlar keferu, içlerindeki eden, sabit duran, karadelik gibi olan, varılamayan, özün özünden de yakın olan, yakından da yakın olan RaBB, yaratıcı, bu hakikati, bu rüşde çıkışını, rüyete çıkışını, rızaya çıkışını, bu kevniyyeti kendi Nefsinden görenler, keferudur; Şahdamarlarından yakın olan RaBBlarını ÖRTmişleridir.
Keban’da kim oluyormuş, dediği anda keferudur, Hakk’ul Hakk’kı örtmüştür. Ne yapmıştır?
En azından Firavunluk yapmıştır. “RaBB benim demiştir.”

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---"Fe kâle ene rabbukumul a’lâ: Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Nazilat 79/24)

Yok yaa daha ileri gitmiştir. “Nefsî Hevâm ilahtır demiştir”, daha ne olacak. Daha ne olacak. ALLAH’lık iddia etmiştir.

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---"E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen): Kendi istek ve tutkularını (hevâsını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”
(Furkân, 25/43)

Daha. Dahası yok başka. “Keferu” dur. Gerçek midir? VALLAHi öyledir. İnnellezine keferu, küfür, kâfir oldu. Şunu, “işte efendim şu âyet yok” dedi kâfir oldu. Doğru.
Sen esas kâfirliğe bak, esas kâfirliğe bak!. Kendi canını, kendi aklını, kendi vicdanını inkara bak!. Yok, deyişe bak!.
İnnellezine keferu” o küfredenler, “inne” ALLAH için bir gerçek vardır.
Bir zâhir-bâtın Nurullah’ı inkar vardır ki “inne” ile yani, bak işte şunlar onlar, bunlar öyleler ki, keferu.
sevaun aleyhim” “sevaun” aynı seviyededir. “aleyhim” onlar için aynı seviyededir. “e enzertehum em lem tünzirhum
Onlara inzar etmişsin, ha etmemişsin aynı seviyededir. “la yü’minun” onlar iman etmezler. Neden?
Onlar kendi iman yollarını örttüler. Akıllarının iman mekanizmasını, sigortayı attırdılar yani. Kendi sigortaları, çektiler onu. Kendileri kopardı Keban bağlarını.
Örterek akıllarındaki bu özellik ve güzellik kapılarını kapattılar.
İmtihan buydu zâten. Değil mi? Bu değil miydi? “ ilâhe İllâ ALLAH” mı?
VALLAHi öyle. Lâ ilâhe, biraz dinleneceğim, bakacağım. Ne yapacaksın? İllâ ALLAH’ın üzerine bir toz, perde çekeceksin değil mi? Evet ne yapacaksın?
Akıl böyledir çünkü. Şundan olmaz. Bundan olmaz. Olmaz hakikaten, olmaz. Peki kimden olur?
Benden olur ilah!” der oturuverir oraya. Hevâsını ilah ediverir bir anda.
Ya da der ki, “Rabb benim. Başka Rabb yok!” Benim keyfime uysun dünya. Gibi.
Bunları yaşamıyor muyuz kendi vicdanlarımızda. Yaşıyoruz!..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim--- '' İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne). Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler.''
2 / BAKARA - 6

İman ettiremezsin onlara, çünkü. Uyarsan da uyarmasan da, buradaki nezir, uyarmak, inzar etmek.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in tebliği, tümünün kabıdır; tenzir, tebşir,teşhid, tüm, tümünün belagat ile anlatılması, herkesin akıl seviyesinde anlatılması, beliğ bir şekilde, çok, herkes kabı kadar alacak, herkes işini görecek. Bu doğru mu?
Doğru evet. Doğru. Sivrisinek sivrisinek kadar midesi ile su içecek. Fil de fil midesi ile su içecek. İçmesin mi?
Yani herkes kendi kabınca, kendi ihtiyacı kadar alacaktır. İnzar budur çünkü, İnzar’ın temelinde ne vardır?
İnsan aklını, zomuykudaysa, uyurgezerse, uyandırmaktır.
Çok sarhoşsa ayıktırmaktır.“Hemşerim yapma!” demektir.
Ayık, deli ise bile akıllânır. Hasta ise iyi olur. Her ne ise, bütün eksiklikler noksanlıklar Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in kapısını çalana, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in tek sözü vardır: “Hoşgeldiniz, safa geldiniz. Nerede kaldınız?”
Yok. “Sen dünyanın en kötü kadını mısın?”Yok. “Cenabet misin?” v.s Yok!!
ilâhe İllâ ALLAH MuhaMMederresûlullah” dediniz ya.
“Buyurunuz. Buyurunuz. Önce bir karnınızı doyurunuz. Ondan sonra bir tertemiz yıkanın. Şöyle ol. Böyle ol. Sen Ali’sin. Sen Fatıma’sın. Ali Ehl-i Beyt!”
Kapı, o kapı çünkü. Tenezzül ve Tevazu kapısını kabul Etmedi mi?
Ebu Leheb gibi, Ebu Talib gibi birinci bağda kaybeder.
Biliyor muyum?
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, babası Abdullah Aleyhisselâm’a ne kadar yakınsa, Ebu Talib’de babasına o kadar yakındı. Ondan daha yakındı. Çünkü ana bakımından. Ama çare yok. Kefere oldu mu biter. İnzar kabul etmez. Nasıl kabul etsin ki?
Biz kendi anlatım tarzımızda gidiyoruz, tüm makinaları, akıl fikir ermeyen makinaları, korkunç tribünleri çeviren parmak kalınlığında bir kablo, bu yükü çeken, ben şalteri çekiyorum da aradaki 1 milim yalıtkandan dolayı traşmakinasını çalıştırmıyor.
Tabii çalıştırmayacak yani, “keferu” böyle bir şeydir çünkü.
Olmadı mı olmaz demek istiyorum. İnzar kabul etmez onlar, onun içinde iman edemezler. Tebliği duyanlar kimdir?
Müslümanlardır. Bilenler. İnzarı bulanlar mü’mindir çünkü. İman edenlerdir.
Tebşiri duyanlar kimdir? Veliyullah’tır.
Teşhid’de olanlar kimdir? Ehlullah’tır. Hizbullah’tır.
ALLAH dostu öyle basit bir laf mıdır? ALLAH ehli olmak öyle kolay bir iş midir? Zor bir iş midir?
Hayır değildir. Kolay mıdır? Hayır değildir. Neden?
O ancak yaşandığında anlaşılan bir iştir. Yaşandığında anlaşılır, dediğin iş kendi başına basit değildir.
Barbaros dünyanın en iyi adamı, çok kafası çalışıyor, müthiş çalışıyor.
Ama asla çocuk doğurmayacak. Ve çocuk doğurmak konusunda söylediği her şey boşunadır.
Çünkü şâhidi değildir. Konuşanıdır. Ama eşi-Sıla, iki tane çocuk doğurdu. Hiç bir şey yazmasına, çizmesine, konuşmasına gerek yok. Onun bizzât şâhidi, onu demek istiyorum.
Öyle, ben burada kendi gönlümce söylüyorum, tebliği bilenler duyanlar Müslüman oldu, inzara uyanlar bulanlar mü’min oldu, dörtlüleri yerleştiriveriyorum.

Gerçekten de öyledir zâten. Tebşir olan müjdelenenler Veliyullahtır. Hakikaten öyledir. Teşhid, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in şehâdetine şu ANda, fiilen şâhid olanlarda Ehlullahtır. Tabii ki ehlullahtır.
ALLAH’ın Ehli burada değil de, nerede olacak? Mahşer neresi?
Bir orada, bir burada yok. Bunlar Akıla anlatım için!.
Çünkü akıl kendine göre yaratılış ve imkanla imtihan proğramınca ve gelişimince anlar.
Onun için anlatılıyor. Başka ne yapılacaktı ki?
Cennet bile anlatılırken buraya göre anlatılır. Cehennem bile buraya göre anlatılır. Başka nasıl anlatılacak?
Ama, çocuk büyüdü ya, çocuk büyüdüğü zaman, şimdi Tarık, küçük kızı Dilara ile konuşuyor, gördük 3 yaşında, 4 yaşında.
Kızım bu şöyledir, o böyledir.”
Onun anlayacağı seviyelere iniyor iniyor iniyor.
Çocuğun seviyesine gerçekten indi mi, çocuk diyor ki: “anladım anladım”.
Ama ininceye kadar çocuk şaşalıyor. Tarık, çocuklaştığı, o seviyeye indiği zaman, aynı seviyeye geldiler mi oh, harika.
Ama Dilara yarının annesi ve de yarının ninesi gibi, bu gelişim olacaktır.
Tebliği DUYacaktır, BİLecektir. İnzarı BULacaktır. UYacaktır.
Elbette ALLAH’ın izniyle bütün mü’minler için dua ediyoruz ki, ÜMMet-i MuhaMMed için Tebşir’de olacaktır. Beşaret’te olacaktır. Ve ALLAH’ın şâhidliğini fiilen yaşayacaktır.

İşte bu aşamalar hayatın içinde olursa buna MuhaMMedî Melâmette Celâl’den Cemâl’a GEÇişe Kemâlat denir.
Bu hayatın kendisinde de vardır. Şahdamarından yakın olan Rabbımız “ALLAHu nurussemavativelârd” olarak zâhirdir.

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---"Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Ez-Zâhir esması ile küllî şey ALLAH’ın Nurudur.
Gübre-Gül, Firavun-Musa aleyhi's-selâmhepsi AKIL sahasında ve Kulluk denemesi sorularıdır.. AKLın inkar örtüsü ERİdiğinde Şeyler Şeytanlığı MÜSLüMÂN olup Krarlaştığında İKRÂR olduğunda Hakk zuhur eder..
Eşya Bazarında Yaratan arayan akıllar hamm, yoz, çiğ ve rüşdsüz olup kemâlât gelişimine muhtaçlardır..

ALLAH celle celâlihunun kendisi ne bileyim ben böcek gibi, kuş gibi, ağaç gibi birşey değildir ki.
Bir ressam resim değildir ki neyini bulacaksın bu resmin içinde sen.
Nasıl sokacaksın resimlerinin içine yapan Ressamı? Neyini? Şeklini mi sokacaksın?
Sokarsan işte hristiyanlar gibi uğraşır durursun artık.İstavroz çıkarmaya uğraşırsın, kendi yaptığın taşltan heykelciklere göz yaşı döker meded istersin maazallah!
Ya da ne bileyim ben, Hindistan’daki ineğe öküze tapanlar gibi taparsın bir şeylere.
Demek istiyorum ki, yanlışı budur. Bunu normal bir akıl kabul etmez ve etmemelidir.
keferu” derken “İnsanları ALLAH ne kadar kötülüyor!” deme.
Hayır hayır ALLAH bir çocuğa anlatır gibi merhametle anlaymaktadır Kur’ân-ı Kerim’de ve anlatıyor:

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ
Resim---"Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm: Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır.” (Bakara 2/7)

ALLAH onların akıl esmalarına, kalblerini, kulaklarını ve gözlerini, (dikkat edin) kapamadı insanlar bunu seçti-Tercih etti bu hayatta ve ALLAH celle celâluhu da tecellî ettirdi..

İnsan BEDENi yani, bir şeye temas ederse onu tam anlar beden, Soğuk mu? Sıcak mı? Yumuşak mı? Sert mi? Yaş mı? Kuru mu? Vs.
Temas etti mi, hiçbir şey demene lüzum yok. Görmesine de, duymasına da, gerek yok.

NEFİS ise, mutlaka görmek ister. Gördüğünün şâhidi olduğunda durduramazsın artık.
Ne bileyim ben, atıyorum mesela: “Barbaros, Basildon’da harika dağlar var, şöyle var, böyle var, denizi yok!” desem!
Barbaros yıllardır orda yaşadı:“Hocam diyorsunuz, Basildon denizin kenarında kurban olduğum!” diyor Barbaros.
“Ben şâhidiyim. Ben gördüm, sen okusan da yanlış okumuşsun!”der..

KALB duyduğunu, onun için duyuş aklın duyuşu, kalbin duyuşu, çok önemli. Ve kalb dediğimiz şey, maddenin mânâya geçişmekanizması âletinin adı gibidir.
Kalbin bu tarafında nefis, öbür tarafında ruh var çünkü. Bir berzah geçişidir.
Bu tarafı Rahimiyyete açılır, nefsî kısmı. Ruhi kısmı Rahmâniyyete Rabb’a açılır. Ruha açılır demek istiyorum. Ruh Emr Âlemindendir. Emreden âlemdendir, her AN öyledir. Şu AN dahi.

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---"Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ: Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsrâ 17/85)

Açıkgözler ALLAH’a uzanımı, ALLAHî adamlar olmak gibi saçmasapanlıklara felan kaçıyorlar değil mi?
Boşkonuşuyorlar. Şu An’da öyle olmayan bir insan yok zâten.
Şu anda Türkiye’de demek istiyorum ki, Türkiye’de Keban’ın elektriğini kullanmayan âlet yok, varsa arızalı veya bozuldu çöpte.
Bunda bir özellik yok. bu insana bir şey getirmez. Zâten gerçek bu.
Bunların kendilerindeki HaikkatMuhaMMedîyye gerçeğini öRTeterek küfretmelerinden dolayı hatmolmuşlardır. Nereye?
Kalbleri, kulakları, ve gözleri, ha kalbleri ve kulakları hatmolmuştur.
Bunlar küçük, kısır, bencil daireler çevirmişlerdir.
İlâhe İllâ ALLAH!” yerine, “Lâ İlâhe illâ nefsî!” demişlerdir. “Nefsimin Hevâsı İlâhım!” demişlerdir.

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---"E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?(Furkân 25/43)
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Kendi KULLuk Dairelerini kendilerine kapatmış, hatmetmişlerdir, yüzük gibi EGLÂL gibi boyunlarına geçirmişlerdir..
Kendine kendi kördüğümünü çakmışlardır yani.
ALLAH onların kalblerini mühürledi. Adam ne yapsın peki?
Öyle değil. ALLAH onlara küfrettirmedi. ALLAH kimseyi ayırıp kimseyi, yani Firavunu ayırıp Musa’yı kayırmadı.
Hepsinin kendine lâzım ve lâyık aklı verildi. ALLAH imtihanı âdil yaptmakta her AN Şe’Ende...
Vermediği ile imtihan etmedi. Kör ise gözünden sormadı.
Her ne ki, EMRetti, kul yapar emredilenleri, Hakk ve Hayr diye yapar, ama öyle olur, ama olmaz, onu bilemeyiz.
Hayr dersiniz şer, şer dersiniz hayr vardır.

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn: Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/216)

O zaman hayrı, şerri yapmayalım değil. Hayır hayır.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem buyuruyor ki, siz Hakk’a ve hayra devam ediniz, öyle ki cennete şu kadar yaklaşsanız, cenneti tercih edenlere cennet işleri sevdiriliverir. Onu sevdiği için oraya tak diye döner.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden bir kimse cennet ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse bu sefer cehennem ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cehenneme girer. Yine bir kimse cehennem ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cehennem arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse cennet ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cennete girer.”(Bu hadis, Nesaî hariç bütün kütübü sittede geçmektedir. bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 576).


فالأوَّل : عَنْ أبي هريرة رضي اللَّه عنه أن رسولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: « بادِروا بالأعْمالِ الصَّالِحةِ ، فستكونُ فِتَنٌ كقطَعِ اللَّيلِ الْمُظْلمِ يُصبحُ الرجُلُ مُؤمناً ويُمْسِي كافراً ، ويُمسِي مُؤْمناً ويُصبحُ كافراً ، يبيع دينه بعَرَضٍ من الدُّنْيا» رواه مسلم .
Resim---Ebû Hüreyre radıyallahuanh’den rivayet edildiğine göre Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem:“Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.” Buyurdu.
(Müslim)

- السَّابع: عن أبي هريرة رضي اللَّه عنه أَن رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: « بادروا بالأَعْمال سبعاً، هل تَنتَظرونَ إلاَّ فقراً مُنسياً، أَوْ غنيٌ مُطْغياً، أَوْ مرضاً مُفسداً، أَو هرماً مُفْنداً أَو موتاً مُجهزاً أَوِ الدَّجَّال فشرُّ غَائب يُنتَظر، أَوِ السَّاعة فالسَّاعةُ أَدْهى وأَمر،» رواه الترمذي وقال: حديثٌ حسن .
Resim---Ebû Hüreyreradıyallahuanh’den rivayet edildiğine göre Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem: “Yedi (engelleyici) şey(gelme)den önce iyi işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz, unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, (her şeyi) bozup perişan eden hastalık, saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık, ansızın geliveren ölüm, gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl, belâsı en müthiş ve en acı olan kıyametten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz?” buyurdu.
(Tirmizî, Zühd 3; İ. Ahmed, Müsned 7952)

Dünü düşünmemiş bu günü ANLAyıp yaşayamamış YARINlara bel bağlayan yanlış yol sahibi yolculara Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Böbürlenip kibirlenen, fitnecilik yapan kimse olmayın; iyi-güzel şeylerin ticareti dışında ticaret eden de olmayın. Muhakkak ki, onlar amellerini geriye erteleyen/yarıncı kimselerdir.” Buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, 1/129; Bu hadis sahihtir. bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/172)

Bunun içinde Sadakat, Samimiyet ve Sabırın seLÂMet sonucu Hakk’a ve hayradır, dâima.
Orada yürüyüş bunları icab ettirir.
Buradaki mühür “Hateme’n- nebiyy”, ALLAH nebiliği mühürlemiştir, öyle mi? Yani, artık Bile’lik Nurumuz kayboldu yani. Bizim Nebimiz yok artık mı?.
Öyle değil. Bilelik dairesi tamamlandı. Hatm oldu. Hatem. Yüzük demektir. Daire demektir. Hatemin kendi anlamları vardır.
Hateme: Mühürlemektir, Tamamlamaktır bitirmek değildir, devamına gerek kalmamıştır.
MuhaMMedî Sen’liğin Sen’de hılkiyetidir.
Biz bu konulara girdik mi başımız derde giriyor.
İnsan kendi MuhaMMedî Hakikatini, kendisi olarak yaşadığı zaman, bu hılkiyete bu ahlâka yerleştiği zaman MuhaMMedî insandır.
Ve bunu ben böyle boşu boşuna söylesem bir anlamı yok.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in gözünden görür, kulağından duyar, ruhundan hisseder desem bu lafı söylemek çok zor, kaldırmak çok zor.
Ama böyle olmazsa Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in sesi ve nefesiyle şâhid olamayacağını söylüyorum.
Ben değil, ALLAH’ü Zül Celâl buyuruyor:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm: De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Âl-i İmrân 3/31)

Eğer ALLAH’ı seviyorum diyorsanız bana itaat edin ki ALLAH sizi sevsin!.
Oh ne güzelmiş saçını okşayayım değil bu sevgi.
Oradaki muhabbete bir bak, habbeye bir bak habbeye. Habbeye bir bak nereye gideceksin, Habibullah aleyhi's-selâmı bir gör de anla artık!

Bunun için diyorum; basit anlayışlardan ÖZ anlayışlara, kandırıcılıktan inandırıcılığa, kandırarak inandırmak değil, sendekiyle senin kendinin aklında olanlarla aklının inanmasına hizmet etmek lâzım.
Yani “ben çok akıllıyım ve babasıyım da!” diye Barbaros şimdi huniyle küçük kızı Bedelya’nın kafasına akıl mı aktaracak?
Hayır kızındaki; aklın, ondaki kaderin, ondaki tecellînin, ondaki DNA’nın, ondaki ALLAH’ın Kazasının Kaderinin Teşekkülüne hizmet edecek.
Nasıl edeceğinin programı reçetesi târifi mârifi elinde var.
En basiti insanca edecek. Onu iyi bir insan yapacak. Vs. vs. bunu bilmeyen yok ki.

Burada söylemek istediğim şey “Hatemâllâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim” onların kalbleri, kendilerinden başkasının kalbi değildir. Kendilerinin kalbi kendi içinde kapanmıştır.
Duydukları da kendilerinin, ne duydularsa onu duyar. Akıl kendi konuşur kendi dinler. Nakli hiç, solda sıfıra alır.
Rabbü’l- âleminin sözüymüş,Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in sesiymiş vız gelir tırıs gider ALLAH korusun!.
Burada başka şey de var “ve alâ ebsârihim” şu anda gördükleriniz nedir dersen?
“Gışâveh” nedir? Gışâve-Guşve, perde, hicab, örtü dür ki hani insanın bir anda gözü kararır da dünya zindan olur gözüne GAŞV Perdesi iner!
İşte böylesi nefisler gaşv olmuşlardır.Yani torba geçmiştir.
Küfür torbaları kendilerinin başındadır, şu AN’ı göremezler.
Onlar geçmişin de sesini duyamazlar.
Onlar geleceğin de, KaLB.. Bile’lik Lutfu Kudretini hissedemezler artık, zirâ Alıcı ÂLET-KALBlerini kör ettiler..
Takdir -> Tercih -> Tecellî -> Nefsinde ya Tevhid ya da Tekfir..

Kalb kelimesi, Kalb vardır, birde kalpazan kalb vardır. Kalp, geçersiz olan.
Çünkü bunlar antipottur zıtlarıdır. Nefs şerri diler de kendine çekti mi kalp olur, geçmez para olur.
Hakk’a sahib çıkıverdi mi ALLAH’a giden yol olur KALB!.
Kendi içindeki Aklın, Nakle geçiş noktası yani BİZ BİRin İZ BERZAHIdır çünkü.
Rahim’den giren akıl, Rahimiyyeten giren akıl Fuad’dan Nakil diye çıkar çünkü.
Kalbın Dünya kalb kapıs Rahimiyyet çıkışı, Uhrâ Kapısı FUAD Rahmaniyyet girişidir..

Kapıdan söz girer, o kapıdan giren söz bu tarafta sestir artık.
Şey’dir, şey şey. Ses bir şey’dir. Hatta şey’in ötesinde olaydır yani.
Oysa bu hiçbir zaman Biz’im bu kulakla duyamayacağımız Kelâmullah’tır, Kûn feyekûn’dur.
İşte böyledir onlar ne yazık ki onlar, sen, ben, o kullar işte bu hayattaki. Kalbleri mühürlüdür ya da kapalıdır, kulaklarıda öyledir, ve ala ebsarihim, gözleri de..
Onların kendi kendine şâhidlikleri galibtir kardeşim.
Bunlar buna ganidir hiç uğraşma. Onlar kendi kendilerinin şâhididir.
Yani “ben” diyor ya, bitti. Yıkılıncaya kadar gidecek bu.
Ne zaman ki eli ayağı onun sözünü tutmazsa, Albert Fredrick Nitzche 1944 yılında yaşamıştır.
Dünya ataizminin kurucularından bir tanesidir.
Zerdüşt böyle dedi” ben 7 kere okudum onun kitabını.
Görünüş de basit bir kitabtır. “Zerdüşt böyle dedi” Ne oldu sonu?
Kısır ve ham AKLın kendi kurduğu felsefik labirentler can çekişi..
Sonu, yaşlılara bakan bir imarethanede, bir de ablası vardır. O da oradadır.
Üstad sen hayatın boyunca, zayıf ölsün derdin. Şimdi ise zavallılara bakılan bir yerdesin, nedir bu halin?”dediklerinde ne diyor.
Hani zayıf ölmeliydi, hep yok edilmeliydi felan. Ne diyor: “Ben ya yanılmışım ya bunamışım!” diyor.
Aynı akıbet bir başkasında, anan ölmüş diye feveran ediyor, ona cevap veriyor, “bana ne?” diye. Aynı akıbete uğramıştır "Başkaldıran İnsan" ın yazarı Albert Camus..
Ömrü boyunca savunduğu düşüncelerin tersini yapmıştır.
Şunu demek istiyorum, kendi benlikleri kendilerine gaşv etti mi artık gördüğü kördüğümdür, kendi kördüğümüdür…
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
Resim--- ''Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hum bi mu’minîn(mu’minîne). İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe inandık" derler.''
2 / BAKARA - 8

''Ve minen nasi; insanlardan bazıları, “men” onlar-akıllılar diyorlar ki, “yekulu amenna billâhi ve bil âhiri” biz ALLAH’a ve âhirine inandık, diyorlar.
Ve mahum yu’minun” hayır inanmadılar. Hayır inanmadılar. Öyle diyorlar.
yekulu” diyorlar ki“amenna”inandık. “billâhi” ALLAH’a “ve bil yevmil âhiri” âhir gününe de inandık.
ve ma” hayır değil. Onlar “yu’minun” inanmadılar.
Neden?
Bakın şimdi,

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ
Resim---''Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne). Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. ''
2 / BAKARA - 9

Yuhâdiûnallâhe” onlar huda ediyorlar, hida değil, huda yani kurnazlıkla aldatmaya kalkışıyorlar. Akıl kurnazlığı yapıyorlar. Şark kurnazlığıvar ya. Kurnazlık yapmak istiyorlar. Kime? ALLAH’a.
vellezîne âmenû” ve iman edenleri güya aldattıklarını sanıyorlar, böyle demekle.
Biz Âhirete ve ALLAH’a inandık, demekle sadece huda ediyorlar.
Yani onların ayniyet dâimiyetinin hulkiyetini kendinde gördüklerini ALLAH ve insanlar bilip duruyor.
Ama onlar, hayır hayır diyorlar, biz ALLAH’a ve âhirete inandık.

illâ enfusehum” onlar kimi aldatıyorlar biliyor musunuz?
Nefislerini. “ve mâ yeş’urûn” ama şuur etmiyorlar.
Neden?
Çünkü MuhaMMedî şuurları yok. MuhaMMedî şuuru olmayanın, yani Rahmani şuuru olmayanın, Vahdet şuuru olmayanın, kesret şuuru vardır.
Tersi vardır. En basitinden, en indirgediğin yer, İKİ-lik şuuru vardır.
Yani şeytani şuuru vardır. O kendi aklının şeytanlığıdır.
Rabbı desen de ilahı desende, Kur’ÂN-ı Kerim tâbirlerini söylüyorum, hepsi MuhaMMedî şuursuzluktur.
ALLAH akıllıdır, denmez (hâşâ). ALLAH şuurludur denmez.
ALLAH’ı bırak da, Resûl’e bir gel Resûl’e.
Senin söylediğin şeyler burada, şunu bir halledelim. Tamam.
illâ enfüsehum” onlar ne ALLAH’a ne de ALLAH’a inananlara huda yapabilirler.
İllâ, Ancak ve ancak “enfusehum” nefislerine yaparlar.
ve ma yeşurun” ancak şuur etmiyorlar.
Farkında değiller, diye böyle Türkçe’ye çevirmek böyle şuur kelimesi, şura kelimesi, müşavere olmasın mı?
Çocuğun anası babası olmasın mı? Akrabaları olmasın mı? Milleti olmasın mı?
Onu insan yapanlar olmasın mı? Şuur olmasın mı? Şuara olmasın mı? Yok mu?


Bütün kâinâtta her varlık, her varlık, benim penceremde güvercinler var.
Karşı çatının, yedinci kattayız ya, karşıda yedinci katta onların da çatılarını görüyoruz.
Oradaki bir pencereden, oraya girip orada yuvalarıvar.
Ben onlara yem alıp pencerenin dışındaki denizliğe koyuyorum gelip yiyorlar.
İki beyaz güvercinler, harika güvercinler, paçalı, hergün yerken birgün çok güzel olan eşi, hanım güvercin hasta olmuş, çünkü o delikten yuvanın çıkışyerinden tüyleri kabarmış bir şekilde böyle suskun puskun duruyor.
Ne yeme koşuyor, ne bir çaba gösteriyor, öbürü de onun etrafında dönüyor, diğer güvercinler yem yiyorlar, onlar yemiyorlar. Hasta olduğu açık.
Ama bir müddet sonra ben tekrar yem verdiğimde erkek olan geldi bütün yemleri yedi, gitti bir yavru gibi onun böyle havaya ağzını açtırdı ve yediklerini kustu.
Bir iki gün sonra da düzeldi. Bu hayvanlarda şuurdur. Şuara’dır yani. Şuara, şura.

Ayşe validemiz şura üyesidir. Ne demek?
Kur’an-ı Kerim yerleştirilirken söz sahibi olan bir kişidir.
Ben şunu şuşekilde, şu şekilde gördüm ve bu buraya girecek ve böyle olacak.
İslam’ın kuruluşunda kadınla ilgili hadislerin üçte biri onundur.
Çekerseniz İslam kadın yönünden göçer. Yani Kur’an’ı yaşayamazsınız.
Anlamam ben Kur’an’a bakarım” diyor bazıları, İslam ile alâkası olmayan o ne diyor? Sen Kur’an’a bakarsında, sen 2 rekat namaz kılamazsın. Sabah namazının kaç rekat olduğunu bilemezsin.
Çünkü onun yaşayış şâhidinden çıkıyorsun.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i solladığın zaman hizbüşşeytanın ALLAH ile kandırmasına gidersin. ALLAH ile kandırılan olursun.
Onun için şuur, şuur, şuur. MuhaMMedî şuur’u bil, ki MuhaMMedî Nur’u Bul’asın, dediğimiz Hakk’tır.
Biz dediğimiz değil. Biz diyorsak onu demeye çalışıyoruz.
Yanlış dersek düzeltiriz. Biz diyoruz çünkü.
Ama onun mesnedi Kur’ÂN ve Hadis olacak dediğimiz bu.
Dayanağı bu olması lâzım. “ve ma yeşurun” onlar şuur etmiyorlar.
Neden şuur etmiyorlar?
Ben çok basitinden biliyorum. Onlar Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i bilemediler, bulamadılar, yüreğinde olamadılar ki, şuur edebilsinler.

Onlar ALLAH’ı BİLmeyi, ALLAH’ı BULmayı, ALLAH’ta OLmayı ALLAH gibi YAŞAmayı anladılar İslam’dan.
Onun için de gerçek ALLAH’sız kaldılar. “billâhi gavura” âyetine uğradılar. VALLAHi ALLAH ile kandırır sizi diye.
İşte bunları ben şunun için diyorum. MuhaMMedî Melâmet kişinin kendisinin cehennemden kaçması, cenneti yakalaması değildir.
ALLAH’ü Zül Celâl Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e ne yapacaksa bize de onu yapacak demektir.
Açıktır emirler bugün çocuk dahi bilir.
İlkokulda okuyan çocuk size günahı sevabı saysın hayrette kalırsınız.
Hepsini biliyor. Bilmeyen kimse yok.
Yapmayan kimse var. Duyduğuna uymayan kimse var.
Onun için buyuruyor ALLAH’ü Zül Celâl, biz ALLAH’a ve ahrete inandık derler, hayır hayır, onlar güya ALLAH’ı ve ALLAH’a inananları kandıracaklarını sanıyorlar, onlar kalblerini, gözlerini oydular der gibi yani.
Göremezler gözlerini çıkardılar. Kulaklarını söküp attılar.
Kaderini söktü attı der gibi, kişinin kendisini kendisiyle suçluyor ALLAH. Çünkü “illâ enfüsehum” buyuruyor.
Yaptıklarısadece kendilerine. “ve ma yeşurun” çünkü şuur etmiyorlar.
Farkında olmaz mı hiç. Sen, farkında kelimesi, ALLAH “ve ma yetefekkerun” demez miydi?
Tercüme etmiş kim etmişse, almışız buraya.
Farkında değiller. Farkında mıdır? Şuur etmek.
Fark kelimesi yok mu Arapçada. Yani zor.
Ama bizim Türkçe’ye geçmiş kelimeler bunlar.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »


فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Resim---''Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ(maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır. ''
2 / BAKARA - 10

''Fî kulûbihim maradun'', bunun sebebi nedir?
Onların kalblerinde bir maraz var. Maraz’a hastalık diyelim. Tamam.
Yani, bu ne hastalığı acaba, kalb hastalığı mı? Ya da nedir bu? Maraz,
''Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ'', onların bir marazları var, ALLAH da onların marazlarını ziyade etti. Arttırdı.
Ne arttırdı bunu?

Bunu ALLAH korusun Sünnetullah arttırdı. “Zehiri içmeyin!” ALLAH’ın emri.
İçersek ne olur?
Sizi perişan eder /EDERİM. Çünkü etme gücü bende. İyiyi, kötüyü yaratma gücü bende. ALLAH’ta. Zehirde değil, zehiri yaratan da, panzehiri yaratan da O.
''Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ'',
Onlar ALLAH’ı bıraktılar. Hizbullah’ı bırakıp, Hizbüşşeytana gittiler.
Bu ne oldu?
Valla bir bardak içti, küfe küfe içiyor şimdi. Bu ziyadelik bundan ibarettir.
''ve lehum azâbun elîmun'', bu ise korkunç bir azabtır.
Yani, bileliğini kendisinde görmeyi aynen kabul etti mi, ayniyet halini aldı mı kişi, bu gerçekten elimdir. Tümünü kendine yükler.
ALLAH’ın bütün MuhaMMedî lutuflarının tümünü kendisinin kabul eder.
Bundan da ağır bir azab görür. Ayrılık görür. Acı görür.
Bu kelimelerde zamanla açıklanacaktır açıklanır inşae ALLAH.

Yani azab felan acı ile anlatılacak kelimeler değil.
''bi mâ kânû yekzibûn'', bütün bunların temelinde yatan kizb’tir, yalandır.
Bilelik sahibliğinin kevniyetini kendinde görüş yalancılığıdır.
Ben Rabb’ım” ve “ben ilâhım” demesi var ya, zımmen demesi, öyle demiyor da aslında öyle diyor.
Firavunum!” demiyor da, firavunluğu fiilen yapıyor.
ALLAH’tan korkarım!” diyor da, ALLAH umurunda değil (hâşâ) yani.
Böyle kendi vicdanında hesap terazisi kuramamak “yekzibun” budur kizbdir, yalancılık.
Onun için bende diyorum ki: “YAŞANMAYAN YALAN’DIR.”
Yaşanmayan yalandır dediğim sadece, yalandır yaşanmayan.
Başka yalan yok. Her şey gerçektir, yaşanmayan yalandır.
Yalan yaşanmayandır. Ve korkunç hatadır. Yalandır.
Firavunun “ben Rabb’bım” dediği de yalandır.
Tüm günahlar ve yanlışların tümü yalandır.
Ne bakımdan yalandır?.
Hakk oldukları yalandır. “Ben ALLAH’a ve âhirete inandım” diyor da yalandır.
Neden?
Yaşamıyor ki. Yaşamadığı yalandır bunun, demesi değil, yaşaması gerekir.
Neden diyoruz ki, MuhaMMedî Şuuru BİLeceksin. Bildim. Güzel.
MuhaMMedî Nur’u BULacaksın. Buldum. Güzel.
MuhaMMedî Sürurda-Esrarda Sır’da OLacaksın. Oldum. Güzel.
MuhaMMedî Onuru, şerefi, haysiyeti, ALLAH’ın Nurunu O-Nur’u yaşayacaksın!.
Yok, yok yaşamam.
Ne oldu?
Felaket oldu. Hizbüşşeytan oldu. “Lâ İlâhe” dedi. “İllâ” dedi, diretti durdu. “ALLAH” demedi ya adam.
Biz de alkışladık. “”, dedi. “ilâhe”, dedi. “İllâ”, dedi. Diye.
Dedi amma, ALLAH korusun, son nefes budur işte. “İllâ” dir.
İllâ’mızla ALLAHımızı, inşae ALLAH Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in sesinde, nefesinde, cem’ olarak söyleriz hep beraber.
Hep beraber zevk ederiz, haz ederiz. “Ve Eşhedü enne MuhaMMeden Resûlullah”ımız buyurur ki: “Eşhedü enLâ ilâhe İllâ ALLAH
O cem’in içinde Biz’de, sen, ben, o, biz hepimiz “BİZ BİR-İZ” bir denizin damlaları gibi.
Bütün denizin, muhteşem yani, akıl almaz, BİZ BİR’liğinde şâhidi oluruz inşae ALLAH.
Şimdi saat 22:00. Onbirinci (11) Âyet’e geldik.

Bu inananları işte, yukarıdaki özelliklerini saydık ya, gaybe inanırlar, infak ederler, kıyamüssalah ederler, SALL’lı devamlı yaparlar yani.
Onların elektriğini kezmez onlar, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’den ve ALLAH’tan bağlarını kezmez onlar.
Bilirler ki, ALLAH’ın nurunu şu An’da yaşamaktadırlar, MuhaMMed Aleyhisselâm’ın nuru olarak.
ALLAH ''nuru’s- semavati ve’l- ard''’dır.
Bunların gübreyle kavgaları, gül ile dostlukları yoktur, ikisi Nurullahtır.
Onlar gübreyi yemezler, Gübreyi koklamazlar.
Ama bilirler ki, yedikleri gül reçelinde, kokladıkları gül’ün kokusunda anası vardır.
Gülün Anası ise gübredir. Saygı duyarlar.
İkram muhteşemdir. Ama Celâl ile muhteşemdir.
MuhaMMedî Melâmette Kur’ÂN anlayışımız, Kur’ÂN-ı Kerimin kendi içindeki kendi güzellikleri ile olmalıdır.
Ben çok iyi bir Kur’ân anlatıcısı değilim. Anlayıcısı da değilim ama, ben kendim böyle görüyorum acizane.
Böyle görmekteyim. Bana böyle görünmekte Kur’ÂN-ı Kerim.
Bana bugün böyle gözüktüyse, size daha güzelleri gözükür inşae ALLAH. Gözükmeli.
Ama Kur’ÂN-ı Kerim’i, Kur’ÂNca anlamalıyız.
Yukarıdaki özellikleri anlatırken, mü’min de kaldı bakın dikkat edin.
Mükemmel bir MuhaMMedî mü’mini târif ederek, onlar muttakidir, gaybe inanırlar, yükımussalah ederler, salatlarını dâima kaimde, kıyamda-ayakta tutarlar.
Kaim dâim böyledirler. Efendim, Ve bu özellikleri başka neler var?
İşte saydı. Sana inanırlar. Senden öncekilere inanırlar. Ve sen’le senden sonrakılere inanırlar. Seninle senden sonrakine inanırlar.

Hateme’n- nebiyyi. Hateme’n- nebiyyi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in sisteminde hatmi yapmayanlar nerede yaptılar hatmi, bakın dikkat ediyor musunuz? Keferelere bakın. Kendi kalblerinde, kendi nefislerinde, kendi bedenlerinde, kendi kulaklarında kafalarında her yerlerinde, yani kendi kördüğümlerinde, benlik kördüğümlerini vurdular, dinleri, dünyaları, âhiretleri rezil kepaze oldu mu?
Oldu. En azından yazık oldu yani. Bunu çok iyi anlamamız lâzım.
Hateme’n- nebiyyi olmayanlara HatemâlLAH olur. ALLAH’ın gazabı ve azabı budur zâten, kalbi mühürler hatmeder.
Hateme’n- nebiyyi anlamayanlara HatemâlLAH vurur.
Eee vurmasın. Vurmasın. O zaman aynı seviyededir. Ölenle öldüren tamam.
Bu ise bu gün hayvanlar âleminde bile yok. Yani akıl âlemini bırak.
Kâfirleri anlatırken de, doğrudan doğruya onların 4 vasfını sayıverdi. Beden-nefis-kalb ve ruhlarında, kalb kapısını kapatınca ruh zâten kapandı.
Ruh bunu dışarıda yapamaz zâten.
Bitireceğim. Bir ara veririz ya da bırakırız.
Beden terbiye edilir. Tırnak kesilir, ne bileyim ben yıkanır temizlenir şöyle yapılır terbiye edilir.
Nefis tezkiye edilir. Pis ahlâklarından arındırılır. Güzel ahlâklarla büründürülür. İnsanlar tanırsınız, çeşitli olaylar, zamanlar, sıkıntılar, çileler, o insanları çok kötü işlerde görürsünüz.
Kimlik, kişiliklerde görürsünüz ama rahatlığa kavuşur bir huzur bulur, bir rehber bulur, bir dost insanlarla bir olur, onlardan güzellikler kapar, kendi içindeki özellikleri harekete geçer, yeşerir, harika insan haline geçer.
Bu insan tezkiye edilmiş insandır.
Ve bunu yapan Ehl-i Beyt Aleyhisselâm’dan EDEB alan ALLAH dostlarıdır. Bizleri edeblendirenler, Tezkiye yapanlar yani.
Kalb Tasfiye edilir, arındırılır. Bu ise ancak MuhaMMedî makamda yapılır ki 4 bardak su ile anlatmaya çalışıyorum.
Anladığım şekilde, 4 bardakta pırıl pırıl su görüyoruz “İyi bak diyorum. İstersen mikroskopla bak” “Bir şey yok!” diyorsun. “Pırıl pırıl
Dilini değ” bakalım dediğim de, diyorsun ki: “Aa Hocam bu ekşi, bu acı, bu tuzlu, bu da tatlı”
Ne yapayım ben limon, tuz, biber, şeker erimiş içerisinde tadıyla bilinmekte..
Hah bundan nasıl kurtulurum?
Bunu ancak Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin Ravzasında kaynattın mı su buhar olur buhar!
CevlÂN eder de acılığı, tatlılığı, ekşiliği, tuzluluğu, şunluğu, bunluğu altta kalır da SU uçar gider göklere RUH gibi..
Bu arıttığın suyu yoğunlaştırdığın anda ne bulursun?
Yâ ALLAH! Yâ Bismillâh! Rahmeten lil âlemin Rahmetleri yağar avucuna.
Bu işleme ne denir?
Tasfiye denir, tasfiye. Arındırma. Rafine etme.
Kalb gizli şirk yeridir. Hiç kimse emin değildir.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’de olmayan kişi emin değildir.
ALLAH dostlarının işi, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in yerine geçmek değildir. Hâşâ.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e o kişiyi yetiştirmektir, sallını sağlamak eriştirmek ulaştırmaktır.
Fiziken ve mânâ ve madde bakımından yetiştirmektir. Ergenleştirmektir. Rüşde erdirmektir.
Kendi rüşde ermemiş bir kişinin Mürşidliğinden ne olacak!.
Yolu bilemeyen kişi sana neyi bulduracak.

Demek istiyorum ki, bu kişileri şahsileştirdiğin zaman korkunç bir hataya düşerler.
Onun için diyorum Mürşid-i Mutlak MuhaMMed Aleyhisselâm’dır.
Zaman öyle ki, şu anda içinde bulunduğumuz zaman maalesef çok acı amma, illâ soytarı olacaksın, illâ şarlatan olacaksın, tasavvuf simsarı olacaksın, tevhid tüccarı olacaksın, şu olacaksın, bu olacaksın.
Kardeşim ne olacaksan ol, git oraya. Bu sahada MuhaMMedî MeLÂMette bunu yapamazsın.
Bu sahanın kendi kendisini koruma sigortası vardır.
Ben sen o bu fark etmez. Ebu Talib olsa da dışarı atar.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i 40 yıl öksüz ve yetim olarak büyütmüştür.
Baba şefkati ile büyütmüştür. Ama dışarı atar, Resulullahlığını reddetmiştir.
Balina ölse dışarı atar bu deniz. Ama balık yumurtalarını dahi dışarı atmaz.
Dirilik olanı atmaz. Bu dirilikten kastım ise;
MuhaMMedî Sadakat,
MuhaMMedî Samimiyet,
MuhaMMedî Sabır ve
MuhaMMedî Selâmetten bahs ediyorum, “4 S” den.
Darü’s- selâm cenneti MuhaMMed Aleyhisselatu ve selâm’ın yüreğinin ortasıdır, İnşae ALLAH.
Evet. Kâfirlerin küfürleri sadece bunların başlarına çorap örmekle, efendim Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’den öncekileri duymamakla, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e kulak asmamakla kalmıyor.
Onlar bu lafları fiilen burada yaşıyorlar. Öyle demekle kalmıyorlar.
Onların vasıfları böyle demekle bitmiyor. Kalblerinde maraz vardı, evet.
Bu marazdan dolayı çok acı bir azab yaşıyorlar kendileri zâten.
Çünkü yalancıdırlar. ALLAH’a inandık âhirete inandık diyorlar ama bunlar gerçek yalancılardır.
Hayır onlar sadece hile yapmak istiyorlar. Kurnazlık yapmak istiyorlar. Kandırıcılık yapmak istiyorlar.
Çünkü şuursuz insanlar. Şuurlarını akıllarını başka şeytanlıklara çalıştırıyorlar.
Bunlara sebeb, kendi kalblerinde ALLAH’a giden yolları kapatmışlardır. Türkçesi nedir?
Nefsi hevâlarını ilâh etmişlerdir. Kalb kapılarını kapatmışlardır bunlar.
Artık duyucu değillerdir. Hakk ve hakikati görücüde değillerdir çünkü. O bâtını kapatmıştır çünkü.
Ve böyle yüzlerce insanı fiilen görürsünüz. Yaşar etrafınızda görürsünüz yani.
Ağzına geleni söyler, eline geleni yapar.

Biz bir zaman Hakan felan bir yere gitmiştik.
Rahim, diye bizim de üyemiz ama pek şey yapmıyor, yani varlık göstermiyor.
O bizi alıp köyüne götürdü. Kızılırmak kenarında. Temiz bir ailesi var o çocuğun.
Ve biz onların örnek bahçelerine gittik, dönerken akşama yakındı abisi bizim gittiğimizi gördü ve dönüşte önümüze geçti, dedi ki: “Bizim evimizin önünden, bu yöreden geçip de lokmamızı yemeden gitmek mümkün değil hocam!” dedi.
Atalarımız böyle yapmıştır. Bizi lütfen mazur görün, çok basit de olsa börek yaptırdık size ki, hemen yaptılar ki, seversiniz diye!.”
İyi. Bu arada, o Hadi idi galiba ismi arkadaşın, diyor ki, bir konu açıldı işte diyor ki: “Efendim, bu kasabanın en zengin insanı işte Rüstem ağa idi. Irmak kenarındaki Özde büyük tarlaları falan var, bağı bahçesi olan çok zengin bir insan yani. Bundan 15-20 sene önce posta arabası ile birlikte şehre gidip dönerken,'' “nereden geliyorsun Rüstem ağa?” dedi biri. O da “Doktora gittim, bastım parayı ilaçları falan aldım. Şunu yaptım bunu çattım” arabada bir de kalender fakat çok değerli bir insan Refik Emmi var. O da: “Yaa aldın ilacı milacı da gün gelince ölünecek!” deyince Rüstem ağa: “Enayi fakirler ölecek, parası olan mı ölecek sanıyorsun, işte bak falan öldü gitti bakanı olmadı, doktor yüzü görmedi, ilaç görmedi, öldü gitti. Ben de bastım parayı aldım ilacı!” deyince Refik Emmi: “ Yok yok sende öleceksin!” dedi. Rüstem ağa: “Nasıl öleceğim ulan?” deyince, Refik Emmi: “affedersin, eşşek gibi öleceksin!”dedi kızdırdı adamı.
"Ve 40 güne varmadan Rüstem ağa kalbden öldü gitti. Efendim ben de şâhidiyim ki, gerçekten eşşek gibi anırarak öldü!”dedi.

Bundan şunu demek istiyorum. ALLAH’ü Zül Celâl sünnetullah’ta hiç ayrım gayrım yapmaz.
Akıllarımızı Nakıl içinde tutmaya çalışalım. Nurlandırıp, Nakılleştirmeye çalışalım. Çalkalayalım onun içinde.
Hani yazın sıcakta bir bardak SU alırız, içine de BUZ koyarız BUZ erisin diye çalkalarız ya, çalkalamaya devam edelim bu bardağı kırmadan.
Çünkü o BUZ luğunu yapmaya devam edecek.
Ama BUZ erise biz berdan selâma, eriyin ve selâmette bir ciğerlerimizi söndüren, ateşimizi alan bir SUya kavuşuruz.
O bizim zehir gibi gördüğümüz akıl, BUZ gibi yenilip içilmeyen akıl bizim SUyumuzu da serinletir, içilecek hale getirir, şifaya dönüşür, İnşae ALLAH!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Bakara Sûresi, ya da Kur’ÂN-ı Kerim’in ilk başı sanki İslamiyet, Müslümanlık, Mü’minlik gibi gibi gibi, böyle Şeriat-Tarikat-Mârifet-Hakikat gibi gibi yerleşmiştir yani.
Baş kısım basit gibi gözükür, masallar anlatır sanırısın, çok basit rahat iyi anlaşılır gibi, fakat dikkat edersek çok önemlidir onlar.
İleride, son kısımlarda, sebbeha’da falan böyle şeyleri göremezsin.
Orada şiir gibi şakır şakır şakır döker gider.
Ama burada İmanın İslam’ın bütün şartlarını anlatır, kendi içinde dikkatle bakıldığında mü’min portresini çizer.
Şimdi kâfir portresini çiziyor, onların şu özellikleri vardır, şuraları kapatmışlardır.
Şimdi yeryüzünde ne yaptıklarını felan tek tek inecek aşağıya doğru.
Biraz ara verelim İnşâallah..

Euzübillâhimineşşeytanirracim.
Bismillâhirrahmanirrahim.
Euzübillâhi, Allah’a biat ederim, ALLAH’a sığınırım. Allah’la olmak isterim. Neden-kimden olmak isterim?
Mineşşeytanirracim. Şeytanın recminden, recm kelimesi üzerinde durmak gerekir.
Zina edenin recm edilmesi, taşlanması ile bitirilemez sadece.
Taşlanma kelimesi yetmez demek istiyorum.
Şeytanın recm edilmesi, şeytanın taşlanarak öldürülmesi demek değildir.
Recm kelimesi üzerinde inşae ALLAH detaylı bir durmak lâzım.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem şeytanını recm etmiştir ve Müslüman etmiştir.
Onun için, bu “şeytanın hakikati nedir?” gibi bir yerlere gider.
İyice bilinmesinde, bin kere besmele çekmekteyiz.
Lâzım, kendi başına bir sohbet konusu, bir gün birlikte konu edelim inşae ALLAH. Bakalım demek istiyorum.
Çünkü Kur’ân-ı Kerime başlarken de bir kere Euzü çekmek farzdır.
Bir kere Euzübesmele çekmek farzdır yani. Mecburdur.
Ve besmele çok çekilir fakat, Euzü mutlaka bir kere çekilmesi gerekmektedir.
Evet. Onbirinci âyette,

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
Resim---Ve izâ kîle lehum lâ tufsidû fîl ardı, kâlû innemâ nahnu muslihûn(muslihûne). Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.
2 / BAKARA - 11

''Ve izâ kîle lehum''
Onlar inanmıyorlar aslında ama inandık diyorlar. Küfür içindedirler. Yalancıdırlar.
ve iza kile” dendiğinde,“lehum” onlara, “la tufsidu fil ard ” yeryüzünü fesada boğmayın. Yani fesad fasid, fesad yapandır.
Fesad, bozguncu kelimesiyle anlatılır. Salah’ın zıttıdır. İslah olmayıştır.
Hakk tanımayıştır. Hududu çiğneyiştir. O kadar ileridir ki, hududullah’ı çiğner. ALLAH’ın hududunu çiğner.
Öyledir ki bu, benlik bataklığına düştü mü, herkesi çeker oraya. Kurtarmak isteyeni de çeker.
Başkalarının da o batağa gelmesini, bir sarhoş gibi, ne yaptığını bilmeyen birisi şuursuzca oraya çeker.
Bunun tümünün temeli kalbindeki onun kendi hissi ihtilalidir.
Halife olacakken, muhalif oluştur. Razı olacakken itiraz ediştir.
Bu fenalık hissi kendi içinde o kadar kendine mahsus hissiyat haline gelir ki, asla razı edemezsiniz.
Kurtaramazsınız. Çare bulamazsınız. Bundan adeta egoistçe zevk duyar.
Tüm benliğini kapsar. Tahribat yapar. Fenalık yapar.
Azgındır. Yırtıcıdır. O kendi haline, ateş gibi kendi halini almadığı sürece rahat etmez.
Bir âfettir yani ALLAH korusun!.
Fesad “tufsidun” onun temeli, kötülüklerin yalanın dahi temeli hasede dayanır. Hasedden dolayı doğar yalan.
İblis, İblislik diye târif edilen negatif esma yığınının, tümünün temelinde yatan şey kıyastır, haseddir.
Onu Nur’dan, şundan bundan yarattın, beni Nar’dan yarattın. Nar ise Nur’un anasıdır. O zaman ben olmalıyım! Nasıl o halife oluyor?” bunun temelidir.
Yani imtihanın temeli, imtihan kağıdının adıdır zâten.
Bu ağır bir suçtur. Yalandan daha beterdir yani. Çünkü yalanı o doğurur.
Fesad, hasid insan, fesad insan, hasıd insan, hasid insan, benim acizâne anlayabildiğim kadarıyla, işte arındırılacak şeyler bunlardır. Kalbdeki arındırma budur.
Hased gibi şeylerdir. Ancak Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, MuhaMMed aleyhisselatu vesselâm’ın işidir bu iş.
Yani öyle bir hassas ameliyat gerektirir ki, bunu ancak yapacak, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Bunu, bu hasedi edebçiler, hizmetçiler dahi göremeyebilir.
Göremez derken o kadar incedir. Demin dediğim gibidir yani.
Pırıl pırıl mikroskobun altında dahi şeker eridiğini göremezsin.
Öyle su gibi olmuştur ki katiyen ayıramazsınız. İllâ onu ocağa sokacaksınız.
O ocakta MuhaMMed Aleyhisselâm’ın yüreğidir. Fesad, İblisin elbisesini, Türkçe söylüyorum, İblisin elbisesini soyacak MuhaMMed Aleyhisselâm’dır.
Ben şeytanımı Müslüman ettim” diyen adama ben sadece gülüveririm.
Hadi işine” derim. Öyle dediğine kanmam.
Sen bana onu söyleme. Ben Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i buldum, buldum yüreğinde oldum” de, ben sana sormam hased misin diye?
Senin İblisin var mı?” demem artık.
Çoktaaan çıkarmıştır elbisesini. Onu demek istiyorum. Doğru anlayalım diye söylüyorum.

Ve izâ kîle lehum lâ tufsidû fîl ardı yeryüzünü fesada boğmayın, yeri.
Arz beden âlemidir. Fiilen secde edilen âlemdir. Namaz kılınan âlemdir. ALLAH’a şâhid olunan âlemdir.
Leş’tir amma şehâdetin doğum yeridir. Şehâdet burada olur. Arz’da olur. Havada olmaz kuşlar gibi yani. Yerde olur.
Yer dediğimiz Rıza bazarıdır. Raziyeten Merdiyeten yeridir.
Aynı kelimelerle yazılır. Rıza’dır yani. Maraz maraz, tüm Rıza’sızlıktır.
Bunlar aynı köktür. Razı, raza köküdür, raz köküdür yani.

kâlû innemâ nahnu muslihûn derler ki, biz var ya biz. Evet siz nesiniz?
nahnu” biz “muslihun” biz islah edicileriz derler. İslah ediyoruz. Sulh ehliyiz derler.
Neydi fesad, salahın zıttı idi. Bunlar NAKLe değil AKLa uyarlar, Akıla.
Bunlar kendi akıllarını ilâh ederler. Hevâlarını heveslerini. Ve derler ki, “muslihun” “biz zâten salah için bunları yapıyoruz” derler.

أَلا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِن لاَّ يَشْعُرُونَ
Resim---''E lâ innehum humul mufsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn(yeş’urûne).Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar. '' 2 / BAKARA - 12


''E lâ'', uyanık olun ki, E la, Mı La, La mı? Hayır demeyin. Hiç itirazsız demektir “E la” “E la” dikkat edin. Şunu çok iyi bilin. Atlamayın. Gibi bir ünlemdir. “E la” İyice itirazsız şekilde kabul edin ve anlayın ki, buyuruyor ALLAH’ü Zül Celâl, şüphesiz ki onlar ''E lâ innehum humul mufsidûne'' kesinlikle fesad ehlidirler. ve lâkin ''lâ yeş’urûn'' ikinci defa geldi, onlar şuur etmiyor. Bakın, kendi inançlarında şuur etmediler. Amellerinde de şuur etmiyorlar. Öz’ündekini yaşıyor çünkü. Öz’ünün emrinde. “la yeş’urun” şuur etmiyorlar amelde de.

Devam ediyor ALLAH’ü Zül Celâl,

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُواْ كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُواْ أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاء أَلا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاء وَلَكِن لاَّ يَعْلَمُونَ
Resim---''Ve izâ kîle lehum âminû kemâ âmenen nâsu kâlû e nu’minu kemâ âmenes sufehâu, e lâ innehum humus sufehâu ve lâkin lâ ya’lemûn(ya’lemûne).Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler). ''
2 / BAKARA - 13

''Ve izâ kîle lehum âminû'' onlara dense ki, ''kemâ âmenen nâsu'' şu inanan insanlar gibi sizde iman edin. Dense, denildiğinde.
''Ve izâ kîle lehum'' onlara denildiğinde ki, ''âminû'' iman edin, kemâ ne gibi, âmenen nâsu iman eden insan, nas’lar gibi, “insanlar gibi sizde iman edin adam gibi” denilse,
Kâlû derler ki, e nu’minu biz mi iman edecekmişiz?
kemâ âmenes sufehâu şu sefihler gibi, şu akılsız ahmaklar gibi mi iman edecekmişiz biz. Onların iman ettiğine mi iman edecekmişiz.
Kimdir sefih? Şuur sahibi olmayan. Şuur ne idi?
Şuur; ALLAH’ın akıl sahibine verdiği maddi manevi bütün nimetleri lâzım ve lâyıkınca kullanmak kemâlatının, haysiyetinin, insanlık onurunun adı idi şuur.
Şuursuzluk da bunun zıttı idi. Onlar ne diyorlar. MuhaMMedî şuuru kullanıp inananlara ne diyorlar?
O sefihler gibi mi iman edeceğiz biz? Öyle demiyor muydu Ebu Cehil?
Yani biz şimdi sana iman edeceğiz de, şu senin etrafındaki kölelerimiz, ki biz onları öldürsek niye öldürdün diyen yok, bunları sen baş tacı ettin, demek biz o sefihler gibi inanırsak doğruyu bulmuş olacağız diyorsun öyle mi?
Yok. Yok. Doğru bizim dediğimiz. Senin dediğin değil!
kemâ âmenes sufehâu biz bu sefihlerin iman ettikleri gibi iman eder miyiz biz hiç? ALLAH’ü Zül Celâl Tekrar, e lâ dikkat edin ki, innehum humus sufehâu onlardır sefih olanlar, sefih kimdir?
Hevâ ve hevesini ilâh eden kişi sefihtir. Sefahat içinde yaşar.
Zevke düşer, eğlenceye düşer hiçbir şeyini hiçbir kurala bağlamaz. Keyfinden başka bir şey düşünmez sefih odur. Yer içer tepinir geberir gider yani.
Onlar öyle görüyor çünkü. Ne bakımdan sefih görüyorlar?
Senin bir sözün üzerine bunlar, bütün bunlara inandılar.
Oysa biz, malımız var, mülkümüz var, sıhhatimiz var, makamımız var, her şeyimiz var, bunlar kim oluyor ki?
Bakın ne kadar temelden girmiştir Bakara Sûresi. “E laALLAH’ü Zül Celâl, dikkat edin “innehum humus sufehau” esas sefih onlardır.
ve lâkin lâ ya’lemûn(ya’lemûne). Ama bilmiyorlar. Neyi bilmiyorlar?
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i bilmiyorlar ki, Nakli bilsinler.
Kendi akıllarının kadir kıymetini bilmiyorlar. Kendilerinin kim olduklarını bilmiyorlar.
Kendini bilmiyor ki. Neyi biliyor ki. Bildiği şey hayvandan bile beter.
Hayvan, işte aslan gidiyor bir tane ceylan avlıyor bırakıyor, karnını doyuruyor gidiyor yatıyor ağacın dibine.
Bu, dünyayı yutsa yine doymuyor, aklından dolayı çok akıllı bir yırtıcı yani. Akıllı azgın. Akıllı sefih.
Onun için ve lâkin lâ ya’lemûn ilk defa ilim kelimesi kullanılıyor bak.”la ya’lemun” şuur etmedikleri için bilemezler zâten.

وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُونَ
Resim---Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim, kâlû innâ meakum, innemâ nahnu mustehziûn(mustehziûne). (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit "(Biz de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.''
2 / BAKARA - 14


''Ve izâ lekûllezîne âmenû'' buna rağmen bunlar bir araya haşır neşir girdiklerinde, kavuştuklarında, karşılaştıklarında, ilka olduklarında “ellezine amenu” iman edenlere ne derler?
kâlû âmennâ derler ki, biz iman ettik.
ve izâ halev bunlara böyle demelerine rağmen, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim şeytanlarıyla halvete girdiler mi, baş başa kaldılar mı “kalu” derler ki “inna meakum” biz sizinleyiz.
''Şeyâtînihim'' şeytanlarıyla. bakın dikkat edin. Her insanın şeytanı var mıdır?
Vardır. Şeytanın işgal ettiği, şeytanın emrine girmiş, şeytanı da şaşkına çevirecek kadar şeytanlaşmış insanlara ne buyuruyor ALLAH’ü Zül Celâl ve izâ halev ilâ şeyâtînihim şeytanlarınız deyince, öyle gökten indi, yerden patladı, öteden çatladı, toplandı geldi, öyle hayali değil.
Şeytanın eli ayağı yoktur. Şeytan insanın elini ayağını kullanır. Aklını fikrini kullanır.
Şeytan bir “şey” değildir. Aklın içindeki şeytandır.
Bunlara uymayıştır. ''ve izâ halev ilâ şeyâtînihim'' şeytanlarıyla baş başa kaldılar mı “kalu” derler “inna meakum” biz onlarla değil, sizinle beraberiz. ''innemâ nahnu mustehziûn'', şüphesiz ki biz onlar için onlarla alay edenleriz, yani istihza edenleriz.
Sadece onlarla alay ettik. Biz sizinle beraberiz, biz de iman ettik diye.
Çünkü münafık anlatılıyor burada dikkat edin. Kâfirlik neredeydi?
Münafıklığın başlangıcındaydı. Kefere örttü. Şalteri indirdi. Karanlığa boğdu.
Şimdi karanlığın içindeki yapacağı cinâyetleri, kötülükleri anlatıyor.
Biz onlarla sadece alay ettik. Eğlendik. İstihza ettik. Onlarla karşılaşınca bizde müslümanız dedik.
Öyle göründük. Yoksa biz sizden de şeytanız. Şeytanlarına öyle diyorlar çünkü.
meakum” biz has şeytanız yani. Dönmeyen şeytanlardanız diyorlar. innemâ nahnu mustehziûn iyi ama öyle dediniz demin onlara. Onlarla alay ettik. İstihza ettik. ALLAH’ü Zül Celâl devam ediyor.

اللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Resim---Allâhu yestehziu bihim ve yemudduhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne). Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.''
2 / BAKARA - 15

''Allâhu yestehziu bihim ''
ALLAH’tır onlarla istihza eden. “ist” istemektir. “hezea” hezeyanını istemektir. İstihza etmek hezeyanını istemektir.

Halim Can; Hocam, hani biz onlarla alay ettik, diyorlarda, şeytanın böyle bir alay ettim şeyi var mıdır?
Yani Kur’ÂN da. Siz daha iyi bilirsiniz. Öyle bir şey geçiyor mu hiç?
Yani şeytanın insanlarla, inananlarla alay ettiğine dair bir şey var mı? Söz var mı?
Bunlar şeytanlardan daha beter dediniz ya, şeytan bunlar göre daha mert.
Hiç olmazsa direk “azdıracağım” diyor ya, ondan sordum.


Hocam; şu, şeytan ben size nasihatçiyim, diyor. Kaldı ki söylediği doğru. Bu ağaç Huld Ağacı-Ebedilik Ağacıdır dediği doğru.
Doğru ama, doğru olmayan Âdem Aleyhisselâm’ın Rabbü’l- âleminin yasağına rağmen uymasıdır.
“Ben doğru söylüyorum nasihatçiyim” diyor. Burada benim dediğim doğru.
Şeytan böyle bir şey yapmıyor, şeytan olsun ben onu abartarak söyledim hani Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem buyuruyor ya, “Benim firavunum daha zalım çıktı” diye.
Yani kıyas yapıyor da diyor ki, bu daha kötü çıktı. Bundan şunu demek istiyorum. Onlar şeytanlarıyla, şeytanlaşmış insanlarıyla karşılaştıklarında, biz sizden daha çok şeytanlaşmış insanız, diyor aslında.

Halim Can:
Şeytanlıkta öne geçme şeyleri var da, bende aynı şeyi söyledim de, belki yanlış telaffuz ettim hocam. Onu şey yaptım.
Yani şeytanın da ötesine geçme şeyleri var. İddiaları var.
Hani şeytan ağzından Kur’ân-ı Kerim’de, ben inananlarla alay ediyorum gibi bir şey yok ama bunların öyle bir iddiası var da, hani onunla övünen bir halleri var diye dedim.


Kul ihvÂNi:
Doğru söylüyorsun çünkü, oraya geldiğimiz zaman göreceğiz ki, “şeytan insanoğluna küfrü emreder, küfür etti mi, ben senden beriyim, âlemlerin Rabbından korkarım” sen ise korkmadın defol, der yani.
Şeytan küfrü bile kabul etmez. Onu şeytanlık bile kabul etmez.
Çünkü âlemlerin Rabbından korktuğunu söyler şeytan Kur’ÂN-ı Kerim’de.
Bu ise âlemlerin Rabbını baştan peşin peşin atıyor, ama dünya hayatındaki çeşitli sebeblerden dolayı da Müslüman gözükerek münafıklık yapıyor.
Bunu insan kendi içinde düşündüğü zaman tüm bunları bulacak.
Her insanın içinde bunlardan esma yükü vardır. Ve bu aşamaları geçecek.
Keferelik vardır. Zalımlık vardır. Her şey vardır.
Bunları seviyeleye seviyeleye geçmesi şeytanını Müslüman etmesidir zâten.
Dediğin doğru tabi. Yani âlemlerin Rabbından korkan bir şeytandan daha şeytan, abartmak için söylemek zorunda kalıyoruz.

Allâhu yestehziu bihim esas ALLAH bunlarla istihza ediyor.
İstihza etmek hezeyanına düşürmektir. Yani kötü söz söyler.
Anlamsız, adamı şaşırtan ve yere düşüren şaka yapar. Saçma sapanlığa götürür. İstihza bu.
Sebebi budur yani. Alay etmek. Olmayan şeyi adamda var gösterir, adamı zorluklara sokar.
Mahçup eder. Muhtaç eder. Adamı ezer.
Allâhu yestehziu bihim ALLAH ise, onlarla istihza ediyor. ve yemudduhum onlara bir müddet tanıyor. ''fî tugyânihim bu tağutluklarında, “tuğyanihim” tuğyanlıklarında, azgınlıklarında bir müddet tanıyor.
ya’mehûn(ya’mehûne). Onlar bunun içinde “ya’mehun”durlar.
İçinden çıkılamayan arapsaçı gibi bir sarmaş dolaş içinde, şaşkınlık içinde bunu yaparlar.
Onlara verilen müddet kendi kendilerini sardıkları bir yumaktır yani. İçinden çıkamazlar bir türlü.
Hani diyelim ki, bir plastik eriyiği herhangi birisinin üzerine sıçradı, elinize bulaştı, bir türlü suyla sabunla çıkaramıyorsunuz. Yani kötü bulaşık.
“amehe” fiili.” Ya’mehe” buradaki yani, Ya’mehe öyle bir şeydir ki, ALLAH korusun.
MuhaMMedîyeti olmayan bir ayan-ı sabitelik yaşayışıdır. Çok kötü birşeydir bu. Çok kötüdür.
İşte onun için şeytan bile âlemlerin Rabbinden korkarken bunlar korkamazlar.
Çünkü o özelliklerini kaldırdılar. Kendilerindeki o paratoneri kapattılar yani.
O koruyucu kısımları kapattılar. Antivirüslerini kapattılar.
Öyle diyeyim yani. Açık hale geldiler. Bocalar dururlar artık.
Neden?“Yemudduhum” onlara verilen müddette? Nerede? “fi tuğyanihim” bu tağutluklarında, tağiliklerinde, azgınlıklarında, tağutluklarında.
Tağut kimdir?
ALLAH gibi hükmeden krala denir. Onun içinde Tağut Âyetleri falan vardır biliyorsunuz.
Tuğyan da, azgınlıktır, tağilik, ALLAH’ü Zül Celâl’in galibiyyet ve ganiyyet sıfatlarınıkendi tarafında gördü mü kişi Taği’dir. Galebe çalar.
Ve böyle insanlar yeryüzünü mahvetmişlerdir.
Bunların istihza edilmesinin sebebi de budur işte.
Bir ömür yaşayacaklar azgınlık içinde ve bu çapraşıklıktan çıkamayacaklar.
Bundan daha büyük bir istihza olamaz, buyuruyor ALLAH’ü Zü'l Celâl.
Dünya da bunların örnekleriyle doludur.
Kimdir bunlar?
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرُوُاْ الضَّلاَلَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ
Resim---Ulâikellezîneşterevûd dalâlete bil hudâ, fe mâ rabihat ticâretuhum ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).:İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.''2 / BAKARA - 16


''Ulâikellezîneşterevûd '' işte onlar var ya onlar, “ulaike”onlar.
Onlar taa arkadan beri getirildi. ”ellezine” bu kimseler, şimdiki kimseler, bundan taa baştan beri gelen negatifliğin tümünü cem’ ederler.
ulaikellezine” “ulaike” desen işte şu onlar. “ellezine” desen şu onlar. Uzak ve yakını birleştirmiştir ALLAH.
''Ulâikellezîneşterevûd '' onlar iştaire ederler. Alır satarlar yani. Satın aldılar. dalâlete onlar SALL yerine DALL aldılar. Sall ile Dall çok basit, aynı harflerdir.
Yani DAD ile SAD. Sad, sahiblik, ALLAH adına sahibliktir. Dad ise kaybetmektir, zayi etmektir. Dalâlet dönüvermektir.
Yani siz İzmir’den çıktınız İstanbul’a gidiyorsunuz ne bileyim Manisa’ya geldiniz geri döndüğünüz anda İstanbul’a gidemezsiniz artık.
Döndüğünüz anda yalnız. Artık 1.000 km de gitseniz İstanbul’a gidemezsiniz.
Sall ile Dall bir noktadır. Buradaki benlik noktasını yükleyiverdi mi kendi üzerine, Sad basit bir şeymiş gibi, sanki anlaşılsın diye üstüne nokta koymuşlar, altına koymamışlar. Ortaya atmamışlar değildir.
Her şeyin bir yeri vardır. Kur’âncada her şeyin bir güzelliği vardır.
Harflerinde bir güzelliği ve özelliği vardır. Sad ile Dad’ta böyledir onu demek istiyorum.
''Nun- Be'' böyledir mesela. “be'' insan içindir. “nunALLAH içindir.
Aynı harftir nokta üste çıkmıştır. Hepsi bu kadardır.
Kaldırırsanız noktalarını “ye” ye dönüşüverir. “ye” dediğimiz illâ şu şekilde olacak diye bir şey değil işte.
Yattığı anda “ye”dir zâten elif.
Alttan nokta alırsa “be”dir. Üstten nokta alırsa ne bileyim ben “n”dir.
Çift nokta alırsa “te”dir. Sen’likte halifeliği aldığı anda SEN’dir.
ALLAH’ın halifesidir yani. Basbayağı halifedir. “Sen” diye hitab eder yani.
Bu, burada gördüğümüz şey, onlar dalâleti satın aldılar bil hudâ, hidâyet ile, kendi huda’larını verdiler dalâletlerini aldılar.
Hidâyetlerinin karşılığında dalâlet aldılar.
Onlara verilen ise, doğrudan doğruya hidâyetti yani.
ALLAH hiçbir yaratığını mahvetmek için zulmetmek için hâşâ ve hâşâ, bunu düşünmek başlı başına bir azgınlık ve sapıklıktır. Düşünebilmek.
Onlar hidâyet karşılığında dalâleti satın aldılar.

''fe mâ rabihat ticâretuhum'' onların ticaretleri hiçbir kar getirmedi. “rabiha” yani onlara bir rahatlık bir huzur bir kar bir kazanç, insanoğlu olarak yaratılışta, akıl verilişte, bu âlemde var edilişte, el-ayak verilişte, nimetlerin tümünü verilişte, bu ticarette bunlar bir kar elde etmediler. Edemediler.
''ve mâ kânû muhtedîn (muhtedîne). ''
Ve asla hidâyete ermişlerden de olmadılar.
Dalâlete girdikten sonra artık yapacak hiçbir şey yok.
Güneşe sırtını dönen ancak gölgesini görür. Güneşe hasret kalır.
Düşünebiliyor musun? 1.000 yıl yürüsün gölge karanlığında yürür.
Güneşi göremez. Çünkü sırtınıdöndüğü için. Kâbe’ye dönenlerde böyledir.
Ömür boyunca namaz kılsın, “mü’minim” desin, aklı başında bir insan bakar bakmaz derki “kurban olduğum sen bırak neyi okuyacağını neyi okumayacağını abdestini oranı buranı da, yönünü kıbleye dön önce bir!” der.
Önce bir yönünü dön yönünü. Kıbleyi gösteriverir.
Kabuliyet merkezini. Bile’liği. Bile’liği. Kable, önceliği.

Onun için bu günümüzde, geçmişte öyleydi gerçi, bu günümüzde insanlar çok başka yerlerde uğraşıyor. Öncelikleri bilemiyor.
Dev şehirler kuruyor ceryan diye bir mefhumu düşünmüyor.
Fabrikalar kuruyor ceryandan haberi yok.
İbadetler yapıyor, itaatler yapıyor, Kur’ÂN kursları açıyor, yani çeşitli şeyler yapıyor, güzel şeyler yapıyor, doğru söylüyor ama biriside çıkıp “ya kıble ne tarafta dese” daha iyi gibi geliyor.
Benim kıble’den kastım dâima Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’dir.
Resûl’dür, ALLAH’ın kıblesi onu demek istiyorum.
ResûlALLAH’tır teslim olunacak yer.
Kâbe teslimiyet makamı değildir.
İman, itaat, tabii oluş, itaat makamı değildir.
Bunlardan sonra yapılacak işlerin “Kabuliyet Merkezi”dir.
Onun için onlar “muhtedin”de olamazlar yani.
Hidâyeti göremezler. Hidâyete giremediler. Kimden dolayı giremediler? Kendilerinden dolayı.

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ
Resim---''Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ(nâren), fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn(yubsirûne).Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler. ''
2 / BAKARA - 17

''Meseluhum'' onların meseli var ya, ke gibi ''meselillezistevkade'', onların meseli şu kişinin meseline benzer ki, misaline benzer ki, ''istevkade nârâ'' ateşyakmak istiyor, ateş yakıyor ''fe lemmâ edâet '' ne zaman ki ateş ziya verdi, ışık verdi ''mâ havlehu'' etrafına, yaktı ya ateşi, etrafını aydınlattı. ''zeheballâhu bi nûrihim'' ALLAH’da onların ateşini söndürdü.
''ve terekehum'' onları nereye terk etti?
''fî zulumâtin lâ yubsirûn'' kalâkaldılar karanlığın ortasında.
Onların misali öyledir ki, kapkaranlık zifiri bir gecede ateş yakan bir insan gibidir. O ateş yanıpta etrafını bir anda gördüğü anda, ALLAH ateşi söndürüverince, karanlıklar içinde kalâkaldılar artık. Buradaki ateş, burada ki ışık
Nur-u MuhaMMed’dir. Nurullah’tır.
Bu aynen şimdi yapılacak bir iştir yani, lambayı söndürürsen fişi çekersen laptop şaşırır kalır. Biter herşey. Kalâkalır yani.
Bu zâhirde de böyledir. Bâtında da böyledir.
ALLAH’ü Zül Celâl neden ''zeheballâhu'' buyuruyor?
ALLAH gideriyor. “zehebe”gitmektir. “zehebALLAHu” zeheb, ALLAH giderdi.
Aldı götürdü anlamında yani. Giderdi. ALLAH giderdi.
Adamın kendisi gidermemiş ki.
Adam kendisi zâten yaratıcı değil. Hayr’ı da şerr’i de yaratıcı değil adam.
İşte bunun daha iyi anlaşılması için ben diyorum ki, işi yapan âlet değil ceryan diyorum esas. Esas ceryan’dır.
Dolabı donduran, fırını yandıran ceryan’dır.
Onun için “zehebALLAHuALLAH yaratıcı özelliğini âletlere yüklememek için böyle diyor.
Âlet yaratıcı değildir. Yapandır yani. Yaptıran değildir.

Onlar onu seçtiği için, dalâleti seçtiği için zâlimlikte kaldılar. Zulmette. Kime zulmetti bunlar?
Nefislerine. Zâlimlikleri nefislerinedir. Zulümleri. Bu ''Elif-Lâm-Mîm'' bir seridir.
Burada da Zı-Lâm-Mîm’dir. Zulümdekiler. Âlim’de mesela Ayın-Lâm-Mîm’dir. Bir sürü vardır. Selâm’da ''Sin-Lâm-Mîm''’dir.
Bunlar mesela Kur’ânda geçtiklerine göre hangilerinde var bakmak lâzım.
Hangi harfler kullanılıyor?
Neden kullanılıyor?


İnşae ALLAH yani ama çok güzel bir Âyet-i Kerime, bu dalâleti seçtikleri taktirde onlar akıllarının ateşini yakarlar.
Ancak bir göz açıp kapayıncaya kadar ALLAH ateşini gideriverir.
Nakıl olmadığı sürece. Kibriti çaktım, çaktın ama kibrit biraz sonra biter yani.
Kibrit çakmakla sabaha kadar aydınlık olmaz.
Keban’a bağlansan iyi edersin yani.
Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu gibi, ben pil kullanırım felan deme, pil birkaç dakika sürer.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
Resim---SUMMUN BUKMUN UMYUN fe hum lâ yerciûn (yerciûne) : SAĞIRdırlar, DİLSİZdirler, KÖRdürler. Bundan dolayı dönmezler.”
( Bakara 2/18)

''Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn(yerciûne). ''
Meşhur Âyet’imiz, bunların tüm sebebi ''Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn'' oluşlarıdır.
Çünkü onlar kulaklarını söktüler attılar.“Summun”durlar. Sağırdırlar.
Başka âyetlerde var, kulaklarına kurşun döküldü, ağırlık var kulaklarında diye.
Türkçe’ye “kurşun döküldü” diye geçmiştir yani. Kurşun akıtmışlar, kulağını körlemişler yani.
Bukmun” dilsizdirler onlar.“umyun” kördürler ama’dırlar.
''fe hum lâ yerciûn '' onlar artık RaBB’lerine rücu edemezler.
Çünkü yollarını kapattılar. Neymiş yollar?
Göreceklermiş hayatı. Gördüler. Gördüklerini söyleyeceklermiş.
E söyledik. Yani. Harika. Dedik. “Summun” nereden çıktı?
summunResûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in sesini duyacaksın.
ALLAH’ın sözü o. Başka yol yok. Başka bir Kur’ÂN-ı Kerim yok. Yok.
Herkes kitab yazabilir. Onlara inanın o zaman yani. Bir sürü var işte.
Kur’ÂN-ı Kerimseçmen lâzım, O’nu seçmen lâzım derken, Kur’ÂN-ı Kerim'i anlamamız lâzım. 1.500 sene önce postayla gelmiş, bir kağıda yazılmış, şu denmiş, bu denmiş, değil.
1.500 sene önceki yağmur bugün gene yağıyor dikkat et.
O yağmur yağmıyor. Yağmur yağıyor yağmur. ALLAH Hayy, Resûlullah Hayy. Şe’en Hakk. Şu AN olmakta her şey. Bunu anlamak lâzım.
Onun için Resûliyyeti, Nübüvveti, Velâyeti Ve Beşeriyeti Âşık olduğumuz için şak şak şak sıralamıyoruz. Kur’ÂN-ı Kerim kendisi sıralıyor.
Resûliyyet de peygamberdir. Tamam. Nübüvvet de peygamberdir. Tamam. Velâyet de böyledir. Tamam. Bitti mi?
Bitti... Nereye bitti. Nasıl bitiyor?
Bir insanda bile böyle değil yani. Annesinin kucağındaki Barboros. Tamam Lise’de okuyan Barboros. Tamam. Bugün gelmiş iki çocuğu var. Barboros. Evet. 90 yaşında Barboros. Hepsi aynı öyle mi? Aynı mı?
Bir gel bakayım aynı mı değil mi?
Bir gör. Bu, aklın eğitim ve öğretim aşamaları için söylüyorum.
Akıl kolay kolay teslim olmamak üzere yaratılmıştır.
Kolay kolay iman etmemek üzere yaratılmıştır.
İmtihana çekilmiştir akıl, kendi kendi içinde. Bunu akletmek. Daha gelecek.
''fe hum lâ yerciûn'' bu sebeble onlar geri dönmediler. Nereye döneceklerdi?
Henüz bilmiyoruz. lâ yerciûn o kadar ileri gittiler ki bunlar.
En basitinden dönecekleri yer neresi?
İnananların olduğu yer. Alay ettikleri inananlar var ya, onun için ALLAH’ü Zül Celâl ne buyuruyor RaBB’a çağırırken.

Bismillâhirrahmanirrahim.

أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---"Yâ eyyetuhe'n-nefsu'-mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---"İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten): Râzı olmuş ve kendisinden râzı olunmuş bir halde RABBine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---"Fedhulî fî ibâdî: Artık kullarımın arasına gir.
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---"Vedhulî cennetî: Cennetime gir.(Fecr 89/30)

Kullarımın arasına bir gir, fedhuli cenneti, cennetime girdin say, sen o Fedhulî fî ibâdî ile alay ediyorlardı bunlar.
Demek öyle mi âhiret varmış ha, orada terazi kurulacakmış.
Burada ben bin kişi öldürdüm bana hesap sorulacakmış he. Yok yok. Yanına kâr kalacak yani. Çünkü burayı sen kurduydun.
Bu âlemi sen kurdun sen yürütüyorsun.
Yazı-tura attın da böyle oluverdi yani. Bunlar aklın ve vicdanın işi değil.
Dolayısıyla buradali summun’a böyle dikkat etmemiz gerekiyor. Bence, öyle görüyorum.
Yerci’un derken de, yani rücu’ edecek yer açık adrestir. RaBBü’l- Âlemin’dir.
Buna gidiş yolu da, ALLAH dostları, Ehl-i Beyt Aleyhisselâm vs. bunlar tüm ALLAH insanını cem ediş öğreticileri, eğiticileri, hizmetçileridir.
Bunlara karşı oluşumuz falan yoktur.
Biz sadece insanların yanlış değerlendirdiklerini söylüyoruz.
Şeyh uçmaz müridi uçurur. Mürşid uçmaz müridi uçurur.
Müridi uçurmayı bırak fezaya çıkarıp çıkarıp indiriyor zâten.
Adamlar da bundan o kadar memnun ki, ohh.
Salıncak sallar gibi ebedi sallanıyor yani. Yanlışın içindeler.
Asıl olacak şey. Doğrusu. Aynı yolda gidiyoruz.
Ben de senin gibi yolcuyum. Artı, bir yüküm daha var. Bir de hizmetçiyim.
Sen istirahat edebilirsin. Benim etmemem lâzım. Gibi.
Aynı yere götürüyoruz arabayız.
Ama Barbaros’ta diyor ki, “ben tekerim hocam!”
Koltuk olsaydın üzerine birisi otururdu, sen de onu taşımakla kalenderlik yapardın o kadar.
Ama tekerlik daha zor bir iştir.
Onun için diyorum. MuhaMMedî oluş şuurunu anlamak bakımından söylüyorum.
la yerci’un”geri dönemiyorlar. Geri dönselerdi nereye dönerlerdi?
Dall’dan Sall’a dönerlerdi. Değil mi?
Öyle ya. Neden diyorum ki, Kâbe’ye varan kişi sırtını Kâbe’ye dayarsa ömür boyu namaz kılsa ALLAH’a kılmış olamaz. Kıblesi yanlış. Sırftı dayalı.
Bu kişi kutuplarda da aynısını yapsa yine olmaz.
Ama kutuplarda geri dönüverse kıble önündedir.
Burnunu kıbleye dayamış gibidir. Çünkü Dall’lı Sall oluvermiştir.
la yerci’un” yapmayan kimdir?
Onların hasedidir. Değil mi? Hasedidir.
Neticede hased, bak neticede söyledi hased’i.
Şunlar şunlar şunlar saydı. Tüm bunlar hasedleri yüzünden.
Hasidlikleri yüzünden, kıyasları, İblislikleri yüzünden dedi yani.
Şeytanlığı geçti çünkü.

Hümeyra: Hocam bir şey söyleyebilir miyim?

kul ihvÂNi:
Buyurunuz.

Hümeyra:
Dall’dan Sall’a geçerlerdi, dönüverirlerdi dediniz de, acaba bağdaştırabilir miyim diye, aklıma bir anda geldi, peygamber Efendimiz sallALLAHu aleyhi ve sellem arkasından seslenen birisine dönmesi gerektiğinde başları ile dönmezlermiş, bütün vücudları ile, ayakları ve bütün vücutları ile dönerek bakarlarmış.Buradan da mânâ olarak çıkartabilir miyiz?
Sall üzere bu şekilde hareket etmek gerektiğini.
Çünkü bir o tarafa, bir bu tarafa düşünmeler gelebiliyor benim içime.
İstikameti buradan da örnek alarak hep doğru tutmak, hep aynı yöne bakmak olarak anladım da bir an. teşekkür ediyorum.


kul ihvÂNi:
Çok doğru söylüyorsun. Zâten tevbe istiğfar bu anlamdadır.
Tam dönüşle olur. İkilik olmadan dönüş olacak.
Onun içinde Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem katiyen kişiye arkası dönükken konuşmamıştır.
Yüzde yüz, tam cephesine geçer öyle konuşur. Çok doğru.
Dikkat etmişsiniz ve çok güzel bir tesbit demek istiyorum.
Doğrusu budur zâten. Dönüşte böyledir zâten.
Arabayla dönerken de öyledir. Tam dönmeniz gerekir yani.
Ortalama dönemezsiniz. Mümkün değil.
Tam dönüşler doğru dönüşler, esas tevbeler, Nasuh tevbesi denilen nasihat tevbesi, nusuh tevbesi, nush ile uslanmayan var ya, nush nasihattir.
Nasihat sohbettir. Sohbet ise Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in tek mesleğidir.
Kur’ÂN-ı Kerim dahi sohbet tarzında buyurulmuştur.
Yazarak çizerek kağıtlar dağıtılarak değil.
Konuşarak, ALLAH’ın sözünü ses olarak vererek insanlar hıfzetmiştir.

Hâlim Can:
Hümeyra gibi benim de aklıma bir şey geldi de.
Tam vücuduyla dönünce yüzünü dönmüş oluyor ya, hakikaten öyle dönüş 180 derece bir dönüş oluyor, hani yüzümüzü de döndüğümüzde 18.000 yapıyor. Böyle bir şey geldi aklıma.


kul ihvÂNi:
Çok güzel. MuhaMMedî bir dönüş oluyor yani.
18.000 âleme dönüş oluyor. Çok doğru söylüyorsun.
Yani mükemmel şeyler bunlar.
Doğru, tesadüfen doğru değil. Gerçekten doğru. Gerçekten doğru yani.
Vech, yani Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in vechi ALLAH’ın vechi’dir.
Vechullah’tır yani. Tam dönüş gerektirir.
Efendim 180 değil de, 179 dönersek?
Valla 179’a gidersiniz. 180’e dönerseniz 180’e gidersiniz.
179’a giderseniz, şimdi biracık birazcık, bir adım bir adım ayrılırsınız ama, bu açıdır, sonra bir ayrılır ki 180’e hasret kalır.
Açı, gittikçe açılan şeydir biliyorsunuz.
Bunun için diyorum, dönüşler, biz neden dua ederken diyoruz ki:
“Ya Rabbi bizi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in duasında Bir kıl!”
Bunu biz söylemiyoruz. ALLAH’ü Zül Celâl kendisi böyle buyuruyor.
O zaman, “hocam herkes istiğfar ediyor”.
İstiğfar ediyor da, ALLAH’ü Zül Celâl bir şey buyuruyor yalnız. Tek Âyet’tir.
MuhaMMed Sûresinin işin garib tarafı 19. Âyetidir.

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Resim---Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum: Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.(MuhaMMed 47/19)
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.

''Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu'' şunu iyi bil ki; ''Fa’lem'', çok iyi bil ki, ''ennehu'' gerçek olan şey şudur. '' ilâhe illâ ALLAH'' ALLAH’tan başka ilâh yoktur.
''Fa’lem ennehu'', O’nun nokta, nokta olduğunu, şüphesiz ki O şudur.
''Fa’lem'' bu durumda, halde, zamanda, şu, neticede bilgin olsun ki, ilmin olsun ki senin kesin ilmin, neymiş o? ''lâ ilâhe illâllâh.''
Bu iki yerde geçer ''Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu.'' Başka yoktur ALLAH’tan başka ilâh.
vestagfir li zenbike. Bunu bildik. ''lâ ilâhe illâllâh''’ ı anladık.
ALLAH Celle Celâluhu buyuruyor ki, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimize. Bir kere ALLAH’tan başka ilâh yoktur.
vestagfir li zenbike kendi günahların için istiğfar et. Gafara iste. Gufran iste.
Efendim peygamberler masumdur da, günah işlerlerde, işlemezlerde” sen onları dışarıda konuş.
Benim, Peygamber Aleyhisselâm’ın günah işleyip işlemediğine felan bakmaya etkim, yetkim salahiyetim yok.
Ben bilmem onu. Benim öyle işim yok. Ancak, burada başka bir şey var.
''Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu'' ALLAH’tan başka ilâh yoktur.
Sen masumsun, hiç günah işleyemezsin” diye devam etmiyor Âyet. Devamına bak. ''Vestagfir'' istiğfar et.
Niçin istiğfar etsin? Niye? Niçin? “Müminler için et. Mü’minatlar için, mü’min erkek ve kadınlar için et.” buyurmuyor ALLAH’ü Zül Celâl.
''li zenbike'' Sen’de ALLAH’ın beşerisin Abduhu’susun.
''Zenbike'', kendin için, ve sana teslim olan, iman eden, mü’min olan, mü’minatlar içinde istiğfar et.
''vallâ hu ya’lemu '' vALLAHi ALLAH bilir. Neyi bilir?
''Mutekallebekum '' bunlar da ilginç kelimeler. Türkçe’leştireceğiz ya, ya da tercüme edecek ya, mütekalib olmak, “kalbe” karşılamak, mütekalib, yer değiştirmek, gezip dolaşmak, ya kardeşim bildiğimiz Türkçe kalb işte, aynı harflerle söylüyorum, mütekallebekum ve mesvâkum yer edinilen gibi tercüme edilmiş, yerleşme ikamet yeri gibi.
ALLAH sizin gezip dolaşmalarınızıbilir. Oturduğunuz yeri de bilir.
Ne alâkası var bunun günahla ya? Seva ne olacak? Seva? Seva un aleyhim e enzertehum’daki seva ile buradaki mesva aynı şey.
Şunu demek istiyorum. Biz bu harflere, bu kelimelere başka mânâlar verme derdinde felan değiliz.
Amaa kalblerin seviyelenmesini, kalblerin MuhaMMedî seviyelenmesini de MuhaMMed Aleyhisselâm’ın istiğfar ve tevbesine iştirak demek olduğunu görmeyecek kadar da kör değiliz yani.
Yoksa '' ilâhe illâ ALLAH'' havada kalır. Tek âyettir bu. MuhaMMed sûresindedir.
''Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike'' bu zenb kelimesi de, zünub kelimesi de maalesef içinden çıkamadığımız kelimelerden birisidir.
Günah mıdır? Zenb nedir? Bir sürü uğraşılmıştır.
Zenb’i de ALLAH celle celâluhu kendi Kur’ân-ında anlatacaktır bize. Neler olduğunu, zünub olduğunu göreceğiz.
Ama buradaki mutekallebekum’u gezip dolaşan yerlerimizi vesairemizi geri dönüşümüzü felan ALLAH bilir.
Ne bileyim ben Bursa’dan İstanbul’a, istanbul’dan Ankara’ya dönüyor değiliz.
Rabb’ımıza dönüş dönmeyişten bahsediliyor.
Hizbullah ve hizbüşşeytan dönüşlerinden bahs ediliyor.
DaLL’in ve SaLL’inden bahs ediliyor. DaLL ve SaLL’dan bahs ediliyor.
''La’yerciun'' derken Mekke’den Medine’ye, Medine’den Mekke’ye dönüşten bahs edilmiyor.
Rabb’a dönemezlerden bahs ediliyor.
Burada da ''mutekallebekum ve mesvakum.'' ALLAH sizin seviyenizi de bilir. Kalblerinizin değişikliğini de bilir.
E tabi, bilir yani. Ne ile olurmuş bu?
''vestagfir li zenbike'' Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e emrediliyor bu. Bana ne düşüyor?
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in istiğfarına benim kendi adıma katılmam lâzım.
Velilmü’mine”yim ben çünkü.
Benim orada olduğumu söylüyorum ve inanıyorum ve yapıyorum, yapmak istiyorum.
O zaman ben mü’min olursam Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in istiğfarı içindeyim.
Hümeyra Mü’mine, Mü’minat ya, hanım mü’min ya, Rahim Mü’min’i yani.
Bir de o var tabi. Rahimiyyet ve Rahmaniyyet var.
Anladım erkekler bir derece fazladır da, o fazlalığın fazlalığını bir görür müsün?
O fazlalığın yüzünden Âdem Havva’yı doğurmuştur desem başımıza dert geliyor. Doğurmak lafını nereden kullandın diye.
Tamam tamam, eğe kemiğinden yarattı. Çıktı yani. İşte bu.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in tevbe istiğfarında bizi bir et.
Bizi bir et. Öyle demiş. Öyle dememiş. Böyle olmazsa '' ilâhe illâ ALLAH'' olmamış.
''Fa’lem ennehu'', bunu iyice bil. Ben demiyorum. ALLAH’ü Zül Celâl buyuruyor…

Bakın Bakara Sûresini gır gır gır okuyabiliriz.
Ben sen hepimiz, ama birazcık şöyle düşünerek, birazcık aklımızı fikrimizi vicdanımızı bir araya toplayarak, anlaya anlaya gittiğimiz zaman kendimizin, yerini koordinatlarını buluruz. Aaa biz buradaymışız diye.
Harita üzerinde buluruz bulunduğumuzun yeri.
ALLAH’ü Zül Celâl dolaşmalarımızıda bilir.
Mesva, ev ile alâkası yok. İkamet ile de alâkası yok. Kök olarak. Seva kökü, siva kökü, seviye köküdür. Seviyelendiği için heralde ev diyorlar. Tam bilemiyorum çünkü.
Çünkü bu elma gibi, armut gibi, bir isim olan bir şey değil. Fiil bu.
Yani, onun içinde dikkat ederseniz Fahrettin Razi’de felan kelimeleri açıklarken sözlük kullanmazlar, geçmiş Arap şairleri bunu şu anlamda kullanmıştır diye oralardan faydalanmaya çalışırlar, kelimeyi bulabilmek için. Ve şiirlerden örnekler verirler.
Arapçayı çok iyi bildikleri için o adamlar. Ben başka bir şey söylüyorum.
Doğru doğru Arapça var da, bir de Kur’ânca var. Kur’ânın kendisinin dili var.
O dili ben bilmem. Sen bilmezsin. Kur’ÂN-ı Kerim kendi bildirir.
Niçin hocam sen biliyorsun da ben bilmiyorum.
Öyle bir şeylere benim aklım ermez. Aklım ermez.
Bu suyun içine giren suyun içindedir. Girmeyen boşkonuşuyordur.
Çünkü suyun içine girene su anlatır, ben serinim der, tuzluyum der, acıyım der, tatlıyım der, yakarım der, kaynar suyum der, buz gibiyim der. Der.
Onun dilinden konuşmaya başlar.
Ama dışarıdan hariçten gazel okursa da yazık eder. MuhaMMedî şuur budur.

''Summun bukmun umyun'' başka âyetlerde de gelecek.
''Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn(yerciûne).''
''Summun bukmun umyun'', başka yerde de açıklanıyor kendi âyetleriyle. Ama bunlar neden ''summun bukmun'' oldular? Sağır dilsiz ve kör oldular.
Ne kaldı bunların elinde ya? Konuşamıyor.
Birkaç gün önce postanede, ben hiç görmemiştim, dilsiz bir insan telefonla konuşuyor, telefonu fotoğraf makinesi gibi karşısına tutuyor, diğer eliyle dilsiz harfleri ile karşıdaki kişiye anlatıyor.
Görüntülü telefon sanıyorum. Anlatırken de bir insanla konuşur gibi bütün işaretleri kullanıyor.
Mesela, ALLAHaısmarladık derken sağelini çenesine getirip ALLAHa ısmarladık işareti yapıyor.
Yani işaretleri görüyorsunuz. Çünkü öbürü de görüyor, konuşamıyorlar ama görerek konuşuyorlar.
Biz ne yapıyoruz? Bizim ona ihtiyacımız yok. Biz telefonla duyarak konuşuyoruz.
Peki bunlar olmasa nasıl konuşacağız biz ya?
Aynı gün bir başka ilginçlik daha yaşadım.
Bankanın önünde bankamatik bekliyorum.
Bir genç kızcağız, yanında bir genç kız daha var. Bunlar da konuşuyorlar.
Bekliyoruz sıramızı. Beklerken bir başka kız geldi. Onlarla konuşacak ama hasta olmuş sesi kısılmış, sıfır kısılmış yalnız.
Derken bu sesi kısık kızın telefonu çaldı.
Ve konuşan kız arkadaşına verdi telefonu arayan annesiymiş. O diyor ki, neyse ismi hatırlamıyorum şimdi.
O bizim yanımızda, biz bankanın önündeyiz, siz ne diyorsanız ben ona söylüyorum.
Şimdi buna anlatıyor, eliyle işaret ediyor. Eve gidiyor musun? Annenle buluşacak mısın?
O da diyor ki, 5 dakikaya orada olacağım.
Şimdi, her gün konuşan çocuğu o gün sesini kaybettiği için, boğazı kapandığı için, hiç sesi çıkmadığı için arkadaşının yardımıyla konuşabiliyor.
Telefona ses veremiyor. Summun bukmun umyun’luk ağır bir iştir.
fe hum lâ yerciûn onlar dönüş yapamazlar.
Orada daha başka şeyler vardır. İnsan görüyor, duyuyor ve konuşuyor.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i bilince mi? Bulunca mı? Olunca mı? Hangisi oluyor.
Yani Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i duymak, görmek, konuşmak ne anlama gelir? MuhaMMedî bir insan olarak.
Bizim ALLAH’ımızda, RaBBımız da böyledir yani.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in Resûlullah’lığı da böyledir.
Onun için ALLAH ve Resûlüne teslim olunuz diyor. Falan oğlu falana değil.
Ben bunu bir türlü anlamıyorum insanların yaptıklarını yani.
Saplanıp kalıyor beşeriyetine. Ve katiyen çıkamıyor işin içinden.
Neden?
''Summun bukmun umyun'' oluveriyor. Ne kaldı geriye?
Bedeni kaldı bak. Onlar elleriyle dokunamazlar, buyurmuyor.
Temas var. Temas hayvanda bile var yani.
''fe hum lâ yerciûn'' onlar rücu yollarını kapattılar.
Bunlara daha inşae ALLAH zaman içinde gelinir.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Ev ke sayyibin mines semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk(berkun), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mines savâiki hazaral mevt(mevti), vallâhu muhîtun bil kâfirîn(kâfirîne).

Ev veya, ke gibidir. Sayyibin sayyib gibidir. mines semâi gökten inen bir sayyib gibidir.
Yağmur yani. Matar’dır yağmur ama, sayyib? Neden sayyib denmiştir? Sayyib nedir? Tayyib nedir?
Bunu neye böyle kullandı ayrı bir konu.
Ev ke matarribin”denmedi matar’dır diğer yerlerde Kur’ân-ı Kerim’de yağmurun adı. Burada niye sayyib geldi?
Bu ayrı bir konu. Minessemai, gökten inen bir yağmur gibidir.
Çünkü fîhi zulumâtun onun içinde zulmet ve karanlıklar var.
Bir yağmur düşünün ki, yağmur yağıyor, ama o yağmurun içinde zulümat var.
ve ra’dun rad var, gökgürültüsü var, kulaklarıpatlatacak kadar. ve berk(berkun), şimşek var.
Gökgürültüsü, karanlık, ve onun içinde gökgürültüsü ile birlikte şimşekler çakıyor.
yec’alûne esâbiahum fî âzânihim onlar ne yapıyorlar?
Yec’alune, ceale yaparlar. Ne yaparlar?
esâbiahum fî âzânihim parmaklarını kulaklarının içine sokarlar değil mi?
Parmaklarını kulaklarının içine sokarlar.
Daha doğrusu fiili kurmuyor ama, onların parmakları kulaklarının içinde.
mines savâiki neden böyle soktular parmaklarını oraya?
Yıldırmlardan, savaik’ten, şimşekten değil.
Şimşeğin kendilerinin tepelerine bineceğinden endişe ettikleri için.
Karanlıkla başladı. Gökgürültüsü ile geldi.
Şimşek’e geldi, ama yarıp indiren bir yıldırım var ya, savaik.
Aslında savaik yıldırım değil ama paratoner savaik kullanılıyor çekici olarak felan, sevk edici anlamında.
Ama bu sevk nereye geliyor? Zulüm nereye zulüm?
Zâlimin tepesine geliyor. Bundan dolayı parmaklarını sokuyorlar kulaklarına.
hazaral mevt(mevti), mevtin hazır olması yıldırımından korkuyorlar.
mines savâiki hazaral mevt bir tek cümledir zâten. Min, den. Neden?
Sevaik’ten. Ne sevaik’i?
Hazaral mevt. Mevtin korkusundan, hazırında olmasından, huzurunda olmasından, ve bizzât hazere korkusu yani.
Bizzât korku, havf değil de hazere kullanmışlar.
Hazere, çekindim derler ya. Hazere çekinmek.
Hazereden kasıt yakınında olması. Huzurunda olması anlamındaki bir korkudur bu.
Yoksa havf’tır. Başka korkular vardır. Ölüm çekincesi yıldırımından korkuyorlar.
vallâhu muhîtun bil kâfirîn(kâfirîne).
VALLAHi ALLAH kâfirlere muhittir. Bakın ne kadar ilginç bir şey.
Bizim bildiğimiz gökten yağmur, Rahmeten lil âlemin’den yağardı.
Âlemlerden rahmet yağardı.
Burada bir sayyib var. Bilelik iyeliğine yaşayışına sahib çıkışlık kevniyetini kendinde görüş.
Kendi başına kendi zulümatını geçirmek gibidir.
Ve kanALLAHi, vALLAHi ALLAH muhittir.
Kâfirlere. Küfredenlere, keferelere, bunların bütün, bakın 20.inci âyet nereye bitiriyor.
Barbaros, başlarken dedi, o kelimeyle kâfirle girdi.
Kâfirden derhal nereye atladı?
En ağırına münafıklığa atladı. Bunun sebebini getirdi.
Bu fesad’dan dolayı dedi. Hased ise bütün kötülüklerin anasıdır dedi.
Derecelendirdi, getirdi getirdi, vALLAHi ALLAH kâfirlere muhittir.
kefere.. Arapçada rençber-çiftçi nedir diye sorsan şimdi, küffar der.
Örtücü demek. Örten. Örttü mü?
Kendi güzelliklerini özelliklerini sigortasını kapattı mı felaketi bekle.
Çünkü oradan gökten inen Rahmeten lil âlemin’dir.
Bunu kendisine maledip benliğini yaklaştırarak gizli şirk içerisinde kendi, ALLAH’ın kendisine verdiği imkanları ALLAH’ı silerek, bunun yerine kendini koyduğu zaman işte bu şekilde zâlimlik içinde kaldı.
Kendi zulümeti içerisinde boğuluyor.
Şiddetli yağış bir tarafa, karanlıkta kalışı bir tarafa, gökgürlemesi bir tarafa, şimşekleri görmesi bir tarafa, sonra ölüm yıldırımlarının tepesinde olduğu korkusundan dolayı kulaklarına parmaklarınısokması nedir?
Kaçınılmazdır. Çünkü ALLAH kâfirlere muhittir. Neyi anlatıyor burada? Gözünün gördüğü ne?
İşte karanlıklar şimşekler yıldırımlar gökgürültüleri, gözünü kapatsın? Kapattı. Ama sesler?
Kulağını da kapattı. Konuşacak bir şey kaldı mı?
O da gelecek âyetlerde, davar güden bir adama benzer ki, hayvanlar onun ne dediğini anlamıyor, o kendi kendine bağırıp duruyor diye de gelecek.
Kur’ân-ı kerim bir felsefe kitabı değildir, bir tez kitabı da değildir.
Bir şeyi ispat etmeye çalışıyor değildir. Hayat reçetesidir.
İnsanın dinini dünyasını, insanın dünya ve âhiretini din bağlayıcısı ile bağlayan bir iksirdir.
Mute kable en temute” Dünyada öldürür âhirette diriltir.
Mute kable en temute. Âhirette öldürür dünyada diriltir.
Mute kalbe en temute olmaz artık dinde. Ebedi Hayy’dır. Neden?
Neden olacak Resûl’de Hayy olan ALLAH’ta Hayy’dır. Tek kelimeyle.
Onun içindir. Şehidler öldü demeyin. Kâfir olursunuz. Şehidler kimdir?
Şâhid olanlardır. Fiilen şâhid olanlardır. Rüyalarında şehid olmadı onlar, şâhid olmadı düşlerinde. Masallarda değil fiilen oldular.
Onun için Sümeyye annemiz, ALLAH onun o güzelliklerinden nasibdâr etsin bizi. Bize şefaat etsin.
Nadir annedir. Havva anne gibidir.
İlk kan onun kanıdır İslam’da dökülen, düşen kan toprağa.
Onun için kadın kanına saygı duymak İslam’da kendi başına bir şehâdet şerefidir.

Şehvet, şaşkınlığı sananlar Rahimiyet sırrından bihaberdirler.
Yoksa tümünün temelinde onun olduğunu göreceklerdir.
Başka bir şey daha söyleyeyim ki, Âdem den önce var olan İblis, Âdem ile var olan İblis, Havva Aleyhisselâm’ın zoruyla şeytan olarak çıkmıştır.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in işaretleri vardır.
Bir keresinde kadın şeytandır da, yanmıştır kadınlar. Yanmış mıdır? “Eşleriniz ve çocuklarınız sizin için fitnedir” deyince yanmış mıdır?
Ne demek yanmış. Tam ters. Onun için diyorum ben bir numaralı sırat köprüsü eşlerdir.
İki numaralı çocuklardır. Üç numara maldır. Dört numara nefsinize gelir.
Ama insan başlarken bütün yanlış, bana göre yanlışlıklardan dolayı kendinden başlar. Hep kendiyle uğraşır.
Halbuki öbür köprüler öncelik köprüleridir. Deneme köprüleridir.
Siz yazmıyorsunuz ki kaderi canınızın istediği gibi yazasınız. Üstelik bir de ahmak değilseniz, imtihan yerini siz seçmiyorsanız, âşıksanız ALLAH’ın seçtiği yerlerde imtihan olacaksanız işte o zaman diyecek bir laf yok.
Olsa olsa olana razı olmaktan başka çare yok.
Olsun olmasın’lar yerle bir olur demek istiyorum. Ne yapayım?
Sorusunun cevabı, ister köle ol, ister kral ol, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i bil bul, yüreğinde ol ve şehâdetini fiilen yaşa.
Şöyle olursa şöyle olur. Böyle olursa böyle olur falan, bırak.
Milyarlarca trilyonlarca insanlar öldü. Bunlar neticede öldüler.
Şöyle oldu. Böyle oldu. Hikaye bu.
Esas olması gereken, mutlaka olması gereken, her yerde, her zaman ve her halde illâ ve illâ olması gereken açıktır.
ALLAH ve Resûlüne teslim olunuz.
ALLAH ve Resûlüne iman ediniz.
ALLAH ve Resûlüne tabii olunuz.
ALLAH ve Resûlüne itaat ediniz.
ALLAH’ü Zül Celâl lutfu kereminden, izzeti şerefinden Bizi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizle BİZ BİR- İZ içerisinde dâima Bile eylesin inşae ALLAH.
Bizi, bizim aklımızı naklin dışında muhtaç ve mahçup eylemesin!.
ALLAH’ü Zül Celâl Resûli rotamızı saptırmasın.
Bizi, Bizim benliklerimizi, benlikten kastım aklımıza yüklenen negatif esmalar var ya, Hizbüşşeytanlık esmaları var ya, çünkü Hizbullahlık ve hizbüşşeytanlık bizim aklımızda zâten var olan bir yüktür.
Bizim değil Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in yüküdür.
Çünkü bir beşerdir. Benimde şeytanım var, Müslüman ettim buyurmuştur.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu. (İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Sizlerden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere, her birinizin hem bir şeytanı, hem de kendisinden ayrılmayan bir şeytanı vardır" buyurdu. Bunun üzerine ashab: "Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, buna sen de dahil misin?" dediler. Peygamberimiz de verdiği cevap da:"Evet, fakat yüce Allah bana yardım etti de benim şeytanım Müslüman oldu, artık bana sadece hayır ve iyilikle emreder" buyurdu.
(İbni Mesud(r.a)'dan; Müslim; Celaleddin es-Suyutî, Peygamberimizin Muc. ve Büyük Özellik,II,369)

ALLAH’ü Zül Celâl de buyuruyor ki: “Kendi günahların için de tevbe istiğfar et!”

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Resim---Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum: Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de.(MuhaMMed 47/19)

Ne günahı? Resûlullah’ın günahı mı olur. O Rahmetenlilâlemin!.
Kardeşim Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i iyi anlaman lâzım. Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’ de senin benim gibi tuvâlete giden beşerî yönüyle de var.
Onun için sırtını soyuyor, kime ne vurduysam gelsin vursun, aldıysam alsın.
Bende sizin gibi bir beşerim. Kırmışımdır üzmüşümdür, şu olmuştur, bu olmuştur. Olmuştur. Alın benden neyiniz varsa.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Benden alacakları olanlar alsınlar”
Buyurunca Hazreti Ukkaşe: “Bir seferde kamçınızı sırtıma vurmuştunuz!”
Kısasında;
Peygamber Efendimiz Ukkaşe'ye:
“Ey Ukkaşe! Vuracaksan vur!” deyince, Ukkaşe:
“Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Bana vurduğunda benim üzerimde elbise yoktu!” deyince Peygamberimiz sırtını açtı.
Müslümanlar yüksek sesle ağlıyorlardı.
Hz.Ukkaşe, Peygamberimizin beyaz sırtına baktı.
Sanki sırtı Mısır' da dokunan ince ve beyaz ketenden dokunmuş kumaş gibiydi fazla ilgilenip zaman kaybetmeden, sırtındaki nübüvvet mührünü öptü ve şöyle dedi:
“Anam babam sana fedâ olsun Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! sana kısas yapmaya (senden hakkını bu yolla almaya) kim cür'et edebilir?”
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ya hakkını alman için gerekeni yap ya da affet!” deyince, Hazreti Ukkaşe:
“Kıyamet gününde Allah'ın beni affetmesini umarak sizi affediyorum!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kim cennetteki arkadaşımı görmek isterse bu adama baksın!” dedi.Sonra (orada bulunan) tüm Müslümanlar Hazreti Ukkaşe'nin alnından öperek ayağa kalktılar ve:
“Seni tebrik ederiz çok büyük bir mertebeyi ve Peygamberin cennetteki arkadaşlığını elde ettin!” dediler.”
(El İsbahanî, Hilyet-ül Evliya 4/ 73)

Bunu niye yapıyor? Bize de aynı şeyi söylüyor.
Soyunun sırtınızı kamçılayacaklarsa kamşılasınlar.”
Çünkü bu âlem bu. Hepiniz cehenneme ineceksiniz, indik Ya Rabbi.
Gördük. Esfeline indik. Hizbüşşeytanı gördük.
Tüm bu, hayali bir şeytan yaratıp kendi aklımızdan olmayan bir şeyi arayıp bulduracağım öldüreceğim değil, sen önce şu aklındaki şeytanı Müslüman et de.
Aklında Akl-ı Silm olsunda, Müslüman olursun.
Sâlim akıllâ Müslüman olunur. Silm akılla olunur.
Azmış ve şeytanlaşmış akıllâ değil.
İnşae ALLAH. ALLAH bizi korusun. Hepimizi korusun.
Korusun derken. ALLAH korur zâten.
Onun için ALLAH razı olsun deriz ya hep.
Halbuki Radıyeten Merdiyetendir orada.
Sen ALLAH’tan razısın. ALLAH’ta senden razı anlamındadır.
İnsanlar hep tersten girdiği için, ALLAH senden razı olsun.
Hiç kimse sormadı bana: “Sen ALLAH’tan razı mısın?” diye.
Bütün sorun burada halbuki.
Kur’ÂN-ı iyi anlamamız lâzım, dediğimiz bu.

İsterseniz oturun bir düşünün ben Rabb’ımdan razı mıyım diye.
Ne bakımdan razıyım?.

Câmide namaz, Cuma sıkışık oldu neyse, yanımızda çok nur yüzlü bir genç oturuyor. Bağdaş kurmuş halde oturuyor.
Bir başkası da ona kızıyor: “Be adam diz çöksen ya!”
O da gülerek başını sallıyor. Neyse oradan birisi “dur karışma” dedi yani.
Fakat. Fakat ona kızan o yaşlı sakallı dede, heyecanlı dede, herkes ayağa kalkınca onun ayaklarının değil, dizlerine kadar yok gibi olduğunu görünce, onun yanına gitti, oda gülümseyerek dedi ki: “Olabilir yani! Siz anlamadınız ki benim ayaklarım iş görmüyor. Ben buraya getirilip oturtulmuşum!”
Hiç düşündünüz mü?
Ben ayaklarım için Rabbımdan razıyım” diye.
Ben şahsen onu dedim kendime: “Hiç düşündün mü sen. Kaç dakika böyle olmaya sabredebilirsin!
Hadi et bakayım akşama kadar böyle otur.
Bu hayat hepimiz için nimetlerin cennetindeyiz. Cehenneme çeviren aklımızdır.
İnşae ALLAH şeytanlıklarımızı Müslüman edersek cennetin içinde olduğumuzu göreceğiz.
Onun için İbrahimî olmaya gayret etmeliyiz.
Berdan selâma’yı bulmak için. İbrahim, Ebu-Rahim’dir, Abraham değil!..

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm: Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol."” (Enbiyâ 21/69)

Rahmetenlilâlemin’in Babası demektir.
Himmeti RaBB’den bilbileliğinde ALLAH için oluştur İbrahim.
Himmet ise Zâhir ve Bâtıni MuhaMMedî hüviyeti kazanmaktır.
Onun için;
Hizmet ile dest-i kemâl,
Himmet ile dest-i cemâl” dediğimiz Hakk’tır.
Hiç kimse kafasını yormasın Keban’a giden teller bağlardan dağlardan bahçelerden geçer.
Ama kalbi MuhaMMed Kebanına giden teller ise ALLAH Dostlarının yüreğinden yüreğinden yüreğinden geçer.
Sebze Pazarında arayanlar domates patates bulacaktır.
Hayvan Pazarında arayanlarda bol miktarda hayvan bulurlar. Paraları varsa alırlar.
Satırlarda arayanlar sonsuz satırlar bulacaktır.
Hele bilgisayar ortamında parmakbaşı kadar yerde her şey vardır.
Ama sadr’da arayanlar ben, sen, o, biz, Biz MuhaMMedîyiz diyenler, Yunus gibi Taptuk’un kapısında 40 yıl eğriyi taşımayacaklar.
Bir gün derlerse ki sırtın yanır olmuş. “Yeter Yunus artık eşekliğin
Yunus Baba: “Hay hay benden akıllı bir eŞŞek bulduysanız bende bu işi bırakırım.” diyecektir.
Onun için MuhaMMedî hizmetçileri ALLAH Celle Celâluhu Lütf’en korusun.
Letafetiyle korusun. Ve var etsin ebediyen onları.
Gelecek kuşaklarımızın MuhaMMedî Nur taşıyıcılarını, ALLAH ebediyen var edecektir inşae ALLAH.
Ve Biz’e Salih nesiller versin. Bizlerin nesillerini de ALLAH bu kudsî hizmette kullansın.
Dünya yine dönmeye devam eder, bütün “hâne”ler dolar.
Meyhânesi de, hastânesi de, hapishânesi de, kahvehânesi de müşterisiz kalmaz.

ALLAH’ü Zül Celâl’e dua ederiz ki, Biz’i Hakk’ta ve Hayr’da kullansın.
Bunları oralarda kullansın anlamına değil.
Ben acıkınca yemek yerim. Sen acıkınca ben yemek yemem.
Ben kendim sıkışınca tuvâlete giderim. Sen sıkışınca ben gitmem.
Kimse kimse yerine gitmez, gidemez.
Bu âlem Tek’e Tek âlemidir. İnanç âlemidir.
Ayrılan Nuh’un oğlu olsa da ayrılır. Nuh’un karısı olsa da ayrılır.
Bile olan da firavunun karısı olsa yine Bile olur Musa’sı ile.
Bunlar tercihtir. Onun için ALLAH’a sığınırız. ALLAH’a sığınırız.
ALLAH’a sığınırız!” derken aklımızı başımıza almamız bize ait birşeydir. İnşae ALLAH.
Bu hususta da biziribirimizin duacılarıyız.
Gıyabî duacılarıyız inşae ALLAH.
Hiç küfretmemiş bir ağız ile dua ediniz.”
Yâ Resûlullah biz insanız biliyorsunuz, bir eksiğimiz tabii ki vardır!”
Hamim bir, Samim bir dostunuz yok mu? Sizin için ALLAH’a dua ediversin. Siz onun ağzıyla küfür edemezsiniz!”

Yok mu içinizde bir ALLAH dostunuz.
ALLAH’ta dost olduğunuz biriniz yok mu ki, desin ki ALLAH’ım bizi.
Ben atıyorum yani, “ALLAH’ım Ahmed’e iyilikler ver.”
Öyle bir şey istemiyor Ahmed benden. Haberi bile yok.
Ama benim içim ruhum kalbim diyor ki, “Ya Rabbi bu genç bu güzel bu değerli içi-dışı nur gibi olan kardeşimi ebediyen nur ağacı yap. Yap ki, Ahmed Aleyhisselâm’ın Ahmed’leri kıyamete kadar Ahmed Ahmed Ahmed diye gitsinler. Rahmet getirsinler!”
Demem MuhaMMedîyetten başka nedir?
İşte budur gaybî dualar. Hakk’ta ve Hayr’da olanlardır inşae ALLAH.

Bakara’nın 20.inci âyetinde kaldık.
Böyle böyle gidelim bakalım. En az 10 âyet gidiyoruz bir defa, 15 âyet felan.
Okuyabilirsiniz vakti olanlar. Sorular düşünebilirsiniz. Birlikte yapalım.
Mesela Hümeyra’nın söylediği, Hâlim’in söylediği, Barbaros’un söylediği şeyler, bunlar ben böyle diyorum sen böyle felan değildir.
Doğru da olsa, eksikte olsa, yanlış da olsa fikirlerimizi düşüncelerimizi, inançlarımızı söyleyerek seviyelenebiliriz.
Seviyeleneceğimiz yer benim söylediğim yer değil Kur’ÂN-ı Kerim olması lâzım onu diyorum.
Kur’ÂN-ı Kerimdir. Hepimizin söylediği Hakk’tır ve doğrudur.
Kur’ÂN-ı Kerim üzerinde çalışıyoruz hepimiz öğrenciyiz.
Ama hepimiz biribirimizin öğretmeniyiz. Hepimiz biribirimizin öğrencisiyiz.
Ama birşey var. Tek kitabımız Kur’ÂN-ı Kerim.
Ve mutlaka baş ve son öğretmenimiz de Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemdir.
İnşae ALLAH ALLAH’ın izni ve inâyeti ile.
Bir sorusu olan var mı?
Bu Siirt’li Hocamın hiç terk etmediği bir şeydir. Mutlaka her sohbetin sonunda “bir sorusu olan varsa lütfen sorsun” derdi.
Çünkü hakkı var o kişinin” derdi, “sorusu var soracak” derdi. Sormalı..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen simurg »

Hâlim Can:
Hocam 19. Âyette “summun bukmun umyun” onlar sağırdırlar dilsizdirler kördürler.
Arkasından gelen âyette işte, yağmur gökgürültüsü şimşek var.
Sanki şey gibi, hani ALLAH onların sağırlığını dilsizliğini körlüğüne karşılık onların o engellerini gidererek duymalarını görmelerini sağlıyor.
Bir Rahmet gönderiyor ama onlar dirilmeyi ölmek gibi korkuyorlar.
Kendi ölü hallerinin farkında değiller de, dirilmekten korkuyorlar ve ölümün onlara yakın olduğunu sanki düşünüyorlar gibi.
ALLAH’ın onlara hakikati göstermesi onlara içinde bulunduğu halde bir kıyamet gibi geliyor sanki. Öyle düşündüm.
Bir de şey vardı. Hani o kişinin misali şeye benzer, karanlıkta ateş yakan, ateş yakmayı kişiye atfediyor ALLAH fail olarak, halbuki her işin faili kendisiyken, orada ateş aklıyla düşünmesi mi acaba?
Hani aklı ile düşünen “ben” der ya. Onun için mi kişiye atfediyor.
Orada şey gibi sanki akıl. Hani akü gibi. Biraz şarj edilmiş. Benimde ışığım var diyor.
Ama onun işte onun iki ucuna bağlanan, artı eksi uçlarına bağlanıp elektrikten şarj edildiğini bilmiyor unutmuş gibi.
Bir de şey vardı, parça parça aklımda kalanları kısaca söylemeye çalışayım.
“yeş’urun”kelimesi vardı. Orada da ortadaki ayn harfi ayna gibi.
Ya da sinema perdesi gibi. “yeş’urun” kelimesinde kafamda şöyle bir şey canlandı.
ALLAH’ınşe’enlerini işlerini yaşarken onun ALLAH’tan olduğunu bilerek, o Nur’u akıl perdesinde seyretmek gibi düşündüm. Teşekkür ederim.

Hocam:
Ben teşekkür ederim. Tabii söylediğiniz şeyler çok doğru.
Muhakkak ki ALLAH’ü Zül Celâl, kimseyi bu âlemde yaşarken kâfirliğe mıhlayıp çivileyip zulmetmez.
Tüm bu anlatılanlar yaşayan insanların daha kurtulma imkanları olanlar için anlatılmaktadır.
Yapma etme gitme şeklinde çok ağır “va’id” ve “ve’id” vardır.
Aynı yazılır. Va’ad iyidir. Va’id negatifedir. Aynı kelimeyle yazılır zıd kullanılırlar.
Dediğin çok doğru. ALLAH’ü Zül Celâl hep Rahmetten yanadır.
Merhametten yanadır. Aksi taktirde zulüm olur yani. Adil olmaz.
Kendi yarattıkları. Ve dediğiniz gibi ateş yakan insandan kasıt kendisine verilen imkanla kendi ihtiyacını kendisinin karşılayacağını sanan bir insan ilâhlığa kalkışan bir insandır.
Yaktığı ateşin halbuki hiçbir şeyi yok. Biraz sonra o gider bakakalır.
Nakıl öyle değildir yalnız. Diğerinde de o vardır.
Ölüm korkusuyla parmağını sokuyor kulağına.
Hatta ölüp dirilse ebediyen öyle bir şey yok yani.
Kur’ân’da ölme âyeti yoktur. “Küllî nefsin zaikatun mevt”. Her nefis mevti zevkedecektir. Tadacaktır şeklindedir.
Nefsin ölmesi söz konusu değildir çünkü. O işler ayrı işlerdir.
Daha zor demek istiyorum. Biraz daha düşünülmesi gerekir.
Beden nefs kalb ruh ölümleri nasıl ölümlerdir.
Ölüm diyorsak eğer mevt. Onun temeli Hayy-Meyy’dir.
Temelindeki yatan El Hayy- El-Meyy’dir. Hayy olunca ne olur?
Meyy olunca ne olur? Bunlar basit bir harf değişimi değildir.
Ama zaman ister. Diğer söylediğin şuurdaki yani, Rububiyet tecellîlerini aktaran bir ayna gibi.
Şehâdete çekiştir şuur. Şuhuda getiriştir. Rüşde erdirişi fiilen yaşayıştır.
Şuur öyle bir şeydir ki, şuurun temeli nedir?
Çok basittir yani. Benim ampulüm şuur ederse ne yapar?
Selâmun aleykum Keban der. Nerede?
Kendi özünde. Yapma ya, onbin km gitmez mi? Yok gitmez. Neden?
Neden gidecek ceryan ondadır da onun için. Şuurun temelinde yatan rububiyyet tecellîsidir.
Burada bir şey söylüyorum. Diyorum ki, öyle ilginçtir ki bir sigara kağıdı kalınlığı kadar bu yüzüne Rabb, ALLAH yazsam, öbür yüzüne Resûl yazsam, aradaki Kur’ân olu.
Kur’ân ise toplayandır, şu edendir bu edendir anladım da, daha başka bir şeyi vardır Kur’ânın.
Zâhiri yaratış bâtını yaratış ile ilgili çok ilginçliği vardır. Şu anda yaratılmaktadır.
Bismillâh dediğin anda yaratılmaktadır. Aklın ve naklin ile direk bağlantı kurduğunda uyuşukluğu gittiğinde görecektir ki, suyun testisi buzdanmış diyecektir. Kim diyecek?
Buz diyecek. Ne zaman? Eriyince. Eriyince diyecek te, o zamanda testi kalmayacak işte onu söylüyorum. Kim kalacak?
Havz-ı Kevser kalacak. Bizim bildiğimiz bu. Biz Resûlullah’a gider dururuz. ALLAH’ın işine karışmayız.
Çünkü bilmiyoruz ki. Biz Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in bildirdiği kadar biliyoruz orada dururuz.
Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’den daha ötesini biz bilemeyiz.
Gerçekten bilemeyiz. Nasıl bilelim ki yani. Ve kanALLAHu küllî şeyin muhit.
Niye durup durup böyle buyuruyor. ALLAH küllî şeyi muhittir.
O zaman o rücu ediş makamında, Rabba rücu ediş yani Resûl’e dikkat etmek lâzım.
Yani, bismillâhirrahmanirrahim elhamdülillâhirabbü’l- âlemin Rabbü’l- âlemin’e dikkat et.
Errahmanirrahim dur kardeşim geri dön. Bismillâherraberrahim değildir. Bismillâhirrahmanirrahim’dir.
Nereye gitti Rabb. Kalkıverdi. Rububiyet bir sıfattır. Resûliyet de bir sıfattır.
Onun için “et” tir zâten. Esmanın üstündedir demek istiyorum.
Diyorum ama böyle desem başıma dertler çıkacak. Çıkar yani? Neden?
Anlamıyor ki ALLAH ve Resûlüne teslim olun ne demek.
Esma geldi geçti diyor hâlâ. Bende diyorum ki, bakmıyorsun. Rahmetenlilâlemin’i görmüyorsun.
ALLAH ve Resûlüne teslim olunuzu görmüyorsun. İman et görmüyor. ALLAH’a deyip geçiyorsun çünkü.
Bir de diyeyim mi adama sen kâfirin tekisin diye.
Onun için bizim çeşitli zorluklarımız var. Zorluğumuz neden?
Biz Kur’ânı Kur’ânca anlamaya çalışâlim. Kendisi anlatacaktır zâten.
Şimdi bu ana kadar konuştuğumuz şeyler nedir?
Biz Kur’ândan zevk ediyoruz, haz ediyoruz. Biz kendimiz böyle anlıyoruz.
Tabii ki dikkatli anlıyoruz yalnız. Sayyib’in matar olmadığınıbilmeyen var mı kâinâtta.
Arapçanın A’sını bilen herkes bilir. Sayyib matar değildir.
Bakalım gelecek şeyde, Fahreddin Razi Hz. Ne demiş sayyib’e.
Evet felaket mi demiştir, tufan mıdemiştir, bora mı demiştir,fırtına mı demiştir bir şey demiştir muhakkak.
Ama bu şüphesiz ki,”b” sırrı diye bir sır var. Bile’lik var.
Bu onun bunun ağzında gevelediği beyindir, bilinçtir, boyuttur bu şeyler değildir bu.
Bunlar kağıt üzerindeki şey başka şeydir.
Adam ordünaryüs profesör elektrik profesörü ama, sigortayı bağlayamıyor daha.
Yani o başka bir şey, halbuki Osman iki dakikada bağlıyor.
Elif demeyi bilmiyor. Bilmiyor ama bu işin, Taptuk’un kapısından geçmiş. Mesele bu.
MuhaMMedî Edeb meselesi. Kur’ân-ı Kerimde bu lâzım mı?
Lâzım. Ayşe annemiz, Ya Resûlullah bakar mısın şu işe, Medine’den Mekke’ye kadar geldik ve ömrümde tek istediğim şeydi seninle Hacc etmek, ben kadın hali gördüm. Kâbe bana haram oldu. Evet öyle oldu.
Sen hiç üzülme iki-üç gün burada istirahat et, ALLAH sana izin vermiştir.
Üç gün sonra kardeşin seni alsın şimdiki Mikat-ı Ayşe annemizin mescidinin olduğu yer, son gidişimizde ben özellikle gittim.
Oraya çıkın, yeniden soyun yeniden yıkan yeniden giyin kefenini gel.
Ayşe validemiz sevincinden raksetmiştir. İslam’ın kendi dili vardır.
Yaşayış Kur’ân’ı tatbik ediş ve uygulayışta. Yüzlerce örneği vardır bunun.
VALLAHi kızım Fatıma olsa bileklerini keserim vardır. İslam kendi diliyle yazılır okunur ve yaşanır.
Akıllâ mantıkla şununla bununla değil, onun içinde burada biz kelimeleri hurufatçıdeğiliz, harfle şununla bununla ama bir şeyin de farkındayız ki, biz buraya girdiğimiz zaman başkalarını nereye çekiyoruz ona da dikkat ederiz ama daha doğru anlayabilmemiz için, daha iyi anlayabilmemiz için, yağmur deyip geçmeyiz.
İnşae ALLAH zâten bu MuhaMMedî Melâmetin sistemidir.
Bizim yolumuzda tohumlama ve mayalama diye bir mefhum vardır.
Bazı kelimeler söylenir bekler. Gün gelir hepsi yeşerir. Kendi içinde mayalanır kendi güzelliklerini açmaya başlar.
Varsa uymayan yerleri budanır traşlanır bir şey yapılır hepimiz Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’e benzemenin yollarını birlikte ararız inşae ALLAH.

Ezan duası okundu, ALLAH’ü Zül Celâl Biz’e Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’e ulaşım vesilelerini sebeblerini açsın ve bizi Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’e vaad ettiği Makam-ı Mahmud’a, ne demek Makam-ı Mahmud?
Kıyam edilen yer demektir. Nerede kıyam edilecek? Nerede? Fethuliibadi’de. Neyin içindeymiş o ibadlar?
Bir şeyin içindeler ki ben oraya gireyim yani. “fi” buyuruyor zâten.
İşte bunun Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in yüreği olduğunu anlamayış çok önemli bir şeydir.
Ve cennetin Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in nurundan yaratıldığını anlayış çok daha önemlidir.
Ve Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in ebediyen ALLAH ve Resûlüne teslim olma iman etme sırrını anlayış, ALLAH’ın ortağı olmadan ALLAH’ın Resûllüğünü anlayış, onun bunun fenafillâh’ı şunu bunu uydur kaydırları solda sıfır mıdır?
Solda sıfırdır bana göre, değilse oraya gitmek lâzım.
Oraya gitmek dediğim onlarla olmak lâzım. Orada olmak lâzım. Ne ediyorlarsa.
Ama bana sorarsan ben kendim için, ve benim yolum bizim yolumuz bizden öncekilerin, sonrakılerin de yolu bu ALLAH’ın izniyle.
Kur’ân-ı Kerim ve Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’dir.
Tek kelimeyle. Aradığımız şahlarımız Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in arkasındadır ALLAHüekber’dir. Eli bağlıdır. Hepsi oradadır.
Abdülkadir Geylani Efendimizi arayanlarda oradadır.
Orada burada şunun bunun ambalajında ya da rotasında felan değildir.
Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in yüreğindedir. İnşae ALLAH.
ALLAH’ü Zül Celâl bizi hepimizi affetsin bağışlasın Rahmetine gark etsin ki, Rahmeti Rahmetenlilâlemin olan Resûl’dür.
ALLAH onun istikametindedir inşae ALLAH. Sırat-ı müstakim Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’dir.
İstikamet sıratımız Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem köprüsünden geçiş iledir.
Bizleri o köprüye bu tehlikeli cehennemin içerisinden oraya Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in MuhaMMedî insanlarını taşıyan araçlar etsin ALLAH. Köprüler kılsın bizi korusunİbrahim Aleyhisselâm’ın sırrı ile.
Berden selâma olsun cehennemler bize. İnşae ALLAH.
Ve hepimiz Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in habibi ve hasbi hizmetçileri olalım.
Ve hepimiz demin okuduğum MuhaMMed sûresinin 19. Âyetindeki mü’min ve mü’minatlar, MuhaMMedî mü’minler ve MuhaMMedî mü’mineler, MuhaMMedî Rahimiyet sahibleri, MuhaMMedî Rahmaniyet sahibleri. Bunlar farklı mı?
Farklıdır tabi. Onun için dedim başta Barbaros’a, Barbaros çok akıllıdır bir tânedir ama bir tâne çocuk doğuramaz.
Rahimiyet başka şeydir çünkü. Tamlayandır. Onun için diyorum mü’min ve mü’minat, kadınlar ve erkekleri onun için zikrediyorum.
Bugün MuhaMMedî bir kadın yetiştirmek İslam’ın en büyük ihtiyacıdır.
Kur’ân-ı Kerim içerisinde Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in sünneti seniyyesi, hadisleri içerisinde bir kadın yetiştirmek geleceğe seslenecek bir kadın sesi çıkarmak en büyük ihtiyaçtır.
Ben anlamam öyle vakko ile şununla bununla böcekler gibi sarınmış şunu yapmış bunu yapmış.
ALLAH kimseye ALLAH’ın dinini bırakmamıştır ki sen şöyle yaparak böyle yaparak peygamber Aleyhisselâm’a kurban keserek öte böte yaparak, alaverelerle dalaverelerle yapılacak işler değildir bunlar.
Yapacaksan Sümeyye ana gibi çarmıha geril de Lâ İlâhe İllâ ALLAH MuhaMMederresûlulllah de, gökyüzündeki yıldızlar sesini duyacaktır. ALLAH nurunu kendi korur.
Sen Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’e hizmeti yapma konusunda nesin?
MuhaMMedî oluşunşuurunda ben, benim yolum böyle olduğu için söylüyorum, kimseyi teşvik ediyor da değilim.
Teşvik ancak ALLAH için ederim Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem için ederim.
Ben şahsi kendime kalınca son nefesimi cehennemin zümerasında da olsam MuhaMMedî olarak vermek isterim.
Çünkü inancım bu. Benim gördüğüm duyduğum bildiğim bulduğum olduğum ve yaşadığım bu.
Bu Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in gerçek mesleğidir.
Gerçek mezhebidir. Gerçek meşrebidir. Gerçek MuhaMMedîyetidir. Mahmudiyetidir. Ahmediyetidir. Habibiyetidir. Hakk’ul Hakk’lığıdır. ALLAH Resûlullah’ta yansır bize ALLAH diye.
Biz Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in buyurduğu ile biliriz. Duyurduğu ile biliriz.
Daha bilmek istiyorsak lütfen Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’i iyi bilelim.
ALLAH aşkına Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’i bulâlim.
Mutlaka Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in gözünde kulağında heryerinde olalım.
“VekanALLAHiküllîşeyinmuhit” olan ALLAH’ı Resûlullah’ta yaşayalım. İnşae ALLAH.
Hepimiz biribirimizin hasbi duacıları olalım.
İmkanlarımız nisbetinde çeşitli konularda çeşitli hallerde çeşitli şekillerde olduğu gibi çalakâlem şöyledir böyledir demeden herkes kendi gönlünden yüreğinden neşesinden yazılabilecek konularda demek istiyorum güzelliklerini Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in vakfı gibi olan sitemizde lütfen yazsın.
Yazsın çizsin, bunları O’nun için yazsın. Ne yazarsa yazsın.
Çeşitli hallerde yerlerdeşekillerde çeşitli durumlar her şey vardır. Okursanız şiirlerimi bir hatıra defteri gibidir.
Okuyun, Barbaros’un Hâlim’in geldiği günden bu yana bir hatıra defteri gibidir.
Bir çizgi çizer gibidir. Grafik çizer.
Barbaros’u okuyun bir başka şey bulursunuz. Ama bulursunuz yalnız.
Bunlar bugün için yazılmıyorlar. Bunların müşterilerini ALLAH kendi getirir lâzım olduğu zaman.
Bugün ferdi yazılar ferdi çalışmalar bir Fahrettin Razi gibi bir ne bileyim ben Muhyiddin’i Arabi gibi, benzeri gibi gerek yok. Teknik çağdayız.
Bugün Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem adına Biz Bir oluş vardır.
Onun içinde bizim kendi içimizdeki çalışmalarımız bu yönde gitmektedir ve hepimiz bu konuları hep beraber bilmekteyiz.
Ve bunu daha geliştiririz inşae ALLAH…

Subhâneke ALLAHümme ve bi hamdike ve estağfiruke ve etubu ileyk,
ALLAH’ü Zül Celâl bizim geçmişlerimizi affetsin bağışlasın Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem efendimizin tevbe istiğfarında bizi Biz Bir eylesin!.
Geleceklerimiz için duaların en muhteşemi ALLAH’ü Zül Celâl’in duaları Kur’ân-ı Kerimdeki Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in duaları, İbrahim Aleyhisselâm’ın duaları, Kur’ân duaları, Ehl-i Beyt Aleyhisselâm’ın duaları, ALLAH dostlarının duaları, ve ALLAH diyen bizlerin duaları, hepsini Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem efendimizin dualarında cem eylesin, Biz Bir eylesin!.
Yaşadığımız sürece hep böyle yapacağız. Razı olduklarımızı yapacağız. Razı kılındıklarımızı yapacağız. İşte bu rızalarımızı Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem efendimizin razıolduklarında, ALLAH kılsın!.
Hayrın ve şerrin ne olduğunu bilen ALLAH’tır. Hakk’ı ve hayr’ı kalblerimize ilham etsin ki, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in rızalarını tercih edelim. Bu ilhamla edelim. Bağlantı kursun anlamında söylüyorum. Sall etsin. Salavat etsin. İnşae ALLAH!.
Ve şu şekilde buşekilde bir gün sesimizin kesileceği gün muhakkak gelecektir.
O anda sesi kesilmeyen nefesi ebedi olan MuhaMMed Aleyhisselâm’ın Eşhedüenne MuhaMMedenresûlullah sözümüzün sadakati samimiyeti ve şerefi Hakk’ı için, Eşhedü en Lâ İlâhe İllâ ALLAH Ve eşhedü enne MuhaMMeden abduhu ve resûlihi, şehâdetin Biz Bir’liğinde bizişereflendirsin ve bu şerefle şehâdetiyle bizi hepimizi Darüs’selâm ehli cennet ehli kılsın. İnşae ALLAH!.
Birde şunu söylemek lâzım ki, ALLAH yaşadığımız sürece bize hayrlı sıhhat ve zaman versin bunları yaşlarımız imkanlarımız çeşitli hallerimiz farklı olmasına rağmen her zaman her yerde ve her halde hasbi hizmette kullandırsın!.
Bize MuhaMMedî mevkiler versin. Makamlar versin. Dereceler versin. Hazmını da Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’e hakkıyla versin!.
Benlik başlarımızı MuhaMMedî mahviyette mahvetsin. Eritsin ki. Başımıza belâ olmasın. Bizi o yüklerden kurtarsın inşae ALLAH!.
ALLAH’ü Zül Celâl’in Hakk’ı Hayrı bereketi hepimizin üzerine olsun!.
Esselâmu aleykum ve rahmetullah!.
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön