Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Nasıl Bir Babaydı?..
- meryemnur
- Özel Üye
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00
Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Nasıl Bir Babaydı?..
Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Nasıl Bir Babaydı?
Peygamberlerin baba-evlat ilişkilerine dair örnekleri Kurân-ı Kerimde görebilmekteyiz. Ayetlerde Hz. İbrahimin, Hz. Yakubun evlatlarıyla olan diyaloglarındaki yavrucuğum, oğulcuğum ifadeleri, insanlar için örnek karakterler olan Peygamberlerden mesajlar olarak yansımaktadır günümüze...
Peygamber Efendimizin ise peygamber atalarından farkı Onun, kız çocuklarını hor gören bir topluma gönderilmesi ve getirdiği din ile kız-erkek ayırımını ortadan kaldırmaya muvaffak olmasıdır. Bir diğer ifadeyle, pek çok peygamber gibi Sevgili Peygamberimiz de baba olmuştur; ancak O, severek değer verdiği kızlarıyla toplumunda inkılap meydana getiren bir baba olmuştur.
Ayrıca O, bir babanın yaşaması muhtemel tüm sevinçleri, hüzünleri ve acıları hayatında bizzat yaşamış ve karşılaştığı her durumda bir güzel kulun sergilemesi gereken tavırları sergileyerek ümmetine bu konuda da En Güzel Örnek olmuştur.
Aşağıdaki satırlarda Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatından yaşanmış birtakım hatıralara yer vererek günümüzün babaları ya da ebeveynleri için çıkarabileceğimiz mesajları tespit etmeye çalışacağız.
Kıymetli okuyucum.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin, altısı Hz.Haticeden, biri de Hz. Mariyeden olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. İsimleri Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah ve İbrahim olan evlatlarından Kasım, Abdullah ve İbrahim isimli oğulları küçük yaşlarda vefat etmişlerdir. Kızları ise büyüyüp yetişkinlik çağına gelmiş ve evlenmişlerdir. Ancak Hz.Fâtıma dışındaki Hz.Zeynep, Hz.Rukiye ve Hz.Ümmü Gülsüm, Sevgili Peygamberimiz (sav) daha hayattayken ahrete irtihal etmişlerdir. Sadece Hz.Fâtıma, Efendimizden sonraya kalmış o da fazla değil, beş buçuk ay sonra hasretini çektiği biricik babasının göçtüğü ahiret yurduna göçmüştür.
Görüldüğü üzere, bir baba olarak Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, altı kez evlat acısı yaşamıştır. Acaba O Şefkat ve Merhamet Pınarı böylesi durumlarda ne yapmış, nasıl davranmıştır? İşte aşağıda aktaracağımız hatıralar bize bu konuda fikir vermektedir.
Kaynaklarda, oğulları Kasım ve Abdullah ile ilgili yeterli bilgiye rastlanmazken, Hz.Mariyeden dünyaya gelen İbrahim isimli oğlunun doğumuna ise Efendimizin çok sevindiğini aktarır bize sahâbîler Sözgelimi kendisine müjdeyi getiren Ebû Râfie bahşişler vermiş, sevinç içinde ashabının yanına gelerek;
Dün gece benim bir oğlum dünyaya geldi. Ona Peygamber babam İbrahimin adını verdim, diyerek mutluluğunu ifade etmiş ve sevincini bir ziyafet vererek ashabıyla paylaşmıştı.
O sıralarda hizmetinde bulunan çocuk yaştaki Hz. Enes, İbrahim hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu için bize onunla ilgili detaylı aktarımlarda bulunmaktadır.
Şöyle aktarıyor Hz.Enes (ra):
Çocuklarına karşı Peygamber Efendimizden daha şefkatli kimse görmedim. Oğlu İbrahim dünyaya geldiğinde, Peygamberimiz çok sevinmiş ve kendisine bu müjdeyi getiren kişiye büyük bir ödül vermişti. Daha sonra oğlu İbrahimi, Ümmü Seyfe denilen bir sütanneye teslim etmişti.
Medinenin kenar mahallesinde oturan bu sütannenin kocası demircilik yapmaktaydı. Sık sık Peygamberimizle (sav) birlikte oraya gider ve duman dolu evlerine girerdik. Peygamberimiz, oğlu İbrahimi ziyaret eder, kucaklayarak öper ve bağrına basardı. Sonra birlikte geri dönerdik.
Günlerden bir gün, Peygamberimizle (sav) birlikte yine İbrahimi ziyarete gittik. Ebû Seyfenin evine varınca ben hemen koşarak:
-Ebû Seyfe! Ebû Seyfe! Bak Peygamberimiz geliyor. Şu körüğe biraz ara ver de, duman çıkmasın, dedim.
Böylece, Peygamberimizin dumandan rahatsız olmasına engel olabileceğimi düşünmüştüm. Sonra içeri girdik. Peygamberimiz, küçük İbrahimi kucağına aldı. Öptü, bağrına bastı Bir de ne göreyim? Bebek İbrahim sanki can çekişiyor Belli ki, çok hastaydı O anda Peygamberimizin yüzüne baktım. Gözleri yaşlarla dolmuş, ağlıyordu
Hz.Enes (ra) İbrahimin vefatı ve defnedilişi hakkında ise şunları anlatıyor:
Oğlu İbrahimin son anlarında onu kucağına alıp bağrına bastı. Kokladı ve öptü. Bu arada babalık şefkatiyle gözleri yine yaşlarla doldu.
Peygamberimizin ağladığını gören yanındakiler hem üzülmüş hem de şaşırmışlardı. Acaba Peygamberler de ağlar mıydı?.. İçlerinden biri, Abdurrahman b. Avf dayanamayarak sordu:
Sizde mi ağlıyorsunuz Ey Allahın Resûlü?.
Peygamberimiz de:
Evet. Ben de bir babayım. Bu ağlayışım şefkat ve merhamettendir. Gözümüz ağlar, kalbimiz mahzun olur. Fakat biz, Allahın hoşnut olmayacağı şeyleri söylemeyiz. Ona isyan etmeyiz, diye karşılık verdi. Sonra İbrahime dönerek şöyle dedi:
Ahh İbrahim!... Bu Allahın emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonradan gelenler öncekilere kavuşmasaydı senin ölümüne daha çok üzülürdük. Yine de senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü bir bilsen!
Yaşanılan bu olaydan, Sevgili Peygamberimizin (sav) çok şefkatli bir baba olduğunu anlıyoruz. Ayrıca bu durumla karşılaşan bir insanın Allaha isyan etmemesi ve Takdir-i İlahiye razı olması gerektiğini de yine Ondan öğreniyoruz.
Sevgili Peygamberimiz, İbrahimin ardından şunları söylemişti:
Oğlum İbrahim henüz süt emme çağındaki bir süt kuzusu gibi iken öldü, ama Allah ona cennette iki sütanne verdi. Şimdi onu emziriyorlar.
Görüldüğü üzere Sevgili Peygamberimiz (sav) bir süt kuzusuna benzettiği on sekiz aylık yavrusu İbrahimin vefatından dolayı son derece üzüntü duymuştur. Ancak Onun, gerek yavrusunun vefatı anında yaşadıkları ve söyledikleri, gerekse cenazenin defni esnasındaki teslimiyet dolu tavır ve davranışları, Veren de Allah, alan da diyebilmenin en güzel örneğini teşkil etmektedir.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, her baba gibi yüreği yanmış, gözü yaşlarla dolmuş ve fakat Rabbinin emrine teslim olan müminin tavrını sergileyerek kadere rıza göstermiştir. O halde, bizlere yansıyan bu mesajı iyi okuyarak, böylesi bir durumda ağlamak ne kadar insânî bir davranış ise isyan etmemek de o kadar İslâmî bir tavırdır diyebiliriz.
Resûl-i Kibriya (sav) Efendimizin bir baba olarak yaşadığı acılar, bununla bitmemişti. O, ailelerinin baskısıyla müşrik kocaları tarafından sırf Peygamberimize tavır olsun diye boşanılan ve böylece dul kalan kızları Hz.Rukiyye ve Hz.Ümmü Gülsüme babaları olarak şefkat ve merhamet kanatlarını germiş ve onların yeniden evlenip yuva kurmalarına öncülük etmişti.
Bir baba olarak kız evladına hayatının her safhasında sahip çıkmayı insanlar Onun tutum ve davranışlarından hisseler kaparak öğrendi. Bunlar aynı zamanda günümüz Müslümanlarına da örnek teşkil edecek ibret dolu hatıralardı
Aziz okuyucum.
Rahmet ve Şefkat Pınarı Efendimiz (sav) Hz.lerinin daha hayattayken, yetişkin insanlar olan kızlarını kaybetmesi de çektiği acılardan biriydi.
Müşrik düşmanların saldırısı sonucunda deveden düşerek hamile olduğu yavrusunu kaybeden, bu acı ve sarsılmadan dolayı yakalandığı hastalık sebebiyle bir süre sonra kendisi de hayata veda eden kızı Zeynep, diğer kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm, her biri bir kez daha baba olarak evlat acısı yaşamasına sebep olacak şekilde ayrıldılar Resûl-i Ekremin yanından
Kâinatın Efendisinden birer parça olan bu değerli hanımefendilerden Ümmü Gülsümün vefatını anlatanlar, Sevgili Peygamberimizin, kızının kabrinin bir kenarına oturmuş, gözlerinden yaşlar akıttığını, yine kızı Zeynebin defnedilişi esnasında da gözyaşlarına hakim olamadığını ve için için ağladığını aktarmaktadırlar.
Bu acıları bir baba olarak yaşayan Resûl-i Kibriyâ (sav) Efendimiz, hayatta kalan tek kızı Hz.Fâtıma ve onun çocukları olan Hasan ve Hüseyin ile teselli ediyordu yüreğini. Doğrusu, Hz. Fâtıma Onun için her zaman bir teselli kaynağı idi. Gerçekte bu yaşça en küçük fakat derece bakımından en yüce mertebeli kızı, hiçbir zaman unutamadığı eşi Hz.Haticeden kalan bir hatıraydı Onun için Kızları içinde annesine en çok benzeyen o olduğu gibi, tavır ve davranışlarıyla da babasını en çok andıran yine Hz.Fâtımaydı
Mehmet Emin AY