FİTNE NE ki..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim "NÂR"da SeBbeha SemÂHı..

FİTNE NE ki..

OL-ÂN ->OLay SANma SAKın!
KULLuk ->kOLay SANma SAKın!
->“AKL”ına -> “Kur’ÂN”ı YAŞAt!
“VAKiT” GEÇer ->KANma SAKın!.


ZEVK 6672 Resim

NE FIRTınaLar KOPuYOR -> “eR RAHMÂN”ın NEFesÎnde
OLSun!. OLmasın!.Lar ->OL-ÂN!. ELESt’in BELÂ’ SEsÎnde
ALLAHu Zü’l-L CeLÂL “KÛN!”u ->İnsÂNoğLun >“feyeKÛN”u
MELEKle<->ŞEY-t-ÂN ARAsı.. KALdık >“KULLuk FİTNesΔnde!.


12.02.15 11:59
brsbrs..tktktrstkkmtnhaa..




NE FIRTınaLar KOPuYOR ->
“eR RAHMÂN”ın NEFesÎnde
.:



Resim->“Â D E M”e ->ÜffrüLEN NEFhâ..:

Kur'ân-ı Kerîm'de insanın Evveli-Âhiri-Zâhiri-Bâtını anlatılmıştır.
Yaratılışı, dünyaya gelişi, Mâhiyeti, Hüviyyeti, Mâiyyeti ve Mâliyeti anlatılır.
RABB Tealâ: "İki elimle yarattığım!" buyurduğu insanı kerem sıfatı ile vasıflandırmıştır.

قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَن تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْعَالِينَ
Resim---''Kale yâ iblisu mâ meneake en tescude li mâ halaktu bi yedeyy estekberte em kunte mine'l-âlin: ALLAH: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? Dedi
(Sâd 38/75)

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---''Ve le kad kerramnâ benî âdeme ve hamelnâhum fi'l-berri ve'l-bahri ve razaknâhum mine't-tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tefdîlâ: Andolsun ki, Biz Âdem-oğullarını mükerrem kıldık ve onları karada ve denizde (nakil vâsıtalarına) yükledik ve onları leziz, temiz şeylerden merzûk ettik ve onları mahlûkatımızdan birçokları üzerine ziyâdesiyle üstün kıldık.
(İsrâ 17/70)

Dışını; zâhirini, âfâkını, 4 unsurdan iki eliyle (Azamet ve Kudret) halkeden RABB Teâlâ; içine, bâtınına, enfüsüne ise Rûhundan üfürmüştür.

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekâu lehû sâcidin: Onu tesviye ettim de rûhumdan ona nefheyledim mi derhal ona secdeye kapanın
(Sâd 38/72)

Âdem aleyhi's-selâm'dan beri gelen dirilik zinciri ve alınıp verilen nefesler bu bitmez tükenmeznefhadır.
Esmânın tamamını öğreterek yeryüzüne kıyâmete kadar halife kılmıştır.


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve iz kâle rabbuke li'l-melâiketi innî câilun fi'l-ardi halîfeh, kâlû e tec'alu fîha men yufsidu fîhâ ve yesfiku'd-dima', ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek, kâle innî a'lemu mâ lâ ta'lemûn: Hatırla ki RABBin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. ALLAH da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
(Bakara 2/30)

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---Ve alleme âdeme'l-esmâe kullehâ summe aradahum ale'l-melâiketi fe kâle embiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn: ALLAH Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sâdık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
(Bakara 2/31)

Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İlletle EMÂNET olan ABDULLAHlığı yüklenen insanın hikâyesi baştan aşağı Kur'ân-ı Kerîm'dedir.
Kader, Kaderullah...

Bir yanda Âdem aleyhi's-selâm, bir yanda Şeytân;
Bir yanda İbrâhim aleyhi's-selâm, bir yanda Nemrud;
Bir yanda Mûsâ aleyhi's-selâm, bir yanda Firavun ve
Bir yanda Habîbullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir yanda Ebu Cehil...
(Bakara 2/30-31; Nisâ 4/1;A'râf 7/11; Hicr 15/26; Ahzâb 33/72, Sad 38/71-73 vd.bkz)


OLSun!. OLmasın!.Lar ->OL-ÂN!.
-> ELESt’in -> “BELÂ’ SEsΔnde
!.:


اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka) : Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!
(Alak 96/1)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)



FiTNe ne DEmektir?!.:

Fitne: Arapça “fetene” kökünden, toprağa karışmış Altın-gümüş tozlarını, bir birinden ayırmak için bir tavaya koyup ateşe oturtarak, erime derecelerine göre önce eriyenleri akıtıp alarak yapılan yarayanı yaramayandan “AYIRMA” işlemine fitne denir. Yani, altını yabancı maddelerden ayırmak için yapılan işlemin adıdır.
Bu ÂLEMe geliş sebebimiz olan ve sağlanan-gerekli İmkÂNLarla KULLUK İmtihÂNımız da bir fitnedir ki;

MuhaMMedî İLİMLe, Hakkı-Hayrı ve Bâtılı-Şerri BİLmek,
MuhaMMedî İRÂDEyle, Hakkı-Hayrı ve Bâtılı-Şerri Birbirinden ayrımını BULmak,
MuhaMMedî İDRÂK ile, Hakkı-Hayrı tercih edip DORUKa çekmiş OLmak,
MuhaMMedî İŞTiRÂKla, HAKKı DUYup HAYRı YAŞAmayı MuhaMMedî Mü’mince başarmaktır ASL OLan..

Fitne; İnsÂNoğlunun öylesine bir KULLUK İmkÂNıdır ki, tÜMM ESMâULLahıYÜKLediği Hayat ve Şehâdet ANAKARTI İnsÂN AKLının,Şahdamarından da AKRABA cÂN CERRyÂNına Kavuşup AKLıNÛRlanıp -> N-AKILLeşmedikçe NAKLi arar durur ve boşa kürek sallar..
Fitne KULLUK İmtihanı demektir..
Çünkü, “KULLUK” ->“HEP”ini kaybedip “HİÇ”Liğe ERENe kadar YÜRÜnen-YAŞAnan bir SıRR-ı Sıfır SIRATı YOLculuğudur nefes nefes..

Bezm-i ELESt’inde RABBÜ'l-ÂLEMİN'in nefislere:
"Size Zâtîyet (nefs, kişilik, şahsiyet, benlik), Vücûd (bir şey olarak ortaya çıkabilme imkÂNı), Kâinât (her türlü olanaklarla birlikte mekân), Zaman, Akıl, Can (dirilik) versem;
Ayrıca, Kitab ve Resûl göndersem,
Ayrıca; ibret ve hikmet sahneleri içinde doğum ve ölüm gibi nice olayları yaşatsam...
Sizler bana verdiğiniz emâneti "bilakis, RABB'ımızsın, biz buna şâhidiz!..." SÖZünüzü unutmaz ve isbat edersiniz değil mi?”

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (ALLAHû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.” (A'râf 7/172)

O hâlde ŞeÂNuLLahta her ÂN ve her NEFES Yeniden İmkÂNla İmtihÂN SistemULLAH sahnesine buyurunuz!.

Görelim hanginiz Ahsen/en güzel en doğru en iyi amel işleyecek?.

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihÂN etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.” (Mülk 67/2)

Fitne; İnsÂN AKLının, bölücülük, bozgunculuk, çarptırma, saptırmalar şeklinde başa gelen ıstıraba, belâ ve musibetlerle denenmesidir de..
Fitne; İlahî, Kur’ÂNî, ve MuhaMMedî DeLÂLeti/Rehberliği terkedip, ŞeytÂNî DALÂLete/sapıklığa düşüp düşmeme DENEmesidir de..:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Resim---Huvellezî enzele aleyke’l- kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l- fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ve’r- râsihûne fî’l- ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini ALLAH'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” (Âl-i İmrân 3/7)


Muhkemât: muhkem, hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan, kesin hükmedilmiş olanlar.
Muteşâbihât: tevile tâbî, yoruma açık, yorum gerektirenler.


Fitne; Saptırmak için işkence yaptırmak, yapmak, tuzak kurmak, fenâlık yapmak da,:

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُواْ مِن بَعْدِ مَا فُتِنُواْ ثُمَّ جَاهَدُواْ وَصَبَرُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Summe inne rabbeke lillezîne hâcerû min ba’di mâ FUTİNÛ summe câhedû ve saberû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm (rahîmun).: Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz senin Rabbin, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl 16/110)


Futinû: işkenceye uğratıldılar..fitneye tâbi tutuldular.


وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا
Resim---Ve izâ darabtum fî’l ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mine’s- salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû. İnne’l- kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ (mubînen).: Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır.” (Nisâ 4/101)


en yeftine-kum: sizi fitnelemek, size kötülük etmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem kişisel ve toplumsal fitneleri buyurup duyurmuştur:

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Fitnelerden uzak durun! Şüphesiz ki fitnelerde dil (tesir bakımından) kılıç darbesi gibidir." buyurmuştur.
(Abdullah bin Ömer radiyallahu anhümâ-dan; İbn-i Mâce: 3968)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Nefsim kudret elinde bulunan ALLAH'a yemin ederim ki, insanlara öyle bir zaman gelecek, katil/öldüren niçin öldürdüğünü, maktül/öldürülen de niçin öldürüldüğünü bilmeyecektir." buyurmuştur.
(Müslim: 2908)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Mutlu kimse fitnelerden uzakta kalandır, mutlu kimse fitnelerden uzakta kalandır, mutlu kimse fitnelerden uzakta kalan ve fitneye maruz kalıp da sabreden kişidir. Fitneye başlayan ve çalışanın vay haline!" buyurmuştur.
(Ebu Dâvud)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerin kapıları başında cehennem ateşine çağırıcı kimseler olacaktır. Bir ağacın kökünü ısırır halde ölmen onlardan birisine tâbi olmandan senin için daha iyidir." buyurmuştur.
(Huzeyfe radiyallahu anh’dan; İbn-i Mâce: 3981)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelerin başında dikilirse, fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın." buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anh’dan; Müslim: 2886)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Birtakım fitneler olacaktır. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabahlayacak ve kâfir olarak akşamlayacaktır. Ancak ALLAH'ın, ilim ile (kalbini) ihyâ ettiği kimseler (bu tehlikeden) müstesnâdır." buyurmuştur.
(Ebu Ümâme radiyallahu anh’dan; İbn-i Mâce: 3954)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Benim gördüğümü görüyor musunuz? Ben sizin evlerinizin arasında fitnelerin yerlerini yağmur yerleri gibi görüyorum." buyurmuştur.
(Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 889 - Müslim: 2885)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar." buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik radiyallahu anh’dan; Tirmizî: 2196)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Herc çoğalmadıkça kıyamet kopmayacaktır." buyurunca, Ashâb-ı kiram: "Herc nedir yâ Resûlallah?" diye sorduklarında: "Katildir katil!" buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anh’dan; Müslim: 157)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Muhakkak ki birçok fitneler olacaktır. Dikkat edin! Sonra bir fitne olacaktır ki; o fitne zamanında oturan kimse fitneye yürüyenden daha hayırlı, yürüyen fitneye koşandan daha hayırlı olacaktır. Dikkat edin! O fitne indiği veya olduğu vakit; kimin develeri varsa fitneden kaçıp hemen develerinin bulunduğu yere gitsin, kimin koyunları varsa onların yanına varıp meşgul olsun, kimin toprağı varsa toprağına gitsin ve toprağı ile meşgul olsun!"
Bunun üzerine bir kimse: "Yâ Resûlallah! Develeri, koyunları ve toprağı olmayan için ne buyurursun?" diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselâm: "Kılıcını alır, onun keskin tarafını bir taşla kırar. Sonra kaçabilirse süratle kaçsın!" dedi ve devamla şöyle buyurdu: "ALLAH'ım! Tebliğ ettim mi? ALLAH'ım! Tebliğ ettim mi? ALLAH'ım! Tebliğ ettim mi?"
Bunun üzerine bir kimse: "Yâ Resûlallah! Çarpışan iki safa, yahut çarpışan iki gruba zorla götürülürsem ve onlardan biri kılıcı ile bana vurursa veya bir ok isabet edip beni öldürürse ne olur?" diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselâm: "Hem senin günahını hem de kendi günahını yüklenir ve cehennemliklerden olur." buyurdu.
(Ebu Bekre radiyallahu anh’dan; Müslim: 2887 - Ebu Dâvud)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Bu ümmette dört (büyük) fitne olacaktır. Sonuncusunda kıyamet kopacaktır." buyurmuştur.
(Abdullah bin Mesud radiyallahu anh’dan; Ebu Davud: 4241)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "Muhakkak öyle bir fitne olacaktır ki, Arap'ın kökünü kazıyacaktır. Bunların maktulleri cehennemdedir. Dilin tesiri, bu fitnede kılıçtan daha şiddetlidir." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud)

Resim---Abdurrahman bin Abd-i Rabbi'l-Kâbe radiyALLAH anh şöyle demiştir: “Bir gün Abdullah bin Amr bin el-Âs -radiyallahu anhümâ- Kâbe'nin gölgesinde oturmuş, başında da halk toplanmış iken ben onun yanına vardım. (Bu esnada) Abdullah'dan şunu işittim: "Biz bir yolculukta Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in beraberinde idik. O, bir ara bir konakta konakladı. Bunun üzerine kimimiz kendi çadırını kuruyor, kimimiz ok atışı yapıyor ve kimimiz otlayan hayvanı ile meşgul oluyordu. Bu sırada Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in çağırıcısı: “Haydin namaza!” diye çağrıda bulundu. Biz de hemen toplandık. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ayağa kalkarak bize şu hitabede bulundu: “Benden önceki her peygamber üzerine kendi için hayır bildiği şeyleri ümmetine göstermesi ve şer bildiği şeylere karşı onları korkutması şüphesiz ki bir hak bir görev oldu. Sizin bu ümmetinizin âfiyeti (yani dine zarar veren şeylerden selâmette bulunması) evvelinde kılındı. Bu ümmetinizin son kısmının başına belâ ve hoşlanmayacağınız işler muhakkak gelecektir. Sonra öyle fitneler gelecek ki bazısı diğer bazısını hafifletecek (yani sonra gelen fitne bir önceki fitneden şiddetli olacağından öncekini hafif bırakacaktır). Artık mümin kul (bir fitne geldiğinde): “İşte beni helâk eden fitne budur!.” der. Bir süre sonra o fitne geçer, bunun arkasından başka bir fitne gelir ve mümin kul: “İşte beni helâk edici fitne budur!” der. Sonra o fitne de açılıp gider. Artık kim cehennem ateşinden uzaklaştırılması ve cennete girdirilmesi kendisini sevindiriyorsa ALLAH'a ve ahiret gününe iman eder halde iken ölümü gelsin ve insanlara kendisine yapmalarını arzu ettiği şeyleri yapsın. Kim bir devlet başkanına beyat edip ona elini vermiş (yani seçmiş) ve samimiyetle bağlanmış ise artık olanca gücü ile ona itaat etsin. Şayet bundan sonra başka bir devlet başkanı çıkıp gelir de birincisi ile nizaa kalkışırsa (yani isyan çıkarmak isterse) sonra gelenin boynunu vurunuz."
Abdurrahman bin Abd-i Rabbi'l Kâbe -radiyallahu anh- demiştir ki: "Bunun üzerine ben başımı topluluktan ileri sokarak (yani Abdullah -radiyallahu anh-ın yakınına sokularak): “ALLAH aşkına sana soruyorum, bu hadisi Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den sen kendin işittin mi?” dedim. Abdurrahman demiştir ki: Bunun üzerine Abdullah -radiyallahu anh- eliyle kulaklarına işâret ederek: “Bunu kulaklarım işitti, kalbim de belledi, iyice belledi.” dedi."
(İbn-i Mâce: 3956)

Resim---Abdullah bin Ömer radiyallahu anh-der ki: "Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında idik. Fitnelerden söz etti, birçok fitneler anlattı. Hatta bir 'Ahlâs' fitnesine temas etti.
Dinleyenlerden biri: “Yâ Resûlallah! Bu Ahlâs fitnesi nedir?' diye sordu.
Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: “Ahlâs fitnesi; şiddetli düşmanlık yüzünden insanların birbirinden kaçması ve bir şey bırakmamak üzere mallarının yağma edilmesidir.” buyurdu ve devam etti: “Sonra 'Serrâ' fitnesi vardır ki, bunun dumanı Ehl-i beyt'imden olan bir adamın ayakları altından tütecektir. Bu adam kendini benden sanacaktır, halbuki benden değildir. Çünkü benim velilerim ancak takvâ sahibi olan kimselerdir. Sonra insanlar eğri, kaburga kemiği üzerine oturmuş gibi bir adama beyat etmek üzere anlaşacaklardır. (Yani devam etmeyen bir sulh yapacaklardır). Bundan sonra “Duheymâ” fitnesi vardır. Bu ümmetten kendisine şamar indirmediği bir tek kimse bırakmayacaktır. “Hemen bitti, sona erdi!” denildiği vakit yine devam edecektir. Bu fitne zamanında kişi sabah mümin akşam kâfir olacaktır. O kadar ki insanlar iki kısma ayrılacaktır; Kendisinde nifak olmayan iman grubu ile kendisinde iman olmayan nifak grubu. Bu fitne meydana geldiği vakit, o gün yahut ertesi gün Deccal'i bekleyin.'" (Ebu Dâvud - Hâkim)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

Fitne; toplumdaki emniyet ve güven duygularını kaldırmak anlamındadır.:

Resim--- Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: “Öyle bir zaman gelecek ki, emin, güvenilir insanlar hain, güvenilmeyen sahtekâr insanlar da baş tacı edilecek. O gün Sâlih kimselerle fâcir kimseler aynı muâmeleyi görecek. Bir birinden ayırt edilmeyecek” buyurmuştur.
(İbni kesir, fitne)


Fâcir: Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen.
Sâlih: (Salâh. dan) İşe yarar, elverişli, uygun, iyi. Haklı olan, itikatlı, dindar, dinî emirlere uyan. * Faziletli, ehl-i takva olan.


Fitne, ateş gibidir ayırmadan herkesi yakar ve akıl almaz zararlar verir ki, kişiler arasında itimat ve güven bırakmaz. Akrabalık bağlarını yerle bir eder..

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).: Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.” (Enfâl 8/28)

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---''Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdul ıkâb(ıkâbi).: Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.'' (Enfâl 8/25)

Fitneleri topluma EHLince ANLAtmak Farz-ı Kifâyedir ki, Müslümanlar Emir ve yasakları ile Fiten Ateşinden ÇIKaBİLsinler:

الأمر بالمعروف و النهي عن المنكر

Kur'ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’de
Emr-i bi'l- ma'rûf ve nehy-i ani’l- münker: İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek..:


وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Veltekun minkum ummetun yed’ûne ile’l- hayri ve ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munker (munkeri), ve ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.:'' (Âl-i İmrân 3/104)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---Ve’l- mu’minûne ve’l- mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’din, ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munkeri ve yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve yutîûnallâhe ve resûlehu, ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm (hakîmun).: Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/71)

التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Et tâibûne’l- âbidûnel hâmidûne’s- sâihûner râkiûne’s- sâcidûne’l- âmirûne bi’l- ma’rûfi ven nâhûne ani’l- munkeri ve’l- hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiri’l- mu’minîn (mu’minîne).: Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele." (Tevbe 9/112)

فَلَوْلاَ كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِن قَبْلِكُمْ أُوْلُواْ بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الأَرْضِ إِلاَّ قَلِيلاً مِّمَّنْ أَنجَيْنَا مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مَا أُتْرِفُواْ فِيهِ وَكَانُواْ مُجْرِمِينَ
Resim---Fe lev lâ kâne mine’l- kurûni min kablikum ûlû bakıyyetin yenhevne ani’l- fesâdi fi’l- ardı illâ kalîlen mimmen enceynâ minhum, vettebeallezîne zalemû mâ utrifû fîhi ve kânû mucrimîn (mucrimîne).: Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu günahkarlardı.” (Hûd 11/116)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: “Bid’atlar veya fitneler ortaya çıkıp, Ashabıma dil uzatıldığı zaman, alim(ler) de ilim(ler)ini açığa çıkarsın(lar) (halkı aydınlatsınlar). Bunu yapmayana Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olsun. Allah bunlardan ne farzları ne de sünnetleri kabul eder.” buyurmuştur.
(Hatib, el-Câmi’; İbn el-Asakîr)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: “Bu dini, her toplum bir öncekinden alırken, onu aşırı gidenlerin tahriflerinden (çarpıtmalarından), yalancıların yalanlarından ve câhillerin (bâtıl) te’villerinden (yorumlarından) ayıklayarak alsınlar.” buyurmuştur.
(Beyhakî)

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلّهِ فَإِنِ انتَهَواْ فَلاَ عُدْوَانَ إِلاَّ عَلَى الظَّالِمِينَ
Resim---''Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu lillâh(lillâhi), fe inintehev fe lâ udvâne illâ alez zâlimîn(zâlimîne).: (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (Bakara 2/193)

وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ ائْذَن لِّي وَلاَ تَفْتِنِّي أَلاَ فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُواْ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Resim---''Ve minhum men yekûlu'zen lî ve lâ teftinnî, e lâ fîl fitneti sekatû, ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfîrîn(kâfîrîne).: Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye katma" der. Haberin olsun, onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir. Hiç şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır.” (Tevbe 9/49)

Resim---Âişe radiyallahu anhâ'dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem namazın sonunda şöyle dua ederdi: "Allah'ım, kabir azabından, Mesih, Deccal'in fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allâh'ım, hayatın ve ölümün fitnesinden, günâh ve borçtan da sana sığınırım".
Bir kimse: "Borçtan dolayı çok sığınmanızın sebebi nedir?" diye sorunca Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: "İnsan borçlanınca konuşur ve yalan söyler. Söz verir ve sözünde duramaz!" cevabını verdi”
(Buhârî, Vudû, 37,Ezân, 149, Cenâiz, 86-88, Cihad, 25, Deavât, 38, 39, 44-46; Müslim, Mesâcid, 128, 130, 132, Zikr, 49, Cenâiz, 86).

Huzeyfe b. el-Yemân radiyallahu anhu şöyle demiştir: "Bir gün halîfe Ömer'in yanında oturuyorduk. Ömer: “Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem'in fitne hakkındaki sözlerini hanginiz hatırında tutmuştur?” diye sordu. "Ben bilirim'” dedim. Ömer: "Bu sırrı açığa vurmada cesursun” dedi. Ben de: “İnsanın ailesi, malı, çocukları ve komşusu yüzünden mâruz kaldığı fitneye namaz, oruç, sadaka, iyiliği emretme, kötülüğü menetme keffâret olur” dedim. Ömer: "Öğrenmek istediğim fitne, deniz dalgalanıp kabardığı gibi kabaran ve kuduran fitnedir'” dedi. Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri, bu fitneden sana bir zarar yoktur. Çünkü seninle onun arasında kilitli bir kapı vardır, dedi
(Buhârî, Mevâkît, 4, Fiten, 17; Müslim, İman, 231; Tirmizî, Fiten, 71; Ahmed b. Hanbel, V, 386, 401, 405).

Bir kimsenin fitnesi;
Âilesi yüzünden fitnesi, onlardan dolayı meşrû olmayan işler yapması, sözler söylemesi.
Malı yüzünden fitnesi, haram yoldan kazanıp, meşrû olmayan yerlere sarf etmesi.
Çocukları yüzünden fitnesi, onlara olan aşırı düşkünlüğü sebebiyle birçok hayır işlerine fırsat bulamaması, onların geçimi için haram yoldan kazanç sağlamaya kalkışması.
Komşusu yüzünden fitnesi ise, iyi ve varlıklı olan komşusuna karşı kıskançlık duymasıdır..

(Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, II, 469)

Resim---Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem: “Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir" buyurmuştur.
(Buhârî, İman, 4, 5, Rikâk, 36; Müslim, İman, 64, 65; Ebû Dâvûd, Cihad, 2; Tirmizî, Kıyâme, 52)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

Değerli kardeşimiz;
Yukarıda detaylı bir şekilde anlatılan ve Yaratılışımızda KuLLUK denemesi ELEĞimiz olan nefsimizden kâinâta kadar çokça olan FİTNe Tuzakları kelimesi Kur'ÂN-ı Kerîmde 34 âyette geçmektedir
.

Kur'ÂN-ı Kerîm’de FİTNE:

Bakara 2/191, 193, 217; Âli İmrân 3/7; Nisâ 4/91; Mâide 5/41,71; En'âm 6/23; A'râf 7/155; Enfâl 8/25,28,39,73; Tevbe 9/47,48; Yûnus 10/85; İsrâ 17/60; Enbiyâ 21/35, 111; Hac 22/11,53; Nûr 24/63; Furkân 25/20; Ankebût 29/10; Ahzâb 33/14; Sâffât 37/63; Zümer 39/49; Zâriyât 51/14; Kamer 54/27; Mümtehine 60/5; Teğâbün 64/15; Müddessir 74/31..

Bazı âyet-i celile örenkleri.:

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim---“Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum ve’l- fitnetu eşeddu mine’l- katli, ve lâ tukâtilûhum inde’l- mescidi’l- harâmi hattâ yukâtilûkum fîh (fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâu’l- kâfirîn (kâfirîne).: Onları (size savaş açanları), bulduğunuz (yakaladığınız) yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Fitne (çıkarmak), (adam) öldürmekten daha şiddetlidir (kötüdür). Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat eğer (orada) sizinle savaşırlarsa (sizi öldürmeye kalkarlarsa), o taktirde (siz de) onlarla savaşın (onları öldürün). Kâfirlerin cezası işte böyledir.”
(Bakara 2/191)

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ve sizden (içinizden), sadece zalim kimselere isabet etmeyen, onlara has (özel) olmayan (diğerlerine de isabet eden) fitneden sakının (takva sahibi olun). Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu biliniz.”
(Enfâl 8/25)

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).: Ve biliniz ki; çocuklarınız ve mallarınız, sizin için sadece bir fitnedir (imtihandır). Ve Allah ki; O’nun katında, (muhakkak) azîm bir ecir (bedel, ücret) vardır.”
(Enfâl 8/28)

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe inintehev fe innallâhe bimâ ya'melûne basîr (basîrun).: Ve hiçbir fitne kalmayıncaya ve bütün dîn Allah için oluncaya kadar, onlarla kıtalde bulunun (savaşın). Eğer onlar (küfürden) vazgeçerlerse o taktirde muhakkak ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir.”
(Enfâl 8/39)

وَالَّذينَ كَفَرُواْ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ إِلاَّ تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ
Resim---“Vellezîne keferû ba'duhum evliyâu ba'dın, illâ tef'alûhu tekun fitnetun fî’l- ardı ve fesâdun kebîr (kebîrun).: İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.”
(Enfâl 8/73)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---“Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneten, ve ileynâ turceûn (turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şer fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ 21/35)

إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh (fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm (azîmun).: Oysa sizin mallarınız ve evlâtlarınız fitnedir (imtihandır). Ve Allah ki, ecrun azîm (en büyük mükâfat) O’nun indindedir (katındadır).”
(Teğâbün 64/15)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

Fitne Patlak Verince Yapılacaklar Konusunda Hadislerde Belirtilen Tavsiyer:

3. (4758)- Ebu Ümeyye eş-Şa'bânî anlatıyor: "Ey Ebu Sa'lebe, dedim, şu âyet hakkında ne dersin?"

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.”
(Mâide 5/105)

Bana şu cevabı verdi: "Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zirâ ben aynı şeyi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e sormuştum: Demişti ki:
"Ma'rufa sarılın, münkerden de kaçının!. Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, âhirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiblerinin kendi reylerini beğendiklerini müşahede edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zîra (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.” buyurdu.

(Ebu Davûd, Melahim 17, (4341); Tirmizî, Tefsir, Mâide, (3060); İbnu Mâce, Fiten 21, (4014)

AÇIKLAMA:

Hadis, kişinin kendisiyle meşgul olmasını, başkasının sapıklığının kişiye zarar vermeyeceğini ifade eden bir âyeti (Maide, 5/105) açıklama sadedinde vârid olmuştur. Âyetin zâhirine bakılınca emr-i bi'lmarufa yer vererek başkalarıyla meşgul olmayı değil, kendi işiyle meşgul olmayı emrediyor gözükmektedir. Âyet suâle vesile olmuştur. Çünkü mü'min kişiyi emr-i bil marufta bulunmaya, münkerden nehyetmeye teşvik eden âyetler ve hadisler var. Bu âyetle öbür âyetler arasında zâhirî bir tezad gözükmektedir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem beyan buyurdukları açıklama ile "Marufa sarılın..." emretmektedir. Ma'ruf, güzel kabul edilen, meşru’ olan, şeriatın yapılmasını tecviz ve teşvik ettiği her şeydir. Bunlar arasında “emr-i bi'lmaruf ve nehy-i anil münker” de yer alır. Şu halde mü'min buna ara vermeden devam edecek. Ancak cemiyette zuhur edecek bazı alametler var. Onlar görüldü mü, artık emr-i bil maruf ve nehy-i ani'lmünkeri terk etmek evladır. Çünkü, bu safhada emr-i bil'maruf, fayda değil zarar verebilecektir. Hadiste bu alametler şöyle sayılır:
* İtâat gören cimrilik. Bazı âlimler aşırı, hırsla karışık cimrilik diye açıklamıştır.
* Hevâya uyulması, yani şeriatın emirlerinin terkedilmesi.
* Dine tercih edilen dünya.
* Rey sahiblerinin kitaba, sünnete, icma-ı ümmete, sahabe akvaline bakmadan kendi görüşünü beğenip ona tâbi olması.
Bu sayılanlar, haricî bir düşmanın hakimiyeti değil, İslam cemiyeti içerisinde gayr-ı İslamî, beşerî değerlerin hakimiyetidir, fitnedir, dahili kargaşanın had safhaya ulaşmasıdır. Bu derece bozulan insanlara emr-i bil maruf fayda vermez, zararı daha da artırır mânasında olmak üzere Aleyhissalâtu vesselâm, kişiye, cemiyeti terketmesini, kendini kurtarmayı düşünmesini tavsiye etmektedir. Çünkü arkada sabrın övüleceği sıkıntılı günler gelecektir..

Resim

4. (4759)- Vakid İbnu Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ)'dan anlattığına göre demişti ki: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki: "Ey Abdullah İbnu Amr!. Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?."
"Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Yâ Resûlullah!" dedim. Buyurdular ki:
"Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı/saçma sapan konuşanlar (ile de), onların cemaatı ile de (uğraşmayı) terkedersin."

(Buhârî, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davûd, Melâhim 17, (4342); İbnu Mâce, Fiten 10, (3957))

AÇIKLAMA:

1-) Ahdin bozulması, güven ve emniyetin kalkmasıdır. İster mal, ister can, isterse ırz emniyeti olsun, hepsinin kalkması, halel görmesi, ahdin bozulması ile ifade edilmiştir. Irz emniyeti deyince vicdan hürriyeti, din hürriyeti gibi kişinin şahsiyetine giren hususları da anlamamız gerekir. Ahdin bozulmasıyla cemiyette bunlar da kalmaz, vicdanlara baskı artar, inançları sebebiyle dindarlara taarruz ve tasallut tahammül edilmez hale gelir. Önceki hadiste de kısmen geçtiği üzere dindarlığın, âhirzamanda, elde ateş tutmak gibi zorlaşması, ahdin bozulmasıyla din ve vicdan hürriyetinin de ortadan kalkacağını ifade eder.
2-) Şârihler/şerheden, açıklayanlar bu hadisi açıklarken, hadisin "parmakların kenetlenmesini yasaklayan" bir başka hadisle arzettiği tenakuza dikkat çekip, aralarını telif ederler: "Resûlullah buyurmuştur ki: اِذَا صَلّى اَحَدُكُمْ فََ يُشَبِّكَنَّ بَيْنَ اَصَابِعَهُ فاِنَّ التَّشْبِيكَ مِنَ الشَّيْطَانِ وإنَّ اَحدَكُمْ َيَزَالُ في صََةٍ مَادَامَ في الْمَسْجِدِ حَتّى يَخْرُجَ مِنْهُ "Biriniz namaz kılınca parmaklarını kenetlemesin. Zira, kenetleme işi, şeytandandır. Biriniz mescidde olduğu müddetçe, oradan çıkmadıkça namazdadır." Şârihler, umumiyetle bu iki rivâyet arasında tearuz görmezler. Çünkü bu sonuncu hadiste, namaz esnasında veya namaz beklerken parmakların kenetlenmesi yasaklanmaktadır. Halbuki, sadedinde olduğumuz hadis, hadisenin namazla ilgisinden bahsetmez. Hadisin mescidde vürud etmesi de muhtemeldir. Bu takdirde cevap şöyledir: Yasak, gayesiz bir şekilde boş yere kenetlemekle ilgilidir. Halbuki Resûlullah bir temsil vermek, kapalı bir mânayı daha anlaşılır kılmak için parmaklarını kenetlemiştir. Öyle ise, namaz dışında müsbet, faideli bir maksatla parmakların kenetlenmesinde bir mahzur yoktur.
Kenetlenme yasağının hikmeti üzerine: "Çünkü "şeytandandır", "uykuyu getirir", "kenetlemenin arzettiği manzara, ihtilafın manzarasıdır, bu manzara namazda veya namaz hükmündeki bir halde bulunan kimse hakkında mekruh görülmüştür. Çünkü bir başka hadiste وََ تَخْتَلِفُوا فَتَخْتَلِفُ قُلُوبُكُمْ. "Karışık olmayın; kalplerinize ihtilaf girer" buyrulmaktadır" gibi yorumlar getirilmiştir.

3-) Hadisin, fitne sırasında Müslümanın takip edeceği yolla ilgili mesajı izah gerektirmeyecek kadar açıktır: Fitneye bulaşmamak, ateşi avuçta tutmak kadar zor bir iş dahi olsa fitneden kaçmak; öyle ki, icabında emr-i bi'lmaruf ve nehy-i ani'l münkeri de terkedip, sözünü dinleyecek yakınlarla meşgul olup, onları kurtarmaya çalışmak. Müteakiben kaydedilecek ilk iki hadiste (4760, 4761) fitneden kaçmanın gereği ve hayrı daha açık olarak ifade edilecektir.


Resim

3. (4760)- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem seslendiler: "Ey Ebu Zerr!"
"Buyurun, Yâ Resûlullah, emrinizdeyim!" dedim.
"İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?" buyurdular.
"Benim için Allah ve Resulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!" dedim.
"Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya, sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler:
"Ey Ebu Zerr!"
"Buyurun Yâ Resûlullah, sizi dinliyorum!" dedim.
"Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?"
"Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!" dedim
"Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!" dedi. Ben sordum:
"Yâ Resûlullah! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?"
"Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!" buyurdular.
"Bana ne emredersiniz!" dedim.
"Evine çekil!" buyurdular.
"Evime girilirse?" dedim.
"Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!" buyurdular."
(Ebu Davûd, Fiten 2, (4261); İbnu Mâce, Fiten 10, (3958).)

AÇIKLAMA:
1-) Bu hadis fitneye karışmayı yasaklayan hadislerden biridir. Hadisin, Begavî tarafından Mesabih'te kaydedilen veçhi biraz daha teferruatlıdır; şöyle ki: "Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben bir gün, bir merkep üzerinde, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'ın terkisinde idim. Medine'nin (dış) evlerini geçtiğimiz sırada bana:
"Ey Ebu Zerr! Medine'ye açlık hakim olduğu; öyle ki, yatağından kalkınca açlıktan bitkin düşüp mescide kadar gidemediğin zaman ne yapacaksın?" dedi" diyerek başlayan hadis, Resûlullah'ın şu tavsiyesi ile noktalanır:
"Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından (dayanamayıp kılıca sarılıp fitneye katılmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne çek, ta ki, (haksız yere öldürerek) senin günahınla ve kendi günahlarıyla geri dönsünler."

2-) İnsanlara (kitle halinde) ölüm nisbeti kıtlık, veba, savaş gibi sebeplerle gelecek umumi ölüm hadisesi olarak anlaşılmıştır.
3-) Hadiste geçen beyt البيت( ve vasif ) الوصيف( kelimelerini anlamada şârihler bazı farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Şöyle ki:
* Mezar olarak tercüme ettiğimiz البَيْت (beyt) kelimesini bazı âlimler mezar olarak anlamıştır. Hattabî der ki: "Beyt, burada "mezar" demektir, vasif de hizmetçi. Murad olan mâna şudur: "İnsanlar, öylesine meşguldürler ki öleni gömmeye fırsat bulamazlar da onu gömmesi için hizmetçiye verirler, yahut ücretle gömdürürler."
* Buradan şöyle anlayanlar da olmuştur: "Mezar yerleri öylesine dardır ki, herbir ölüleri için bir kabir yerini bir köle vererek satın alırlar." Ancak bu ikinci te'vil tenkit edilmiş ve: "Ölüm, sağlar arasında devam etse ve fevkalade yayılarak artsa da yine böyle bir darlık hasıl olmaz. Çünkü arz geniştir" denmiştir. Ancak, hadisin Mesabih'ten kaydettiğimiz veçhinde ikinci mânayı teyid eden ibareler mevcuttur. Hadisin şerhinde imkan varsa hadisten istifade en evla yoldur. Burada o imkan mevcuttur.
* Bu ibareden şu mâna dahi çıkarılmıştır: "O zaman evler, ölümlerin çokluğu ve ikamet edeceklerin azlığı sebebiyle çokça ucuzlar. Öyle ki bir ev, aslında normal olarak bir köleden pahalı olduğu halde, bir köle mukabilinde satılır."
* Şu mâna da çıkarılmıştır: "Evlerde önceleri çok insan mevcut olduğu halde, bu evin işini görmeye sadece bir köle kalır."

4-) Zeyt'in Medine'nin bir mahallesi veya Medine civarında bir yer adı olduğu söylenmiştir. Türbüşti: "Burası, Yezid zamanında cereyan eden meşhur hadisenin vukua geldiği Harra'da bir noktanın adıdır. Orada savaşan zâlim orduların komutanı da Müslim İbnu Ukbe el-Mürri'dir. Resûlullah'ın koyduğu haramları mübah kılan heriftir. Karargahı Medine'nin batısında yer alan Harre-i garbiyye idi. Medine'nin hurmetini ihlal etti, erkekleri hep öldürdü. Orada üç gün -beş de denmiştir- talanda bulundu."
5-) "Kendinden oldukların" tabiriyle kişinin ailesi, yakınları, kavmi kastedilmiştir. Bununla "İmam"ın yani biat etmiş olduğu imamının kastedildiği de söylenmiştir. Bu durumda mâna: "İmamına ve bey'at ettiğin kimseye tabi ol" demek olur.
6-) Hadiste, kişinin kılıcı alıp omuza koyması halinde, günahta fitnecilere ortak olacağı ifade edilmiştir. Öyleyse fitne şartlarında fitnecilere iştirak etmemek, günahlarına ortak olmamak için silaha sarılmamak gerekir. Aliyyu'l-Kârî der ki: "(Fitnede) hasım Müslümansa, fesad terettüp etmeyecek ise, müdafa-i nefis caizdir. Ancak hasım kafir ise, imkan nisbetinde müdafaa etmek vacib olur."
7-) "Kılıcın parıltısının galebe çalması", kılıcı kullanmaktan kinayedir. "Elbisenin kenarıyla yüzünü örtmek", düşmanı görüp, korkmamak içindir. Bundan maksad, "Onlar seninle savaşsa da sen onlarla savaşma, ölmeyi tercih et" demektir.
Bu taktirde, gelenler "seni öldürmüş olmanın günahı ve diğer günahlarıyla dönerler" mânası anlaşılır.


Resim

4. (4761)- Hz. Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki:
"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kafir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede otur’ÂN, ayakta dur’ÂNdan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Adem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil)" (Ebu Davûd, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizî, Fiten 33, (2205).)
Ebu Davûd, "koşandan" kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Yanındakiler, "Bize ne emredersiniz (Yâ Resûlullah)?" dediler. "Evinizin demirbaşları olun!" buyurdu."


AÇIKLAMA:


1- Resûlullah, kıyamete yakın çıkacak fitnelerin dehşetini belirtmek için, zifirî karanlık gecenin parçalarına benzetmiştir. Yani peşpeşe fitneler olacak, her biri, gece parçası gibi karanlık, yani doğruyanlış, haklıhaksız, isabetlihatalı vs. şekilde tefrik etmek imkanı tanımayacak, son derece dehşetli olacak demektir. Bu teşbihten maksat fitnenin büyüklüğünü ifadedir.
2-) Hz. Adem'in iki oğlundan hayırlısı Hz. Habil'dir. Kardeşi Kabil onu öldürmek istediği vakit âyet-i kerimenin ifadesiyle kardeşine: "Sen beni öldürmek için elini bana kaldırsan da , ben seni öldürmek için elimi sana kaldırmayacağım" (Maide 28) demiştir. Bu âyette, Cenab-ı Hakk fitne sırasında Müslümanların takip edeceği siyaseti vaz' etmiş olmaktadır: "Fitneden kaçmak, öldürmektense ölmeyi tercih etmek." İslam'da bunun ilk örneğini Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın verdiği belirtilir: O fitnenin büyümemesi için öldürmeyi değil, öldürülmeyi tercih etmiştir.
3-) Evin demirbaşı olmaktan maksad, evden ayrılmamak, dışarı çıkıp fitneye bulaşmamaktır. Nasıl ki demirbaş denen halı, kilim gibi bir kısım eşyalar devamlı evde kalırlar; fitne sırasında da o eşyalardan biri gibi olmak yani evden dışarı çıkmamak tavsiye edilmiştir. Bundan da maksad, fitneye katılmamaktır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »


5. (4762)- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kişinin en hayırlı malının peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur." buyurdu.
(Buhârî, İman 12, Bed'ü'l-Halk 14, Menakıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti'zan 16, (2, 970); Ebu Davûd, Fiten 4, (4267); Nesâî, İman 30, (8, 123, 124).)

Resim

6. (4763)- Ma'kıl İbnu Yesar anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"Herc (fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana hicret gibidir." buyurdu.

(Müslim, Fiten 130, (2948); Tirmizî, Fiten 31, (2202).)

Resim

7. (4764)- Mikdad İbnu'l-Esved (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile, belâlarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu ona!" buyurdu.
(Ebu Davûd, Fiten 2, (4263).)

Resim

8. (4765)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Yaklaşan bir şerden yazık Araplara! Elini çeken ondan kurtulur." buyurdu.
(Ebu Davûd, Fiten 1, (4249).)

AÇIKLAMA:

Kaydedilen son hadisler, özet olarak fitneye bulaşmamayı ve imkan nisbetinde fitneden kaçmayı tavsiye etmektedir. Kapıya kadar gelen fitneye, öldürülmeyi tercih edecek kadar bulaşmama emri, üzerinde durulması gereken bir husustur. Zîra ulema, çeşitli nokta-i nazarları ve mukabil delilleri de göz önüne alarak, mesele üzerinde ziyadesiyle durmuş ve enine boyuna tartışmıştır. Fitne şartlarında yaşamamız haysiyetiyle bu hususların daha sistemli ve teferruatlı olarak bilinmesinin gerekli ve faydalı olacağına inanıyoruz. Bu sebeple mevzuyu biraz açıklayacağız.

Fitnede herkese ferdî olarak terettüp edecek vazifeleri şöyle sayabiliriz:

1-) Fitnenin getireceği sıkıntılara sabır.
2-) Fitnecileri yalnız bırakmak,
3-) Uzlet; eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek,
4-) Öldürmektense ölmeyi tercih etmek. Fitnede müdafa-i nefis meselesi,
5-) Dilini tutmak,
6-) Kalben kerahet,
7-) Mal ve evlatça hıffet,
8-.) Silah edinmemek,


Şimdi bunları açıklayalım:

1-) FİTNEDE SABIR:

Hangi çeşitten olursa olsun, iradesi dışında gelen her çeşit musibet karşısında Müslümanın başvuracağı mühim bir silah olarak ifade edilen "sabır", fitne karşısında daha da ehemmiyet kazanan, ısrarla tavsiye edilen en mühim silah hüviyetini kazanmaktadır. Bu hususu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bazan tek tek fertlere, bazan umumi bir ifade ile herkese duyurmuştur.
Müslim'de gelen bir rivâyette, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kendisine memuriyet vermesini isteyen Ensar'dan bir zata şu cevabı verir: "Siz benden sonra bencillik (ve fitneyle) karşılaşacaksınız. Havz(-ı Kevser)in başında bana kavuşuncaya kadar sabredin."

Tirmizî'nin rivâyetinde, "..fitne ve dine muhalif bulacağınız icraatlar göreceksiniz" ibâresi vardır.
Ensârn: "Yâ Resûlullah, bize ne tavsiye edersiniz?" sualine karşı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İcraatcılara olan vazifelerinizi (onların hakkını) edâ edin, haklarınızı Allah'tan talep edin" cevabını verir.

Bu mevzuda Ebu Zerr'den gelen bir rivâyet daha geniş, daha açıktır; aynen kaydediyoruz:
Ebu Zerr anlatıyor: "Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in bineğinin terkisinde idim. Medine'nin evlerinden dışarı doğru çıkmıştık ki bana: "Ey Ebu Zerr, Medine'de açlık bulunduğu ve hatta sen yatağından kalkıp da açlık sebebiyle mescide kadar gidecek gücü kendinde hissetmediğin zaman halin nedir?" dedi.
Ben de: "Resûlullah daha iyi bilir" dedim.
Resûlullah: "Ey Ebu Zerr! İffetini koru (söz ve fiillerde haramdan kaçın)" dedi ve ilave etti: "Ey Ebu Zerr! Medine'de kıtal olsa ve bir mezârın ücreti bir köle fiyatına ulaşsa, o kadar ki, bir kabir bile bir köle karşılığında satılsa, senin durumun ne olur?"
Ben de: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" cevabını verdim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sabret ey Ebu Zerr" dedi ve ilave etti: "Ey Ebu Zerr! Medine'de kıtal olsa ve kan (Medine dışında yer alan) Zeyt Mıntıkasının taşlarını sulayacak kadar çok aksa ne yaparsın?"
Ben yine: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Mensup olduğuna (yani aile ve akrabana veya biat ettiğin imama) dön" dedi.
Ben sordum ve: "Silahımı kuşanayım mı?" dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "(Hayır) o takdirde insanlara (kötü amellerinde) iştirak etmiş olursun" cevabını verdi.
Ben de: "Öyleyse ne yapayım Yâ Resûlullah?" diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Evinde kal, çıkma" buyurdu.
Ben tekrar: "Ya evime de gelirlerse?" dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kılıcın parıltısının galebe çalmasından (kullanmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne ört, ta ki (gelen kimse) hem senin günahınla hem kendi günahıyla dönsün." buyurdu.

Hz. Enes, Haccac'ın zulmüden çok ızdırap çekerek: “Ne yapacağız?” diye şikâyete gelenlere: "Sabredin, Rabbinize kavuşuncaya kadar sabredin. Zira artık her gelen yeni gün, gidenden daha kötüdür" der ve bunu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den işittiğini ilave eder.

Mikdad İbnu'l-Esved ise, yeminle te'kid ederek Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den şunu işittiğini söyler: "Bahtiyar kimse (lütf-i İlahî olarak) fitnelere karışmaktan uzak tutulan kimsedir. Bahtiyar kimse fitnelerden uzak tutulan kimsedir. (Çeşitli belâlarla) imtihan edildiği zaman sabırla karşı koyana ne mutlu!"

Tabiinden meşhur Hasan-ı Basrî radiyallahu anhu da burada zikre değer. Zîra o da fitneye karşı hararetle sabır tavsiye eder ve ortalığın tevbe ile, insanların kendilerini düzeltmesi ile iyiye döneceğini söyler. Kendisine Haccac'la alâkalı sorulduğu zaman da hep şu mealde tavsiyede bulunurdu: "Ben onunla mukatele edilmemesi görüşündeyim. Zîra, eğer o Allah'tan bir cezâ ise, siz kılıcınızla Allah'ın cezâsını geri çeviremezsiniz. Şâyet bir belâ ise, sabredin, Allah hükmünü versin. Zîra O, en hayırlı şey üzere hükmedicidir."
Ona göre fitne sırasında hiçbir gruba iltihak etmemelidir..

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

2-) FİTNECİLERİ YALNIZ BIRAKMAK:

Çıkan fitnenin büyümesini önlemede ve ondan gelecek zararlara karşı korunmada en isabetli tedbirlerden biri, fitneciyi yalnız bırakmaktır. Haklı ve haksız tarafların belli olduğu durumlarda, haklı tarafın desteklenmesi tavsiye edilmiş olmakla beraber, haklı veya haksızın belli olmadığı durumlarda, hiçbir tarafa destek vermemek, bütün tarafları terketmek esastır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den gelen rivâyetlerden bu anlaşılmaktadır.

Müslim'de gelen bir rivâyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ümmetimi Kureyş'ten şu kabile helâk edecektir" diye istikbalde gelecek bir fitneden haber verir. Yanındakiler: "O vakit ne yapmamızı, nasıl davranmamızı emredersiniz?" diye sorarlar. Cevap şudur: "İnsanlar onları terketmelidir."
Muhtelif tariklerden gelen şu rivâyet, fitne çıkaranların yalnız bırakılmalarının lüzumunu ve fitneye karışmamanın gereğini herkesin anlayacağı bir üslubla, çok vazıh bir şekilde ifade eder: Ebu Hüreyre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle dediğini bildirir:
"Haberiniz olsun (benden sonra) fitne çıkacak. O fitne sırasında uyuyan uyanıktan (yatan oturandan); oturan ayakta olandan; ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim böyle bir fitneye rastlarsa hemen geri dönsün. Kim de fitne anında sığınacak bir kuytu bulursa oraya girsin."
İbnu Hacer, ed-Davûdî'den naklen şu açıklamayı sunar: "Hadisin zâhirine göre, fitneye uzak veya yakından muhtelif derecelerde teması olan kimseler burada dile getirilmektedir. Yani bu işte bazıları bazılarına rağmen çok daha ileridir. Bunlardan en ileride olanı, fitnenin artmasına sebep olacak şekilde koşandır. Sonra fitnenin sebeplerini hazırlayacak şekilde ortaya çıkandır ki, hadiste bu, "yürüyen" diye ifade edilmektedir.
Sonra fitne ile alakadar olan gelir ki, ona da: "ayakta olan" denmiştir. Ondan sonra fitneyi seyretmekle beraber mücadele etmeyen (karışmayan) gelir, bu da "oturan" diye ifade edilmiştir. Sonra da kendisinden bu hususta hiçbir ilgi, alâka sadır olmayan, ancak razı (ve memnun) olan gelir ki, bu da "uyuyan" diye ifade edilmiştir."

İbnu Hacer, fitneye karışma hususunda niyetlenenleri üç gruba ayırarak mesuliyet durumlarını belirtir:
1-) Arzu geçirenler: Bunlar fiilen karışmadıkça günaha girmezler.
2-) Arzuda kalmayıp fiile dökenler: Bunlar günahkârlardır.
3-) Azmedenler, iyice niyetlenenler: Bunların durumu münakaşalıdır.
İbnu Hacer'in bu açıklamasının ışığında, "uyuyandan" maksadın fitneden hiç haberi olmayacak kadar kendi işine gücüne dalmış, çolukçocuğunun rızkı ve terbiyesi ile meşgul kimse olduğunu söyleyebiliriz.
Nevevî de bu hadiste, "fitnenin zararının büyüklüğüne dikkat çekildiğini, fitneden son derece çekinip kaçmaya, fitneye götürecek herhangi bir şeye teşebbüsten imtina etmeye teşvik edildiğini, zira fitnenin zararı ve şiddeti onunla olan alaka nisbetinde arttığını" belirtir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (aleyhissalâtu vesselâm), diğer birkısım hadislerinde de, dahilî birliğin kaybolduğu, ortaya çeşitli hiziplerin çıktığı hallerde -ki hadiste Müslümanların cemaat ve imamı yoksa diye ifade edilir- bu fırkaların hepsinin terkedilmesi emredilir.
Fitnecinin yalnız bırakılmasının fiilen gerçekleşmesi için, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in bunu tamamlayıcı başka tavsiyelerine de rastlarız. Şimdi onları görelim:


3-) UZLET:

Bu, kısaca inziva diye de ifade edilebilir. Uzlet veya inzivanın tahakkukunda Resûlullah'ın farklı tavsiyelerini görmekteyiz: Eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek gibi. Kişi, kendi şartlarına hangisi muvafıksa onu tercih edecek ve uzleti ihtiyar edecek. Şimdi bunları açıklayalım:

* EVE ÇEKİLMEK:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, gelecek fitneyi haber verip, insanları dehşete düşüren vasıflarıyla tavsif ettiği zaman dinleyicilerden vaki olan: "Yâ Resûlullah! Biz o zaman ne yapalım.?" sualine, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in verdiği cevaplardan bir kısmı "evlerinize çekilin" mealindedir.
Ebu Musa'dan gelen bir rivâyet aynen şöyle: "Önümüzde karanlık gece parçaları gibi fitneler var. O fitneler geldiği zaman kişi, mü'min olarak sabaha erer de akşam oluncaya kadar kafir olur. Orada oturan ayakta dur’ÂNdan; ayakta dur’ÂN yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır..." Dinleyenler: "Bize ne emredersiniz?" dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (aleyhissalâtu vesselâm): "Evinizin demirbaşları olun" cevabını verdi."

Aynı tavsiye İbnu Mes'ud'dan gelen bir rivâyette: "Elinizi ve dilinizi tutun, evin demirbaşlarından biri olun." şeklinde az bir farkla tekrar edilir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (aleyhissalâtu vesselâm)'in fitne çıktığı zaman dökülecek kanların çokluğuyla alakalı -daha önce Ebu Zerr'den kaydettiğimiz- tasviri sırasında Ebu Zerr'e yapılan tavsiye daha vazıhtır: "...Evinde otur, kapıyı üzerine kilitle..."

Kezâ, bir başka hadiste, fitne tasvir edilirken, emniyetin, insanlara güven ve itimadın kaybolması, iyi, kötü fark edilemeyecek derecede insanların her an değişeceği belirtildiği sırada, ne yapılması gerektiği sorulunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (aleyhissalâtu vesselâm): "Evine kapan, diline sahib ol, iyi bildiğin şeyi yap, kötü bildiğin şeyi de terket, kendi yakınlarınla meşgul ol, ammenin işini terket." der.
Şârihler eve kapanma emrini, zaruri olmayan işler dışında, halkla irtibatı kesmek şeklinde anlarlar. Zaruri temaslardan vazgeçilmemesi gerektiğini de belirtirler.
Yukarıdaki rivâyette de görüldüğü üzere, mücerred bir eve çekilme yeterli değildir. Bir başka rivâyette: "(Göze batıcı, dikkat çekici davranışlardan kaçınarak) kendinizden az bahsettirin" denmektedir.


* DAĞA ÇEKİLMEK:

Fitneye karışmamak, dışında kalabilmek için hadislerde ifade edilen bir tedbir de dağa çekilmektir. Fitneye karışmamaya teşvik hususunda beyan edilen: "...Fitne sırasında yatan oturandan; oturan ayakta dur’ÂNdan... daha hayırlıdır..." hadisinin Ebu Bekre tarafından rivâyet edilen veçhinde, bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a sorar: "Yâ Resûlullah, bu durumda ne yapmamızı emredersin?" Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (aleyhissalâtu vesselâm)'in ona verdiği cevap şudur: "Kimin dağda develeri varsa onların peşine düşsün, kimin de davarı varsa, davarlarının yanına gitsin. Kimin de (ekim) arazisi varsa o da çiftinin başına çekilsin...."

Buharî ve Müslim tarafından kaydedilen bir rivâyette "dağa çekilme" keyfiyeti te'yid edilir: "Müslüman kimseye, en hayırlı malın davar olacağı zaman yakındır. fitnelerden kaçarak, dinini kurtarmak için dağların yağmur düşen otlak yerlerini takip etmek üzere peşine takıldığı davar onun en hayırlı malıdır."
Müslim'de Ebu Bekre'den gelen rivâyette daha vazıh olarak: "...Haberiniz olsun, fitne iner veya vukua gelecek olursa, devesi olan, devesine; davarı olan davarına; arazisi olan arazisine iltihak etsin..." denir.
Fitne sırasında inzivayı teşvik eden hadislerden biri de taarrüb ile alakalı rivâyettir. Göçebe Araplara katılarak onlar arasında ikamet mânasına gelen taarrüb daha ziyade, hicret ederek Medine'ye yerleştikten sonra, geldiği kabileye geri dönerek tekrar göçebeleşmek durumuna düşenler için kullanılan bir tabirdir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (aleyhissalâtu vesselâm), göçebe hayattan sonra şehirlileşen bu kimselerin tekrar eski hayata dönmelerini kesinlikle yasaklamış, ancak fitne anında müsaade etmiştir: "Hicret ettikten sonra tekrar bedeviyete (eski göçebe hayata) dönen kimseye Allah lanet etsin, fitne zamanında dönenler bundan hariçtir. Zîra göçebelik (bedeviyet), fitne bulunan yerde ikametten hayırlıdır." Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den bu maksadla izin alanlar meyanında Seleme tu'bnu'l-Ekva'ın ismi geçer.

Bu bahsi kaparken şu noktayı belirtmede fayda var: İmam Azam tarafından da fitne sırasında karışmayıp eve çekilme gereği hususunda te'yid edilen hükme Bedâyi'de Kâsânî tarafından şu ihtirazi kayıt konmaktadır: "Bu hüküm, hususi bir vakitle alakalıdır. Bu da, fitnecilerle savaşa çağıran imamın bulunmadığı vakittir. Böyle bir imam varsa ve (cihada) çağırıyorsa icabet etmek farzdır."


* TERK-İ DİYÂR ETMEK:

Bir kısım hadisler, fitne çıktığı vakit eve, dağa, tarlaya çekilmekten daha öte, terk-i diyar etmeyi tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeye uyarak Şam'a göç eden Ebu'd-Derda ile alakalı rivâyet şöyle: "Yezid İbnu Ebî Hubeyb anlatıyor: "İki kişi Ebu'd-Derda'ya gelerek bir parça tarla için birbirlerini şikâyet ettiler. Ebu'd-Derda onlara: "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (aleyhissalâtu vesselâm)'in: "Sen bir yerde bulunduğun sırada bir parça tarla için iki kişinin husumet ettiklerini işitecek olursan orayı terket."dediğini işittim" der ve Ebu'd-Derda Şam'a gider."

Terk-i diyar umumi bir emir olarak anlaşılmasa bile, fitne sırasında buna tevessül etmenin istihbab edileceği bu rivâyetten anlaşılmaktadır. Nitekim, yukarıda kısaca temas ettiğimiz Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh) da Ebu'd-Derda gibi fitneye bulaşmak korkusuyla terk-i diyar edenlerden biridir. "Hicretten irtidat mı ettin?" şeklinde maruz kaldığı ağır ithamlara rağmen, Mekke ile Medine arasında yer alan Rebeze'ye göç eder.
Hadisi şerh eden Aynî fitne korkusuyla seleften birçoğunun terk-i diyar ettiklerini belirtir.
(1. cilt, s. 163)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

İNZİVA ve UZLETİN FAZİLETİ:

Yukarıda kaydettiğimiz hadisler bize fitne sırasında uzlet ve inzivanın tavsiye edildiğini ifade eder. Esasen fitne olmayan normal zamanlarda âlimlerin ekseriyeti tarafından cemiyete karışmak (muhalata), inzivaya çekilmeye tercih edilmiş, üstün tutulmuş ise de, bu üstünlük mutlak değildir. Bir kısım şartların ortaya çıkması halinde inziva tercih edilmelidir. Bu mühim mevzunun aydınlanması için fitne sırasında hayvanlarını alarak dağa çekilmeyi veya arazinin başına geçerek ekimle meşgul olmayı tavsiye eden hadisi açıklama zımnında İbnu Hacer'in sunduğu veciz açıklamayı burada kaydetmeyi gerekli bulduk. Der ki: "Selef âlimleri, uzlet hususunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur (ekseriyet) şunu söylemiştir: "İhtilat (cemiyete karışma) uzletten evladır. Zîra İslamî şeâirin devamı için lüzumlu olan dinî bilgiler bu sayede öğrenilir. Cemiyete karışmada Müslümanların sayıca artması da mevzubahistir. Onlara, maddî ve manevî yardımda bulunmak, hastalarını ziyaret etmek gibi çeşitli hayırlar bu sayede ulaştırılır."
Bazı âlimler şunu söylemişlerdir: "Uzlet, üzerine düşeni bilmek şartıyla, ihtilattan evladır. Zîra uzlette selâmat tahakkuk eder, gerçekleşir." Nevevî der ki: "Muhtar olan (yani farklı görüşlerden tercih edileni), günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib olan kimse için cemiyete karışmak daha iyidir."
Bazıları da şu görüştedir: "Burada verilecek hüküm şahıstan şahısa değişir. Bazıları için bunlardan biri şarttır. Bazıları için de tercih vesilesidir. Bu iki husus açıktır. Ancak, inziva ile ihtilat eşit olurlarsa birini diğerine tercih hususunda verilecek hüküm zamanın ve ahvalin değişen şartına bağlıdır."
Kendisine muhâlata (yani cemiyete karışma) gereken kimseler meyanında kötülüğü bertaraf etme gücüne sahib olan kimse vardır. Böyle birisine cemiyete karışmak farzdır. Bu farz, ahval ve imkânlara tabi olarak, farz-ı kifâye nev'indendir.

Kendisine muhâlata şâyan-ı tercih olan kimseler meyânında, iyiliği emir, kötülükten men ettiği (emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünkerde bulunduğu) takdirde kendisi fitneye maruz kalmayacağı hususunda zann-ı galibi hasıl olan kimse vardır.
İnzivaya çekilme ile cemiyete karışma şıklarından her ikisi de kendisine eşit olanlara misal olarak şöyle bir adam gösterilebilir: Kişi fitneye düşmeyeceği hususunda kendinden emindir. Ancak, kesinlikle bilmektedir ki, sözü tutulmayacak,kendisine itaat edilmeyecektir. Bu duruma, umumî bir fitnenin mevcut olmadığı hallerde rastlanır. Fitne çıkacak olursa, uzleti tercih etmek gerekir. Zira bu durumda umumiyetle zarara düşülmektedir.

Fitneye girenlere (İlâhî) belâlar gelir ve fitneye katılmayanlara da sirâyet eder. Bu hususu şu âyet haber vermektedir: "Öyle bir fitneden kaçının ki geldiği zaman sizden sadece zâlim olanları çarpmaz..."
Sunduğumuz açıklamayı Ebu Saîd'in rivâyet ettiği şu hadis de te'yid eder: "İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, nefsiyle ve malıyla cihad eder, kezâ o kimsedir ki dağ başlarında Rabbına ibadet eder ve böylece insanlara kötülük yapmaktan uzak olur."

Cemiyete karışıp karışmama, yani inziva ve ihtilat hususlarında Hattâbî'nin bir izahı da klasik âlimlerimizin görüşlerini anlamada bizim için faydalı olacağı kanaatindeyiz. Der ki: "İnziva ve ihtilat, kendileriyle alâkalı şeylere tabidir. Onlar değiştikçe bunlardan birini tercih durumu değişir. İhtilâta ve cemiyete karışmaya teşvik sadedinde gelen deliller, imamlara itaatla ve bir kısım dinî meselelerle alâkalıdır. İnzivaya teşvik sadedinde gelen deliller de, bunlar dışında kalan meselelerle alâkalıdır. Meselâ bedenen insanlara karışmayı veya onları terketmeyi ele alâlim. Tek başına geçimi te'min ve dinini muhafaza edebileceğine kâni olan bir kimse için, bir şartla, insanlara karışmaktansa uzak dursa daha iyi olur. O şart da (namaz için) cemaate devam, selâm vermeye ve almaya devam, hasta ziyareti, cenaze teşyii gibi Müslümanların hukukunu edâya devamdır.

Matlub olan, lüzumsuz sohbetleri terketmektir. Zîra sohbetin fazlası, zihnimizi meşgul ve vaktimizi zâyi ederek mühim işlerimizi ihmal ettirir. En iyisi ihtilat ve insanlarla görüşme işini, kendisinden tamamen vazgeçilmeyen, sabah ve akşam yemekleri menzilesinde tutup, zarûrî olanıyla iktifa etmektir. Böyle yapmak beden için ve kalp için de çok daha rahatlatıcı, çok daha uygundur."
Buhârî şârihlerinden Aynî de hadislerden, fitne sırasında, inziva ve uzleti ihtiyar etmenin lüzumunu anlamıştır. İbnu Hacer'den sunduğumuz açıklamanın yapılmasına sebep olan aynı hadisin şerhi sadedinde Aynî de şu kıymetli açıklamayı yapar: "Bu hadiste, fitne zamanında uzletin fazileti ifade edilmektedir. Ancak fitneyi izale edecek güçte olan kimse bu hükme tâbi değildir. Zîra bu durumda olan kimseye, fitneyi izâle etmek için, üzerine yürümesi farzdır. Bu farz, ahvâl ve imkâna tâbi olarak ya farz-ı ayn ya da farz-ı kifâye sûretlerinden biriyledir."

Fitne bulunmayan zamanlarda uzlet ve ihtilattan hangisinin efdal olduğu hususunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Nevevî'nin sunduğu izaha göre: "İmam Şâfiî ve âlimlerin ekserisi ihtilatın efdal olduğu görüşündedirler. Zîra derler, ihtilatta bir kısım faydalı ameller îfa edilir, çeşitli İslâmî tezâhürlere (şeâir-i İslâmiyye) katılır, Müslümanların sayısını artırır, hasta ziyareti, cenaze teşyii, selâm vermek, emr-i bi'lma'rûf ve nehy-i ani'lmünkerde bulunmak, iyi ve hayırlı işlerde yardımlaşmak, muhtaçlara yardım, cemaatlere katılmak gibi herkesin muktedir olabileceği amellerle onlara birkısım hayır ve menfaat ulaştırır."

Bilhassa, âlimler ve zühd sahibleri hakkında, ihtilatın fazileti te'kidli olarak beyan edilmiştir.
Birkısım âlimler de, uzlette kesinlikle selâmet bulunduğu için, onun daha efdal olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak bu, kendisine terettüp eden ibadet vazifelerini ve mükellef olduğu şeyleri bilmek şartına bağlıdır.
Muhtar olan (tercih edilen) görüş şudur: "Günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib hasıl olan kimse için cemiyete karışmak (ihtilaf) efdaldir."
Kirmânî ise şunu söyler: "Asrımızda muhtar olan inzivadır. Zîra uğranacak meclisler (mehâfil) arasında günahlardan hâlî ve uzak olanlar nadirdir." Aynî ilave eder: "Ben Kirmânî'nin sözüne iştirak ederim. Zîra bu devirde insanlara karışmak birtakım şeylerden başka bir şey celbetmez."
Daha uzlaştırıcı bir neticeye varan Kastalânî ise: "Kişinin kemâli hem uzlet ve hem de sohbet (karışma) ile gerçekleşir. Sohbetle dinini sâlim kılamayan fakihe uzlet, hakkını veren kimseye de sohbet gereklidir" der.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

* FİTNEDE MUDAFA-yı NEFS:

Fitne zamanında kişi, evine kadar gelen düşmana bile mukabele etmekten men edilince, karşımıza mütenakız bir durum çıkmaktadır. Zîra, İslam'da tecavüz haram olmakla beraber, müdafa-i nefis helâl addedilmiş ve hatta buna teşvik edilmiştir. O kadar ki, malını, canını, namusunu müdafaa sırasında öldürülen kimsenin manen şehid olacağı belirtilmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: "Kim malı(nı koruma) için dövüşürken öldürülürse (manevî) şehiddir. Kim kanı(nı, canını malını korumak) için dövüşür ve öldürülürse (manevî) şehiddir. Kim ehli(nin korunması) için dövüşürken öldürülürse (manevî) şehiddir. Kim din için dövüşürken öldürülürse o da şehiddir."
Bir seferinde, bir adam gelerek malına tecavüz eden kimseye nasıl davranacağı hususunda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e sorar. Aralarında geçen konuşma mal ve can müdafaasının meşruiyetini görmekte burada kayda değer:
"Yâ Resûlullah, bir adam gelerek malıma saldırsa ne yapmamı tavsiye edersin?"
"Ona Allah'ı hatırlat."
Müteakib hadiste: "Allah'ı üç kere hatırlat" denir.
"Allah'tan korkmazsa?"
"Etrafındaki Müslümanlardan ona karşı yardım iste."
"Yanımda Müslümanlardan kimse yoksa?"
"Ona karşı Sultandan yardım iste."
"Sultan beden uzaksa?"
"Âhiret şehidlerinden biri oluncaya veya malını koruyuncaya kadar onunla dövüş!."
Rivâyetin bir başka veçhinde: "...Dövüş. Öldürülsen cennetliksin, öldürürsen öbürü cehennemliktir" denir. Kur'an-ı Kerim'de de -haddi aşmamak kaydıyla- yapılacak kötülüğe denk bir kötülük yapmaya cevaz verilmiştir:


وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
Resim---"Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh (alâllâhi), innehu lâ yuhıbbu’z- zâlimîn (zâlimîne).: Bir kötülüğün cezâsı onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri (mükâfatı) Allah’a aittir. Muhakkak ki O (Allah), zalimleri sevmez.”
(Şurâ 42/40)

وَلَمَنِ انتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُوْلَئِكَ مَا عَلَيْهِم مِّن سَبِيلٍ
Resim---"Ve le men intesare ba’de zulmihî fe ulâike mâ aleyhim min sebîl (sebîlin).: Ve gerçekten zulme uğradıktan sonra hakkını geri alan kimseler, işte onlar; onların üzerine (aleyhlerine) bir yol (cezâ) yoktur.”
(Şurâ 42/41)

إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ أُوْلَئِكَ لَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"İnnemâ’s- sebîlu alâllezîne yazlimûne’n- nâse ve yebgûne fî’l- ardı bi gayri’l- hakk (hakkı), ulâike lehum azâbun elîm (elîmun).: Fakat insanlara zulmedenlerin ve yeryüzünde haksız yere zorbalık yapanların üzerine (aleyhlerine) yol (cezâ) vardır. İşte onlar; onlar için elîm bir azab vardır.”
(Şurâ 42/42)

Âyet ve hadislerde gelen bu müdafa-yı nefs hakkı ile, daha önce zikrettiğimiz yasak âlimler arasında medâr-ı münakaşa olmuştur.

İmam Nevevî, bu münakaşaları şöyle hülasa eder:
"Bu ve benzeri hadisler fitne zamanında hiçbir hal ve şartta kıtali câiz görmeyenlerin hücceti olmaktadır. Âlimler fitne sırasında yapılacak kıtal üzerine farklı görüşler ileri sürdüler. Onlardan bir grub: "Müslümanlar fitneye düştüğü zaman, düşman evin içine girmiş ve öldürmeye teşebbüs etmiş bile olsa onunla kıtal edilmez; ona karşı müdafa-yı nefiste bulunmak câiz değildir. Zîra eve gelen düşman (kafir değil) mütevvildir (âyetleri inkar etmiyor, tevil ederek herkesçe benimsenmeyen bir mânayı benimsiyor.) Bu görüş, Ashabtan Ebu Bekre ve diğer bazılarının (radıyallahu anhüm) görüşüdür.
İbnu Ömer, İmran İbnu'l-Husayn ve diğer bazılarının (radıyallahu anhüm) görüşüne göre, "fitneye karışılmaz, ancak, ölüm tehlikesi karşısında nefis müdafaası yapılır."

Bu iki görüş, Müslümanlar arasında çıkan fitnelerin hiçbirine girmemek hususunda müttefiktir. Sahabe ve Tabiinin büyük çoğunluğu ve İslam âlimlerinin tamamı, "fitnede haklı tarafa yardım etmek ve onlarla birlik olarak asilere karşı mükatele etmek gerekir" demişlerdir. Nitekim âyet-i kerimede de: "Eğer mü'minlerden iki zümre birbiriyle dövüşürlerse aralarını (bulup) barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecavüz ediyorsa, siz, o tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın..." denir.
Bu mevzuda sahih olan budur.
Hadisler ise, kendisine haklı tarafın karşı çıktığı kimseyle veya her ikisi de zâlim olan iki grupla alâkalıdır, şeklinde izah ve tevil edilir. Bunlardan sadece biriyle tevil edilemez. Eğer birincilerin dediği gibi hareket edilecek olursa fesad ortalığı kaplar, baği ve sapık olanların hakimiyeti devam eder gider. Doğruyu Allah bilir."

Fahreddin-i Razi de, müdafa-i nefsin meşruiyyetini te'yid etmekle beraber, bunun mütecaviz tarafa mümkün olan asgari bir zarar vermek suretiyle yapılması hususunda ehl-i ilmin ittifak ettiğini kaydeder.
Aliyyu'l-Kârî, Ebu Zerr'den gelen: "...Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından (yani eve seni öldürmek için giren düşmana mukabele etmekten) korkarsan, giyindiğin ridanın bir kenarı ile yüzünü ört.." mealindeki hadisin şerhini yaparken, Tîbî'den şöyle bir görüş kaydeder: "...Doğrusu şudur: Eğer eve gelen düşman Müslüman ise ve kendisine bir fesad da terettüp etmeyecek ise, onu defetmesi câizdir. Eğer düşman kafir ise, mümkün mertebe def'i vâcibtir."

Fitne sırasında mütecavize -eve kadar gelmiş bile olsa- mukabele edilmemesi görüşünde olanların delil olarak gösterdikleri âyet-i kerime de ayrıca üzerinde durulması gereken bir âyettir. Mevzubahs olan âyette Hz. Âdem (aleyhissalâtu vesselâm)'in oğlu Habil, kardeşi Kabil'e şunu söyler


لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktuleke, innî ehâfullâhe rabbe’l- âlemin (âlemîne).: “Gerçekten, eğer sen, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.”
(Mâide 5/28)

Bu âyetle alâkalı olarak, müfessir Hamdi Yazır, şu açıklamayı yapar: "Burada iki sual vardır:
* Birincisi: "Bir başka âyette: "Hiç kimse başkasının günahından sorumlu değildir"


وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ
Resim---"Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bi’l- gaybi ve ekâmû’s- salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhi’l- masîr (masîru).: Hiç bir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır.”
(Fâtır 35/18)

Dendiği halde, katil maktulün günahını nasıl yüklenir? Bu nokta birkaç veçh ile izah edilmiştir. Bir hadis-i şerifte: "Birbirine küfreden iki kişinin bütün söyledikleri, mazlum, haddi aşmadıkça ilk başlayana aittir" denmektedir. Yani ilk başlayan hem aynen kendisinin günahını, hem de sebep olduğundan dolayı arkadaşının bir mislini yüklenir. Fakat mazlum tecavüz edip daha ileri gitmedikçe."
Ayrıca âyette geçen: "Benim günahımı da..", sözü "şâyet sana karşı mukabeleten el uzatırsam gireceğim günahın bir misli" demektir.
Binaenaleyh biri tecavüz eder, diğeri de mukabele eyler de ikisi de maktul düşecek olursa, ilk başlayan iki cinâyet, öbürü de bir cinâyet yapmış olur.
Beriki mukabele etmeyecek olursa bu, bir cinâyetten de kurtulur. Fakat katil yine iki cinâyet yapmış ve iki günah yüklenmiş bulunur ki, birisi mazlumu katletmek, diğeri kendini ukubete müstehak kılıp ateşe atmak cinâyetidir.
Bundan başka, "benim günahımı..." sözü, "beni öldürmek günahını..." mânasına geldiği gibi, "kendi günahını.." sözü de "bundan evvelki günahın (Kabil'le ilgili olarak) ezcümle kurbanının kabul edilmemesine sebep olan günahın" demek de olabilir. Nitekim bu ikinci mânayı İbnu Abbas, İbnu Mes'ud, Hasan-ı Basrî gibi selefin büyükleri âyetten anlamışlardır.

Eyyubu's-Sahtiyanî, bu âyetle ilk amel eden Müslüman kimsenin Hz. Osman olduğunu, kendini basanlara mukabele etmektense onlar tarafından öldürülmeyi tercih ettiğini söyler.
Burada hemen kaydedelim ki, birbirini takip eden fenalıkların çıkmasına sebep olan fitneci kimseye sadece ilk yaptığının günahı değil, arkadan teselsül edecek fenalıkların da günahından bir misli gelecektir. Nitekim, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kıyamete kadar işlenecek cinâyetlerin günahından bir mislinin Hz. Âdem (aleyhissalâtu vesselâm)'in oğlu Kabil'e geleceğini, çünkü yeryüzünde bu menfur işi onun başlattığını ifade eder.

İbnu Hacer'in bir kaydını nazar-ı dikkate alacak olursak, "fitneye karışmak mı, karışmamak mı, fitne sırasında müdafa-i nefis câiz mi, değil mi?" gibi ihtilaf ve münakaşaların, aslında bir ıstılah karışıklığından ileri geldiği söylenebilir. Zîra, onun kaydettiği üzere, âlimlerin bir kısmına göre, "fitne" tabiriyle sadece dünyevî maksatlarla çıkartılan kargaşaları anlamak gerekir. Bağy tabir edilen ve meşru devlete, haksız bir teville karşı gelen isyancıların eylemi, karışmaktan men edilen fitne değildir, bertaraf edilinceye kadar bunlarla savaş gerekir.

Bu duruma göre, Nevevî'nin az önce sunduğumuz açıklamalarında rastlanan -ve belli bir ölçüde, tenakuz olarak değerlendirilmesi mümkün olan- müphemlik böylece ortadan kalkmış oluyor. Haklı tarafa yardım veya âyet-i kerimede ifade edilen "birbiriyle dövüşen iki mü'min zümreden mütecaviz olanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaş" emri de, meşru devlete karşı bir te'vile dayanarak, haksız olarak isyan edenlere karşı devletin yanında yapılacak savaşı ifade eder. Değilse, devlete karşı isyan eden muhtelif fırkalardan birini desteklemek mânasına gelmez.

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimDİLİNİ TUTMAK:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bir kısım hadislerine göre, fitne yoksa çıkaran, çıkmış ise büyütüp geliştiren ve fertleri fitnenin getireceği şerlerin içine atan en mühim amillerden biri de "dil"dir. Fitneye karşı mü'minleri uyarmak maksadıyla varid olan bir kısım hadislerde dilin rolüne dikkat çekilerek, dilin kılıç gibi, hatta kılıçtan da beter olduğu ifade edilmiştir.

Ebu Davûd'da gelen Ebu Hüreyre rivâyetinde: "Sağır, dilsiz ve kör fitne gelecek. Fitneye azıcık meyledenin üzerine o, süratle gelir (kendine çeker). Fitnede dilini oynatmak aynen kılıç oynatmak gibidir" denir.
Abdullah İbnu Amr'ın rivâyetinde ise, dilin kılıçtan daha beter tesir icra edeceği ifade edilir: "Haberiniz olsun ki, ilerde Arapları darmadağın edecek fitne çıkacak. O yüzden ölenlerin hepsi ateştedir. O zaman dil(i kullanmak) kılıç kullanmaktan beterdir."

Yine Abdullah İbn-i Amr'dan gelen bir rivâyette, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in gelecek fitne ile alâkalı tasvir ve ihbarları üzerine, "O çıktığı zaman ne yapalım?" diye soranlara: "Evine çekil, diline sahib ol, maruf ile amel et, münkeri terket, kendi çolukçocuğunla ilgilen, başkasıyla meşgul olma." şeklinde cevap verdiğini görmekteyiz.
Hadiste yasaklanmış bulunan "fitnede dil oynatmak" tan maksad nedir?
Aliyu'l- Kârî'nin Mirkat'ta naklettiği açıklamalara göre, halkın dedikodusunu yapmak, fitneye karışanların lehinde veya aleyhinde konuşmak, bir tarafı kötülerken bir tarafı övmek suretiyle iki gruptan birini ta'n etmek, hep bu yasağa girmektedir. Hatta zâlim idarecilere haber götürüp (ispiyonculuk yapmak) da bu yasağın tahtındadır. Zîra bu davranış idarecinin öfkesini kabartarak öldürme, hapis, sürgün vesair pek ciddi öyle fenalıklara sebep olur ki, kılıç kullanmak bu kadarını yapamaz.
Münâvî, "dilini tutmak" emrinden, "konuşmazdan önce iyice düşünerek sadece lehine olacak hususlarda konuşup, kendini ilgilendirmeyen hususlarda hiç konuşmamayı" anlar.
Yukarıda kaydettiklerimizden öyle anlaşılıyor ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hz. Muaz'a bir vesileyle söylemiş bulunduğu: "Ey Allah hayrını veresice Muaz, insanları yüzüstü ateşe atan şeyin, dilleriyle haset etiklerinden başkası olduğunu mu zannediyorsun?" sözü fitne hakkında da aynen doğrudur: İnsanı fitneye atacak veya fitneden koruyacak en mühim amillerden biri dildir.

Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devesinin üzerinde, arkadaşları da O’nun önünde gidiyorlardı. Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- : “Ey Allâh’ın Elçisi! Siz’i rahatsız etmeyeceksem, yanınıza yaklaşmama izin verir misiniz?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz aleyhisselâm izin verince Muâz -radıyallâhu anh- : “Canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâzım, bizim emânetimizi Sen’den önce almasıdır. Allah göstermesin ama, Sen bizden önce vefât edersen, Sen’den sonra hangi ibâdetleri yapalım?” diye sordu.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muâz -radıyallâhu anh- : “Allah yolunda cihâd mı edelim?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- : “Allah yolunda cihâd güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” buyurdu.
“Yani oruç tutmak, zekât vermek mi?”
“Oruç tutmak, zekât vermek de güzeldir.”
Muâz -radıyallâhu anh- bu minvâl üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her defasında: “İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” buyuruyordu.
Hazret-i Muâz -radıyallâhu anh- : “Anam-babam Sana kurban olsun, insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ağzını gösterdi ve: “Hayır konuşmayacaksa susmak.” buyurdu.
Muâz -radıyallâhu anh- : “Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz?” diye sordu.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Muâz’ın dizine hafifçe vurarak: “Allah hayrını versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayırlı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzûra kavuşunuz.” buyurdu.

(Hâkim, IV, 319/7774)


Resim KALBEN KERAHET.:

Fitnenin maddî ve manevî şerrinden kurtuluşun mühim şartlarından biri, kalben fitneye buğzetmektir. Aslında münker olarak ifade edilen her çeşit şer ve kötülüğün izalesi için eliyle, diliyle müdahale bir vecibe kılınmış ise de, gerek şerrin büyüklüğü, gerek şahsın aczi göz önüne alınarak "gücü yetiyorsa", "fitneyi artırmayacaksa" gibi kayıtlar konmuştur. Güçsüzlüğü sebebiyle şer ve fitneye eli ve diliyle müdahele edemeyecek durumda olan kimselerden, ortadaki kötülüğe karşı, en azından kalben kerahet istenmiştir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sizden her kim bir münkeri (kötülük) görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer ona muktedir olamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa kalbiyle (buğz etsin); bu da imanın en zayıf derecesidir." buyurmuştur.
(Müslim)

Buna da gücü yetmeyen kimse düşünülemez. Dinimizin yasakladığı şeyleri , devrin icâbı, modanın icâbı, bulunduğumuz cemiyetin icâbı diyerek meşru görmek mümkün değildir. Kişi bir kısım münkerleri işlemek durumunda olsa bile, onun kötülüğünü kabul etmek, kalben nefret etmek zorundadır.
Hadiste kesin bir dille şöyle denir:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Yeryüzünde bir hata işlendiği vakit, bunu görüp de ikrah eden sanki orada bulunmayan birisi gibidir. Orada bulunmadığı halde, işlenen fenalığı hoş görüp razı olan kimse de sanki fenalığa şahit olmuş gibidir." Buyurdu.
(Kütüb-i Sitte, 139.Bölüm, 13-391.Sayfa)

Evet Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem can kulağımızla DUYup Uymalıyız ki;


نِيَّةُ الْمُؤْمِنِ خَيْرٌ مِنْ عَمَلِهِ وَعَمَلُ الْمُنَافِقِ خَيْرٌ مِنْ نِيَّتِهِ ، وَكُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى نِيَّتِهِ، فَإِذَا عَمِلَ الْمُؤْمِنُ عَمَلا نَارَ فِي قَلْبِهِ نُورٌ
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır ve Münafığın ise niyeti amelinden daha kötüdür. Herkes niyet üzere amel eder. Mü’min bir amel işlediğinde kalbinde bir nur yanar”. Buyurdu.

(Taberanî, Mucemü’l- Kebir hadis no: 5805)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FİTNE NE ki..

Mesaj gönderen kulihvani »

HÂL-i İSLÂM!.

cÂNa ->CihÂN CeheNNeMi,
->İBRAHiMî NÂR ->İÇİnde!.
BeLÂ!.” SÖZün FİTNE DEMi,
“SeLÂMen”i ->ZÂR ->İÇİnde!.

Resim

ZEVK 8089

CEVR-i CihÂNda ->CÂN CENGi -->ÇİLLELer ÇAĞInda İSLÂM!
MÜ’Min YATar ->FÂCiR KALKar ->YÂD EL YATAĞInda İSLÂM!
-> “KeLÂMuLLAH ->ReSûLuLLAH ->EMRi”ni ->DUYup >UYmadı!
ÖZüm YANar!. ->gÖZüm AĞLar!. -->FiTNE BATAĞInda İSLÂM!.

Kul İhvÂNi

10.04.17 16:24
brsbrsmm.zamanszÂNn..


Resim

Şu ÂN GEÇmiş-GELeceği,
ŞEY’inde ->ŞeytÂN-MeLeği!.
->İŞİnin BAŞında RABBım!.,
"FİTNe"->KULLUğun GEREği!.!.


Resim

KeLÂM-ı ALLAHu zü'L- CeLÂL ve KeLÂM-ı RASÛLULLAHu zü'L- KeMÂL'e BAKalım İnşâe ALLAHu Teâlâ;

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve neblûkum bi’ş- şerri ve’l- hayri fitneten, ve ileynâ turceûn (turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şer fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
"Yes’eluhu men fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O’ndan isterler (dilerler). O hergün (her ÂN) bir şe’n/Şe’ÂN (ayrı bir tecellî, yeni bir OL!.uş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)


FİTNE:

“Fetene” fiili, kum içine karışmış altın tozunu bir tavaya koyup ateşe tutmak ve altın hemen eriyeceğinden yere dökülünce, soğur ve kumun içinden eriyik kütlesi olarak ayrılır.
İşte İmkanlarımızla olmakta olduğumuz KULLuk İmtihanımızdaki İmÂNımızın açığa çıkması Amellerimizin-İşlerimizin; Hak-Batıl, Hayr-Şer, Sevab-Günah olup olmadığı bu şekilde denenmektedir-sınanmaktadır SünnetuLLAHta..

Bezm-i Elestte verdiğimiz “EZEL-EBED AHD”imiz olan “BeLÂ’” Sözümüzün şu içinde yaşadığımız dünya hayatında türlü türlü belâlarla denenmesi MuraduLLAHtır, EmruLLAHtır.. ve..Her ÂN Yeniden yaratış Şe’ÂNuLLAHta KÛN feyeKÛN OLuŞ SünnetuLLAHıdır elhamdulllâhirabbilâlemîn..

İslÂM Dinini Yaşamak Özellik ve Sorumluluğunu taşıyan her nefs, istese de istemese de bu DENEmeLere tâbi tutulmuş/yor/caktır..


الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---“Ellezî halaka’l- mevte ve’-l hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ (amelen), ve huvel azî zul gafur (gafûru).: O (ALLAHu zü’l-CELÂL), amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.”
(Mülk 67/2)


Fitne: İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilâfı. * Şikak. Kavga. * Delilik. * Mihnet ve beliye. * Mal ve evlâd. * Potada altın ve gümüşü eritmek. * İmtihan ve tecrübe etmek.
Fitnekâr: f. Ortalığı bozmağa çalışan. Fitneci. Fesâd verici. Fitne çıkarmak isteyen.
Fücur: Günah. Zinâ. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumudur.


Kur'ân-ı Kerimimizin drekt hükmüdür ki fitne öldürmekten daha kötü-beterdir ve KULLUK imtihÂNı gereği en yakın âle efradı çoluk çocuğu bile bu OYUNun bir parçasıdır ve EMrullah uymak bize olmasa olmaz yükümlülüktür.
Halka uyup hayatı onlara indekslemekte, kalabalıklarına karışmakta dâima sonUÇta şiddet ve saldırı olur ki, olmamak olmaz!.


وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm(azîmun).: Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.”
(Enfâl 8/28)


cÂNa CihÂN CeheNNeMi.:

Ümmü Mübeşşir el-Ensâriyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim şöyle buyurmuştu:"
(Hudeybiye biatına katılan) ashâbu'ş- şecere'den hiç kimse inşaallah cehenneme girmeyecektir."
Bunun üzerine Hafsa (radıyallahu anhâ) validemiz: "Hayır ey Allah'ın Resulü!" dediyse de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu azarladı.
Bunun üzerine Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ) şu âyeti okudu: "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür" (Meryem 71).
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu cevâbı verdi: "Allah şöyle de buyurmaktadır: "Sora biz, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız"
[/b](Meryem 19/72)
(Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 163, (2496).)


وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
"Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ (makdıyyen).: Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.”
(Meryem 19/71)

ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوا وَّنَذَرُ الظَّالِمِينَ فِيهَا جِثِيًّا
"Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen).: Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.” (Meryem 19/72)


İBRAHîMî NÂR’ın -> “BERdEN SeLÂM-ÂN”-ı.:

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim ---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme): Ey ateş! İbrâhim için serinlik ve esenlik ol! dedik.” (Enbiyâ 21/69)



ResimALLAHu zü’L- CeLÂL’in, Kur'ÂN-ı Kerîmdeki FİTNE ile ilgili pek çok BUYruklarından bazıları;

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
"Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum ve’l- fitnetu eşeddu mine’l- katli, ve lâ tukâtilûhum inde’l- mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh (fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâu’l- kâfirîn (kâfirîne).: Onları (size savaş açanları), bulduğunuz (yakaladığınız) yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Fitne (çıkarmak), (adam) öldürmekten daha şiddetlidir (kötüdür). Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat eğer (orada) sizinle savaşırlarsa (sizi öldürmeye kalkarlarsa), o taktirde (siz de) onlarla savaşın (onları öldürün). Kâfirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara 2/191)

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
"Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ve sizden (içinizden), sadece zalim kimselere isabet etmeyen, onlara has (özel) olmayan (diğerlerine de isabet eden) fitneden sakının (takva sahibi olun). Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu biliniz.” (Enfâl 8/25)

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).: Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.”
(Enfâl 8/28)

وَالَّذينَ كَفَرُواْ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ إِلاَّ تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ
"Vellezîne keferû ba'duhum evliyâu ba'dın, illâ tef'alûhu tekun fitnetun fî’l- ardı ve fesâdun kebîr (kebîrun).: Kâfir olan kimseler birbirinin dostlarıdır. Onu yapmazsanız (birbirinizle dost olmazsanız) yeryüzünde fitne ve büyük fesat olur.” (Enfâl 8/73)

لَوْ خَرَجُواْ فِيكُم مَّا زَادُوكُمْ إِلاَّ خَبَالاً ولأَوْضَعُواْ خِلاَلَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ وَفِيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ
"Lev haracû fîkum mâ zâdûkum illâ habâlen ve le evdaû hılâlekum yebgûnekumu’l- fitneh (fitnete), ve fîkum semmâûne lehum, vallâhu alîmun bi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Eğer sizin aranızda (savaşa) çıksalardı, size kötülüğü arttırmalarından başka bir şey yapmazlardı. Sizin içinizde fitne çıkmasını isterler ve mutlaka sizin aranızda gayret gösterirler. Sizin aranızda onları dinleyecek olanlar var ve Allah zalimleri bilendir.” (Tevbe 9/47)

لَقَدِ ابْتَغَوُاْ الْفِتْنَةَ مِن قَبْلُ وَقَلَّبُواْ لَكَ الأُمُورَ حَتَّى جَاء الْحَقُّ وَظَهَرَ أَمْرُ اللّهِ وَهُمْ كَارِهُونَ
"Lekadibtegûl fîtnete min kablu ve kallebû leke’l- umûre hattâ câe’l- hakku ve zahere emrullâhi ve hum kârihûn (kârihûne).: Andolsun ki; daha önce de fitne çıkarmak istediler ve hak gelinceye kadar sana (birtakım) işler çevirdiler. Ve onlar, kârihûn (kerih görenler) olmalarına rağmen (istememelerine rağmen) Allah’ın emri zahir oldu (açığa çıktı, belli oldu).” (Tevbe 9/48)

وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ ائْذَن لِّي وَلاَ تَفْتِنِّي أَلاَ فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُواْ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
"Ve minhum men yekûlu'zen lî ve lâ teftinnî, e lâ fî’l- fitneti sekatû, ve inne cehenneme le muhîtatun bi’l- kâfîrîn (kâfîrîne).: Ve onlardan biri: “Bana izin ver ve beni fitneye düşürme.” der. Onlar fitneye düşmüş değiller mi? Ve muhakkak ki; cehennem, kâfirleri mutlaka ihata edicidir (kuşatıcıdır).” (Tevbe 9/49)

فَقَالُواْ عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا لاَ تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
"Fe kâlû alâllâhi tevekkelnâ, rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten li’l- kavmi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Bunun üzerine: “Biz Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizi zalim kavme fitne (konusu) kılma.” dediler.” (Yûnus 10/85)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve neblûkum bi’ş- şerri ve’l- hayri fitneten, ve ileynâ turceûn (turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şer fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِّلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ
"Li yec’ale mâ yulkı’ş- şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun ve’l- kâsiyeti kulûbuhum, ve inne’z- zâlimîne le fî şikâkın baîd (baîdin).: Kalblerinde maraz (hastalık) olan ve kalbleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm’den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).” (Hacc 22/53)

إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ
"İnnâ cealnâhâ fitneten li’z- zâlimîn (zâlimîne).: Muhakkak ki Biz, onu (zakkum ağacını) zalimler için fitne (imtihan) kıldık.” (Sâffât 37/63)

فَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِّنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
"Fe izâ messe’l- insâne durrun deânâ, summe izâ havvelnâhu ni’meten minnâ kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin, bel hiye fitnetun ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bize dua eder. Sonra ona tarafımızdan bir ni’met gönderdiğimizde: "Bu ancak bana bir ilim üzerine verildi." der. Hayır, o bir imtihandır. Ve lâkin onların çoğu bilmezler.” (Zümer 39/49)

ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ
"Zûkû fitnetekum, hâzâllezî kuntum bihî testa’cilûn (testa’cilûne).: Fitnenizi (yalanladığınızı) tadın! Bu, sizin acele istemiş olduğunuz şeydir.” (Zâriyât 51/14)

رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten lillezîne keferû, vagfir lenâ rabbenâ, inneke ente’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Rabbimiz, bizi kâfirlere fitne kılma! Ve bizi mağfiret et Rabbimiz. Muhakkak ki Sen, Sen; Azîz’sin, Hakîm’sin.” (Mümtehine 60/5)



ResimResûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, Hadis-i Şeriflerindeki FİTNE ile ilgili pek çok BUYruklarından bazıları;

Abdullah b. Ömer (radiyallahu anhu): “Biz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in yanında oturuyorduk. Efendimiz, uzun uzadıya fitneleri (meydana gelecek büyük hadisleri) anlattı Ehlâs fitnesini zikretti.
Birisi: “Ehlâs Fitnesi nedir, Yâ Rasûlullah?” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “O, insanların birbirinden kaçması ve haksız yere malların alınmasıdır. Sonra Serrâ (nimet) fitnesi vardır. Bu fitne, benim ailemden, benden olduğunu zanneden ama aslında benden olmayan bir adamın ayakları altından, yayılacaktır. Benim dostlarım ancak muttaki olanlardır. Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi (devam etmeyecek olan), bir adamla anlaşacaklar; daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak. Bitti, denildiğinde, devam edecek. O fitnede (esnasında) kişi, mü’min olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacak. İnsanlar iki çadırda (gurupta) olacaklar. Bunlar, içinde asla nifakın olmadığı iman çadırı ve imanın olmadığı nifak çadırıdır. Siz o güne ulaştığınızda o gün veya yarın Deccâli bekleyiniz.” buyurdu.” demiştir;
(İ. Ahmet, II. 433; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/332-333.)

Hüzeyfe b. el-Yemân (radiyallahu anhu) şöyle demiştir: “Vallahi, arkadaşlarım unuttular mı, yoksa unutmuş mu göründüler; bilmiyorum; Vallahi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Dünyâ'nın sonu gelinceye kadar çıkacak; olan tâbîlerinin sayısı üçyüze ve daha fazlaya varan fitne liderlerinin hiçbirini bırakmadan; hepsini, bize, adı baba adı ve kabilesinin admı anarak haber verdi."
(Kütüb-i Sitte'de sadece Ebu Davud’ da vardır, Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/336.)

Nasr. b. Asım el-Leysî şöyle demiştir:
“Benû Leys'ten bir heyet içerisinde el Yeşkürî'ye geldik.
El-Yeşkûrî: "(Bu) heyet kim"? dedi.
"(Biz) Benû Leys'(iz)- Sana Hüzeyfe Hadisini sormaya geldik" dedik.
El Yeşkûrî hadisi şöyle aktardı:
Hüzeyfe: "Yâ Rasûlullah, bu hayırdan sonra şer var mı?" dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Fitne ve şer..."
Hüzeyfe: "Yâ Rasûlullah, bu serden sonra hayır var mı?" dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem üç defa:"Yâ Hüzeyfe, Allah'ın Kitab'ını öğren ve içindekilere uy!. (bu soruyu bırak)"
Hüzeyfe: "Yâ Rasûlullah, bu serden sonra hayır var mı?"
Hz. Peygamber: "Duman üzerinde bir sulh ve içerisinde fitneler olan bir toplum."
Hüzeyfe: "Yâ Rasûlullah duman üzerindeki Sulh nedir?"
Hz. Peygamber: "Milletlerin kalbleri eskiden olduğu hale dönmez (Eski sevgi kalmaz)."
Hüzeyfe: "Ya Rasûlullah, bu hayırdan sonra şer var mı?"
Rasûlullah: "Kör ve sağır fitne... cehennemin kapılarında fitneye çağıran dâvetçiler olacak. Yâ Hüzeyfe, senin bir kök ısırarak (yiyerek) ölmen o fitnecilerden birisine uymandan daha hayırlıdır!." buyurdu.
(İbn Mâce, Fiten 13; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/342-343.)

Sevban (radiyallahu anhu)'den rivayet edildi ki; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “ALLAH celle celâlihu, benim için yer yüzünü dürüp topladı -Yahut "Rabbim benim için yeryüzünü dürüp topladı." dedi. doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünya'dan benim için dürülüp toparlanan yere ulaşacak. Ayrıca bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verdi.
Ben, Rabbim'den ümmetim için, onları genel bir kıtlıkla helak etmemesini, onlara kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını istedim.
Rabbim, bana şöyle buyurdu: "Yâ Muhammed, Şüpesiz ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları genel bir kıtlıkla helak etmeyeceğim. Onlar aleyhine dünyanın dört bucağından toplansalar bile, köklerini kazısın diye, başlarına kendilerinden başka bir düşmanı musallat etmem. Ta ki, birbirlerini helak etsinler ve birbirlerini esir etsinler."
Ben Ümmetim için ancak sapıtıcı (yoldan çıkartıp bid'atları emreden) liderlerden korkarım. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi (iç kavgalar çıkınca), artık kıyamet gününe kadar bir daha çıkmaz. Ümmetimden bazı kabileler, müşriklere iltihak etmedikçe ve yine ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Şüpesiz, ümmetim içerisinden otuz tane yalancı çıkacak. Onların her biri kendisini peygamber sanacak. Halbuki, ben, Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber yoktur. Benim ümmetimden bir grup da Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerine -İbn İsa, "Üstün olarak" dedi. - devam edecek. -Sonra, iki râvî ittifak ettiler - Onlara muhalefet edenler kendilerine zarar vermeyecektir.” Buyurdu.
(Müslim, Fiten 19; Tirmizî, Filen 32; İbn Mâce 9; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353-355.)

Ebû Malîk -Yanı el-Eş'arî- (radiyallahu anhu)'dcn rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur.:
“ALLAH celle celâlihu sizi (şu) üç şeyden himaye etmiştir.
1-) Peygamberinizin size beddua edip de, sizin toptan helâk olmanızdan,
2-) Bâtıl üzere olanların hak üzere olanlara galabe çalmasından,
3-) Dalâlet (sapıklık) üzere birleşmenizden.
(Darimî, Mukaddime 8.)

Ebû Hûreyre (radiyallahu anhu)'den rivayet edildi ki; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Zaman yaklaşıp (kısalacak), ilim (ehli) azalacak, fitneler ortaya çıkacak, (insanların içine) cimrilik atılacak ve here çoğalacak"
Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme: "Herç" nedir Ya Rasûlullah?" denildi. "-Katl, Katl..." buyurdu.
(Buharî, İlim 24. İstiska 27, Fiten 5; Müslim, İlim I 10, Fiten IS; Tirmizî, Fitne, 31.)

Mikdad b. el-Esyed (radiyallahu anhu): “Allah'a yemin ederim ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle derken işittim. "Şüphesiz Mes'ûd kişi, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mesud kişi, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mes'ud kişi fitnelerden uzak kalan, bir belâya uğradığında sabredendir. (Fitneye katılana) vah yazık!" demiştir.
(Sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375.)

Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "İleride sağır, dilsiz ve kör fitneler olacak. Kim fitnelere yaklaşırsa, onlar da o şahsı kendilerine çekerler. Dilin fitnelere dalması kılıç darbesi gibidir."
(Hadisi sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/376.)

Ahmed b. Kays şöyle demiştir: "Ben savaşmayı isteyerek çıkmıştım. Ebû Bekre (radiyallahu anhu) ile karşılaştım. Bana: “Geri dön, ben, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i: "İki müslüman kılıçları ile karşılaştıkları zaman öldüren de ölende cehennemdedir!." buyururken işittim, Birisi: "Yâ Rasûlellah şu katil, pekî öldürülenin durumu ne ki? o da Cehennem de?" dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: O da karşısındakini öldürmek istemişti!” buyurdu.
(Buharî, Fiten 10; Müslim, Filen 14; Nesaî, Tahrim 29, Ahmed b. Hanbel IV-401. 410, 418: V-43, 47,51; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/379.)

Ebû Musa (radiyallahu anhu)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Benim şu ümmetim, merhamet edilmiş bir ümmettir. Ona âhirette azâb yoktur. Onun dünyadaki azabı, fitneler, zelzeleler ve bir birlerini öldürmeleridir." buyurdu.
(İbn Mâce, Zühd 34; Ahmed b. Hanbel, 1V-408, 410; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/391-392.)

Fitnlerden Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin bir DUÂsıyla ALLAHu zü’l- CeLÂLimize sığınalım inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Âişe radiyallahu anha ANNEmiz’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazlarının sonunda şöyle duâ ederdi: “ALLAH’ım, kabir azâbından, Mesih Deccâl’ın fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım. ALLAH’ım, hayatın ve ölümün fitnesinden, günah ve borçtan da Sana sığınırım.”
Bir kimse: “borçtan dolayı çok sığınmanızın sebebi nedir?” diye sorunca;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsan borçlanınca konuşur ve yalan söyler. Söz verir ve sözünde duramaz!” cevabını verdi.
(Buhârî, Vüdû 37, Ezan 149, Cenâiz 86-88, Cihad 25, Deavât 38, 39, 44-46; Müslim, Mesâcid 128, 130, 132, Zikir 49, Cenâiz 86)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön