MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in buyurduğu gibi "Hayr kalbe sürûr, şer ise darlık ve sıkıntı verir."
Şer genellikle, fâsık ve fâcirlerce fisk ve fücur, şeklinde işlenmektedir.
Fısk, zararlı olana çıkıştır. İnsanın kendisine çizilen İlâhî Hayr Hududunu (haddini) aşıp dışına (şerre) çıkmasıdır.
ALLAH celle celâluhu'nun emrine muhalefetle itâatten isyâna kaymadır.
Fücûr de fısk gibidir ve suyun bendini yıkmasıdır. Kötülükleri huy edinmektir.
Fücûr, Birr'in zıddıdır.
Birr ise Hakka yaklaştıran bütün itâat ve hayrlardır.
Allahü Tealâ'nın; dostlarına olan iyilik, ikrâm ve ihsânıdır.
Fücûr ise Hakk celle celâluhu'dan uzaklaştıran isyân ve şerlerdir.

Fisk: Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak. * Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.
Fücur: Günah. Zina. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.
Fâsık: Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen kimse.
Fâcir: Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen..


Sistemin Sahibi Subhânallah Tealâ celle celâluhu, hayr ve şer hususunda Kitab-ı Kerîm' inde:

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
"Ve ekîmu’s- salâte ve âtû’z- zekât (zekâte), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâh (indallâhi) innallâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Ve, namazı ikâme edin (kılın), ve zekâtı verin. Nefsleriniz için hayır olarak ne takdim ettiniz (sundunuz) ise , onu Allah’ın indinde bulursunuz. Muhakkak ki Allah, amellerinizi en iyi görendir.” (Bakara 2/110)

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا فَاسْتَبِقُواْ الْخَيْرَاتِ أَيْنَ مَا تَكُونُواْ يَأْتِ بِكُمُ اللّهُ جَمِيعًا إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Ve li kullin vichetun huve muvellîhâ festebikû’l- hayrât (hayrâti), eyne mâ tekûnû ye’ti bikumullâhu cemîâ (cemîan), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: (Ümmetlerin) hepsinin döndükleri (yöneldikleri) bir yönü vardır. Artık hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi biraraya getirir. Muhakkak ki Allah herşeye kaadirdir.” (Bakara 2/148)

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
"Kutibe aleykumu’l- kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/216)

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Kulillâhumme mâlike’l- mulki tû’ti’l- mulke men teşâu ve tenziu’l- mulke mimmen teşâ’ (teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’ (teşâu, bi yedike’l- hayr (hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: De ki: "Mülkün mâliki olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye kaadirsin.” (Âl-i İmrân 3/26)

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَآ آتَاكُم فَاسْتَبِقُوا الخَيْرَاتِ إِلَى الله مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
"Ve enzelnâ ileyke’l- kitâbe bi’l- hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi mine’l- kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke mine’l- hakk (hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ (minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikû’l- hayrât (hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: Ve (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab’ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk’tan gelenden ayrılıp da onların hevâlarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek.” (Mâide 5/48)

أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَّهُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
"Ulâike humu’l- mu’minûne hakkâ (hakkan), lehum deracâtun inde rabbihim ve magfiratun ve rızkun kerîm (kerîmun).: İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onların Rab’lerinin yanında dereceleri vardır. Ve onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık vardır.” (Enfâl 8/4)

وَإِذْ قَالُواْ اللَّهُمَّ إِن كَانَ هَذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِندِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِّنَ السَّمَاء أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
"Ve iz kâlûllâhumme in kâne hâzâ huve’l- hakka min indike fe emtir aleynâ hıcâraten mine’s- semâi evi'tinâ bi azâbin elîm (elîmin).: Ve onlar: “Allah’ım şâyet bu (Kur’ân-ı Kerim), o hak olan (Kitap), Senin indinden ise o zaman üzerimize semadan taş yağdır veya bize acı azabı getir.” demişlerdi.” (Enfâl 8/32)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُمُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ
"Kul yâ eyyuhân nâsu kad câekumu’l- hakku min rabbikum, fe men ihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihi, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi vekîl (vekîlin).: De ki: “Ey insanlar, Rabbinizden size hak gelmiştir! Kim hidayete erdiyse, muhakkak ki kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette olduysa (kaldıysa) ancak kendi aleyhine (sorumluluğu kendi üzerinde) dalâlette olur. Ve ben, sizin üzerinize vekil değilim.” (Yûnus 10/108)

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً
"Ve yed’u’l- insânu biş şerri duâehu bi’l- hayr (hayri), ve kâne’l- insânu acûlâ (acûlen).: İnsan, (sanki) onun duası hayırmış (gibi) şerre dua eder. İnsan, çok aceleci olmuştur.” (İsrâ 17/11)

فَلَمَّا اسْتَيْأَسُواْ مِنْهُ خَلَصُواْ نَجِيًّا قَالَ كَبِيرُهُمْ أَلَمْ تَعْلَمُواْ أَنَّ أَبَاكُمْ قَدْ أَخَذَ عَلَيْكُم مَّوْثِقًا مِّنَ اللّهِ وَمِن قَبْلُ مَا فَرَّطتُمْ فِي يُوسُفَ فَلَنْ أَبْرَحَ الأَرْضَ حَتَّىَ يَأْذَنَ لِي أَبِي أَوْ يَحْكُمَ اللّهُ لِي وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ
"Fe lemmâstey’esû minhu halasû neciyyâ (neciyyen), kâle kebîruhum e lem ta’lemû enne ebâkum kad ehaze aleykum mevsikan minallâhi ve min kablu mâ ferrattum fî yûsuf (yûsufe), fe len ebraha’l- arda hattâ ye’zene lî ebî ev yahkumallâhu lî ve huve hayru’l- hâkimîn (hâkimîne).: Artık ondan ümitlerini kestikleri zaman bir kenara çekildiler. Onların en büyüğü gizlice konuşarak şöyle dedi: “Babamızın sizden, Allah adına misak aldığını ve daha önce Yusuf’a yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye kadar veya Allah benim hakkımda hüküm verinceye kadar, artık buradan asla ayrılmayacağım. Ve o hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (Yûsuf 12/80)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve neblûkum bi’ş- şerri ve’l- hayri fitneten, ve ileynâ turceûn (turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şer fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ*
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alûl hayra leallekum tuflihûn (tuflihûne). (secde âyeti): Ey iman edenler! Rükû edin ve secde edin. Ve Rabbinize kulluk edin. Ve hayır işleyin. Umulur ki böylece siz felâha eresiniz." (Hacc 22/77)

أُوْلَئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ
"Ulâike yusâriûne fî’l- hayrâti ve hum lehâ sâbikûn (sâbikûne).: İşte onlar hayırlarda yarışırlar. Ve onlar, onda (hayırlarda) öne geçenlerdir.” (Mü’min 23/61)

مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ
"Men câe bi’l- haseneti fe lehu hayrun minhâ, ve hum min fezein yevmeizin âminûn (âminûne).: Kim hasenat ile (kazandığı dereceler, kaybettiği derecelerden fazla olarak) geldiyse, işte o zaman onun için ondan daha hayırlısı (cennet) vardır. Ve onlar, izin günü dehşetten (cehenneme gitmeyeceklerinden) emin olanlardır.” (Neml 27/89)

مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
"Men câe bi’l- haseneti fe lehu hayrun minhâ ve men câe bi’s- seyyieti fe lâ yuczellezîne amilû’s- seyyiâti illâ mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Kim hasenat ile (pozitif dereceler ile) gelirse o taktirde ona, ondan daha hayırlısı vardır. Ve kim seyyiat ile (negatif dereceler ile) gelirse, işte o zaman kötü amel yapanlar "yaptıklarından başkası (fazlası) ile cezalandırılmazlar.” (Kasas 28/84)

لَا يَسْأَمُ الْإِنسَانُ مِن دُعَاء الْخَيْرِ وَإِن مَّسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ
"Lâ yes’emu’l- insânu min duâi’l- hayri ve in messehu’ş- şerru fe yeûsun kanût (kanûtun).: İnsan, hayır duasından (istemekten) usanmaz. Eğer ona şer dokunursa, o zaman yeise kapılır ve ümitsiz olur.” (Fussilet 41/49)

عَسَى رَبُّنَا أَن يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِّنْهَا إِنَّا إِلَى رَبِّنَا رَاغِبُونَ
"Asâ rabbunâ en yubdilenâ hayran minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn (râgıbûne).: Rabbimizin bize, onun yerine, ondan daha hayırlısını bedel olarak vermesi umulur. Muhakkak ki biz, Rabbimize rağbet eden kimseleriz.” (Kalem 68/32)

مَنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
"Mennâın li’l- hayri mu’tedin esîm (esîmin).: Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme).”
(Kalem 68/12)

إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا
"İzâ messehu’ş- şerru cezûâ (cezûan).: Kendisine bir şer dokununca feryat edicidir.” (Meâric 70/20)

وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا
"Ve izâ messehu’l- hayru menûâ (menûan).: Ve kendisine bir hayır dokunduğu zaman cimrilik edendir.” (Meâric 70/21)

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyi’l- leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meake, vallâhu yukaddiru’l- leyle ven nehâre, alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakraû mâ teyessere mine’l- kur’ânî, alime en se yekûnu minkum mardâ ve âharûne yadribûne fî’l- ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakraû mâ teyessere minhu ve ekîmu’s- salâte ve âtû’z- zekâte ve akridullâhe kardan hasenen, ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayran ve a'zame ecrâ (ecren), vestagfirûllâh (vestağfirûllâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).: Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur’ân okumak, zikir yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur’ân’dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah’ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah’ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O’ndan (Kur’ân’dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah’ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah’a istiğfar edin (tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.” (Müzzemil 73/20)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ
"İnnellezîne keferû min ehli’l- kitâbi ve’l- muşrikîne fî nâri cehenneme hâlidîne fîhâ, ulâike hum şerru’l- beriyyeti.: Muhakkak ki kitap ehlinden inkâr edenler ve müşrikler, cehennem ateşindedirler ve orada devamlı kalacak olanlardır. İşte onlar, onlar yaratılmışların şerli olanlarıdır.” (Beyyine 98/6)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ
"İnnellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ulâike hum hayru’l- beriyyeti.: Muhakkak ki iman edip, (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel yapanlar (nefs tezkiyesi yapanlar), işte onlar, onlar yaratılmışların hayırlı olanlarıdır.” (Beyyine 98/7)

فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
"Fe men ya’me’l- miskâle zerratin hayran yerahu.: Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.” (Zilzâl 99/7)

وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
"Ve men ya’me’l- miskâle zerratin şerran yerahu.: Ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzâl 99/8)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Şerri Tercih Edenler Hizbü'ş- Şeytân'dır:

Azîz kardeşlerim,
ALLAHU ZÜ'L CELÂL ikrâm ettiği imkÂNlarla imtihÂN için bu âlemi var etmiştir.
Anayasası olan Kur'ÂN-ı Kerîm'ini insanlara indirmiştir.
Başöğretmeni olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, Kur'ÂN-ı Kerîm'ini açıkladı ve tatbikâtını bizzât yaptı/sünnetini uyguladı..
Sünnet-i Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kuralları ilân etti..

Bir kısım insanlar, işin başında küfrettiler ve hüsran'a düşdüler.
Bir kısmı ise, islâmı kabul ettiler ancak nefs ve şeytânın tuzağına düştüler..


ALLAHU ZÜ'L CELÂL'dan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkmadılar.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne).: Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.” (Âl-i İmrân 3/102)

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
"Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin mine’n- nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.” (Âl-i İmrân 3/103)


ALLAHU ZÜ'L CELÂL'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler:

وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
"Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhu alâ beşerin min şey’in, kul men enzelel kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden li’n- nâsi tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâ (kesîran), ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn (yel’abûne).: Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp dursunlar.” (En'âm 6/91)

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
"Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî ve’l- ardu cemîan kabdatuhu yevme’l- kıyâmeti ve’s- semâvâtu matviyyâtun bi yemînihi, subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve (onlar) Allah’ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O’nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semalar, O’nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zümer 39/67)


Hududullahı çiğnediler hâşâ!:

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
"Tilke hudûdullâh (hudûdullâhi). Ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ. Ve zâlike’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: İşte bunlar, Allah'ın hudutlarıdır ve kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat ederse, (Allah) onu altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar ve bu, “Fevzul Azîm”dir (en büyük kurtuluştur).” (Nisâ 4/13)

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
"Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâran hâliden fîhâ.Ve lehu azâbun muhîn (muhînun).: Ve kim Allah'a ve O’nun Resûl'üne isyan eder ve O'nun sınırlarını aşarsa, onu, içinde ebedî kalacakları ateşe koyar. Ve onun için "alçaltıcı azap" vardır.” (Nisâ 4/14)

هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ
"Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz (hafîzin).: Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan,” (Kaf 50/32)


Dinlerini oyuncak edenler!:

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُواْ بِمَا كَسَبُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
"Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrathumu’l- hayâtu’d- dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefîun, ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn (yekfurûne).: Kendilerinin dînini bir oyun ve bir eğlence edinenleri bırak. Ve onları dünya hayatı aldattı. Ve de kazandıklarından (kazandıkları nâkıs derecelerden) dolayı nefsin helâk olacağını, onunla hatırlat. Onun için Allah’tan başka bir dost ve bir şefaatçi yoktur. O, bütün fidyeleri verse de ondan alınmaz (kabul edilmez). İşte onlar kazandıklarından dolayı helâk olmuş kimselerdir. İnkâr etmiş oldukları şeylerden dolayı, onlar için kaynar sudan bir içecek ve elîm bir azap vardır.” (En'âm 6/70)

إِنَّ الَّذِينَ فَرَّقُواْ دِينَهُمْ وَكَانُواْ شِيَعًا لَّسْتَ مِنْهُمْ فِي شَيْءٍ إِنَّمَا أَمْرُهُمْ إِلَى اللّهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ
"İnnellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyean leste minhum fî şey’in, innemâ emruhum ilâllâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûn (yef’alûne).: Muhakkak ki; onlar, onların dînini tefrik ettiler (parça parça ayırdılar) ve grup grup oldular. Senin onlarla bir ilgin yok. Onların işi sadece Allah’a aittir. Sonra yapmış oldukları şeyleri, onlara haber verecek.” (En'âm 6/159)


Kendileriyle birlikte mensublarını da hüsrana sürükleyip, kârı bırak anayı da yok edenler!:

فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُم مِّن دُونِهِ قُلْ إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ
"Fa’budû mâ şi’tum min dûnihi, kul inne’l- hâsirîne ellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevmel kıyâmeti, e lâ zâlike huve’l- husrânu’l- mubîn (mubînu).: Artık O’ndan başka dilediğiniz şeye tapın. De ki: "Muhakkak ki, kendilerini ve ailelerini hüsrana düşürenler, kıyâmet günü hüsrana uğrayacak olanlardır." Bu apaçık bir hüsran değil mi?” (Zümer 39/15)


Kendilerine gösterilen iki yoldan birisi olan bâtıl ve şer yolunu seçenler!.:

وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
"Ve hedeynâhun necdeyn (necdeyni).: Ve onu iki yola (gayy yolu ve hidayet yolu) ulaştırırız.” (Beled 90/10)

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
"Fe elhemehâ fucûrahâ ve takvâhâ.: Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems 91/8)


Şeytânın dostları olanlar:

يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
"Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumu’ş- şeytânu kemâ ahrace ebeveykum mine’l- cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealnâ’ş- şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: Ey Âdemoğulları! Şeytan, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz şeytanları mü’min olmayanlara dost kıldık.” (A'râf 7/27)


Şeytânın bâtıl davasındaki tahminini doğrulamasında ona hizmet edenler:

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
"Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan mine’l- mu’minîn (mu’minîne).: Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.” (Sebe' 34/20)

وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ وَرَبُّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
"Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yu’minu bil âhirati mimmen huve minhâ fî şekkin, ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz (hafîzun).: Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu Allah’a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (Allah’a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (iblisle onları imtihan ettik). Ve senin Rabbin herşeyi hıfzedendir.” (Sebe' 34/21))


Neticede Şeytâna tapanlar:

يَا أَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا
"Yâ ebeti lâ ta’budi’ş- şeytân (şeytâne), inne’ş- şeytâne kâne li’r- rahmâni asıyyâ (asıyyen).: Ey babacığım, şeytana kul olma! Muhakkak ki şeytan, Rahmân’a asi oldu.” (Meryem 19/44)

--- "Ey Âdemoğulları, Ben size şeytâna kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır, diye and vermedim mi?"

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
"E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû’ş- şeytân (şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn (mubinun).: Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.” (Yâsîn 36/60)


Şeytân taraftarları:

--- "Şeytân kendilerini istıla etmiş ve kendilerine ALLAH düşüncesini unutturmuştur. İşte onlar şeytânın yandaşlarıdır (Hizbü'ş-şeytân) . Uyanık ol ki (iyi bil ki), şeytânın yandaşları hep hüsrana düşenlerdir (kayıpta da olanlardır) . ALLAH'a ve peygamberine hudud yarışına (onların koyduğu sınırlardan başka sınırlar koymağa) kalkanlar, en alçaklar arasındadırlar."

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
"İstahveze aleyhimu’ş- şeytânu fe ensâhum zikrallâh (zikrallâhi), ulâike hizbu’ş- şeytân (şeytâni), e lâ inne hizbe’ş- şeytâni humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda olanlar, onlar değil mi?”: (Mücâdele 58/19)

إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ فِي الأَذَلِّينَ
"İnnellezîne yuhâddûnallâhe ve resûlehû ulâike fî’l- ezellîn (ezellîne).: Muhakkak ki Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı haddi aşanlar, işte onlar zillet içindedirler.” (Mücâdele 58/19)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

HAKk’a İnanıp da Hayrı Tercih Edenler-HiZBuLLaHtır:

ALLAHU Tealâdan korkanlar, HuDuDuLLaH'a riâyet edenler:

الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
"Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mine’s- sâati muşfikûn (muşfikûne).: Onlar, gaybde (Şahdamarlarından da yakın ama, görmedikleri halde) Rab’lerine huşû duyarlar. Ve onlar, o saatten (kıyâmet saatinden) korkanlardır.” (Enbiyâ 21/49)


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yolunu bilen ve yürüyenler:

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"Kul hâzihî sebîlî ed’û ilâllâhi alâ basîratin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim." (Yûsuf 12/108)


Sâdıklarla beraber olanlar:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).: Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.” (Tevbe 9/119)


ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ve Resûlullah'a sallallahu aleyhi ve sellem yaklaşmaya vesile arayanlar:

وَمِنَ الأَعْرَابِ مَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنفِقُ قُرُبَاتٍ عِندَ اللّهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ أَلا إِنَّهَا قُرْبَةٌ لَّهُمْ سَيُدْخِلُهُمُ اللّهُ فِي رَحْمَتِهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Ve mine’l- a'râbî men yu'minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve yettehızu mâ yunfiku kurubâtin indallâhi ve salavâti’r- resul (resûli), e lâ innehâ kurbetun lehum, se yudhıluhumullâhu fî rahmetihî, innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve bedevî Araplar’dan Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ölmeden evvel ulaşma gününe) inananlar vardır. Ve infâk ettikleri şeyleri Allah’ın indinde ve Resul’ün dualarında bir (yakınlık) vesile kabul ederler. Muhakkak ki; o, onlar için bir yakınlık vesilesidir, (öyle) değil mi? Allah, onları rahmetinin içine dahil edecek. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur (mağfiret edendir) ve Rahîm (rahmet nurunu gönderen)’dir.” (Tevbe 9/99)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Mâide 5/35)


Netice olarak Hakkı ve Hayrı başaranlar ise:

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücâdele 58/22)

Azîz kardeşlerim,

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
"Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî ve’l- kitâbillezî nezzele alâ resûlihî ve’l- kitâbillezî enzele min kabl (kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî ve’l- yevmi’l- âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîden).: Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.” (Nisâ 4/136)

Bu âyet-i kerîmenin muhatabı imân edenler olduğu hâlde tekrar: "imân edin!" buyurulması çok manidârdır..
Îmânı yeniden gözden geçirip, tekrar imânı EMRediş!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


4. BÖLÜM: A Ş K

4.1-) AŞKIN İZÂHI


AŞK>NEYZEN DeğiL NEY DEğiL
AŞK KUŞAN!..ır >KuL İhvÂNim!
AŞK -->ANALAT!..ıLır ŞEY DEğiL
AŞK >YAŞA!..nır >KuL İhvÂNim!.

ZEVK 8125

YuSEBBiHu SEMÂsı-nda ->SıRR-ı SULTÂN-ı SALTANAt
İŞİnin BAŞında RABBım!. Şimdi.. Şu ÂN.. AŞK>KÂiNÂt
KÛN feyeKÛN>Şe’ÂNuLLAH
->NÛR-u MîM-i ReSûLuLLAH
ESEN YELde ->BULUt GiBi ->AŞKı YAŞA!. ->AŞKı ANLAt!.


01.05.17 02:34
brsbrsmm..tktktrstkkmdecâncÂnÂn..


ANLAt ->AŞKı->MuHABBeti
CÂNımda ->CÂNÂN CeNNeti
ÜZme!. ÜZüLme!. SEV!. SEViL!
->SEVgi >Es SULTÂN SÜNNeti!.

celle celâlihu..

Resim

HABBe: Tohum. Çekirdek. Tane. ÖZün ÖZÜndeki Rububiyyet-Rusûliyyet BİLE-lik HAKikatı.
HABBetü’l- KaLB: Süveydâ. Sevâd-ül kalb, Sevdâü’l- kalb. Kalbin ortasında varlığı kabul edilen siyah nokta. Kalbdeki basîret ve idrak mahalli.
MuHABbet: Sevgi, sevme. Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi.
AŞK: (Işk) Çok ziyâde sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevdâ. Candan sevme. * İttibâ'. Alâka..

BİLenler BİLir ki biz, MuhaMMedî MuHABBet YOLUna ->İnsan -> Akıl -> Aşk -> ALLAH celle celâluhu denklemini açıklamak ve anladığımız kadar anlatmak üzere çıktık..
AŞK-tan kasdımız, KeLÂMuLLAH ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir..
Bu dört bilinmiyenli dördüncü dereceden Tevhid Denklemini çözmeye azmimiz, gerisini ise RABB'ımız celle celâluhu'ya tevekkülümüz vardı..
Bu iş ise, bu ÂLEM İmkÂNları içinde KULLuk İmtihÂNında, yüce ve sarp bir dağa tırmanmaya benzer..

MuhaMMedî MuHABBetle MuhaMMedî Tasavvuf Çalışmamız ilk önce, Hasan Dağında Bögelek Kayasında BAŞLAmıştı..

Hasan Dağı'nı bilirsiniz Aksaray'da, 3268 m. deniz seviyesinden yüksekte zirvesi.
Hasan Dağı'nın 2000 m. Kotta/yükseklikte yaylalarımız vardır, çocukken gitmişim, hâlen gidilmekte.. Geçen sene yıllar sonra gidip hasret giderdim. Çocukken ve genç iken hep giderdim.
Güneş o kadar erken doğardı ki, gece yarısı sabah namazını kılabilirsiniz...
13, 33 ve 58 yaşlarımda üç sefer zirvesine tırmandım HASAN DAĞImın..
Bizzât bilirim dağa tırmanmanın ne olduğunu...
Dağın eteğinde herşey yerli yerinde ve boldur.
Şehirler, kasabalar, köyler ve binlerce insan...
Doğduğum Karaviran/Karaören Köyünden yaylaya çıkarken belli bir yere kadar traktör v.s. ile gidilir.
Sonra at ve eşeklere yüklenir, yol dağa ve sarpa sarar...

Resim

HASAN DAĞIndan bir AŞK MaSALLı:

Meşe ormanlarından geçerken dağlar; Yûsufçuk ve Dudu kuşlarının, birbirine tiz sesleriyle cevâb verişleriyle çınlar...
Güngörmüş kocalardan Kanbur Durmuş Emmi anlatmıştı bu AŞK MaSALLını ben daha çocukkken..
Her yayla zamanı Hasan Dağına sürüsüyle çıkan Yûsuf adında bir yörük çoban varmış.. Olmaz ama, ağasının kızı Dudu'ya âşık olmuş.. gecesi gündüz, gündüzü de gece olmuş.. varsa da Dudu.. Yoksa da Dudu.. her yer Dudu kesmiş..
Ağa kızı, ağaya yaraşır ya... Öyle de olduğundan Dudu kızı ansızın, bir ağa oğluna verivermişler.. Yedi köy davetli bir yörük düğünü kurulmuş anlı şanlı..

Elleri koynunda kalakalan Yûsuf Çoban gerdek gecesi, ÖZüne kahretmiş RABB'ı TeÂLÂ’sına diz çökmüş Kevenli Tösmede..
"Ey Dağların, meşe ormanlarının, herşeyin, herkesin, benim ve Dudu'mun da RABB'ısı olan ALLAH'ım!. Beni bir kuş eyle ki kıyâmete kadar "Dudi! Dudi! Dudi!. Tuti! Tuti! Tuti!." diye öteyim, şu yemyeşil meşe ormanlarında Hasan Dağının!." diye dua etmiş...
RABB'ı TeÂLÂ’sı da kabul buyurup, Yûsuf'u yakışıklı bir kuş eylemiş keremiyle...
Yûsuf çoban kuş olunca uçmuş gitmiş ormanın sessizliğine.. bir daha gören olmamış..

Gerdek Gecesi, Dudu Kızın kapısındaki dut ağacına konmuş: "Dûti!. Dûti!." diye bir müddet ötmüş sonra da ormanda kaybolmuş..
Dudu kız, İŞin ASLını anlamış!. İÇi tâa İçerden ALev Almış!. Ve allı duvağıyla o da aynı duayı etmiş..
“EYy Yüce RABB'ım TeÂLÂ beni de bir kuş eyle kıyamete kadar Ysufumu arayayım!.” demiş.
RABBı TeÂLÂ’sı da Dudu Kızın duasını da kabul buyurup, yedi rekli bir güzellik kuşu eylemiş...
Kuş olan Dudu Kız: "Yûsufçuk!. Yûsufçuk!." diye çıkmış aramaya dağlara.. bir daha gören olmamış..

Ve dostlarım!.
Çocukken dinlediğim bu AŞK MaSALLını, ne zaman yolum oralara, o meşe ormanı dağ yollarına düşse, her seferinde ormanın derinliklerinden "Dudî!. Dudî!.." diye inleyen Yûsufçuk Kuşu ile.. "Yûsufçuk!. Yûsufçuuuk!." diye yanıtlayan Tûtî Kuşunun bitmeyen hasretine ağlarım!.

Ve.. NEFi BaBa'nın “Tûtî-i Mu'cize-Gûyem Ne Desem Lâf Değil” şarkısını göz yaşlarımdan dökerim..


Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Sonra orman biter, dik yamaçlarda kepentler/1 mt.lik yükseklikler atlanır ve obalara çıkılır.
Orada basit taşlardan yapılan oba evleri derme çatma olurdu eskiden. Şimdi ise çadırlar var.
Koyun, kuzu ve yoz sürüleri de geldi mi; keyfine, deme gitsin yaylacıların...
İçimdeki hiç dinmeyen kaval sesi, oradan kalmadır...
Geceleri genç kızların ve gelinlerin yanan ateş ışığındaki kaşık sesleri, yanık ve içli türküleri ve köpek havlamaları özel ve güzel anılarımdır...

Hasan Dağı'nın zirvesine çıkacak olanlar fazla eşyâ alamazlar.
Biraz su, biraz yiyecek ve bir sopa...
Pek çok insanla yola çıkılır...
Ne var ki, yol esas zirveye sarınca, dış basınç (atmosfer basıncı) düştükçe düşer, iç basınç artar.
Kimisinin ağzından burnundan kan fışkırır yolda kalır.
Güneş o kadar şiddetli yakar ki, bir günde yüzü kavurur ve deriyi kavlatır.
Su, yamaçlarda yoktur...
Yükle çıkmak zordur. Bir kilo yük, on kilo gibi ağır gelir.
Ter su gibi akar ve su matarası tez biter...
Tırmanırken elini attığın yer eline gelir ve kayarsın...
Diziyin kepeği kesilir ve anandan emdiğin süt burnundan gelir...
Birlikte yola çıktığın insanların çoğu geri döner...
İlk çıktığımda ben, orta okulda idim.
Rahmetli Tıkır Dedem ve benle beraber beş kişi çıktık zirveye...
Dedemin sâyesinde çıktım...
Hasan Dağı yanardağdır.
Tepesinde küçük ve derin bir krater gölü vardır.
Yazın ortasında bile karla dolu idi...

Zirvenin Aksaray tarafında 7 tane mezâr vardır.
Bu mezârlar, Horasan Erlerinden Hasan Baba ve arkadaşlarına ait imiş...
Dergâhlarının harabesi vardı gittiğimizde. Hasan Baba gerçek Erenlerden imiş.
Aynı devirde Aksaray'daki Gavurlar Mahallesinde Kelikçi Baba diye anılan ayakkabı tamircisi bir Eren Baba daha yaşamakta imiş...
Tevhid Telefon Hattıyla konuşurlarmış!
Kelikçi Baba Ağustos sıcağında bunalmış da : "Hasan!. Hasan!. Yandık sıcaktan birâder, biraz kar getirsen bize!" demiş...
Hasan Baba da kerâmetini izhar edip-gösterip, koca bir mendile kar doldurup takmış sopayı vurmuş omuzuna ve ekin biçen köylülerin arasından inmiş Aksaray'a..
Kar, bir damla bile olsun erimiyor ve Hasan Baba keyifli...

Kelikçi Baba, duvardaki kazığı gösterip : "Hoş geldin Hasanım!. Şuraya tak da soluklan hele!.." demiş.
Hasan Baba kendi üzerindeki kazığa getirdiği karı takmış altına da oturmuş...
Hoş, beş derken bir Rum gelini girmiş içeri..
Ayağındaki pabucunun topuğunu göstererek: "Kelikçi Dede, şunun tâmiri olur mu?" derken, gelinin kar gibi baldırı Hasan Baba'nın gayri ihtiyâri/elinde olmadan nazarını celbetmiş ve de gözü kayıvermişmiş...
Ve o anda, kazıktaki asılı kar, şıpır şıpır erimeye başlayıp da Hasan Baba'nın başına yağmur gibi yağmaya başlayınca Kelikçi Baba: "Eee, Hasanım, Hasan Dağda dervişlik kolay, burada ise çokkk zorrr!" demiş..

İŞte yüce dağa tırmanış hikâyesi...
İNişte <-> ÇIKışta ayrı bir hikaye..
Resim KuL İhvÂNi maSALLı..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Ne var ki biz konumuza dönelim..
İnsanı ve aklı, becerebildiğimiz kadar ana mesnedlere ki, Kitaba/Kur’ÂN-ı Kerîm'e ve Sünnete/Sahih Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hadislerine dayanarak arza çalıştık.
Sıra geldi AŞKa ve ALLAH celle celâluhu'ya..
Aşk Dağının Tevhid Tepesine ->Tezekkâ/Temizlenme ve Tekemmül, olgunlaşma tırmanışı zor ve ZEVKLidir..
Ancak, AŞKın ANLAtılması değil de, YAŞAnılması esastır.
Tercihi Teşvik için arz edeceğim hususların,
Boş SÖZ değil de ÖZ İşi,
KÂL/kuru lâf değil HÂL İşi olduğunu ehli olan herkes bilir..

Ancak: "Sözümüz söz, bu Temel Tevhidi inşâallah Tekemmül edeceğiz..

İnsÂN =>Lâ,
AKıL =>İLâHe,
AŞK => İLLâ,
ALLAH =>ALLAH'tır.. celle celâluhu..

Budur HAYyat TEVHİDimiz..
İLK tohumun SON tohumu budur..
İnsÂN OLuşun; MuhaMMedî OLuşun; Rabbanî OLuşun aslı ve astarı budur..
Gerisi lâf tokuşturmak, sokuşturmak ve yakıştırmaktır!.

AŞK ile devâm edelim:

AŞK: Arapça aslı "IŞK"tır, şiddetli ve aşırı sevgi.
Aşekâ: Sarmâşık..
Hakikî AŞK: İlâhî AŞK..
Mecazî AŞK: Beşerî AŞK..
Şevk: Aşırı arzu..
Meşk: AŞKın tâlim, terbiye ve tatbikatı..
AŞK - Âşık - Mâşuk yerine Hub - Habîb - Mahbûb da kullanılmıştır.

Kur’ÂN'da AŞK kelimesi “Hub, Muhabbet, Meveddet” kelimeleri veya türevleri olarak geçer.

Ebû'l-Huseyin Nûri (ö: hicrî 295/milâdî 908): "Ben ALLAH'a âşığım, O da bana âşık" deyince dövülüp sürülmüştür.. Küfrüne, katline hükmedilmiştir. Son anda “delidir” denmiş de kurtulmuştur.

Kuşeyrî: "Âşıklar sözlerinden dolayı kınanamaz." demiştir.

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
"Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh (hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh (lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravne’l -azâbe, enne’l- kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdu’l- azâb (azâbi).: İnsanlar içinde, ALLAH'tan başkasını “eş ve ortak” tutanlar vardır ki, onlar (bunları), ALLAH'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise ALLAH'a olan sevgileri daha güçlüdür/çok daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle ALLAH'ın olduğunu ve ALLAH'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.” (Bakara 2/165)

Sûfîler, âyet-i celilede geçen " eşeddu hubben": şiddetli sevgiye AŞK dediler.

قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
"Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâratun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye'tiyallâhu bi emrihî, vallâhu lâ yehdî’l- kavme’l- fasikîn (fasikîne).: De ki: “Şâyet babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve zevceleriniz ve aşîretiniz ve kazandığınız mallarınız, kesada uğramasından (satışının durmasından) korktuğunuz ticaret ve razı olduğunuz (hoşunuza giden) evler, ALLAH’tan ve O’nun Resûl'ünden ve O’nun (ALLAH’ın) yolunda cihad etmekten size daha sevgili ise artık ALLAH, emrini getirinceye kadar bekleyin. Ve ALLAH, fasıklar kavmini (topluluğunu) hidâyete erdirmez.” (Tevbe 9/24)

Bu Âyet-i celilesindeyse mü'minlerin, ALLAH celle celâluhu'yu herşeyden çok sevmeleri gerektiği belirtilmiştir..

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Ömer (radiyallahu anhu)'ya: "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça imân etmiş olamazsın!" buyurmuştur.
(Buhârî, imân 8-9; Müslim, imân 67-70)

İşte böylesi sevgiye AŞK denilmiştir..

Sêrî es-Sakâtî: "Bir kimse: "Ey Ben olan SEN!" diyecek kadar benliğini sevdiğinde eritmedikçe muhabbeti tam ve mükemmel olamaz!" demiştir.

AŞK: Baş bağına boyun eğen ve çök denilen çöle çöken dost devesidir.
Hallâc-ı Mansur AŞKı, pervâne ve mum misâliyle anlatmıştır "Kitabü't- Tavâsin" de.
Pervânenin;
Mum ışığını görmesine “İlme'l- Yakîn”,
Yaklaşıp ısısını sinesinde hissetmesine “Ayne'l- Yâkin”,
İçine dalıp yanıp kül olmasını da “Hakka'l- Yâkin” olarak anlatmıştır..
İdâmında elleri kesilince de kanını yüzüne sürüp: "AŞK ile kılınacak iki rekât namazın abdesti âşık kanıyla alınmazsa sahih olmaz!." demiştir.
Şehîd-i AŞK'ın kanı, yer yüzüne "ALLAH celle celâluhu" yazmıştır..
Çile Çarmıhının CÂN KurbÂNlarındandır.

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den hadis-i kudsî: "ALLAH celle celâluhu: "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve bu yüzden âlemi yarattım." buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ, II, 132)

Bilinmekten maksad; Mârifet,
İstemekten maksad Muhabbet,
Muhabbetten maksad ise AŞK'tır..
Tüm sevgilerin, muhabbetlerin ilk ve hakiki kaynağı HAKK celle celâluhudur.

Muhabbetin sebebi: Kemâlât teminidir.
Kemâl: Mükemmelleşme,
Tekmil: Mükemmelleştirme.
Tefviz: İrâde ve ihtiyarî aradan çıkarıp her şeyi HAKK'a havâledir.
AŞK: Bunlar ihlâsla yapılırsa AŞK olur.
Tebettül: AŞK ihsâna ulaşırsa tebettül olur.
Tebettül: İlgi ve alâkayı keserek sırf ALLAH celle celâluhu'ya yöneliştir ve onu vekil tâyin ediştir.
Betûl: Meryem (aleyhasselâm) ve Fatmatü'z-Zehra (aleyhasselâm) için kullanılan bir kelime olup dünya derdinden kesilmiş, diğerlerinden ayrılıp ALLAH'a yönelen ve ayrı - özel - güzel kök salan fidan demektir..

Azîz kardeşlerim,

Lezzet ve acının "niçin?"i zâtından dolayıdır.
Kişi, çile ile zâtında kemâl bulur.
Çile ve Kemâlât ise, satılıp, satın alınamaz.
“MuhaMmedî Tasavvufun Tevhidi”ni temin ve tekmil işi bizzâtîhidir.
Acı biber tarlasına 10 ton şeker döktün diye çıkan biber tatlanmaz.
Şeker pancarı tarlasına zehir gibi acı biberden 10 ton döktün diye de çıkan mahsül pancarı acılaşmaz..

İlâhî, Fıtrî ve Tabîî olan bir Tertib veTtedric içindedir SİSTEM. Akl-ı Selime, Rüşde, Şifâ ve Hidâyete kavuşan Mutmaîn (tatmîn) olmuş Nefsler; Âyet, Hikmet, Kudret ve Vahdet incelikleri ile kemâle ulaşır:

İlmullah ->Haşyetullah ->Muhabbetullah ->Rızaullah/İhsânullah.

İlmullahla (âyet) sahih inanç bulup teslim olan ve Haşyetullahla sâlih amel işleyip istikâmet bulan akl-ı selim; tırtıllıktan kurtulmak için kemâl kozasına girer, zikir ve fikir inzivâsından 7 renk kanatlı Kemâlât Kelebeği olarak, kudsî bir nur olan AŞKuLLaH doğar.
Şükür ve sabır kanatları ile yaşadığı sürece VeCHuLLaHa UÇar da UÇar..

İnsanoğlunun fıtrî yapısı; İLİM, İRADE ve İDRÂK etmediğine şevk/çok şiddetli arzu, neş'e ve iştiyak/ aşırı özleme duyamaz.
AŞK ise, bizzât İŞTİRAKın kendisidir.
ÂŞIK: İlâhî, Kur’ÂNî, MuhaMMedî ve Vicdanî olarak bildirilen ve bilinen şu anda olduğu (hazır-nazır) hâlde, kelle gözü/basar ile görülmeyen, gaybî olan Rabbü'l-âlemin celle celâluhu'ya sahih inanç ve sâlih amel kanatları ile uçan Kemâl Kuşudur.
Ütopik, şarlatan, hayâlci ve ahmak bir lâf ebesi asla değildir.. Ve hâşâ!..

ÂŞIKlara AŞK molası verelim, bir de özümüzün gözünden görelim:


Resim

AŞK!.

Diş Ağrısı Gibidir AŞK
AcıLarın ->Dibidir AŞK
Maşukun Mucibidir AŞK
AŞK İsteyen GeLsin Beri..

Resim

AŞK'ta BakıLmaz Lâfına
ÇağırırLar ->SIR SAFı-na
ÖZde TEVHİD TAVAFı-ına
->KaTıLanLaR->GönüL ERi..

Resim

"Var"ın "Yok"un EZdirir>DOST
İNce ELekten SÜZdürür>DOST
Seni Sana YÜZdürür ->DOST
SaLâTGâHın OLur ->DERİ..

Resim

"Ben!." Diye Çıkarsın YoLa
Dersin Çıkmasaydım N'oLa
"RABB"ına>"Abd" OLa OLa
SIRR-ı SıFıR ->SeR-ü-SeRi..

Resim

KuL İhvânî Sözüm Sana
ALıp-Satma ->Ona-Buna
CÂN->CÂNÂN İçin CihÂNa
->Bu ÂLEM ->İmtihÂN Yeri..


Resim

AŞK ve ÂŞIK

AŞK Söz DeğiL AŞK Sır Duyu
AŞK'sız Ömür Bir Kör Kuyu
Sızar İner ->Sinem Suyu
GöZLeRimin PıNaRına!.

Resim

BiZi de ÂŞIK’tan ->Sayıp
BUnca Kusur>Bunca Ayıp
AŞK Suçundan YargıLayıp
ÇEKsinLer >ÇiLLe DÂRına!.

Resim

BüLbüL-Ü Biçârem GüLsüz
Gâh DeLi>Gâh VeLî TüLsüz
Ateşsiz >Dumansız, KüLsüz
YANmışam ->AŞKın NÂRına!.

Resim

ÂŞIK Ömrün AşkLa Bezer
CÂNÂN İÇin->CÂN'ın Ezer
SIR SAHRASIn Sıfır Gezer
"VAR"ını VERir ->"YÂR"ına!.

Resim

KUL İHVÂNÎ ->Git İşine
AŞK Değer Kırar>Dişine
MeczubLar Düşer Peşine
AH-ü-FeRYâD-ü-ZÂRına!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

HAK ÂŞIKLAR!.

"ÜZme-ÜZüLme" Sen, "SEV-SEVLL"ÂŞIK
Sana Senden Yakîn DOSD ->EğiL ÂŞIK
SEVen ->SEViLendir ->EL DeğiL ÂŞIK
"YÂR"İnden Gayrısın Kasdı BuLunmaz!.

Resim

->Sistemin "SIR"Rıdır ->SUBHAN SEVgiLi
Ruh-u MuhaMMed'den Muhabbet SEVgi
->ARAsan ->CihÂN'ı ->ÂŞIKLar ->Gibi
MuhaBBet MeydÂNın Mesti BuLunmaz!.

Resim

"ALLAH!."DerLer->AŞK DAĞI'nı AŞARLar
"ARZ"Dan "ARŞ"A TEVHİD İLe TAŞARLar
SükLüm-BükLüm YÂRLe YaLnız YAŞARLar
->ÂŞIKın CihÂNda -->DOST'u BuLunmaz!.

Resim

ÂŞIK, Her Nefeste HAKKİLe BİLE
ÇEKtiği ÇiLLeLer GeLir mi >DiLe
EZeL-EBeD ->TEVHİD Bıçağı İLe
Derisi YüzüLür Postu BuLunmaz!.

Resim

KUL İHVÂNÎ ÂŞIK KaLbi KAF-tadır
EL-indeki Sıfır ->GönLü "AFF"tadır
Sırât-ı Müstakîm >Sır-Rı Saff'tadır
AŞIKLarın Altı<->Üstü BuLunmaz!.


"ALLAH!."DerLer : AŞK DAĞI'nı AşarLar.:

قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
"Kâle se âvî ilâ cebelin ya'sımunî mine’l- mâi, kâle lâ âsıme’l- yevme min emrillâhi illâ men rahim (rahime), ve hâle beynehumâ’l- mevcu fe kâne mine’l- mugrakîn (mugrakîne).: (Nuh (a.s)’ın oğlu şöyle) dedi: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” Nuh (a.s): “Bugün Allah’ın emrinden koruyan bir koruyucu yoktur. (Allah’ın) rahmet ettiği kimseler hariç.” dedi. Ve ikisinin arasına dalga(lar) girdi ve böylece boğulanlardan oldu.” (Hûd 11/43)



KUL İHVÂNÎ ÂŞIK KaLbi "KAF"Tadır.:

ŞÂHDAMARımdan da AKRABa ->RABBım.. NAHNU!. (MeRKEZde):

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
---“Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli'l-verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)


ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’im ->“EnALLAH!. (MUHİTte)”:

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
---“İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki BEN, YALNIZCA BEN ALLAH'ım. BENden başka EL İLÂH yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl!.” (TâHâ 20/14)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BU AŞK BİZİ

AŞK KovaLadı KAÇtırdı
ÂLeMe ->Esrâr SAÇtırdı
YEDi Renk Çiçek AÇtırdı
AL-a SOKtu Bu AŞK BİZi!

Resim

MuhaMMed ENVâRı Etti
SİNek İDik ->"ARI" Etti
-->ÇiÇeKLer ESRâRı Etti
BAL-a Soktu Bu AŞK BİZi!

Resim

DOSt DAĞLARInı>GEZdirdi
DOST'un DestÂNın YAZdırdı
->TatLı CÂNımdan BEZdirdi
>“HÂL”-a Soktu Bu AŞK BİZi!

Resim

Gâh AğLattı Gâh GÜLdürdü
"BEN"Liğim Dörde BÖLdürdü
->ÖLmeden Önce ÖL!.dürdü
->“SAL”-a Soktu Bu AŞK BİZi!

Resim

İmtihÂN İÇin>"BeLâ!"ya
EzeL-Ebed ->Es SeLâ'ya
Göz Yaşımız >KerbeLâ'ya
“SEL”-e Soktu Bu AŞK BİZi!

Resim

"BEN BAŞI"m TaşLara ÇaLdı
->Yok EyLedi ->Kendi KaLdı
->YERimiz-YURDumuz>ALdı
“YEL”-e Soktu ->Bu AŞK BİZi!

Resim

HAKk KaLbim Heyy-Ledi DostLar
->KAFESim -->NEYy-Ledi DostLar
->"ET - TIRNAK" EYyLedi DostLar
->“BİLE" Soktu ---->Bu AŞK BİZi!

Resim

VEDÛD ALLAH ->ÖZü ÜZre
DOst MuhaMMed SÖZü ÜZre
EHL-İ BEYT'in KÖZü -->ÜZre
->"ÇİLE"->Soktu Bu AŞK BİZi!

Resim

ÂCZ-ü-FAKR-ü-ZİLLET İLe
KuLLuk VaSfı -->İLLET İLe
->YETMİŞ İkİ MiLLet ->İLe
“DİL”-e Soktu->Bu AŞK BİZi!

Resim

ÂŞIKLAR ANdığı ->OLduk
ATEŞte YANdığı -->OLduk
“MUSA'nın SANdığı” OLduk
“NİL”-E Soktu Bu AŞK BİZi!

Resim

Kim Sahtekâr->Kimdir Sâdık
"ÖZ KÖZÜ"Müzde >KAYNadık
HAKk ÇaLdı, HALKLa Oynadık
“ZİL"E SOKtu -->Bu AŞK BİZi!

Resim

TESLİMİYYET TeVHid ÇiLe
-->İSTİKÂMET İHLâs BiLe
--->SıRâT-ı MüSTaKîM İLe
"YOL"A SOKtu Bu AŞK BİZi!

Resim

"FENÂ"yLa "BEKA"Da YİTtik
"BENLİK"te TÜkendik BİTtik
>EHL-i BEYT İZİnden GİTtik
"ÇÖL"E SOKtu ->Bu AŞK BİZi!

Resim

"BULut>BUhar>SU>BUZ-uyLa
KuRDuyLa->kOYUN->KuZuyLa
"ÇOBAN BABA"mın ->TUZ"uyLa
"GÖL"E Soktu ---->Bu AŞK BİZi!

Resim

Sahib ÇIKtık da ->"CÂN"ına
->BeDeL ÖDedik->"HAN"ına
-->"ERENLERİN MEYDANI"na
->"KÖLE" Soktu>Bu AŞK BİZi!

Resim

"KeLLe GÖZü"müzü ->OYdu
GöNLümüze->GÖZün KOYdu
ATLaS –>İPeK-imiz ->SOYdu
"ÇUL"a SOKtu -->Bu AŞK BİZi!

Resim

Sarhoşken->Bî-KaRar İken
“VAR”ı- “YOK”u TaRar İken
BİZ "SULTÂN"Lık ARar İken
"KUL"a Soktu >Bu AŞK BİZi!

Resim

HaLkı->HAK'kın KABZASInda
CümLesi -->TEVHİD TASInda
->"ReSûLuLLah RAVZASI"nda
"GÜL"E Soktu -->Bu AŞK BİZi!

Resim

AVCIydık->AVımız VuRdu
->TEVHİD ATEŞİ KaVuRdu
->RIZA RÜZGÂRI SaVuRdu
"KÜL"E Soktu->Bu AŞK BİZi!

Resim

İHVÂNÎm HeryÂN GeZerİZ
-->YüReği Püryân GeZerİZ
-->GaRiBiz ÜryÂN GeZerİZ
"TÜL"E Soktu >Bu AŞK BİZi!


ResimResim

Gâh AğLattı - Gâh GüLdürdü:


وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى
"Ve ennehu huve adhake ve ebkâ.: Ve muhakkak ki, güldüren ve ağlatan O’dur.” (Necm 53/43)


"BEN"Liğim Dörde BöLdürdü:

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِّن مَّاء غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِن لَّبَنٍ لَّمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِّنْ خَمْرٍ لَّذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِّنْ عَسَلٍ مُّصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاء حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءهُمْ
"Meselu’l- cennetilletî vuide’l- muttakûn (muttakûne), fîhâ enhârun min mâin gayri âsin (âsinin), ve enhârun min lebenin lem yetegayyer ta’muhu, ve enhârun min hamrin lezzetin li’ş- şâribîn (şâribîne), ve enhârun min aselin musaffâ (musaffen), ve lehum fîhâ min kulli’s- semerâti ve magfiratun min rabbihim, ke men huve hâlidun fî’n- nâri ve sukû mâen hamîmen fe kattaa em’âehum.: Takvâ sahiblerine vaadedilen cennetin durumu şudur ki; içinde kokusu değişmeyen SUdan nehirler, tadı bozulmayan SÜTten nehirler, içenlere lezzet veren ŞARAPtan nehirler ve saf (süzülmüş) BALdan nehirler bulunur. Onlar için orada her çeşit meyve bulunur ve (onlar için) Rab’lerinden mağfiret vardır. (Bunların durumu), ateşte devamlı kalacak olan ve hamîm (sıcak kaynar su) içirilen, bu sebeple bağırsakları parçalanan kimsenin durumu gibi midir?” (MuhaMMed 47/15)


ÖLmeden Önce ÖLdürdü:

وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا
"Ve ennehu huve emâte ve ahyâ.: Ve muhakkak ki, öldüren ve dirilten O’dur.” (Necm 53/44)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mutü kable en temutü: ÖLmeden ÖNce ÖLünüz!” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

AŞKk!.

Adı GüZeL MuhaMMedden
-->ŞeHÂDet ŞeReFi AŞKtır
ÖZü ÖZeL MuhaMMed
den
ŞEFÂat ŞİFÂsı
->AŞKtır
KuL İhvÂNi SEFîL
-İmin
SAdakat VEfâsı AŞKtır
!.


ZEVK 8340

MuhaMMedî HAKk ÂŞIKa ->KıZıL ATEŞ -->AŞKın ADı
SİNEKLere ->LEŞ LEZzeti ->PERVÂNEye ->ALEV TADı
BURa ->ŞEHÂdet ÂLEMi
İnsÂNın DENENme DEMi

BERden SELÂM.. İBRAHîMe ->NÂRında NÛRun YAŞADı
MuhaMMedden>MuhaBBet
MuhaBBetten
->MuhaMMed
ŞEÂNda EMRuLAH ->AŞKtır.. AŞKtır->ALLAHın MURADı!.


celle celâlihu..
aleyhumusselâm..

16.08.17 20:36
brsbrsmm.. tktktrstkkmdaşkkk..


AHmakLar AŞKa CÂN VERmez
->SIRRını ->SIRATa SERmez
->AŞKı ANLAmayan ->AHmak
->YARATIŞ SIRRI-na>ERmez!.

NEFES VERir ÖLür ÂŞIK
NEFES ALır
->DİRİLİRLer
şU ÂN
>ŞeÂN ->BİLir ÂŞIK
hER NEFES Gİder
-GELİRLer!.


قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim ---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm (ibrahîme): ”Ey ateş! İbrâhim için serinlik ve esenlik ol!” dedik.”
(Enbiyâ 21/69)

Resim

AŞK'ı bir oyun sananlar acı bir ATEŞle oynarlar.
AŞK, Es SAMED celle celâluhu'nun CeLâL Nuru olan bir ATEŞtir.
AŞK =>CeLâL + Kemâl ->CemâL dir.
AŞK: Sınırsız SEVgiyi DUYuş, UYuş ve YAŞAyıştır.
AŞK: Cevr-i CihÂN Dağı’ndaki Çark-ı ÇilLe Çarmıhında ->Lâ - İLâHe - İLLâ - ALLAH çevrimidir.

AŞK: Tecellî Tezgâhında -> Tevhid'in ->"Nasrullahi ve'l-fethû" Terennümüdür…

İbnû'l-Arabî (ö: 638/1240) kaddesallahû sırrıhu: "Âşık, Maşuk ve AŞK ->O dur!" buyurup,
AŞK için ->"Dinü'l- Hubb ->SEVgi Dini" demiştir.
Dinin de, kılbesinin de MuhaBBet olduğunu söylemiştir.
Muhiddin-i Arabî kaddesallahû sırrıhu ->Herşeyde, SEVen ve SEVilenLerde ->ilâhî SEVgi İZii BULanlara ->“MuhaMMedî Ârif” der. Ve, AŞK ve MuhaBBeti ALLAH TeÂLÂ'nın bir sıfatı kabul eder.


Mevlânâ Celâleddin Rumî kaddesallahu sırrahu ise açıkça ->“AŞKtan başka din ve mezheb tanımadığını” ifâde eder.

İbnû'l-Fariz (Sultânû'l-Âşıkîn) (ö: 632/1235) ve Saîd Ebû'l-Hayr (ö: 440/1049) ise: “Peygamberlerinin ve kıblelerinin AŞK OLduğunu” söylemişlerdir.

Niyâzi Mısrî kaddesallahu sırrahu Hazretleri ise; 72 milleti, AŞK Dergâhına dâvet eder..

Necmeddini Kûbrâ kaddesallahu sırrahu: Ahyâr - Ebrâr - Şûttâr diye ayırdığı Sûfîlerin Şuttâr olanlarını ->AŞK, Şevk, Vecd, Cezbe ve Sekri esas alan Sûfîler sayar.

Bu Şehâdet ÂLeminde Hiç sönmeyen ocak, AŞK OCAĞIdır..

AŞK için geçen ÇAĞLarda, neler söylenmiş, yazılmış ve yaşanmış neler..

"Âşık Yûnus mâşukuna vuslat bulunca mest olur!" diyen Yûnus Emre kaddesallahu sırrahu..

"Gâh çıkarem gök yüzüne seyrederem âlemi
Gâh inerem yeryüzüne seyreder âlem beni!"
dedi diye derisini yüzdüren Nesimî kaddesallahu sırrahu..

Leylâ-û-Mecnun'un Fuzûli'si..

VE.. Sayısız 'Aşıklar Kervânı..
Şiirde, Şarkıda, şe'ÂNda, Şuhûdda AŞK..
AŞK; ANLAtılamayan YAŞAnılınca ANLAşılan bir OLuştur..
DUYuş olanı Mecâzî AŞK,
UYuş/OLuş olanı Hakikî AŞKtır.
Hak ÂŞIKLar ->AŞKın Şerefiyle Şâh Şâhidlerdir.


İlâhî AŞK ->Tevhidî bir Tutku ve Belâ' Bâzârındaki RIZÂdır.
AŞK ->ALLAH boyasıyla boyanmak için ÇiLLe ÇÖLLerindeki MuhaMMedî Seyr-ü-Sülûk SIRRıdır..

صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
Resim ---Sıbgatallâh (sıbgatallâhi) ve men ahsenu minallâhi sıbgaten, ve nahnu lehu âbidûn (âbidûne): Allah’ın boyası; Allah’ın boyası ile boyanandan daha ahsen (daha güzel) olan kim vardır? Ve biz, O’na kul olanlarız.”
(Bakara 2/138)

MuhaMMedî HAKk ÂŞIKLar ->Bu Yüce Kur'ÂN-ı Kerîm Beyânıyla UYANanlar ve BOYANanlardır!.

AŞK: MuhaMMedî Makam-ı MahMud Meziyetine hâiz OLuştur.
AŞK: SEVgi ve Fazîlet Frekansını MuhaMMedî KILıştır.
AŞK: Zerrelerdeki Zuhûrat Zevkini MEŞKtir.
AŞK: Parmak İZi gibi ZÂTÎdir.
AŞK: Dâim Dâirenin ADIdır. Çaplar değişik de olsa 360º olduğunu ANLAyıştır.
AŞK: Çapı SIFIR OLan Akdes Noktasındaki SIRR-ı SIFIR Serüvenidir.
AŞK: "ASL"a DUYulan Sonsuz Arzu ve Sızısıdır.
AŞK: GÖNÜLdeki Gölgesizlik Güzelliğidir
AŞK: "ÂN"ın "zamÂN" OLuş Şe'ÂNî Neş'esini YAŞAyıştır.
AŞK: Yedi CeheNNemin Pişirdiği ->Sekiz CeNNet AŞIdır.
AŞK: "HEP"in ->NişÂNsız "HİÇ"e ->İlâhî ve Fıtrî İltifatıdır.
AŞK: Tevhid Tavafında, Dönendeki NİYÂZ Döngüsü ve Dönülendeki NÂZ Dengesi Sabitliğidir.
AŞK: Çekirdeğin Çevresindekilerin ÇİLLesidir.
AŞK: ARZuyla ALış-VERiş ve RIZAyla GİDiş-GELiştir.

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
Resim ---Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurun (tekfurûni): Öyle ise Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve Beni inkâr etmeyin .”
(Bakara 2/152)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

AŞK: İLâhî-MuhahaMMedî RaziYyeten MerziYyeten YOLUdur..

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
Resim ---Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurun (tekfurûni): Öyle ise Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve Beni inkâr etmeyin .”
(Bakara 2/152)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim ---Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Ey iman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allah) onları SEVer ve onlar da O’nu (Allah’ı) SEVerler. Mü’minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). Allah’ın yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip) verir. Allah Vâsi’dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir)..”
(Mâide 5/54)

AŞK: ÖZdeki/Enfüsteki Akdes Noktasına, Mutlak Güzelliğe/Hüsn-ü MutLaka Rücû' dur.
AŞK: GELdiğine GİDiş MuhaMMedî Mi'râcıdır.

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Resim ---Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler..”
(Bakara 2/156)

AŞK: YÜZdeki (âfâktaki) mutlak özelliğe ürûctur.
AŞK: GİTtiğine GELiş mi'râcıdır..
AŞK: ANLAtılamayan ancak yaşanan oluştur.

ÖZ olan insandır; kabuk olan ise Kâinâttır.
Yarım nefeslik hayatta; alınan nefes, doğum; verilen nefes, ölümdür..
ALınan nefes RÜCÛ' (DÖNüş) ve VERilen nefes ÜRÛC (YÜKSELiş) tur.
MuhaMMedî Mekik Akımı (alternatif akım gibi), nabız atışı gibi tik-tak, med-cezir,gel-git,haşr-neşr kulluk oyununun nurudur.
Şüphesiz ki Mutlak Hayat EL HAYY celle celâluhu'nun hakkıdır.
Biz MuhaMMedî Âşıklar ise akı karaya koşlayan (zıdları zevk eden), alın yazısını okuyan ve kişilik-kimlik kilimlerimizi nefes nefes dokuyan tecellî tezgâhında tezgâhtarlarız hamdolsun...
Bizim için TECELLÎ seyri enfüsteki TEVHİD, âfâktaki TECELLÎdir.
Yoksa Tevhidî Şuûra ulaşmadan tecellîden bahsetmek içi bomboş kuru bir lâftır.
Tevhid aynamın sırrıdır, tektir, aynıdır ve asla değişmez..
MuhaMMedî Şuûr sahibi MuhaMMedî'ler bilirler ki içbükey (çukur) aynalardaki görüntüler ifrat (aşırılık-taşkınlık), dışbükey (tümsek) aynalardaki görüntüler tefrit (ihmalkârlık-şaşkınlık) olup doğrusu ve emredileni ise MuhaMMedî düz aynalardaki i'tidal üzere olan birebir, dosdoğru ve hak-hayr olan görüntülerdir.
Yukarıdaki üç aynanın da arkasındaki (bâtın) SIRR, SIRR-ı Sıfır olan Tevhid Sırrıdır.
Zâhirlerindeki değişik görüntüler camın kabiliyet ve isti'dâdındandır.
Şu anda bunca insanlar olarak kılmakta olduğumuz Hayat Namazının sonsuz şekillerde kılınış SIRR-ı İlâhîsi de budur..
Kader, Kaderullah..
Meselenin esası; cisim, nefs için SÛRETtir ve camdır.
CÂN, ruh için SÎRETtir ve SIRRdır..
Hayat namazını, İmâm-ı Mutlak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e UYarak kılış ise; Muradullahı anlayış ve Emrullahı yaşayış şerefi,kulluk sebep ve sonucudur.
Her zaman, her yer ve her hâlde MuhaMMedî'ce...


AŞK: Kıyâmet kıyamını (ayağa kalkışını) hâlihazır DUYuş ve UYuştur..
AŞK: Zerrelerin kıyam haşrını (toplanma) kürrede görüştür..
AŞK: Kürrenin kıyam neşrini (dağılma) zerrede buluştur...
AŞK: ÖLen için: "Canı sağ olsun!" diyebiliştir..
AŞK: Testinin tevhid kabı ve suyun bâki oluş kitabıdır.
AŞK: Zamanı yaşamanın her kişinin işi, "ÂN"ı yaşamanın ise "ER Kişi"nin işi olduğunu biliş ve yaşayıştır..
AŞK: Âşığın alnındaki YAZI, ahındaki HARF, sırrındaki SES ve niyâzındaki NEFEStir.
AŞK: Tenzih ve Teşbihi iyice BİLip-ANLAyıp ikisinin ortasında TEVHİD ile yaşamak ŞEREFİdir..
AŞK: İLâhî İLmi, MuhaMMedî Edebi, Kâmilî İrfânı, ERKÂN (mârifet düzeni) içinde YAŞAyış şuûrudur..
AŞK: Esmâ Seyr ü SüLûkunun KemÂLidir..

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim ---Ve alleme âdeme’l- esmâe kullehâ summe aradahum ale’l- melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn (sadikîne).: Ve (Allah), Âdem’e, (Allah’ın) isimlerinin hepsini (bu isimlerdeki hikmetleri) öğretti. Sonra onları meleklere arz ederek dedi ki: “Haydi sadıklardan iseniz bunları isimleri ile bana haber verin (söyleyin)..”
(Bakara2/31)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

AŞK: Atamız İbrâhim aleyhisselâm, İbrahimî Esmâ Tekemmülünde: "Benim RABB'im yıldızdır, aydır, güneştir" dedikten sonra: "vechimi, VeCHuLLAH'a döndüm ve RABB'im, Rabbü'l-âlemindir." buyurup, ŞİRk putlarını KIRıp baltasını da, en büyük putun boynuna ASması SIRRıdır.

AŞK:
Rabbü'l-âlemin'e; Normal İbâdetin Abdullah’ın (ALLAH'ın her kulunun) işi; Mutlak İbâdetin ise Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in (ALLAH'ın elçisinin) işi olduğunu anlayış ve onun için, O’nu DUYuş ve O'na UYuş Şuûrudur..
AŞK: Enfüs ve Âfâk sözlerinden Âlimin BİLdiği, Ârifin ANLAdığı ve Kâmil Âşığın YAŞAdığı şeydir..
AŞK: Üst üste ve sırat-ı müstakîm üzere konulan yedi noktadan oluşan "ELİF"in yedi adımlık seyr-ü-sülûk serüveninin SIRRıdır.
AŞK: İpek böceği gibi Yumurtalık devresini DEVRetmek, Kemâlât Kozası istiharesini SEYRetmek, Tırtıllığını CEVLetmek ve Kûn fe yekûn kelebeğini HAYRetmek" MuhaMMedî MesLeği, Mezhebi, Meşrebi ve Mâverasıdır.. İstihare: Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak üzere abdest alıp, dua edip uykuya yatma.
AŞK: HaBiBuLLAH Hatırına Halkedilişe Hamd HÂLidir ki;

هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim--- Huvel hayyu lâ ilâhe illâ huve fed’ûhu muhlisîne lehu’d- dîn (dîne), el hamdu lillâhi rabbi’l- âlemîn (âlemîne).: O, Hayy’dır (hayatta olan dâima diridir). O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse dîni O’na halis kılarak (Allah’a) duâ edin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur (Mü'min 40/65)

AŞK: RahmetenLi’L- âLemin DİLiyLe RABBi’l- âLemin ALLAH celle celâlihu’ya Hamd EDiş Şe’ÊNidir.. el hamdu lillâhi rabbi’l- âlemîn..

Resim

Göz ->Gez ->Arpacığı ->Sırât-ı Müstakîme dizmek ->hedefi/ MuRaDuLLAH’ı GÖRürüp de ->EMRuLLAH’ı İŞleyiş/ATEL EDişiidir.. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

AŞK: Cüneydî Bağdadî kaddesallahu sırrahunun, sıcakta buz satan buzcunun: "Sermayesi erimekte olan şu insana yardım edin!." dediğini duyunca bayıldığını anlamak ve ayılmak şuûrudur..

AŞK: "ASL"ile "AYN"ın arakesitindeki Sîne Sazının avazıdır..
AŞK: "Nun"un, "Mim"deki Nazı.. "Mim"in, "Nun"a Niyâzıdır..
AŞK: Şu andaki ŞüYûNuLLAHa İŞtirak ŞEVKinin MEŞKidir..
AŞK: İnsanların sınanma tahtası olan CÂN SIRRına SILAsıdır..
AŞK: GÖZsüz GÖRmeyi, KULAKsız DUYmayı, DİLsiz DEmeyi ve KALBsiz ANLAmayı YAŞAyış ve ANLAtış ARMAĞANıdır..
AŞK: NELİKten, NİTELİKten ve NİCELİKten GEÇme GEÇitidir..
AŞK: "Hel etâ"meydanında MuhaMMedî Muhabbettir..
AŞK: Âşığın güzele de çirkine de ayna olma MuhaMMedî merhametidir..
AŞK: Kendinden geçen kulun kemâl kıymetidir..
AŞK: Dua ettirenin "Âmin!." DEyişine, "Âmin!." DEyiştir..
AŞK: İlâhî Sarhoşlar Sofrasına ayıkları alıştırma âdâbıdır..
AŞK: Duyansız dua, şefâatçisiz suç ve devâsız dert içinde, sıfır "ÂN"daki KORKu ve KULun RABB'ini BİLiş ve BULuştaki sonsuz zamanda OLuş YAŞAyış UMUTudur..
AŞK: Can gibi, başsız-ayaksız ve boşluktaki âşığın yaşayış ahlâkıdır..
AŞK: Yedi değirmeni döndüren bir tek Can Mili'nin, yedi dilli tevhid türküsü ve alın yazısıdır...
AŞK: İmkânla imtihan toprağında kendinden geçen tohumun açtığı tevhid gülünün kemâl kokusudur..
AŞK: Yûsuf (as)'un kurdu, Yakub (as)'un derdi ve akıl aynasının ardıdır..
AŞK: Kâinât Kadehi'ne çok gelen, Kalb Kâsesi'ne yok gelen sırr-ı sıfır esrârıdır..
AŞK: CÂNÂNın, CÂN KıLıcının KemâLât KINıdır..
AŞK: Düğümsüz damlanın yolu, dizginsiz rüzgârın dili ve dertsiz âşığın hâlidir..
AŞK: Güneş ışığı gibi sonsuz yöne can taşımaktır..
AŞK: Merkezde uyuyanların hür ve muhitte uyanıkların özgür oluşu şuûruna ulaşım umududur..
AŞK: Gönlün MuhaMMedî güneşle uyanışının, yanışının ve yanışına dayanışının derûnî derdi ve devâsıdır..
AŞK: MuhaMMedî MuhaBbet ATEŞinin Mor-Mavi ALEVidir..
AŞK: Ecelinden kaçan ahmağa, ecelini kovalayan âşığın kıs kıs gülüşüdür..
AŞK: AŞKla bilgilenip (ilelik) de dünya gibi, olmayanı "hep" gösteren ahmak ile AŞKla ilgilenip (bilelik) de ayna gibi, olanı "hiç" gösteren âşığın fazîlet farkıdır..
AŞK: Âşığın kurban edilen canı, başka canlarda dirilen dosd duyguları ve Dosd'a post olan derisidir..
AŞK: "Can evinde hırsız var!" diyenin dilini çalan çile çırasıdır..
AŞK: Ezelî-ebedî niceliksiz ve niteliksizin Rübûbiyyet nazına, ubudiyet duruşu ve duasıdır..
AŞK: "Şey"deki şuyûn şarkısını MuhaMMedî mırıldanıştır..
AŞK: Kendisini kirlettirmeyen derunî duygunun adı ve yaşayanın feryâdıdır..
AŞK: Vahşi hayvanlar gibi karın açlığına dağların hürlüğünü, boğaz tokluğuna ahırların esir-liğine tercih tevhidinin öyküsü ve türküsüdür..
AŞK: Yer altı SUları gibi bağsız bağlıların derûnî duygusu ve SEVgi SAYgısıdır.

AŞKı dUYan Bir kUYu
->UYarır Bin kUYUYu
Şeker-Şerbet Bal Keser
BinBir kUYunun ->sUYu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

GECEsinde - GÜNDÜZünde
KORKudaki UMUttur AŞKk!.
gÖNüL KÖŞKü GÖKYÜZÜnde
AVCUMuzda BULUttur AŞKk!.



Azîz Kardeşlerim,
Karınca Kadarınca Kaderince; İnsÂNı, AKLı ve AŞKı ANLAmaya ve ANLAtmaya ÇALIŞtık.
ÇALIŞtık diyorum; çünkü BİZim,
ENFÜste/İÇte/İMÂNda MeŞReBimiz ve ÂFÂKta/DIŞta/AMELde MeZHeBimiz/Tâbi' olduğumuz YOL ->MuhaMMedî Sırât-ı Mustakîm YoLudur.
Kendimize mal etmeyi Sahibimiz olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ihânet sayarız.
Her YERde Her ZamÂN Her HÂLde Her NEFeste BİZ BİR-İZ İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz. Çünkü Biz ->MuhaMMedî'yiz.. El hamdu lillâhi Rabbi’l- âlemin..
Bunu unutan ise; ya Zom UYkuda UYUyan, ya Uyurgezer, ya da ZiLZuRNa SERhoştur
UYANıp AYIKtırılmazlarsa UYku ve SERhoşLuk çok Zâlimdir..
Böylesi bir YOLu Tercih edenler çok kâbus yaşarlar ve çok yorgan yırtarlar ALLAH celle celâlihu korusun!.

AŞK, öyle kolay anlatılacak ve anlaşılacak bir şey de değildir.

BİZim Mecnûn-u bî-çâre, LEYyLÂ'sını İZLemiş bir ömür.. sonUÇta bulmuş BELÂ ÇÖLünde..
“LEYyLÂmm!. LEYyLÂmm!.” diye İNLemiş ardısıara..
LEYyLÂ ise, dönmüş taşa tutmuş MecNÛN'u, başına gelen neyse de, testisine değen taş çatlatıp suyunu dökmüş..
Bunu gören MecNÛN üç gün raks etmiş..
Ayılınca ona: "Ey MecNÛN!. SEVgilim dersin, taşını yersin, testini kırdı seni ıssızlarda SU!SU!z bıraktı!" diyenlere,
DivÂNe MecNÛN: "Hayır!.. Hayır! LEYyLÂ SIRRdan habersiz testiyi/beden testimi kırdı, SIRRı serbest bıraktı ve SUyunu sahraya saldı!. "LEYyLÂaa! LEYyLÂaa! LEYyLÂaa!" diyerek DÖNe DÖNe ÇÖLLere ÇEKip GİTmiş..mişş..

Konular öylesine İÇ İÇe ki bu ASLından MuhaMMedî ÂŞIK kardeşiniz,
En LÂzım ve En LÂyıkı aslında kendisi için toplamaya çalışıp, "BİZ”im huzurumuza arz ederken cidden zorlanmaktadır..
Daha BİZ; "İslâm"a, GİRmede.. MuhaMMedî Müslümanın Teslimiyetine, MuhaMMedî Mü'minin İstikametine bile tam olarak giremedik..

Ne yapalım HÂL bÖYLe!..
Zuhûrat Zevkinin önünde; kuru, sarı ve zavallı bir gazel gibi sürüklenip gidiyor "ÂŞık KuL İhvÂNî SefîL’imin KÛN Kâlemi ki, SIRR SAZı..…

AŞKı hemence geçemeyiz; iyice düşündüm ve sizler de düşününüz.

"AKıL ->AKLını BAŞına ALıp, NAKLe ERip, NÛRLanıp, İmân Edip de KemÂL bulursa ->AŞKa DÖNüşür."
Sözüm ağzı yabana el-âleme karşı söylenmişti.. o kadar da basitçe değildir elbette bu hayatta..
AŞKın ASLı ve ASTARı VARdır..
AŞK da ->OLgunlaşır ->KemÂL BULur ->GELişir ve ->VECDe dönüşür..

VeCD ->ÜNSe,
ÜNS ise ->YÂKÎNe,
YÂKÎN ise RIZAya,
RIZA ise ->İHSÂN'a.. DÖNüşür..

VeCD: Kendinden geçerek, kendini unutacak kadar aşkın bir İlâhî AŞK HÂLidir..
ÜNS: İLâhî AŞK HÂLi Alışkanlığı.. yine de parmakla yüzük İLE-liğidir.
YÂKÎN: İLâhî ÂŞıK Ünsiyyet İLeliğinin BİZ BİR-İZ BİLE-liğine DÖNüşüm NOKtasıdır..
RIZA: İLâhî AŞK BİZ BİR-İZ-Liğidir. Zâtî Ziyâ Rüşdüne ERiş…Merziyyeten..
İHSÂN: İLâhî AŞK BEN-Liği SINIRındadir..ÂN Sahibliği Hakikatinde.. Raziyyeten..

ANLAtılagelen FENÂFİLLAH ve BEKÂBİLLAH Genellikle sÖZlerde ve SATIRlardakidir..
ÖZlerde ve SADRlardaki ise, çocuk doğuran bir kadının yaptığı gibidir. Yaşamayana YALANdır..
Bunu ise, İslâmdaki 5 kadın: Anamız, eşimiz, kızımız, gelinimiz ve kız kardeşlerimiz/tüm kadınlar daha iyi bilir..
Doğan bebeğimizin adı, AŞK BeBeğidir.
Mürüvvetini görmek Muradımız ve MuRADuLLAHtır..
18 inde Delikanlı,
40 ında OLgun İnsÂN ve
63 ünde Pîr-i Fâni ve Saîd olarak HAKK celle celâluhu'a yürüyen HAKk YOLcusu..

AŞKın; astarını ve ASLını ANLAmak için;
ŞeCeRetü'L- KÛN!.. OL!
ŞeCeRetü'L- KeVNeyn/İki ÂLeMin şecere OL/uş Ağacı OLan..
ŞeCeRetü'L- AŞK'ı İyice İNCELeyip Günlerce DÜŞÜNelim BİZ BİR-İZ-Likte..
Biliyorsunuz ki, KüLLî ŞEYyin/Herşey'in bir EVVELi vardır. İnsanın da EVVELi vardır.
Ancak İnsÂNoğLunun, kendisinin EVVELini bilmesi, geri dönüp görmesi-gezmesi imkansızdır..
EVVELini AKLen düşünür ve NaKLen BİLir ama şu ÂNda YAŞAyamaz..
Küllî Şey'in EVveLini MuTLak BİLici/BİLen; EL HALLÂKU'L- EVVEL olan Sistemin Sahibi RABBü'l-ÂLemîn olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLdir..

YiNE KüLLî ŞEYyin/Herşey'in bir ÂHİRi de OLacaktır ve VARdır..
En mükemmel varlık olan, AKIL ve AŞK AYNası İNSÂN dahi; aldığı, ya da verdiği yarım nefeslik geleceğini bilemez!. Atlayıp, geçip, neler olacak seyredip ona göre işler yapamaz!.
SüNNetuLLAHta; ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Sistemini Kuruş, Devâm Ettiriş Tavrı, Tarzı, Stili ve Kıvamında bu yoktur..

Onun için Dosd MuhaMMedî olarak BİZLer;
BİZ BİR-İZ BİLeşik KAPLARı gibi, Bedenî Göbek Bağından İLerde RUHî GöNüL Bağı ile bağlı olarak, sonUÇu KEBAN'a çıkan Elektrik Hatlarının ENTERKOLLEKTE BAĞLıLığı gibi;
HER ZAMAN HER YER, HER HÂLDE VE HER NEFESTE,
Hep beraber EL BİRLiğiyle, CÂNLa BAŞLa:
->GEÇen ÖMRümüze Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de TEVBEmiz TEKtir.
->GELen ÖMRümüze Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, DUÂmız TEKtir.
->Şu ÂNa/YAŞAnmakta OLÂN ÖMRümüze ise:
“OLsun!.OLmasın!.”ı Terk ederiz.. "OLÂN"ı tüm tedbir, azm ve tevekkülümüz sonucunda Hükm-ü HAKk BİLiriz ve itirazsız RIZA ederiz ki bu; NEFSimizin İŞine GELirse ŞÜKÜR, GELmezse SABIRdır..

Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde RIZAmız da TEKtir..
Son NEFESte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde ŞEHÂDETimiz de TEKtir..
Bizim "TEK" olmayan neyimiz var kardeşim?.
ALLAHu zü’L- CELÂL'imiz celle celâluhu TEKtir.
KeLÂMuLLAH Kur'ÂN-ı Kerîmimiz TEKtir.
ReSÛLuLLAH sallallahu aleyhi vesellemimiz TEKtir.
HERBİRimiz ALLAHu zü’L- CELÂL'imizin ABDuLLAH-Ları OLarak Parmak İZLerimiz TEKtir..
Ve BİZim Maddî-Manevî Herşeyimiz NÛRuLLAHtan -> NÛR-u MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem'de GARK OLmuştur..
her ZERRe/Atom gib BİZ dahi Mecburen ve MutLaka TEKe TEKiz.. ve’s- SELÂMm!.

Gerçi bu Hak SÖZümüz;
DIŞ Testi'sinin yaşı 70 ancak İÇi 7 aylık Lâf Bebeleri, Cedelci, Şucu, Buculara,
Dışı DeDe OLan ancak İÇi BeBe KALanlara belki de çok ağır gelir de hazm edemezler..
OnLarı da Hoş GÖRürüz çünkü MuhaMMEdî MeLÂMet YOLUmuzda;
DAVA ->ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in ve TEK,
DÂVET ->ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi ve sellem'in ve TEK,
DUÂ ->BİZim ve TEK..
GERİye DENAÂT/ALÇAKLık KALmıştır ki o da TEKtir..

Azîz Kardeşlerim;
YÜZümüzü Riyâdan, ÖZümüzü DAVAdan Sakınıp, DİLimizi ÖZümüze ÇEKip;

ŞeCeRetü'L- AŞK, Şeceretü'l- KemÂLÂt, ŞeCeRetü'l- KeVN AĞACImızı, ŞeCeRe-i HAYATımızı/Hayat Ağacı, SiLSiLe, SüLÂLe, Soy Ağacı, Zevk Zinciri, ÇİLE CETVELİMİZi ÇİZeLim Resim


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

4.2-) ŞECERETÜ’L-AŞK - ŞECERETÜ’L-KEMÂLÂT - ŞECERETÜ’L-KEVN

Azîz kardeşlerim,
Seneler önce MuhaMMedî Hasbî-Habîbî HİZmette İkİ EL OLduğumuz HAY OğuL Hakan ÂRif YILDıZ İLe-BİLe nasıl da Uğraşmıştık bu sekiz tomurlu Cennet Ağacımızı çizmek için bilgisayar daha yenice gelmişti ülkemize..

Âcizâne arz ettiğim Şeceretü’l- KeVN, maddî-mânevî var oluş ağacı veya Şeceretü’l- AŞK dediğim kemâlât gelişimini tek tek ve iyice inceleyelim.. Ne, nedir?. Anlamaya çalışalım.
Biliyorsunuz her şeyin Evveli, Âhiri, Zâhiri ve Bâtını olması halk edilişin gereğidir. Yeter ki yerli yerine oturtabilelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
KENDİ NEFSimizin Şeceretü’l- KeVN ->OLUŞum Ağacımızı AKLen-NAKLen ANLArsak; BİLip-BULup-OLduğumuz MuhaMMedî ŞehâdetuLLAHımızı YAŞArız İNşâe ALLAHu Teâlâ!.

TABANımızdaki, EVVELimizde BAŞLağıçta MuraduLLAHtaki AHDuLLAH ki, MuhaMMedî NÛRuLLAHımız ki BEZM-i ELEstimiz BeLÂ BÂZÂRımız..
TAVANımızdaki, ÂHİRimizde SonUÇta EmruLLAHtaki ki, MuhaMMedî ONÛRuLLAHımız ..
SAĞımızdaki; KAZA-KADERuLLAH feyeKÛN, İLiM, İnsÂN, İmÂN, İBÂDet, İtâat, İrfÂN, İkÂN, İhsÂN MuhaMMedî ŞÛURLarımız..
SOLumuzdaki; İRÂde-MEŞiYyetuLLAH NûN-KÛN, EDeb, ENfûs, EMÂNet, İHLâs, İTtikâ, ERkÂN, İZÂN, RIZA MuhaMMedî SÜRÛRLarımız..

Kısacası DOĞum ÖLüm ARAsında YAŞAdığımız İLMuLLAH-HAŞyetuLLAH-MuhaBBetuLLAH-RIZAuLLAHtaki ->URÛC <-> RÜCÛ' ->MuhaMMedî Mİ'RÂC MAHŞERimiz..
BİZ BİR-İZ ->NAHNU ->NÛRun aLÂ NÛRumuz.. MuhaMMedî ONÛRumuz..
RESÛLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem Efendimize BİZE OLAN Şehâdet Şerefi ve Şifâat Şifâsı için her nefeste BİZ BİR-İZ Teşekkürlerimiz..
ALLAHu zü’L-CELÂL’imize, SONsuz ve SINIRsız İLMuLLAHça ŞÜKÜR ve EL HAMDu LiLLÂHi RABBi'L- ÂLEMîNnn!.

Bir atomda/zerrede, kâinâtta/kürrede, bir mikrop canlısında, tek hücreli amipte ve Sistemin Sahibi ALLAHU TeÂLÂ’da dahi böyledir. Ne varki ALLAHu zü’L-CELÂL’de mutlakiyyet Ulûhiyyeti gereğidir. Evveli, Âhiri, Zâhiri, Bâtını kendisidir ve Zâtîdir..
Her husus ZÂTına mahsus ZÂTuLLAHtır..

EL HADÎD/Demir-Hududu çizen sûremizde:

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Sebbeha lillâhi mâ fîs’- semâvâti vel’- ard (ardı), ve huvel’- azîzul’- hakîm (hakîmu).: Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbihetmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hadîd 57/1)

لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Lehu mulkus’- semâvâti vel’- ard (ardı), yuhyî ve yumîtu, ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Semaların ve arzın (yeryüzünün) mülkü O’nundur. Hayata getirir ve öldürür. Ve O, herşeye kaadirdir.” (Hadîd 57/2)

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
"Huvel’- evvelu vel’- âhiru ve’z- zâhiru vel’- bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.” (Hadîd 57/3)

Kur'ÂN-ı Kerîmimizdeki Muhteşem Yedili Sistemde KüLLî ŞEYy’in KÛN feyeKÛN yeniden Yaratış Yüzüş Sebbehâsı..

Subhâne.. masdar olarak.: İsrâ 17/1 sûresinde geçmektedir.:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
"Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel’- mescidil’- harâmi ilâl’- mescidil’- aksallezî bâraknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves’- semîul’- basîr (basîru).: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.” (İsrâ 17/1)

Sebbaha.. geçmiş zaman kipi olarak.: Hadîd 57/1; Haşr 59/1; Saf 61/1 sûrelerinde geçmektedir.:

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Sebbeha lillâhi mâ fîs’- semâvâti vel’- ard(ardı), ve huvel’- azîzul’- hakîm(hakîmu).: Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbihetmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hadîd 57/1)

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
" Sebbeha lillâhi mâ fîs’- semâvâti ve mâ fîl’- ard (ardı), ve huvel’- azîzul’- hakîm (hakîmu).: Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbihetmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Haşr 59/1)

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
" Sebbeha lillâhi mâ fîs’- semâvâti ve mâ fîl’- ard (ardı), ve huvel’- âzîzul’- hakîm (hakîmu).: Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbiheder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Saf 61/1)

YuSebbihu.. şimdiki-ve geniş zaman olarak.: Cuma 62/1; Tegâbûn 64/1; Haşr 59/24 sûrelerinde geçmektedir.:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
"Yusebbihu lillâhi mâ fîs’- semâvâti ve mâ fîl’- ardıl’- melikil’- kuddûsil’- azîzil’- hakîm (hakîmi).: Göklerde ve yerde olanlar, Allah’ı tesbiheder ki; (O) Mâlik’tir (mülkün sahibidir), Kuddûs’tür (mukaddestir), Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Cuma 62/1)

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Yusebbihu lillâhi mâ fîs’- semâvâti ve mâ fîl’- ard(ardı), ehul’- mulku ve lehul’- hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerde ve yerde olan herşey Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur ve hamd O’nadır. Ve O, herşeye Kaadir’dir (gücü yetendir).” (Tegâbun 64/1)

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Huvallâhul’- hâlikul’- bâriul’- musavviru lehul’- esmâul’- husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs’- semâvâti vel’- ard (ardı) ve huvel’- azîzul’- hakîm (hakîmu).: O Allah ki; Yaratan’dır, Bâri’dir (yokken var eden), Musavvir’dir (şekil verendir), güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbiheder. Ve O; Azîz’dir (yücedir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Haşr 59/24)

Sebbehâ, Kur'ÂN-ı Kerîmde 7 yerde/6 sûrenin birinci âyeti olarak ve Haşr 59/24 âyeti ki,
Tüm zaman dilimlerini kapsayan bir tesbih etme..
Sebbehâ; Yüzmek, Subhânallah demek. Sebbaha, mübalağa ile ALLAH’u TeÂLÂyı tenzih ve takdis etmek.
Zerrenin/atomun ve Kürrenin/kâinâtın bir saniye durmaksızın takdir edilen yörüngede ve şartlarda kimseye dayanmadan/mesnedsiz parmak izleri gibi tek başlarına -RABB’larıyla başbaşa-, sonsuz felekler içinde yüzüp durmaları.. Her hücrenin HAYy Haykırışı..
Doğuştan-ölüme bir kere bile susmadan tevhid tıklayan kalbler.. Her şey; her yerde, her zaman, her HÂLde ve her nefeste herkesle beraber sistemin sahibi AZÎZu’r- RAHÎMu’L- SUBHÂN ALLAH TeÂLÂ’yı maddî/somut) ve mânevî/soyut noksanlık, benzetme ve zıddı var sanmalardan uzak kılıyorlar ve: “BİZ CÂNLı Şâhidleriyiz!.” diyorlar..
Şe’ÂNuLLAHta, her ÂNda, KüLLî ŞEYy’in DİLinden EZELin EBED EZÂNını OKUmakta MuhaMMedî Müezzinler: “ALLAHu zü’L-CELÂL; Zâtında, Sıfatında, Esmâsında, Eşyâsında, Fiilinde ve Hükümlerinde Benzemekten Münezzehtir!.”
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KULLuk DEMde DEMi
KÛN fe yeKÛN ÂLEMi..

->ŞE’ÂN ->ŞÛUR-u MuhaMMed
NÛRuLLAH ->NÛR-u MuhaMMed
->SIRRın SÜRÛRu ->MuhaMMed
->OLÂN -->O-NÛR-u MuhaMMed..

sallallahu aleyhi vesellem..

ZEVK 8544


->ZÂT’tan ->SIFat ->ESMÂ ->EŞYÂ.. ->KULLuk İmtihÂNı ->MekÂN
->GÜNEŞ iLe DÜNyâ ->OYUNu. ->GELmiş-GEÇmiş-Şu ÂN->ZamÂN
->İLİM ->İRADE ->İDRAK-La
İRFÂN ->ERKÂN ->İŞTİRAK-La
->NAKLuLLAH-a -->ULAŞamaz!. -->HAM AKLına -->KUL-ken İNSÂN!.


21.11.17 17:52
brsbrsmm..tktktrstkkmdbnveakşamezÂNımzz..


KULLuk ÂLEMinde;

Her CÂN ->TAVŞAN. ->Her NEFS ->AVCI
Her CÂN ->“AV”dır.. ->Her NEFS -->TAZI
Her CÂN ->“SANIk” ->Her NEFS ->SAVCI
N E F i S =>KÂTİB.. ->K A L E M.. ->YAZI!.


Resim

CÂNım ÇOkça ->İT TAŞLamak İSTEmekte.. bENLik ESMÂsı
->İT de YOk ->TAŞ da YOk!.
TAŞı BULdum ->İT de VAR..
ANcak ->KıTMÎRin BOYNunda ->RABBımın KULLuk TASMAsı!.

YÂ HAYyu’L- HUuuu ALLAH celle celâlihu!.


Resim

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU’s- SEMÂVÂTi ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, GÖKLERİN ve YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) NÛR ÜSTÜNE NÛRDUR. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

TüMM ÂLEMLerde MevCÛD OLan KÜLLî ŞEYy’in VAR OLuşu, İLk SEBEBi OLan NÛRULLAH’ın ->NÛR-u MuhaMMed yansımasıdır.
Tüm ÂLEMlerin ki, KâiNâtın RAHmet ANAsı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in “RAHMetenli’l- ÂLEMîn”SIRRı budur. NÛN NÛR-unun “Kâf KeVNi”ne geçişi.. KÛN SIRR-ı SIFIRı..

Varlık sebebler zincirinin iki ucu O’dur. O, ilktir.. Sebebler O’ndan başlar.. O SONsuz-SONdur.. Yaratılanlar için NETİCEler, SONUÇlar O’nda son bulur..
Te’Lif/birleştirip karıştırmakta, bir araya getirmekte de ilk O’dur.. TekLif/sorumlu kılmakta da SONdur..

Huve'l- EVVELu ve'l- ÂHİRu ve’z- ZÂHİRu ve'l- BÂTINu.. (bâtınu),
ZÂHİRin ve BÂTINın->EVVELi ve ÂHİRu ->O’dur..
Kısacası.. Lâ Huve iLLâ Huve.. O’ndan bAŞKa O YOKtur..

Bir atomda/zerrede, kâinâtta/kürrede, bir mikrop canlısında, tek hücreli amipte kesinlikle “TEKe TEK”Lik.. ve Sistemin Sahibi ALLAHU TeÂLÂ’da dahi böyledir. Ne varki ALLAHu zü’L-CELÂL’de mutlakiyyet Ulûhiyyeti gereğidir. Evveli, Âhiri, Zâhiri, Bâtını kendisidir ve Zâtîdir..
Her husus ZÂTına mahsus ZÂTuLLAHtır..” TEKe TEKLikte ->TEK-BİR”dir.

EL HADÎD/Demir-Hududu çizen sûremizde:

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Sebbeha lillâhi mâ fîs’- semâvâti vel’- ard (ardı), ve huvel’- azîzul’- hakîm (hakîmu).: Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbihetmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hadîd 57/1)

لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Lehu mulkus’- semâvâti vel’- ard (ardı), yuhyî ve yumîtu, ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Semâların ve arzın (yeryüzünün) mülkü O’nundur. Hayata getirir ve öldürür. Ve O, herşeye kaadirdir.” (Hadîd 57/2)

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
"Huvel’- EVVELu vel’- ÂHİRu ve’z- ZÂHİRu vel’- BÂTIN (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, evveldir (ilktir) ve âhirdir (sondur), zâhirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.” (Hadîd 57/3)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Uluhiyyetinin, ASLen ve ZÂTen hakkı olan; Kaza, Kader, İrade ve Meşiyyet Sahibi ULu Usta ALLAHu zü’L-CELÂL.. Küllî Mülkün Mâliki ve Meliki RABBu’l- ÂLEMîn, MuhaBBetini seyrÂNa sermek için MeRHaMeten Mâsivâsını/ZÂT’ından gayrısını, Zâtî Plan ve Programı içinde halketmiş, hâlen de her ÂNda halk etmekte/halk ediyor ve halk edecektir..

Mânâ Âlemlerinden Tecellî EMRi ->”KÛN!.OL!.” ile zamÂNsız ÂNda “fe-yeKÛN-Hemence OLan!.” her varlığın Aslî Nefslerine/Ruh-larına, Rübûbiyyet Tevhidini takdim edip, onların şehâdetlerine kendisi şâhid oluyor.
Mâsivânın övünç kaynağı Âdemoğlu, UBûDîYyet/KuLLuk Emânetini kabul edip, RABBu’l- ÂLEMîn’le KuLLuk Antlaşmasını/AHDuLLaHı imzalıyor. Bu ilk Rübûbiyyet Tevhidi Sözünün isbatlanabilmesi için gerekli olan; Zaman, Mekan ve İmkan ÂLemi ile KULun kendi Vücûdu/Mevcûd varedilmeye başlıyor.
Bir başka ifâde ile Madde Âlemi “KÛN feyeKÛN”ları da başlıyor. Çırılçıplak girip çıkacağı bu Canların Cengi Hanında, İmkânla İmtihan Meydanında son nefesle son sözü Uluhiyyet Tevhidi şehâdeti:
“Eşhedü en lâ ilâhe illâ ALLAH ve eşhedü enne Muhammeden abdûhu ve Rasûluhu” olacak mı?.
Son sözü, ilk sözünü doğrulayacak mı?.
ZÂT’tan ->SIFat ->ESM ->EŞYÂ.. Maddî-Mânevî KüLLî ŞEYy!. ŞEYyler.. OLan “EŞY”nın halk edilişi!.
Sonsuz sayıdaki “ŞEYyler”i ->“KüLLî ŞEYy” buyurarak tek kaleme indirgeyen HALLAKu’L- ALÎM ALLAH celle celâlihu’nun ŞE’ÂNuLLAH Şehrindeki “KÛN feyeKÛN” TeCeLLî Cünbüşü!. Şu ÂNda.. her ÂNda..

İçinde yaşamakta olduğumuz şu CÂNLar CENgi CihÂNındaki TeCeLLî Cünbüşüneayak UYduraBİLmek için MükeMMeL KuL ve EŞsiz RESÛL MuhaMMed aleyhisselâm’a KULak VERip DUYalı ve UYaLım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kânellahu ve lem yekûn mâahu şey’un: ALLAH vardı ve O’nunla birlikte hiçbirşey yoktu!.” buyurdu.
(Buhârî, Bedü’l- Halk 1; El Hindî, Kenzu’l- Ummâl X-29850)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cevfü’l- kalemü bimâ hüve kâinun: Yazılmış bitmiştir, kalem kurumuştur.”
(Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ I-398-1071)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Evvelü mâ halakallahu nurî, evvelü mâ halakallahu kalemü, evvelü mâ halakallahu’l- akl: ALLAH’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur, ALLAH’ın ilk yarattığı şey kalemdir, ALLAH’ın ilk yarattığı şey akıldır.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, V/317; Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ I/311, (823,824,827); Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ III-318)

İlk akıl, ilk kalem, ilk nur olan Nur-u Muhammed.
Tekrar dirilme de Nur-u Muhammed’le başlayacaktır.

ALLAHu zü’L-CELÂL İLMULLAH’ındaki SÜNNETULLAH/var ediş tarzı, tavrı sistemi ile mutlak kendisinin Ulûhiyyetinde olan kaza, kader, irâde ve meşiyyeti (dilemesi) ile “KÛN!. Ol!” buyuruyor.. “Kaf” “Nun”a varmadan MURADULLAH, EMRULLAH’la “Var” olur, “Şey” olur..

“KÛN!.”, MERKEZdeki “ÂN”ın ŞeÂNuLLAH’la MUHİTteki ZAMAN zuhûrudur.
Nun; nunî, Kur’ân gibi vahyî, mânevî.
Kâf; kevnî, Şakku’l- Kamer gibi kelâm-ı Rasûlullah, maddî..


Resim

->“KÛN feyeKÛN YAKîNi”ni doğru ve tamm ANLAmalıyız İnşâe ALLAHu TeÂLÂ.:

YAKîN GELenedek KULLuk feyKÛNunu YAŞA!.maktayız Hamdolsun!.

Biliyoruz ki, ULUhiyyet/ALLAHLık, ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in; Kaza, Kader, İrâde ve Meşiyyet Sıfatlarıyla Mutlak Mücehhezliktir.
ALLAHu zü’l- CELÂL’in Tekvinî İrâdesi, Varlıkların MevCÛD Kılışını-Yaratışını her ÂN, Şe’ÂNuLLAHta KÛN feyeKÛN Edişidir..
Her VARLık ->Bu EMRe ->Muhtaç ->Mecbur ->Me’mur ->Mahkumdur..

أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُم بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ
Resim---"E ve leysellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda bi kâdirin alâ en yahluka mislehum, belâ ve huve’l- hallâku’l- alîm (alîmu).: Gökleri ve yerleri yaratan, onların bir eşini daha yaratmaya kaadir değil midir? Evet O, (yegâne) Yaratıcı ve En İyi Bilen’dir.”
(Yâsîn 36/81)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---"İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu KÛN fe yeKÛN (yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.”
(Yâsîn 36/82)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu): Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”
(Hicr 15/99)


Azîz kardeşlerim,
Âgâh OLalım ki, İşin püf noktasıdır “KÛN fe yeKÛN!”

بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
"Bedîu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Gökleri ve yeri bedî olarak (örneksiz) yaratandır. Bir işi kadâ ettiği (olmasını istediği) zaman, o şeye sadece “OL!” der. O, hemen OLur.” (Bakara 2/117)


Kadâ (dat ile) (Kaza): kat etmek, kesip atmak karar vermek. Yaratmak, emretmek, hükmetmek, tamamlamak. Olacağı ezelden Cenâb-ı Hakk celle celâluhu tarafından bilinen murad edilen şeylerin vuku’a gelmesi.
İbtida: maddesiz, mekansız, zamansız ve örneksiz halkediş, icâd ve varediliştir.


قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
"Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer (beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’ (yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: (Hz Meryem): “Rabbim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. (Allah şöyle buyurdu): “İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “OL!” der, o hemen OLur.” (Âl-i İmrân 3/47)

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
"İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem (âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Muhakkak ki Allah’ın indinde (nezdinde) Hz. Îsâ’nın durumu, Hz. Âdem'in durumu (yaratılışı) gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona “OL!” dedi (ve o OLdu).” (Âl-i İmrân 3/59)

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
"Ve huvellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), ve yevme yekûlu kun fe yekûn (yekûnu), kavluhu’l- hakk (hakku), ve lehul mulku yevme yunfehu fî’s- sûr (sûri), âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeh (şehâdeti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “OL!” dediği gün (herşey) OLur. O’nun sözü haktır, mülk O’nundur. O gün sûr’a üfürülür (sur’a üfürüldüğü gün hükümranlık O’nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar olandır.” (En’âm 6/73)

Mahlûkatın hak ile yaratılması; halkın fayda ve menfâatı (hayr’ı) na uygun bir şekilde yaratılması olup sistemin fıtrî seyrî bu tarzdadır.

Sur, Sûrettir. Sır ise Sîrettir..
İnsanise, Sûr’a üfürülen sırdır.. Böyle bil..

إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
"İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ eradnâhu en nekûle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözümüz, ona sadece: “OL!” dememizdir. O, hemen OLur.” (Nahl 16/40)

مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
"Mâ kâne lillâhi en yettehıze min veledin subhânehu, izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Allah’ın bir (erkek) çocuk edinmesi olamaz. O, Sübhan’dır (herşeyden münezzehtir). Bir işin olmasına karar verdiği zaman, o taktirde sadece ona “OL!” der ve o, hemen OLur.” (Meryem 19/35)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
"İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona: "OL!" demektir. O, hemen OLur.” (Yâsîn 36/82)

هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ فَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
"Huvellezî yuhyî ve yumît (yumîtu), fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Hayat veren de öldüren de O’dur. O, bir işe hükmettiği (karar verdiği) zaman ona sadece "OL!" der. Ve o, hemen OLur.” (Mü’min 40/68)

İşte size sekiz âyet, sekiz OLuş ve sekiz cennet..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

4.2.1-) İLİM

İLiM; ALLAHu zü’L-CELÂL’in insan aklına verdiği dİRİ-liktir, NÛR-dur..

Ara nOt:
Benim nefsim de her insan gibi bâzen: “Sıkıldım, biraz ara verelim, bir tur atalım, halka Müfettişlik ve Mûftîlik yapalım, noksan arayalım, lâf tokuşturup lâf sokuşturalım v.s.” diyor.
Beni çâresiz bıraktığı anda, Elhamdü li’llahi RABBu’l- ÂLEMîn ki, Sistemin Sûret Ve Sîret Sahibinin Habibî, bu Fakîr Kıtmirin Sahibi ve Tevhid Tabibi Efendim aleyhisselâtû ve’s- selâm =>Muhammedî Merhamet Maşrabası ile Muhabbet Şarabından, Kevserinin Keremi olarak bir yudum lûtfedince şaşkın nefsim sarhoş olup sesini kesiyor!. MuhaMMedî Hasbî HabibîHizmete koşuyor..
Ve şimdi şu andaki zevki arz ediyor ve konumuza dönüyorum!


Resim

ZEVK 2415

NEY Gibi NİYÂZın ->NErde? Sûretin ->SÛR Sîret ->SIRsa!
“Yu Sebbihu! Semâ”sında ->Sistem! Nefs ->SIRR-ı SıFıRsa!
ZiKR-i ->FiKR-i ->ŞüKR-ü ->SaBR-ı DâiMî ->OL!. ->RıZaSında
MERKEZde->MUHİTte =>ALLAH HaZIR-NaZIR->NeFS HaZıRsa!.



İLİM o ki;
LeDûNn İLMi: İLâhî ve Rızaîdir.. Zâtî.. İlmîdir..
TaSaVvuf İLMi: RaSûLî ve Lutfîdir.. Sıfatî.. Edebîdir..
ŞeRîat İLMi: NeBîYyî ve Keremîdir.. Esmâî.. Şer’îdir..
Tabîat İLMi: Beşerî ve İhtiyarîdir.. Eşyâîdir.. Tâbiîdir..

Aziz Kardeşlerim;

İlmî Kemâlât da, İlmî Cehlî Cehâlet de, insanı cesur yapar.
Ne var ki, sonunda Âlim Kâmil olan makbul olurken, Zâlim Câhil olan mahcub olur..

Akıl bilginin kabıdır, dil ise tercûmânıdır. Akıl ve bilgi kulluk kösteğidir..

Bilge kişi; bilgisi ÖZünde, SÖZünde ve YAŞAyışında Hak ve Hayr olan Kudsî Kişidir.
Bilge Kişinin Erdem Kanatları, aklı ve bilgisidir.

Kendini BİLene babasının kanı ->helâl,
Kendini BİLmeyene anasının sütü ->haramdır..

Akıl ve Gönül ->hibe iledir.
İlim ve Bilgi ise ->çaba iledir.

Bilgi ->KemâLât CeNNetini AÇan KiLittir..
Bilgi ->CehâLet CeheNNemini KAPAtan KiLittir..

İlim ->Hayâ ->Sadakat ->Adâlet ve ->Azm Sahibini =>KuL iken -> SuLtÂN eden MuhaMMedî Kemâlât YOLudur..

İlim, MükeMMeL MuhaMMedî İNSÂNLıktır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ya ilim öğrenen âlim, ya ilim öğrenen öğrenci, ya dinleyen veya bunları seven ol! Sakın beşincisi olma, yoksa helâk olursun.” buyurmuştur.
(Taberanî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ya öğrenen ol, ya öğreten ol, ya dinleyen ol ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma. Yoksa helâk olursun.” buyurmuştur.
(Taberânî; Beyhakî)

Âlim bilmediğini bilendir, Bilgin bilge ise, zararı ve yararı ayırandır.
Bilgiyi küçük gören başın belâsı, kendinden büyüktür ve durmadan büyür..
MuhaMMedî KâmiL ÂLimin KaLbi, KEVSER gibi kaynar ki, CENNETe benzer.
CâhiL Sofunun KaLbi, Çorak ÇöL Kumu gibidir ki, asLa SU tutmaz uçsuz bucaksız SU-SUz ÇÖLLere benzer..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

4.2.1.1-) HADİS-i ŞERÎFLERDE İLİM.:

İLİMin ÖNemi ve İLMiyle AMeL ETmenin FaZîLeti:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âlimin âbide üstünlüğü; benim, sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir.” buyurmuştur.
(Tirmizî; ilim 19-2686)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAHu TeÂLÂ Hazretleri, melekleri, semâvât ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret (hakk ve hayr talebinde) duasında bulunur..” buyurmuştur.
(Tirmizî)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH celle celâluhu kimin için hayr murad ederse onu dinde fâkîh kılar..” buyurmuştur.
(Buhârî İlim13; Müslim Zekât 98,10; Tirmizî İlim 1-2647)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Tek bir fâkih (din âlimi), şeytâna karşı bin abidden (bilmeden, anlamadan ibâdet eden) daha güçlüdür..” buyurmuştur.
(İbn Abbas radiyallahu anhu’dan; Buhârî, tarihinde; Tirmizî, İlim 19/2083; İbn Mâce)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Dinde fâkih (bilge) olan kimse ne iyi kimsedir.! Kendisine muhtaç olununca faydalı olur. Kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır..” buyurmuştur.
(Hz. Alî kerremullahi veche’den Rezin, Kutub-i Sitte 4106)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âlim ol (maya meylet), veya müteâllim (öğrenci), veya dinleyici veya (bunları) seven bir kimse ol, sakın beşincisi olma ki helâk olursun..” buyurmuştur.
(Ebi Bekre radiyallahu anhu’dan; İbn-i Adiyy; Tabarani Kebirinde, Beyhakî Şûabü’l-Îmân’da)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “En üstün îbadet ilim taleb (tahsil) etmektir..” buyurmuştur.
(Ebu Hûreyre radiyallahu anhu’dan, Deylemî)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Dikkat et! sana, ALLAHu TeÂLÂ’nın onlarla seni faydalandıracağı (bazı) hasletler öğreteceğim: ilim; çünkü ilim mü’minin dostudur, hilm veziridir, akıl delili (yol göstericisi), ameli kayyımı (bakıcısı, tutucusu), rıfk babası, yumuşaklık kardeşi, sabır ise ordusunun emiri (komutanı) dır..” buyurmuştur.
(İbn Abbas radiyallahu anhu’dan, El-Hâkim)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse (koyulursa) ALLAH celle celâluhu onu cennetine giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler ilim tâlibinden memnun olarak kanatlarını koyarlar (üzerlerine). Semâvât ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfâr ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinâr ne dirhem mîrâs bırakırlar, ama ilim mîrâs bırakırlar. Kim de ilim elde ederse bol bir nâsib elde etmiştir..” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, İlm 1-3641; Tirmizî, İlm 19-2683) (Kesir bin Kays, Ebû’d Dertâ radiyallahu anhu’dan İbn-i Mâce Mukkaddime 223)


Resim

Azîz kardeşlerim, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu ilmiyle edebiyle âmil âlimlerdir.
Yoksa bir de madalyonun öbür tarafı var: “Rabbenâ, hep bana”cılara:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyâmet günü bir adam getirilip ateşe atılır. Karnındaki bağırsakları dışarı çıkar. Onları, eşeğin değirmen taşını döndürdüğü gibi döndürür. Derken, Cehennem ahâlisi etrafına toplanır ve: “Ey filân! Sen dünyada iken (bize) ma’rufu (hakkı ve hayrı) emredip, münkerden (bâtıl ve şerden) nehyetmiyor muydun?” derler. O: “Evet, ma’rufu emrederdim ama kendim yapmazdım, münkeri yasaklardım ama kendim yapardım diye cevâb verir..” buyurmuştur.
(Usame radiyallahu anhu’dan; Buhârî-Bed’ü’l-Halk 10, Fiten 17; Müslim, Zühd 51/2989)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz ki kıyâmet gününde en şiddetli azaba dûçâr olacak kişi, sahib olduğu (kazandığı) ilimden; ALLAHu TeÂLÂ’nın, istifâde nâsib etmediği âlimdir..” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan İbn. Asâkir)


Resim

İlmiyle âmil bir âlim olan mü’min ise ilim gibi azîz ve değerlidir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âlimlere saygı gösterin (ikrâmlı olun). Çünkü onlar peygâmberlerin vârisleridir. Onlara ikrâm eden (saygı gösteren, değer veren) ALLAH’a ve Rasûlüne ikrâm etmiş olur..” buyurmuştur.
(Câbir radiyallahu anhu’dan El Hatîbi ve El Deylemî)


Resim

Bir Toplumda Muhammedî âlimlerin yok olması ilmin yok olması demektir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim ortadan kaldırılmadan evvel ilim öğrenin. Çünkü herbiriniz yanındakine ne zaman muhtaç olacağını bilmez...” buyurmuştur.
(Darimî, Mukaddime 19; Deylemî, Firdevs II/41-2236)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH celle celâluhu ilmi kullarından çekip almaz (kabz etmez) ve lâkin âlimleri çekip alınca (ölümleri ile) ilmi de çekip alır, nihâyet yeryüzünde (toplumda) tek bir âlim (gerçek) dahi bırakmayınca, insanlar câhilleri reis (başkan) edinirler (edinecekler) de onlara süâl sorulur, onlar da ilimsiz olarak (câhilce bilmeden) fetvâ verirler. Böylece hem kendileri sapacaklar, hemde başkalarını saptıracaklardır...” buyurmuştur.
(İbn-i Ömer radiyallahu anhu’dan: Buhârî, Müslim, İmâm Ahmed, İbn Mâce; Aişe radiallahu anha’dan Hatîbi)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ey insanlar ilim alınmadan kaldırılmadan önce nâsibinizi alın!” buyurdu. Denildi ki: “Yâ Rasûlullah! Kur’ân bizim aramızda iken ilim nasıl kaldırılır?” buyurdu ki: “Hay seni anası yitesi! İşte Yahudi ve Hristiyanlar, aralarında kitapları var. Fakat peygamberlerinin getirdiğinden bir harfe tutunmaz olmuşlardır. Haberiniz olsun ki ilmin gitmesi, ilim ehlinin (hameletuhu) gitmesidir! (son kısmı üç kere tekrar etti).” buyurmuştur.
(Ebu Umame radiyallahu anhu dan Darimî, Mukaddime26;İ.Ahmed; Tabârânî)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’ım!. fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen (işitilmeyen) duadan, haşyet duymayan (korku, saygı) kalbden, doymayan (dünyaya hırs, tamah) nefsten şüphesiz sana sığınırım..” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan;İbni Mâce, Mukaddime 250)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’ım!. Bana öğrettiğin ilimden beni yararlandır, faydalanacağım ilmi bana öğret, ilmimi artır. Her hâl üzerine ALLAH’a hamdolsun...” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce, Mukaddime 251)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ne âlimlere karşı övünüp iftihar için, ne de sefihlerle (câhil) münâkaşa etmek için ve ne de meclislerin seçkin köşelerinde (en hayırlıları gibi) yer almak için ilim taleb etmeyiniz. Kim (yasağa rağmen) böyle yaparsa ateşin ateşine (müstehaktır.)..” buyurmuştur.
(Câbir bin Abdullah radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce, Mukaddime 254, İbni Hibban, Hâkim)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Siz fayda veren ilmi isteyiniz ve faydasız ilimden ALLAH’a sığınınız.” buyurmuştur.
(İbn. Mâce, Dua 3)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar ALLAH celle celâluhu yolundadır..” buyurmuştur.
(Tirmizî ilim 2-2649, İbn. Mâce Mukaddime 17)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki günâhlarına keffâret olur” buyurmuştur.
(Tirmizî İlim 2-2650)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Zann’cılardan önce ilim öğrenin, yâni zanlarıyla konuşanlardan önce.” buyurmuştur.
(Buhârî, Feraiz 2)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hikmetli söz mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktır (daha lâyıktır, hakkı vardır.)..” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, İlim 19-2688)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim üçtür. Bunlardan fazlası fâzilettir. Muhkem âyet, kaim sünnet, âdil taksim...” buyurmuştur.
(İbn Amr İbni’l-As radiyallahu anhu’dan; Ebu Dâvud, Feraiz 1-2285; İbn Mâce, Mukaddime 8-54)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim Çinde de olsa gidip onu arayınız.” buyurmuştur.
(İmâm-ı Suyuti, Cem’ü’l-Cevami; Abdi’l-Berr, El ilim; Beyhâkî, Şuabü’l-Îmân; İbni Adîl, El Kâmil; El Ukayl, Ed Du’afa.)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir saatlik tefekkür 60 senelik ibâdetten daha hayırlıdır..” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-370)


Resim

Resim---Askerî’nin bildirdiğine göre İmâm Alî kerramullahi veche: : “Fâkihler dünyaya dalmadıkları ve sultâna tabi’ olmadıkları müddetçe peygamberlerin eminleri (güvenilir vârisleri) dirler. Ancak bunu yaparlarsa o zaman onlardan hazer edin (sakının)!.” buyurmuştur.
(El Hindî, Kenzu’l-Ummâl X-28953)


Resim

Resim---İmâm Alî kerramullahi veche: “Size mükemmel bir fâkihi haber vereyim mi? ALLAH’ın rahmetinden (Rahmetillah) insanların ümidini kesmeyen, ALLAH’ın merhametinden (Ravhillah) onları ümitsizliğe düşürmeyen, ALLAH’ın tuzağından (Mekrallah) onları emin kılmayan ve mâsivâ (dünya vs.) ya ragbet etmeden Kur’ân’ı bırakmayan kimsedir. Uyanık olun ki içinde fıkıh (anlaşılma) olmayan ibâdette ve içinde tedebbür (düşünme) olmayan ilimde hayr yoktur..” buyurmuştur.
(İbnü Lâl Mekarimül Ahlâk’ta, Darimî, Mukaddime29; El Hindî, Kenzu’l-Ummâl X-28943,29388)



Âlim/bilen, bilgenin üzerinde taşıdığı ilmi kamuya iletim sorumluluğu vardır..
Ve İlmiyle âmil bir âlim olan mü’min ise ilim gibi azîz ve değerlidir.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hıfzettiği bir ilim kendisine sorulup da onu gizleyen herkimse, kıyâmet günü ateşten bir gem onun ağzına vurulmuş olarak (mahşere) getirilir.” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Mukaddime 261)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu (bildiği hâlde) gizleyip (ketmedip) söylemezse (kıyâmet günü) ateşten bir gem ile gemlenir..” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Ebu Dâvud, İlim 9-3658; Tirmizî, ilim 3-2651)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim Her kim ALLAH’tan başkası için ilim elde ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurmuştur.
(İbn Ömer radiyallahu anhu dan; Tirmizî, İlim 6)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Vallahi, senin yol göstermenle bir tek kişiye hidâyet verilmesi, senin için kıymetli, develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır..” buyurmuştur.
(Sehl İbni Sad radiyallahu anhu’dan; Ebu Dâvud, ilim 10-3661; Buhârî, Ashabu’n Nebî 9.)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bildiklerinde ALLAH’a karşı müttakî ol ve onunla amel et! (bu sana yeter)!.” buyurmuştur.
(Yezid İbn Seleme el Cûfî radiyallahu anhu’dan; Tirnizi, ilim 19-2684)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yanında bir miktar ilmi olan kimseye, nefsini zâyi etmesi münâsib düşmez!” buyurmuştur.
(Rabîa İbn Ebi Abdirrâhman radiyallahu anhu’dan; Buhârî, ilim 21)


Resim

Resim---İmâm-ı Alî kerremullahi veche: “İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın (anlamayıp da) ALLAH celle celâlihu ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in tekzib edilmelerini ister misiniz?.” buyurmuştur.
(Buhârî, ilim 49)


Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sen bir cemââta akıllarının alamayacağı bir şey söylersen bu, bir kısmına fitne olur..” buyurmuştur.
(Müslim, Mukaddime 5.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 4.2.1.2-) KUR’ÂN-ı KERÎM’de İLİM.:

İlim, ALLAH TeÂLÂ’nın Subûtî Sıfatlarından birisidir.
Kur’ân-ı Kerîm ise, İLMin ASLı ve ANAsıdır. MuhaMMedî Hakikat İlmin kaynağı ve mesnedidir.

ALLAHÜ TeÂLÂ’nın Zâtına Mahsus, Zâtı ile Kâim ve ZÂTen VARlığının Mutlak Sâbit Sıfatları olan Sübûtî Sıfatları:


1-) Hayat: ALLAH celle celâluhu diridir. Kur'ÂN-ı Kerîmde; Bakara 2/255; Âl-i İmrân 3/2; Ta-Ha’ 20/111; Mü’min 40/65..

للّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
Resim---"Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu).: ALLAH ki, O'ndan başka ilâh yoktur, O, Hayy'dır (hayattadır), Kayyum'dur (ezelî ve ebedîdir).” (Âl-i İmrân 3/2)

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا
Resim---"Ve tevekkel alâl hayyillezî lâ yemûtu ve sebbih bi hamdihî, ve kefâ bihî bi zunûbi ibâdihî habîrâ (habîren).: Ve ölümsüz olup, daimâ HAYy olana (ALLAH’a) tevekkül et (güven ve O’nu vekil tâyin et). Ve O’nu, hamd ile tesbih et. Ve kullarının günahlarından haberdâr olması, O’na kâfidir.” (Furkân 25/58)

2-) İLim: ALLAH celle celâluhu her şeyi bilir. Kur'ÂN-ı Kerîmde; 37 sûrede, 68 âyet-i celîlede..

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve lillâhi'l- meşriku ve'l- mağribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun ALÎM (alîmun): Doğu da ALLAH'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz ALLAH'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki ALLAH, kuşatandır, bilendir.”
(Bakara 27115)

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِ
Resim---"Âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeti’l- kebîru’l- muteâl (muteâli).: Görünen (şâhid olunan) ve görünmeyeni (gaybı) bilir. Büyüktür, Âlîdir (Yücedir).” (Râd 13/9)

سَوَاء مِّنكُم مَّنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَن جَهَرَ بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
Resim---"Sevâun minkum men eserre’l- kavle ve men cehere bihî ve men huve mustahfin bi’l- leyli ve sâribun bi’n- nehâr (nehâri).: Sizden, sözü gizleyen kimse ile onu alenen (açıkça) söyleyen kimse ve o geceleyin gizlenip, gündüzleyin yoluna devam eden kimse müsavidir (eşittir).” (Râd 13/10)

3-) İrade: ALLAH celle celâluhu dilediğini yapar. Kur'ÂN-ı Kerîmde; 11 sûrede, 14 âyet-i celîlede..

إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---"İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ eradnâhu en nekûle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözümüz, ona sadece: “Ol!” dememizdir. O, hemen olur.” (Nahl 16/40)

4-) Semi’: ALLAH celle celâluhu her şeyi işitir. Kur'ÂN-ı Kerîmde; 27 sûrede, 43 âyet-i celîlede..

فَمَن بَدَّلَهُ بَعْدَمَا سَمِعَهُ فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh (yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm (alîmun).: Artık kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, o taktirde onun günahı (vebali), sadece onu değiştirenlerin üzerinedir. Muhakkak ki ALLAH Sem’î’dir (en iyi işitendir), Alîm’dir (en iyi bilendir).” (Bakara 2/181)

وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve kâtilû fî sebîlillâhi va’lemû ennallâhe semîun alîm (alîmun).: Allah’ın yolunda savaşın. ALLAH’ın Sem’î (en iyi işiten), Alîm (en iyi bilen) olduğunu bilin!” (Bakara 2/ 244)

5-) Basar: ALLAH celle celâluhu her şeyi görür. Kur'ÂN-ı Kerîmde; 29 sûrede, 47 âyet-i celîlede..

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---"Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe inintehev fe innallâhe bimâ ya'melûne basîr (basîrun).: Ve hiçbir fitne kalmayıncaya ve bütün dîn ALLAH için oluncaya kadar, onlarla kıtalde bulunun (savaşın). Eğer onlar (küfürden) vazgeçerlerse o taktirde muhakkak ki ALLAH, yaptığınız şeyleri en iyi görendir.” (Enfâl 8/244)

6-) Kelâm: ALLAH celle celâluhu söyler, konuşur. Kur'ÂN-ı Kerîmde; 7 sûrede, 11 âyet-i celîlede..

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
Resim---"Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum aleyke. Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ (teklîmen).: Ve daha önce sana kıssa etmiş olduğumuz (bahsettiğimiz) resûllere ve sana bahsetmediğimiz resûllere de (vahyettik). Ve ALLAH, Hz. Musa ile kelimelerle (hitap ederek) konuştu.” (Nisâ 4/164)

7-) Kudret: ALLAH celle celâluhu her şeye gücü yeter. Kur'ÂN-ı Kerîmde; 34 sûrede, 50 âyet-i celîlede..

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا أَضَاء لَهُم مَّشَوْاْ فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواْ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Yekâdu’l- berku yahtafu ebsârehum kullemâ edâe lehum meşev fîhi, ve izâ azleme aleyhim kâmû ve lev şâellâhu le zehebe bi sem’ihim ve ebsârihim innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Şimşek neredeyse onların gözlerini kamaştırır. Onları her aydınlatmasında onun (ışığında) yürürler. Ve onların üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar. Ve eğer ALLAH dileseydi, onların duymalarını da görmelerini de elbette giderirdi. Muhakkak ki ALLAH, herşeye kâdirdir (herşeye gücü yeter).” (Bakara 2/20)

8-.) Tekvin: ALLAH celle celâluhu yaratıcıdır. Kur'ÂN-ı Kerîmde; 27 sûrede, 40 âyet-i celîlede..

يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذَلِكَ تُخْرَجُونَ
Resim---"Yuhricu’l- hayye mine’l- meyyiti ve yuhricu’l- meyyite mine’l- hayyi ve yuhyi’l- arda ba’de mevtihâ, ve kezâlike tuhracûn ( tuhracûne).: O, ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır. Ve arzı (toprağı), ölümünden sonra diriltir. Ve işte (tıpkı) bunun gibi (topraktan) çıkarılacaksınız.” (Rûm 30/19)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Görüldüğü gibi İLMuLLAH/İLİM, ALLAH TeÂLÂ celle celâluhu’nun sübûtî/zâtına mahsus, sabît sıfatlarındandır. İLMuLLAH Mutlak olarak ALLAHu zü’L-CELÂL’indir;

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---"Ve iz kâle rabbuke li’l- melâiketi innî câilun fî’l-ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.” (Bakara 2/30)

قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ فَلَمَّا أَنبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ
Resim---"Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybe’s- semâvâti ve’l-ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn (tektumûne).: (Allah): “Ey Âdem! Bunları onlara, isimleriyle haber ver (bildir).” dedi. Âdem onları isimleriyle onlara bildirdiği zaman (Allah, meleklere): “Ben size demedim mi, muhakkak ki Ben, göklerin ve yerin bilinmeyenlerini bilirim.Ve sizin açıkladığınız ve (içinizde) gizlemiş olduğunuz şeyleri de bilirim ?” dedi.” (Bakara 2/33)

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---"Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l-hayyu’l-kayyûm (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l-ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti ve’l-ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l-aliyyu’l-azîm (azîmu).: Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur (Sadece O vardır). Hayy’dır Kayyum’dur. O’nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O’nundur. O'nun izni olmadan, O’nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O’nun lminden, O’nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), Kendisine zor gelmez ve O Alâ’dır (çok yücedir), Azîm’dir (çok büyüktür).” (Bakara 2/255)

فَبَدَأَ بِأَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاء أَخِيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِن وِعَاء أَخِيهِ كَذَلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مِّن نَّشَاء وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ
Resim---"Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viâi ahîhi, summestahracehâ min viâi ahîhi, kezâlike kidnâ li yûsuf (yûsufe), mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dîni’l-meliki, illâ en yeşâallâh (yeşâallâhu), nerfeu deracâtin men neşâu, ve fevka kulli zî ilmin alîm (alîmun).: Böylece (aramaya) kardeşinin heybesinden önce onların (diğer kardeşlerinin) heybeleri ile başladı. Sonra onu kardeşinin heybesinden çıkardı. Yusuf için işte böyle bir düzen hazırladık. Allah’ın dilemesi hariç Melik’in milletinde (kurallarında) kardeşini (tutmak, alıkoymak) olmazdı. Dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Ve bütün ilim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen vardır.” (Yûsuf 12/76)

إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---"İnnallâhe indehu ilmu’s- sâati, ve yunezzilu’l-gayse, ve ya’lemu mâ fî’l- erhâmi, ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gaden, ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût (temûtu), innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah’ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm’dir (her şeyi en iyi bilen), Habîr’dir (herşeyden haberdâr olan).” (Lokmân 31/34)


Resim İnsan oğluna ilmi öğreten ALLAH celle celâluhu dur. Akıl ve Nuru olan İlim, ALLAH celle celâluhu’dandır.:

وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّآئِفَةٌ مُّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاُّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا
Resim---"Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûke. Ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’ (şey’in). Ve enzelallâhu aleyke’l- kitâbe ve’l- hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem (ta’lemu). Ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ (azîmen).: Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerine olmasaydı, onlardan bir grup mutlaka seni saptırmaya kastedecekti. Ve onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Ve Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Ve Allah'ın senin üzerindeki fazlı çok büyüktür.” (Nisâ 4/113)

وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ
Resim---"Ve innehu le hakk'u’l-yakîn (yakîni).: Ve muhakkak ki; O (Kur’ân), gerçekten Hakk’u’l-yakîn’dir (kesin olarak Hakk’ı bilmektir).” (Hakka 69/51)

عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
Resim---"Alleme’l-insâne mâ lem ya’lem.: İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alâk 96/5)

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الأَكْمَهَ وَالأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ
Resim---"İz kâlellâhu yâ îsâbne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhi’l-kudusi tukellimu’n- nâse fî’l-mehdi ve kehlâ (kehlen), ve iz allemtuke’l- kitâbe ve’l- hikmete vet tevrâte ve’l- incîl (incîle), ve iz tahluku minet tîni ke hey’etit tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriu’l- ekmehe ve’l-ebrasa bi iznî, ve iz tuhricu’l- mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bi’l-beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn (mubînun).: Allah (cc.) şöyle buyurmuştu; “Ey Meryem oğlu İsâ! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhûl Kudüs ile desteklemiştim de beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Ben’im iznimle nemli topraktan kuş şeklinde heykel (suret) yapmıştın, sonra onun içine üflemiştin, böylece Ben'im iznimle bir kuş olmuştu. Ve, doğuştan kör olanı ve alaca tenliyi yine Ben'im iznimle iyileştiriyordun. Ben'im iznimle ölüleri (diriltip, kabirden) çıkartıyordun. Ve onlara apaçık belgeler getirdiğin zaman İsrailoğullarının saldırısını senden savmıştım (seni kurtarmıştım). O zaman onlardan kâfir olanlar (küfürde olanlar); "Bu ancak, sadece apaçık bir sihirdir." demişlerdi.” (Mâide 5/110)


Resim ALLAHu zü’L-CELÂL kendisinden İLMuLLAHı/İLİMi istememizi emretmiştir.:

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Resim---"Fe teâlâllâhu’l-meliku’l- hak (hakku), ve lâ ta’ce’l-bi’l- kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ (ılmen).: İşte Hakk ve Melik olan Allah, Yüce’dir. Ve Kur’ân’ın tamamlanması hususunda O’nun vahyi, sana kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de.” (Tâ-Hâ 20/114)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

4.2.2 =>EDeB ve HAYÂ.:

EDEB =>İLİM =>İRFÂN =>ERKÂN..
İLİM =>İRÂDE =>İDRAK =>İŞTİRAK..

MuhaMMedî EDEB-Li İLİM =>İSLÂM’ın BİZ-Lik SESidir.
MuhaMMedî EDEB-siz İLİM =>İBLİS’in “ben”Lik ELBİSESidir..


MuhaMMedî EDEB kelimesi altında pek çok Hayatî Kavramlar vardır ve TÜMMLer.. Çok geniş kapsamlı olan İSLÂMda EDeB ve HAYÂyı Özetle arz edeceğim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

İLİM.: İLm.. Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı HAKk'la elde edilen mâlumat. Bilmek. İdrak etmek..

EDEB.: Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ. Ist: Sünnet-i Resûl aleyhisselâm'a uygun hareket etmek. EhL-i Beyt aleyhumusselâm İZin İZLemek.. Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye. Edebiyat ve ondan bahseden ilim. Kur'ÂN-ı Kerîmin edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür. Yetimâne değildir. Firaku’l- ahbâbdan, YÂRin ayrılığından gelir. Fakdü’l-ahbabdan, YÂRin kaybından gelmez.. Lemeat..

HAYÂ.: Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak..

İSMet.: Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler aleyhumusselâm, hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar..

İFfet.: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak..

ÂR.: Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Hayâ.

NAmus.: Irz, iffet, edeb, hayâ. Şeriat. Melâike. İrade-i İlâhiyenin tecellisi. Nizam. Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet. Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali kimseye denir. Hayırlara ait gizli hâllerin hâmil ve vâkıfı olan. Bu mânada Cebrâil Aleyhisselâm'a ıtlak olunur. Sair melâikenin vâkıf olmadıkları vahyin sırlarına vakıf ve mahrem olması cihetiyle ona namus-u ekber denilmiştir..

EDeB, TÜMM bu hususları CEM’ eden EhL-i Beyt aleyhumusselâm’ın YAŞAyıştaki MuhaMMedî AHLÂKıdır.. ve Her İŞin Başlangıç Besmelesi ki, OLmazsa OLMaz!ıdır..



Resim KELÂMuLLAHta EDeB ve HAYÂ.:

وَإِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً قَالُواْ وَجَدْنَا عَلَيْهَا آبَاءنَا وَاللّهُ أَمَرَنَا بِهَا قُلْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء أَتَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---"Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu emerenâ bihâ, kul innallâhe lâ ye’muru bil fahşâi, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Kötü (çirkin) bir şey yaptıkları zaman: “Babalarımızı onun üzerinde bulduk (onlardan böyle gördük) ve Allah onu bize emretti.” dediler. (Onlara şöyle) de: “Muhakkak ki; Allah, fahşayı (kötülüğü, çirkinliği) emretmez. Allah’a bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” (A’râf 7/28)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---"Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salâte, inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.” (Ankebût 29/45)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tedhulû buyûten gayra buyûtikum hattâ teste’nisû ve tusellimû alâ ehlihâ, zâlikum hayrun lekum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Ey iman edenler! Evlerinizden başka evlere, izin isteyip ev halkına selâm vermedikçe (içeri) girmeyin. Bu, sizin için hayırdır. Umulur ki; böylece tezekkür edersiniz.” (Nûr 24/27)

Resim ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde MuhaMMedî Mü’minler için EHL-i BEYtî EDEBini buyurmaktadır..:

Bakara 2/114,186: Nisâ 4/114; A’râf 7/28,31,55; Tevbe 9/18: İsrâ 17/37; Nûr 24/27,28,58,61,62; Mü’minûn 23/3; Hucurât 49/2; Mücâdele 58/11; Ankebut 29/45; Lokmân 31/19;.. ve diğerleri..

لاَّ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِّن نَّجْوَاهُمْ إِلاَّ مَنْ أَمَرَ بِصَدَقَةٍ أَوْ مَعْرُوفٍ أَوْ إِصْلاَحٍ بَيْنَ النَّاسِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ ابْتَغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"Lâ hayra fî kesîrin min necvâhum illâ men emera bi sadakatin ev ma’rûfin ev ıslâhın beyne’n- nâs (nâsi). Ve men yef’al zâlikebtigâe mardâtillâhi fe sevfe nu’tîhi ecran azîmâ (azîmen).: Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak “sadaka vermeyi veya iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi” emreden kimsenin konuşması hariç. Ve kim Allah rızasını istemek için bunları yaparsa, o taktirde ona “büyük mükâfat” vereceğiz.” (Nisâ 4/114)

وَإِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً قَالُواْ وَجَدْنَا عَلَيْهَا آبَاءنَا وَاللّهُ أَمَرَنَا بِهَا قُلْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء أَتَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---"Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu emerenâ bihâ, kul innallâhe lâ ye’muru bil fahşâi, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Kötü (çirkin) bir şey yaptıkları zaman: “Babalarımızı onun üzerinde bulduk (onlardan böyle gördük) ve Allah onu bize emretti.” dediler. (Onlara şöyle) de: “Muhakkak ki; Allah, fahşayı (kötülüğü, çirkinliği) emretmez. Allah’a bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” (A’râf 7/28)

يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Resim---"Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbu’l- musrifîn (musrifîne).: Ey Âdemoğulları! Bütün mescidlerde ziynetlerinizi alınız. Yeyiniz ve içiniz. Ve israf etmeyiniz. Muhakkak ki O, müsrifleri sevmez.” (A’râf 7/31)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tedhulû buyûten gayra buyûtikum hattâ teste’nisû ve tusellimû alâ ehlihâ, zâlikum hayrun lekum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Evlerinizden başka evlere, izin isteyip ev halkına selâm vermedikçe (içeri) girmeyin. Bu, sizin için hayırdır. Umulur ki; böylece tezekkür edersiniz.” (Nûr 24/27)

فَإِن لَّمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتَّى يُؤْذَنَ لَكُمْ وَإِن قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ أَزْكَى لَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ
Resim---"Fe in lem tecidû fîhâ ehaden fe lâ tedhulûhâ hattâ yu’zene lekum ve in kîle lekumurciû ferciû huve ezkâ lekum, vallâhu bimâ ta’melûne alîm(alîmun).: Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Ve eğer size “geri dönün” denirse o taktirde geri dönün. O, sizin için daha temizdir (uygundur). Ve Allah, yaptığınız şeyleri en iyi bilendir.” (Nûr 24/28)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَن لِّمَن شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"İnnemâ’l- mu’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî ve izâ kânû meahu alâ emrin câmiın lem yezhebû hattâ yeste’zinûhu, innellezîne yeste’zinûneke ulâikellezîne yu’minûne billâhi ve resûlihi, fe izâste’zenûke li ba’dı şe’nihim fe’zen li men şi’te minhum vestağfir lehumullâhe, innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Ancak Allah’a ve O’nun Resûl’üne îmân etmiş olan mü’minler, bir iş için onunla beraber toplandıkları zaman ondan izin istemedikçe gitmezler. Muhakkak ki senden izin isteyenler, işte onlar, Allah’a ve O’nun Resûl’üne îmân edenlerdir. Öyleyse onlar bazı işleri için senden izin istedikleri zaman onlardan dilediğin kimseye izin ver. Ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir (rahîm esması ile tecelli edendir).” (Nûr 24/62)

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ
Resim---"Vellezîne hum ani’l- lagvi mu’ridûn (mu’ridûne).: Ve onlar, boş şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Mü’minûn 23/3)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
Resim---"Eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techerû lehu bi’l- kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn (teş’urûne).: Ey iman edenler! (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Ve O’na sözü, birbirinize bağırdığınız gibi bağırarak söylemeyin. Siz farkında olmadan amelleriniz heba olur.” (Hucurât 49/2)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قِيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللَّهُ لَكُمْ وَإِذَا قِيلَ انشُزُوا فَانشُزُوا يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fî’l- mecâlisi fefsehû yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillâhullezîne âmenû minkum vellezîne ûtûl ilme deracât (deracâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).: Ey iman edenler! Meclislerde size: “(Oturmak için) yer açın!” denildiği zaman, o taktirde yer açın. Allah da size yer açar (genişlik verir). Ve: “Kalkın!” denildiği zaman hemen kalkın! Allah, sizden âmenû olanların ve ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltir. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücâdele 58/11)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---"Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salâte, inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.” (Ankebut 29/45)

وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
Resim---"Vaksid fî meşyike vagdud min savtike, inne enkera’l- asvâti le savtu’l- hamîr (hamîri).: Ve yürüyüşünde mütevazi (alçakgönüllü) ol ve sesini alçalt (alçak sesle konuş). Muhakkak ki seslerin en çirkini, elbette hamirin (merkebin) sesidir.” (Lokmân 31/19)

Resim ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde MuhaMMedî Mü’minler için EHL-i BEYtî HAYÂsını buyurmaktadır..:

قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Resim---“Kul li’l- mu’minîne yaguddû min ebsârihim ve yahfezû furûcehum, zâlike ezkâ lehum, innallâhe habîrun bimâ yasneûn (yasneûne).: Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar), ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nûr 24/30)

فَجَاءتْهُ إِحْدَاهُمَا تَمْشِي عَلَى اسْتِحْيَاء قَالَتْ إِنَّ أَبِي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ أَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَا فَلَمَّا جَاءهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَ قَالَ لَا تَخَفْ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Resim---"Fe câethu ıhdâhumâ temşî alâstihyâin, kâlet inne ebî yed’ûke li yecziyeke ecra mâ sekayte lenâ, fe lemmâ câehu ve kassa aleyhi’l- kasasa kâle lâ tehaf, necevte mine’l- kavmi’z- zâlimîn (zâlimîne).: İkisinden biri, haya ederek (utanarak) ona geldi: "Muhakkak ki babam, bizim (sürümüzü) sulamandan dolayı bir ecirle mükâfatlandırmak için seni davet ediyor." dedi. Ve (Musa A.S), ona geldiği zaman hikâyesini anlattı. (İhtiyar adam): "Korkma! (Artık) sen, zalimler kavminden kurtuldun." dedi.” (Kasas 28/25)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---"Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salâte, inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.” (Ankebût 29/45)

ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---"Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh (indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fî’d- dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, Allah’ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalplerinizin taammüden (kasten) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve Allah Gafur’dur (günahları sevaba çeviren), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/5)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

RESÛLULLAH’ta EDEB ve HAYÂ.:

Resim---İbnu Mes'ud radiyallahu anhu anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah'tan hakkııyla hayâ edin!" buyurdu. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü, elhamdülillah, biz Allah'tan hayâ ediyoruz" dedik. Arıcak O, şu açıklamayı yaptı.: "Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil. Allah'tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnı ve onun ihtivâ ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini terketmeli, âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olur." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 25, (2460).

Resim---Ebû Saîdi'l-Hudrî radıyallâhu anh anlatıyor: " Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem çadırdaki bâkire kızdan daha çok hayâ sahibi idi. Hoşlanmadığı bir şey görmüşse biz bunu yüzünden hemen anlardık." buyurdu.
(Buhârî, Edeb 77, Menâkıb 23; Müslim, Fedâilu'n-Nebi 67, (2.320).).

Resim---Zeyd İbnu Talha İbnu Rükâne radiyallahu anhu anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm'ın ahlâkı hayâdır." buyurdu.
(Muvatta, Hüsnü'1-Hulk 9, (2, 905); İbnu Mâce, Zühd 17, (4181, 4182)).

Resim---Hz. Enes radıyallâhu anhu anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Hayâ ise girdiğn şeyi güzelleştirir." ." buyurdu.
(Tirmizî, Bir 47, (1975);İbnu Mâce, Zühd 17, (4185)).

Resim---İbni Ömer radıyallâhu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, utangaç kardeşine bu huyunu terketmesini söyleyen Medine’li bir müslümanın yanından geçerken ona: “Onu kendi haline bırak, zirâ hayâ imandandır” buyurdu.
(Buhârî, Îmân 16, Edeb 77; Müslim, Îmân 57–59. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 7; Nesâî, Îmân 27; İbni Mâce, Mukaddime 9, Zühd 17.) ).

Resim---İmrân İbni Husayn radıyallâhu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayâ ancak hayır kazandırır.” buyurdu.
(Buhârî, Edeb 77; Müslim, Îmân 60.)).

Müslim’in birrivâyetine göre ise:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayânın hepsi hayırdır.” buyurdu.
(Müslim, Îmân 61).

Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh’denrivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İman yetmiş (veya altmış) kadar daldan ibârettir. Bunların en yükseği lâ ilâhe illallah demek, en aşağısı da insana zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Utanmak da imanın dallarından biridir.” buyurdu.
(Buhârî, Îmân 3; Müslim, Îmân 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Tirmizî, Birr 80; Nesâî, Îmân 16; İbni Mâce, Mukaddime 9.)).

Resim---Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’ şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem örtünme çağına girmiş bir genç kızdan daha utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde bunu yüzüne bakınca anlardık.” buyurdu.
(Buhârî, Menâkıb 23, Edeb 72, 77; Müslim, Fezâil 67. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 17).

Resim---Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’denrivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet gününde Allah Teâlâ’ya göre en fenâ insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.” buyurdu.
(Müslim, Nikâh 123, 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 32.) ).

Resim---Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Hz. Ömer, kızı Hafsa’nın dul kaldığı zamandan bahisle dedi ki: “Osman İbni Affân ile karşılaştım ve ona Hafsa’dan söz ederek: “İstersen sana Hafsa’yı nikâhlayayım” dedim. Osman: “Hele bir düşüneyim, cevabını verdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra karşılaştığımızda: “Şimdilik evlenemeyeceğim” dedi.
Sonra Ebû Bekir’e rastladım. Ona da: “İstersen sana kızım Hafsa’yı nikahlayayım,” dedim. O ise sustu; ağzını açıp da bir söz söylemedi. Bu sebeple ona Osman’a gücendiğimden daha fazla kızdım.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hafsa’ya Nebiyy–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem tâlib oldu. Ben de kızımı ona nikâhladım. O sıralarda Ebû Bekir’le karşılaştığımızda bana: “Hafsa’yla evlenmemi istediğin, benim de sana cevap vermediğim zaman herhalde bana gücenmişsindir,” dedi. Ben: “Evet,” diye cevap verdim. Ebû Bekir şunları söyledi: “Bana bu konuyu açtığında sana bir cevap vermeyişimin sebebi, Hz. Peygamber’in Hafsa ile evlenmekten söz etmesidir. Elbette Resûlullah’ın sırrını ifşâ edemezdim. Şayet Nebiyy–i Muhterem Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, elbette onunla evlenirdim.”
buyurdu.
(Buhârî, Nikâh 33, 36, 46, Megâzî 12. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 30).

Resim---Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımları onun yanında otururlarken Fâtıma tıpkı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi yürüyerek çıkageldi. Resûl–i Ekrem onu görünce sevindi ve: “Merhaba kızım”diyerek sağ veya sol yanına oturttu. Sonra Fâtıma’nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Fâtıma yüksek sesle ağlamaya başladı. Onun aşırı üzüntüsünü görünce kulağına bir şey daha fısıldadı. Bu defâ Fâtıma güldü. Fâtıma’ya: “Hanımları yanındayken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sadece sana bir sır verdi. Sen de ağladın,” dedim ve Resûlullah kalkıp gidince, ona: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana ne söyledi?” diye sordum. Fâtıma: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sırrını kimseye söyleyemem,” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefât edince de: “Senin üzerindeki analık hakkıma dayanarak Resûlullah’ın sana verdiği sırrı bana söylemeni istiyorum,” dedim. Fâtıma: “Şimdi olabilir,” dedi ve şunları söyledi: “Resûl–i Ekrem kulağıma ilk defâ bir şey söylediğinde, Cebrâil’in nâzil olan Kur’ân âyetlerini baştan sona okumak üzere her yıl bir –veya iki– defâ geldiğini, fakat bu yıl aynı maksatla iki defâ geldiğini söyledi ve “Ecelimin yaklaştığını anlıyorum; Allah’a karşı saygıda kusur etme ve sabırlı ol! Benim senden önce gitmem ne iyi!” buyurdu. Bunun üzerine gördüğün gibi çok ağladım. Benim çok üzüldüğümü görünce, kulağıma tekrar bir şeyler fısıldayarak: “Fâtıma! Mü’min hanımların – veya bu ümmetin kadınlarının– hanımefendisi olmak istemez misin?” buyurdu. O zaman da gördüğün gibi güldüm.."
buyurdu.
(Buhârî, Menâkıb 25, Fezâilü ashâbi’n–nebî 12, Megâzî, 83, İsti’zân 43; Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 97–99. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 64.) ).

Resim---Sâbit el–Bünânî’ninrivâyet ettiğine göre Enes İbni Mâlik ona şunları söyledi: “Ben çocuklarla oynarken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanıma geldi; bize selâm verdi ve beni bir işe gönderdi. Bu sebeple annemin yanına geç döndüm. Eve varınca annem: “Niye geç kaldın?” diye sordu. Ben: “Resûlullah beni bir işe göndermişti; onun için geciktim,” dedim. Annem: “Neymiş o iş? diye sorunca: “Bu bir sırdır,” dedim.
Bunun üzerine Annem: “Resûlullah’ın sırrını kimseye söyleme,” dedi. Enes bu olayı anlattıktan sonra Sâbit el–Bünânî’ye şunları söyledi:“Şayet bu sırrı birine açacak olsaydım, vallahi sana söylerdim, Sâbit!.”
buyurdu.
(Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 145, 146).

Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Münâfığın alâmeti üçtür:
Konuşunca yalan söyler.
Söz verince sözünde durmaz.
Kendisine bir şey emânet edilince hiyanet eder.”
buyurdu.
(Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107–108. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20).

Resim---Müslim’in birrivâyetinde şu ilâve vardır;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Oruç tutsa, namaz kılsa, müslüman olduğunu söylese de”
buyurdu.
(Müslim, Îmân 109–110).

Resim---Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve selle: “Dört huy kimde bulunursa, o adam tam münafık olur. Bir kimsede bu huylardan biri bulunursa, o huydan vazgeçinceye kadar onda münafığın özelliklerinden biri var demektir. O dört huya sahip olan kimse:
Kendisine bir şey emânet edilince hiyânet eder.
Konuşunca yalan söyler.
Bir antlaşma yapınca sözünde durmaz.
Düşmanlık yapınca da aşırı gider.”
buyurdu.
(Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, Îmân 106. Ayrıca bk. Tirmizî,) Îmân 14; Nesâî, Îmân 20).

Resim---Câbir radıyallahu anh’den şöyle dediğirivâyet edilmiştir: “Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: “Eğer Bahreyn’den zekât malı gelirse sana şöyle şöyle şöyle doldurup veririm” buyurdu. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefât edene kadar Bahreyn’den mal gelmedi.
Bahreyn’den mal geldiği zaman Ebû Bekir radıyallahu anh: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in birine va’di veya borcu varsa bize baş vursun,” diye ilân etti. Bunun üzerine onun huzuruna vararak: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana böyle böyle demişti,” dedim. Ebû Bekir elini ganimet malına daldırıp bir avuç aldı. Bunları sayınca 500 tane olduğunu gördüm. O zaman Ebû Bekir bana: “Bunun iki mislini daha al,” dedi.
buyurdu.
(Buhârî, Kefâle 3, Hibe 18, Şehâdât 28, Farzu’l–humüs 15, Cizye 4, Megâzî 73; Müslim, Fezâil 60–61).

Resim---Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibâdetine devam ederken artık kalkmaz oldu.” buyurdu.
(Buhârî, Teheccüd 19; Müslim, Sıyâm 185. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 59; İbni Mâce, İkâme 174).

Resim---Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’denrivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz. O kadarını da bulamayanlar, güzel bir sözle olsun kendilerini korusunlar.” buyurdu.
(Buhârî, Edeb 34, Zekât 10, Rikak 49, 51, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66–70. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 37, Kıyâmet 1; Nesâî, Zekât 63–64; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28).

Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh’denrivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Güzel söz sadakadır.” buyurdu.
(Buhârî, Edeb 34, Cihâd 128, Müslim, Zekât 56).

Resim---Ebû Zer radıyallahu anh’denrivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibâret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.” buyurdu.
(Müslim, Birr 144. Ayrıca bk. Tirmizî, Et`ime 30, Birr 45).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ÜMMetine Tebliğ Görevinde;
İyice anlaşılır şekilde konuşur, karşısındakine sözü açık seçik söyler ve iyi anlaması için gerektiğinde tekrarlardı..


Resim---Enes radıyallahu anh’in belirttiğine göre: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defâ tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman üç defâ selâm verirdi.” buyurdu.
(Buhârî, İlim 30, İsti’zân 13. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 28).

Resim---Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti.” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Edeb 18).

Resim---Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh’den: “Vedâ haccında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana: “Halkı sustur da dinlesinler” dedikten sonra: “Benden sonra, birbirinin boynunu vuran kâfirlere benzemeyin” buyurdu.
(Buhârî, İlim 43, Megâzî 77, Diyât 2, Edâhî 5; Müslim, Îmân 118–120, Kasâme 29. Ayrıca bk. Buhârî, Hac, 132, Hudûd 9, Tevhîd 24; Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Fiten 28).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem öğüt verirken ölçülü olurdu;

Resim---Ebû Vâil Şakîk İbni Seleme şöyle dedi: “İbni Mes`ûd radıyallahu anh bize perşembe günleri vaaz ederdi. Adamın biri ona: “Ebû Abdurrahman! Keşke bize her gün vaaz etsen” dedi.
İbni Mes`ûd ona şunları söyledi: “Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de, bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı..
buyurdu.
(Buhârî, İlim 11, 12, Daavât 69; Müslim, Münâfikîn 82, 83. Ayrıca bk. Tirmizî Edeb 72).

Resim---Ebü’l– Yakzân Ammâr İbni Yâsir radıyallahu anhümâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi: “Bir adamın namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi dini iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesiniz.” buyurdu.
(Müslim, Cum'a 47)

Resim---Muâviye İbni Hakem es–Sülemî radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kılarken cemâatten biri aksırdı. Ben de hemen “yerhamükellah” dedim. Cemaat bana dik dik bakmaya başladı. Bunun üzerine: “Vay başıma gelenler! Yâhu bana niye öyle bakıyorsunuz?” deyince de, ellerini uyluklarına vurmaya başladılar. Onların beni susturmaya çalıştıklarını görünce kızdım; “Ama yine de sustum. Anam, babam Resûl–i Ekrem’e fedâ olsun. Ne ondan önce ne de ondan sonra kendisinden daha iyi bir öğretici görmedim. Vallahi beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü. Namazı kıldırıp bitirince bana: “Bu ibâdetin adı namazdır. Namaz kılarken dünya kelâmı konuşulmaz. Çünkü namaz tesbih, tekbir ve Kur’ÂN okumaktan ibârettir” dedi veya buna benzer bir şey söyledi.
Ben de: “Yâ Resûlallah! Ben yeni müslüman oldum. Allah Teâlâ İslâmiyet’i gönderdiği halde hâlâ kâhinlere gidenlerimiz var!” dedim. Bana: “Sen kâhinlere gitme!” buyurdu. Ben tekrar: “Aramızda uğursuzluğa inanan adamlar var,” deyince de: “Bu onların gönüllerinde hissettikleri bir duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasın”
buyurdu.
(Müslim, Mesâcid 33. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 167).

Resim---İrbâz İbni Sâriye radıyallahu anh: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize çok tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalbler ürperdi, gözler yaşardı, diyerek devamı ve tamamı “Sünneti Koruma” bahsinde geçen hadisi rivâyet etti.." buyurdu.
(Tirmizî, İlim 16; Ebû Dâvûd, Sünnet 5. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem dâima vakur ve ağırbaşlı idi;
Âişe radıyallahu anhâ: “Hz. Peygamber’in küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O sadece tebessüm ederdi.”
buyurdu.
(Buhârî, Tefsîru sûre (46) 2, Edeb 68; Müslim, İstiskâ 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 104).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimResûlullah sallallahu aleyhi vesellem,
İlim Meclislerine ve toplu ibâdetlere dâima vakur ve ağırbaşlı çağırır ve böylesini emrederdi..:


Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söyledi: “Kâmet getirildiği zaman namaza koşarak değil, ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek geliniz. Yetişebildiğiniz kadarını imamla birlikte kılınız; yetişemediğiniz rekâtları da kendiniz tamamlayınız.”
Müslim’inrivâyetinde şöyle bir ilâve vardır:“Herhangi biriniz namaz kılmaya karar verdiği zaman artık namazda sayılır.”
buyurdu.
(Buhârî, Ezan 20, 21, Cum`a 18; Müslim, Mesâcid 151–155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 54; Tirmizî, Salât 127; Nesâî, İmâme 57; İbni Mâce, Mesâcid 14)

Resim---İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre o, Arefe günü Peygamber aleyhisselâm ile birlikte (Arafat’tan Müzdelife’ye) dönüyordu. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem arka tarafta bazı kimselerin bağırıp çağırdığını, devesini dövdüğünü ve develerin böğürdüğünü duyunca, onlara kamçısıyla işâret ederek: “İnsanlar! Yavaş olun! Acelecilik yapmakla sevap kazanılamaz.” buyurdu.
(Buhârî, Hac 94; Müslim, Hac 268. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 63; Nesâî, Menâsik 203.)

Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm: “ALLAH’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. ALLAH’a ve âhiret gününe iman eden kimse akrabasına iyilik etsin. ALLAH’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!” buyurdu.
(Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, 85, Rikâk 23; Müslim, Îmân 74, 75, 77. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50; İbni Mâce, Edeb 4)

Resim---Ebû Şüreyh Huveylid İbni Amr el–Huzâ`î radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söyledi: “ALLAH’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin”.
Ashâb–ı kirâm: “Yâ Resûlallah! Misafirin câizesi nedir?” diye sordular.
Peygamber aleyhisselâm da: “Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.”
buyurdu.
(Buhârî, Edeb 31, 85, Rikâk 23; Müslim, Lukata 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 5; Tirmizî, Birr 43; İbni Mâce, Edeb 5 )

Resim---Müslim’in bir başkarivâyetine göre şöyle buyurdu: “Bir müslümanın din kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar kalması helâl değildir.”
Ashâb–ı kirâm: “Yâ Resûlallah! İnsan din kardeşini nasıl günaha sokar?” diye sorunca:
–Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla.”
buyurdu.
Müslim, Lukata 15, 16 )

Resim---Ebû İbrâhim veya Ebû Muhammed yahut Ebû Muâviye Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hatice radıyallahu anhâ’yı cennette, içinde hiçbir gürültünün duyulmayıp hiçbir yorgunluğun hissedilmeyeceği, inciden yapılmış bir köşkle müjdeledi.”
(Buhârî, Umre 11, Menâkıbü’l–ensâr 20, Nikâh 108, Edeb 23, Tevhîd 32, 35; Müslim, Fezâilü’s–sahâbe, 71–74. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 61; İbni Mâce, Nikâh 56)

Resim---Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu anh’ın anlattığına göre bir gün evinde abdest alıp dışarı çıkarken kendi kendine: “Bugün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hiç ayrılmayacağım; hep onun yanında bulunacağım” dedi. Sonra Mescid’e gidip oradaki sahâbîlere Peygamber aleyhisselâm’ın nerede olduğunu sordu. Onlar da: “Şu tarafa doğru gitti,” dediler.
Ebû Mûsâ olanları şöyle anlattı: “Resûl–i Ekrem’in gittiği yeri sora sora nihayet Eris Kuyusu’nun bulunduğu bahçede olduğunu öğrendim. Ben de bahçe kapısının yanına oturdum. Peygamber aleyhisselâm tuvalet ihtiyacını giderip abdest aldı. Ben de kalkıp yanına vardım. Baktım ki Eris Kuyusu’nun kenarındaki taşların üzerine, kuyu ağzındaki bileziğin tam ortasına oturmuş, baldırlarını açarak ayaklarını kuyuya sarkıtmış. Kendisine selâm verdikten sonra geri dönüp kapının yanına oturdum. Kendi kendime: “Bugün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kapıcısı olacağım”, dedim. O sırada Ebû Bekir radıyallahu anh gelerek kapıyı çaldı.
“Kim o?.” diye sordum.
“Ebû Bekir,” dedi.
“Biraz bekle,” dedikten sonra Peygamber aleyhisselâm’ın yanına vardım ve: “Yâ Resûlallah! Ebû Bekir geldi, huzura girmek için izin istiyor,” dedim.
“İzin ver ve onu cennetle müjdele” buyurdu.
Geri dönüp Ebû Bekir’e: “İçeri gir, Resûlullah seni cennetle müjdeliyor,” dedim.
Ebû Bekir içeri girdi. Peygamber aleyhisselâm’ın sağ tarafına geçip onun yanına, kuyunun ağzındaki taşın üzerine oturdu ve tıpkı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi baldırlarını açarak ayaklarını kuyuya sarkıttı.
Ben de geri dönüp yerime oturdum. Ben evden çıkarken abdest almakta olan kardeşim arkamdan yetişecekti. Onu düşünerek kendi kendime: “Eğer ALLAH Teâlâ falanın hayrını dilerse onu buraya getirir”, dedim. O sırada birinin kapıyı ittiğini gördüm.
“Kim o?” diye sordum.
“Ömer İbnü’l–Hattâb,” dedi.
“Biraz bekle,” dedikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına giderek selâm verdim ve: “Ömer geldi, huzura girmek için izin istiyor,” dedim.
“İzin ver ve onu cennetle müjdele” buyurdu.
Ömer’in yanına dönerek: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem içeri girmene izin verdi ve seni cennetle müjdeledi,” dedim.
Ömer içeri girdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sol tarafına geçerek kuyunun ağzındaki taşın üzerine oturdu ve ayaklarını kuyuya sarkıttı.
Ben de dönüp kapının yanına oturdum. Kardeşimi düşünerek kendi kendime: “Eğer ALLAH Teâlâ falanın hayrını dilerse onu buraya getirir”, dedim. Bu sırada biri gelip kapıyı itti.
“Kim o?” diye sordum.
“Osman İbni Affân,” dedi.
“Biraz bekle,” diyerek Peygamber aleyhisselâm’ın yanına gittim ve onun geldiğini haber verdim.
“İzin ver ve başına gelecek belâ ile birlikte onu cennetle müjdele” buyurdu.
Geri döndüm ve: “İçeri gir, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başına gelecek belâ ile birlikte seni cennetle müjdeliyor,” dedim.
Osman içeri girdi. Kuyu bileziğinde oturacak yer kalmadığını görünce, onların karşılarında bir başka yere oturdu.
Saîd İbnü’l–Müseyyeb: “Ben bu oturuş şeklini onların kabirlerine yordum.”
dedi.
(Buhârî, Fezâilü’s–sahâbe 5, Edeb 119, Fiten 17, Ahbâru’l–âhâd 3; Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 18. )

Resim---Buhârî’nin birrivâyetinde şu fazlalık vardır:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana kapıyı korumamı emretti.
O rivâyette şu ilave de vardır: “Osman müjdeyi duyunca ALLAH’a hamd etti, sonra da: ALLAH yardımcım olsun.”
dedi.
(Buhârî, Fezâilü’s–sahâbe 6)

Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında, Ebû Bekir ve Ömer radıyallâhu anhümâ’nın da bulunduğu bir grup insanla oturuyorduk. Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aramızdan kalkıp gitti. Uzunca bir süre dönmeyince, başına kötü bir iş gelmesinden korktuk ve telaşla yerimizden kalktık. Bu endişeyi ilk duyan bendim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i araya araya ensardan Neccâr oğullarına ait bir bahçeye geldim. Giriş kapısını arayarak bahçenin etrafını dolandım; fakat bir kapı bulamadım. Bahçenin dışındaki bir kuyudan içeriye su veren küçük bir ark gördüm ve oradan büzülerek Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girdim.
“Ebû Hüreyre! Sen misin?” diye sordu.
“Evet, yâ Resûlallah!” dedim.
““Ne haber?” dedi.
“Aramızda otururken kalkıp gittin, geri dönmediğini görünce, sana bir kötülük yapılmasından korkup telaşlandık. İlk endişe duyan da ben oldum. Kalkıp bu bahçeye geldim ve tilki gibi iki büklüm içeri girdim. Diğerleri de arkadan geliyor,” dedim.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Ebû Hüreyre!” diye seslendikten sonra ayakkabılarını çıkarıp verdi ve şunları söyledi: “Şu ayakkabılarımı alıp geri dön. Bu duvarın arkasında, gönülden inanarak “Lâ ilâhe illALLAH” diyen kime rastlarsan, onu cennetle müjdele!”
buyurdu.
(Müslim, Îmân 52)

Resim---İbni Şümâse şöyle dedi: “Amr İbni Âs ölüm döşeğindeyken yanına gittik. Yüzünü duvara döndü, uzun uzun ağladı. Bunun üzerine oğlu:
“Nasib Babacığım! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana şu müjdeyi vermedi mi? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem seni şöyle müjdelemedi mi?” demeye başladı.
O zaman Amr İbni Âs yüzünü bize dönerek dedi ki: “Âhiret için hazırladığımız en değerli azık “Lâ ilâhe illALLAH Muhammedün Resûlullah” sözüdür. Hayatımda üç devir vardır. Bir zamanlar Resûlullah’a benden fazla kin besleyen yoktu. Bir yolunu bulup da onu öldürmek benim en çok arzu ettiğim şeydi. Şayet bu haldeyken ölseydim, mutlaka cehennemlik olurdum. ALLAH Teâlâ gönlüme İslâm sevgisini koyunca, Peygamber aleyhisselâm’a gelerek: Elini uzat, sana biat edeceğim, dedim. O elini uzatınca, ben elimi geri çektim.
Bunun üzerine;
Resûl–i Ekrem: “Ne oldu, Amr?” diye sordu.
“Şart koşmak istiyorum.” dedim.
“Neyi şart koşacaksın?” buyurdu.
“Bağışlanmamı” dedim.
“Müslüman olmanın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin daha önce işlenen günahları yok ettiğini, haccetmenin daha önce yapılan günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?” buyurdu.
Artık Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha çok sevdiğim biri yoktu. Gözümde ondan daha büyük biri mevcut değildi. Ona duyduğum saygıdan dolayı gözlerimi kandıra kandıra yüzüne bakamazdım. Biri bana onu anlatmamı isteseydi, yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım. Şayet bu haldeyken ölseydim, cennetlik olmayı umabilirdim. Sonra öyle işlere karıştık ki, o işler karşısında halimin nasıl olduğunu bilemiyorum.
Öldüğüm zaman arkamdan ne ağıt, ne de ateş yakılsın. Beni gömdüğünüz zaman üzerime toprağı yavaş yavaş atınız. Sonra bir deveyi boğazlayıp etini taksim edecek kadar bir zaman kabrimin yanından ayrılmayın ki, siz yanımdayken yerime alışayım ve Rabbimin elçilerine nasıl cevap vereceğimi düşüneyim.”

(Müslim, Îmân 192)

Resim---Zeyd İbni Erkam radıyallahu anh, şöyle dedi: “Bir gün Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. ALLAH’a hamd ü senâdan sonra bize öğüt verdi. Sonra da şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana da gelecek ve ben onun davetine uyup gideceğim. Size iki önemli şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nur olan ALLAH’ın Kitabı Kur’ÂN’dır. ALLAH’ın kitabına yapışın ve sımsıkı sarılın!”
Peygamber aleyhisselâm Kur’ÂN’a sarılma ve ona bağlanma konusunda tavsiyelerde bulundu. Sonra sözüne şöyle devam etti:
“Size bir de Ehl–i beyt’imi bırakıyorum. ALLAH’tan korkun da Ehl–i beyt’ime saygılı davranın!”
buyurdu.
(Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 36)

Resim---Ebû Süleyman Mâlik İbni Huveyris radıyallahu anh şöyle dedi: “Biz aynı yaşlarda bir grup genç Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve yirmi gün boyunca yanında kalmıştık. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok merhametli ve şefkat dolu bir kimseydi. Bizim yakınlarımızı özlediğimizi anlayınca, geride ailemizden kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendisine söyledik. O zaman: “Haydi ailenizin yanına dönün ve onların yanında kalarak kendilerini bilgilendirin. Onlara şu namazı şu vakitte, bu namazı bu vakitte kılmalarını söyleyin. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun, en yaşlınız da size imam olsun.” buyurdu.
(Buhârî, Ezân 17, 18, 49, 140, Cihâd 42, Edeb 27, Âhâd 1; Müslim, Mesâcid 292. Ayrıca bk. Nesâî, Ezân 8. )

Resim---Buhârî birrivâyetinde şunu ilâve etmiştir: “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öyle namaz kılın.” buyurdu.
(Buhârî, Âhâd 1)

Resim---Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den umre yapmak için izin istedim. İzin verdi ve: “Bizi duadan unutma, sevgili kardeşim!” buyurdu. Onun bu sözüne karşılık bana dünyayı verseler, bu kadar sevinmezdim." dedi.
(Ebû Dâvûd, Vitir 23)

Resim---Bir başkarivâyete göre: “Sevgili kardeşim! Bizi de duana ortak et!” buyurdu.
(Tirmizî, Daavât 110. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 23; İbni Mâce, Menâsik 5)

Resim---Sâlim İbni Abdullah İbni Ömer’in söylediğine göre, (babası) Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ bir yolculuğa çıkacak kimseye şöyle derdi: “Yanıma gel de, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bizimle vedâlaştığı gibi seninle vedâlaşalım. Resûl–i Ekrem şöyle vedâlaşırdı:“Dinini koruyup emânetlerini ifâ etmen ve amellerini hayırla sonuçlandırman hususunda seni ALLAH’a emânet ediyorum.” buyururdu.
(Tirmizî, Daavât 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 73; İbni Mâce, Cihâd 24.)

Resim---Sahâbî Abdullah İbni Yezîd el–Hatmî radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem orduyla vedâlaşmak istediği zaman: “Dininizi koruyup emânetlerinizi ifa etmeniz ve amellerinizi hayırla sonuçlandırmanız hususunda sizi ALLAH’a emânet ediyorum.” buyururdu.
(Ebû Dâvûd, Cihâd 73. )

Resim---Enes radıyallahu anh şöyle dedi: “Bir adam Peygamber aleyhisselâm’a gelerek: “Yâ Resûlallah! Yolculuğa çıkıyorum; bana dua et!" dedi.
Resûl–i Ekrem de: “ALLAH sana takvâ nasib etsin” buyurdu.
Adam tekrar: “Bana dua et,” deyince:
“ALLAH günahını bağışlasın” buyurdu.
O yine: “Bana dua et,” deyince de:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Bulunduğun her yerde, kolayca hayır yapmanı sağlasın”
buyurdu.
(Tirmizî, Daavât 45.)

Resim---Câbir radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tıpkı bir Kur’ÂN sûresini öğretir gibi, bize her iş için istihâre yapmayı öğretirdi. Şöyle buyururdu: “Herhangi biriniz bir iş yapmak istediğinde, farz namazlardan ayrı olarak iki rekât namaz kılsın, sonra da şöyle desin: “ALLAHım! Sen her şeyi bildiğin için, hakkımda hayırlı olanı bana da bildirmeni, senin gücün her şeye yettiği için, beni başarılı kılmanı ve hayırlı olanı nasib etmeni, SENin o büyük kereminden niyaz ederim. Çünkü SENin gücün her şeye yeter, benimki yetmez; SEN her şeyi bilirsin, ben bilemem. Şüphesiz SEN görülüp bilinmeyenleri de bilirsin.
ALLAHım! Eğer bu işin benim dinim, dünyam ve âhiretim için hayırlı olduğunu biliyorsan (râvi, sözün burasında Hz. Peygamber’in hangi ifadeyi kullandığında tereddüt etti. Onun şöyle demiş olabileceğini söyledi: “Şimdi veya daha sonrası için hayırlı olduğunu biliyorsan” onu yapmayı nasib et, kolaylık ver ve onu bana mübarek kıl. Şâyet bu işin benim dinim, dünyam ve âhiretim için kötü olduğunu biliyorsan (yine râvi, sözün burasında Hz. Peygamber’in hangi ifadeyi kullandığında tereddüt etti. Onun şöyle demiş olabileceğini söyledi: “şimdi veya daha sonrası için kötü olduğunu biliyorsan” onu benden, beni ondan uzaklaştır. Hayır nerede ise onu bana nasib et, sonra da gönlümü bu sonuca râzı kıl!” der ve isteyeceği şeyi söylerdi..

(Buhârî, Teheccüd 28, Daavât 48, Tevhîd 10. Ayrıca bk. Tirmizî, Vitr 18; İbni Mâce, İkâme 188. )

Resim---Câbir radıyallahu anh şöyle dedi: “Bayram günlerinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem farklı yollardan gidip dönerdi.”
(Buhârî, Îdeyn 24)

Resim---İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Medine’den çıkarken) Şecere yolundan çıkar, Mu`arres yolundan dönerdi. Mekke’ye de Seniyyetü’l- ulyâ’dan (yukarı Seniyye yolundan) girer, Seniyyetü’s–süflâ’dan (aşağı Seniyye yolundan) çıkardı.”
(Buhârî, Hac 15; Müslim, Hac 223. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 44 )

Resim---Âişe radıyallahu anhâ: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem temizlenmeye, taranmaya, ayakkabısını giymeye varıncaya kadar her işe sağdan başlamayı pek severdi.” buyurdu.
(Buhârî, Vudû’ 31, Salât 47, Et`ime 5, Libâs 38, 77; Müslim, Tahâret 66, 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 41; Tirmizî, Cum’a 75; Nesâî, Tahâret 90, Gusül 17, Zînet 8, 63; İbni Mâce, Tahâret 42)

Resim---Yine Âişe radıyallâhu anhâ: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sağ elini temizlik ve yemek için, sol elini de tuvalette temizlenmek ve benzeri işler için kullanırdı.” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Tahâret 18)

Resim---Ümmü Atıyye radıyallahu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kızı Zeyneb radıyallahu anhâ’yı yıkayan kadınlara: “Sağ tarafından ve abdest organlarından başlayın.” buyurdu.
(Buhârî, Vudû’ 31, Cenâiz 10–11, Müslim, Cenâiz, 42–43. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 29; Nesâî, Cenâiz 31; İbni Mâce, Cenâiz 8.)

Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Biriniz ayakkabısını giyeceği zaman önce sağ ayağından, ayakkabısını çıkaracağı zaman da önce sol ayağından başlasın. Böylece sağ ayak ilk önce giyilen, en sonra çıkarılan ayak olsun.” buyurdu.
(Buhârî, Libâs 39; Müslim, Libâs 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 41; Tirmizî, Libâs 37; İbni Mâce, Libâs 28)

Resim---Hafsa radıyallahu anhümâ: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerken, içerken ve giyinirken sağ elini, diğer işleri yaparken de sol elini kullanırdı.” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Tahâret 18)

Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anh’denrivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Elbise giydiğiniz ve abdest aldığınız zaman sağ tarafınızdan başlayınız.” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Libâs 41; Tirmizî, Libâs 37 (mânen). Ayrıca bk. İbni Mâce, Tahâret 42)

Resim---Enes radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mina’ya gelince hemen cemreye gitti ve taşları attı. Sonra Mina’daki dinlenme yerine gitti ve kurbanını kesti. Bu işler bitince berberi çağırdı ve ona önce başının sağ tarafını, sonra sol tarafını göstererek: “Buralardan kes!” buyurdu. Daha sonra kesilen saçlarını halka dağıttı. [
(Buhârî, Vudû’ 33 ; Müslim, Hac 323–325. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 78. )

Resim---Diğer birrivâyet ise şöyledir: “Resûl–i Ekrem cemrede taşları atıp, kurbanını kestikten sonra tıraş olmak istedi. Başının sağ yanını berbere uzattı; o da tıraş etti. Peygamber aleyhisselâm Ebû Talha el–Ensârî’yi çağırarak kesilen saçlarını ona verdi. Sonra başının sol tarafını berbere uzatarak:
“Tıraş et!” buyurdu. Berber de tıraş etti. Resûl–i Ekrem kesilen saçları yine Ebû Talha’ya vererek: “Bunları halka taksim et!”
buyurdu.
(Müslim, Hac 326. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 73)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

EDEB HUuu!.

HAYyat OYUN NEdir ki BUu
SEViNç NEŞe KeDER KAYgu
KUL İhvÂNim =>EĞ BAŞInı
EZEL EBED =>EDEB Yâ HUu!.


Resim

EDEB KENDİni BİL!mektir
EDEB=>DİLini DİL!mektir
AŞKın>MEŞKi Bu ÂLEMde
EDEB bENLiğin SİL!mektir!.


Resim

EDEB=>MuhaMMedî Gemi
ROTAsı =>RASÛLULLAHta
Bu HAYyat=>EDEB SİStemi
BİZ BİR-İZ OL!mak ALLAHta!.


Resim

EDEB ÜZRe ATOM/ZERRe
EDEBLe=>KÂİNÂt/KÜRRe
EDEB =>EHL-i BEYt ELİdir
SOKar SENi CEZB-ü-CERRe!.


Resim

GÜZEL=>GÜZELLiği EDEB
ÖMRün =>ÖZELLiği EDEB
EL>ELe =>EL YEDULLAHa
=>EBED =>EZELLiği EDEB!.


Resim

İhvÂNim=>EDEBin TAKın
SAĞa SOLa BAKma SAKın
“RESÛLULLAH İZİ”n İZLe
AYNı NOKTA UZAK YAKın!.


Resim

NÂSİB NEdir KISMet NEdir
EDEB =>İFfet İSMet NEdir
>MuhaMMedî AHLâk HAYâ
NÂZa NİYÂZ NİSBet NEdir?.


Resim

ANLAt AŞKı=>KuL İhvÂNim
AŞKın=>MEŞKi KuL İhvÂNim
=>SEVene=>SEViLen GÖNLü
HAKk’ın KÖŞkü KuL İhvÂNim!.


17.06.18 11:01
brsbrsm..tktktrstkkmdyâriLeBİZBİRİZzzshrr..



Resim EDEB O ki;

İLMuLLAHdan olan İLMin, bir bakıma bâtını, Edeb-i Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Edebsiz İLim ise, HİZBu’ş- ŞEYtÂN-Lıkta İBLİS’in BİLdiği ve uygulattığı KÜFRün ELBİSESi ki, kendi ve yandaşlarının başına GEÇirdiği ebediyyen dermÂNsız derdi =>derdidir..

HiZBULLAH’ın İLMuLLAH İçinde EDEB Temsilcisi ve Uygulayıcısı RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e karşı EDEB..
KELÂMuLLAH olan Kur'ÂN-ı Kerîm’e karşı EDEB..
ALLAHu zü’L- CELÂL’in NÛRu OLan KÂİNÂta/KüLLî ŞEYy’e karşı EDEB..
BİLELik Dâimiyyetinin en yücesi OLan BİZ BİR-İZ-Lik “NAHNu”su.. “E-De-B”..

Edeb; Terbiyedir. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâdır.
Edeb; Hayatta söz derken kullanımda, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Sünnetidir ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ÖZÜne, SÖZne ve İZine UYgun hareket etmektir.
Edeb; HAKk TeÂLÂ ve HALkı karşısında, Utanılacak şeylerden insanı koruyan ÖZ Melekedir..
Edeb; HAK olan ilmin HAYR üzere kullanış davranış tarzı ve SEVgi Stili/biçimi, üslubu kurallarıdır. İyi tutumu, güzel davranışı, inceliği, kibârlığı, hayrânlığı ve takdiridir.

Edeb; Sünnet-i Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir ki, DUYup UYmaktır..
Edeb; EhL-i Beyt aleyhumusselâm’ın ELi, ERENlerin Er-DEMidir..
Edeb; İNSAN OLmanın TEK-BİR-Lik Temelidir…

Edeb; insanın hatâya düşüp utanılacak şeyler yapmasını önleyen, yerinde ve ölçülü davranmasını sağlayan meleke, söz ve davranışlardaki ölçülülük, her hususta haddini bilip sınırı aşmama, terbiye, nezâket, zerâfetidir.
Edeb; insanda İÇ DENGE ve DIŞ DÜZENi, RESÛLî SEVİYE-lemektir.
Edeb; insanın ÖZÜndeki fıtrî bir Utanç, Hayâ ve Hicâb DUYgusudur.

EDeb; KULLuk İmtihÂNı ÇÖLünde MecNÛN’un VAKtini ve LEYyLâ RABBını BİLMek, BULMak, OLmak ve YAŞA!.mak YOLudur..

Edeb;
KULunun Dâima ALLAHu zü’L- CeLÂL’in huzûrunda olduğunu bilerek bu huzûrun gerektirdiği şekilde davranmaktır.

Edeb; KULUn, ALLAHu TeÂLÂ’nın kâinattaki BİZ BİR-İZ-NAHNU TEK-BİR-liğini görerek bütün yaratılmışlara karşı Samimî Saygılı Davranıştır.
Edeb; her CÂN, CÂNdan da ÖZdeki AKREB/AKRABA RABB TeÂLÂ’sının ÖZünü, SÖZünü ve Fiillerini Yaratıcı ve GÖZetici/Murâkabesi altında olduğunu ANLAyış MuhaMMedî Şûurudur ve YAŞA!.nan NÛRudur!.

Bilirsiniz ki,
Halk arasında insan vücûdunda görünmesi haram ve ayıp sayılan ve örtülmesi gereken üreme organ bölgerine, Mahrem Yeri, Avret Yeri, Ut Yeri olarak “EDEB YERi” denilir..

Ömer radiyallahu anhu: “Edeb, İLiMden önce gelir” buyurmuştur.

Edeb kelimesinin etimolojisi/kökeni.:
Edeb “ziyÂfete dâvet” anlamındaki “edb” veya “zârif ve edebli olmak” mânâsındaki “edeb” masdarından geldiği ifâde edilir.
Edeb kelimesinin anlamı sözlüklerde “iyi tutum, incelik ve kibârlık, terbiyeli olmak” biçiminde geçer.

Edeb; sâhib olan kişiyi küçük düşürücü durumdan koruyan ve herkeste olan fıtrî bir melekedir. Onu kullanıp kullanmamak ise KULun tercihidir..

Kur'ÂN-ı Kerîm’de “edeb” ya da bu kelimeden türetilmiş bir sözcük bulunmaz.
Ancak Âl-i İmrân 3/11; Enfâl 8/52, 54; Gâfir 40/31 âyet-i celîlelerinde: Âdet, alışkanlıklar, eskilerin uygulamaları” anlamında “de’b” olarak geçer.
Bir âyet-i celîle de ise Yûsuf 12/47 “deeb” olarak kullanılmıştır..

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ إِنَّ اللّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---"Ke DE'Bi âli fir'avne vellezîne min kablihim, keferû bi âyâtillâhi fe ehazehumullâhu bi zunûbihim, innallâhe kaviyyun şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi)..: Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin ÂDET haline getirdiği gibi Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Böylece Allah, günahlarından dolayı onları aldı. Muhakkak ki Allah, kuvvetlidir ve azabı şiddetlidir.” (Enfâl 8/52)

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعِبَادِ
Resim---"Misle DE’Bi kavmi nûhın ve âdin ve semûde vellezîne min ba’dihim, ve mâllâhu yurîdu zulmen li’l- ibâd (ibâdi).: Nuh, Adin ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonraki kavimlerin durumu gibi. Ve Allah, kulları için zulüm dilemez.” (Mü’min 40/31)

قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدتُّمْ فَذَرُوهُ فِي سُنبُلِهِ إِلاَّ قَلِيلاً مِّمَّا تَأْكُلُونَ
Resim---"Kâle tezraûne seb’a sinîne DEEBâ (deeben), fe mâ hasadtum fe zerûhu fî sunbulihî illâ kalîlen mimmâ te’kulûn (te’kulûne).: “Yedi yıl eskisi gibi ekin ekin. Böylece (bunlardan) yediğiniz az bir kısmı hariç, hasat ettiklerinizi başağında bırakın.” dedi. (Yûsuf 12/47)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hadis-i Şeriflerinde, hem “edeb” hem de çoğulu “âdab” ile aynı kökten fiil ve isimler kullanılmıştır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kur'ÂN-ı Kerîm için, Ziyâfet Sofrası ve Edeb olarak buyurmuştur;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Gerçekten bu Kur’ân Allah’ın sofrasıdır. O’nun sofrasından gücünüz yettiğince bilgi toplamaya çalışın!.” buyurmuştur.
(Dârimî, Fezailü’l- Kur’ân, 1.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kur'ÂN-ı Kerîm, Allah’ın EDEBidir” buyurmuştur.
(Dârimî, Fazailü’l- Kur'ÂN, 1)

EDEB kavramının; İFFET, AHLÂK, TAKVÂ, HAYÂ ve FITRAT gibi kavramlar ile alâkası vardır.:

HAYâ; utanma hissidir. İnsan fıtraten iyiye, güzele taraftardır.
HAYâ; VicdÂN içinde; en güzel, en iyi ve en doğru OLÂNa ŞEYy ve Hususlara MEYL EDiş ÖZELLiğidir. meyelan gösterir.
HAYâ; MuhaMMedî İmÂNdan bir şubedir.
HAYâ; insanın aşırı davranışlardan muhafaza olunup İslâm’ın Hudutları dairesinde hareket etmesine vesile olur. Böylece insan HUDUDULLAH’ı aşmaktan korunur ve MuhaMMedî EDEBini Fiilen YAŞAr ve BİZ BİR-İZ OLur!.
KELÂMuLLAH’ta HAYÂ ANLAMı İçeren ÂYet-i CeLîLeLEr:


اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---"Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l kitâbi ve ekımı’s- salâte, inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan(hayasızlıktan) ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.” (Ankebût 29/45)

أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَن يُؤْذَنَ لَكُمْ إِلَى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ إِنَاهُ وَلَكِنْ إِذَا دُعِيتُمْ فَادْخُلُوا فَإِذَا طَعِمْتُمْ فَانتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِسِينَ لِحَدِيثٍ إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْيِي مِنكُمْ وَاللَّهُ لَا يَسْتَحْيِي مِنَ الْحَقِّ وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَاسْأَلُوهُنَّ مِن وَرَاء حِجَابٍ ذَلِكُمْ أَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ وَمَا كَانَ لَكُمْ أَن تُؤْذُوا رَسُولَ اللَّهِ وَلَا أَن تَنكِحُوا أَزْوَاجَهُ مِن بَعْدِهِ أَبَدًا إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمًا
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tedhulû buyûten nebiyyi illâ en yu’zene lekum ilâ taâmin gayra nâzırîne inâhu ve lâkin izâ duîtum fedhulû fe izâ taimtum fenteşirû ve lâ muste’nisîne li hadîs (hadîsin), inne zâlikum kâne yu’zîn nebiyye fe yestahyî minkum vallâhu lâ yestahyî mine’l- hakkı, ve izâ seeltumûhunne metâan fes’elûhunne min verâi hıcâbin, zâlikum atharu li kulûbikum ve kulûbihinne, ve mâ kâne lekum en tu’zû resûlallâhi ve lâ en tenkihû ezvâcehu min ba’dihî ebedâ (ebeden), inne zâlikum kâne indallâhi azîmâ (azîmen).: Ey iman edenler! size izin verilmedikçe Nebî’nin evlerine girmeyin! (Girmişseniz oyalanıp) yemeğin pişmesini beklemeyin. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeğinizi yeyince hemen dağılın ve sohbet etmek istemeyin, söze dalmayın (izinsiz konuşmayın). İşte bu durum gerçekten Nebî’ye eziyet oluyordu. Fakat sizden hayâ ediyordu (utanıyordu). Allah, haktan hayâ duymaz (gerçeği açıklamaktan çekinmez). Onlardan (Peygamber Hanımlarından) bir şey sorduğunuz zaman perde arkasından sorun. Bu, sizin ve onların kalbleri için daha temizdir. Allah’ın Resûl’üne eziyet etmeniz ve bundan sonra O’nun zevcelerini nikâh etmeniz ebediyyen (helâl) olmaz. Muhakkak ki bu, Allah’ın katında çok büyük (günahtır).” (Ahzâb 33/53)

قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Resim---"Kul lil mu’minîne yaguddû min ebsârihim ve yahfezû furûcehum, zâlike ezkâ lehum, innallâhe habîrun bimâ yasneûn (yasneûne).: Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar, hayâetsinler.), ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nûr 24/30)

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim---"Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, velyadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulî’l- irbeti mine’r- ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn (zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhâ’l- mu’minûne leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü’min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar,hayâ etsinler.) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (câriyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler, hepiniz Allah’a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.” (Nûr 24/31)

فَجَاءتْهُ إِحْدَاهُمَا تَمْشِي عَلَى اسْتِحْيَاء قَالَتْ إِنَّ أَبِي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ أَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَا فَلَمَّا جَاءهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَ قَالَ لَا تَخَفْ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Resim---"Fe câethu ıhdâhumâ temşî alâstihyâin, kâlet inne ebî yed’ûke li yecziyeke ecra mâ sekayte lenâ, fe lemmâ câehu ve kassa aleyhil kasasa kâle lâ tehaf, necevte minel kavmi’z- zâlimîn (zâlimîne).: İkisinden biri, haya ederek (utanarak) ona geldi: "Muhakkak ki babam, bizim (sürümüzü) sulamandan dolayı bir ecirle mükâfatlandırmak için seni davet ediyor." dedi. Ve (Musa aleyhisselâm), ona geldiği zaman hikâyesini anlattı. (İhtiyar haldeŞuayib aleyhisselâm): "Korkma! (Artık) sen, zâlimler kavminden kurtuldun!." dedi.” (Kasas/ 25)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

RESÛLULLAH
sallallahu aleyhi vesellem’in
Hadis-i Şerîf BUYrukLarında HAYÂ.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah'tan hakkıyla haya edin!" buyurdu. Biz: "Yâ Resûlullah, elhamdülillah, biz Allah'tan hayâ ediyoruz" dedik. Ancak O, şu açıklamayı yaptı: "Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil. Allah'tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnı/karnı ve onun ihtivâ ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim âhireti dilerse dünya hayâtının zînetini terketmeli, âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olur." buyurdu.
(İbni Mes'ud radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Kıyamet 25, (2460)

Resim---Ebu Saidi'l-Hudri radiyallahu anhu: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem çadırdaki bâkire kızdan daha çok hayâ sahibi idi. Hoşlanmadığı bir şey görmüşse biz bunu yüzünden hemen anlardık!” buyurdu.
(Buharî, Edeb 77, Menâkıb 23; Müslim, Fedailu'n-Nebi 67, (2320)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır, İslam'ın ahlâkı hayâdır." buyurdu.
(Zeyd İbnu Talha İbnu Rükane radiyallahu anhu’dan; İ. Mâlik, Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 9, (2, 905); İbni Mâce, Zühd 17, (4181, 4182)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Hayâ ise girdiği şeyi güzelleştirir." buyurdu.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Birr 47, (1975); İbni Mâce, Zühd 17, (4185)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ, baştan başa hayırdır.” buyurdu.
(Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslamiyet’in ahlâkı da hayâdır.” buyurdu.
(İbni Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâsız olan hep kötülük eder.” buyurdu.
(İbni Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâsız olan, emânete hıyânet eder, hâin olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lânete uğrar, şeytan gibi olur.” buyurdu.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.” buyurdu.
(Ebu Nuaym)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAHu TeÂLÂdan hayâ edin! Allah’tan hayâ eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar!.” buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ, baştan başa hayırdır.” buyurdu.
(Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her dinin bir ahlâkı vardır. İslamiyet’in ahlâkı da hayâdır.” buyurdu.
(İbni Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâsız olan hep kötülük eder!.” buyurdu.
(İbni Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İman çıplaktır, süsü hayâ, elbisesi takvâ, sermâyesi fıkıh, meyvesi ameldir.” buyurdu.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ insan olsaydı, sâlih birisi. Fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu!.” buyurdu.
(Taberanî)

Fuhş.: Edeb ve terbiyeye uymayan hareket. Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram. Çok günah ve çok fenâ bir fiil olan zinâ.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz.” buyurdu.
(Hakim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâsız olan, emânete hıyânet eder, hâin olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lânete uğrar, şeytan gibi olur.” buyurdu.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.” buyurdu.
(Ebu Nuaym)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Mümin, ayıplamaz, lânet etmez, çirkin söz söylemez ve hayâsız değildir.” buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.” buyurdu.
(İ. Maverdî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâ imandandır. Hayâsızın imanı yok demektir.” buyurdu.
(İbni Hibbân)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İnsan, sâlih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!” buyurdu.
(Beyhekî)

Münker ve Nekir: Mezardaki suâl meleklerinin isimleri.
Münker ve Nekir Meleklerinin kabir suâline inanmak vâcibdir.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayâsızın dini olmaz ve hayâsız kişi Cennete giremez.” buyurdu.
(Deylemî)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BİZ BİR-İZ MUMudur SEVDÂ
NÛRuLLAH ATAŞın YANmak
ERİmektir=> MecNÛN LEYLÂ
“NAHNU SIRRI”na İNANmak!.


YAŞAmak=>AŞKktır İhvÂNim
=>ZITLarın ZEVKin =>ERENe
RABBı BÂKi ==>KENdi FÂNim
AŞKk OLsun AŞKk GÖSTERENe!.


ZEVK 8962

MîM-i MÂRiFet SIRRıdır =>AŞKın SEBEBini BİLmek
ÖMüR Boyu AĞZIndaki =>DEMiR LEBLEBini BİLmek
ZÂHiR SEVmek BÂTıN SEVmek
VUSLatın ==>FİRKATın SEVmek
İFFet=>İZzet=>İSMet İLe =>AŞKın EDEBini EBİLmek!.


15.08.18 18:55
brsbrsm..tktktrstkkmzdhacrlrskayp...


İFFet.: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak.
İZzet .: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
İSMet.: Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir.
VUSLat.: Visal. Sevdiğine kavuşma, ulaşma.
FİRKAT.: (Fürkat) İftirak. Dostlardan ve sâir sevdiği şeylerden ayrılış. Firak.




MuhaMMedî HAKk AŞKın EDEBi.:

Manevî AŞKın GÜLünün, Gübresi Maddî AŞK EHLi OLan MuhaMMedî HAKk ÂŞIKlığın EDEBini,
El AHAD olan ALLAHu zü’L CeLÂL’in EzeL-EbEd MutLak ÂŞIKı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem BUYurmakta- DUYurmakta;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehîddir.” !” buyurmuştur.
(Hakim; Hatib)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek, sabredenin günahlarını, ALLAHu TeÂLÂ affedip Cennetine koyar.”!” buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimin üstün olan kimseleri, aşk belâsına maruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir.” !” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Siz iffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur” !” buyurmuştur.
(Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İffet talep edeni, ALLAHu TeÂLÂ iffetli kılar!.” buyurmuştur.
(Hakim)

İffet ve İsmet en Olgun MuhaMMedî Ahlâkın Hakikati ÂSİL Huydur.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Güzel huy gibi asâlet olmaz!.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön