İSLÂM OL!.

Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

İSLÂM OL!. ..uş..:Resim

İSLAM OLmanın 32 FARZı:

Bir çocuk bâliğ olduğu zaman ve bir kâfir (Kelime-i tevhîd) söyleyince, ya’nî: iLâhe iLLâ ALLAH MuhaMMedün ResûLuLLah” deyince ve bunun mânâsını bilip inanınca “Müslümân” olur. Kâfirin günâhlarının hepsi hemen afv olur. Fakat, bunların her müslümân gibi, imkân bulunca, îmânın altı şartını, ya’nî “Âmentü”yü ezberlemeleri ve mânâsını öğrenerek bunlara inanmaları ve: “İslâmiyyetin hepsini, ya’nî MuhaMMed aleyhisselâmın söylediği emrlerin ve yasakların hepsini ALLAHü Teâlânın bildirmiş olduğu Hükümlere inandım!” demeleri lâzımdır.
Dahâ sonra imkân buldukça, bütün huylardan ve karşılaştığı işlerden farz olanları, ya’nî emr olunanları ve harâm olanları, ya’nî yasak edilmiş olanları öğrenmesi de farzdır. Bunları öğrenmenin ve farzları yapmanın ve harâmlardan sakınmanın farz olduğunu inkâr ederse, ya’nî inanmazsa îmânı gider. Bu öğrendiklerinden birini beğenmezse, kabûl etmezse mürted olur. Mürted, “ iLâhe iLLâ ALLAH” demekle ve İslâmiyyetin bazı kesin emrlerini yapmakla, meselâ namaz kılmakla, oruç tutmakla, hacca gitmekle, hayrât ve hasenât yapmakla müslümân olmaz. Bu iyiliklerinin âhırette hiç faydasını görmez. İnkârından, ya’nî inanmadığı şeyden tevbe etmesi, pişmân olması lâzımdır.
İslâm âlimleri, her müslümânın öğrenmesi, inanması ve tâbi olması lâzım olan farzlardan otuziki ve ayrıca ellidört adedini seçmişlerdir.


Mürted: İrtidad eden. İslâm dininden dönen.(İrtidat, din-i celil-i İslâmı kabul ettikten sonra dönmektir. Yâni: Esasen müslüman olan veya bilâhare İslâm dinini kabul etmiş bulunan bir şahsın, bilâhare dönüp başka bir dine intisab etmesi veya hiçbir din ile mukayyed bulunmayıp inkâr-ı mahza sapması demektir. Bu hale "riddet" de denir. Böyle bir şahsa da "mürted" denir.
İrtidad: Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek.


İsLÂM OLmanın 5 Şartı ki ÂMENtü DUÂmız:

Arapça Okunuşu:

Resim

Türkçe Okunuşu:

Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihi mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevti hakk Eşhedü en lâ iâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.

Mânâsı:

Ben Allahü Teâlâ'ya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allahü Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır.
Ben şehadet ederim ki, Allâhü Telâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed Aleyhisselâm O’nun kulu ve peygamberidir.



İsLÂM OLuşun 32 FaRZı:

Îmânın şartı: 6
İslâmın şartı: 5
Namazın farzı: 12
Abdestin farzı: 4
Guslün farzı: 3
Teyemmümün farzı: 2


Îmâmın Şartları: (6)

1- ALLAHü teâlânın varlığına ve birliğine inanmak.
2- Meleklerine inanmak.
3- ALLAHü teâlânın indirdiği kitâblarına inanmak.
4- ALLAHü teâlânın Peygamberlerine inanmak.
5- Âhiret gününe inanmak.
6- Kadere, ya’nî hayr ve şerlerin (iyilik ve kötülüklerin) ALLAHü teâlâdan olduğuna inanmak.

İslâmın Şartları: (5)

7- Kelime-i şehâdet getirmek.
8- Her gün beş kere vakti geline namaz kılmak.
9- Malın zekâtını vermek.
10- Ramazan ayında her gün oruc tutmak.
11- Gücü yetenin ömründe bir kere hac etmesidir.

Namazın Farzları: (12)

A- Dışındaki farzları 7 yedidir. Bunlara Namazın şartları da denir:


12- Hadesten tahâret.
13- Necasetten tahâret.
14- Setr-i avret.
15- İstikbâl-i Kıble.
16- Vakit.
17- Niyet.
18- İftitah veya Tahrime Tekbîri.

B- İçindeki farzları beşdir. Bunlara rükn denir:

19- Kıyâm.
20- Kırâat.
21- Rükû’.
22- Secde.
23- Ka’de-i âhire.

Abdestin Farzları: (4)

24- Abdest alırken yüzü yıkamak.
25- Elleri dirsekleri ile birlikte yıkamak.
26- Başın dörtte birini mesh etmek.
27- Ayakları topukları ile birlikte yıkamak.

Guslün Farzları: (3)

28- Ağzı yıkamak (mazmaza).
29- Burnu yıkamak (istinşak).
30- Bütün bedeni yıkamak.

Teyemmümün Farzları: (2)

31- Cünüplükten veya abdestsizlikten temizlenmek için niyet etmek.
32- İki eli temiz toprağa vurup, yüzü mesh etmek ve tekrar iki eli temiz toprağa vurup, her iki kolu dirsekten avuca kadar sığamak..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

OTUZ İKİ FARZ:

Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerimizde FaRZiYyet DELiLLeri:


Farz..: Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.) * Takdir veya beyan eylemek. * Bir şeyi delmek, gedik açmak. * Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus. * Addetmek, saymak, tutmak. * Fık: Din hususunda icrâsı vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi.. İnkarı İslam dininden çıkarır..

32 Farz bizim milletimizde en önemli FARZLar anlamında meşhur olmuştur.. Çocukluğumuzda daha ilk okula bile gitmeden besmeleden sonra 32 farz öğretilirdi ilk başta.. köy imamının Sübyan Mektebinde..

İMÂNın FARZLarı:

İMÂNın 6 Şartı olup, Cibril aleyhisselâm Hadisinde açıklanmıştır.

Hadisin Tercümesi:
Resim---Ömer (radiyallahu anhu)’dan rivâyetle şöyle demiştir: “Bir gün biz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanında iken birden baktık ki elbisesi bembeyaz , saçları simsiyah, üzerinde yolculuk alâmeti olmayan biri karşımıza çıkageldi. Onu bizden kimse tanımıyordu. Nihayet Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in yanına oturdu. Dizlerini dizlerine dayadı, iki avucunu iki uyluğu üzerine koydu ve: “Yâ MuhaMMed, İslam hakkında bana haber ver” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İslam; Allah’tan başka ilâh olmadığına ve MuhaMMed (alehisselâm)’in Allah’ın Resûlü olduğuna şahidlik etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ramazan’da oruç tutman ve yoluna gücün yeterse Beyti (Kâbe’yi) haccetmendir” buyurdu. Adam: “Doğru söylüyorsun” dedi. Biz onun hem peygambere soru sorup hem de cevâb vermesine şaşırdık. Adam: “İman hakkında da bana haber ver” dedi. Resulullah (alehisselâm): İman; Allah’a Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, âhiret gününe iman etmendir. Kadere, hayrına ve şerrine de iman etmendir” dedi. Adam: “Doğru söylüyorsun” dedi ve “İhsan; hakkında bana bilgi ver” diye yine sordu. Resulullah (sav): “İhsan; sanki görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görüyor” buyurdu. Adam: “Doğru söylüyorsun” dedi ve “Kıyamet hakkında bana haber ver” diye tekrar sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: (Bu konuda) sorulan sorandan daha fazla bilgiye sahip değildir” diye cevap verdi. Adam: öyle ise kıyametin alâmetlerinden haber ver” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Câriyenin efendisini doğurması, yalınayak sırtı çıplak fakir davar çobanlarının bina yaptırmada yarıştıklarını görmendir” diye cevap verdi. Hz Ömer ( anlatmaya devam ederek) şöyle dedi: Sonra adam gitti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir müddet öyle durdu, sonra bana: “Yâ Ömer, soran kimdir biliyor musun?'' Dedi. Ben: “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “O, Cibril’dir. Size dininizi öğretmek için gelmişti” buyurdu.
(Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)

1- Allah'a İman:


قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُم مِّن دُونِهِ أَوْلِيَاء لاَ يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ أَمْ جَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء خَلَقُواْ كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Resim---Kul men rabbu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulillâh (kulillâhu), kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ (darren), kul hel yestevi’l- a’mâ ve’l- basîru em hel testevî’z- zulumâtu ve’n- nûr(nûru), em cealû lillâhi şurakâe halakû ke halkıhî fe teşâbehe’l- halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huve’l- vâhidu’l- kahhâr (kahhâru).: De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Ra'd, 13/16).

2- Meleklere İman:

وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظِينَ
Resim---Ve inne aleykum le hâfızîn (hâfızîne).: Ve muhakkak ki, sizin üzerinizde mutlaka (hıfzeden) hafaza melekleri vardır.(İnfitâr 82/10)

كِرَامًا كَاتِبِينَ
Resim---Kirâmen kâtibin (kâtibîne).: Şerefli yazıcılar (kaydediciler) olarak.” (İnfitâr 82/11)

يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
Resim---Ya’lemûne mâ tef’alûn (tef’alûne).: Her yapmakta olduğunuzu bilirler.(İnfitâr 82/12)

3- Kitablara İman:

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
Resim---Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm (hakîmun).: Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile yada perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şurâ, 42/51).

4- Peygamberlere İman:

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Resim---Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibû’t- tâgût (tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fî’l- ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetu’l- mukezzibîn (mukezzibîne).: Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.(Nahl 16/36)

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
Resim---Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum aleyke. Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ (teklîmen).: Ve daha önce sana kıssa etmiş olduğumuz (bahsettiğimiz) resûllere ve sana bahsetmediğimiz resûllere de (vahyettik). Ve Allah, Hz. Musa ile kelimelerle (hitap ederek) konuştu.(Nisâ, 4/164).

5- Âhirete İman:

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Resim---Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbele’l- maşrıkı ve’l- magrıbi ve lâkinne’l- birre men âmene billâhi vel yevmi’l- âhırı ve’l- melâiketi ve’l- kitâbi ve’n- nebiyyîn (nebiyyîne), ve âte’l- mâle alâ hubbihî zevi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîne vebne’s- sebîli, ve’s- sâilîne ve fî’r- rıkâb (rıkâbi), ve ekâme’s- salâte ve âte’z- zekât (zekâte), ve’l- mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ve’s- sâbirîne fî’l- be’sâi ve’d- darrâi ve hîne’l- be’si ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humu’l- muttekûn (muttekûne).: Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.(Bakara 177)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ve’s- sâbiîne men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Şüphesiz, iman edenler(le) yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.(Bakara 2/62)

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huve. Le yecmeannekum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ raybe fîhi. Ve men asdeku minallâhi hadîsâ (hadîsen).: Allah; O'ndan başka ilah yoktur. Kendisinde hiç bir şüphe olmayan kıyamet gününde sizleri muhakkak toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?(Nisâ 4/87)

Resim---Esma radiyallahu anha şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Evvelce bana gösterilmemiş birçok şey bu imtihanlarına benzer veya ona yakın bir imtihan geçireceksiniz. (Kabirdeki kimseye) bu adam hakkında bilgin nedir?” denir.
Mü’min veya yakîn sahibi: “O zât Muhammed”dir. Biz de dâvetine icâbet ettik ve Ona uyduk. O zat Muhammed’dir, diyecek ve bu söz üç kere tekrarlanacak.
Ondan sonra o kimseye: “Yat ve rahatça uyu, O zatın risâletine kesin inandığını bildik denilecek.
Münafık veya şüpheci (bu soruya): “Ben bilmiyorum, insanların bir şeyler söylediğini işittim, ben de onu söyledim diyecek.”
buyurdu.
(Buharî 1/243; Müslim 905; Mâlik 1/188, 189)

Bera bin Azib radiyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---Yusebbitullâhullezîne âmenû bi’l- kavli’s- sâbiti fî’l- hayâti’d- dunyâ ve fî’l- âhırati, ve yudıllullâhu’z- zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.: Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.” (İbrahîm 14/27)
Âyeti kabir azabı hakkında indi. Kabirde ölüye: “Rabb’in kimdir?” diye sorulur.
O da: “Rabb’im Allah ve Nebim Muhammed’tir der.
İşte bu Allah’ın: “Allah, mü’minleri dünya hayatında da âhiret hayatında da sabit bir söz üzere sebat ettirir...” âyetindeki sabit kavlin delâlet ettiği sözdür’
buyurdu.”
(Müslim 2874/73; Buharî 1294)

6- Kaza ve Kadere İman:

Cenâb-ı Hakk'ın, insanın ileride yapacağı iyi ve kötü şeyleri ezelde bilip yazmasına "kader"; zamanı gelince ezelî ilmine uygun olarak o eşyayı veya olayları yaratmasına da "kaza" denir.
Kader: Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlâhî.
Kaza: Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi..
Kader, Allah'ın ilim sıfatının ürünüdür.


Kur'ÂN-ı Kerîm de ALLAHu Zü’L- CeLÂL:

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib (yahtesibu), ve men yetevekkel alâllâhi fe huve hasbuh (hasbuhu), innallâhe bâligu emrih (emrihî), kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ (kadren).: Ve hesap etmediği (aklına gelmeyen) bir yerden onu rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, artık ona O (Allah) kâfidir. Muhakkak ki Allah, emrini (işini) yerine getirendir. Allah herşey için bir kader tayin etmiştir.” (Talâk 65/3).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sizden hiçbir kimse yoktur ki, Allah onun cennetteki veya cehennemdeki yerini yazmış olmasın..." buyurmuştur.
(Buhârî, Cenâiz, 83; Tefsîru Sure, XCII/6; Müslim, Kader, I; İbn Mâce, Mukaddime, 10).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim OTUZ İKİ FARZ:

ALLAH celle celâlihu ve O’nun Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemine;

TESlim OL ->MüslümÂN OL!
Tahkik İmÂN et ->Mü’miN OL!
ERceTâbi OL ->VeliyuLLAH OL!
İtâat Et ->EHLuLLAH OL cÂNım!.


FaRZ: Bir kimseyi bir vazifeye tâyin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.) * Takdir veya beyân eylemek. * Bir şeyi delmek, gedik açmak. * Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus. * Addetmek, saymak, tutmak. * Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur’ÂN-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenâb-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi...

Vâcib: (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer’ÂN kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm'da: Varlığı zarurî olup, olmaması imkânsız bulunan.

Sünnet: [/b]Kanun, yol, âdet. * Siret-i hasene. * Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı Nebevî de denir.( $ âyetinde i'cazlı bir icaz vardır. Çünkü: Çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiştir. Şöyle ki:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---''Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun) : (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.'' (Al-i İmran 3/31)


Şu âyet diyor ki: "ALLAH'a (celle celâlihu) imanınız varsa, elbette ALLAH'ı seveceksiniz. Mâdem ALLAH'ı seversiniz, ALLAH'ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, ALLAH'ın sevdiği zata benzemelisiniz. Ona benzemek ise, Ona ittiba etmektir. Ne vakit Ona ittiba etseniz, ALLAH da sizi sevecek. Zâten siz ALLAHı seversiniz, tâ ki ALLAH da sizi sevsin."İşte bütün bu cümleler, şu âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki: İnsan için en mühim âli maksat, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine mazhar olmasıdır. Bu âyetin nassıyla gösteriyor ki; o matlab-ı âlânın yolu, HabibuLLAH'a ittibadır ve Sünnet-i Seniyyesine iktidadır...L.)

(Resül-i Ekrem'in (aleyhisselâm) Sünnet-i Seniyyesinin menbâ’ı üçtür: Akvali, ef'ali, ahvâlidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir. Farz ve vâcib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir. Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azim sevablar var; ve tağyir ve tebdili, bid'a ve dalâlettir ve büyük hatâdır. Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev'iyye ve içtimaiyye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir. Çünkü: Herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-ı hayatiye bulunduğu gibi, mutâbaat etmekle o âdâb ve âdetler, ibadet hükmüne geçer. Evet mâdem dost ve düşmanın ittifâkıyle Zât-ı Ahmediye (aleyhisselâm) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve mâdem bil-ittifâk nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve mâdem binler mu'cizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemalâtının şehâdetiyle ve mübelliği ve tercüman olduğu Kur'ân-ı Hakimin hakaikının tasdikıyla, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve mâdem semere-i ittibaiyle milyonlar ehl-i kemâl, meratib-i kemalâtta terakki edip saâdet-i dâreyne vasıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel nümunelerdir ve tâkib edilecek en sağlam rehberlerdir. Ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki: Bu ittiba-ı sünnette hissesi ziyâde ola. Sünnete ittiba etmiyen, tembellik eder ise, hasâret-i azime; ehemmiyetsiz görür ise, cinâyet-i azime; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalâlet-i azimedir. L.)

NâfiLe: Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

BİLiYORuz ki, yapılması dinen kesin olarak emredilen işlere "farz" denir. Farzlar sübûtu ve delâleti kesin olan âyet ve hadis delillerine dayanır. Farzı ifâ etmek sevabı; terketmek ise azabı gerektirir. Bu çeşit emirleri inkâr eden dinden çıkar. İman, temizlik ve ibâdet konularında her ergin ve akıllı müslümanın fert olarak yerine getirmek zorunda olduğu farzların sayısı otuz iki olarak meşhur olmuştur. Ancak İslâm'ın bütün emirleri bunlardan ibaret olmayıp; medenî, borçlar, ticaret, cezâ hukuku ve benzeri alanlarda da uyulması gereken prensipler vardır. Otuz iki farz; iman, İslâm, abdest, gusül, teyemmüm ve namaz konularına aittir. Bunları yedi maddede açıklamaya çalışacağız.


Farz: Bir kimseyi bir vazifeye tâyin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muâyyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.) * Takdir veya beyân eylemek. * Bir şeyi delmek, gedik açmak. * Bir dâvaya mevzu’ ve rükün kılınan husus. * Addetmek, saymak, tutmak. * Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur’ÂN-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenâb-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi...
NEdir BUnLar;


A. İmanın Şartları.:

Altı tane olup Cibril aleyhisselâm hadisinde şöyle ifâde edilmiştir: "İmân; ALLAH celle celâlihu’ya, O'nun meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmaktır"
(Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, I)

Meşhur CebrâiL aleyhisselâm Hadisimizin ASLı;
عن عمر رضي الله عنه أيضا ، قال : بينما نحن جلوس عـند رسـول الله صلى الله عليه وسلم ذات يوم اذ طلع علينا رجل شديد بياض الثياب ، شديد سواد الشعر لا يرى عليه أثـر السفر ولا يعـرفه منا احـد. حتى جـلـس إلى النبي صلي الله عليه وسلم فـأسند ركبـتيه إلى ركبتـيه ووضع كفيه على فخذيه، وقـال: " يا محمد أخبرني عن الإسلام ".
فقـال رسـول الله صـلى الله عـليه وسـلـم : (الإسـلام أن تـشـهـد أن لا إلـه إلا الله وأن محـمـد رسـول الله وتـقـيـم الصلاة وتـؤتي الـزكاة وتـصوم رمضان وتـحـج البيت إن اسـتـطـعت اليه سبيلا).
قال : صدقت.
فعجبنا له ، يسأله ويصدقه ‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‌‌‌؟
قال : فأخبرني عن الإيمان .
قال : أن تؤمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الاخر وتؤمن بالقدر خيره وشره .
قال : صدقت .
قال : فأخبرني عن الإحسان .
قال : ان تعبد الله كأنك تراه ، فإن لم تكن تراه فإنه يراك .
قال : فأخبرني عن الساعة .
قال : "ما المسؤول عنها بأعلم من السائل "
قال : فأخبرني عن أماراتها .
قال : " أن تلد الأم ربتها ، وان ترى الحفاة العراة العالة رعاء الشاء يتطاولون في البنيان"
ثم انطلق ، فلبثت مليا ،ثم قال :" يا عمر أتدري من السائل ؟"
قلت : "الله ورسوله أعلم ".
قال : فإنه جبريل ، اتاكم يعلمكم دينكم "رواه مسلم [ رقم : 8 ].
Resim---Ömer b. el-Hattab (radiyallahu anhu)’dan şöyle demiştir: Bir gün biz Rasûlullah (aleyhisselâm)’ın yanında iken birden baktık ki elbisesi bembeyaz , saçları simsiyah, üzerinde yolculuk alâmeti olmayan biri karşımıza çıkageldi. Onu bizden kimse tanımıyordu. Nihayet Peygamber (aleyhisselâm )’in yanına oturdu. Dizlerini dizlerine dayadı, iki avucunu iki uyluğu üzerine koydu ve “Ya MuhaMMed, İslam hakkında bana haber ver!” dedi. Rasûlullah (aleyhisselâm): “İslam; Allah’dan başka ilâh olmadığına ve MuhaMMed (aleyhisselâm)’ın Allah’ın Rasûlü olduğuna şâhidlik etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan’da oruç tutman ve yoluna gücün yeterse Beyti (Kâbe’yi) haccetmendir” buyurdu. Adam: “Doğru söylüyorsun” dedi. Biz onun hem peygambere soru sorup hem de cevâb vermesine taaccüb ettik. Adam: “İman hakkında da bana haber ver” dedi. Rasûlullah(aleyhisselâm): İman; Allah’a Meleklerine, Kitablarına, Peygamberlerine, âhiret gününe iman etmendir. Kadere, hayrına ve şerrine de iman etmendir” dedi. Adam: “Doğru söylüyorsun” dedi ve “İhsan; hakkında bana bilgi ver” diye yine sordu. Rasûlullah (aleyhisselâm): “ihsan; sanki görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’ nu görmüyorsan da, O seni görüyor” buyurdu. Adam: “Doğru söylüyorsun” dedi ve “Kıyamet hakkında bana haber ver” diye tekrar sordu. Rasûlullah (aleyhisselâm): (Bu konuda) sorulan sorandan daha âlim değildir” diye cevâb verdi. Adam: “Öyle ise kıyametin alâmetlerinden haber ver” dedi. Rasûllah (aleyhisselâm): “Câriyenin efendisini doğurması, yalınayak sırtı çıplak fâkir davar çobanlarının bina yaptırmada yarıştıklarını görmendir” diye cevâb verdi. Hz Ömer (anlatmaya devam ederek) şöyle dedi: Sonra adam gitti. Rasûlullah (aleyhisselâm) bir müddet öyle durdu, sonra bana: “Yâ Ömer, soran kimdir biliyor musun?” dedi. Ben: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedim. Rasûlullah (aleyhisselâm): “O, Cibril’dir. Size dininizi öğretmek için gelmişti” buyurdu.
(Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim 1- ALLAH celle celâlihu’ya iman:

ALLAH celle celâlihu, bütün varlıkları yoktan var eden, yöneten, EZELi-başlangıcı ve EBEDi-sonu olmayan, sonsuz güce sahib yüce yaratıcıdır.:

قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُم مِّن دُونِهِ أَوْلِيَاء لاَ يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ أَمْ جَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء خَلَقُواْ كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Resim---Kul men rabbu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulillâh (kulillâhu), kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ (darren), kul hel yestevi’l- a’mâ vel basîru em hel testevî’z- zulumâtu ve’n- nûr (nûru), em cealû lillâhi şurakâe halakû ke halkıhî fe teşâbehe’l- halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huve’l- vâhidu’l- kahhâr (kahhâru).: “Semaların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?” de. “Allah’tır” de. Artık ondan başka kendilerine bile fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz? “Gören ve görmeyen bir olur mu? Veya karanlıklar ile nur bir olur mu?” de. Yoksa onlar, onun yaratması gibi yaratan ortaklar kıldılar da, böylece bu yaratma onlara benzer mi göründü? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır.” Ve O, tek Kahhar (kahreden), herşeye gücü yeten, en kuvvetli olandır.” (Ra'd 13/16).

Resim 2- Meleklere iman:

Melekler; Cenâb-ı Hakk'ın nuranî, latîf yaratılışlı, güçlü bir takım kulları olup; istedikleri şekle girebilen, yorulmaz, usanmaz, üremez, daima ALLAH celle celâlihu’ya itaat üzere bulunan varlıklardır.:

وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظِينَ
Resim---Ve inne aleykum le hâfızîn (hâfızîne).: Ve muhakkak ki, sizin üzerinizde mutlaka (hıfzeden) hafaza melekleri vardır.” (İnfitâr, 82/10)

كِرَامًا كَاتِبِينَ
Resim---Kirâmen kâtibin (kâtibîne).: Şerefli yazıcılar (kaydediciler) olarak.” (İnfitâr, 82/11)

يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
Resim---Ya’lemûne mâ tef’alûn (tef’alûne).: Yaptığınız şeyleri bilirler.” (İnfitâr, 82/12)

Resim 3- Kitablara iman.:

ALLAH celle celâlihu, peygamberleri vasıtasıyla insanlığa kitablar göndermiş; emir, yasak, va'd, mükâfat ve cezâ hükümlerini onlara ulaştırmıştır. İlk peygamberlere sayfalar, Musâ, Dâvud, İsâ ve Hz. Muhammed aleyhumussselâm'a kitab halinde vahyini duyurmuştur.:

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
Resim---Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm (hakîmun).: Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahyile veya perde arkasından veya dilediğine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.” (Şurâ 42/51)

Resim 4- Peygamberlere iman:

ALLAH celle celâlihu, insanlardan bazılarını elçi olarak görevlendirmiş, emir ve yasaklarını insanlara onlar vasıtasıyla ulaştırmıştır.:

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Resim---Ve lekâd beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibû’t- tâgût (tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fî’l- ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetu’l- mukezzibîn (mukezzibîne).: Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!(Nahl 16/36)

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
Resim---Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum aleyke. Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ (teklîmen).: Ve daha önce sana kıssa etmiş olduğumuz (bahsettiğimiz) resûllere ve sana bahsetmediğimiz resûllere de (vahyettik). Ve Allah, Hz. Musa ile kelimelerle (hitab ederek) konuştu.” (Nisâ 4/164)

Resim 5- Âhirete iman.:

İnsan, bedeni varlığı ölünce kabir hayatına geçer; kıyamet kopunca da insanoğlu kabirlerden kalkacak ve böylelikle âhiret hayatı başlayacaktır. Orada insan, dünyada yaptığı işlerin durumuna göre, Cennet veya Cehennemdeki yerini alır, sonsuz ve yeni bir yaşamın içine girer. Kur’ân-ı Kerim'de âhiretten söz eden pek çok âyet vardır: Yüce ALLAH celle celâlihu takva sahiblerinin niteliklerini belirtirken; "Onlar âhirete kesin bir kanaatle inanırlar" buyurur.:

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ
Resim---Em hasibtum en tedhulû’l- cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ve’d- darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh (nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb (karîbun).: Yoksa siz, kendinizden önce yaşayanların başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara (öyle) şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun beraberindeki müminler: “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah’ın yardımı gerçekten yakın değil mi?(Bakara 2/214)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim 6-) Kaza ve kadere iman:

Cenâb-ı Hakk'ın, insanın ileride yapacağı iyi ve kötü şeyleri ezelde bilip yazmasına "kader"; zamanı gelince ezelî ilmine uygun olarak o eşyayı veya olayları yaratmasına da "kaza" denir. Kader, ALLAH celle celâlihu'ın ilim sifâtının ürünüdür.
Âyette şöyle buyurulur: "ALLAH celle celâlihu, emrini yerine getirendir. ALLAH celle celâlihu, her şey için bir ölçü koymuştur"

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib (yahtesibu), ve men yetevekke’l- alâllâhi fe huve hasbuh (hasbuhu), innallâhe bâligu emrih (emrihî), kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ (kadren).: Ve hesap etmediği (aklına gelmeyen) bir yerden onu rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, artık ona O (Allah) kâfidir. Muhakkak ki Allah, emrini (işini) yerine getirendir. Allah herşey için bir kader tâyin etmiştir.” (Talâk 65/3)

Resim---İmam Ali kerremallahu vechehu şöyle anlatır: “Bakiu'l- Karkad mezarlığında bir cenâzede idik. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yanımıza gelip oturdu, biz de etrafına oturduk. Beraberinde bir âsa vardı. Resûlullah başını eğdi. Elindeki âsayla yeri çizmeye başladı. Sonra: “Sizden hiç bir kimse ve yaratılmış hiç bir nefis yoktur ki, muhakkak Cennetteki ve Cehennemdeki yerini ALLAH celle celâlihu yazmış olmasın. Ve herkesin bedbaht veya bahtiyâr olduğu muhakkak yazılmıştır!.” buyurdu. Bunun üzerine bir kimse: Ey Resûlullah! Öyle ise bizler ameli terk edip yazımız üzere durmayâlim mı?” dedi. Resûlullah: "Saadet ehlinden olan kimse saadet ehlinin ameline varacak, şekâvet ehlinden olan ise şekâvet ehlinin ameline varacaktır," buyurdu ve şunu ilâve etti: "Sizler amel edip çalışın. Çünkü herkese imkan verilmiştir. Saadet ehline, saadet ehlinin ameli müyesser olacaktır. Şekâvet ehline de, şekâvet ehlinin ameli kolay gelecektir." Sonra Resûlullah şu âyetleri okudu: “Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Ama kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve en güzeli yalan sayarsa biz de onu en güç olana hazırlarız.” buyurdu.
(Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4786; Buhârî, Cenâiz, 83; Tefsîru Sure, XCII/6; Müslim, Kader, I; İbn Mâce, Mukaddime, 10).

فَأَمَّا مَن أَعْطَى وَاتَّقَى
Resim---Fe emmâ men a’tâ vettekâ.: Fakat kim verdi (infâk etti) ve takva sahibi oldu ise/ korkup sakınırsa.” (Leyl 92/5)

وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى
Resim---Ve saddekâ bi’l- husnâ.: Ve en güzel sözü gerçeklediyse. “ (Leyl 92/6)

فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى
Resim---Fe senuyessiruhu li’l- yusrâ.: Biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız).(Leyl 92/7)

وَأَمَّا مَن بَخِلَ وَاسْتَغْنَى
Resim---''Ve emmâ men bahıle vestagnâ.: Ve fakat kim cimrilik etti ve kendini müstağni (hiçbir şeye muhtaç olmayan, zengin ve kendi kendine yeterli) gördü ise.” (Leyl 92/8)

وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى
Resim---Ve kezzebe bi’l- husnâ.: Ve en güzel olanı yalan sayarsa,” (Leyl 92/9)

فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَى
Resim---Fe senuyessiruhu li’l- usrâ.: O taktirde Biz, ona zor olanı (kötü akıbete götüren yolu) kolaylaştıracağız.” (Leyl 92/10)

B. İSLÂMın ŞARTLarı:

İslâm DÎNi-BiNÂsı 5 TeMeL Üzerine KuruLmuştur..
Hadis-i Şerifler:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Buniye’l- islâmu alâ hamsin. şehâdeti en lâ ilâhe illallahu ve enne muhammedun resûlallahi ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekâte ve’l hacca ve’s- savmu ramadân: İslâm beş şey üzerine binâ olunmuştur. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm)'ın Allah'ın Resûlu olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak." buyurdu..
(Sahih-i Buharî 1.Cild. 28. Sayfa 8 nolu hadis)

İslâm Dini ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme TESLimiyyet ve.
MuhaMmedî BİZ BİR-İzlikte ALLAHu zü’L- CeLÂL’e İSTİKÂMet DİNidir:

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ
Resim---Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumu’l- azâbu summe lâ tunsarûn (tunsarûne).: Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. “ (Zumer 39/54)


Kulun bu ÂLemde MuhaMMedî Tercihi, Gayreti ve RÜŞDe ERişi şarttır ve bununla İmkÂN İÇİnde İmtihÂN Olmaktadır.:

وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُوْلَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا
Resim---Ve ennâ minne’l- muslimûne ve minne’l- kâsitûn (kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ (reşeden).: Ve gerçekten bizden, (Allah’a) teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalbleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim (Allah’a) teslim olmuşsa işte onlar, irşad olmayı (nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir)." (Cinn 72/14)

ELest Bezmindeki, RABBı TeÂLÂ’ya KULLUk AHDini bu Şehâdet Âleminde Hakkıyla yerine getirmekte sağlam-Kavî Olanlar:

Cibril aleyhisselâm hadisinde de;
Resim---Cibril aleyhisselâm: “Kale ma’l- İslâmu Yâ Resûlullah: İslam nedir Ya Resûlullah?” buyurunca,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:”"kale’l- islâmu en ta'budallahi ve lâ tuşrike bihi ve tukima’s- salat tu'tiye’z-zekâte’l- mefrudate ve tesume ramazan: İslâm; Allah'a kul olmak, O'na şirk koşmamak ve namaz kılmak, farz olan zekâtı vermek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” Buyurdu..
(Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir.)



RaBBimiz TeÂLÂ;
بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbu’l- muttekîn (muttekîne).: Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân 3/76)

إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fî’l- âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm (elîmun).: Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için âhirette bir nasib yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azâb vardır. “ (Âl-i İmrân 3/77)

RaBBu’l- ÂLEMîn ile KULLarı arasındaki meşhur İlahî ELESt Bezmi sözleşmesi-ahdi ki Kur'ÂN-ı Kerîmimizde;

وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُ أَحَدٌ
Resim---Ve lâ yûsiku ve sâkahû ehad (ehadun).: Ve kimse O’nun bağladığı gibi bağlayamaz.” (Fecr 89/26)

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!(Fecr 89/30)


Kısacası, İsLÂM DİNi Beş Temel Üzere KURuLdu,

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İslâm beş şey üzerinde kuruldu: ALLAH celle celâlihu'tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed'in ALLAH celle celâlihu'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek; namaz kılmak; zekât vermek; Ka'beyi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak" buyurdu.
(Buhârî, İmân, I, II; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, III; Nesâî, İmân, 13)

Bu BEŞ TEMEL Kur'ÂN-ı Kerîmimizde;
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

Bu BEŞ TEMEL Kur'ÂN-ı Kerîmimizde;

1- ALLAH celle celâlihu’ya ve peygamberi Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme İMÂN ETmek ve bu imanı AÇIKLAmak.
:

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---Kul yâ eyyuhân nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyi’l- ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne).: De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah’ın Resûl'üyüm. O ki; semaların ve arzın mülkü, O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmî, nebî, Resûl'üne îmân edin ki; O, Allah’a ve O’nun kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O’na tâbî olun ki; böylece siz, hidayete eresiniz.” (A'râf 7/158).

2- Namaz* kılmak:

Kur’ân-ı Kerim'in bir çok yerinde geçen namaz 87 yerde zikredilir..;
Bakara 2/3, 43, 45, 83, 110, 153, 177, 238, 239, 277; Âl-i İmrân 3/42, 43; Nisâ 4/ 43, 77, 101,102, 103, 142, 162; Mâide5/6, 12, 55, 58, 91; En’âm 6/71, 92 162; A’râf 7/170, 206;
Enfâl 8/3; Tevbe 9/11, 18, 71, 112; Yûnus 10/87; Hûd 11/114; Ra’d 13/22; İbrahîm 14/31, 37, 40; İsrâ 17/78, 79, 110; Meryem 19/31, 55, 59, 65; Tâhâ 20/14, 130; Enbiyâ 21/73; Hacc 22/35, 41, 77, 78; Mü’minun23/1, 8; Nûr 24/37, 56; Furkân 25/63, 64; Neml 27/3; Ankebût 29/45; Rûm 30/17, 31; Lokmân 31/4, 5, 17; Fatır 35/18, 29; Zümer 39/9; Şûra 42/36; Fetih 48/29; Kâf 50/39, 40; Zariyat 51/18; 52 Tûr 52/48,49; Necm 53/62; Mücadele 58/13; Cuma 62/9, 10; Kalem 68/42, 43; Meâric 70/22,23; Müzzemmil 73/20; Müddessir 24/43; Kıyamet 75/31; İnsân 76/26; Mürselât 77/48; A’lâ 87/15; Alâk 96/10; Beyyine 98/5; Ma’un 107/4, 5, 6; Kevser 108/2..


“Bütün namazları ve orta namazı (ikindiyi) muhâfaza ediniz" buyurulur.

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Resim---Hâfizû alâ’s- salavâti ve’s- salâti’l- vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).: Salâvât’a (Allah’tan gelen nurlara, namazlara) ve salât-ı vusta’ya hafîz olun (koruyun, bu namaza kesintisiz devâm edin). Ve kalkın, Allah için kânitin olun (Allah’ın huzurunda huşû içinde ve saygı ile uzun süre durun)!(Bakara 2/238)

Salâti’l- vustâ: Orta namaz.. Mustakîm SALL..
Kânitîn: (A, uzun okunur) (Kunut. dan) Kunut ve duâ eden. * İtaatlı. * Sükût eden.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Orta namaz ikindi namazıdır" buyurmuştur.
(Tirmizî, Salât 19)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ahzab Harbi gününde: "Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular. Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun!" buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid 205)

Sahâbeden imam Ali kerremallahu vechehu, İbni Mes'ûd, Ebû Eyyûb, İbni Ömer, Semüre İbni Cündeb, Ebû Hüreyre, İbni Abbas, Ebû Saîd el-Hudrî, Hz.Âişe radiyallahu anhum ve daha birçokları salât-ı vustânın ikindi namazı olduğu görüşündedir. Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, bir görüşünde İmam Şâfiî ve Ahmed İbni Hanbel de aynı kanaattedirler..
Allah için boyun eğerek kalkın namaza durun..

Âyette geçen kunut tâbiri; taati, huşûu, boyun eğmeyi ve ayakta durmayı ifade eder ki, dilimizde buna divÂN durmak denir.
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namazın en faziletlisi kunutu uzun olandır" buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn 164-165).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim namaz kılar da o namaz kendisini hayasızlıktan ve kötülükten alıkoymazsa, o namaz olsa olsa onun Allah'tan daha fazla uzaklaşmasını sağlar!" buyurmuştur.
(Münâvî, Feyzü'l-kadîr, VI, 221).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

3-) Zekât* vermek:

Kur’ân-ı Kerimimizde 34 yerde namazla birklikte zikredilmiştir “zekâtı verin!” hükmü..

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ
Resim---Ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekâte verkeû mea’r- râkiîn (râkiîne).: Ve namazı kılın (ikame edin) ve zekâtı verin. Ve rükû edenlerle beraber rükû edin.” (Bakara 2/43)

Onların mallarında dilencinin ve yoksulun bir payı vardır:

لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Resim---Lis sâili ve’l- mahrum (mahrûmi).: İsteyenler ve mahrum olanlar için.” (Meâric 70/25) buyurulur.

4-) Haccetmek:

Müslüman, ergin, akıllı, hür, yeterli vakte sahib, sağlıklı, gidiş-geliş süresi içinde yol masrafı ile kendisinin, eş ve çocuklarının geçimi temin edilen kimselere, ömründe bir defa hac farzdır. Kur'ÂN-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm (ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ (âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccu’l- beyti menistetâa ileyhi sebîlâ (sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun ani’l- âlemin (âlemîne).: Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc’a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt’in hac edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim inkâr ederse, artık muhakkak ki Allah, âlemlerden ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir).(Âl-i İmrân 3/97).

5-) Oruç* tutmak:

Ergin, akıllı her müslümanın üzerine Ramazan orucu farzdır
Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû kutibe aleykumu’s- sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).: Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara 2/ 183).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

C-) Abdestin Farzları:

Abdest üç organı su ile yıkamak ve başı meshetmekten ibaret bir temizliktir. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- Kâbeyn (Kâbeyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide 5/6)

Abdestin farzları dörttür:

a-) Yüzü yıkamak.: Tüy bitimi ile çene altı ve iki kulak arasında kalan yüzü bir defa yıkamak farzdır.
b-) Elleri yıkamak: Dirseklerle birlikte kolları yıkamak gerekir.
c-) Başa meshetmek: Başın dörtte birini meshetmek gerekir. Bazı bilginler başın çok az bir kısmının, hattâ saçın bir iki telini meshetmenin yeterli olduğunu söylerler.
d-) Ayakları yıkamak: Topuklarla birlikte iki ayağı yıkamak gerekir.
Kur’ân-ı Kerim'e el sürmek, namaz kılmak ve Kâbe'yi tavaf etmek için abdestli bulunmak şarttır.


D- Guslün Farzları:

Cünübün, hayız ve nifâsı kesilenin boy abdesti alması farzdır. Guslün farzları üçtür.
Kur'ÂN-ı Kerîm de şöyle buyurulur:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- Kâbeyn (Kâbeyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide 5/6)

a-) Ağzı yıkamak (mazmaza*): Boy abdestinde ağız ve burun yüzden sayılır.
b-) Burnu yıkamak (istinşak): Burna su çekmek.
c-) Bütün vücudu yıkamak: Vücud hiç bir yeri kuru kalmayacak şekilde yıkanmalıdır. Saç diplerine suyun ulaşması yeterli olup, kadınların uzun olan saç örgülerini çözmeleri gerekmez.

E-) Teyemmümün Farzları:

Su bulunmadığı veya bulunup da kullanma imkânı olmadığı zaman temiz toprak veya kum ve kerpiç gibi toprak cinsinden bir şeye ellerini sürüp yüzü ve kolları meshetmeğe teyemmüm denir. Teyemmüm abdest ve gusül yerine geçer.
Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- Kâbeyn (Kâbeyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide 5/6)

Teyemmümün farzı ikidir:

a-) Niyet etmek.
b-) Elleri toprağa veya toprak cinsinden bir şeye iki kere vurup, yüzü ve kolları meshetmek.

F-) Namazın Şartları:

Namazın dışında kalan, fakat namaz kılabilmek işin mutlaka yapılması gereken şeye "şart" denir. Namazın şartları altı tanedir.

a-) Hadesten temizlenmek:
Abdestsizlik, cünüplük, âdet veya lohusa hâlinde bulunmaya "hades" denir. Abdest veya boy abdesti almak sûretiyle hadesten temizlenme meydana gelmiş olur

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- Kâbeyn (Kâbeyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide 5/6)

b. Necâsetten temizlenmek:

Vücutta, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan pisliği (necâseti) temizlemek gerekir. Bu, namaz kılabilmek için bir ön şarttır:

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
Resim---“Ve siyâbeke fe tahhir.: Ve elbiseni artık (onu) temiz tut.”
(Müddessir 74/4)
(ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1985, I, 871)


c. Setru'l-avret:

Bakılması haram olan yerleri örtmek demektir. Avret yerleri, erkekte göbekten diz kapağına kadar (diz kapağı dahil); kadınlarda el, yüz, ayakları hariç bütün vücuttur.

Âyette şöyle buyurulur:


يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Resim---“Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbu’l- musrifîn (musrifîne).: Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.”
(A'râf 7/31)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"ALLAH celle celâlihu hayız görecek yaştaki kadının namazını baş örtüsüz kabul etmez"

(Aişe Radiyallahu anh a’dan; Ebu Davud, Salat 85, (641); Tirmizi, Salat 277, (377); eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 2/67)

Ravi Muhammed İbnu Zeyd radiyallahu anhu’nun, İbnu Kunfuz'un annesinden yaptığı nakle göre, annesi Ümmü Seleme (rad.a)'ya: "Kadın, hangi giysiler içerisinde namaz kılmalı?" diye sormuştur. O da: "Başörtüsü ve ayağın üzerini örtecek kadar uzun entari içerisinde!" diye cevâb vermiştir.
(Muvatta, Salatu'l-Cema'a 36, (1, 142); Ebu Davud, Salat 84, (639, 640)

Ravi Ubeydullah İbnu'l'Esved el-Havlani radiyallahu anhu-ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in zevce-i pâkleri Meymune (rad.a)'nın terbiyesinde idi- anlatıyor: "Meymune (radiyallahu anha) üzerinde izar olmaksızın tek entari (dır') ile başörtüsü giyinmiş olduğu halde namaz kılardı”
(Muvatta, Salatul-Cema'a 37, (1, 142)

d-) İstikbâl-i kıble:


Namazda kıbleye yönelmek demektir.
Kur’ân-ı Kerim'de; "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de olduğunuz yerde yüzünüzü onun tarafına döndürünüz" buyurulur.



قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---“Kad nerâ tekallube vechike fî’s- semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatra’l- mescidi’l- harâm (harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah (şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn (ya’melûne).: Biz, senin (ilâhi emri bekleyerek), yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı (hoşnut) olacağın kıbleye döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap verilenler, bunun Rab’lerinden bir hak (gerçek) olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.”
(Bakara 2/144)

e-) Vakit:

Vakit girmeden namaz farz olmaz. Bu bakımdan namaz vakitlerinin belirlenmesi önemlidir. Farz namazların vakitleri bir hadiste şöyle ifâde edilmiştir: "Sabah namazının vakti, ufukta güneşin kenarının belirmesinden hemen öncesine kadardır; öğlen namazının vakti, güneşin, gökyüzünün ortasından sağa kaymasından itibaren başlar; ikindi oluncaya kadar sürer. İkindinin vakti, güneş sararıp çemberi tamamen ufukta görünmez oluncaya kadardır. Akşamın vakti, güneşin batmasından, şafak'ın kaybolmasına kadar sürer. Yatsının vakti de gece yarısına başka bir rivâyette tan yeri ağarıncaya kadardır"
(Müslim, Mesâcid, 31)

Vitir namazı da yatsı namazının vakti içinde ve bu namazdan sonra kılınır.
(İbn Hanbel, Müsned, VI, 7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

DELİLLERİ İLE NAMAZ VAKİTLERİ:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, NAKLen Duyduğunu Namaz vakitlerinin başlamasını ve sonunu ince bir şekilde 23 sene fiilen Uygulamıştır.
Vakit: Şer’ân, ibâdetler için belirlenmiş olan zaman dilimidir..


Resim---Câbir b. Abdullah’tan rivâyet edildiğine göre, Cebrâil aleyhisselâm Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme gelerek: “Kalk namaz kıl!” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, güneş zevâlde iken öğle namazını kıldı. Sonra yatsı vaktinde gelip: “Kalk namaz kıl!” dedi ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, aydınlık kaybolunca yatsı namazını kıldı. Sonra ertesi gün öğle vaktinde gelerek: “Kalk namaz kıl!” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, kalkıp öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli uzadığı zaman kıldı. Sonra ikindi vaktinde gelip: “Kalk namaz kıl!” dedi. O da, ikindi namazını her şeyin gölgesi iki misli uzadığı zaman kıldı. Sonra akşamleyin aynı vakitte geldi ve bir önceki günün vaktinde kıldırdı. Sonra yatsı vaktinde gecenin yarısı geçtikten sonra, yahut gecenin üçte biri geçtikten sonra geldi ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yatsı namazını kıldı. Sonra sabah ortalık iyice aydınlandığı zaman geldi ve: “Kalk namaz kıl!” dedi, o da sabah namazını kıldı.
Sonra Cebrâil aleyhisselâm şöyle dedi: “Bu iki vaktin arası sabah vaktidir.”

(Buharî şöyle demiştir: Bu hadis vakitler konusunda en sahih hadistir. Neylü’l-Evtâr,I,300)

Bu hadis-i şerif akşam namazı dışındaki namazların iki vakti olduğuna delâlet etmektedir.
Akşam namazının vaktini belirleme konusunda ukbe b. Amir’den rivâyet edilmiş başka bir hadis daha vardır:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Akşam vaktini yıldızlar birbirine karışıp çoğalıncaya kadar te’hir etmedikçe ümmetim hayır yahut fıtrat üzerindedir.” buyurmuştur.
(Bu hadisi İ. Ahmed Hanbel; Ebu Davud; ve Hakim Müstedrek’inde rivâyet etmişlerdir.)

Bu hadisi şerif akşam namazını acele kılmanın müstehab ve yıldızlar birbirine karışıncaya kadar te’hir etmenin mekruh olduğuna delâlet etmektedir.


Müstehab: Sevilmiş şey. Yapılması sevâplı olan. Fık: Peygamber efendimizin (aleyhisselâm) bazen yapıp bazen terkeylediği şeydir. Farz ve vâcibin dışındaki sevâplı iş, sevâp olduğu bilinen iş. Nafile, mendub, fazilet, tatavvu, edeb namları da verilir.
Te’hir: Geciktirme. Sonraya bırakma.
Mekruh: İğrenç, nahoş görülen şey. Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi câiz olmayan iş. Mihnet. Şiddet.


Fâkihler buna binâen, her namazın vaktinin aşağıdaki şekilde olduğunda ittifak etmişlerdir:
(Fethu’l- Kadir, I,151-160; ed-Dürrü’l- Muhtar, I,331-343; el-Lübab, I,59-62; el-Kevâninü’l- Fıkhıyye, 43 vd; eş-Şehru’s-Sağir; I,219-238; eş-Şehru’l- Kebir, 1, 176-181; Muğni’l- Muhtac, I, 121-127; el-Mühezzeb, I,51-54; Büceyremi el-Hatib, I, 345; el-Muğnî, I, 370-395; Keşşafü’l Kına’, I, 289-298)

1-) Sabah Vakti:

Sabah namazının vaktinin, güneşin doğmasından yaklaşık olarak bir buçuk saat önce “Fecr-i Sâdık” girdiği doğrudur. Bu süre, yaz ve kış aylarında , Kuzey ve güney yarımküreye ülkelere / bölgelere göre artıp eksilebilir.

Fecr-i Sadık: Ufuktaki genişliğine yayılan bir beyazlıktır. Bunun karşıtı Fecr-i Kâzibdir;
Fecr-i kâzib: Gökyüzünün ortasında yükseklere doğru uzunlamasına yayılan kurt kuyruğuna benzer bir beyazlıktır. (Metinde geçen şerhan, kurt ile arslan arasında muşterek bir tabirdir. Bundan kast edilen gökteki o beyazlığın kurdun siyah kuyruğuna benzemesidir. Çünkü fecr-i kâzib siyah ile karışık bir beyazlıktır. Kuyruğun üstü siyah, iç kısmı ise beyazdır.)
Kâzib: Yalancı. Yalan söyleyendir..


Bu beyazlıktan sonra yine karanlık gelir. Birinci fecre bütün şer'i hükümler bağlanır. Bu hükümler de orucun başlaması, sabah vaktinin girmesi, yatsı vaktinin sona ermesidir. İkinci fecir yani fecr-i kâzibe şer'i hükümlerden hiç biri taalluk etmez. Buna hiç bir hüküm bağlı değildir. Çünkü:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Sabah, vakti iki tanedir: Biri yemek yemeyi haram kılan ve namaz kılmayı helâl kılan sabah vaktidir. İkincisinde ise sabah namazını kılmak haramdır. Yemek yemek ise helâldir." buyurmuştur.
(Bu hadisi Ibn Huzeyme, Hakim sahih olarak rivâyet etmişlerdir. Subulu's-Selâm 1, 115)

Muslim'de rivâyet edilen Abdullah b. Amr hadisinde şöyle denilmektedir:
Resim---"Sabah namazının vakti, fecrin doğmasından, güneşin doğmasına kadar geçen zamandır. "
Güneş doğduktan sonra, öğle vaktine kadar geçen zaman, farz namazların kılınamayacağı mühmel (/ihmal edimiş-terk edilmiş) bir vakit olarak kabul edilir.

Sabah namazının vakti, fecr-i sâdık ile güneş doğuncaya / yükselinceye kadar geçen süre içerisindedir. Bu iki vakit arasında muctehidlere göre sabah namazı için en efdâl olan vaktin Hanefîlerce güneşin doğmasına / yükselmesine yakın olan zamandır derken; Cumhur'a göre ise fecr-i sâdık'a yakın, yani güneşin ilk doğmaya başladığı zamandır demektedirler.
Bu iki vaktin dışında, yâni güneşin doğub yükseldiği, etrafın aydınlandığı zaman namaz kılmak câiz değildir. Tâ ki yaklaşık 40 - 45 dakika güneş bir/ iki mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılınamaz.

Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

2-) Öğle Namazının Vakti:

Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devâm eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zevâl), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür. Ebû Hanîfe'ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zevâl dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devâm eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna "asr-ı sânî" denir.

Hac farızasını yerine getirmek için dünyanın her tarafından Mekke ye gelen müslümanlar, namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya özen gösterirler.
Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zevâl vaktinde bu cisimlerin sahib oldukları gölge, uzunluğu itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.

Çoğunluk fâkihlerin delili şu hadistir:

Resim---Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber'e namaz vakitlerini öğretirken: "İkinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman öğle namazını kıldırmıştır"
(Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmizî, Mevâkît, 1; Nesâî, Mevâkît, 6, 10, 15; İbn Hanbel, I, 383, III, 330; Mâlik, Muvatta', Salât, 9)

Ebû Hanîfe'nin delili ise şu hadisidir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır" buyurmuştur.
(Buhârî, Mevâkît, 9, 10, Ezân, 18)

Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine bırakmak (ibrâd) mustehab sayılmıştır.
(el-Mevsilî, el-İhtiyâr, I, 38, 39; Vehbe Zuhaylî, İslam Fıkhı Ans. C. I, Sf: 508)


3-) İkindi Namazının Vakti:


İkindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. İkindi vakti; çoğunluk muctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe'ye göre ise, iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devâm eder. Zirâ;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Güneş batmadan önce, ikindi namazından bir rekata yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir" buyurmuştur.

(Mâlik, Muvatta', Vukût, 5; Ebû Dâvûd, Salât, 5; İbn Mâce, Salât, 2; İbn Hanbel, II, 236, 254)

Çoğunluk muctehidlere göre, ikindi namazını güneşin sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bu vakitte kılınan namaz münâfıkların namazıdır. Münâfık oturup güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu) zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekat kılar, Allah'ı çok az anar" buyurmuştur.
(Mâlik, Muvatta', Kurân, 46)

İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Kur’ÂN-ı Kerim'de sözü edilen "orta namaz", ikindi namazıdır. Delil, Âişe (r.anhâ)'nin naklettiği şu hadistir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namazlara devâm edin, orta namaza da devâm edin" (Bakara, 238) âyetini okudu. "orta namaz ise ikindi namazıdır" buyurdu.

(Ebû Dâvûd, Salât, 5; Ibn Hanbel, V, 8; Ibn Kesîr, Muhtaşaru Tefsirî Ibn Kesîr. thk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut 1981, I, 218).

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Resim---“Hâfizû alâ’s- salavâti ve’s- salâti’l- vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).: Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun.”
(Bakara 2/238)

4-) Akşam Namazının Vakti :

Akşam namazının ilk vakti konusunda muctehidlerin (icmâ’ ile) ittifakı olsa da, son vakti konusunda ihtilaf bulunmaktadır.
Akşam namazının (ilk) vakti güneşin yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar.
Hanefî, Hanbelî ve Şafiî'nin eski mezhebine göre akşam vakti şafağın kaybolma zamanına kadar uzanır.
Dayandığı delil:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Akşam vakti şafak kayboluncaya kadardır." buyruk hadisidir.
(Bu hadisi Muslim Abdullah b. Amr'dan rivâyet etmiştir. es-San'ânî, Subulu's-Selâm: 1, 106)

İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ile Hanbelî ve Şafiîlere göre, şafak kırmızı olan şafaktır. Çünkü İbni Ömer şöyle demiştir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır." buyurmuştur.

(Bu hadisi Darâkutnî rivâyet etmiş olub, İbni Huzeyme sahih demiştir. İbni Huzeyme'den onu ibni Ömer'e mevkuf kılmışlardır. Hadisin tamamı şöyledir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şafak kaybolunca yatsı namazının vakti girer." buyurmuştur.
(İbni Huzeyme sahihinde, ibni Ömer hadisini merfu olarak şöyle tahric etmiştir.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Akşam namazının vakti şafağın kırmızılığı gidinceye kadardır." buyurmuştur.

(Subulus-Selâm, 1, 114. Nevevî, sahih olan bu hadisin ibni Ömer'e (r.anhuma) mevkuf olduğudur, demiştir.)

İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre, şafak âdette kırmızılıktan sonra ufukta devâm eden beyazlıktır. Bu beyazlıktan sonra devâm eden siyahlık ortaya çıkar. İki şafak arasında üç derecelik bir fark vardır. Bir derece ise dört dakikadır.

İmam Ebu Hanife'nin dayandığı delil , Peygamber (aleyhisselâm)'ın şu sözüdür:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Akşam vaktinin sonu ufuk karardığı zamandır." buyurmuştur.

Hadisin metni Tirmizî'nin Ebu Hurayra'dan tahriç ettiği şu şekildedir:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Akşam namazının vaktinin sonu, beyazlığın ufukta kaybolduğu zamandır." buyurmuştur.


(Akşam vaktinin kaybolması kırmızılıktan sonraki beyazlığın kaybolması iledir. Fakat bu hadis bu metin ile senet bakımından sahih değildir. (Nasbu'r- Râye: I, 230)

Ibn-i Mes'ud'un da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasulullah (aleyhisselâm)'ın bu namazı ufuk karardığı zaman kıldığını gördüm.")
Bu hadis Ebu Bekir, Aişe. Muaz ve İbni Abbas (radyallahuanhuma)'tan rivâyet edilen hadistir.

Malikî'lerle, Şafiî'nin azhar (zâhir-belli) olmayan ve amel edilen yeni mezhebine göre:
Akşam vakti, abdest alıp avrat yerini örtecek elbiseyi giyinip ezân ve kâmet okuyup beş rekât namaz kılncaya kadar devâm eder. Yani, akşam vakti dar bir vakit olub, akşam namazını yukarıda anlatılan şekilde kıhncaya kadar devânı eder. Çünkü Cebrâil (aleyhisselâm), Peygamber (aleyhisselâm)'a namaz vakitlerini öğrettiği iki günde akşam namazını tek bir vakitte kıldırmıştır. Nitekim bu hususu daha önce geçen Câbir hadisinde açıklamıştık. Eğer akşam namazının başka bir vakti olsaydı Peygamber (aleyhisselâm) diğer namazları açıkladığı gibi, onu da açıklardı.

Bu görüş şu şekilde reddedilmiştir:
Cebrâil (aleyhisselâm) sadece tercih edilen vakti açıklamıştır. Buna da fazilet vakti denilmektedir. Câiz olan vakit ise, munâkaşa konusudur. Hadiste bu munâkaşa konusu olan vakte değinilmemiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

5-) Yatsı Namazı Vakti:

Hanefî'lerde fetvâ verilen görüş ile diğer mezheblere göre yatsı vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar, fecr-i sadık'ın doğmasından hemen önceki zamana kadar devâm eder. Bu görüşün dayandığı delil, daha önce geçen İbni Ömer'den rivâyet edilmiş olan şu hadis-i şeriftir:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca namaz kılmak farz olur." buyurmuştur.

(es-Sanânî, Subûtus-Selâm, I,114)

İkinci delil de Muslim'de rivâyet edilen Ebu Katade hadisidir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Uyku hâlinde kusur yoktur. Kusur ancak, diğer namazın vakti girinceye kadar namazı kılmayandadır," buyurmuştur.

(Muslim, Mesâcid, 311)

Bu hadis-i şerif, sabah namazı dışında her namazın vaktinin diğer namaz vakti girinceye kadar devâm ettiği konusunda açıktır. Sabah namazı ise, bu umumi hükümden icma ile tahsis edilmiş, istisnâ edilmiştir. Fakat yatsı namazı için tercih edilen vakit, gecenin üçte biri yahut yarısı geçinceye kadar devâm eder. Bunun dayandığı delil Ebu Hurayra hadisidir:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ummetime zorluk vermesem, yatsı namazını gecenin üçte birine, yahut yarısına kadar te’hir etmelerini emrederdim." buyurmuştur.
(Sahih: Musned, 11/245, H. no: 7335; Mâlik, Taharet, 114-115 (Yatsı namazının geciktirilmesi ile ilgili kısmını nakletmez); Abdurrazzâk, 1/555-556, H. no: 2106-2107; Buhârî, Cum'a, 8; Savm, 27; Temennî, 9; Muslim, Taharet, 42; Ebû Dâvud, Taharet, 25, H. no: 46; Tirmizi, Taharet, 18, H. no: 22; Darimî, Salât, 168, H. no: 1492-1493; Vudû', 18, H. no: 689; Nesâî, Taharet, 6, H. no: 7; es-Sunenu'l-kubrâ, 1/64, H. no: 6; 11/196, H. no: 3035; fi/197, H. no: 3039; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1/155, H. no: l787; Îbnu'l-Cârûd, s.27, H. no: 63; İbn Huzeyme, 1/73, H. no: l40; Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, 1/43-44; İbn Hıbbân, III/351, H. no: 1068; IV/399, H. no: l531; IV/406, H. no: 1540; Ebû Avâne, 1/163, H. no: 474; Taberânî, el-Mu'cemu'l-evsat, 11/57, H. no: 1238; VII/253, H. no: 7424; Ebû Ya'lâ, XI/229, H. no: 6343; Bezzâr, 11/121, H. no: 478; Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, 1/35, 37, H. no: 144, 153-154)

Enes hadisinde de şöyle denilmekledir:
"Peygamber (aleyhisselâm) yatsı namazını gecenin yarısına kadar te’hir etti, sonra yatsı namazını kıldı."

(Bu hadisi Ahmed, İbni Mace ve Tirmizî rivâyet etmiş olup sahih demişlerdir. Neylu'l-Evtâr, II, 11)

İbni Amr hadisi de şöyledir:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Yatsı namazının vakti gecenin yarısına kadardır." buyurmuştur.

(Buharî ile Muslim, Ebu Dâvud, Ahmed, Muslim ve Neseî, Neylu'l-Envâr, I, 306)

Aişe (r.anha) hadisinde de şöyle denilmektedir:
"Peygamber (aleyhisselâm) bir gece, yatsı namazını geciktirdi. Mescid ehli uyumuştu. Sonra çıkıp namaz kıldı ve şöyle buyurdu: "Eğer ummetime zorluk vermesem, bu vakit yatsı namazının vaktidir."

(el-Lubâb, I, 61 vd.; Fethu'l-Kadîr ve İnaye, I, 56 vd)

Bu hadis-i şerif yatsının namazının muhtar olan vaktinin gece yarısından sonraya kadar uzadığına işaret ediyorsa da, gecenin ekserisi değil büyük bir kısmı murad edilmiştir şeklinde te’vil olunmaktadır.
(Vehbe Zuhaylî, İslam fıkhı Ans. C. 1, Sf: 391 - 396)

Yatsı Namazının Efdal Vakti:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Namazın ilk ve son vakti vardır;
Öğlenin ilk vakti güneş (zevâlden batıya) meylettiğinde (başlar) ve ikindi vakti girdiğinde sona erer.
İkindinin ilk vakti kendi vaktinin girmesiyle başlar ve güneş sararıncaya kadar devâm eder.
Akşamın ilk vakti güneş battıktan sonra başlar ve ufuk (şafak) kayboluncaya kadar devâm eder.
Yatsı namazının ilk vakti şafağın kaybolmasıyla başlar ve gece yarısına kadar devâm eder.
Sabahın ilk vakti fecrin çıkmasıyla başlar ve güneşin doğmasıyla sona erer."
buyurmuştur.
(Ebû Hurayra'dan (Radiyallahu anh); Sahih: Musned, 11/232, H. no: 7172; Tirmizî, Salât, 2, H. no: 151. Tirmizî, hocası Buhâri'den şu görüşü nakleder: "Namaz vakitleri konusunda A'meş'in Mucâhid'den naklettiği hadis, Muhammed b. Fudayl'in A'meş kanalı ile naklettiği rivâyetten daha sahihtir. Muhammed b. Fudayl hata etmiştir." İbn Ebî Hatim, 1 / 101, Trc. no: 273); Bennâ hadisi Hâkim'e de nisbet eder ve isnadının sahih olduğunu söylediğini nakleder. Ayrıca İbnu's-Seken'in de Sahih'ine aldığını ifade eder. (Bulûğu'l-emânî, H / 243)

Nesâî'nin rivâyeti de şöyledir:
Nesai, Mevâkît, 6, H. no: 502; Tahâvî, «Şerhu meâni'l-âsâr, 1/89; Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, 1/375-376; İbn Hazm, Muhatta, 111/168 (Hadisi tenkid edenleri sert bir dille eleştirir.) Zeylâî, Nasbu'r-râye, 1/231;
(İbnu'l-Cevzî Tahkîk isimli eserinde (1/279) eleştirilere cevâb verir. Ahmed Muhammed Şâkir ise hem Musned Tahricinde, hem de Tirmizî Şerhinde zedeleyici derecede olmayan bu ta'lilleri değerlendirir ve tercihini şu şekilde ifade eder: Musned veya mevkuf rivâyetler muttasıl merfu rivâyeti teyid eder. Hadiste hiçbir ta’lil söz konusu olamaz”)


Not : (Rivâyetteki “son vakti” lafzı anlaşılması için “...sona erer” şeklinde terceme edildi. Tirmizi’deki akşam namazı vaktiyle ilgili rivâyette ufuk yerine şafak lafzı bulunmaktadır.
(Tirmizi , Salat , 114)

Bu rivâyetlerden Rasulullah’ın eğitim yönünün mükemmelliği ve her kişiye anlayacağı şekilde açıklaması göze çarpmaktadır:
1-) Namaz vakitlerini tesbit etmek, herhangi bir teknik âlet ve donanıma gerek kalmaksızın normal araştırmayla bulunabilir; tabiat olayları ile tesbit edilen vakitler İslamın ne kadar tabii bir din olduğunu göstermektedir.
2-) Namazı ilk vakitte kılmak efdaldir, ancak geciktiren kişi son vaktini de bilmelidir.
3-) Bazı namaz vakitlerinde farklı rivâyetler bulunmaktadır; ikindi ve yatsı namazı gibi. Yatsının vakti konusunda ilk, orta ve son yarısında kılınmasına cevâz verilmiş, ancak hangi vakitte kılmak efdaldir;
a-) Hanefîlerde bu konuda farklı görüşler vardır: Gecenin ilk üçte birinde, son üçte birinde kılmak efdaldir.
b-) Şafiilerde ve Hanbelilerde iki görüş vardır: Gecenin ilk üçte birinde veya yarısında kılmak efdaldir.
c-) Mâlikîlerde ise gecenin ilk üçte birinde kılmak efdaldir.

(İmam Muhammed, Asl, I/ 146-147; Şafii, Umm, I/89-93; Şirazi, Muhezzeb ,I/51,53; Serahsi, Mebsut, I/297; Desuki, Haşiye, I/175-178; İbn Kudame, Muğni, I/393-394, 397-398)
(İmam Ahmed b. Hanbel, El-Musned, el-Fethu’r- Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 4/10-11)


Resim---Ebu Seleme (b. Abdurrahman)'dan, İbn Ömer (Radıyallahu anhumâ,) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namazınızla ilgili bir kavramı kullanmada bedevîler size galib gelmesin! Dikkat edin, o yatsıdır! Bedevîler gece karanlığı vaktine kadar deve ile kalır, ya da ondan gece karanlığı vaktinde ayrılırlar. Onlar deve sütü sağmakla meşgul olub gece vaktine kadar geciktikleri için yatsıya ateme (gece) derler." buyurmuştur.

Bedevîler sosyal ihtiyaçları nedeniyle vakitlerle ilgili isimleri farklı kullanıyorlardı. Meselâ, akşama ışâ (yatsı) ve yatsıya ateme (gece) diyorlardı. Rasûlullah bu kelimelerin ibâdet kavramlarını değiştirmesi ve kavram kargaşasına götürmesi endişesiyle bazı uyanlarda bulunmaktadır. (Ateme , geciktirmek anlamındadır. Bedevîler develeri ve süt sağımı ile meşgul oldukları için yatsı namazını bu vakte kadar geciktiriyorlardı. İmam Halil'e göre ateme, gecenin ilk üçte bîridir.
(Râzî, Muhtâru's-Sıhâh, 412)

Ancak ışâ (yatsı) kullanımı yaygınlaştıktan sonra ateme kullanımına cevâz verildiğini belirten âlimler de bulunmaktadır ki bu noktada delilleri sahabeden bazılarının kullanımıdır. Doğrusunu Allah bilir.
(İbn Abdilber, Temhîd XXII/14)

Yatsı namazından sonra gece sohbetinin cevâzında ihtilâf edildi; Bir kısmı mekruhtur derken, diğerleri câizdir dedi. İki farklı görüşün cem’ edilmesi mümkündür;
a-) Yatsı namazından sonra gece sohbeti mekruhtur.
b-) Ancak zâruret ya da hayırlı bir iş yapma durumu varsa câizdir, bu konuda ruhsat/izin, müsaade vardır.

(İbn Hacer, Fethu'l-Bâri 11/49; Mubârekpûrî, Tuhfetu 'l-ahvezî 1/436; Bennâ, age,, 11/273)

Yatsı Namazını gecenin üçte biri ya da yarısına kadar geciktirmek mustehabdır.
(İmam Ahmed b. Hanbel, El-Musned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 4/68-69)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen kulihvani »

f. Niyet:

İbâdeti diğer alışkanlıklardan ayırmak ve namazı ALLAH celle celâlihu rızası için kılmak üzere kalb ve düşüncenin yönelişine niyet denir. Namaz vakitleri içinde aynı cins ibâdet birden çok yapılabildiği için, kılınacak namaz çeşidi belirlenerek niyet etmek şarttır. Kur’ân'da şöyle buyurulur:

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
Resim---“Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmû’s- salâte ve yu’tû’z- zekâte ve zâlike dînu’l kayyimeh (kayyimeti).: Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur.”
(Beyyine 98/5)

Hz. Ömer'in naklettiği şu hadis, niyet konusundaki genel prensibi oluşturur:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller niyetlere göredir. Herkes niyet ettiği şeyi görecektir" buyurmuştur.

(Buhârî, Bedül-Vahy,I; Müslim, İmâre,155; Ebû Dâvud, Talâk, 11).

Başka bir hadis de şöyledir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH celle celâlihu, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat sizin kalblerinize ve amellerinize bakar" buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 32; İbn Mâce, Zühd, 9; İbn Hanbel, II, 285)

G. Namazın Rükünleri:

Namazın sıhhatli olması için yapılması gereken ve namazı oluşturan ana unsurlara "rükün" denir. Namazın rükünleri altıdır.


a-) İftitah tekbiri:

Namaza başlama tekbiri olup, buna "tahrime" de denir. Yemek, içmek, konuşmak gibi namaz dışında yapılması mübah olan şeyleri bu tekbir yasakladığı işin "tahrime" adını almıştır. Tekbirin "ALLAH celle celâlihu her şeyden yücedir" anlamına gelen "ALLAHu ekber" veya bu anlamda bir zikir olması gerekir.
Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى
Resim---“Ve zekeresme rabbihî fe sallâ.: Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.”
(A'lâ 87/15)

قُمْ فَأَنذِرْ
Resim---“Kum fe enzir.: Kalk, artık inzar et (uyar).”
(Müddessir 74/2)

وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ
Resim---“Ve rabbeke fe kebbir.: Ve (O) senin Rabbin, öyleyse (O’nu) tekbir et (yücelt).” (Müddessir 74/3)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namazın anahtarı temizlik, başlaması tekbir ve bitmesi selâm iledir"buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, Tahâre, 31; Salât, 73; Tirmizî, Tahâre, III, Mevâkît, 62)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH celle celâlihu, bir kimsenin namazını, abdesti yerli yerince almadıkça, kıbleye yönelmedikçe ve sonra Allâhu Ekber demedikçe kabul etmez." buyurmuştur.
(Buhârî, Hıyel, II; Tirmizî, Tahâre, 56; İbn Hanbel, II, 318)

Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre namazda iftitah tekbiri rükün değil bir şarttır.

b-) Kıyâm:

Ayakta durmak demektir. Farz ve vâcib namazlarda ayakta durmak farzdır.
Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:


حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Resim---“Hâfizû alâ’-s salavâti ves salâti’l- vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).: Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun.”
(Bakara 2/238)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namazı ayakta kıl!" buyurmuştur.
(Buhârî, Taksîr, 19; Tirmizî, Mevâkît, 157; Ebû Dâvud, Salât, 175; İbn Mâce, İkâme, 139)

c-) Kıraat:

Okumak demektir. Farz namazların iki rek'atinde, vitir ve nâfile namazların bütün rek'atlarında bir âyet olsun Kur’ân okumak farzdır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre farz olan, uzun bir âyet veya kısa üç âyet okumaktır.
Kur’ân'da;

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyi’l- leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak (meake), vallâhu yukaddiru’-l leyle ve’n- nehâr (nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere mine’l- kur'ân (kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmu’s- salâte ve âtû’z- zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ (hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a'zame ecrâ (ecren), vestagfirûllâh (vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah'ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”
(Müzzemmil 73/20) buyurulur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazını yanlış kılan bir sahabiye namazı târif ederken;
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sonra Kur’ân-ı Kerim'den kolâyına gelen yeri oku" buyurmuştur

(Buhârî, Ezân, 95,122; Müslim, Salât, 45; Tirmizî, Salât, 110)

Hanefîler bu delillere dayanarak Fâtiha Süresi veya başka âyet okumanın yeterli olduğunu, ancak Fâtiha'yı tercih etmenin farz değil, vâcib hükmünde olduğunu söylerler. Çünkü Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'dan rivâyete göre;
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim, kendisinde Fâtihayı (ümmül-kitab) okumadığı bir namaz kılarsa bu namaz eksiktir"
(Müslim, Salât, 38, 41; Ebû Davud, Salât,132; Tatavvu ; 13; Tirmizî, Salât, 116, 166)
Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ise bu son delile dayanarak namazda Fâtiha okumayı farz olarak kabul ederler.
(İbnü'l-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 193, 205, 322 vd.; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', I,110; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 645 vd.).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »

d-) Rükû':

Eğilmek, rükû' etmek, boyun eğmek demektir. Terim olarak, namazda ellerin diz kapaklarına ermesiyle, sırt ve baş aynı seviyede olacak şekilde eğilmektir.
Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ*
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alû’l- hayre leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.” (secde âyeti)
(Hac 22/72)

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ
Resim---“Ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekâte verkeû mea’r- râkiîn (râkiîne).: Ve namazı kılın (ikame edin) ve zekâtı verin. Ve rükû edenlerle beraber rükû edin.”
(Bakara 2/43)

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---“Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ (emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ (musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye li’t- tâifîne ve’l- âkifîne ve’r- rukkai’s- sucûd (sucûdi).: Hani Evi (Kâbe'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik.”
(Bakara 2/125)

يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ
Resim---“Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn (râkiîne).: Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (Rabb'inin huzurunda huşû ile dur) ve secde et ve rukû edenlerle birlikte rukû et.”
(Âl-i İmrân 3/43)

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Resim---“İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenûllezîne yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z* zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).: Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.”
(Mâide 5/55)

وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---“Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekâne’l- beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye li’t- tâifîne ve’l- kâimîne ve’r- rukkai’s- sucûd (sucûdi).: Hz. İbrâhîm’e Beyt’in mekânını (Kâbe’nin yerini) indirdiğimiz (gösterdiğimiz) zaman: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Ve Beytim’i (Evim’i) tavaf edenler, kaim olanlar (ayakta duranlar), rükû edenler ve secde edenler için temiz tut.” (dedik).”
(Hacc 22/26)

قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَى نِعَاجِهِ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنْ الْخُلَطَاء لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَّا هُمْ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ/
Resim---“Kâle lekad zalemeke bi suâli na’cetike ilâ niâcih (niâcihî), ve inne kesîren mine’l- huletâi le yebgî ba’duhum alâ ba’dın illellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ve kalîlun mâ hum, ve zanne dâvûdu ennemâ fetennâhu festagfere rabbehu ve harre râkian ve enâb (enâbe). (SECDE ÂYETİ): (Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır." Davud, gerçekten bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rüku ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip döndü.”
(Sâd 38/24)

التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Et tâibûnel âbidûne’l- hâmidûne’s- sâihûner râkiûne’s- sâcidûnel âmirûne bi’l- ma’rûfi ve’n- nâhûne ani’l- munkeri ve’l- hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiri’l- mu’minîn (mu’minîne).: Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele.”
(Tevbe 9/ 112)

Resim---Namazını eksik kılan kimseye Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazı târif ederken: "... Sonra vücûdun sükunet (itmi'nân) bulacak şekilde rükû' yap"
(Buhârî, Ezân, 95, 122, İsti'zân, 18, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Tirmizî, Salât, 110; Nesâî, İftitâh, 7).

Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre rükû' ile ilgili âyetlerde itmi'nân'dan söz edilmemesi ve bu konudaki hadislerin de haber-i vahid kabilinden olması nedeniyle, rükûda itmi'nân (tama'nîne) farz değil, vâcibtir. Diğer mezheb müctehidleri ise bunu farı olarak kabul etmişlerdir.
(eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, II, 268; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 193; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 655 vd).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nur_umim »


e-) Sücûd *:


Secde etmek; boyun eğmek, alçak gönüllülük göstermek demektir. Terim olarak, namaz kılanın en az alnının bir kısmını ve ayaklarını toprak veya başka bir şey üzerine, yere koymasıdır. Tam secde; ellerin, dizlerin, ayakların ve burunla birlikte alnın yere konulmasıyla gerçekleşir. Kur’ân'da;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ*
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alû’l- hayre leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.”
(secde âyeti) (Hac 22/72)
buyurulur.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de namazını eksik kılan kimseye namazı anlatırken; "... Sonra vücûdun sükûnet (itmi'nân) bulacak şekilde secde et" buyurmuştur.
(Buhârî, Ezân, 95, 122; İsti'zân, 18; Müslim, Salât, 45)


f-) Ka'de-i ahîre*.:

Son oturuş demektir. Namazların sonunda "Tahiyyât"ı okuyacak (teşehhüd) kadar oturmak da namazın bir farzı, bir rüknüdür. Kur’ân-ı Kerim'de, ALLAH celle celâlihu’ya oturarak ibâdetten söz eden genel anlamlı âyetler vardır.

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---“Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.”
(Âl-i İmrân 3/191)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah b. Mes'ûd (radiyallahu anhu)'a namazı târif ederken; "Sen tahıyyâtı okuduğun veya oturuşu yaptığın zaman namazın tamam olmuştur"buyurmuştur.
(eş-Şevkânî, a.g.e., II, 298; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, I, 424)

Burada Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, namazın tamam olmasını fiile bağlamıştır. O da oturmaktır. Tahıyyâtın okunması Hanefîlere göre farz değil vâcibtir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim

Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i şerîfLerde 32 FARZ.

ResimİSLAMIN ŞARTLARI.:


5 tane olup, bir hadiste şöyle ifâde edilmiştir:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İslâm beş şey üzerinde kuruldu: ALLAH celle celâlihu'tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed'in ALLAH celle celâlihu'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek; namaz kılmak; zekât vermek; Kâbeyi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak" buyurdu.
(Buhârî, İmân, I, II; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, III; Nesâî, İmân, 13).


1-) ALLAH’a ve peygamberine iman etmek ve bu imanı açıklamak.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde şöyle buyurulur:

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِن بِاللّهِوَكَلِمَاتِهِوَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---"Kul yâ eyyuhân nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyi’l- ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne).: De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah’ın Resûl'üyüm. O ki; semaların ve arzın mülkü, O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmî, nebî, Resûl'üne îmân edin ki; O, Allah’a ve O’nun kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O’na tâbî olun ki; böylece siz, hidayete eresiniz.”
(A'râf; 7/158).


2-) Namaz kılmak.:

Kur’ân-ı Kerim'in bir çok yerinde;

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Resim---"Hâfizû alâ’s- salavâti ves salâti’l- vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).: Salâvât’a (Allah’tan gelen nurlara, namazlara) ve salât-ı vusta’ya hafîz olun (koruyun, bu namaza kesintisiz devam edin). Ve kalkın, Allah için kânitin olun (Allah’ın huzurunda huşû içinde ve saygı ile uzun süre durun)!”
(Bakara, 2/238) buyurulur.


3-) Zekât vermek.:

Kur’ân-ı Kerim'de.:

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ
Resim---"Ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekâte verkeû mea’r- râkiîn (râkiîne).: Ve namazı kılın (ikame edin) ve zekâtı verin. Ve rükû edenlerle beraber rükû edin.”
(Bakara, 2/43)

وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَّعْلُومٌ
Resim---"Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma’lûm (ma’lûmun).: Ve onlar, mallarında belirli bir hak bulunanlardır.”
(Meâric, 70/24)

لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Resim---"Lis sâili ve’l- mahrum (mahrûmi).: isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için”
(Meâric, 70/25) buyurulur.


4-) Haccetmek.:

Müslüman, ergin, akıllı, hür, yeterli vakte sahib, sağlıklı, gidiş-geliş sûresi içinde yol masrafı ile kendisinin, eş ve çocuklarının geçimi temin edilen kimselere, ömründe bir defa hac farzdır.

Kur’ân-ı Kerim'de.:


فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---"Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm (ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ (âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccu’l- beyti menistetâa ileyhi sebîlâ (sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun ani’l- âlemin (âlemîne).: Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc’a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt’in hac edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim inkâr ederse, artık muhakkak ki Allah, âlemlerden ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir).”
(Âl-i İmrân, 3/97)


5-) Oruç tutmak.:

Ergin, akıllı her müslümanın üzerine Ramazan orucu farzdır. Kur’ân-ı Kerim'de;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû kutibe aleykumu’s- sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).: Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.”
(Bakara, 2/183).

Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

ABDESTİN FARZLARI.:

Abdest üç organı su ile yıkamak ve başı meshetmekten ibaret bir temizliktir.
Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide, 5/6).

Abdestin farzları dörttür.:

1-) Yüzü yıkamak.:
Tüy bitimi ile çene altı ve iki kulak arasında kalan yüzü bir defa yıkamak farzdır.

2-) Elleri yıkamak.:

Dirseklerle birlikte kolları yıkamak gerekir.

3-) Başa meshetmek.:
Başın dörtte birini meshetmek gerekir. Bazı bilginler başın çok az bir kısmının, hattâ saçın bir iki telini meshetmenin yeterli olduğunu söylerler.

4-) Ayakları yıkamak.:
Topuklarla birlikte iki ayağı yıkamak gerekir.

Kur’ân-ı Kerim'e el sürmek, namaz kılmak ve Kâbe'yi tavaf etmek için abdestli bulunmak şarttır..

Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

GUSLÜN FARZLARI.:

Cünübün, hayız ve nifâsı kesilenin boy abdesti alması farzdır. Guslün farzları üçtür.

Kur’ân-ı Kerim'de.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumu’n- nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide, 5/6).

1-) Ağzı yıkamak (mazmaza*).:

Boy abdestinde ağız ve burun yüzden sayılır.

Mazmaza: Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak.

2-) Burnu yıkamak (istinşak).:

İstinşak: Abdest veyâ gusül esnâsında burun'a (üç defa) su çekmek. * Şiddetle koklamak, koklatmak.

3-) Bütün vücudu yıkamak.:

Vücud hiç bir yeri kuru kalmayacak şekilde yıkanmalıdır. Saç diplerine suyun ulaşması yeterli olup, kadınların uzun olan saç örgülerini çözmeleri gerekmez.
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

TEYEMMÜMÜN FARZLARI.:

Su bulunmadığı veya bulunup da kullanma imkânı olmadığı zaman temiz toprak veya kum ve kerpiç gibi toprak cinsinden bir şeye ellerini sürüp yüzü ve kolları mesh etmeğe teyemmüm denir. Teyemmüm abdest ve gusül yerine geçer.
Kur’ân-ı Kerim'de;


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumu’n- nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide, 5/6).

Teyemmümün farzı ikidir.:

1-) Niyet etmek.
2-) Elleri toprağa veya toprak cinsinden bir şeye iki kere vurup, yüzü ve kolları meshetmek.

Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim NAMAZIN ŞARTLARI.:

Namazın dışında kalan, fakat namaz kılabilmek işin mutlaka yapılması gereken şeye "şart" denir.
Namazın şartları 6 tanedir.


1-) Hadesten temizlenmek.:

Abdestsizlik, cünüplük, âdet veya lohusa hâlinde bulunmaya "hades" denir. Abdest veya boy abdesti almak sûretiyle hadesten temizlenme meydana gelmiş olur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ilâ’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilâ’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minhu, mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
(Mâide 5/6).

2-) Necâsetten temizlenmek.:

Vücutta, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan pisliği (necâseti) temizlemek gerekir. Bu, namaz kılabilmek için bir ön şarttır.

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
Resim---"Ve siyâbeke fe tahhir: Ve elbiseni artık (onu) temiz tut.”
(Müddessir 74/4)
(Bknz.ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1985, I, 871).

3-) Setru'l- avret.:

Bakılması haram olan yerleri örtmek demektir. Avret yerleri, erkekte göbekten diz kapağına kadar (diz kapağı dahil); kadınlarda el, yüz, ayakları hariç bütün vücuttur. Âyette şöyle buyurulur:

يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Resim---"Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbu’l- musrifîn (musrifîne).: Ey Âdemoğulları! Bütün mescidlerde ziynetlerinizi alınız. Yeyiniz ve içiniz. Ve israf etmeyiniz. Muhakkak ki O, müsrifleri sevmez.”
(A'râf 7/31)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "ALLAH celle celâlihu hayız görecek yaştaki kadının namazını baş örtüsüz kabul etmez"
(eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 2/67);

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ey Esmâ, kadın hayız görecek çağa gelince onun şu şu yerleri dışındaki vücudunun görülmesi uygun olmaz.” Buyurdu. Hz. Peygamber, yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti"
(ez-Zeylaî, Nashu'r-Râye, I, 299)

4-) İstikbâl-i kıble.:


Namazda kıbleye yönelmek demektir. Kur’ân-ı Kerim'de;

قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---"Kad nerâ tekallube vechike fî’s- semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatra’l- mescidi’l- harâm (harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah (şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn (ya’melûne).: Biz, senin (ilâhi emri bekleyerek), yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı (hoşnut) olacağın kıbleye döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap verilenler, bunun Rab’lerinden bir hak (gerçek) olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.”
(Bakara, 2/144) buyurulur.

5-) Vakit.:


Vakit girmeden namaz farz olmaz. Bu bakımdan namaz vakitlerinin belirlenmesi önemlidir. Farz namazların vakitleri bir hadiste şöyle ifâde edilmiştir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sabah namazının vakti, ufukta güneşin kenarının belirmesinden hemen öncesine kadardır; öğlen namazının vakti, güneşin, gökyüzünün ortasından sağa kaymasından itibaren başlar; ikindi oluncaya kadar sûrer. İkindinin vakti, güneş sararıp çemberi tamamen ufukta görünmez oluncaya kadardır. Akşamın vakti, güneşin batmasından, şafak'ın kaybolmasına kadar sûrer. Yatsının vakti de gece yarısına başka bir rivâyette tan yeri ağarıncaya kadardır" buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid, 31)

Vitir namazı da yatsı namazının vakti içinde ve bu namazdan sonra kılınır.
(İbn Hanbel, Müsned, VI, 7)

6-) Niyet.:

İbâdeti diğer alışkanlıklardan ayırmak ve namazı ALLAH celle celâlihu rızası için kılmak üzere kalb ve düşüncenin yönelişine niyet denir. Namaz vakitleri içinde aynı cins ibâdet birden çok yapılabildiği için, kılınacak namaz çeşidi belirlenerek niyet etmek şarttır. Kur’ân'da şöyle buyurulur:

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
Resim---"Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehu’d- dîne hunefâe ve yukîmû’s- salâte ve yu’tû’z- zekâte ve zâlike dînu’l- kayyimeti.: Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.”
(Beyyine 98/5).
Hz. Ömer'in naklettiği şu hadis, niyet konusundaki genel prensibi oluşturur:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller niyetlere göredir. Herkes niyet ettiği şeyi görecektir"
(Buhârî, Bedül-Vahy,I; Müslim, İmâre,155; Ebû Dâvud, Talâk, 11)

Resim---Başka bir hadis de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH celle celâlihu, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat sizin kalblerinize ve amellerinize bakar" buyurdu.

(Müslim, Birr, 32; İbn Mâce, Zühd, 9; İbn Hanbel, II, 285)
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim NAMAZIN RÜKÛNLERİ.:

Namazın sıhhatli olması için yapılması gereken ve namazı oluşturan ana unsurlara "rükûn" denir. Namazın rükûnleri altıdır.

1-) İftitah tekbiri.:

Namaza başlama tekbiri olup, buna "tahrime" de denir. Yemek, içmek, konuşmak gibi namaz dışında yapılması mübah olan şeyleri bu tekbir yasakladığı işin "tahrime" adını almıştır. Tekbirin "ALLAH celle celâlihu her şeyden yücedir" anlamına gelen "ALLAH celle celâlihuu ekber"veya bu anlamda bir zikir olması gerekir. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى
"Ve zekeresme rabbihî fe sallâ: Ve (o nefsini tezkiye eden) Rabbinin İsmi’ni zikretti ve de namaz kıldı.” (A'lâ, 87/15);

قُمْ فَأَنذِرْ
"Kum fe enzir.: Kalk, artık inzar et (uyar).” (Müddessir 74/2)

وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ
"Ve rabbeke fe kebbir.: Ve (O) senin Rabbin, öyleyse (O’nu) tekbir et (yücelt).” (Müddessir 74/3)
Hadis-i şeriflerde şöyle buyurulur:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namazın anahtarı temizlik, başlaması tekbir ve bitmesi selâm iledir" buyurdu.
(Ebû Dâvud, Tahâre, 31; Salât, 73; Tirmizî, Tahâre, III, Mevâkît, 62)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH celle celâlihu, bir kimsenin namazını, abdesti yerli yerince almadıkça, kıbleye yönelmedikçe ve sonra Allâhu Ekber demedikçe kabul etmez" buyurdu.
(Buhârî, Hıyel, II; Tirmizî, Tahâre, 56; İbn Hanbel, II, 318).

Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre namazda iftitah tekbiri rükûn değil bir şarttır.


2-) Kıyâm.:

Ayakta durmak demektir. Farz ve vâcib namazlarda ayakta durmak farzdır. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
"Hâfizû alâ’s- salavâti ve’s- salâti’l- vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).: Salâvât’a (Allah’tan gelen nurlara, namazlara) ve salât-ı vusta’ya hafîz olun (koruyun, bu namaza kesintisiz devam edin). Ve kalkın, Allah için kânitin olun (Allah’ın huzurunda huşû içinde ve saygı ile uzun süre durun)!” (Bakara, 2/238)

Hadiste şöyle buyurulur;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namazı ayakta kıl!." Buyurdu.
(Buhârî, Taksîr, 19; Tirmizî, Mevâkît, 157; Ebû Dâvud, Salât, 175; İbn Mâce, İkâme, 139)


3-) Kıraat.:[/u]

Okumak demektir. Farz namazların iki rek'atinde, vitir ve nâfile namazların bütün rek'atlarında bir âyet olsun Kur’ân okumak farzdır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre farz olan, uzun bir âyet veya kısa üç âyet okumaktır.

Kur’ân-ı Kerim'de.;

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyi’l- leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meake, vallâhu yukaddiru’l- leyle ven nehâre, alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakraû mâ teyessere mine’l- kur’ânî, alime en se yekûnu minkum mardâ ve âharûne yadribûne fî’l- ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakraû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtû’z- zekâte ve akridullâhe kardan hasenen, ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayran ve a'zame ecrâ (ecren), vestagfirûllâh (vestağfirûllâhe), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur’ân okumak, zikir yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur’ân’dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah’ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah’ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O’ndan (Kur’ân’dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah’ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah’a istiğfar edin (tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.” (Müzzemmil 73/20) buyurulur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazını yanlış kılan bir sahabiye namazı târif ederken; "Sonra Kur’ân-ı Kerim'den kolayına gelen yeri oku" buyurmuştur.
(Buhârî, Ezân, 95,122; Müslim, Salât, 45; Tirmizî, Salât, 110).

Hanefîler bu delillere dayanarak Fâtiha Sûresi veya başka âyet okumanın yeterli olduğunu, ancak Fâtiha'yı tercih etmenin farz değil, vâcib hükmünde olduğunu söylerler. Çünkü;

Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'den rivâyete göre;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim, kendisinde Fâtihayı (ümmül-kitab) okumadığı bir namaz kılarsa bu namaz eksiktir"
(Müslim, Salât, 38, 41; Ebû Davud, Salât,132; Tatavvu ; 13; Tirmizî, Salât, 116, 166).

Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ise bu son delile dayanarak namazda Fâtiha okumayı farz olarak kabul ederler.
(İbnü'l-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 193, 205, 322 vd.; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', I,110; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 645 vd.).


4-) Rükû.:

Eğilmek, rükû etmek, boyun eğmek demektir. Terim olarak, namazda ellerin diz kapaklarına ermesiyle, sırt ve baş aynı seviyede olacak şekilde eğilmektir. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ*
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alû’l- hayra leallekum tuflihûn (tuflihûne). (SECDE ÂYETİ): Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.” (Hac 22/77);

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ
"Ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekâte verkeû mea’r- râkiîn (râkiîne).: Ve namazı kılın (ikame edin) ve zekâtı verin. Ve rükû edenlerle beraber rükû edin.” (Bakara, 2/43;
(Bkz. Bakara, 2/125; Âl-i İmrân, 3/43; Mâide, 5/55; Hac, 22/26; Sâd, 38/24; et-Tevbe, 9/ 112).

Namazını eksik kılan kimseye Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazı târif ederken: "... Sonra vücûdun sükunet (itmi'nân) bulacak şekilde rükû yap!" buyurdu.
(Buhârî, Ezân, 95, 122, İsti'zân, 18, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Tirmizî, Salât, 110; Nesâî, İftitâh, 7).


Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre rükû ile ilgili âyetlerde itmi'nân'dan söz edilmemesi ve bu konudaki hadislerin de haber-i vahid kabilinden olması nedeniyle, rükûda itmi'nân (tama'nîne) farz değil, vâcibtir.
Diğer mezheb müctehidleri ise bunu farı olarak kabul etmişlerdir.
(eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, II, 268; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 193; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 655 vd).


5-) Sücûd *.:

Secde etmek; boyun eğmek, alçak gönüllülük göstermek demektir. Terim olarak, namaz kılanın en az alnının bir kısmını ve ayaklarını toprak veya başka bir şey üzerine, yere koymasıdır. Tam secde; ellerin, dizlerin, ayakların ve burunla birlikte alnın yere konulmasıyla gerçekleşir. Kur'ÂN-ı Kerîm'de şöyle buyurulur;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ*
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alû’l- hayra leallekum tuflihûn (tuflihûne). (SECDE ÂYETİ): Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.” (Hac 22/77);

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de namazını eksik kılan kimseye namazı anlatırken; "... Sonra vücûdun sükûnet (itmi'nân) bulacak şekilde secde et!" buyurdu.
(Buhârî, Ezân, 95, 122; İsti'zân, 18; Müslim, Salât, 45)


6-) Ka'de-i ahîre*.:

Son oturuş demektir. Namazların sonunda "Tahiyyât"ı okuyacak (teşehhüd) kadar oturmak da namazın bir farzı, bir rüknüdür. Kur’ân-ı Kerim'de, ALLAH celle celâlihu’ya oturarak ibâdetten söz eden genel anlamlı âyetler vardır.:

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
"Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).: Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim İman'ın 6 Şartı:

1-) ALLAH celle celâlihu’ya İman:


Müslüman ALLAH celle celâlihu’nun tek ve benzersiz olduğuna, ALLAH celle celâlihu’nun bizleri ve canlı - cansız her şeyi yarattığına inanan kişidir. Fatiha suresinin 5. âyetinde belirtildiği gibi, sadece ALLAH celle celâlihu'ya kulluk eder ve sadece O'ndan yardım diler. "Sadece ALLAH celle celâlihu’ya kulluk etme"nin anlamı, O'nun merhametinden ümit kesmemek, azabından korkmak; ayrıca ALLAH celle celâlihu’nun hayatımızdaki tüm olayların tek belirleyicisi olduğunun bilinci ile hiçbir şeyi O'na ortak koşmamaktır. Bu basit cümlede yer alan "ortak koşmama" tanımının açılımı, maddi ve manevi anlamda hiçbir unsurun onun gücüne ortak edilmemesi şeklindedir. Örneğin, günümüzde hiç kimse parayı tanrı yerine koyup ona tapmaz. Ama para kazanmayı tek hedef yapmak, onun hayattaki her sorunu çözüp her kapıyı açacağına inanmak, bir anlamda paraya tanrısal bir boyut katmak, parayı, ALLAH celle celâlihu’nun hayatımızdaki tek belirleyici olma konumuna ortak etmektir. Buradaki para örneğinin yerine makam, şöhret, kişisel konum, siyasal çıkar, aşiret ya da milliyet gibi diğer maddi unsurları koymak mümkündür. ALLAH celle celâlihu’ya manevi anlamda ortak koşmak ise, yaşayan veya ölmüş herhangi bir kişinin aşırı sevilmesi, o kişiye duyulan sevgi ve saygının ALLAH celle celâlihu’ya olan sevgiyi bastırması ya da unutturması şeklinde olur.

Fâtiha suresinin 5. Âyetinde belirtilen:

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
"İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: (Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.” (Fâtiha 1/5)

"sadece ALLAH celle celâlihu’dan yardım dileme"nin anlamı, hayattaki kişisel başarılarının, çeşitli kişi ve kurumlar tarafından kendine sağlanan olanakların sadece ALLAH celle celâlihu’nun izni ile olduğunu bilmektir. Bu imkanların elde edilmesinde insanın kendi çabası ve özel kabiliyetleri şüphesiz önemli bir yer tutar. Ancak bu kabiliyetlerin bile ALLAH celle celâlihu’nun bir lûtfu olduğunu unutmamak gereklidir. Mü’min kişi, sahib olduğu para, ev, arsa, araba gibi tüm maddi birikimlerin gerçek sahibinin ALLAH celle celâlihu olduğunu, kendinin bu birikime sadece bekçilik yaptığını bilir. Bu bilinç onun şükretme duygusunu kaybettirmediği gibi, ona her an ALLAH celle celâlihu’nun yardımına muhtaç olduğunu da unutturmaz.


2-) Meleklere İman:

Müslüman, sayıları bize bildirilmeyen bütün meleklerin varlığına inanır. Meleklere hiçbir irade gücü verilmediği için, onların tek görevi ALLAH celle celâlihu’ya ibâdet etmek ve O'nun emirlerini anında yerine getirmektir. Ateşten yaratılan melekler, ALLAH celle celâlihu’nun dilemesi sonucu, insanlar tarafından görünememe özelliğine sahibtirler. Bu, onların insanları gözetleme ve onları imtihan etme fonksiyonlarına da uygun bir özelliktir. Meleklerin sadece küçük bir bölümü bizlere ismen bildirilmiştir:
Azrâil, Cebrâil, Mikâil ve İsrâfil, dört büyük melek olarak anılır. Azrâil, ölüm meleği olarak bilinir ve son nefesini verecek kişilerin canını alır. Cebrâil peygamberlere mesaj getiren, Mikâil yağmur, kar, rüzgar gibi tabiat olaylarını yöneten, İsrâfil ise kıyamet günü Sûr denen boruyu üfleyecek olan melektir.

Kiramen Kâtibin, her an her insanın yanından olan, insanların yaptığı olumlu ve olumsuz bütün işleri amel defterine yazan meleklerdir. Ancak bir günah işlendiğinde hemen yazmayıp üç saat beklerler. Günah işleyen kişi bu sûre içinde pişman olup tövbe ederse (ve bu tövbe ALLAH celle celâlihu tarafından kabul görürse) o günahı yazmaz, aksi halde yazarlar. Amel defterinin bir özelliği de, mahşer gününde günahlarına itiraz edenlere bir belge olarak gösterilecek olmasıdır.
Hafaza (muhafaza) melekleri, insanları görünen ve görünmeyen kazalardan koruyan meleklerdir. İnanan ve inanmayan bütün insanlara yönelik bu koruma fonksiyonu, sadece ALLAH celle celâlihu’nun izni sûresince gerçekleştirilir. ALLAH celle celâlihu’ya asi olma, ya da ahlaki düşüklük, içki, zina, kul hakkı yeme gibi büyük günahları işleme durumunda bu koruma fonksiyonu kaldırılabilir.


3-) Kitablara İman:

Müslüman, ALLAH celle celâlihu tarafından değişik peygamberlere sayfalar şeklinde indirilen küçük kitabçıkların yanı sıra, Hz. Davud aleyhisselâm'a gönderilen Zebur, Hz. Musa aleyhisselâm'a gönderilen Tevrat ve Hz. İsa aleyhisselâm'a gönderilen İncil'in varlığına ve doğruluğuna inanır. Ama sadece Hz. Muhammed aleyhisselâm'a gönderilen Kur’ân-ı Kerim'e iman eder. Çünkü diğer üçü (aslı kaybolduğu için) hem insanlar tarafından değiştirilmiş, hem de her yeni kitab, bir öncekinin geçerliliğini ortadan kaldırma gayesiyle indirilmiştir. Bu sebeple, son kitab oluşu ve tek kelimesi bile değişmeden günümüze gelişi, Kur’ân-ı Kerim'i tek iman kaynağı yapmıştır. Müslüman, Kur’ân-ı Kerim'in içindeki hükümlerle emirlerin tamamına inanmak ve bunların hem günümüzde, hem de gelecekte uygulanabilir olduğunu kabul etmek zorundadır. Mü’min kişiye, Kur’ândaki kesin (muhkem) hükümler konusunda yorum yapma (te’vil) yetkisi verilmemiştir. Kesin olmayan (müteşabih) bazı hükümlerin çeşitli tefsirlerde yer alan yorumlarındaki doğruluk veya hata sorumluluğu ise tamamen yazara ve ona inanan kişilere aittir. Yani filan hocanın bir âyeti yanlış tefsiri ve yorumlaması, onun sözlerine güvenip ona uyan insanları kişisel sorumluluktan kurtarmaz.

4-) Peygamberlere İman:

Müslüman, ilk insan Hz. Âdem aleyhisselâm ile bizim peygamberimiz Hz. MuhaMMed aleyhisselâm arasında gönderilen ve sayıları tam olarak bildirilmeyen bütün peygambere inanır. Elbette hayatını örnek aldığı ve emirlerini uyguladığı kişi, son peygamber oluşu sebebiyle, sadece Hz. MuhaMMed aleyhisselâm'dır. Her Müslüman örnek aldığı bu kişinin hayatını, en az çağdaş bir yazarın, şâirin ya da liderin hayatı kadar bilmek, kendi yaşantısını bu hayat tarzına uydurmaya çalışmak, en önemlisi de Hz. MuhaMMed'i herkesten ve her
şeyden çok sevmek zorundadır. Çünkü peygamberi ilgilendiren bu "bilme, uyma ve sevme" işlemi, ALLAH celle celâlihu tarafından Kur’ân-ı Kerim'in pek çok yerinde bize iletilen ilâhi bir emirdir.


5-) Âhiret Gününe İman:

Müslüman âhiret gününe, öldükten sonra tekrar dirileceğine ve bu dünyada yaptıklarından dolayı mahşer gününde hesaba çekileceğimize inanır. Bu inanç, yaşantısı sûresince Müslüman'ı kötülük yapmaktan, haram işlemekten ve kul hakkı yemekten koruyan en önemli duygudur.

6-) Kaza ve Kadere İman:


Müslüman kaza ve kadere, bu dünyada başına gelen bütün iyilik ve kötülüklerin sadece ALLAH celle celâlihu’nun emriyle olduğuna inanır. (Kaza ve kader konusu "Müslüman Olmanın Mantığı" adlı bölümde geniş şekilde açıklanmıştır.)

Resim

Okunuşu:

Amentü billahi ve melâiketihi, ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi, hayrihî ve şerrihi mina'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevt.
Eşhedü en lâ ilâhe illAllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühü.


Anlamı:

Ben Allâh-ü Te'âlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere ; hayır ve şerrin
Allâh-ü Te'âlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şahâdet ederim ki,
Allâh-ü Te'âlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şahâdet ederim ki, Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O'nun
kulu ve peygamberidir.

Peygamberimiz aleyhisselâmın hadislerine dayanılarak "Amentü" olarak da adlandırılan bu temel İslamî manifestoya beyni ve kalbi ile inanıp uygulamayan kişi, diğer tavırları, konumu ve kişiliği ne olursa olsun, İslam çemberi içinde yer alamaz.

"Canım, biz de Müslüman'ız!" gibi sözlerle de ancak kendini veya çevresini kandırır. Çünkü İslamiyet söze dayalı bir inanış şekli değil, kendi yaşayış biçimine ve ibâdet tarzına sahib bir inanç sistemidir. Öyle ki, Müslüman kişinin uyması gereken kurallar içinde İmanın 6 şartından hemen sonra anılan "İslam'ın 5 şartı"ndan sadece biri söze dayalıyken, diğerleri malı ve bedeni çabayı gerektiren ibâdet şekilleridir. Zâten İslam inancını, insan ruhunu aydınlatan bir kandile benzeten din âlimleri, ibâdetleri de, o kandili rüzgardan koruyan birer fanus (koruyucu cam) olarak nitelemişlerdir..


Amentü Hadisini Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem çeşitli hadislerinde BUyurup DUYurmuştur:


Amentü, İslâm dininin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade eden terimdir. Arapça'da âmene fiilinin birinci tekil şahsı olan ve “inandım” mânasına gelen âmentü, Kur'an'da üç yerde, söz sahibinin imanını açıklarken kullandığı bir ifade olarak geçer.(bk. Yûnus Suresi, 190; Yâsîn Suresi, 36-25; Şûrâ Suresi, 42/15.)
Şûra sûresinde doğrudan doğruya Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'e “âmentü” demesi emredilir. Buna dayanarak âmentünün Kur'an'da yer alan bir terim olduğunu söylemek mümkündür.
“Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakk eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh” “Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.” şeklinde sıralanan ve mü'menün bih olarak da adlandırılan itikadı esasların hepsi âmentü terimiyle ifade edilir.
Âmentü'de sıralanan ve Ehl-i sünnet inancına bağlı herkesin kabul etmesi gereken bu iman esasları Kur'an'da çeşitli ifadelerle yer almıştır. Bir yerde müminin vasıfları olarak Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba (Kur'ân'a) ve peygamberlere iman şeklinde sıralanırken (bk. Bakara Suresi, 2/177.) başka bir yerde müminlere “Allah'a, peygamberine (Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem 'e), peygamberine indirdiği kitaba (Kur'an'a) ve önceden indirdiği kitaba iman etmeleri emredilir. (bk. Nisâ Suresi, 4/136.) Buna karşılık Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr edenin koyu bir sapıklık içinde olduğu belirtilir.(bk. Nisâ Suresi, 4/136.) Bu âyetlerde değişik şekillerde sıralanan iman esasları Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve âhirete iman olmak üzere beş ilkede toplanmış ve geleneksel âmentü metninde bulunan kader, yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğu inancı bunlar arasında zikredilmemiştir.

Âmentüdeki iman esaslarının sayısı ve muhtevası hadislerde de farklıdır. Buhârinin rivayet ettiği Cibril hadisinde, “İman nedir?” sorusuna, “Allah'a, meleklerine, Allah'ın görüleceğine, peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye inanmandır.” (Buhârî, “İmân”, 37.) cevabı verilerek sayılan beş değişik esas arasında da kader zikredilmediği halde (İbn Hanbel (Müsned, I, 21.) Müslim (“İmân”, 1.) Tirmizî (“İmân”, 4.) İbn Mâce (“Mukaddime”, 9.) Ebû Dâvûd (“Sünnet”, 17.) ve Nesâînin (“İmân”, 4.) rivayetlerinde “hayrı ve şerri ile birlikte kadere iman” esası diğerlerine ilâve olarak zikredilir.
Tirmizî'nin diğer bir rivayetine göre Hz. Peygamber (sav), “âmentü” lafzıyla başlayan bir hadisinde (Fiten, 63.) “Ben Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve âhiret gönüne inandım.” demiştir. Bu hadiste de iman esaslarının yine beş noktada toplandığı ve Kur'an'da olduğu gibi burada da İman esaslarını formülleştiren âmentü metninden bir kısmının eksik olduğu görülür. İman esaslarını âmentü formülünde olduğu gibi topluca konu edinen bazı âyet ve hadislerde kadere imanın yer almayışı, onun ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatları içinde mütalaa edilebilen özelliğine bağlı olsa gerektir. Yoksa Mu'tezile'nin ve günümüzdeki bazı araştırmacıların iddia ettiği gibi İslâm'da kader inancının bulunmayışından dolayı değildir. Nitekim özellikle kader inancı üzerinde duran başka âyet ve hadisler de vardır. Aslında İslâm literatüründe iman esasları “Allah'a, peygambere ve âhiret gününe iman” şeklinde önce üç (el-usûlü's-selâse). sonra kelime-i şehâdette belirtildiği üzere Allah'a ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem 'in peygamberliğine iman şeklinde iki, son olarak da Allah'a iman şeklinde (aslü'l-usûl) tek bir esasta özetlenmiştir. Bu son yaklaşıma göre Peygamber'e iman, Allah'a imana ulaşmanın yolu, âhiret de Allah'ın fiillerinden biri olduğundan Allah'a iman edilince ötekiler kendiliğinden benimsenmiş olur. İşte Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) imanı, “Allah'tan başka ilâh olmadığını tasdik etmektir.” diye tarif ederken (bk. Müslim, “İmân”, 33, Tirmizî, “İmân”, 5.) ve “Allah'tan başka ilâh yoktur, diyen cennete girer.” müjdesini verirken (bk. Tirmizî, “İmân”, 17.) bu gerçeği ifade etmiştir.
Dini bilgilerin öğretilmesinde ilk sırayı alan ve ilk devirlerden beri ögretilegelen Ehl-i sünnetin geleneksel itikad metni olan âmentünün, başta Cibril hadisi olmak üzere, Hz. Peygamber (sav)'in “İman nedir?” sorusuna verdiği değişik cevaplardan (bk. Müsned, I, 19; Tirmizî, “Kader”, 17; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 34; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9.) derlendiği anlaşılmaktadır. Zira Tirmizî'nin bir rivayetinde (“Fiten”, 63.) yer almayan kısımlar Müslim'de (“İmân”, 46, 53.) İbn Mâce'de (“Mukaddime”, 10.) ve Tirmizinin başka bir rivayetinde (“Kader”, 10.) aynı lafızlarla zikredilmektedir. İbn Hacer ve Aynî'nin Cibril hadisine yaptıkları şerhler de bu görüşü teyit etmektedir (bk. Fethu'l-bârî, I, 197; 'Ümdetul-kârî, 1, 326, 335) Âmentü klişesine akaid kitapları içinde ilk defa İmâm-ı Âzam'ın el-Fıkhü'l-ekber"ine rastlanır. (s. 1.) Daha sonra Hakîm es-Semerkandî es-Sevâdü'l-A'zam'da (s. 5.) ve özellikle Ebü'l-Leys es-Semerkandî Beyânü 'akideti'l-usûl adlı eserinde iman esaslarını âmentü biçiminde özetlemiştir. Müteahhir devirde Ubeydullah b. Muhammed es-Semerkandinin âmentüyü şerhederek (bk el-cAkîdetüz-zekiyye, vr. 2a vd.) başlattığı “âmentü şerhi” telif türü, kendisinden sonra da devam etmiştir. Âmentü öğretiminin Mâtürîdîler arasında son derece yaygın olmasında, konuyla ilgili ilk eserleri Semerkandlı âlimlerin yazmış olmalarının etkisi büyüktür. (bk. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Amentü md.)
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim İSLAM'ın 5 ŞARTI ve 54 FARZı:

İbni Ömer radıyallahu anhümâ‘dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak..” buyurdu.
(Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19–22)


Resim 1-) Kelime-i Şehdet Getirmek:

Yukarda da açıklanan Kelime-i Şehâdet, Müslüman olmanın ilk şartı olduğu gibi, Müslüman kalmanın da ilk şartıdır. Çünkü ALLAH celle celâlihu’dan başka ilâh olmadığına inanmak, dünyada hiç kimseyi ve hiçbir şeyi ALLAH celle celâlihu’dan çok sevmediğimizi ve saymadığımızı itiraf etmek demektir.

Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Üzerimizde develeri gütme işi vardı, bunu sırayla yapıyorduk. Bir gün gütme nöbeti bana gelmişti. Günün sonunda develeri kıra ben çıkarıyordum. Bir gün, nöbetimden dönüşte Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldim, ayakta halka hitabediyordu.
Söylediklerinden şu sözlere yetiştim: "Güzelce abdest alıp, sonra iki rek'at namaz kılan ve namaza bütün ruhu ve benliği ile yönelen hiç kimse yoktur ki kendisine cennet vâcib olmasın!"
Bunları işitince kendimi tutamayıp: "Bu ne güzel!'' dedim.
Bu sözüm üzerine önümde duran birisi: "Az önce söylediği daha da güzeldi!'' dedi. “Bu da kim?” diye baktım. Meğer Ömer İbnu'l-Hattâb'mış. O, sözüne devam etti: "Seni gördüm, daha yeni geldin. Sen gelmezden önce şöyle buyurmuştu: "Sizden kim abdestini alır ve bunu en güzel şekilde yapar, sonra da: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühü. :Şehâdet ederim ki Allah'tan başka El ilâh yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve Resûlüdür.." derse, kendisine cennetin sekiz kapısı da açılır; hangisinden isterse oradan cennete girer."
(Ebu Davud, Taharet 65, (169); Tirmizi, Taharet, 41, (55).


Resim 2-) Namaz Kılmak:

Mahşer gününde İmandan sonra sorulacak ilk sual olduğu için, Müslüman'ın en çok dikkat etmesi gereken ibâdet şekli olarak kabul edilir. Çünkü Kur’ÂN-ı Kerim'de namaz mü’minleri kötülükten, fenalıktan ve her türlü imanî sapmalardan koruyan önemli bir ibâdet olarak anılır.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Namaz dinin direğidir.” buyurmuştur.
(Taberanî, Beyhekî)

Bu önem sebebiyle, günde 5 vakit kılınan namazın değil terk edilmesi, vaktinde kılınmaması bile âhirette önemli cezâlara sebep olacaktır.


Resim 3-) Oruç Tutmak:

Her yıl Ramazan ayında 29 veya 30 gün tutulan oruç, Müslüman'lara nefis muhasebesi (iç hesaplaşma) yapabilme yönünde tanınan önemli bir imkandır. Ramazan ayındaki bereketin yanı sıra, sadece usulüne uygun oruç tutmak bile her Müslüman'a önemli kazançlar sağlar.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Oruç tutan mü’minin; susması tesbih, uykusu ibâdet, duası müstecab ve amelinin sevâbı da çoktur.)” buyurdu.
(Deylemî)


Resim 4-) Zekât Vermek:

En az 96 gram (Diyanet İşleri Başkanlığı'nın son hesaplamasına göre ise 80,18 gr.) altının bedeli tutarında nakit para, satılacak mal, ziynet eşyası vs.ye sahib olan kimse İslami kurallara göre zengin sayılır. Bu parayı ilk kez elde etmesinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra % 2,5 oranında zekât vermesi gerekir. Oturulan ev ve evde kullanılan kişisel eşyalar zekât hesabına katılmaz. Ancak araba ve kiraya verilen emlâkda, arabanın o günkü değeri ile emlâkın yıllık kira tutarı zekât hesabına eklenir. Zekât bedelleri cami, vakıf, dernek, okul, resmi kuruluş gibi tüzel kurumlara değil, ancak (Müslüman olan) fâkir kişilere verilir.

İbni Abbas radıyallahu anhümâ‘dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Muaz’ı Yemen’e (vali ve zekât âmili olarak) göndermiş ve ona şu tâlimâtı vermiştir: “Onları önce Allah’tan başka tanrı olmadığına ve benim, Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet getirmeye davet et. Eğer bunu itiraf ile sana itaat ederlerse, Allah’ın, onlara günde beş vakit namazı farz kıldığını açıkla. Buna da itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı Allah’ın farz kıldığını onlara bildir. ”
(Buhârî, Zekât 1, Tevhîd 1; Müslim, Îmân 29)


Resim 5-) Hacca Gitmek:

Zekât verebilen Müslümanlar, yol masraflarını karşılayacak ek birikime sahib olduklarında, kendilerine hac da farz olmuş demektir. Farz olan hac ömür boyu sadece bir kere ve (Kurban Bayramı'nın da içinde yer aldığı) Zilhicce ayında yapılır. Yeterli gelir elde ettiği halde hacca gitmeyip erteleyen kimse, daha sonra para ve malını kaybedip fâkir duruma düşse bile, hacca gitme sorumluluğundan kurtulamaz..

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ خَطَبَنَا رَسُولُ اللّٰهِ قفَقَالَ
يَا أَيُّهَا النَّاسُ! كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْحَجُّ. قَالَ: فَقَامَ الْأَقْرَعُ بْنُ حَابِسٍ فَقَالَ: أَفِي كُلِّ عَامٍ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ؟ فَقَالَ: لَوْ قُلْتُهَا لَوَجَبَتْ، وَلَوْ وَجَبَتْ لَمْ تَعْمَلُوا بِهَا، وَلَمْ تَسْتَطِيعُوا أَنْ تَعْمَلُوا بِهَا، الْحَجُّ مَرَّةٌ، فَمَنْ زَادَ فَهُوَ تَطَوُّعٌ.
İbn-i Abbas'tan (radiyallahu anhu) rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:
"Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize hitab ederek şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Hac size farz kılındı.”
Bunun üzerine el-Akra' b. Hâbis ayağa kalkarak: “Yâ Resûlullah! Hac her yıl mı (bize) farzdır? diye sordu.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yok, hayır. Bir defadır. Kim daha fazla yapacak olursa, o nâfiledir." buyurdu.
(Müslim; Hac, 412; Tirmizî, Hac, 5, Tefsir-i Sûre (5), 15. Nesâî, Menâsik; “ 1. İbn-i Mâce; Menâsik, 2; Dârimî; Menâsik; 4; Ahmed b. Hanbel, I, 255, 292, 301, 321, 325; II- 508. )


Resim İSLAMIN 54 FARZI.:

1-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’i zikretmek .
2-) Helâlinden kaznıp, yemek içmek.
3-) Abdest almak.
4-) Beş vakit namaz kılmak.
5-) Gusl etmek. Cünüplükten yıkanmak.
6-) Kişinin rızkına ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kefil olduğunu bilmek.
7-) Helâlden temiz elbise giymek.
8-.) ALLAHu zü’L- CeLÂL’e tevekkül etmek.
9-) Kanaat etmek.
10-) Ni’mete karşı şükretmek.
11-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’den gelen kazaya razı olmak.
12-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’den gelen belaya sabretmek.
13-) Günahlardan tövbe etmek.
14-) İhlasla ALLAHu zü’L- CeLÂL’e ibâdet etmek.
15-) Şeytanı düşman bilmek.
16-) Kur'ÂN-ı Kerîmi kesin delil kabul etmek.
17-) Ölümü hak bilmek.
18-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’in sevdiğini sevip, sevmediğinden uzak durmak.
19-) Ana-babaya iyilik etmek.
20-) İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak.
21-) Akrabayı ziyaret etmek.
22-) Emânete hiyanet etmemek.
23-) Gücü yetenler için hacca gitmek.
24-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’e ve Peygamberine itaat etmek.
25-) Günahlardan kaçıp ALLAHu zü’L- CeLÂL’e sığınmak.
26-) Müslüman idarecilere itaat etmek.
27-) Âleme ibret gözü ile bakmak.
28-) HAKkı ve HAYRı Tefekkür etmek, düşünmek.
29-) Dili kötü sözlerden korumak.
30-) Oruç tutmak.
31-) Kimse ile alay etmemek.
32-) Harama bakmamak.
33-) Sözünde durmak ve doğru olmak.
34-) Kulağı, yasak şeyleri dinlemekten alıkoymak.
35-) Edeb-İlim-İrfÂN-ErkÂN öğrenmek
36-) Ölçü ve tartıyı doğru yapmak.
37-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’in azabından korkmak.
38-) ALLAHu zü’L- CeLÂL uğrunda cihad etmek.
39-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’in rahmetinden ümit kesmemek.
40-) Nefsin dünyevî hevâ-heves arzularına uymamak.
41-) ALLAHu zü’L- CeLÂL yolunda yemek yedirmek
42-) Yetecek kadar rızık kazanmak.
43-) Zekâtı vermek ve fâkirlere yardım etmek.
44-) Hayız ve nifâs hallerinde zevceye yaklaşmamak.
45-) Bütün günahlardan kalbi arındırmak.
46-) Kendini büyük görmemek.
47-) Büluğa ermemiş yetimin malını korumak.
48-) Livatadan (cinsi sapıklıktan) sakınmak.
49-) Beş vakit namaza devâm etmek.
50-) Haksız yere kimsenin malını yememek.
51-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’e eş koşmamak.
52-) Zinadan sakınmak.
53-) İçki içmemek.
54-) Yalan yere yemin etmemek ve yalan konuşmamak..
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim


ÂHİRET GÜNÜNE İMAN:


Resim

Âhiret günü; İnsanların hesap ve dünyada yaptıklarının karşılığını alma günüdür. Âhiret gününün bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi onun son gün olup dünya için başka bir gün olmadığı içindir. Âhiret günü kıyamet günü diye de isimlendirilmiştir.

Âhiret gününe iman; ALLAH ve Rasûlünün haber verdiği ölümle başlayan kabrin fitnesine, oradaki nimet ve azaba, tekrar dirilmeye, haşra, amel defterlerine, hesaba, teraziye, havuza, sırata, şefâate, cennete, cehenneme ve kıyamet alâmetlerine iman etmeyi gerektirir.

Kur’ÂN-ı Kerîm’in Âhiret Gününe Önem Vermesi:

Kur’ÂN-ı Kerîm imanın bu kısmına çok önem vermiş ve onun mutlaka gerçekleşeceğini değişik vesilelerle ortaya koymuş, insanın ondan gafil olmaması için her fırsatta ona dikkat çekmiştir. Kur’ÂN-ı Kerîmde bu büyük güne verilen önem, birçok âyette ALLAH’a imanla âhiret gününe iman yan yana zikredilme şeklinde tezâhür etmiştir. Bunu şu âyetlerle örneklendirebiliriz. ALLAH-u Teâlâ Kitabında şöyle buyuruyor:

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
"İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmene billâhi ve’l- yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Şüphesiz, iman edenler(le) yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara 2/62)

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
"Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbele’l- maşrıkı ve’l- magrıbi ve lâkinne’l- birre men âmene billâhi ve’l- yevmil âhırı ve’l- melâiketi ve’l- kitâbi ve’n- nebiyyîn (nebiyyîne), ve âte’l- mâle alâ hubbihî zevi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîne vebne’s- sebîli, ves sâilîne ve fî’r- rıkâb (rıkâbi), ve ekâme’s- salâte ve âte’z- zekât (zekâte), ve’l- mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ve’s- sâbirîne fî’l- be’sâi ve’d- darrâi ve hîne’l- be’si ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humu’l- muttekûn (muttekûne).: Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah’a, yevm’il âhire (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah’a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).” (Bakara 2/177)

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاء فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ أَن يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْاْ بَيْنَهُم بِالْمَعْرُوفِ ذَلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ مِنكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكُمْ أَزْكَى لَكُمْ وَأَطْهَرُ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
"Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), zâlike yûazu bihî men kâne minkum yu’minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhır (âhıri), zâlikum ezkâ lekum ve ather (atheru), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/232)

قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
"Kâtilûllezîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l- yevmi’l- âhıri ve lâ yuharrimûne mâ harramallâhu ve resûluhu ve lâ yedînûne dîne’l- hakkı minellezîne ûtû’l- kitâbe hattâ yu’tû’l- cizyete an yedin ve hum sâgirûn (sâgirûne).: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü'nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 9/29)

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
"Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevme’l- âhıra ve lâ ta’sev fî’l- ardı mufsidîn (mufsidîne).: Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik) Böylece dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin ve ahiret gününü umud edin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın” (Ankebût 29/36)

ALLAH-u Teâlâ Kitabında kıyamet gününü birçok isimle zikretmiştir. Bu da ona verilen önemin bir başka tezâhürüdür. Âhiret gününe imanın insan hayatında etkin bir tesiri vardır. Çünkü âhiret günü ve ondan sonra gerçekleşecek hesap, cezâ, cennet, cehennem vb. şeylere iman, kişiyi orası için hazırlık yapmaya yönlendirir.
Bu iman, sahibine cennete girdirici salih amel yaptırır; cehenneme girdirici kötü amellerden de uzaklaştırır. Dünyada kendisinin imtihan için kaldığını bilen bir kimse, bu imtihan dönemini iyi değerlendirir ve bu dönemi kendi aleyhine kapatmaz.
Hayır ve iyi işler yapanlara sevâp ve cennet, kötü işler yapan âsi kimselere de cehennem vereceğini vadeden, hâkimler hâkimi Zâtın huzurunda söz ve fiillerinden hesaba çekileceğine iman eden bir kimse, hevâ ve hevesine göre değil, ALLAH ve Rasûlünün ölçülerine göre bir hayat yaşar. İçerisinde salih amellerin bulunduğu defterinin tartıda ağır gelmesi için çaba harcar.
ALLAH-u Teâlâ Kitabında şöyle buyuruyor:

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Ve’l- veznu yevme izini’l- hakk (hakku), fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: İzin günü (hesaplaşma günü) tartı (ölçü) haktır (gerçektir). Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar, onlar felâha erenlerdir.” (A’râf 7/8)

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُم بِمَا كَانُواْ بِآيَاتِنَا يِظْلِمُونَ
"Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum bimâ kânû bi âyâtinâ yazlimûn (yazlimûne).: Ve kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı nefslerini hüsrana düşürmüş olanlardır.” (A’râf 7/9)

Kur’ÂN-ı Kerîm âhiret gününe imanla salih ameli birçok âyette birbirine bağlamıştır ALLAH-u Teâlâ Kitabında şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُواْ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَذَا وَإِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنِيكُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ إِن شَاء إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenû innemâ’l- muşrikûne necesun fe lâ yakrabû’l- mescide’l- harâme ba’de âmihim hâzâ ve in hıftum ayleten fe sevfe yugnîkumullâhu min fadlihî in şâe, innallâhe alîmun hakîm (hakîmun).: Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/18)

لاَ يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أَن يُجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ
“Lâ yeste'zinukellezîne yu'minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri en yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim, vallâhu alîmun bi’l- muttakîn (muttakîne).: Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir.” (Tevbe 9/44)

إِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ فِي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ
“İnnemâ yeste'zinukellezîne lâ yu'minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri vertâbet kulûbuhum fe hum fî raybihim yeteraddedûn (yeteraddedûne).: Senden sadece Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar ve kalpleri şüpheye düşmüş olanlar izin isterler. Artık onlar, kendi şüpheleri içinde tereddüt ederler (bocalarlar).” (Tevbe 9/45)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücâdele 58/22)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِيهِمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
"Lekad kâne lekum fîhim usvetun hasenetun li men kâne yercûllâhe vel yevme’l- âhira ve men yetevelle fe innallâhe huvel ganiyyu’l- hamîd (hamîdu).: Andolsun, onlarda sizlere, Allah'ı ve ahiret gününü umud edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Hamid (övülmeye layık olan)dır.” (Müntehine 60//6)
İnsan unutkan ve gaflet sahibi olup dünya hayatına aşırı düşkün olduğu ve geleceğini ihmal ettiği için, Kur’ÂN-ı Kerîm dünya hayatını oyun ve eğlence, dünya metâının geçici, âhiret hayatının da ebedi olduğunu her fırsatta hatırlatmıştır. ALLAH-u Teâlâ Kitabında şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenû mâ lekum izâ kîle lekumunfirû fî sebîlillâhissâkaltum ilâ’l- ard (ardı), e radîtum bi’l- hayâti’d- dunyâ mine’l- âhirah (âhirati), fe mâ metâu’l- hayâti’d- dunyâ fî’l- âhirati illâ kalîl (kalîlun).: Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.” (Tevbe 9/38)

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
"İ’lemû ennemâ’l- hayâtu’d- dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fî’l- emvâli ve’l- evlâd (evlâdi), ke meseli gaysin a’cebe’l- kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe yekûnu hutâmâ (hutâmen), ve fî’l- âhırati azâbun şedîdun ve magfiratun minallâhi ve rıdvânun, ve mâl hayâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurur (gurûri).: Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.”(Hadîd 57/20)
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Kur’ÂN-ı Kerîm de Âhiret Günü:

Kur’ÂN-ı Kerîm, sünnet, akıl ve fıtrat-ı selime âhiret gününe iman etmemizi gerekli kılıyor. ALLAH-u Teâlâ Kitabında âhiret gününe imanın gerekliliğini sıkça zikretmiş ve onun mutlaka gerçekleşeceğini haber vermiştir. Kıyamet gününe iman etmeyenlerin şüphelerini aklî ve naklî delillerle boşa çıkarmıştır.
ALLAH-u zü’L- CeLÂL âhiret gününe imanın gerekliliği hususunda Kur'ÂN-ı Kerîminde:

إِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
"İnne ’s- sâate le âtiyetun lâ raybe fîhâ ve lâkinne ekseran nâsi lâ yu’minûn (yu’minûne).: Muhakkak ki hakkında şüphe olmayan o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Ve lâkin insanların çoğu inanmazlar.” (Mü’min 40/59)

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
"Ve nufiha fî’s- sûri fe saıka men fî’s- semâvâti ve men fî’l- ardı illâ men şâallâh (şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn (yanzurûne).: Ve sur’a üfürülmüş, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona (sur’a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar.” (Zümer 39/68)

يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاء كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ
"Yevme natvi’s- semâe ke tayyis sicilli li’l- kutub (kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduhu, va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn (fâılîne).: O gün, kitapların yazılı sayfalarını dürer gibi semayı düreceğiz. Onu ilk defa halketmeye başladığımız gibi (eski durumuna) iade edeceğiz (geri döndüreceğiz). Bizim üzerimizde bir vaaddir. Muhakkak ki (bunu) yapacak olan, Biziz.” (Enbiyâ 21/104

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا
"Allâhu lâ ilâhe illâ huve. Le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîhi. Ve men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen).: Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Ve Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?” (Nisâ 4/87)

Kur’ÂN-ı Kerîm’in bildirdiğine göre her nebî kavmini, âhirete iman etmeye davet etmiştir. Dolayısıyla semavi dinlerin hepsi öldükten sonra dirilmeyi iman rükünlerinden saymış; âhiret ve dirilmeye iman etmeyen kimseyi mü’min saymamıştır. Bazı inatçı kâfirlerin dışında âhireti inkâr eden de olmamıştır.


Nuh (aleyhisselam) kavmini âhirete iman etmeye davet ederken şöyle demiştir:

وَاللَّهُ أَنبَتَكُم مِّنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا
"Vallâhu enbetekum mine ’l- ardı nebâtâ (nebâten).: Ve Allah, sizi yerden (topraktan) bir nebat (gibi) yetiştirdi (yarattı).” (Nûh 71/17)

ثُمَّ يُعِيدُكُمْ فِيهَا وَيُخْرِجُكُمْ إِخْرَاجًا
"Summe yuîdukum fîhâ ve yuhricukum ihrâcâ (ihrâcen).: Sonra sizi oraya (toprağa) döndürecek ve bir çıkarışla sizi (oradan) çıkaracak.” (Nûh 71/18)


İbrahim (aleyhisselam) kavmini âhirete iman etmeye davet ederken şöyle demiştir:

وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
"Vellezî yumîtunî summe yuhyîni.: Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O’dur.” (Şuarâ 26/81)

وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
"Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevme’d- dîn (dîni).: Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O’dur.” (Şuarâ 26/82)


Mûsâ (aleyhisselam) kavmini âhirete iman etmeye davet ederken şöyle demiştir:

إِنَّ السَّاعَةَ ءاَتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى
"İnne’s- sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.: Muhakkak ki o saat (kıyâmet saati), gelecektir. Bütün nefslere (herkese), çalışmalarının karşılığının (ceza veya mükâfatlarının) verilmesi için neredeyse onu, Kendimden bile gizleyeceğim.” (Tâ-Hâ 20/15)

فَلاَ يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لاَ يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى
"Fe lâ yasuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.: Öyleyse ona (kıyâmet saatine), inanmayanlar ve hevesine (nefsinin afetlerine) tâbî olanlar, sakın seni ondan (kıyâmet gününe îmân etmekten) alıkoymasın. O taktirde sen (de) helâk olursun.” (Tâ-Hâ 20/16)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kavmini âhirete iman etmeye davet ederken şöyle demiştir:

زَعَمَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن لَّن يُبْعَثُوا قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْ وَذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
"Zeamellezîne keferû en len yub’asû, kul belâ ve rabbî le tub’asunne summe le tunebbeunne bimâ amiltum, ve zâlike alâllâhi yesîr (yesîrun).: İnkâr edenler, asla beas edilmeyecekleri (tekrar diriltilmeyecekleri) zannında bulundular. De ki: “Hayır, Rabbime andolsun! Elbette beas edileceksiniz. Sonra yaptığınız amelleriniz mutlaka size haber verilecek.” Ve bu, Allah için kolaydır.”
(Tegâbun 64/7)


Tarih boyunca kâfirlerden tekrar dirilmeyi inkâr edenler olmuştur. ALLAH-u zü’L- CeLÂL onları bize Kur'ÂN-ı Kerîmde haber vermektedir:

وَقَالُواْ أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا
"Ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan cedîdâ (cedîden).: Ve “Biz, kemik ve kırıntı (ufalanmış toprak) olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz, mutlaka yeni bir yaratılışla mı beas edileceğiz (diriltileceğiz)?” dediler.” (İsrâ 17/49)

رِزْقًا لِّلْعِبَادِ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ الْخُرُوجُ
"Rızkan li’l- ibâdi ve ahyeynâ bihî beldeten meytâ (meyten), kezâlike’l- hurûcu.: Kullar için rızık olsun diye. Ve onunla ölü beldeye hayat verdik. (Ölümden sonra topraktan) Çıkış (diriliş), işte bunun gibidir.” (Kaf 50/3)

رِزْقًا لِّلْعِبَادِ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ الْخُرُوجُ
"Rızkan li’l- ibâdi ve ahyeynâ bihî beldeten meytâ (meyten), kezâlike’l- hurûcu.: Kullar için rızık olsun diye. Ve onunla ölü beldeye hayat verdik. (Ölümden sonra topraktan) Çıkış (diriliş), işte bunun gibidir.” (Kaf 50/11)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
"E fe ayînâ bil halkı’l- evvel(evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd (cedîdin).: Yoksa Biz, ilk yaratışta aciz miydik? Hayır (öyle değil), onlar (ölümden sonra) yeniden yaratılıştan şüphe içindeler.” (Kaf 50/15)


Kâfirlerin tekrar dirilmeyi inkâr ve ondaki şüpheleri, ALLAH-u zü’L- CeLÂL’in kudretine olan bilgisizlikleri ve akıllarını gereği gibi kullanmadıklarındandır. İlk yaratılışlarını unutarak çürüyüp toprak olmuş bu kemikleri kim diriltecek diye akıllarınca delil getirmeye çalışmaktadırlar. Kur’ÂN-ı Kerîm bunu bize şöyle naklediyor:


وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ
"Ve darabe lenâ meselen ve nesiye halkahu, kâle men yuhyi’l- izâme ve hiye remîm (remîmun).: Ve kendi yaratılışını unutup Bize misal getirdi: "Kemiklerimiz çürüyüp dağılmış haldeyken kim onlara can verecek?" dedi.” (Yâsîn 3678)

قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
"Kul yuhyîhâllezî enşeehâ evvele merratin, ve huve bi kulli halkın alîm (alîmun).: Kul yuhyîhâllezî enşeehâ evvele merratin, ve huve bi kulli halkın alîm (alîmun).: De ki: "Onu ilk defa inşa eden (Yaratan), ona hayat verecek. Ve O, bütün yaratışları En İyi Bilen’dir." (Yâsîn 36/79)

Bu mübarek âyette çok nefis ve ince bir mana vardır. ALLAH-u Teâlâ şöyle buyurmakta:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاء إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ
"Yâ eyyuhân nâsu in kuntum fî raybin mine’l- ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukırru fîl erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum ve minkum men yuteveffâ ve minkum men yuraddu ilâ erzeli’l- umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â (şey’an), ve terâ’l- arda hâmideten fe izâ enzelnâ aleyhâl mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc (behîcin).: Ey insanlar! Eğer beas edilmekten (tekrar diriltilmekten) şüphe içinde iseniz... Oysa muhakkak ki Biz sizi, size beyan edelim (açıklayalım) diye (önce) topraktan (inorganik ve organik maddelerden), sonra bir nutfeden (bir damladan), sonra bir alakadan (rahim duvarına bir noktadan bağlı duran embriyodan), sonra şekillendirilmiş ve şekillendirilmemiş (bir çiğnemlik et görünümünde) mudgadan yarattık. Ve (sizi), dilediğimiz süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi, ergenlik çağına ulaşmak üzere bebek olarak çıkarırız. Ve sizden bir kısmınız vefat ettirilir. Ve sizden bir kısmınız, sonradan ilimden bir şey bilemez hale gelsin diye ömrünün ihtiyarlık çağına döndürülür. Ve arzı (yeryüzünü) kurumuş görürsün. Fakat ona su indirdiğimiz zaman hareketlenir ve kabarır ve bütün güzel çiftlerden bitkiler yetiştirir.” (Hac 22/5)

أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُم بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ
"E ve leysellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda bi kâdirin alâ en yahluka mislehum, belâ ve huve’l- hallâku’l- alîm (alîmu).:Gökleri ve yerleri yaratan, onların bir eşini daha yaratmaya kaadir değil midir? Evet O, (yegâne) Yaratıcı ve En İyi Bilen’dir.”(Yâsîn 36/81)


ALLAH-u zü’L- CeLÂL kullarına bu dünyada da ölüleri dirilttiğini göstermiştir. Bakara Süresinde buna beş tane örnek vardır:

1-) Mûsâ (Aleyhisselam)’ın kavmi kendisine:

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّى نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ
"Ve iz kultum yâ mûsâ len nu’mine leke hattâ nerallâhe cehreten fe ehazetkumus sâikatu ve entum tenzurûn (tenzurûne).: Ve: “Yâ Musa! Biz, Allah’ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız.” demiştiniz. Bunun üzerine sizi yıldırım yakaladı. Ve siz de (bunu) görüyordunuz.” (Bakara 2/55)

2-) İsrail oğullarının anlaşmazlığa düştüğü öldürme olayında ALLAH-u Teâlâ, İsrail oğullarına bir inek kesip onun bir parçasını öldürülen kişiye vurmalarını emreder. Âyetlerde tarif edilen ineği kesip öldürülen kişiye vurduklarında ölü dirilir ve katilini onlara haber verir.
ALLAH-u zü’L- CeLÂL bu olayı bize şöyle bildiriyor:


وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْساً فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا وَاللّهُ مُخْرِجٌ مَّا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ
"Ve iz kateltum nefsen feddâre’tum fîhâ vallâhu muhricun mâ kuntum tektumûn (tektumûne).: Ve siz, bir adam öldürmüştünüz sonra da (katilini saklayarak) onun hakkındaki (suçu) birbirinize yüklemiştiniz. (Oysa) Allah gizlemiş olduğunuz şeyi açığa çıkarandır.” (Bakara 2/72)

فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذَلِكَ يُحْيِي اللّهُ الْمَوْتَى وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
"Fe kulnâdribûhu bi ba’dıhâ kezâlike yuhyîllâhu’l- mevtâ ve yurîkum âyâtihî leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).: Bunun üzerine Biz: “Onun (ineğin) bir parçasıyla ona (öldürülen adama) vurun.” dedik. (O zaman ölen kişi dirilip katilini söyledi). Allah, işte böyle ölüleri diriltir ve size âyetlerini (kudretini) gösterir. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.” (Bakara 2/73)


3-) Sayıları binlerce olup ölüm korkusuyla beldelerinden kaçan kimselerin kıssası:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُواْ مِن دِيَارِهِمْ وَهُمْ أُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللّهُ مُوتُواْ ثُمَّ أَحْيَاهُمْ إِنَّ اللّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَشْكُرُونَ
"E lem tera ilellezîne haracû min diyârihim ve hum ulûfun hazara’l- mevti, fe kâle lehumullâhu mûtû summe ahyâhum innallâhe le zû fadlin ale’n- nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn (yeşkurûne).: Ölüm korkusuyla kendi diyarlarından çıkan binlerce kişiyi görmedin mi? Oysa Allah onlara: “Ölün.” dedi (böylece öldüler). Sonra da onları diriltti. Muhakkak ki Allah, insanlar üzerine elbette fazlın sahibidir. Lâkin insanların çoğu şükretmezler.” (Bakara 2/243)


4-) Viran olup harabeye dönen bir beldeye uğrayan bir kişi gördüğü manzara karşısında belde halkının tekrar dirilmesinin mümkün olmadığını düşünmüştü. Bunun üzerine ALLAH-u zü’L- CeLÂL onu öldürmüş, yüz sene ölü olarak bırakmış, sonra onu tekrar diriltmişti. Bu olayı ALLAH-u Teâlâ şöyle bildiriyor:

أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىَ يُحْيِي هََذِهِ اللّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللّهُ مِئَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَل لَّبِثْتَ مِئَةَ عَامٍ فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانظُرْ إِلَى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِّلنَّاسِ وَانظُرْ إِلَى العِظَامِ كَيْفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Ev kellezî merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ, kâle ennâ yuhyî hâzihillâhu ba’de mevtihâ, fe emâtehullâhu miete âmin summe beaseh (beasehu), kâle kem lebist (lebiste), kâle lebistu yevme ev ba’da yevm (yevmin), kâle bel lebiste miete âmin fenzur ilâ taâmike ve şerâbike lem yetesenneh, venzur ilâ hımârike ve li nec’aleke âyeten li’n- nâsi venzur ilâ’l- izâmi keyfe nunşizuhâ summe neksûhâ lahmâ (lahmen), fe lemmâ tebeyyene lehu, kâle a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Veya çatıları üzerine çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan kimsenin, “Allah bunu (bu kasabayı) ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demesi gibi. Bunun üzerine Allah, onu yüz sene öldürdü. Sonra da diriltti. (Ona) “Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?” dedi. (O da): “Bir gün veya günün bir kısmı kadar.” dedi. (Allah): “Hayır, yüz yıl kaldın. Haydi yiyecek ve içeceğine bak, bozulup kokuşmadı. Ve merkebine bak. (Bu), seni insanlara bir âyet (canlı bir ibret) kılmamız içindir. Ve kemiklere bak. Onları nasıl inşa ediyoruz (kemikleri birleştirerek iskeleti kuruyoruz) sonra ona et giydiriyoruz.“ Böylece (merkep dirilip, eski haline gelince ve herşey) ona açıkça belli olunca: “Allah’ın, herşeye kaadir olduğunu biliyorum.” dedi.” (Bakara 2/259)


5-) İbrahîm (aleyhisselam)’ın kıssası. İbrahîm (aleyhisselam) kalbi mutmain olması için ALLAH-u Teâlâ’dan ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini istemişti. ALLAH-u zü’L- CeLÂL bu olayı bize şöyle nakletmektedir:

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
"Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyi’l- mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten mine’t- tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ (sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm (hakîmun).: Hz. İbrâhîm: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. (Allah) “İnanmıyor musun?” buyurdu. (Hz. İbrâhîm de): “Evet (inanıyorum). Fakat kalbimin tatmin olması için.” dedi. “Öyleyse kuşlardan dört tane tut, sonra onları kendine alıştır (parçalayıp) her dağın üzerine onlardan bir parça koy, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Ve Allah’ın, Azîz (ve) Hakîm olduğunu bil!”” (Bakara 2/260)

Âyetlerde görüldüğü gibi ALLAH-u Teâlâ hem fert hem de toplum şeklinde dünyada iken kullarına tekrar dirilmeyi göstermiştir. Hatta yüz sene ölü kalıp sonra diriltilen kimsenin kıssası anlatılırken, ALLAH ona eşeğinin dirilişini göstererek gözüyle müşahede ettirmiştir.


Aklî Yönden Tekrar Dirilmeye Örnekler:

Şüphesiz ki ALLAH-u Teâlâ gökleri ve yeri örneksiz olarak yaratmıştır. Gökleri, yeri ve onların içindekileri benzersiz ilk defa yaratan onları tekrar diriltmeye elbette güç yetirir:


وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Ve huvellezî yebdeu’l- halka summe yuîduhu, ve huve ehvenu aleyhi, ve lehul meselul a’lâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Ve O, O’dur ki ilk yaratışı başlatır ve sonra onu iade eder (eski haline döndürür). Bu, O’nun için çok kolaydır. Göklerde ve yerde yücelik sıfatı, O’nundur (O’na aittir). Ve O; Azîz’dir (çok yüce), Hakîm’dir (hikmet ve hüküm sahibi).” (Rûm 30/27)


Sonra ALLAH-u Teâlâ tekrar dirilmeyi yeryüzünde bize bitkiler ve bazı hayvanlar üzerinde gösterir. Yeryüzü kışın gelmesiyle güzellik ve canlılığını kaybeder. Ağaçlar kurur yapraklarını döker, yemyeşil otlar kupkuru olup rüzgârın önünde yok olup giderler. Baharın gelmesiyle yeryüzünde tekrar bir canlılık ve hareket başlar. ALLAH-u Teâlâ birçok âyette yeryüzünün öldükten sonra dirilmesini âhiretteki dirilmeye benzetmiş ve bunu tekrar dirilmeye örnek vermiştir:

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَى إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Ve min âyâtihî enneke terâ’l- arda hâşiaten fe izâ enzelnâ aleyhâl mâehtezzet ve rabet, innellezî ahyâhâ le muhyî’l- mevtâ, innehu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Ve onun âyetlerindendir ki, arzı gerçekten kurumuş görürsün. Onun üzerine su indirdiğimiz zaman hareketlenir ve kabarır. Muhakkak ki ona (arza) hayat veren (Allah), elbette ölülere de hayat verendir. Muhakkak ki O, herşeye kaadirdir.” (Fussilet 41/39)

وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء مُّبَارَكًا فَأَنبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ
"Ve nezzelnâ mine’s- semâi mâen mubâraken fe enbetnâ bihî cennâtin ve habbe’l- hasîdi.: Ve gökten mübarek (bereketli) su (yağmur) indirdik. Böylece onunla bahçeler ve hasat edilen hububat yetiştirdik.” (Kaf 59/9)

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَّهَا طَلْعٌ نَّضِيدٌ
"Ven nahle bâsikâtin lehâ tal’un nadîdun.: Ve üst üste kümelenmiş tomurcukları olan uzun hurma ağaçları (yetiştirdik).” (Kaf 59/10)

رِزْقًا لِّلْعِبَادِ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ الْخُرُوجُ
"Rızkan li’l- ibâdi ve ahyeynâ bihî beldeten meytâ (meyten), kezâlike’l- hurûcu.: Kullar için rızık olsun diye. Ve onunla ölü beldeye hayat verdik. (Ölümden sonra topraktan) Çıkış (diriliş), işte bunun gibidir.” (Kaf 59/11)
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: İSLÂM OL!.

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim

Kur’ÂN-ı Kerîm hükümlerinden sonra Sahih Hadislerle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Sünnetinde Âhiret gününe imanı inceleyelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Kabir Fitnesi ve Sorgu Melekleri.:


Resim

Esmâ (radiyallahu anha) şöyle demiştir: “Nebi (sallallahu aleyhi vesellem): “Evvelce bana gösterilmemiş birçok şey bu imtihanlarına benzer veya ona yakın bir imtihan geçireceksiniz. (Kabirdeki kimseye): “Bu adam hakkında bilgin nedir?” denir.
Mü’min veya yakîn sahibi: “O zât MuhaMMed’dir. Biz de dâvetine icâbet ettik ve Ona uyduk. O zât MuhaMMed’dir” diyecek ve bu söz üç kere tekrarlanacak.
Ondan sonra o kimseye: “Yat ve rahatça uyu”. O zâtın risâletine kesin inandığını bildik denilecek.
Münafık veya şüpheci (bu soruya): “Ben bilmiyorum, insanların bir şeyler söylediğini işittim, ben de onu söyledim” diyecek’ buyurdu.”
(Buharî, 1/243; Müslim 905; Mâlik 1/188, 189)

Resim

Enes (radiyallahu anhu) şöyle dedi: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem):
“Kul kabrine konduğu ve arkadaşları dönüp gittiği zaman, o arkadaşlarının ayakkabılarının sesini işitir. Ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona: “MuhaMMed denilen kimse hakkında ne dersin?” derler. O kul: “Onun ALLAH’ın Kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederim” der.
Bunun üzerine melekler tarafından: “Ey mü’min! Cehennemdeki yerine bak! ALLAH bu azab yerini senin için cennetten bir makama değiştirdi” denir. O kul cehennem ve cennetteki iki makamını birden görür.
Fakat kâfir veya münafık olan ölü ise meleklerin sorusuna: “MuhaMMed hakkında bir şey bilmiyorum. İnsanların Ona söyledikleri bir sözü işitir ben de onu söylüyordum” der.
Melekler o kâfir veya münafığa: “Anlamaz ve uymaz olaydın” der sonra bu kâfir veya münafığın iki kulağı arasına demir bir balyozla vururlar. O balyozu yiyince kâfir veya münafık şiddetle feryad eder. Bu feryadı ins ve cinden gayrı ona yakın her şey işitir’” buyurdu.”
(Buharî, 1259; İbni Hibbân 3120)

Resim

Bera bin Azib (radiyallahu anhu) şöyle dedi: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem):
“ALLAH, mü’minleri dünya hayatında da âhiret hayatında da sabit bir sözde sebat ettirir...” âyeti kabir azabı hakkında indi.
Kabirde ölüye: “Rabb’in kimdir?” diye sorulur.
O da: “Rabb’im ALLAH ve Nebim MuhaMMed’dir” der.
İşte bu ALLAH’ın: “ALLAH, mü’minleri dünya hayatında da âhiret hayatında da sabit bir söz üzere sebat ettirir...” âyetindeki sabit kavlin delâlet ettiği sözdür’ buyurdu.”
(Müslim, 2874/73; Buharî 1294)

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
"Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavli’s- sâbiti fî’l- hayâti’d- dunyâ ve fî’l- âhirati, ve yudıllullâhu’z- zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.: Allah, iman edenleri hem dünyada, hem ahirette (kabirde) sabit söz olan şehadet kelimesi (eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abdühü ve Rasûlüh) ile tesbit eder; tevhîde bağlı kılar. Allah, zalimleri (kâfirleri) şaşırtır ve Allah dilediğini yapar.” (İbrahîm 14/27)
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön