TEVHİDuLLAH..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimTEVHİDuLLAH

İlâhe İllâ ALLAH!..
RaBBul- ÂLEMîn SÖZü,
Rahmetenlil- ÂLEMîn SESi,
Kur'ân-ı Kerim Nefesiyle TeVHiD

İsLÂM DîNine GİRiş-ÇIKışta -> Şartsız Şart -> TEVHİDin..
TEVHİDin -> VüCÛDu->ŞüHÛDu-SüCÛDu->UHÛDu:
İLİM -> EDEB -> İRFÂN -> ERKÂN!.. TAMmı..
İLİM -> İRÂDE -> İDRAK -> İŞTİRAK!.. TÜMmü..
TeSLiM -> ÎMâN -> TâBi Oluş -> İTaaT Ediş.. CEMmi...


*

İLİM ->BİLmek..
zamANsız İLMel- YAKÎN

İlâhe.. nefy/red/inkÂRı..
İllâ ALLAH.. isbât/kabul/ikrÂRı..


فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ

Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestağfir li zenbike ve li'l-mu’minîne ve'l-mu’minât(mû’minâti), vallâhu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.: Bu durumda/iyi BİLinki, ALLAH'tan başka İlâh olmadığını bil ve kendi günahların için, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Ve ALLAH, sizin dönüşünüzü ve sizin yurdunuzu bilir.
(MuhaMMed 47/19)


وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihi'ş-şefâate illâ men şehide bi'l-hakkı ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).: Ve onların, O'ndan (ALLAH'tan) başka taptıkları şeyler şefaate mâlik değildir. HAKK'a şahid olanlar hâriç ve onlar (Hakk'ı) bilirler.
(Zuhrûf 43/86)


مَنْ ماَتَ وَهُوَ يَعْلَمُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ دَخَلَ الْجَنَّةَ
رواه مسلم
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Kim, ALLAH’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığını bilerek ölürse, cennete girer.Buyurdu.
(Osman b. Affan radiyallahu anhu'dan; Müslim)

**


EDEB/ İRÂDE BULmak..
ZANsız AYNel-YAKÎN


إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

İnneme'l-mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn (sâdikûne).: Mü'minler ancak onlardır ki, ALLAH'a ve O'nun Rasûlu'ne îmân ettiler. Sonra da şüpheye düşmediler. Ve malları ve canları ile ALLAH yolunda cihad edenler; işte onlar, onlar sadıklardır.
(Hucurât 49/15)


أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَأَنيِّ رَسُولُ اللهِ لاَ يَلْقَى اللهَ بِهِماَ عَبْدٌ غَيْرَ شاَكٍّ فِيهِمَا إِلاَّ دَخَلَ الْجَنَّةَ
رواه مسلم
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "ALLAH’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim ALLAH’ın elçisi olduğuma şehâdet ederim ki bir kul, (kıyâmet gününde) bu ikisinde (ALLAH’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim de ALLAH’ın elçisi olduğuma) şüphe etmeden ALLAH’ın huzûruna çıkarsa, cennete girer." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre'den; Müslim)


... مَنْ لَقِيْتَ مِنْ وَرَاءِ هَذَا الْحَائِطِ يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ مُسْتَيْقِنًا بِهَا قَلْبُهُ فَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ
رواه مسلم
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "(Ey Ebu Hureyre!) Bu duvarın arkasında, kalbinden gelerek ALLAH’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına kalbinden şüphesiz olarak inanan kimseye rastlarsan, onu cennetle müjdele!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre'den; Müslim)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

İDRAK/ İRFÂN-da OLmak..
ANsız HaKKe’l- YAKÎN.. KABUL..



احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ
Resim---Uhşurûllezîne zalemû ve ezvâcehum ve mâ kânû ya’budûn(ya’budûne).: Zulmedenleri ve onların eşlerini (zevcelerini) haşredin (biraraya toplayın)! Ve onların tapmış oldukları şeyleri (de).” (Sâffât 37/22)

مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَى صِرَاطِ الْجَحِيمِ
Resim---Min dûnillâhi fehdûhum ilâ sırâtıl cahîm(cahîmi).: Allah'tan başka (taptıkları). Artık onları cahîm (cehennem) yoluna hidayet edin (ulaştırın).” (Sâffât 37/23)

وَقِفُوهُمْ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ
Resim---Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne).: Artık onları tevkif edin (tutuklayın). Muhakkak ki onlar, mesuldürler (sorumludurlar).(Sâffât 37/24)

مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
Resim---Mâ lekum lâ tenâsarûn(tenâsarûne).: Size ne oldu ki yardımlaşmıyorsunuz.” (Sâffât 37/25)

بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
Resim--- ''Bel humul yevme musteslimûn(musteslimûne).: Hayır, onlar bugün teslim olanlardır.” (Sâffât 37/26)

وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
Resim---Ve akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).: Ve karşılıklı yönelip birbirlerine (hesap) sorarlar.” (Sâffât 37/27)

قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ
Resim---Kâlû innekum kuntum te’tûnenâ anil yemîn(yemîni).: "Gerçekten siz bize, sağ taraftan (Allah taraftarıymış gibi) geliyordunuz." dediler (derler).” (Sâffât 37/28)

قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
Resim---Kâlû bel lem tekûnû mû’minîn(mû’minîne).: "Hayır, siz mü'min olmamıştınız (Allah'a ulaşmayı dilememiştiniz)." dediler (derler).” (Sâffât 37/29)

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ
Resim---Ve mâ kâne lenâ aleykum min sultân(sultânin), bel kuntum kavmen tâgîn(tâgîne).: Ve bizim, sizin üzerinizde bir sultanlığımız, hükümranlığımız olmadı (yoktu). Hayır siz azgın bir kavim olmuştunuz.” (Sâffât 37/30)

فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا إِنَّا لَذَائِقُونَ
Resim---Fe hakka aleynâ kavlu rabbinâ innâ le zâıkûn(zâıkûne).: Artık Rabbimizin (azap) sözü üzerimize hak oldu. Muhakkak ki biz, onu (azabı) mutlaka tadacak olanlarız.(Sâffât 37/31)

فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ
Resim---Fe agveynâkum innâ kunnâ gâvîn(gâvîne).: Evet, sizi biz azdırdık. Gerçekten biz azgınlar olmuştuk.” (Sâffât 37/32)

فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Resim---Fe innehum yevme izin fîl azâbi muşterikûn(muşterikûne).: İşte muhakkak ki onlar, izin günü azapta ortak olanlardır.(Sâffât 37/33)

إِنَّا كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
Resim---İnnâ kezâlike nef’alu bil mucrimîn(mucrimîne).: Gerçekten Biz, mücrimlere (suçlulara) işte böyle yaparız.” (Sâffât 37/34)

إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
Resim---İnnehum kânû izâ kîle lehum lâ ilâhe illallâhu yestekbirûn(yestekbirûne).: Onlara: "Allah'tan başka İlâh yoktur." denildiği zaman, onlar mutlaka kibirleniyorlardı.(Sâffât 37/35)

وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوا آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ
Resim---Ve yekûlûne e innâ le târikû âlihetinâ li şâirin mecnûn(mecnûnin).: Ve onlar: "Mecnun (deli) bir şair için, gerçekten biz, ilâhlarımızı terkedenler mi olacağız?" diyorlar(dı).” (Sâffât 37/36)

بَلْ جَاء بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ
Resim---Bel câe bil hakkı ve saddakal murselîn(murselîne).: Hayır, o hakkı getirdi. Ve mürselleri (gönderilmiş olan resûlleri) tasdik etti.(Sâffât 37/37)

إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ
Resim---İnnekum le zâikûl azâbil elîm(elîmi).: Muhakkak ki siz, elîm azabı mutlaka tadacak olanlarsınız.” (Sâffât 37/38)

وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ve mâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).: Ve yapmış olduklarınızdan başka bir şeyle cezalandırılmazsınız.(Sâffât 37/39)

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
Resim---İllâ ibâdallâhil muhlesîn(muhlesîne).: Allah'ın muhlis (halis) kulları hariç.” (Sâffât 37/40)

أُوْلَئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ
Resim---Ulâike lehum rizkun ma’lûm(ma’lûmun).: İşte onlar; onlar için malûm (bilinen) bir rızık vardır.” (Sâffât 37/41)

فَوَاكِهُ وَهُم مُّكْرَمُونَ
Resim---Fevâkih(fevâkihu), ve hum mukremûn(mukremûne).: Ve meyveler, onlar ikram olunanlardır.” (Sâffât 37/42)

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ
Resim---Fî cennâtin naîm(naîmi).: Naîm cennetlerinde.” (Sâffât 37/43)

عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ
Resim---Alâ sururin mutekâbilîn(mutekâbilîne).: Karşılıklı tahtlar üzerinde.” (Sâffât 37/44)

أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
Resim---E cealel âlihete ilâhen vâhıdâ(vâhıden), inne hâzâ le şey’un ucâb(ucâbun).: İlâhları bir tek ilâh mı kılıyor? Muhakkak ki bu, gerçekten acayip (şaşılacak) bir şey.” (Sâd 38/5)

وَانطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آلِهَتِكُمْ إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ
Resim---Ventalekal meleu minhum enimşû vasbirû alâ âlihetikum inne hâzâ le şey’un yurâd(yurâdu).: Ve onlardan ileri gelenler: "Yürüyün! İlâhlarınıza karşı sabırlı (kararlı) olun. Muhakkak ki sizden istenen mutlaka budur." (diyerek) ayrıldılar.” (Sâd 38/6)

مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ
Resim---Mâ semi’nâ bi hâzâ fîl milletil âhıreh(âhıreti), in hâzâ illâhtilâk(illâhtilâkun).: Biz, diğer dînler içinde bunun gibi (bu konuda) bir şey (bütün ilâhların tek bir ilâh olduğunu) işitmedik. Bu sadece bir iftiradır.(Sâd 38/7)

{ مَثَلُ مَا بَعَثَنِي اللَّهُ بِهِ مِنْ الْهُدَى وَالْعِلْمِ كَمَثَلِ الْغَيْثِ الْكَثِيرِ أَصَابَ أَرْضًا فَكَانَ مِنْهَا نَقِيَّةٌ قَبِلَتِ الْمَاءَ فَأَنْبَتَتِ الْكَلَأَ وَالْعُشْبَ الْكَثِيرَ وَكَانَتْ مِنْهَا أَجَادِبُ أَمْسَكَتِ الْمَاءَ فَنَفَعَ اللَّهُ بِهَا النَّاسَ فَشَرِبُوا وَسَقَوْا وَزَرَعُوا وَأَصَابَتْ مِنْهَا طَائِفَةً أُخْرَى إِنَّمَا هِيَ قِيعَانٌ لاَ تُمْسِكُ مَاءً وَلاَ تُنْبِتُ كَلَأً فَذَلِكَ مَثَلُ مَنْ فَقُهَ فِي دِينِ اللَّهِ وَنَفَعَهُ مَا بَعَثَنِي اللَّهُ بِهِ فَعَلِمَ وَعَلَّمَ وَمَثَلُ مَنْ لَمْ يَرْفَعْ بِذَلِكَ رَأْسًا وَلَمْ يَقْبَلْ هُدَى اللَّهِ الَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ } [ رواه البخاري]
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah Teâlâ'nın benim ile gönderdiği hidâyet ve ilmin misali, bir araziye bolca yağan yağmura benzer: Yağmur alan bu arazide bir kısım vardır ki burası yağmur suyunu kabul eder (içine çeker) ve üzerinde bol bol bitkiler, otlar yetiştirir. Arazinin ikinci bir kısmı vardır ki, orası yağmur suyunu biriktirir. Biriken o yağmur suyundan Allah, insanları faydalandırır; insanlar ondan içerler, hayvanlarını ve arazilerini sulayarak ekin ekerler. Bu arazinin üçüncü bir kısmı da vardır ki suyu ne üzerinde tutar, ne de üzerinde bitki yetiştirir. İşte bu, Allah'ın dîninde bilgili olan, o bilgi kendisine fayda veren, Allah Teâlâ'nın beni onunla göndermiş olduğu dîni öğrenen ve onu başkalarına öğreten kimse ile buna aldırış etmeyen ve benim gönderilmiş olduğum Allah Teâlâ'nın hidâyetini kabul etmeyen kimsenin misalidir." buyurdu.
(Ebu Musa el-Eş'arî radiyallahu anhu'dan; Buhârî ve Müslim)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

İŞTİRAK/ ERKÂN-da YAŞAmak..
UBuDiYyet/KULLuk/İNKIYÂD
cANsız HâKKe’l- YAKÎN.. KABUL..


INkıyâd..Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal...

وَمَن يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
Resim---Ve men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, ve ilâllâhi âkibetul umûr(umûri).: Ve kim muhsin olarak vechini Allah'a teslim ederse, o taktirde sağlam bir kulba tutunmuş olur. Ve işlerin sonucu Allah'a (ulaşır).” (Lokman 31/22)


وَمَن كَفَرَ فَلَا يَحْزُنكَ كُفْرُهُ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---Ve men kefere fe lâ yahzunke kufruh(kufruhu), ileynâ merciuhum fe nunebbiuhum bi mâ amil(amilû), innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).: Ve kim inkâr ederse, onun küfrü seni mahzun etmesin (üzmesin)! Onların dönüşü, Bize'dir. Böylece yaptıkları şeyleri (amelleri) onlara haber vereceğiz. Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.” (Lokman 31/23)

{ لاَ يُؤْمِن أَحَدكُمْ حَتَّى يَكُونَ هَوَاهُ تَبَعًا لِمَا جِئْت بِهِ } [ فتح الباري ]
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Birinizin arzusu, benim getirdiğim bu dîne tâbi olmadıkça (tam) îmân etmiş olmaz!” buyurdu.
(İbn Hacer el-Askalanî, Fethu'l-Bârî- Sahih- i Buharî Şerhi)

*

ResimSIDKiYYeT/ Doğruluk..:

SıDK: Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. Ahdinde sâbit olmak. Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. Kalb temizliği..

أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
Resim---E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).: İnsanlar, "amenna (îmân ettik)" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?(Ankebût 29/3)

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ
Resim---Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).: Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.” (Ankebût 29/2-3)

{ماَ مِنْ أَحَدٍ يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ ، وَأَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ صِدْقاً مِنْ قَلْبِهِ إِلاَّ حَرَّمَهُ اللهُ عَلىَ النَّارِ } [ متفق عليه ]
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hiç kimse yoktur ki, Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna, samimî olarak kalbden şehâdet etsin de, Allah Teâlâ da ona cehennemi haram kılmış olmasın.” buyurdu.
(Muaz b. Cebel radiyallahu anhu'dan; Buhârî ve Müslim)

*

ResimİHLAS..:

Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız, şirksiz sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve gaye edinmek. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak..

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Resim---E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr(keffârun).: Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O'ndan (Allah'tan) başka dostlar edinenler: "Biz, onlara (putlara) sadece bizi Allah'a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz." (dediler). Muhakkak ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki Allah, yalanlayan ve inkar ederleri hidayete erdirmez.(Zümer 39/3)

قُلِ اللَّهَ أَعْبُدُ مُخْلِصًا لَّهُ دِينِي
Resim---Kulillâhe a’budu muhlisan lehu dînî.: De ki: "Ben Allah'a, dînimi O'na halis kılarak kul olurum." (Zümer 39/14)

{أَسْعَدُ النَّاسِ بِشَفاَعَتيِ مَنْ قاَلَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ خاَلِصاً مِنْ قَلْبِهِ أَوْ نَفْسِهِ}[ رواه البخاري ]
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "(Kıyâmet günü) şefaatime nâil olacak en bahtiyâr kişi, kalbinden veya nefsinden “lâ ilâhe illallah” diyendir." buyurdu.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu'dan; Buhârî)

*

ResimMUHABBET..:

Sınırsız-Sırsız Sevgi.. Sevgi, sevme. Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi..

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---''Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh(hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh(lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravnel azâbe, ennel kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdul azâb(azâbi).: Ve insanlardan bir kısmı, Allah'tan başka “eş ve ortak (putlar)” edinenler, onları (eş ve ortak edindikleri şeyleri), Allah'ı sever gibi severler. (Oysa) âmenû olanların Allah'a olan sevgileri çok daha kuvvetlidir. Ve zulmedenler, azap görecekleri (azaba uğrayacakları) zaman, bütün kuvvetin tamamen Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın şiddetli azabı olduğunu keşke görselerdi (bilselerdi).(Bakara 2/165)

{ لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ } [ رواه البخاري ومسلم ]
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben birinize, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça, îmân etmiş olmaz." buyurdu.
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu'dan; Buhârî ve Müslim)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimDERmÂN k.s.Tevhidi..

TEVHİDuLLAH..

ALLAHu zü’l- CeLÂL’in Davâsı TEVHİD
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Dâveti TEVHİD
MuhaMMEdî Rüşde ERen MuhaMMEdî Mü’minLerin DUÂsı TEVHİD..

İlâhe İLLÂ ALLAH:

TEVhid: Birleme. Bir ALLAH'tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilahe illALLAH sözünü tekrarlama. Her yerde ve her şeyde ALLAH'tan başkasının te'sir hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamaktır.

Lâ İlâhe: İnkârdır ve “hiçbir İlâh yoktur” demektir..
İLLÂ ALLAH: İkrârdır ve “Ancak, ALLAH hariç” demektir ve tek ve eşsiz el İLÂH ALLAH celle celâluhudur..

ALLAH:
Resim

El İlâhu:
Resim

TEVhid, Kur'ân-ı Kerimimizde;

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Resim---Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum : Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir. '' (Muhammed 47/19)

وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Resim---Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihiş şefâte illâ men şehide bil hakkı ve hum ya’lemûn: O’ndan başka ibadet edib durdukları şeyler (putlar), şefaat da edemezler; ancak Hak’ka şehadet eden (dili ve kalbi ile “Lâ ilâhe illAllah diyen”) kimseler müstesna... onlar (Allah’ın Rableri olduğunu gerçek olarak) bilirler.(Zuhruf 43/86)

Resim

TEVhid, Hadis-i Şeriflerde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim Lâ ilâhe illALLAH’ın mânâsını “bilerek” ölürse cennete girer.” buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Ebu Hureyre radıyallahu anhu şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ben ALLAH’tan başka ilah olmadığına ve benim ALLAH’ın elçisi olduğuma şehadet ederim. Bu iki hususta “şüphe etmeyerek” ALLAH’a bu iki şehadetle kavuşan her kul muhakkak cennete girer.” buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz radiyallahu anh’a Yemene vali gönderirken: “Onları ilk olarak çağırdığın şey Allah’tan başka hak ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna iman etmeleri olsun!.” buyurmuştur.
(Müslim, 1/53)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Kim, Lâ ilâhe illâllah der, ALLAH’tan başka ibadet edilen şeyleri inkâr ederse, onun kanı ve malı haramdır! Onun hesabı ALLAH azze ve celle’ye aittir.” buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Lâ ilâhe illâllah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur.” buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Zikrin (Allah’ı anmanın) en faziletlisi Lâ ilâhe illâllah demektir.” buyurmuştur.
(Nesâî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Lâ ilâhe illâllah demek 99 belâyı önler. Bunun en aşağısı sıkıntıdır.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Benim ve diğer peygamberlerin dediği en üstün şey: “Lâ ilâhe illâllah” sözüdür.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Haramlardan kaçarak, ihlasla, “lâ ilahe illALLAH” diyen Cennete girer.” buyurmuştur.
(Hatib, Taberânî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Günde 100 defa Lâ ilâhe illÂLLAH diyenin yüzü kıyamette ayın 14’ü gibi parlar.” buyurmuştur.
(Taberânî)

100.üncüyü söylerken “Muhammedün Resûlullah” ilâve etmek iyi olur. Tecvide göre okununca “Muhammedü’r- Resulullah” denir…

Resim

TEVhid ; yakînen, şeksiz, şüphesiz ve tereddütsüz bir iman demektir:

YakîN: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Resim---''İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn .:Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan/ şüpheye düşmeden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.” (Hucurât 49/15)

Resim---Ebu Hureyre radıyallahu anhdan şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ben ALLAH’tan başka ilah olmadığına ve benim ALLAH’ın elçisi olduğuma şehadet ederim. Bu iki hususta “şüphe etmeyerek” ALLAH’a bu iki şehadetle kavuşan her kul muhakkak cennete girer.” Buyurmuştur.
(Müslim)

Resim

TEVhid; Hâlis muhlis gönüllerin ihlâs imanıdır:

İhlâs: (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve gaye edinmek. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak.
Hâlis: Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli. Pek beyaz. Evvelce karışık iken kusuru zâil olan. Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen.
Muhlis: Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.


أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Resim---E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilâllâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr: Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zümer 39/3)

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
Resim---Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh: Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur.” (Beyine 98/5)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet günü halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kişi, kalbinden “ihlaslı” olarak Lâ ilâhe illâllah diyen kimsedir.” Buyurdu.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim kalbden “ihlasla” ve “yakîn bir imanla” Lâ ilâhe illALLAH’a şehadet ederse, ateşe girmez cennete girer.“ buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, 5/236)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim “ihlas” ile Lâ ilâhe illâllah derse cennete girer.” Dediler ki: “İhlasla söylemek nasıl olur?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Söyleyeni ALLAH’ın haramlarından alıkoymasıdır.” buyurdu.
(Terğib ve Terhib : 364.s.5.n)

Resim

TEVhid; Sadakat ve SıDK İMaNıdır:

SıDK: Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. Ahdinde sâbit olmak. Yalanın zıddı, nifakın tersidir. Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. Kalb temizliğidir.

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ
Resim---Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn: Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.(Ankebut 29/3)

وَالَّذِي جَاء بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Resim---Vellezî câe bis sıdkı ve saddeka bihî ulâike humul muttekûn: Doğruyu (Kur’an’ı) getiren (Hz. Peygamber s.a.s.) ve O’nu tasdik eden (müminler) ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir.” (Zümer 39/33)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim “sadık” olarak Lâ ilâhe illALLAH’a (yani Allah’tan başka ilahın olmadığına) şehâdet getirirse cennete girer.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, 4/402-19486.)

Resim

TEVhid; Sevgi ve Muhabbet İMaNıdır:

MuhaBBet: Sevgi, sevme. Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi.

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh(hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh(lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravnel azâbe, ennel kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdul azâb: İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara 2/165)

Resim---Enes radıyallahu anhdan gelen bir rivayette Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem: “Üç haslet vardır ki bunlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını almış olur:
1- ALLAH ve Resulünün o kimseye her şeyden daha “sevimli” olması.
2- Sevdiğini sadece ve sadece ALLAH için “sevmesi.”
3- Ateşe atılmaktan nasıl korkuyor ise ALLAH kendisini kurtardıktan sonra takrar küfre dönmekten de öylece korkması. ”
buyurmaktadır
(Buharî, Müslim)

Resim

TEVhid; Sadakat ve samimiyetle İnkiyad/Bağlanış-Teslim oluş İMaNıdır:

İnkıyâd: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.

1- ALLAH'A ve RESÛLÜNE TESLİM OLUN!:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen) : Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzâb 33/56)

2- ALLAH'A ve RESÛLÜNE İMAN EDİN!:

وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُوْلَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve yekûlûne âmennâ billâhi ve bir resûli ve ata’nâ summe yetevellâ ferîkun minhum min ba’di zâlik(zâlike) ve mâ ulâike bil mu’minîn(mu’minîne) : (Bazı insanlar:) "Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.” (Nûr 24/47)

3- ALLAH'A VE RESÛLÜNE TÂBİ OLUN- istecibü!:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne) : Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.(Enfâl 8/24)

4- ALLAH'A VE RESÛLÜNE İTÂAT EDİN!:

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim---"Kul etîûllâhe ver resûl (resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn (kâfirîne) : De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-İ İmrân 3/32)

Resim

Ve yine Kur'ân-ı Kerimimizde Tekvin Sıfat İsmi Rabbımız TeâLâ celle celâluhu ile ilgili;

اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ
Resim---Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum ve lâ tettebiû min dûnihî evliyâe, kalîlen mâ tezekkerûn: Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!(A’râf 7/3)

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ
Resim---Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn: Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” (Zümer 39/54)

وَمَن يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
Resim---Ve men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, ve ilâllâhi âkibetul umûr: Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır.(Lokman 31/22)

Resim

“Lâ ilâhe illâllah” TEVHİDini doğru ANLAmak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyruklarına bakmalıyız;

Resim---Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Muaz radıyallahu anhuyu Yemen’e vali olarak gönderirken ona: “Ey Muaz, Yemen’e vardığında yanına kitap ehli kimseler gelip muhakkak: Cennet’in anahtarı nedir ? diye soracaklardır. Sen onlara cevaben : “Lâ ilâhe illALLAH“ kelimesidir, de. Lakin bu tevhid kelimesi cennet’in dişsiz bir anahtarıdır. Eğer sen cennet’in kapısı önüne dişli bir anahtarla gelirsen cennet sana açılır yoksa açılmaz, diye cevap ver, buyurmuştur. ”
(Beyhakî, Sünen Umdetu’l- Karia : 4 / 3)

Resim---Abdullah ibn Ömer radıyallahu anhdan;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin ALLAH’ın Resûlu olduğuna şehadet, namazı ikâme ve zekatı edâ edinceye kadar insanlarla muharebe etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslam’ın hakkı dışında insanların (gizli işlerinden dolayı olan) hesablarıda ALLAH’a aiddir.” buyurdu.
(Müslim, 1.c 22.n)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim->AŞK Ne ki?.

bU ÂLeMde bENim >İŞim
hİÇ SEViLip
! hEP SEVişim
"YÂR NÂRı"nda >İBRaHîMî
İhvÂNimm ATEŞ DERvİŞim
!.

AŞK >ATEŞte YÜRÜmektir
BAŞa ALEV BÜRÜ!”mektir
DERini
->YÂRe YÜZdürmek
SıRR-ı SıFıR SÜRÜ!.”mektir!.

AŞK ATEŞİ-n >kÖZü TeVHiD
şU HaYyatın ÖZ
-ü ->TeVHiD
->“ReSÛLuLLAH’-ın SESİnde
RABBü
L- ÂLEM SÖZü TeVHiD!.

ZEVK 6396

abdin ->RABBını BİLmesi.. ->KUL-u OLmaKtır >TeVHiDuLLAH!
HaLK İÇİnde HAKktan HAKka HAKkLa HAKtır >TeVHiDuLLAH!
->MuHaMMedüL- MaHMûd ->HaMid ->AHMEDüL- A H A D >"AHDini
->İ L İ M ->İ R A D E ->İ D R A K La -> YAŞAMAKtır>TeVHiDuLLAH!.

celle celâluhu
sallallahu aleyhi ve sellem


25.10.14. 22:54
brsbrsmd..tktktrstkkmdmhrrmm..


AŞK İĞNEsÎN UCu TeVHiD
SEBEB-in SON-UCu TeVHiD
AŞK MuhaMMedî Mi’RÂC-dır
RÜCÛ”su “URÛC”u TeVHiD!.

kuL ihvÂNim “SÖZ”ü KeSs!
AŞK!.” DEdiğin >bir NEFes!
“biRr NEfeSs-Lik ->NÂSİB”in
->GÜN GELir >BULur hERKes!.


Resim->AŞK O ki?.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

MuhaMMedî Tasavvufta TELKİN:

Maddî-Manevî KüLLî Şey’in ve de herKESin İlk HaBBesi, NÛr-u MuhaMMed ki Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..
CüMMLe cÂNların TEN ve CÂN SiLSiLesi-Zevk-Zâika Zinciri..

Maddeten bu ZÂTen OLa GELmekte SistemULLAHta SüNNetuLLAH Üzere, her CANLının BaBa-ANAsı ZüRriyet Zincirinin Doğurucu Halkaları ve her CÂN İse İskeleye yanaşan Zürriyet yÜKLÜ Gemilerdir.. kendi SiLsİLesinin yine Zürriyet dolu ufacık BeBe gemiciklerin bedenlerini KADER sAHiline başaltıp YOLuna devam edecektir.. meZÂR Denilen SonSUzluğa doğru..

وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Resim---Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fî’l- fulki’l- meşhûn (meşhûni).: Ve onların zürriyetlerini (nesillerini-soylarını) dolu gemilerde (filikelerde) taşımamız onlar için bir âyettir.” (YâSîn 36/41)

ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Zurriyyeten ba’duhâ min ba’d (ba’din), vallâhu semîun alîm (alîmun) : Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. ALLAH her şeyi işitendir, bilendir.(Âl-i İmrân 3/34)

İşte tıpkı zâhiren-bedenen olduğu gibi Mânen, bâtınen-nefsen de bir MuhaMMedî Mürşid kalbinde-gönlünde MuhaMMedî Tâlim-Öğretim ve MuhaMMedî Terbiye-Eğitimi için Doğması SüNNetuLLAH gereğigidir.. kim ki aklen ve bedenen ANLAyış RÜŞDüne erişirse Ergenliğe ERerse de ki, 18 yaş olsun!.
Kalben ve Ruhen de RÜŞDe Ermesi için gerçek bir MuhaMMedî Mürşidi BiLip-BULup-YOLunda Reşid OLup, Şehâdet RÜŞDünü YAŞAmalıdır..

MuhaMMedî Zikr-i Dâimî
MuhaMMedî Fikr-i Dâimî
MuhaMMedî Şükr-ü Dâimî
MuhaMMedî Sabr-ı Dâimî DERyâsı Kerem Kevserinde;
HabîBuLLAH HABBesi DERunî DAMMLası olmalıdır..

Akl-ı Silm Sahibi Müslümanların, etrafta gördükleri düzmece, dünyacı akılsız-nakilsiz ve de beyinsiz mürşid bozuntularına bakarak,
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemin;

ŞeriâtŞaRRasına
TârikatGaRRasına
Mârifet-i BaRRasına
HakikatHaRRasına taş atmamalıdır ki;
Tatığı taş kendi cÂN AYNasının CÂMını KIRacaktır ve Dünyâ ÂHiret KÖR Kalacaktır ALLAHu Zü’L- CeLÂL Korusun İnşâe ALLAHu TeâLâ!.

ŞaRRa: Şe’ÂNuLLAH Şehri, BİZ BİR-İZ BELdesi..ÂLEMler ve Rahmetenli’l- ÂLEMîn Şifâsı-Şefâatı-Şerefi-Şûyunu.. Kendini/Bedenini BİLiş SıRr-ı Sıfır SERgisi ve de SEVgisi..
GaRRa: Parlak. Beyaz. Güzel. Şa'şaalı. Kur'ÂN'ın kudsî nurlarının parladığı Medine-i Münevvere'nin de bir ismidir.
GâRR: Mağara. İn. Kehf. Beden görüntüsü ve Nefsin sığınağı..SonUÇta Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemin Makam-ı MahMudu.. HiRA Mağarası..
BaRRa: (C.: Berere) İyilik ve İhsan edici, Muhsin olan ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in; bâtınen RaBBî, zâhiren ReSûLî BİLElik ZİNcirinde YEDuLLaha ULaşım Bereketi bayRamımız..


El Bârru:
Resim

HaRRa: Yarp çıkmak. Hararetli. Kızgın. Çok sıcak. Yakıcı. ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in; bâtınen RaBBî, zâhiren ReSûLî HaKku’l- HaKk OLan Hakikatına-YEDuLLaha ULaşım Hakkımız ve görevimİZz İçin Burnumuz Üstüne yapmamaız EMRedilen İKİLikten kurtuluş, zâhir-bâtın HaRRe SECDELerimiz..
ALLAHu Zü’l- Celâle hamd olsun!.
Her ŞEY’ini sermiş ortaya, her şeyini yüklemiş AKLa sonsuz şükürler olsun!.
Bir insan AKLının, sonsuz gibi gittiği kadar gidebileceği HüRRiyet tanımıştır “haRRe” kökü budur.
HaRRe succeden budur çenelerinin üzerine kapanırlar!. Çenelerinin üzerine kapanır..


أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا
Resim---''Ülaikelleziyne en'amAllahu aleyhim minen Nebîyyiyne min zürriyyeti Âdeme ve mimmen hamelna mea Nuh ve min zürriyyeti İbrahiyme ve İsraiyle ve mimmen hedeyna vectebeyna iza tütla aleyhim ayaturRahmani harru sücceden ve bükiyya: İşte bunlar, Allah'ın kendilerine in'amda bulunduğu Nebilerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in (Yakup) zürriyetinden hakikate erdirdiğimiz ve (ezelden) seçtiğimiz kimselerdir. Onlara Rahman'ın varlığının delilleri okunduğu zaman (yakînî müşahede ile) secde ederler ve ağlarlar.'' (Meryem 19 / 58)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Resim---Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ve sultânin mubîn (mubînin): Andolsun, biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;” (Mu’min 40/23)

إِلَى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
Resim---İlâ fir’avne ve hâmâne ve kârûne fe kâlû sâhirun kezzâb (kezzâbun).: Firavuna ve Haman'a ve Karun'a (gönderdik). Fakat onlar: "Yalanlayan bir büyücüdür." dediler.” (Mu’min 40/24)

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَاءهُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ
Resim---''Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bi'l- beyyinâti festekberû fî'l- ardı ve mâ kânû sâbikîn (sâbikîne).: Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da (yıkıma uğrattık). Andolsun, Musa onlara apaçık delillerle gelmişti, ancak yeryüzünde büyüklendiler. Oysa onlar (azabtan kurtulup) geçecek değillerdi.(Ankebût 29/39)

MuhaMMedî Tasavvuf;
BeDENinin Terbiyesi İLmi
NEFSin Tezkiyesi İradesi
KALBin Tasfiyesi İdraki
RÛHun TECLiyesi İştirakidir..

İsLÂM DiNinde TEVHİD, getirmek için hiçbir şartı olmayan ancak İsLÂM DiNine girmek için mutlaka şart olan Kuraldır..
TELKİN: (C.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz.. Temeldeyse her KULun NEFSine, HakikatMuhaMMediyyesini BİL-BULdurup TeVHiDi ilka’ etmek ki Telkindir..

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsine ârif olan-tanıyan RABBine ârif olup-tanır!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in topuluğa- cemaate TEVHİD-Zikr telkinini bildiren hadis-i şerif:

Resim---Şeddad bin Evs radiyallahu nahu : “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bulunuyorduk. Nebi (aleyhi's-selâm): “İçinizde yabancı; yani ehl-i kitaptan kimse var mı?” diye sordu. Biz de: “Hayır Ya Rasûlullah! ” dedik. Bunun üzerine kapıyı kilitlememizi emretti ve şöyle buyurdu: “Ellerinizi kaldırın ve “Lâ İlâhe İllallah” deyin”. Biz de ellerimizi kaldırdık ve “Lâ İlâhe İllallah” dedik, sonra Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Elhamdülillah. Allah’ım Sen, Beni bu kelime ile gönderdin, Bana bunu emrettin ve Bana bunun için Cennet vaat ettin. Sen vaadinden caymazsın.” Sonra da şöyle buyurdu: “Sevinin ki Allah Sizi bağışladı
(Taberâni; İbn Hanbel, IV, 124; Bezzâr, en-Nusretü 'n-Nebeviyye, 41 Ayrıca Celalüddün es-Süyûti, el-Hâvî adlı eserinde bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.)

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’inbir kişiye- özel TEVHİD-Zikr telkinini biliren hadis-i şerif:

Resim---Ali kerremullahi veche, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sordu: “Yâ Rasûlullah! Allah’a giden yolların en kısasını, insanlar için en kolay ve Hakk nezdinde en makbul olanını Bana öğretir misin?”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Benim ve Benden önceki peygamberlerin tebliğ ettiği en efdal zikir “Lâ İlâhe İllallah” kelime-i tevhididir. Şâyet yedi kat semâ ile yedi kat yer bir kefeye, “Lâ İlâhe İllallah” kelime-i tevhidi diğer kefeye konulacak olsa, kelime-i tevhid ağır basardı” buyurdu
(Muvatta’Kur’an, 32, Hacc, 246)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunlara ilâveten: “Yeryüzünde, Allah Allah diyen bulunduğu sürece kıyamet kopmaz” buyurdu.
(Müslim, İman, 234)

Resim---Ali kerremullahi veche bunun üzerine: “Nasıl zikredeyim Yâ Rasûlullah?” diye sordu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Gözlerini yum ve önce Benim üç kere söyleyeceğim şeyi dinle. Sonra Sen aynı şeyi üç kere tekrarla, Ben dinleyeyim”, buyurdu ve sesini yükselterek gözleri kapalı olduğu halde üç defa “Lâ İlâhe İllallah” dedi. Hazreti Ali de o esnada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i dinliyordu. Müteakiben Hazreti Ali yüksek sesle ve gözleri kapalı olduğu halde üç defa “Lâ İlâhe İllallah” dedi. Bu seferde Peygamber (sav) Efendimiz O’nu dinliyordu..
(Muvatta' Kur'ân, 32, Hacc, 246. Müslim, imân, 234)

(İbn Abidin, hadisi muhtasaran naklettikten sonra Güranî'nin Mesâlikü'l-ebrâr adlı eserinde bulunduğunu ifade etmiştir. Muhaddislerden bazısı bunun hadis olduğunu isbat ettiği halde bir kısmı da nefyetmişlerdir. İbn Hacer el-Askalâni hadis olduğunu kabul edenlerdendir. Hadis ve fıkıhta da üstad olan muhaddisler bunun sıhhatine kail olmuşlardır.)

Telvin: Renk verme, boyama, boyanma ve farklı görünümler arzetme mânâlarına gelen telvin; sofiye ıstılahınca, bir hâlden bir hâle, bir tavırdan bir tavıra intikal ederek farklı renk ve görüntüler sergileme.. Tevhid Tekemmülü KemÂLeti.. Rububiyyet TeceLLîs ve şu ÂNdaki Şe’ÂNuLLAHta ki sahib olduğu nefs rengidir.
Mürid, Teslimiyyet BİLme derdindedir..

Temkin: oynak ve hafif-meşrepli olmanın zıddı; vakur, ciddî, uslu ve oturaklı olma hâlidir .
Mürid, İstikâmet BULma derdindedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim M.DermÂN ks..

Hadis-i ŞeRîFlerde TEVHiDULLAH..

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Resim---Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve li’l- mu’minîne ve’l- mu’minât (mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum: Bu durumda Allah’tan başka İlâh olmadığını bil ve kendi günahların için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile. Ve Allah, sizin dönüşünüzü ve sizin yurdunuzu bilir.(Muhammed 47/19)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---Muhammedun resûlullâh (resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâ’l- kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseri’s- sucûd (sucûdi), zâlike meseluhum fî’t- tevrât (tevrâti), ve meseluhum fî’l- incîl (incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibu’z- zurrâa, li yagîza bihimu’l- kuffâr (kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ (azîmen).:Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (aleyhisselâm) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.” (Fetih 48/29)

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Resim---Kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyaġfir lekum żunûbekum(k) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un): De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Âl-i İmrân 3/31)

Resim

Son günlerde, “Sizler, şunu-bunu, Peygamber’i kabul etmeyeni de Cennete sokuyorsunuz!” diye ısıtılarak yeniden “servis” yapılan bir konu var. Şunu herkes bilmeli ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in risâletini duyduğu halde bilerek O’nu kabul etmeyen, Cennet yüzü göremez!
Kaldı ki peygamber olduğu sarih nasslarla tebeyyün etmiş olan peygamberlerden herhangi birisini bile inkar eden insan da Cennete giremez. Mesela Hazreti İbrahim, Hazreti Musa veyâ Hazreti İsa gibi peygamberlerden birisini inkar eden, imandan mahrum kalır ve bu mahrumiyetin onu götüreceği yer de bellidir! Zaten bugün bunu iddia eden hiç kimse yok; varsa da, boşa konuşuyor demektir! Ancak bunu demediği halde “dedi” diyenlerin de mü’mine “iftira” atıp “fitne” ürettiklerini, Kur’ân’ın ifâdesiyle adam öldürmekten daha büyük bir suç işlediklerini bilmeleri gerekir.
“Kim, ‘Lâ ilâhe illallah’ derse, Cennete girer!” mealinde ve aynı muhtevayı ifâde edene yüzlerce hadis vardır. Başta Buhârî ve Müslim olmak üzere en temel hadis kaynaklarından birisine müracaat eden herkes bunu görebilir. Hatta bazı kaynaklarda bu beyân, “Kudsi Hadis” olarak rivâyet edilmektedir. Mü’min olarak bizim yapmamazı gereken, meseleyi başka alanlara çekip saf zihinleri bulandırmak değil, bu beyânlarıyla Efendimiz’in ne demek istediğini anlamak için gayret etmemiz gerekmektedir. Başta Buhârî ve Müslim olmak üzere en temel kaynaklarımızda,

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim ‘lâ ilâhe illallah’ derse Cennete girer!” buyurmuştur.
(Buhârî, Îmân 33, İlim 33, Salât 46, Teheccüd 36, Et’ıme 15, Rikâk 51, Tevhîd 36, 51; Müslim, Îmân 8, 84, Mesâcid 47; Tirmizî, Îman 17; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 45/483; Tayâlisî, Müsned 1/356; Bezzâr, Müsned 17/314; İbn-i Huzeyme, Sahîh 3/304. Bazı rivâyetlerde bu beyânın, “Her kim, ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah’ derse Cennete girer” ilâvesiyle rivâyet edildiği de vakidir. Bkz. Taberânî, Kebîr 20/41)

Şeklinde Efendimiz’e ait bir hadis yer almaktadır. Üstelik Buhârî ve Müslim gibi en temel hadis kaynaklarında bu ifâde, Efendimiz’in şefaat talebine karşılık bizzat Cenâb-ı Hakk’ın beyânları olarak, yine Resûlullah tarafından bize intikal ettirilmektedir.
(Bkz. Buhârî, Tevhîd 36; Müslim, Îmân 84; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 19/196)

Resim---Bazı kaynaklarda ise aynı ifâdenin, vahiy meleği Cebrâil tarafından Habîb-i Kibriyâ Hazretlerine söylenmiş bir söz olduğu bilgisi de yer almaktadır. Hatta bunu duyan Habîb-i Kibriyâ’nın, “Zinâ etse, hırsızlık yapsa da mı?” şeklindeki taaccübüne karşılık yine Cibrîl’in: “Evet, zinâ etse, hırsızlık yapsa da!” dediği ifâde edilmektedir.
(Bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Selâm 30; Müslim, Îmân 40, Zekât 9; Tirmizî, Îmân 18; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/152.) Bu beyânlarından birisinde Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, “Rabbim’den bana gelen bir elçi söyledi ki...” diyerek bu beyânları vahiy meleği Cebrâil’in ifâdeleri olarak serdetmiştir. Bkz. Buhârî, Cenâiz 1)

Söz konusu beyân, hadis kaynaklarında daha farklı ifâdelerle de zikredilmiştir; bunlardan bazıları şunlardır:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Dünyadan son sözü ‘lâ ilâhe illallah’ olan Cennete girer!” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Cenâiz 15, 16; Hâkim, Müstedrek 1/503, 678)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sadece O’nun rıza ve hoşnutluğunu düşünerek kim ‘lâ ilâhe illallah’ derse Allah (celle celâlühü) ona Cehennem’i haram kılar.” buyurmuştur.
(Buhârî, Salât 46, Teheccüd 36, Et’ıme 15; Müslim, Mesâcid 47; Tayâlisî, Müsned 2/357)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim ‘lâ ilâhe illallah’ derse, bu sözünden dolayı Allah (celle celâlühü) ona Cennet’i vacib kılar ve yine bu sözü sebebiyle onu Cehennem’den kurtarır!” buyurmuştur.
(Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 25/164)
(Hadisi rivâyet eden Süheyl İbn-i Beydâ, Resûlullah’ın arkasında olduğu bir sırada O’nun, sesini yükselterek defalarca bunu söylediğini ve bu cümleyi arkadaki herkesin duyduğunu ifâde etmektedir.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ölmek üzere olanlarınıza ‘lâ ilâhe illallah’ı telkin edin; zirâ dünyadan ayrılırken son sözü bu olan Müslüman bir kimseye Allah (celle celâlühü), Cehennem’i haram kılar.” buyurmuştur.
(İbn-i Ebî Şeybe, Musannef 2/447. Aynı muhtevayı anlatan başka bir rivâyet, “Kim, Allah’ın hoşnutluğunu murâd ederek gönülden ‘lâ ilâhe illallah’ derse Allah ona Cehennem’i haram kılar!” şeklindedir. Bkz. Buhârî, Salât 46, Et’ıme 15; Müslim, Mesâcid 47; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 4/44, 5/449, 450; Taberânî, Kebîr 18/29, 31; İbn-i Huzeyme, Sahîh 3/77; İbn-i Hıbbân, Sahîh 1/457)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kalbinde imandan zerre miskal olan kimse Cehennem’den çıkar!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Sıfâtü Cehennem 10.)

Resim--- Başka bir rivâyette bu hadis, “Kalbinde zerre miskal iman olan kimseyi Cehennem’den.!” şeklinde geçerken (Bkz. Tirmizî, Sıfâtü Cehennem 9) başka yerlerde ise “Lâ ilâhe illallah’ diyen ve kalbinde bir buğday tanesi kadar hayır olan kimse Cehennem’den çıkar; Lâ ilâhe illallah’ diyen ve kalbinde zerre ölçüsünde bir hayır olan kimse Cehennem’den çıkar!” şeklinde yer almaktadır. (Bkz. Buhârî, Îmân 33, Tevhîd 19)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim, Allah’a şirk koşmadan O’na mülaki olursa Cennete girer!” buyurmuştur.
(Bazı rivâyetlerde, “Allah’a şerik koştuğunda hasenatı ona nasıl fayda vermiyorsa bu durumda ona, hatasının da bir zararı dokunmaz!” ilâvesi vardır. (Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/170 (6586)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim ‘lâ ilâhe illallah’ der ve Allah’tan gayrı her türlü ma’budu inkar ederse, mal ve kanı masumdur; hesabı ise Allah’a aittir.” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân 37, 38)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim, ‘lâ ilâhe illallah’a şehâdet ederek ölürse Cennete girer!” buyurmuştur.
(Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/131.)

Resim---Muâz İbn-i Cebel’den gelen rivâyetin birisinde, “Muhammedün Resûlullah” kaydı da vardır. Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/229)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’a şirk koşmadan O’na mülaki olan Cennete girer!” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân 152; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/157.)

Resim---Başka bir rivâyette, “Her kim de Allah’a şirk koşarak mülaki olursa o da Cehennem’e girer!” ilâvesi vardır.
(Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/374)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim, ‘lâ ilâhe illallah’ı bilerek ölürse Cennete girer.” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân 43; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 1/65)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim, içten bir yakîn ve kalbden bir ihlasla ‘lâ ilâhe illallah’ diye şehâdet ederse Cehennem’e girmez veyâ Cennete girer. (Cennete girer ve ona Cehennem dokunmaz!) buyurmuştur.
(Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/236; İbn-i Hibbân, Sahîh 1/429)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyâmet Günü’nde insanların en bahtiyar olanı, kalbi veyâ nefsi itibariyle gönülden ‘lâ ilâhe illallah’ diyendir.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 33; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 14/446.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a ibâdet etmeleri ve O’na şirk koşmamalarıdır; kulların Allah üzerindeki hakları ise, O’na herhangi bir şeyi şirk koşmayana azâb etmemesidir!” buyurmuştur.
(Buhârî, Cihâd 46, Libâs 101, İstizân 30, Rikâk 37; Müslim, Îmân 49, 50, 51; İbn-i Mâce, Zühd 35; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 13/448, 21/281, 36/317, 36/380,414, İbn-i Hibbân, Sahîh 1/441, 2/82)

Resim---Başka bir rivâyet ise: “Onu Cennete koymasıdır” şeklindedir.
(Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 36/366, 391)

Resim---Bazı kaynaklarda, bineğinin arkasına bindirdiği bir sırada Hazreti Muâz’a Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in: “İnsanları -> “Kim Allah’a herhangi bir şeyi şerik koşmadan ölürse Cennete girer!” diye müjdele.” dediği rivâyet edilmektedir.
(Taberânî, Kebîr 20/47)

Resim--- Bunun başka örnekleri de vardır; mesela ashabıyla birlikte oturduğu günlerden birisinde Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “Size müjdeler olsun ve bu müjdeyi başkalarına da ilan edin ki gönülden gelerek “lâ ilâhe illallah” diyen Cennete girer!” buyurunca ashâb-ı kirâm hazretleri dışarı çıkmış ve insanlara bu müjdeyi vermeye başlamışlardı. Müjde verdikleri arasında Hazreti Ömer de bulunuyordu ve bunu duyar duymaz o: “Bunu size kim söyledi?” diye karşı çıktı. Bunun üzerine Efendimiz’in huzuruna döndüler. Onlara: “Sizi yolunuzdan çeviren de kim?” diye sordu; “Ömer!” dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “Onları niye çevirdin yâ Ömer?” buyurdu. O da, “İnsanlar buna güvenir de amel işlemez yâ Resulallah!” cevabını verdi.
(Müslim, Îmân 52)

Resim---Ebû Zerr Hazretleri’nin rivâyet ettiği hadis de aynı hakikatı ifâde etmektedir: “Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, “lâ ilâhe illallah” demiş olarak ölen kimse Cennete girer!” buyurdu. Bunun üzerine ben: “Zinâ etse, hırsızlık yapsa da mı?” diye sordum: “Evet, zinâ etse, hırsızlık yapsa da!” buyurdular. İstiğrâb edip/şaşırıp, garib bulmup da aynı soruyu dördüncü kez sorduğumda bana: “Ebû Zerr’in rağmına da olsa!” dediler.
(Buhârî, Libâs 24; Müslim, Îmân 154; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/166.)

Bunu iltifât kabul eden Hazreti Ebû Zerr, bu hadisi rivâyet ettiğinde son kısmını tekrarlamaktan hoşlanırdı. Benzeri bir hadisin, Ebu’d-Derdâ hazretleri kanalıyla nakledildiği de görülmektedir.
(Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 35/326, 45/516; İbn-i Huzeyme, et-Tevhîd 2/814; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 3/205.)


İstiğrâb: Şaşırmak, garib bulmak, taaccüb etmek, tahayyür.
Ragm: (Ragm) Bir şeyden hoşlanmayıp kerih görmek. Bir işi birisine zor ile tutturmak. Züll ve hakaret. Kahretmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen nur_umim »

Her şeyden önce bu beyânlar, başta Buhârî ve Müslim gibi en temel hadis kaynaklarında yer alan ve farklı kalıplarla yüzlerce kaynağın naklettiği sıhhatli birer hadistir.
(Tirmizî, Îmân 17, 18; Sifâtü Cehennem 9, 10; Aynî, Umde 1/260; Azîmâbâdî, Avnü’l-Ma’bûd 12/291)
Nebevî bir ifâdedir ve bu durumda bize, “Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur!”
(İslam hukukunda bu, “Âyet veyâ hadis gibi temel kaynakların açık olduğu yerde ictihad söz konusu olamaz; orada bağlayıcı olan mevcut nasslardır.” anlamında en temel bir kuraldır.)
Deyip teslim olmak düşer. Aksi halde, Resûlullah’a ait bir beyânı “tekzîb” etme durumuna düşeriz ki bunu bir müslümanın yapması düşünülemez. Zirâ, söylemediğini Peygamber’e izafe ederek “söyledi” diye O’na yalan beyân isnad etmekle, O’na ait bir ifâdenin Resûlullah’nün sözü olmadığını iddia etmek aynı şeydir ve Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu türlü kimseler için: “Cehennem’deki yerine hazırlansın!” ikazında bulunmaktadır.
(Bkz. Buhârî, İlim 38, Cenâiz 33, Enbiyâ 50, Edeb 109; Müslim, Zühd 72; Ebû Dâvûd, İlim 4; Tirmizî, Fiten 70; İbn-i Mâce, Mukaddime 4; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/47, 83)

İşin bu tarafı kesinlik ifâde ettiğine göre bizim, bu beyânlardan kastedilen hakikatı anlamaya çalışmamız gerekmektedir. Aksi halde dün olduğu gibi bugün de yanlış sonuçlar çıkarır ve“sırat-ı müstakim”i temsil etmemiz gerekirken fevri çıkışlarla büyük yanlışlıklara imza atmış oluruz. Öyleyse, “Cennete gitmek bu kadar kolay mıdır?”, “Bu beyânlar, hangi konumdaki insanlar için söylenmiştir?”, “Herkes için söz konusu değilse o zaman ne anlama gelmektedir?”, “İrşad ve tebliğ adına ifâde ettiği mânâ nedir?”, “Sadece Asr-ı Saâdet için mi geçerlidir, yoksa günümüz adına ifâde ettiği bir mânâ var mıdır?” gibi soruların cevabını bulabilmek için şu hususların bilinmesinde zaruret vardır:

1-) Söz konusu hadisler, Resûlullah’ı tanıyıp bildiği halde O’nu kabul etmeyen veyâ açıktan O’nu inkar edenleri kapsamamaktadır. Zirâ Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, peygamberlerin sonuncusudur; O’nunla Allah (celle celâlühü), risâlet kapısını kapatmış ve Kıyâmet’e kadar sadece O’nun hükmünü bâki kılmıştır.:

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.” (Ahzâb 33/40)

(Ve bu konuyla ilgili efendimiz’in beyânları için bkz. Tirmizî, Menâkıb 1; Dârimî, Mukaddime 8 )


Öyleyse O’nun Cadde-i Kübrâsından hariç, Hakikat ve Necât Yolu olamaz! Hazreti Peygamber’i işiten ve davasını bilen adamlar, O’nu tasdik etmezlerse, Cenâb-ı Hakk’ı tanımaz; O’nun hakkında yalnız “Lâ ilâhe illallah” kelamı da, sebeb-i necât olan TEVHİDi ifâde etmez. Çünkü bu, cehâletten kaynaklanan bir “adem-i kabul”değil, “kabul-ü adem”ve inkardır. Mu’cizatıyla, âsârıyla kâinatın medâr-ı fahri ve nev-i beşerin medâr-ı şerefi olan Muhammed’i (aleyhissalâtü vesselâm) inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nûra mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz.
(Bkz. Bediüzzaman, Mektubat, 26. Mektup, Beşinci Mesele, Dördüncü Mebhas)

Zirâ Allah’a iman yanında Resûlü’ne teslimiyeti de temin etmek, Resûlullah’ın ana hedefidir; O’nun buyruğu: “İnsanlar, “lâ ilâhe illallah ve Muhammedün Resûlullah!” diye şehâdet edecekleri, namazlarını tastamam kılacakları ve zekâtlarını verecekleri âna kadar onlarla savaşmakla emrolundum…”
(Buhârî, Îmân 17; Müslim, Îmân 8 )
Mealindeki beyânları da bu hakikati ifâde etmektedir. Bilindiği üzere Efendimiz sonrasında halife seçilen Hazreti Ebû Bekir’in, o güne kadar verdikleri zekâtı ödemekten kaçınan ve irtidad eğilimleri gösterenlere karşı başlattığı mücadeleye: “Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “İnsanlar, lâ ilâhe illallah diyecekleri âna kadar onlarla savaşmakla emr olundum!. Hakkı istisnâ olmak kaydıyla, “Lâ ilâhe illallah” diyen kimse mal ve nefsini koruma altına almış olur; hesabı ise Allah’a aittir.” buyurduğu halde sen onlara nasıl savaş ilan edersin!” diyerek işin başında karşı çıkan Hazreti Ömer, muhatab kitlenin durumunu gördüğünde bu tavrından vazgeçmiş ve O da Hazreti Ebû Bekir’i haklı bulmuştur.
(Bkz. Buhârî, İstizân 49, İ’tisâm 2; Müslim, Îmân 32, 33, 34, 35; Tirmizî, Îmân 1; Ebu Davud, Zekât 1)


İrtidad: Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek.

Bu açıdan bakıldığında, hayatı boyunca Resûlullah’ne kol kanat gerdiği ve gelen tehlikelere karşı bir kalkan gibi durduğu halde O’nun risâletine muhatab olan, ancak “Muhammedün Resûlullah”ı tasdik etmeyen Ebû Tâlib bile ehl-i necât görülmemiştir.
Son sözünü: “Abdulmuttalib’in dini üzere ölüyorum!” diyerek dünyaya gözlerini kapatan Ebû Tâlib için Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem: “Nehyedilmediğim sürece senin için istiğfarda bulunacağım!” buyurmuş,
Ancak:

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Resim---Mâ kâne lin nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû li’l- muşrikîne ve lev kânû ulî kurbâ min ba’di mâ tebeyyene lehum ennehum ashâbu’l- cahîm (cahîmi). Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri peygambere ve iman edenlere yaraşmaz.” (Tevbe 9/113)

Mealindeki âyet gelmiş, ayrıca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’nae buyurulmuştur ki:

إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Resim---İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve huve a’lemu bi’l- muhtedîn (muhtedîne).: Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.(Kasas 28/56)

Âyetlerde kastedilen kişinin, bunca sahiplenmesine rağmen nebevî dâvete icâbet edemeyen Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib olduğu ifâde edilmektedir.
(Bkz. Müslim, Îmân 39, 91)
Zirâ Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ona: “Lâ ilâhe illallah” de ki onunla Kıyâmet Günü’nde sana şehâdet edeyim!” demiş, ancak bu kadar net muhatab olduğu dâvete olumlu cevab vermediği için kaybetmiştir.
(Bkz. Müslim, Îmân 41, 42)

Dikkat edilirse, Resûlullah’ın bu telkinde Ebû Tâlib’e teklif edilen husus da yine kelime-i tevhidin birinci kısmı olan “Lâ ilâhe illallah” kelime-i mübârekesidir.
Onun içindir ki Cehennem ehlinin azâb yönüyle en hafifinin anlatıldığı hadislerde kastedilen kişinin Ebû Tâlib olduğunu ifâde eden bizzat Resûlullah’nün kendisidir.
(Bkz. Müslim, Îmân 91; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 1/290, 295)

Efendimiz’in amcası ve O’na en çok yardım eden birisi olarak Ebû Tâlib’in durumu böyle olunca aynı dâvete muhatab olduğu halde onu kabul etmeyen kimsenin halinin ne olacağı açıktır! Öyleyse sözünü ettiğimiz hadislerin bu durumdaki insanlar için serdedilmediği de tebeyyün etmektedir.

2-) Şu da bir hakikattir ki hadislerde yer alan “lâ ilâhe illallah” sözü, bir “âlem”dir ve “Muhammedün Resûlullah” hakikatını da ihtiva etmektedir. Yani: “lâ ilâhe illallah” kelime-i mübârekesinden maksat “kelime-i tevhid”in ikinci kısmını da kabul olduğu için bunu demekle aynı zamanda “Muhammedün Resûlullah” da denilmiş kabul edilmektedir.
(Aynî, Umde 1/260; Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahyâ İbn-i Şeref en-Nevevî, el-Minhâcü Şerhu Sahîhi Müslim İbni Haccâc, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrût 1392, 1/219)
Zirâ kelime-i şehâdetin iki kelamı birbirinden ayrılmadığı gibi birbirini hem isbat hem de birbirini tazammun eder ve birisi diğeri olmadan olmaz!.
(Bkz. Bediüzzaman, Mektubat, 26. Mektup, Beşinci Mesele, Dördüncü Mebhas)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in konuyla ilgili beyânlarının bütününe bakıldığında O’nun: “lâ ilâhe illallah’” hakikatına dâvet ederken maksadının, aynı zamanda “Muhammedün Resûlullah”ı da kapsadığı anlaşılmaktadır. Zirâ aynı veyâ benzer beyânlarını serdederken sadece “lâ ilâhe illallah” beyânıyla iktifâ ettiği gibi bâzen buna “Muhammedün Resûlullah”ı da eklediği görülmektedir.
(Kelime-i Tevhid’in iki kanadını birden zikreden hadisler de çoktur; örnek olması açısından bkz. Buhârî, Îmân 17, 18; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 13/33)

Tabiîn’in büyük imamı Hasan Basrî kaddesallahu sırrahu’ya: “Bazıları, “lâ ilâhe illallah diyen Cennete girer!” diyor, bu işe sen ne diyorsun?” diye sorulduğunda o: “Kim onu söyler, hakkını verir ve muhtevâsını yaşarsa Cennete girer!” cevâbını vermiştir.
Büyük imam Vehb İbn-i Münebbih’e de, “Cennet’in anahtarı “lâ ilâhe illallah” değil mi?” diye sorulmuş, o da önce: “evet” dedikten sonra bunu: “Fakat her anahtarın dişleri olur; eğer elindeki anahtarın dişleri varsa sana kapılar açılır, ancak dişleri olmayan bir anahtarla sana kapı açılmaz!” diyerek cevâplandırmıştır.
(Bkz. İbn-i Receb, Tahkîku Kelimeti’l-İhlâs 20)

Aynı hakikatı son dönem ulemâsından Ahmed Naim: “Lâ ilâhe illallah” Kelime-i Tayyibesi, “Muhammedün Resûlullah”ı da mutazammın ve kelimeteynin mecmu’una âlem gibi olduğu için yalnız bu kadar ile iktifâ olunmuştur. Yoksa Risâlet-i Celîle-i Muhammediye’yi tasdik etmeksizin Cehennem’den necât olamayacağı nusûs-u kâtıa ile malumdur.” şeklinde ifâde etmektedir.
(Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1987, 1/52)

3-) Îmândan maksat, kemâl noktasıdır ve;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Birisini öldürdüğü zaman kâtil, mü’min değildir; zinâ ettiği zaman zânî, mü’min değildir; birşeyler aşırdığı zaman hırsız, mü’min değildir ve içtiği zaman sarhoş da, mü’min değildir!” buyurmuştur.
(Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1, Hudûd 1,6, 19; Müslim, Îmân 24, Nesâî, Kat’u’s-Sârik 1, Eşribe 42, İbn-i Mâce, Fiten 3; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/71)

Bu gibi beyânlar, “kâfir”dir anlamına gelmemekte, bu fiillerin işlendiği esnada kemâl noktasında bir imanın olmadığını ifâde etmektedir.
Hatta Abdullah İbn-i Abbâs, bu esnada onlardan iman nurunun çıkarıldığı yorumunu yapmaktadır.
(Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl 1/274; İbn-i Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb 7/123)

Başka bir yorum olarak ulemâdan bazıları, bu fiillerin haram olduğunu inkar ederek irtikâb eden kimsenin kâfir olacağını, ancak gafletinden dolayı bu cürümleri işleyenin günahkâr mü’min olduğunu ve neticede Cennete gideceğini söylemişlerdir.
(Bkz. Aynî, Umde 1/260)
Bunların delil olarak ileriye sürdükleri nass da, Ebû Zerr radiyallahu anhu gibi sahâbîlerden rivâyet edilen,
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim : “Lâ ilâhe illallah” derse Cennete girer; zinâ etse, hırsızlık yapsa da!” şeklindeki beyân-ı nebevîdir.
(Buhârî, Cenâiz 1, Bed’ü’l-Halk 6, Libâs 24, Rikâk 14; Müslim, Îmân 40, Zekât 9; Tirmizî, Îmân 18)

Ubâde İbn-i Sâbit de, İslâm’ı tercih ederken Resûlullah’ın kendilerinden hırsızlık yapmama, zinâ etmeme ve isyan etmeme gibi konularda söz aldığını, ardından da: “Kim bu konularda verdiği söze sadakat gösterirse, mükâfatını Allah verir; kim bunlardan birisine bulaşır da onu irtikâb eder ve ardından dünyada cezâsını çekerse bu onun için keffâret olur. Her kim de bunlardan birisini yapar ve dünyada cezâsını çekmeden Âhiret yurduna göçerse, bu durumda onun işi Allah’a kalmıştır; dilerse onu affeder, dilerse azâbıyla tecziye eder!” buyurduğunu nakletmektedir.
(Buhârî, Îmân 9; Müslim, Hudûd 10)

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا
Resim---İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ (azîmen).: Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.(Nisâ 4/48)

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu. Ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîdan).: Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.” (Nisâ 4/116)
Meâlindeki âyet de aynı hususu anlatmaktadır.
Hâricî, Mu’tezile, Rafizî ve İbâdiye ekollerinin, bu türlü insanları küfürle itham etmesine ve söz konusu günahları işleyenlerin ebedî Cehennem’de kalacaklarını iddia etmelerine karşılık ehl-i sünnet ulemâsı, bu nasslara dayanarak büyük günah işlemiş bile olsa mü’mine “müşrik” veyâ “kâfir” nazarıyla bakılamayacağında ittifâk etmişlerdir.
(Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Şehristâî, el-Milel ve’n-Nihal 159; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî 1/112; Bağdâdî, el-Farku Beyne’l-Fırak 190; İsferâyinî, et-Tebsîru fi’d-Dîn 97)
Kitâb, Sünnet ve icmâ, ittifâkla bunu söylemektedir. Zirâ “inkâr” başka, “günah” veyâ “gaflet” başka şeydir; Allah’ı inkâr eden kimse Cennet yüzü göremezken gafletiyle günaha bulaşan insan, -şayet aff-ı ilâhiye mazhar olmazsa- işlediklerinin cezâsını çektikten sonra Cennete gidebilecektir.
(Bkz. Aynî, Umde 1/260; Nevevî, Minhâc 1/219, 220)

4. Kendisine peygamber TEBLiği ulaşmadığı halde aklıyla “Allah” bilgisine ulaşan ve “TEVHİD” anlayışını seslendiren fetret ehlinin durumu daha farklıdır; onlar, Nebevî dâvete muhatab olmadıkları gibi Resûlullah’ın peygamberliği konusunda herhangi bir bilgiye de sâhip değillerdir. Dolayısıyla bu durumdaki insanlar, henüz bilemedikleri için: “Muhammedün Resûlullah” diyememiş olsalar da, mücerred: “Lâ ilâhe illallah” demekle kurtulurlar.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in risâletine muhatab olamadan önce vefât eden Abdulmuttalib, Kuss İbn-i Sâide ve Zeyd İbn-i Amr gibi O’nun risâletine muhatab olmayan veyâ O’nu tanıma bahtiyârlığına erişemeyen, ancak tevhid düşüncesine kâil olan “muvahhid”lerin durumu, bunun en güzel misâlidir; tevhidi seslendirdikleri halde, bilemedikleri için “Muhammedün Resûlullah!” diyememişler, ancak yine de ehl-i necât sayılmışlardır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in anne-babası da aynı durumdadır. Peygamberlikle serfiraz kılındığında Resûlullah ile görüşen, Hira’da yaşadıklarının risâlet olduğunu söyleyen ve buna rağmen “Muhammedün Resûlullah” diyemeden vefât eden Varaka İbn-i Nevfel’in konumu da aynıdır. Zirâ o, tebliğin açıktan yapıldığı güne yetişememiş, açıktan tebliğe muhatab olmamış ve geleceğini söyleyip durduğu Âhir Zaman Peygamberi’ne “Muhammedün Resûlullah” diyemeden vefât etmiştir!
(Bkz. Huseyn, Gassân Azîz, Varakatü İbni Nevfel Mübeşşiru’r-Resûl Asruhû, Hayâtühû Şi’ruhû, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiye, Beyrût 2002, s. 86 vd.)

Görüldüğü gibi burada bariz bir fark söz konusudur; öncekilerin şuurlarına taalluk eden bir kabullenmeme veyâ inkarları söz konusu iken buradaki durum farklıdır.
Zirâ “Adem-i kabul” başka, “kabul-ü adem” başkadır! Öncekilerin bildikleri halde inkarına karşılık burada bir meçhuliyet söz konusudur ve bu durum, sadece İslâm öncesi için geçerli değildir; günümüz dünyasının yarısı Resûlullah’ı tanımamakta, tanıyanların da yarısı yanlış tanımaktadır. Bunlar arasında herhangi birisi aklıyla Cenâb-ı Mevlâ’nın varlık ve birliğine ulaşsa, ancak O’nun peygamberi hakkında malumat sâhibi olamadan vefât etse hüküm aynıdır. Zirâ bir kısım ehl-i cezbe, ehl-i uzlet veyâ Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ı işitip bilmeyen insanlar, malumatları olmadığı için bu noktada câhil kalmakta ve neyi kabul edeceklerini de bilememektedirler. Sadece mârifet-i ilâhiyeyi bilen ve “lâ ilâhe illallah” diyen bu durumdaki insanlar, bir nevi fetret yaşadıkları için ehl-i necât olabilirler.
(Bkz. Bediüzzaman, Mektubat, 26. Mektup, Beşinci Mesele, Dördüncü Mebhas; Kastamonu Lâhikası 83; Gülen, Prizma 8/167)
Fetret: Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zîşân devirleri arasındaki zaman.
İletişimin bu kadar aktif olduğu bir dönemde bunun muhal olduğunu söyleme imkanı yoktur; çünkü bugün, aleyhteki bilgi yoğunluğu, lehte olanın çok ötesindedir! Getirdiği güzellikleri dünyanın en ücra noktalarına kadar ulaştırmayı sonrakilere emânet eden Resûlullah’ı bugün biz, dünyanın bütününe duyuramadık! .
Risâlet yılları boyunca O’nun ortaya koyduğu gayretlere bakınca bizim işimizin, aleyhteki bilgileri dezenfekte edecek ölçüde bir gayretle ve eldeki bütün imkanları kullanarak Resûlullah’nü anlatmak olduğu açıktır..

5. Şu da bir gerçektir ki gerek Kur’ân gerekse Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, söyleyeceği her meseleyi bir anda söylememiş ve onu zamana yayarak muhatablarının durum ve konumlarını nazara alarak beyân buyurmuştur. Istılahtaki adıyla bu, “tedricilik”tir; öncelikle muhatablarını duyarlı hale getirmiş ve sözünün sâhiplenileceği zeminde son sözü söylemiştir! O’nun sallallahü aleyhi ve sellem, her sözü doğru olmakla birlikte bu uygulamasıyla O, her doğrunun her yer ve zeminde söylenmesinin doğru olmadığını göstermektedir.
Âişe Validemiz’in dediği gibi Medine yıllarında gündeme gelen birçok mesele, daha Mekke’deyken gündeme getirilmiş olsaydı, o günkü muhatabları bunları kubullenmekte zorlanır ve aynı itaatkâr yaklaşımı sergileyemezlerdi!
(Bkz. Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 6 (4707); Tefsîru Sûre 54/6 (4876); Nesâî, Fedâilu’l-Kur’an 1/65; Abdurrezzak İbn-i Hemmâm, Musannef 3/352; Aynî, Umde 20/21; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî 1/319; 9/39)
Istılah: Tabir, deyim. Belirli bir topluluğun, bir lafzı lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmaları. * Bir ilim veya mesleğe âid kelime. Terim. Erbab-ı ilim arasındaki ve herkesin anlamadığı kelime. * Muvafakat. Uygunluk. Barışmak. İttifak.

Sözünü ettiğimiz hadisler açısından konuya baktığımızda bunun, tebliğ ve irşâdda bir metod olarak kullanıldığını da görmekteyiz. İnsanların elinden tutabilmek için Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, kendini parçalarcasına bir gayret ortaya koymuştur;

فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا
Resim---Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu'minû bi hâzâl hadîsi esefâ (esefen).: Bu durumda eğer onlar, (Kur’ân-ı Kerim’deki) bu sözlere inanmazlarsa, onların arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin.” (Kehf 18/6)

نَتْلُوا عَلَيْكَ مِن نَّبَإِ مُوسَى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Resim---''Netlû aleyke min nebei mûsâ ve fir’avne bil hakkı li kavmin yu’minûn(yu’minûne).: Mü'min olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun'un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.” (Şuarâ 26/3)

أَفَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Resim---E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe reâhu hasenâ (hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât (haserâtin), innallâhe alîmun bimâ yesneûn (yesneûne).: Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” (Fâtır 35/8)

وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ
Resim---Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bihî, ve le in sabertum le huve hayrun li’s- sâbirîn (sâbirîne).: Ve şâyet siz, ikab edecekseniz (ceza verecekseniz), o taktirde onların sizi onunla cezalandırdıklarının misliyle cezalandırın! Ve eğer gerçekten sabrederseniz elbette o (sabırları), sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl 16/127)

Ve bu gayretlerinin neticesinde 23 yıl gibi bir zamanda muhatablarının bütününe ulaşmıştır. Hadis ve tarih kaynaklarının müttefikan haber verdikleri bu süreçte O sallallahü aleyhi ve sellem, gördüğü her şahıs ve topluluğa gitmekte ve onlara: “Ey insanlar! Gelin, ‘lâ ilâhe illallah’ deyin ve kurtulun!” dâvetinde bulunmaktadır..

(Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 25/404, 27/148, 31/342, 38/224, 246; Hâkim, Müstedrek 1/61; Dârekutnî, Sünen 3/462; Beyhakî, Kübrâ 1/123; Taberânî, Kebîr 5/61; İbn-i Ebî Şeybe, Müsned 2/322; Musannef 7/332; İbn-i Huzeyme, Sahîh 1/82 (159)
Aynı durum, vefât öncesinde amcası Ebû Tâlib’e telkinde bulunurken de karşımıza çıkmaktadır; Mekkelilerin de üzerinde baskı kurduğu bir sırada ona,
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “Ey amcacığım! ‘Lâ ilâhe illallah’ de ki bununla Allah katında senin için şâhitlik edeyim!” buyurmaktadır.

(Buhârî, Cenâiz 81, Menâkib 40, Tefsir 28; Müslim, Îman 9; Nesâî Cenâiz 102)
Akabe Bey’atlarında Ensâr’ı imana dâvet ederken de aynı üslubun söz konusu olduğunu görmekteyiz; o gün,
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “Muhammedün Resûlullah”ı zikretmeksizin onları, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamaya dâvet etmektedir.
(Bkz. Buhârî, Îmân 11; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 31/351)

Bunun çok farklı bir uygulamasını Hudeybiye’de görmekteyiz; Mekke müşriklerinin gereksiz ısrar ve dayatmaları karşısında Resûlü Kibyirâ Hazretleri, Hudeybiye Sulhu’nun yazıldığı metinden “Muhammedün Resûlullah” tâbirini bizzat kendisi silmiştir. Onu silmesi için önce Hazreti Ali kerremallahu veçhe’ye söylemiş, ancak başta Hazreti Ali olmak üzere ashâbın itirazları yükselip de Hudeybiye’yi bir uğultu kaplayınca onu silerek yerine “Muhammed İbn-i Abdillah” yazdırmıştır. Hudeybiye’deki uğultu ve itiraz sesleri ancak Efendimiz’in işâretiyle sükun bulmuş ve ashâb o noktadan sonra hissiyata hakim olabilmiştir!
Bu esnada Resûlullah’nün tavrı çok mânidârdır; öncelikle “Bismillâhirrahmanirrâhim”i metinden çıkartıp yerine “Bismikallahümme” diye yazılması gerektiğini teklif ettiklerinde: “Bu da güzeldir!” buyurmuş ve metnin başına onu yazdırmıştır. Ardından “Muhammedün Resûlullah” yerine “Muhammed İbn-i Abdillah” yazılmasını teklif edince Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, yine: “Bu da güzeldir!” buyurmuş ve Hazreti Ali’ye: “Muhammedün Resûlullah”ı silmesini emretmiştir. Ancak Hazreti Ali’nin, “Muhammedün Resûlullah”ı silmeyeceğine dair yemin etmesi üzerine, silme işini de bizzat kendisi yapmış ve onun yerine: “Muhammed İbn-i Abdillah” yazdırmıştır. Bunu yaparken Resûlullah’ın: “Sizler her ne kadar yalanlasanız da ben, hiç şüphesiz Resûlullah’ım!. Bu metne kendi adımla babamın adını yazdırmanın, benim peygamberliğime bir zararı söz konusu olamaz!” buyurması oldukça mânidârdır!
(Buhârî, Şurût 15; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/84, 27/354, 31/212, 31/243; Zührî, Megâzî 55; Abdürrezzâk 5/38; Ya’kûbî 2/54)

Öncelikle ortak paydalarda buluşma ve gündemi bu ortak paydalar üzerinden takip etme, aynı zamanda Kur’ân’ın bir tercihidir; ehl-i kitâbı dâvet ederken: “Ey ehl-i kitâb! Bizimle sizin aranızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım: Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim! O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım ve kimimiz kimimizi Allah’tan başka rab edinmesin!” buyuran ve muhatablarını, ortak değer olan Allah’ın birliğinde ittifâka dâvet eden bizzat ALLAHu Zü’l- CeLÂLdir:

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
Resim---Kul yâ ehle’l- kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh (dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn (muslimûne).: De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye (Tevhit sözüne) geliniz. Allah’tan başkasına kul olmayalım ve O’na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah’tan başka Rab’ler edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman olduğumuza (teslim olduğumuza) şahid olun” deyiniz.” (Âl-i İmrân 3/64)

Efendiler Efendisi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, mücessem Kur’ân’dır ve muhatablarının bütününe ulaşmayı hedefleyen ve bu istikamette kendini parçalarcasına bir gayret ortaya koyan Resûlullah de sallallahü aleyhi ve sellem, öncelikle onları “lâ ilâhe illallah” gerçeğine çağırmış ve bilhassa işin bidâyetinde, “Muhammedün Resûlullah”ı önceleyen bir strateji takip etmemiştir..
En son nur_umim tarafından 08 Eki 2015, 22:18 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in konuyla ilgili beyânlarının bütününe bakıldığında O’nun: “lâ ilâhe illallah’” hakikatına dâvet ederken maksadının, aynı zamanda “Muhammedün Resûlullah”ı da kapsadığı anlaşılmaktadır. Zirâ aynı veyâ benzer beyânlarını serdederken sadece “lâ ilâhe illallah” beyânıyla iktifâ ettiği gibi bâzen buna “Muhammedün Resûlullah”ı da eklediği görülmektedir.
(Kelime-i Tevhid’in iki kanadını birden zikreden hadisler de çoktur; örnek olması açısından bkz. Buhârî, Îmân 17, 18; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 13/33)

Tabiîn’in büyük imamı Hasan Basrî kaddesallahu sırrahu’ya: “Bazıları, “lâ ilâhe illallah diyen Cennete girer!” diyor, bu işe sen ne diyorsun?” diye sorulduğunda o: “Kim onu söyler, hakkını verir ve muhtevâsını yaşarsa Cennete girer!” cevâbını vermiştir.
Büyük imam Vehb İbn-i Münebbih’e de, “Cennet’in anahtarı “lâ ilâhe illallah” değil mi?” diye sorulmuş, o da önce: “evet” dedikten sonra bunu: “Fakat her anahtarın dişleri olur; eğer elindeki anahtarın dişleri varsa sana kapılar açılır, ancak dişleri olmayan bir anahtarla sana kapı açılmaz!” diyerek cevâplandırmıştır.
(Bkz. İbn-i Receb, Tahkîku Kelimeti’l-İhlâs 20)

Aynı hakikatı son dönem ulemâsından Ahmed Naim: “Lâ ilâhe illallah” Kelime-i Tayyibesi, “Muhammedün Resûlullah”ı da mutazammın ve kelimeteynin mecmu’una âlem gibi olduğu için yalnız bu kadar ile iktifâ olunmuştur. Yoksa Risâlet-i Celîle-i Muhammediye’yi tasdik etmeksizin Cehennem’den necât olamayacağı nusûs-u kâtıa ile malumdur.” şeklinde ifâde etmektedir.
(Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1987, 1/52)

3-) Îmândan maksat, kemâl noktasıdır ve;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Birisini öldürdüğü zaman kâtil, mü’min değildir; zinâ ettiği zaman zânî, mü’min değildir; birşeyler aşırdığı zaman hırsız, mü’min değildir ve içtiği zaman sarhoş da, mü’min değildir!” buyurmuştur.
(Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1, Hudûd 1,6, 19; Müslim, Îmân 24, Nesâî, Kat’u’s-Sârik 1, Eşribe 42, İbn-i Mâce, Fiten 3; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/71)

Bu gibi beyânlar, “kâfir”dir anlamına gelmemekte, bu fiillerin işlendiği esnada kemâl noktasında bir imanın olmadığını ifâde etmektedir.
Hatta Abdullah İbn-i Abbâs, bu esnada onlardan iman nurunun çıkarıldığı yorumunu yapmaktadır.
(Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl 1/274; İbn-i Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb 7/123)

Başka bir yorum olarak ulemâdan bazıları, bu fiillerin haram olduğunu inkar ederek irtikâb eden kimsenin kâfir olacağını, ancak gafletinden dolayı bu cürümleri işleyenin günahkâr mü’min olduğunu ve neticede Cennete gideceğini söylemişlerdir.
(Bkz. Aynî, Umde 1/260)
Bunların delil olarak ileriye sürdükleri nass da, Ebû Zerr radiyallahu anhu gibi sahâbîlerden rivâyet edilen,
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim : “Lâ ilâhe illallah” derse Cennete girer; zinâ etse, hırsızlık yapsa da!” şeklindeki beyân-ı nebevîdir.
(Buhârî, Cenâiz 1, Bed’ü’l-Halk 6, Libâs 24, Rikâk 14; Müslim, Îmân 40, Zekât 9; Tirmizî, Îmân 18)

Ubâde İbn-i Sâbit de, İslâm’ı tercih ederken Resûlullah’ın kendilerinden hırsızlık yapmama, zinâ etmeme ve isyan etmeme gibi konularda söz aldığını, ardından da: “Kim bu konularda verdiği söze sadakat gösterirse, mükâfatını Allah verir; kim bunlardan birisine bulaşır da onu irtikâb eder ve ardından dünyada cezâsını çekerse bu onun için keffâret olur. Her kim de bunlardan birisini yapar ve dünyada cezâsını çekmeden Âhiret yurduna göçerse, bu durumda onun işi Allah’a kalmıştır; dilerse onu affeder, dilerse azâbıyla tecziye eder!” buyurduğunu nakletmektedir.
(Buhârî, Îmân 9; Müslim, Hudûd 10)

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا
Resim---İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ (azîmen).: Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.” (Nisâ 4/48)

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu. Ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîdan).: Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.(Nisâ 4/116)

Meâlindeki âyet de aynı hususu anlatmaktadır.
Hâricî, Mu’tezile, Rafizî ve İbâdiye ekollerinin, bu türlü insanları küfürle itham etmesine ve söz konusu günahları işleyenlerin ebedî Cehennem’de kalacaklarını iddia etmelerine karşılık ehl-i sünnet ulemâsı, bu nasslara dayanarak büyük günah işlemiş bile olsa mü’mine “müşrik” veyâ “kâfir” nazarıyla bakılamayacağında ittifâk etmişlerdir.

(Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Şehristâî, el-Milel ve’n-Nihal 159; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî 1/112; Bağdâdî, el-Farku Beyne’l-Fırak 190; İsferâyinî, et-Tebsîru fi’d-Dîn 97)

Kitâb, Sünnet ve icmâ, ittifâkla bunu söylemektedir. Zirâ “inkâr” başka, “günah” veyâ “gaflet” başka şeydir; Allah’ı inkâr eden kimse Cennet yüzü göremezken gafletiyle günaha bulaşan insan, -şayet aff-ı ilâhiye mazhar olmazsa- işlediklerinin cezâsını çektikten sonra Cennete gidebilecektir.
(Bkz. Aynî, Umde 1/260; Nevevî, Minhâc 1/219, 220)

4-) Fetret Ehlinin Durumu: Kendisine peygamber TEBLiği ulaşmadığı halde aklıyla “Allah” bilgisine ulaşan ve “TEVHİD” anlayışını seslendiren fetret ehlinin durumu daha farklıdır; onlar, Nebevî dâvete muhatab olmadıkları gibi Resûlullah’ın peygamberliği konusunda herhangi bir bilgiye de sâhip değillerdir. Dolayısıyla bu durumdaki insanlar, henüz bilemedikleri için: “Muhammedün Resûlullah” diyememiş olsalar da, mücerred: “Lâ ilâhe illallah” demekle kurtulurlar.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in risâletine muhatab olamadan önce vefât eden Abdulmuttalib, Kuss İbn-i Sâide ve Zeyd İbn-i Amr gibi O’nun risâletine muhatab olmayan veyâ O’nu tanıma bahtiyârlığına erişemeyen, ancak tevhid düşüncesine kâil olan “muvahhid”lerin durumu, bunun en güzel misâlidir; tevhidi seslendirdikleri halde, bilemedikleri için “Muhammedün Resûlullah!” diyememişler, ancak yine de ehl-i necât sayılmışlardır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in anne-babası da aynı durumdadır. Peygamberlikle serfiraz kılındığında Resûlullah ile görüşen, Hira’da yaşadıklarının risâlet olduğunu söyleyen ve buna rağmen “Muhammedün Resûlullah” diyemeden vefât eden Varaka İbn-i Nevfel’in konumu da aynıdır. Zirâ o, tebliğin açıktan yapıldığı güne yetişememiş, açıktan tebliğe muhatab olmamış ve geleceğini söyleyip durduğu Âhir Zaman Peygamberi’ne “Muhammedün Resûlullah” diyemeden vefât etmiştir! [43] [43]
(Bkz. Huseyn, Gassân Azîz, Varakatü İbni Nevfel Mübeşşiru’r-Resûl Asruhû, Hayâtühû Şi’ruhû, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiye, Beyrût 2002, s. 86 vd.)

Görüldüğü gibi burada bariz bir fark söz konusudur; öncekilerin şuurlarına taalluk eden bir kabullenmeme veyâ inkarları söz konusu iken buradaki durum farklıdır.
Zirâ “Adem-i kabul” başka, “kabul-ü adem” başkadır! Öncekilerin bildikleri halde inkarına karşılık burada bir meçhuliyet söz konusudur ve bu durum, sadece İslâm öncesi için geçerli değildir; günümüz dünyasının yarısı Resûlullah’ı tanımamakta, tanıyanların da yarısı yanlış tanımaktadır. Bunlar arasında herhangi birisi aklıyla Cenâb-ı Mevlâ’nın varlık ve birliğine ulaşsa, ancak O’nun peygamberi hakkında malumat sâhibi olamadan vefât etse hüküm aynıdır. Zirâ bir kısım ehl-i cezbe, ehl-i uzlet veyâ Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ı işitip bilmeyen insanlar, malumatları olmadığı için bu noktada câhil kalmakta ve neyi kabul edeceklerini de bilememektedirler. Sadece mârifet-i ilâhiyeyi bilen ve “lâ ilâhe illallah” diyen bu durumdaki insanlar, bir nevi fetret yaşadıkları için ehl-i necât olabilirler.
(Bkz. Bediüzzaman, Mektubat, 26. Mektup, Beşinci Mesele, Dördüncü Mebhas; Kastamonu Lâhikası 83; Gülen, Prizma 8/167)


Fetret: Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zîşân devirleri arasındaki zaman.

İletişimin bu kadar aktif olduğu bir dönemde bunun muhal olduğunu söyleme imkanı yoktur; çünkü bugün, aleyhteki bilgi yoğunluğu, lehte olanın çok ötesindedir! Getirdiği güzellikleri dünyanın en ücra noktalarına kadar ulaştırmayı sonrakilere emânet eden Resûlullah’ı bugün biz, dünyanın bütününe duyuramadık! .
Risâlet yılları boyunca O’nun ortaya koyduğu gayretlere bakınca bizim işimizin, aleyhteki bilgileri dezenfekte edecek ölçüde bir gayretle ve eldeki bütün imkanları kullanarak Resûlullah’nü anlatmak olduğu açıktır..

5-) Şu da bir gerçektir ki;
Gerek Kur’ân gerekse Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, söyleyeceği her meseleyi bir anda söylememiş ve onu zamana yayarak muhatablarının durum ve konumlarını nazara alarak beyân buyurmuştur. Istılahtaki adıyla bu, “tedricilik”tir; öncelikle muhatablarını duyarlı hale getirmiş ve sözünün sâhiplenileceği zeminde son sözü söylemiştir! O’nun sallallahü aleyhi ve sellem, her sözü doğru olmakla birlikte bu uygulamasıyla O, her doğrunun her yer ve zeminde söylenmesinin doğru olmadığını göstermektedir.
Âişe Validemiz’in dediği gibi Medine yıllarında gündeme gelen birçok mesele, daha Mekke’deyken gündeme getirilmiş olsaydı, o günkü muhatabları bunları kubullenmekte zorlanır ve aynı itaatkâr yaklaşımı sergileyemezlerdi!
(Bkz. Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 6 (4707); Tefsîru Sûre 54/6 (4876); Nesâî, Fedâilu’l-Kur’an 1/65; Abdurrezzak İbn-i Hemmâm, Musannef 3/352; Aynî, Umde 20/21; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî 1/319; 9/39)


Istılah: Tabir, deyim. Belirli bir topluluğun, bir lafzı lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmaları. * Bir ilim veya mesleğe âid kelime. Terim. Erbab-ı ilim arasındaki ve herkesin anlamadığı kelime. * Muvafakat. Uygunluk. Barışmak. İttifak.

Sözünü ettiğimiz hadisler açısından konuya baktığımızda bunun, tebliğ ve irşâdda bir metod olarak kullanıldığını da görmekteyiz. İnsanların elinden tutabilmek için Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, kendini parçalarcasına bir gayret ortaya koymuştur;

فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا
Resim---Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu'minû bi hâzâl hadîsi esefâ (esefen).: Bu durumda eğer onlar, (Kur’ân-ı Kerim’deki) bu sözlere inanmazlarsa, onların arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin.” (Kehf 18/6)

نَتْلُوا عَلَيْكَ مِن نَّبَإِ مُوسَى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Resim---''Netlû aleyke min nebei mûsâ ve fir’avne bil hakkı li kavmin yu’minûn(yu’minûne).: Mü'min olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun'un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.” (Şuarâ 26/3)

أَفَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Resim---E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe reâhu hasenâ (hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât (haserâtin), innallâhe alîmun bimâ yesneûn (yesneûne).: Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” (Fâtır 35/8)

وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ
Resim---Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bihî, ve le in sabertum le huve hayrun li’s- sâbirîn (sâbirîne).: Ve şâyet siz, ikab edecekseniz (ceza verecekseniz), o taktirde onların sizi onunla cezalandırdıklarının misliyle cezalandırın! Ve eğer gerçekten sabrederseniz elbette o (sabırları), sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl 16/127)

Ve bu gayretlerinin neticesinde 23 yıl gibi bir zamanda muhatablarının bütününe ulaşmıştır. Hadis ve tarih kaynaklarının müttefikan haber verdikleri bu süreçte O sallallahü aleyhi ve sellem, gördüğü her şahıs ve topluluğa gitmekte ve onlara: “Ey insanlar! Gelin, ‘lâ ilâhe illallah’ deyin ve kurtulun!” dâvetinde bulunmaktadır..
(Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 25/404, 27/148, 31/342, 38/224, 246; Hâkim, Müstedrek 1/61; Dârekutnî, Sünen 3/462; Beyhakî, Kübrâ 1/123; Taberânî, Kebîr 5/61; İbn-i Ebî Şeybe, Müsned 2/322; Musannef 7/332; İbn-i Huzeyme, Sahîh 1/82 (159)

Aynı durum, vefât öncesinde amcası Ebû Tâlib’e telkinde bulunurken de karşımıza çıkmaktadır; Mekkelilerin de üzerinde baskı kurduğu bir sırada ona,
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “Ey amcacığım! ‘Lâ ilâhe illallah’ de ki bununla Allah katında senin için şâhitlik edeyim!” buyurmaktadır.
(Buhârî, Cenâiz 81, Menâkib 40, Tefsir 28; Müslim, Îman 9; Nesâî Cenâiz 102)

Akabe Bey’atlarında Ensâr’ı imana dâvet ederken de aynı üslubun söz konusu olduğunu görmekteyiz; o gün,
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “Muhammedün Resûlullah”ı zikretmeksizin onları, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamaya dâvet etmektedir.
(Bkz. Buhârî, Îmân 11; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 31/351)

Bunun çok farklı bir uygulamasını Hudeybiye’de görmekteyiz; Mekke müşriklerinin gereksiz ısrar ve dayatmaları karşısında Resûlü Kibyirâ Hazretleri, Hudeybiye Sulhu’nun yazıldığı metinden “Muhammedün Resûlullah” tâbirini bizzat kendisi silmiştir. Onu silmesi için önce Hazreti Ali kerremallahu veçhe’ye söylemiş, ancak başta Hazreti Ali olmak üzere ashâbın itirazları yükselip de Hudeybiye’yi bir uğultu kaplayınca onu silerek yerine “Muhammed İbn-i Abdillah” yazdırmıştır. Hudeybiye’deki uğultu ve itiraz sesleri ancak Efendimiz’in işâretiyle sükun bulmuş ve ashâb o noktadan sonra hissiyata hakim olabilmiştir!
Bu esnada Resûlullah’nün tavrı çok mânidârdır; öncelikle “Bismillâhirrahmanirrâhim”i metinden çıkartıp yerine “Bismikallahümme” diye yazılması gerektiğini teklif ettiklerinde: “Bu da güzeldir!” buyurmuş ve metnin başına onu yazdırmıştır. Ardından “Muhammedün Resûlullah” yerine “Muhammed İbn-i Abdillah” yazılmasını teklif edince Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, yine: “Bu da güzeldir!” buyurmuş ve Hazreti Ali’ye: “Muhammedün Resûlullah”ı silmesini emretmiştir. Ancak Hazreti Ali’nin, “Muhammedün Resûlullah”ı silmeyeceğine dair yemin etmesi üzerine, silme işini de bizzat kendisi yapmış ve onun yerine: “Muhammed İbn-i Abdillah” yazdırmıştır. Bunu yaparken Resûlullah’ın: “Sizler her ne kadar yalanlasanız da ben, hiç şüphesiz Resûlullah’ım!. Bu metne kendi adımla babamın adını yazdırmanın, benim peygamberliğime bir zararı söz konusu olamaz!” buyurması oldukça mânidârdır!
(Buhârî, Şurût 15; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/84, 27/354, 31/212, 31/243; Zührî, Megâzî 55; Abdürrezzâk 5/38; Ya’kûbî 2/54)

Öncelikle ortak paydalarda buluşma ve gündemi bu ortak paydalar üzerinden takip etme, aynı zamanda Kur’ân’ın bir tercihidir; ehl-i kitâbı dâvet ederken: “Ey ehl-i kitâb! Bizimle sizin aranızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım: Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim! O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım ve kimimiz kimimizi Allah’tan başka rab edinmesin!” buyuran ve muhatablarını, ortak değer olan Allah’ın birliğinde ittifâka dâvet eden bizzat ALLAHu Zü’l- CeLÂLdir:

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
Resim---Kul yâ ehle’l- kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh (dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn (muslimûne).: De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye (Tevhit sözüne) geliniz. Allah’tan başkasına kul olmayalım ve O’na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah’tan başka Rab’ler edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman olduğumuza (teslim olduğumuza) şahit olun” deyiniz.” (Âl-i İmrân 3/64)

Efendiler Efendisi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, mücessem Kur’ân’dır ve muhatablarının bütününe ulaşmayı hedefleyen ve bu istikamette kendini parçalarcasına bir gayret ortaya koyan Resûlullah de sallallahü aleyhi ve sellem, öncelikle onları “lâ ilâhe illallah” gerçeğine çağırmış ve bilhassa işin bidâyetinde, “Muhammedün Resûlullah”ı önceleyen bir strateji takip etmemiştir..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen nur_umim »


6-) Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu beyânlarını anlayamayan, farklı mecralara çekerek maksadının dışında yorumlayan veyâ anlamak istemediği için başka anlamlar yükleyenler de olmuştur. Aynı zamanda söz konusu beyânların, İslâm’ın ilk yıllarında vârid olduğunu ve dinin muhkematına ait ahkam belli olduktan sonra bu hükmün neshedildiğini söyleyenler de vardır.
(Bkz. İbn-i Mübârek, Zühd 1/324; Âcurrî, Şerîa 102; Şâtıbî, Muvâfakât 3/408; Münzirî, Tergîb 2/266)

Genelde bu yaklaşımlar, dinin ruhunu örseleyen yaklaşımlarıyla öne çıkan Mürcie, Havâric, Mu’tezile ve Şiâ ekollerinin müntesiplerince seslendirilmiş ve bunun soncunda belli başlı kurallar üretilmiştir. Mesela bu konuda Mürcie: “İmanın olduğu yerde günahın zararı olmaz!” şeklinde yaklaşırken,
Hâricîler: “Günahın zararı olur ve bunu irtikâb eden kafir olur!” demekte ve,
Mu’tezile de: “Günahı büyükse Cehennem’de ebedi kalır!” hükmünü vermektedir.
Buna karşılık Ehl-i sünnet ulemâsı, burada herhangi bir neshin söz konusu olmadığını, aslında “Lâ ilâhe illallah” ibâresinin muhtevâsında “Muhammedün Resûlullah”ın da zaten mevcud bulunduğunu ifâde etmektedir.
(Bkz. Nevevî, Minhâc 1/219, 220; İbn-i Receb, Tahkîku Kelimeti’l-İhlâs 19)

Zirâ bu beyânların, ferâizin netleştiği, emir ve nehiylerin netliğe kavuştuğu Medine Döneminde şeref-sudûr olduğu açıktır. Mesela Buhârî, Müslim ve Ahmed İbn-i Hanbel’in rivâyet ettiği hadisin içinde, bu beyânın Medine’nin sonraki yıllarında söylendiğini ifâde eden iki ayrıntı dikkat çekmektedir; bunlardan birisi, görme za’fiyetinden dolayı yağışlı günlerde imamlık yaptığı mescide gelmekte zorlandığını ifâde eden İtbân İbn-i Mâlik, diğeri ise hakkında nifâk suçlamasında bulunulan şahıstır ki bu beyânlarını Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, söz konusu şahsı tebrie makamında söylemektedir.
(Bkz. Buhârî, Salât 46, Et’ıme 15; Müslim, Îmân 54, Mesâcid 47; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 4/44, 5/449, 450; Taberânî, Kebîr 18/29, 31; İbn-i Huzeyme, Sahîh 3/77; İbn-i Hıbbân, Sahîh 1/457)

Itbân İbn-i Mâlik’in gitmekte zorlandığı mescid, Benî Sâlim yurdunun mescididir ve bu Mescid, tabii olarak Mescid-i Nebevî’den sonra inşa edilmiştir.
Ayrıca Medine’de nifâk, Uhud’la birlikte gün yüzüne çıkan bir problemdir ki bu, Medine’nin 3. yılını ifâde etmektedir. Kaldı ki bu beyânın o yıl söylendiğini ifâde eden bir ayrıntı da bulunmamaktadır. Dolayısıyla gerek hadisleri rivâyet eden râvinin kimliği ile hadislere konu olan hususlar gerekse zamanlama olarak metinlerde yer alan ayrıntılar, sözü edilen beyânların daha sonraları da gündemde olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
(Bkz. Nevevî, Minhâc 1/220)

Konuyla ilgili bazı rivâyetlerde benzeri beyânların, Tebûk Seferi esnasında gerçekleştiği de bize gelen bilgiler arasındadır.
(Bkz. Müslim, Îmân 44, 45)

Söz konusu sefer, Medine’ye hicretten 9 yıl sonra gerçekleşmiştir. Daha açık bir ifâdeyle zamanlama olarak bu dönem, helal-haram, emir ve nehiy gibi hemen hemen her meselenin tebeyyün ettiği, ahkâmın netleştiği dönemdir. Dolayısıyla burada nesh iddiasını destekleyecek en küçük bir alâmet bulunmamaktadır.

7-) Bu hakikata yapılan itiraz, muhtemelen işin mâhiyetini anlayamamaktan kaynaklanmaktadır ve Hudeybiye örneğinde olduğu gibi o günlerde Efendimiz’e de benzeri itirazlar yapılmıştır. Bu açıdan bakıldığında bazı insanları öne çıkararak Efendimiz’in onlara cemilede bulunması da başlangıçta anlaşılamamıştır. Ashâbın önde gelenlerinden ve Cennet’le müjdelenen on sahâbiden birisi olan Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs, faziletini çok iyi bildiği birisinin de olduğu yerde Resûlullah’ın başkasına bir şeyler verdiğini ve işin mâhiyetini anlayamadığı için bu durumu O’na üç kez sorduğunu bize anlatmaktadır. Üçüncü kez aynı konuyu kendisine sorunca. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ona şu cevâbı vermiştir: “Ey Sa’d! Başkası bana ondan daha sevimli olduğu halde ben, bâzen birisine mal-mülk veririm ki o adam, yüz üstü Cehennem’e kapaklanmasın!”
(Buhârî, Îmân 19; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/107)

Konuya açıklık getirmesi bakımından, “müellefe-i kulûb” olarak bilinen ve son günlere denk küfürde ısrar eden insanlara verdiği mal ve mülk karşısında Resûlullah’ı sorgulayan ve hatta cübbesini çekerek boynunu zedeleyen Zü’l-Huvaysıra örneği çok çarpıcıdır; O’na, taksimatı neden geciktirdiğini sormuş ve Resûlullah’ın icraatlarına da “adil olmadı” diyerek itiraz etmiştir. Resûlullah’ın o gün de söylediği gibi bu, din adına dinin ruhunu örselemekten başka bir şey değildir!
Halbuki dinin ana hedefi, insanları Cehennem badiresinden kurtarmaktır ve bu ana hedefe ulaşabilmek için muhatabların seviyelerini esas alarak onlarla muamelede bulunmak, dindara düşen ayrı bir hassasiyettir. Unutmamak gerektir ki Resûlullah’ı muhatablarının bütününe ulaştıran ve O’nun, önünde duran problemlerin bütününü çözme imkanı tanıyan en önemli yanı, başlangıçta taviz gibi duran bu türlü uygulamalarıdır!.

8-.) Bu ve benzeri beyânlardan ulemânın çıkardığı sonuç, iman üzere ölen insanın, ne kadar günahkâr olursa olsun Cehennem’de ebedi kalmayacağı istikametindedir; cezâsını çektikten sonra çıkacak ve o da Cennete girecektir!
(Bkz. Nevevî, Minhâc 1/219, 220; Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Işık Yayınları, İstanbul 2013, 1/203 vd.)

Ashâb-ı kirâmdan Abdullah İbn-i Mes’ûd, Ebû Zerr, Imrân İbn-i Husayn, Câbir İbn-i Abdillâh, Abdullah İbn-i Abbâs, Ebû Saîd el-Hudrî ve Enes İbn-i Mâlik hazretleri, Efendimiz’den rivâyet ettikleri beyânlara dayanarak bu noktada ittifâk etmişlerdir:

رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ
“Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn (muslimîne).: İhtimal ki; kâfirler “Keşke müslüman (teslim olanlar) olsaydık.” diye temenni edecekler.” (Hicr 15/2)
Meâlindeki âyeti yorumlarken müfessirler de aynı hakikate işâret etmişlerdir.
(Tirmizî, Îmân 17)

Müslüman olduğu anda bir insanın, ne kadar günahkâr olursa olsun geçmişi silinir ve o insan, annesinden doğduğu anki gibi tertemiz olarak İslâm’a adım atar.
Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivâyet ettiği bir beyânlarında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bunu bize: “Bir kul Müslüman olur ve İslâm’ı da güzel olursa Allah (celle celâlühü), onun daha önce yaptığı bütün günahlarını siler. Bundan sonra kisâs vardır; bir iyiliğe mukabil, on kat karşılık yazılır ve bu, yedi yüz kata kadar çıkar! Bir günahın karşılığı ise yine bir günah olarak kalır ki bâzen Allah (celle celâlühü) onu da affeder!” beyânlarıyla anlatmaktadır.
(Bkz. Buhârî, Îmân 31. Benzeri beyânlar için bkz. Buhârî, Îmân 31; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 13/530)

Aynı husus, Hâlid İbn-i Velîd ve Amr İbn-i Âs gibi sahâbîlerin gelişlerinde de mevzu olmuştur;
(Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 4/199, 204, 205)

Üstelik, rahmetiyle muamele edeceği bazı insanların seyyiatlarını hasenata tebdil edeceğini bildiren de Yüce Mevlâ’dır:

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
“Ve ekımi’s- salâte tarafeyin nehâri ve zulefen mine’l- leyl (leyli), inne’l- hasenâti yuzhibne’s- seyyiât (seyyiâti), zâlike zikrâ li’z- zâkirîn (zâkirîne).: Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın kısmında namazı ikame et. Muhakkak ki haseneler (kazanılan dereceler), seyyiati (kaybedilen dereceleri) giderir. İşte bu, zikredenler için bir öğüttür.” (Hûd 11/114)

إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât (hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Furkân 25/70)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: TEVHİDuLLAH..

Mesaj gönderen nur_umim »

9-) Şefkati zirvede temsil eden de şüphesiz Resûlullah’dır sallallahü aleyhi ve sellem. Bizler, Cennet ve Cehennem’i “ilim” ölçüsünde biliyoruz ve âdeta müşâhidi olmadığımız Cennet veyâ Cehennem’in kapısında duruyor gibi konuşuyoruz. Halbuki Resûlullah’ın bu şefkatini nazara alarak sözünü ettiğimiz hadisler zaviyesinden meseleye baktığımızda O’nun, insanları Cehennem’den kurtarıp Cennete götürebilmek için şartları ne kadar zorladığını, kendi yâdını telaffuz etmeyenleri bile Cennete ulaştırabilmek için nasıl bir gayret ortaya koyduğunu görmekteyiz. Cennet ehli Cennete, ehl-i Cehennem de Cehennem’e girdikten sonra Allah’ın (celle celâlühü): “Kimin kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca iman varsa onu Cehennem’den çıkarınız!” diye ferman buyuracağını bize haber veren, Resûlullah’ın bizzat kendisidir.
(Buhârî, Îmân 15; Rikâk 51; Müslim, Îmân 304)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz, ‘lâ ilâhe illallah’ diyen ve kalbinde hayırdan bir arpa kadar nasibi olan kimseler Cehennem’den çıkarılır. Yine, ‘lâ ilâhe illallah’ diyen ve kalbinde hayırdan bir buğday tanesi kadar nasibi olanlar Cehennem’den çıkarılır. Ve yine, ‘lâ ilâhe illallah’ diyen ve kalbinde hayır adına kalbinde zerre miktar nasîb olanlar da Cehennem’den çıkarılır.”
(Buhârî, Îmân 33; Tevhîd 19; Müslim, Îmân 84; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 19/198; 20/171, 172; 21/373; 23/64, 329)

Bazı rivâyetlerde Hazreti Enes’in, “hayırdan” yerine, “imandan” tabirini kullandığı görülmektedir.
(Bkz. Buhârî, Îmân 33; Beyhakî, İ’tikâd 179)

Bu hadisleri değerlendiren ulemâ, söz konusu hadislerde yer alan ve imanı kasteden, “zerre miskal”, “bir hardal tanesi ağırlığınca”, “arpa kadar”ve“bir buğday tanesi kadar gibi ifâdelerin, insanların imanındaki farklılığa ve bilme ölçüsünde bir derinlik veyâ sathilik yaşanacağını ifâde ettiğini söylemektedir ki Cehennem’den kurtuluş da bu ölçüde olacaktır.
Haber veren de O’dur sallallahü aleyhi ve sellem. Yine O’nun beyânları arasında gördüğümüz;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şefâatim vesilesiyle Kıyâmet Günü’nde insanların en bahtiyar olanı, kalbinden gelerek ve halis bir niyetle "lâ ilâhe illallah’ diyen kimsedir!”
(Buhârî, İlm 33, Rikâk 51)
Hadisi de aynı hakikatı anlatmaktadır..

Hadis kaynaklarımıza baktığımızda, Cehennem hakikatıyla tanışan insanları oradan kurtarmak için çırpınan bir peygamber görmekteyiz; başını secdeye koyup dua dua yalvaran ve o kapıdan neyi nasıl istemek gerektiğini de bilerek talepte bulunan Efendiler Efendisi sallallahü aleyhi ve sellem, “Lâ ilâhe illallah” diyen kimseyi de Cehennem’den kurtarabilmek için Allah’tan şefâat dilendiğini bize anlatmakta, buna mukabil Zât-ı Bârî’nin kendisine: “İzzet, celâl, kibriyâ ve azametime yemin olsun ki ‘lâ ilâhe illallah’ diyeni de Cehennem’den çıkaracağım!”
(Buhârî, Tevhîd 36; Müslim, Îmân 84; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 19/196)
Müjdesini verdiğini bize haber vermektedir..

Benzeri bir durumu Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Âhiret yurduna göçtükten sonra haklarında olumsuz karar verilen bir topluluğun, nebi nebi dolaştıktan sonra kendisine müracaat edip de kurtuluş dilendiklerinde yaşanacağını haber vermekte, kalbinde arpa, buğday ve zerre miktar imanı olan insanlar için şefâat edeceğini beyân etmektedir.
(Buhârî, Tevhîd 19, 36; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 19/196; İbn-i Mâce, Zühd 37)

Zaten Ehl-i Sünnet’in genel kanaatine göre Allah’a inanarak ölen bir insan, ne kadar günahkâr olursa olsun, Cehennem’de ebedi kalıcı değildir; olağanüstü bir affa muhatab olmadığı sürece oradaki cezâsını tamamlayacak ve neticede o da Cennete girecektir. Hadis kaynaklarında Cennete en son gireceği ifâde edilen şahsın durumu bunun açık delilidir. [69] [69]
(Bkz. Buhârî, Tevhîd 36; Müslim, Îmân 83; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned (4391, 18246)

Bu şefkati nazara aldığımızda O’nun, mi’râc gibi bir mazhariyet yaşadığı halde yeniden Mekke’nin o günkü “kaos” ortamına dönmeyi tercih edişinin de bu maksatlı olduğu açıktır; hemen her gün bir tuzağa muhatab olduğu halde yine de insanların elinden tutup onları Cennete ehil hale getirebilmek için insanların arasına dönmüş ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu sıkıntılı süreci mi’râcdaki mazhariyetlere tercih etmiştir!.
Kur’ân’a bütüncül baktığımızda onun, hep af yörüngeli bir dâvette bulunduğuna şâhid olmaktayız ki Resûlullah’ın tavrının bundan farklı olması düşünülemez. Aynı zamanda Allah (celle celâlühü) affedilmeyi, başkalarını affetmeye bağlamıştır; bunu ifâde eden bir âyet şöyledir:

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve lâ ye’teli ulu’l- fadlı minkum ves seati en yu’tû uli’l- kurbâ ve’l- mesâkîne ve’l- muhâcirîne fî sebîlillâh (sebîlillâhi), vel ya’fû vel yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nûr 24/22)

Kaynaklarımıza “havf” ve “recâ” dengesi içinde baktığımızda hiçbirimizin âkıbetinin garanti olmadığını görmekteyiz.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: “Hiç kimse ameliyle Cennete giremez!” buyurunca sahâbe: “Sen de mi yâ Resûlallah?” diye sormuş ve buna mukabil O: “Evet, Allah (celle celâlühü) af ve merhametiyle yargılamazsa, ben de!” buyurmuştur.
(Bezzâr, Müsned 16/94, 17/192)

Ashâb-ı kirâm arasında âkıbetinden korkmayan yok gibidir; hatta onların çok önde olanlarının bir kısmı, kendilerinin “münâfık” olacağından endişe etmekte ve yarınları adına duydukları bu endişeyle gözyaşı dökmektedirler.
(Buhârî, Îmân 35; Tarîh 5/137. Geniş bilgi için bkz. Aynî, Umde 1/274 vd.)

Hükemânın dediği gibi zaten âkıbetinden endişe etmeyenin âkıbetinden endişe edilir!
İslâm’ın ilk muhatabları, Kur’ân ve Efendimiz’in terbiye ettiği insanlar böyle davranırken bizim, Cennet’i garantilemiş gibi duruşumuzun ta’dil edilmesi kaçınılmazdır. Ömrünü hayır yolunda geçirdiği halde ölüm öncesinde yolunu değiştirenlerin de olabileceği, yine Resûlullah’ın ikazları arasındadır.
(Bkz. Buhârî, Kader 1)

Günahların, üzerimize kolektif geldiği bir dönemde aynı hassasiyetle ve işe başladığı günkü heyecanla bu hayatın, finaline kadar götürülmesi kolay değildir! Öyleyse, metinleri başkaları adına okuyup hükmü onların aleyhine vermektense, Mahşer Günü’nde elinden tutulacak kişinin kendimiz olabileceği ihtimalini de gözardı etmeden bu nebevî beyânlara bakmak gerekmektedir!.

10-) Bütün bunlar, ehl-i imanı amelden uzaklaştırıp keyfemâ yeşâ bir hayat yaşamaya teşvik ediyor da değildir; inanan insan için işin “tergîb” ve “terhîb” boyutunu anlatan birçok nass vardır ve burada, bu türlü fiillerin küffâra ait işler olduğu ve günah yoluna giren insanın küfür karanlığına düşme ihtimaliyle karşı karşıya bulunduğu şeklinde çok ciddi ikazların olduğu da unutulmamalıdır.


Tergîb: Şevklendirme, ümidlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme.
Terhîb: Korkutmak. Fazla korkutmak.

Her bir günahta küfre giden bir yol vardır! Efendimiz’in de ikaz ettiği gibi işlenen her bir günah, kalbte siyah bir iz bırakır; tevbe ile temizlenmezse birike birike kalbi kaplayacak hâle gelir ve neticede o kalbe mühür vurulur.
(İbn-i Hibban, Sahîh 3/210)

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
“Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların kalplerinin üzerini kapladı (kalblerini kararttı- pas tuttu.) (Mutaffifîn 83/14)

İkazı da bunu teyit etmektedir. Abdullah İbn-i Abbâs Hazretleri, bu türlü beyânların bir uyarı niteliğinde olduğunu ve alışkanlık derecesine geldiğinde insanın imanına mâl olacağını söylemekte ve korunun etrafında dolaşanın, yasak bölgeye girme ihtimalinin yüksekliğine dikkat çekmektedir.
(Buhârî, Îman 39; Müslim, Musâkât 20; Tirmizî, Buyû’ 1)

Mayınlı tarlada dolaşan insanın nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu açıktır! Öyleyse buradaki mesele, imandan başka sermayesi olmadığı halde, muhtaç ve perişan bir vaziyette huzur-u ilâhîye gelen kimseye, Allah’ın şefkat ve merhametle muamele edip etmemesi meselesidir.
Ölümle burun buruna geldiği tehlikeli zeminlerde gelip Müslüman olarak orada şehîd olan ve hiçbir ibâdeti olmadığı halde Cennete gireceği müjdelenen insanların varlığını gerek hadis gerekse tarih kaynakları bize anlatmaktadır.
(Bkz. Beyhakî, Sünen 4/16; İbn-i Kesîr, Bidâye 4/191)

Firavun’un teşebbüsünde olduğu gibi burada kabul görmeyen, Âhiret’e ait ahvâl tebellür etmeye başladığı andan itibâren atılan adımlardır!.

وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنتُ أَنَّهُ لا إِلِهَ إِلاَّ الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَاْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“Ve câveznâ bi benî isrâîlel bahre fe etbeahum fir’avnu ve cunûduhu bagyen ve advâ (adven), hattâ izâ edrakehu’l- garaku kâle âmentu ennehu lâ ilâhe illâllezî âmenet bihî benû isrâîle ve ene minel muslimîn (muslimîne).: Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım" dedi.” (Yûnus 10/90)

SoNuÇ:

Özetle, “Kim, ‘lâ ilâhe illallah’ derse Cennete girer!” şeklindeki beyânın, nebevî bir ifâde olduğunda şüphe yoktur; sıhhatli bir hadistir ve bu kadar beyânın olduğu yerde bize sükût düşer! Zaten Allah (celle celâlühü) bizi, ne Cennet ne de Cehennem’in kapısına bekçi tayin etmemiştir! Aynı zamanda Cennet, bize miras kalan üç dönümlük bir alan da değildir ki başkasının oraya girmesi bize tahsis edilen alanı daraltmış olsun! Bizim yapmamız gereken, bu işin hakikatını anlamaya çalışmak, ihtilaflı gibi duran yerleri te’vil ve mucibince amel etmektir!
Zirâ söylemediği bir beyânı Resûlullah’ne izafe ederek hakkında hadis uydurmak ne ise O’nun beyân buyurduklarını yok saymak da aynı şeydir ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu durumdaki kimseler için: “Cehennem’deki yerlerine hazırlansın!”
(Buhârî, İlim 38, Cenâiz 34; Müslim, Îmân 27, Zühd 16; Tirmizî, Fiten 70; Ebû Dâvûd, İlim 4; İbn-i Mâce, İftitâh 4)
Buyurmaktadır. Aynı zamanda bu tavrımızla bizim, farkına varmadan “lâ ilâhe illallah” hakikatını örseleme ihtimalimiz de vardır; zirâ, “lâ ilâhe illallah” hakikatı, uluorta konuşulacak bir konu değildir!
Burada, Hazreti Üsâme’yi bin pişman eden hususun bilinmesi bir kanaat oluşturabilir; savaşırken kelime-i tevhidi söylediği halde düşmanını öldüren ve bunu korkusundan söylediğini ifâde eden Hazreti Üsâme’ye Resûlullah celallenmiş ve defâlarca: “O, “Lâ ilâhe illallah” dediği halde sen bunu nasıl yaparsın ey Üsâme!” buyurmuştur. Bunun üzerine Hazreti Üsâme, söylerken niyeti ne olursa olsun “Lâ ilâhe illah” diyen hiç kimseye bundan böyle kılıç kaldırmayacağına dair yemin etmiştir.
(Bkz. Buhârî, Târîh 1/25; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/200; Beyhakî, Delâil 4/297; İbn-i Kesîr, Bidâye 4/222)

Diğer taraftan böyle bir tavrın, bu beyânların sâhibi olan Efendimiz’i tenkit anlamına geldiği de unutulmamalıdır; Peygamberi’nin arkasında duramayan insan, muhasebe adına dönüp aynaya bir kez daha bakmalıdır! İslâm, denge dinidir ve biz, günde en az elli defâ Allah’tan bunu talep etmekteyiz.
Öte yandan bugün dünyada, “Muhammedün Resûlullah” hakikatını henüz duymayan milyarlarca insan vardır. Hatta duyanların da büyük çoğunluğu Resûlullah’nü yanlış duymuş ve yanlış tanımıştır. İslâm’ın genel ruhuna baktığımızda, bu durumdaki insanlara Efendimiz’i ve O’nun getirdiklerini bugüne kadar doğru zeminde anlatamamış olmanın hesabının da inananlara sorulacağı âşikârdır. Resûlullah’ın 23 yıllık gayretlerine bakıldığında bir tek insanın bile imanla tanışabilmesi için dünya ve içindeki her şeyi feda ettiği görülmektedir.
(Benzer rivâyetler için bkz. Buhârî, Cihâd 102, 143; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 4)

Öyleyse Resûlullah’ın mirasına sâhip çıkan bir mü’minin hedefi, yeryüzü dolusu insana Cehennem’de yer arama veyâ onların elinden tutabilmek için nice fedakarlıklara katlanarak koşturan insanların hızını kesmek veyâ onlara engel olmak olmamalıdır.
(Aksi halde biz, sevâp kazanıyoruz zannıyla farkına varmadan bir fitnenin tarafı olur ve mevcud sevâbımızı da kaybetmekle karşı karşıya kalırız. Efendimiz’in beyânlarına göre, Müslümana sebbetmenin fısk, onunla savaşmanın ise küfür olduğunu unutmamamız gerekmektedir.
Tâbiîn’in büyük imamlarından Ebû Vâil’e, o günlerde ortaya çıkan ve keyiflerine göre bir din anlayışı ortaya koymaya çalışan “Mürcie” hakkında soru sorulduğunda, doğrudan bu nebevî ikazı söylemiş ve başka bir kelama ihtiyaç duymamıştır.
(Bkz. Buhârî, Îmân 36; Edeb 44; Fiten 8; Müslim, Îmân 116; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/181. Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 51; Îmân 15; Nesâî, Tahrîm 27; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7, 9; Fiten 4))


Bilâkis Peygamberi’ni seven her bir mü’min, her gün yeni bir insanı daha Cehennem’den kurtaracak ve onu da Cennete götürecek bir gayretle her ev ve her çadıra girmeyi hedeflemeli, böylelikle Resûlullah’ın evrensel mesajını dünyanın en karanlık noktasına ulaştırmayı en önemli vazifesi bilmelidir...
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön