MuhaMmedi TefeKküR

Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

Tefekkür Kürü

Akıl'ın ancak “mini tefekküre” dönük olması gerek. Zira Akıl, “sabit” değerleri “ancak” üretebilen bir mekanizmadır. Üretim ne kadar kalın, iradeli ve detaylı olsa da neticede bir sabit değerdir. Her sabitin de türevi sıfırdır. Ancak integralde bunlar gaybta/uzayda tek noktalara kılavuzlanırlar. Tek derken şunu netleştirelim: Pek çok tek noktaya gidişat olur. Zira gaybta/uzayda, yoğunlaşım noktaları çoktur (örnegin herhangi ama herhangi bir fonksiyona, newton-rapson itirasyonuyla herhangi bir değer aralığı girdiğimizde, hep, aynı, öngörülmez aynı tekliğe yönelim izlenir).
“Tefekkür” ise daha yanlışlık içeren bir süreçtir. Zirâ hâl’ler sürekli üzerimize yağmaktadır. Ve “belli bir” düşünme hedefinde/yönteminde kalınırsa, bu hâllere rağmen “inat” gösterilmiştir. Bu ise, bizim “mini tefekkür”lerimizin bile hatalı olası tekliğe gidişlerindeki durumdan da kötüdür. Gaybta/uzayda, yörüngesiz değer atamaktır bu. Hâlbuki zâhirde/dünyada niyetin tam da “sanki” tekliğe ancak bu şekilde ulaşılabileceği olmasına rağmen.
“Mini tefekkür”lerdeki, “pekçok olası tekliğe yönelme sorununu” nasıl hâlledeceğiz peki?
Hz. İbrahim,
“mini tefekkür’leriyle, her hâl”e uyarak, yıldızlara, aya ve güneşe ulaşıp tapmıştı. Ve her hâl’e uyuşu “mini tefekkürü” idi. Bu miniler ise onu hep farklı ve tek bir noktaya götürmüştü.
“Mini tefekkür” ve “Tefekkür”deki asıl sorun irade sorunudur. İrade ise “İkİ”liktir; sebat göstermektir; inat etmektir. Peki nasıl “iradeden kurtulmuş mini tefekküre” geçebileceğiz?
Çok açıktır ki, biz geçmeyeceğiz. Mâlik’in bizde etkisi oluşmalı. Bu da Fâtiha Sûresinde açıkça belli. Rahmân, bize tüm veriyi temiz, pâk verir. Ama
“var” ve “iki” olan bizdekileri de uzaklaştırarak temizlemesi gerekir ki, “Rahîm” işte bu ikilik ve vesveseleri defeder. İlginç olan şu ki, Rahîm önce değildir, yani def’ ediş.. Zira “ben” dediğim her ne ise, belli özel bir kombinasyonum, ve yağan yağmur (rahmet) önce benim fırtatıma/formatıma düşmeli. Bu düşüşün cenâbetliğinin yıkanması ise, işte, Rahîmiyettir. Geriye, “bana özel algı” ama artık bana ait olmayan Hamd çıkar tertemiz. Ve işte bu noktada, akıl, sanki yokmuş durumdayken, “istenen ve kutlu kombinasyonuyla” vardır ve bana da ait değildir, bana da aittir ama benim kontrolümde değildir, ama “bence” algılanabilir, ancak. Ve bu akılla, “mini tefekküre” geçebilirim. Yani O geçer, ben ayırdına varmaya bakarım. Artık “alçakgönüllü olmuş” mini tefekkür, gaybteki/uzaydaki her tek noktaya/yıldız kümelerine uğrar. Orada yoğunlaşıp putlaşmaz. Âlemlerin RaBBiyle yürür gider..

1- Bismillahirrahmânirrahîm.
2- ElHamdü lillâhi Rabbil'alemin.
3- ErRahmânir'Rahim.
4- Mâliki yevmiddin..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimDÜŞ-ün!.

ALper Vahid TEFeKküRü
AKLın KeVNindeki KÜRü
devrÂN-seyrÂN
cevLÂN-hayrÂN
şu ÂN ->ŞE’ÂNdan öTÜRü!.

>EL KURÂN’ı ZiKReYyLemek
>MuhAMMedî FiKReYyLemek
>“BiRre SÂHİBLik SABRı”-nda
SeLÂMet ->“Es SeLÂM!.” DEmek!.

İBÂDet ANcak ALLAH-a
HiZMeti RaSÛLuLLAH-a
MuhaMMedî MeLÂMîyİz
HiMMet PÎRim ÂLi ŞÂH-a!.

celle celâlihu
sallallâhu aleyhi ve sellem
kerremallahu vechehu..



ZEVK 6809

TEVHİD TeKeMMüLü ->AKLen ->TeSLimiYyet -> RaHîMiYyet!
->AKLın BİL!.en ->NAKLin BiL!.ir -> İSTiKÂMet >RaHMÂNiYyet!
->“CeheNNeM’-in GöBeği”-nde.. ->“İ B R A H î M î ->TEFeKküR”ün!
->“KÛN feyeKÛN ->YaKÎNi”nde.. “cÂNda<-> cÂNÂN”ı -> CEM’iYyet!.


12.05.15 04:44
brsbbrs..stktktrstkkmdsrrsfrshrlrmm..



hER cÂN -> cihÂN ceheNNemi
“AKLıN -> sANaL DÜŞÜ”-ndeki
cÂNda <-> cÂNÂN ->ceNNet DEMi
->“NAKLin -> KaLB GÜLüŞü”-ndeki!.


NemRÛD -> FiravÛN -> cEHİLi
->DÜŞünSEL LÂbirENt ->AKLa
“BerdEN -> SeLÂMen”in -> DİLi
HAKkta HAKktan HAKka HAKkLa!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

TEFeKküR: Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek.
AKLın İÇindeki-Şahdamarından da AKRABa.. Zâhir-Bâtın.. ABdî-RaBBî.. KeVNiYyet sENliğine ULAŞım SILa SALLi..


KeVN: Hudus. Varlık, Var olmak. ÂLem, Kâinat. MevCÛDiYyet..
Vâcibu’L- VüCÛD NÛRuLLAH’ın, NAKLen ->MuhaMMEdî NÛR olarak MevCÛD OLuşu AKLen..


ŞE’ÂN: MuraDuLLAHın ->EMRuLLAHLa ->SüNNetULLAH ÜZere ->ŞeÂNuLLAHta ->Şu ÂNda ->HÂL-i HaZıR FeyeKÛN OLuşu..

TEVHİD: DÂimiYyet HÜViYyetinin VüCÛDa GELiş sENliği..
TeKeMMüL: Lütfun ->LÂNet MâsivÂsı KevniYyetinde İmkÂNLa KuLLuk sENliği İmtihÂNı AŞamaLarı..

Resim

->AKLın BİL!.en
->NAKLin BiL!.ir:
Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Mutü kable en temutü: Ölmeden önce ölünüz!” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Resim

->TeSLimiYyet -> RaHîMiYyet!.: (AnA Rahminden ÇIKkış URuC-ZâhiriYyetimiz)

NEFs >KENdin BİLip ->MuhaMmedî MüRŞiDin BULnca;
ALLAH ve ResÛLüne TESlim OL!. ->Kur'ÂN-ı Kerîm HüKMünce ->İsLÂM OLur!.
ALLAH ve ResÛLüne İmÂN Et!. ->Kur'ÂN-ı Kerîm HüKMünce ->Mü’MiN OLur!.

Kur'ân-ı Kerim’imizde;

1- ALLAH'A ve RESÛLÜNE TESLİM OLUN!: (Ahzâb 33/56) (Âl-i İmrân 3/20)
2- ALLAH'A ve RESÛLÜNE İMAN EDİN!: (A'raf 7/158) (Nur 24/47, 62) (Fetih 48/9, 13) (Hucurât 49/15) (Hadid 57/7, 19, 21) (Mücâdile 58/4) (Saff 61/11)

-> İSTiKÂMet ->RaHMÂNiYyet!.:
(BaBa SULBuna-ZaHRına RüCû’-DÖNüş BATnımız)

MuhaMMedî MüRŞiDin BULan NeFs ->Hakİkat-ı MuhaMMedîYyesinde OLunca;
ALLAH ve ResÛLüne TÂBi OL!. ->Kur'ÂN-ı Kerîm HüKMünce ->VeLiYYuLLah OLur!.

->Hakİkat-ı MuhaMMedîYyesinde Olunca Hakİkat-ı HAKkı HAKLa HaYR Üzere YAŞAyıp ŞâHidi OLup;
ALLAH ve ResÛLüne İTaÂt Et!. -> Kur'ÂN-ı Kerîm HüKMünce ->EHLuLLAH OLur!.

Kur'ân-ı Kerim’imizde;

3- ALLAH'A VE RESÛLÜNE TÂBİ OLUN- istecibü!: (Âl-İ İmrân 3/172) (Enfâl 8/24)
4- ALLAH'A VE RESÛLÜNE İTÂAT EDİN!: Âl-İ İmrân 3/32, 132; Nisâ 4/13, 59, 69, 80; Mâide 5/92; Enfâl 8/1, 20, 46; Tevbe 9/71; Nûr 24/47, 52, 54; Ahzâb 33/31, 33, 66, 71; Muhammed 47/33; Feth 48/17; Hucûrat 49/14; Mücâdile 58/13; Tegâbûn 64/12..
Âyetlerinde geçmektedir.

Resim

-> “CeheNNeM’-in GöBeği”nde..:

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---''Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ: Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.(Meryem 19/71)

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel en’âmi semâniyete ezvâc(ezvâcin), yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâs(selâsin), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn: Sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan kendi eşini var etti ve sizin için davarlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında, ÜÇ KARANLIK içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz? (Zümer 39/6)


viewtopic.php?f=84&t=10444&p=86694&hilit=hepiniz#p86694
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

- ->“İBRAHîMî -->TEFeKküR”ün!.
BerdEN -> SeLÂMen”in -> DİLi!.:

وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekâne’l- beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit tâifîne ve’l- kâimîne ver rukkai’s- sucûd (sucûdi).: Hz. İbrâhîm’e Beyt’in mekânını (Kâbe’nin yerini) indirdiğimiz (gösterdiğimiz) zaman: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Ve Beytim’i (Evim’i) tavaf edenler, kaim olanlar (ayakta duranlar), rükû edenler ve secde edenler için temiz tut.” (dedik).” (Hacc 22/26)

قَالَ أَرَاغِبٌ أَنتَ عَنْ آلِهَتِي يَا إِبْراهِيمُ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِي مَلِيًّا
Resim---Kâle e râgıbun ente an âlihetî yâ ibrâhîm (ibrâhîmu), lein lem tentehi le ercumenneke vehcurnî meliyyâ (meliyyen).: (İbrâhîm (aleyhisselâm)’ın babası şöyle) dedi: “Ey İbrâhîm! Sen, benim ilâhlarıma rağbet etmiyor musun (kıymet vermiyor musun)? Eğer sen, (bundan) vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım ve uzun müddet benden uzaklaş.(Meryem 19/46)

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
Resim---Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh (âliheten), innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubîn (mubînin).: Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum." (En’âm 6/74)

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
Resim---Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti ve’l- ardı ve li yekûne mine’l- mûkınîn (mûkınîne).: Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).” (En’âm 6/75)

فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَى كَوْكَبًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لا أُحِبُّ الآفِلِينَ
Resim---Fe lemmâ cenne aleyhil leylu raâ kevkebâ (kevkeben), kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle lâ uhıbbu’l- âfilîn (âfilîne).: Gece onun üzerini örtünce, (gece olunca) bir yıldız gördü. “Bu benim Rabbim.” dedi. Fakat kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.” dedi.(En’âm 6/76)

فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِن لَّمْ يَهْدِنِي رَبِّي لأكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ
Resim---Fe lemmâ rae’l- kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne mine’l- kavmid dâllîn(dâllîne).: Ay’ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.” (En’âm 6/77)

فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَذَا رَبِّي هَذَآ أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ
Resim---Fe lemmâ rae’ş- şemse bâzigaten kâle hâzâ rabbî, hâzâ ekber (ekberu), fe lemmâ efelet kâle yâ kavmî innî berîun mimmâ tuşrikûn (tuşrikûne).: Güneşi doğarken görünce: “Bu benim Rabbim, bu daha büyük.” dedi. Fakat kaybolup gidince: “Ey kavmim ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” dedi.” (En’âm 6/78)

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---İnnî veccehtu vechiye lillezî fatara’s- semâvâti ve’l- arda hanîfen ve mâ ene mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: Muhakkak ki ben, hanif olarak yüzümü, yeri ve semaları yaratan Allah’ın Zat’ına döndürdüm. Ve ben, müşriklerden değilim.” (En’âm 6/79)

وَحَآجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللّهِ وَقَدْ هَدَانِ وَلاَ أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلاَّ أَن يَشَاء رَبِّي شَيْئًا وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا أَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ
Resim---Ve hâccehu kavmuhu, kâle e tuhâccûnnî fîllâhi ve kad hedâni, ve lâ ehâfu mâ tuşrikûne bihî illâ en yeşâe rabbî şey’â(şeyen), vesia rabbî kulle şey’in ilmâ(ilmen), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).: Ve kavmi onunla tartıştı. “(Rabbim) beni hidayete erdirmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? O'na ortak koştuklarınızdan, Rabbimin bir şeyi dilemesi hariç ben korkmam. Rabbim ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” dedi.(En’âm 6/80)

وَكَيْفَ أَخَافُ مَا أَشْرَكْتُمْ وَلاَ تَخَافُونَ أَنَّكُمْ أَشْرَكْتُم بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا فَأَيُّ الْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِالأَمْنِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve keyfe ehâfu mâ eşraktum ve lâ tehâfûne ennekum eşraktum billâhi mâ lem yunezzıl bihî aleykum sultânâ (sultânen), fe eyyul ferîkayni ehakku bi’l- emn (emni), in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve size hakkında bir delil (sultan) indirilmeyen şeylerle O'na şirk koşmaktan, siz korkmadığınız halde, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden (putlardan) nasıl korkarım. Şâyet biliyorsanız, artık iki gruptan hangisi emniyette olmayı daha çok hakediyor?(En’âm 6/81)

قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
Resim---''Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn (fâılîne).: “Eğer yapabilirseniz, onu (İbrâhîm A.S’ı) yakın! Ve ilâhlarınıza yardım edin.” dediler.(Enbiyâ 21/68)

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim---''Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme).: “Ey ateş! İbrâhîm (A.S)’a (karşı) soğuk ve selâmet (zararsız) ol.” dedik.(Enbiyâ 21/69)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ
Resim---Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehum bi zulmin ulâike lehumu’l- emnu ve hum muhtedûn (muhtedûne).: İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.(En’âm 6/82)

وَقَالُواْ كُونُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُواْ قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---''Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû kul bel millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: (Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.” (Bakara 2/135)

وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---Ve men yergabu an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefseh (nefsehu), ve lekadistafeynâhufî’d- dunyâ, ve innehu fîlâhireti le mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Ve, nefsini sefih kılan kişi hariç kim, İbrâhîm’in dîninden yüz çevirir ? Andolsun ki Biz, onu dünyada seçtik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir.” (Bakara 2/130)

إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Muhakkak ki Hz.İbrâhîm'e insanların en yakın olanı elbette ona tâbî olanlar ve bu peygamber (Hz. Muhammed) ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir. (Âl-i İmrân 3/68)

قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı." (Âl-i İmrân 3/95)

Resim

-> KÛN feyeKÛN.:

Resim

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
Resim---" Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr: Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. HALBUKİ HER İŞİN ULAŞACAĞI YERİ VARDIR.” (Kamer 54/3)

هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ فَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---"Hüvellezi yuhyi ve yümit fe iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekun: O, hem dirilten hem de öldürendir. O, herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız «OL!» der, o da OLuVERir!.” (Mü’min 40/68)

-> YaKÎNi”nde..:

“Yakîn” öyle bir şeydir ki, Küllî Teslimiyet ve İstikametin sonucudur ve Hayyatın EMRedilen SON-UÇudur.:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk’ul yakîne, Allah’a KULLuğa ulaşıncaya) kadar Rabbine kul ol-ibâdet et!(Hicr 15/99)

Buradada üç menzil anlatılmaktadır, geçmiş şu ÂN ve gelecek..

Resim

cÂNda <-> cÂNÂN”ı -> CEM’iYyet!.:

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İRCİÎ ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten) : dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!(Fecr 89/28)

HüLÂsa-yı KeLÂM -> KeLÂMuLLAHta;

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Resim---Bismillâhi’r- Rahmâni’r- Rahîm.: Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.” ( Fâtiha 1/1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---El hamdu liLLâhi Rabbi’l- âlemîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin Rabbi olan ALLAH’adır.” ( Fâtiha 1/2)

BAŞ-Uç ve SON-Uç..
BeSMeLe.. ->ALLAH ->RahmÂN ->RahîM!. ->Bu ise feyeKÛN RuBuBiYyetidir..
RaziYyeten ->RahmâÂNiYyeti ve ->MerdiYyeten ->RahîmiYyetidir..

cÂN fASlın ASLı cÂNÂNdır
cÂNÂN’ın KÂBESi >cÂNdır
MuhaMMedî MüRÎD MüRŞîD
İnsÂNı İNSÂN EDeN SuLtÂNdır!.

kuL İhvÂNim SÖZü KESs
cÂN DEdiğin ş’OL NEfeSs
BiRr NEfeSsLik >NÂsîBin
GÜN GELir BULur hERKeSs!.


YÂ HAYYu’L- KaYYum HUuu celle celâlihu!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


UMUT”um >“KORKu”mu YUttu!
KORKu”m >“UMUT”um UNUttu!
->“A R A -Kesit ->Â R İ f i”yiMm!
->“ÖLüm <->DOĞum”u >UYUttu!.


ZEVK 6872

“YEDi rENK ->çİLLe sAÇLarın ->TARA!.”-yaCAKksıNn ki ->ALper!
->“KENdi ->KİMLik KristÂLin -> KARA!.”-yaCAKksıNn ki ->ALper!
->“TEKe TEK”te -> TEK BAŞ”-ıma!.
->“TEVHîDim >İMzÂMm >TAŞım”a!.
->“gÖLgem-i ->ÖLüMm Yut!.-unca ->ARA!.”-yaCAKksıNn ki ->ALper!..


06.06.15 ->15:49
brsbrs..tktkttkkmdzmÂNşmdşÂNşmdinsÂNn..



HAYyda HAyy bANa HAYy AYyoğuL!
->“SU”-Lar ->UYUmaZz!. ->AYyoğuL!
AHh EDip de ->AğLamadANn!
->SİNELeri -> dAğLamadANn!
ÇİLLem ÇiLLe ->çAğLamadANn!
“SES”iMm ->dUY!”umaZz! ->AYyoğuL!.


->Bu ->biRr ->mâSALLmıŞş!.
->“HÂL İÇİnde ->HÂL”-mıŞş!
“OSSuruKk”tan TeYyâReYymiŞş
->gERide ->GÖK YÜZüM KALmıŞş!..
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim


EyvAllah, EvvelAllah BaBacığım..

Kur'ÂN-da bahsedilen ve suları da, birbirine karışmayan iki deniz: UMut ve KoRKu ..

Ara Kesitten ÜST-e bakınce, HayrEt-le Ümit-lenirim.. ÜMit İÇimden çıkmaz, İÇime girer ÜSTten..
Zirâ ÜMit HaKk’tandır. (Kalbine sığdıraBİLen KuL denir bAŞKa BAKıcılarla, ona..)

Ara Kesitten ALT'a bakınca, HayrEt'le KoRK'arım. KoRKu İÇimden ÇIKar, ALttaki baNa DÜŞer. Zirâ KoRKu bEN-dendir.

ALTından ve de İÇinden nehir GEÇen DuRu-Ma kadar ...

S.A..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Bir MÜSLÜMAN gibi ALLAH ve RASÛLune TESLİM OLuş ve bir MÜ'MİN gibi ALLAH ve RASÛLune İMAN EDiş emrini nasıl anlıyoruz?:

Aklımızın nakilleşirken ihtiyaç duyduğu ve gerçekten MUHTAÇ olduğu TESLİMiyet ve İMAN EDiş serüvenimiz ilk etapta ham aklımızın ürettiği bir çok zannımızla başlar. Bu zannlarımızı aklımız üretir ve bunu yapmaya gerçekten MECBURdur. Çünkü henüz nakilleşmemiş aklımız kendisine tutanacak bir nokta arar. Aradığı bu nokta sabit olmalıdır ve kendine mesned görevi görmelidir. Bu sabit noktayı aklın zannları doğurmaktadır. Ve bu noktalar kişinin algıları kadar çok olabilir...Hüsnü zann üzerinde değilsek mutlaka negatif bir etki altındayızdır ve zanlarımızın doğuracağı noktalar inad, fesad, hased gibi sabitleşmiş noktalar olacaktır ki bu da HAKKikaten korkunç bir haksızlıktır. Çünkü sonuç kötü niyettir.. Eğer hüsnü zan üzerindeysek ve işte o zaman aklımız bu defa kendisini mesnedleyecek pozitif düşünceler üretmeye başlar ki bunun sonucu ise iyi niyettir. Amelller ise niyetlere göredirbuyruğuyla amele döktüğümüz düşüncelerimizle aklımız zannlarından kurtulmuş olur…

Resim---Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Hüsn-ü zan, kulluktaki kemalin eseridir.” buyurmaktadır.
(Ebu Davud)

Resim---Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” buyurmaktadır.
(Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11)

Hüsnü zannlarımız sonucu oluşan iyi niyetlerimizin amele dökülmesi ile gerçekleşen ALLAH ve RASÛLune TESLİMiyetimiz aklın bir ürünü olmamakla beraber ABDULLAHlığımızdır. Ki burada KESBîliğin gereği olan hasbi-habibi hizmet etmekle MEMURuzdur. Bu bizim ALLAH ve RASÛLune TESLİM OLun emrini DUYduğumuzun ve UYduğumuzun MÜHRüdür.

1- VaHYîler -> ALLAH celle celâluhu nun seçtikleri-VAHY gelir
2- VeYSîler -> VaHYîlerin-Nebîlerin seçtikleri- İLHAM gelir
3- VeHBîler -> VeYSîlerin-Ehlullahın seçtikleri KEŞF gelir
4- KeSBîler -> VeHBîlerin-Veliyyullahın Hizmet ettikleri Halk Olup Yardım-Hizmet Gelir..

TESLİMiyet ve İMAN EDiş o kadar iç içedir ki tıpkı tırnağımız ve tırnağımızı oluşturan hücreler gibidir. Tırnağımızı kestiğimizde o tırnak şeksiz şüphesiz tekrar uzayacaktır. Elimiz bir yara aldığında derimiz kendini yenileyecektir. Yeni hücrelerin gelmesi engellenemez…İşte bir MÜSLÜMANın TESLİMiyeti gibi TESLİMiyet, bir MÜ'MİN'in İMANı gibi İMAN böyledir. Ve bu KEŞFediş VEHBîliğin ana özelliğidir. ALLAH'ın ilminin sonsuzluğu gibi bu keşifler de sonsuzdur….Ve bu keşifler kişinin kendi özellikleriyle uyumludur….

Resim

Bir VELİYULLAH-evliyâullah gibi ALLAH ve RASÛLune TABİ OLuş ve bir EHLULLAH gibi ALLAH ve RASÛLune İTAAT EDiş emrini nasıl anlıyoruz?:

Bir çiçek tohumundan gelecek olan binlerce tohumun geldikleri öz tohuma tabi oluşu gibi ALLAH ve RASÛLune TABİ OLuştur. Yani İsa aleyhi’s-selâmın durumu Adem aleyhi’s-selâm'ın durumu gibidir ANLAyışını BİLip, BULup, OLup YAŞAyabilmektir.

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu). : Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona 'ol' demesiyle o da hemen oluverdi.”
(Ali İmran 59/)

VEYSî OLuş bir VELİYULLAHın ALLAH ve RASÛLune TABİ OLuşu gibi ALLAH ve RASÛLune TABİ OLuştur , mesnedi ise %100 ilhamdır. Ve bu ilhama MAHKUMdur. Ancak bir ağacın meyve vermesi ve tohumunu dökmesi gibi Adem aleyhi’s-selâm’ın Rabbul alemine halifeliği gereği ALLAH ve RASÛLune İTAAT EDişini gerektirir. Bir EHLULLAH gibi ALLAH ve RASÛLune İTAAT EDiş ise KELİME-i ŞEHADETin gereğidir…

Bir MÜSLÜMAN gibi ALLAH ve RASÛLune TESLİMi BİL MUHTAÇlığımız
Bir MÜ’MİNgibi ALLAH ve RASÛLune İMANı BUL MECBURİYETimiz
Bir VELİYULLAH gibi ALLAH ve RASÛLune TÂBİ OL MEMURİYETimiz
Bir EHLULLAH gibi ALLAH ve RASÛLune İTAATı YAŞAyış MAHKUMİYETİMİZ” Nakilleşmiş aklın mesnedleşmiş halidir… Ve burada nakilleşmiş aklımız Beden-Nefs-Kalb-Ruh-Sır-Hafi-Ahfa-AKDES BİZ BİR-İZ Muhammedî Şuuru ile Muhammedî Nur-Surur-Onur içerisinde bir besmele çekip, "BİSMİLLAHİRRAHMÂNİRRAHİM", şöyle devam eder;
El Hamdü lillâhi Rabbil'alemin.
Er Rahmânir'Rahim.
Mâliki yevmiddin..
İyyâke nabudu ve iyyâke nestaîn
İhdina's-sırâte'l-mustakîm Sırâtallezîne enamte aleyhim
Gayri'l-mağdûbi aleyhim ve le'd-dâllîn
ÂMİN


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim


BEBEKLİK'E ÖZLEM..

Varlık dediğimiz “neredeyse” sonsuz (“sonsuz varlık”, Allah (C.C.)'ın kudretindeyken, “sonsuz” dememiz bile sırf teşbihe gireceği için câiz bile değildir ya; yapacakta bir şey yok: tenzih'siz yazmanın zorluğu..) sıfat kombinasyon gölgelerinin, bir yerdeki, zamandaki (dünyadaki) halidir. Yani her insan eşya buradayken gerçekte “var” değildirler.. bir seçilmiş düzenliliğin, "bir" durumdaki halidirler..

Şe'ÂN Resim EŞya Resim Şey Resim Şuâ .. mertebeler arası geçiş; bu geçişle bir yer'deki gölgelenme; gölgenin ise hal olması ..

İnsan ve eşya, hal olmak acısından ayni durumda iken (bitki ve hayvan da ikisinin arasındayken), insanın hali fark edememesi.. yani “maddeleşmiş” hali fark edememesi [“insan” isminin içeriği olan unutmak'tan hareketle] duy'u organlarının ona sürekli veri taşıması hasebiyle.. Nefs, bu zan/gerçek duyuların kalbiyken, işte bu mekândır...

{Tek bir Nefs denizine daldırılan, içinde başka başka damarları olan küreler.. üzerinde öylesine delikleri olan ki, daldırılışla beraber içine giren suyun artık dışarı tekrar çıkamadığı.. ve giren suyun içerideki toprak elementleriyle bozuşu vermesi.. O temiz Nefs denizinin kudsal damlaları ki, kendi haline bırakılsa (küreye girmemiş olsa) buharlaşıp arşa yükselecek. Ama aynı damla küreye girdiği anda, toprakla beraber çamur; tutucu, çürütücü.. Çamur aşağıya çekerken içindeki suyla, bu gurbette, su akarken ve deli bakarken, çamurun toprağındaki elementleri “periyodik tablo”nda yer tutturup, mesâinin bitmesini, Nef(e)s ala ala bekle.. Âmin!.}

Yani nefs, mekan iken bize bir “haller” olmuştur ama mekana/dâvete icâbet ve saf kalbe sürekli gönderilen verilerle, aklımıza, bizi “varız” zannettiriverir. Bu kuru gürültü ise, enfûs'taki zikri unutturuverir. Eşya ise unutamaz!.

Bir şekilde, ilahî inâyetle, nefsin mekan, kendimizin ise esasında o anaç algı topu olmadığımızı, kutlu bir “seçilmiş düzenliliğin”, en alttaki gölgesi oluşumuzu anlarsak:
nasıl ki el ve ayaklarımızla “burada” hareket edip mekan değiştirip, arzulanan halleri arar isek (çarsıya, câmiye vs. gitmek), hizmet ayaklarımızla ve kudret ellerimizle ötedeki durumumuza (ışık üstünde duruveren ve böylece gölgenin kaynağı olan) imreniriz derûnumuzda..

{az yemek, az mal, ibâdet ve Resûl'a (sav) uymakla “mekan zıttı” davranış kalbi, nefise bakmaktan kurtarıverir, zira kalb, ruh ve nefs arasındadır. O bir şey daha yapmasına gerek kalmadan, uçan balon gibi ruha uyuverir artık. maneviyâta öylece gidiverir ama mekanda kalmak hâlâ daha asıldır Resim Nefsini bilip önce kul olmak ve sonrada isale'de tutunmak ...}


Zan .... insanın (halin) nefis (mekan) labirentindeki hareketleri .....

Her hareketten (aktiflikten), zan çıkmak zorundadır. Gidişatımız belki de sükûnete en sakin, en az unuttuğumuz format, ilk bebekliğimiz. Bebek, tam da tersi olması gerekirken, çevresindeki her şey “yeni” olmasına rağmen "tepkisizdir":

i) buna rağmen öğrenmeye çalışmaz.
ii) şaşırmaz.

Böylesine bir macerada, ilk yaptığı “bilmiş”liğidir.

Dua: "Allah’ım (C.C) beni miskinlerden eyle" Hz. Muhammed (s.a.v.) [Zansızlık] .. ÂMİN!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Ey bEN!..


E-Ye-Be-Nun!.

BeSMeLe ->“Be”sÎn NOKtaSı
“NÛN” NOKtaSı AŞK HOKkaSı
->YERe Yatan “ELiF” tir >“Ye”
->KaLB KAZaNı!. ->KAFa TASı!.

RüKÛ’ EDen “ELiF” tir >“MîM”
bOYNun BÜKen“ELiF”se “VaV”
“NOKta”ya HaMiLedir ->“CiM”
AVCı ->AVdır!. AVCIdır ->AV!.


BoKta BoStAN GÜBRede GÜL
AŞK AT-EŞi->DumANLa >KÜL
->ANNeSÎni EM!.en ->BEBEKk
->NE İÇiN ÖTMekte >BÜLBÜL!?.


ZEVK 7144

BESLeNmek ->ÜREmek İÇin ->KÛN feyeKÛN >OYuNUnda!
AHhMaK KiMdir?. ÂŞIK KiMdir?. AKL ÂLEMi ->AŞK-a NE VAR?
SeBeB>SONuÇ! SONuÇ>SeBeB! SONsuz-SıFır!. İLK-SONunda!?
ZÂTuLLAH VAR!. NÛRuLLAH VaR!. bU ÂLEMde bAŞKa NE VAR?!?.


06.10.15 06:08
brsbrsa..tktktrstkkmdgnlmdhyrett..



İLKi>İKRâ!. >KÛN KeLÂMı
feyeKÛN ->MÎMde MeLÂMı
NÛRundAN ->ZıTLarın ZeVKi
NÂRındAN>BeRDdeN SeLÂMı!.


ŞeHvet CeheNNemi >SüNNet
->Şe’ÂN ŞeHâDeti ->CeNNet
->İnKÂR ->İKrÂRın ->ANA-sı
İBRAHîm’e NÂR>NÛR>MiNNet!.


->“MüteKELLiM ->MuHaTÂB KİM?
ben de KİMim?. gERÇek “BEN” KİM?
->“BİZ BİR-İZ”de ->kiM DEĞİLiM?.
cÂNda ->cÂNÂN ->cihÂN ->“CİM”iM!.


*

OYsa ->eTARAFa BAKınca
->FAZiLet FARı-n YAKınca
gERÇEği GÖStERir ->NaKiL
AKLa >ŞİMŞEKLer ÇAKınca!.


->BURun AKıntısı >giBi
KaLEM ELde YAZARında..
->NaKit SIKıntısı ->giBi
YALaN Düny BâzâRında..
->“AKıL TAKıntısı” ->giBi
HAKk ÂŞıKLar NAZARında!.

biR SeRSeMLik ki >hERKeSte
->SAYıKLıYOR >hER NEFeSte
AŞK BÜLBÜLün SÖZü ->SESte
->KARGALar ->KANLı KÂFeSte!.


El HAYy ALLAH celle celâlihu ve ->HAYyat!.

Kur'ÂN-ı KerîmimİZde ALLAHu zü’L- CELÂLimİZ, bâzen MutLak ZÂTuLLAH olarak “BEN” bUYurur.
Bâzen de KüLLî ŞEYyin-FiiLin- ve de DÜŞüncenin YARATANı OLarak “BİZ” bUYurur.. Gerisi Lâf-ı güzâff!..


Resim AT-AN KALBim!. ->YORum-Su-z

Kur'ÂN-ı KerîmimİZ ve Hadis-i ŞerifLerimİZ IŞIğında.:

->BİZ BİR-İZ –> “BEN”i BİLeNE
->“AYNAsı-’n ->SIRRIn SİLeNE!.:

MERKEZ-de.. ->AKRAB.. ->RABB’ı!. BİZliği..:


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve le kad halakne’l- insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve NAHNU AKRABu ileyhi min HABLİ’l- VERîD :Andolsun, insanı BİZ yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını bilirİZ ve BİZ ona şah damarından daha yakınIZ.”
(Kaf 50/16)

MuHitte..“ENâ!.” >“BEN ALLAH’ım!.” “feyeKÛN >sİZ”i:

“EnALLAH!”:


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---“İNNENî ENAllâhu lâ ilâhe illâ ENÂ fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki BEN, yalnızca BEN ALLAH'ım. BENden başka ilâh yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl.”
(TâHâ 20/14)


İnsÂN AKLının EReBİLdiği ve NAKLen BUYruLan ki, şU KÂiNÂt dediğimiz KüLLî ŞeYy -> NÛRuLLahtan -> NÛR-u MUhaMMed aleyhisselâmdır!.. Kısaca ZÂTuLLah ve NÛRuLLahtır YER ve GÖKLer İLe İÇİNdekiler ve’s- SeLÂM..:

Resim SÖZ o ki;

Şu ANda Şe’enullahta OLmakta olan-imkân bulduğu için sebebe dayalı varlık gösterenler Vâcibu’l- VüCûD’un, Zâtî VARlığının îcabı olarak “MevCûD”ları Yaratması haktır.

ZâTuLLaH'ın ->İmkÂN ÂLeminde ->Sûretlere bürünerek; ASLenden ->AYNen ->TeZâHuRu SÜRmektedir şu ÂNda, Şe'ÂNuLLAH'ta ki:


SUyun TESTİsi BUZdan” demekteyim İhvÂNice..
ZÂT..->Sıfat..->Esma..->Eşya..
Zâtullah Nûrundan Eşya Nûrunun zuhûru kademelerini-aşamalarını iyi anlamalıyız..
En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız:

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU'S-SEMÂVÂTİ VE'L-ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu'l-emsâle li'n-nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRUDUR. O'nun nûrunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da âit olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. ALLAH, kimi dilerse onu kendi nûruna yöneltip iletir. ALLAH insanlar için örnekler verir. ALLAH, her şeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

Unutulmaması gerken ise, Nûr-u MuhaMMed'in ->Nûrullah'ın zuhuru OLduğu gERçeğidir..

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nûrumdan, diğer şeyleri de senin nûrundan yarattım."buyurdu " buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim--- “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

ALLAHu zü’L-CeLÂL’in “Levlâke- Eğer sen olmasaydın” Sırrı Vücûda gelip MevCÛDat var olamazdı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin NÛRu olmasaydı..
Bu Yaratılış SıRRının AÇILIŞ Noktası-Menbağı olan NÛR-u MuhaMMed olmasaydı VAR OLuş Kapısı açılıp NEŞR-i Kâinat olmazdı..


Eflâk-Felekler-Âlemler Nûr-u Mimden yaratılan ALLAHın Nurlarıdır..:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim --- “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, Hadis-i Kudsî de ALLAH celle celâluhu: “Levlâke levlâke Lema halaktü’l-eflâk: Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” buyurdu.
(Suyutî’nin El-Leâli’l-Masnûa; Aliyyü’l-Kârî’nin El-Esrâru’l-Merfûa ve diğer bir eseri olan Şerhü’ş-Şifâ; Şevkânî’nin El-Fevâidü’l-Mecmûa; Hâfız Aclunî’nin Keşfü’l-Hafâ; Muhammed Said Zalûl’ün Tahkîk; İmam-ı Nevevî’nin El-Ezkâr adlı eserlerinde kayıtlıdır. Diğer yandan Mevlânâ Câmî, Ahmed-i Cezerî, Mevlânâ Hâlid, İmam-ı Rabbânî, Bedîüzzaman Said Nursî gibi nice İslâm âlimleri bu hadis-i kudsîyi eserlerine alıp tevhid inancına uygun izâhlar getirmişlerdir.)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim


NEFS'in MEKÂNLILIĞI

alpervahit

Nur Sûresi 35. Ayet: “Zeytin ağacı” Resim "..Ve o kandilin yakıtı, ne doğuda ne de batıda eşine rastlanmayan mübârek bir zeytin ağacından alınmaktadır"..

Eğer ki kandil Kalb ise ve yakıtı (yaşamın gücü) Nefs ise //

{Nefs Sokağı: Biz, bundan kaçış olmaksızın hem sokağı kirleten hem de, sürekli süpürenleriz. Sokaktan da, fırsat verebildiğimiz zamanlarda da NUR geçecek. Sokak olmazsa NUR'da geçecek yer bulamaz bu Şehâdet Âleminde!.}

MekÂN: İçinde herhangi bir "t" zamanda olacağı varsayılan madde ve/veya maddenin t=> sonsuz'daki hali:

Gayet sanal bir denklemle:
V (hacim) => T (zaman=sonsuz) x Kutle (=0)

Buradan hareketle, NEFS sonsuz zaman koşulu altındayken, kütlesizliğiyle MEKÂN'dır..
İÇ-İÇe girmiş ve akraba formasyonlar içindeyiz.. zaman, hacim, kütle hepsi ÖZünde AYNıdır ve birbirlerinin HÂLLeridir..
Zamanın sonsuz olma durumu dışında, kütlesi olmayan bir şey, herhangi bir “t” zamanda tesbit edilirse, mekÂNı yoktur. Yani Kadr Sûresinde belirtildiği gibi melekler ve RUH, “fîhâ bi izni rabbihim”, SELÂM için geldiklerinde, tek bir mekÂNa gelmemişlerdir!.
Bu dünyadaki hacim içindeki kütleyi birbirleriyle karıştırmamak gerek. Anlaşılması için söyle diyelim çok da doğru olmasa da Resim kütle, henüz hacim haline gelmemiş/gelememiş “alt” bir hacimdir.
Cennet/Cehennem "sonsuzluk" ile beraber anılır (t=>sonsuz). Yani oralarda da kütlesiz olabiliriz. Dolayısıyla ayni anda başka başka cennet ve cehennemleri de zevk edebiliriz.
Zeytin ağacından gelen yakıt da, kütle a’mâ zamanı sonsuz yani, hacimsiz..
Bu denklemden bize ne düşer?. Hacimsizliğe özlemimiz n'olacak??. Bu dünyadayız yani Kütle var. Kütleden ve kulluktan çıkış yok!. Hacimsizlik meramımızı, zamanın sonsuzluğu ile burada nasıl kotaracağımız ise, NEFS'i fark ederek hallederiz belki.. Nefs'teki “hacimsizlik” bize bir şeylerin farklı olduğunu gösterir. Denklemin sonsuz hâli ile ilk defa tanışınca, ya ZAMAN'ın sonsuz olması gerektiğini de görürüz ya da, KÜTLE'nin sıfır olması gerektiğini.. Ama gel gör ki kütleden kaçış yoktu ve geriye bu “garib” hacimsizliği anlamak için ZAMAN'ın nasıl sonsuz olduğunu da anlama gerekliliği doğdu... Bu da işte, içinde olduğumuz her “ÂN”ı anlayarak yani “VAKT’i bilerek". Her bir fark edilen vakit artık sonsuz zaman koridorunun bir parçasındandır; kişiyi “DEHR”i fark ettirme halinde tutar. SON'lulara tutunarak, hemen sanki yanı başımızdaki koridora, zamanın sonsuz olduğu bu komşu koridora pencere açarız ve işte, biçilmiş ölçümüzle tadabildiğimiz “hacimsizlik”i tadarız. Nur'a hazır hâle gelip, dileğimizi böylece RAB'ten dilemiş oluruz..
Hacim, “ZANN”ların mertebesidir. Bu Şahâdet Âleminde en kolay ve en hızlı vazgeçilebilecek olanlardandır.. En hızlı formatını da kaybedendir. Tay-yi mekÂN'da kerâmetlerin en kolaylarındandır belki de..
“VAKTini bil, HACMini BİLme (önemseme)” desek, yeridir.
Nefs, bu denklemi biraz daha “VARlığa” çekersek, bu denklemden ilk firar edecek olandır. Böylece de tesbit aracıdır. O sâyede zamÂN BİLiniyor ve sonrasında da hacmin o kadar da önemli olmadığı..
Zâten hacim tamamen boşluktan oluşur. Madde bile içinde büyük boşluklularıyla bir hacim turudur.. bir alt kademesi.. Onun için “VAR” tarafından öyle kolayca elenmemesi için intihar yasak ve KUL’a “YAKÎN GELinceye dek İBÂDet” farz!.
Evet, denklemin iyice “VAR”a çekilmiş durumunda, nefs sanki bir şekilde hacimsel ama nefsin bambaşka da bir formasyonu da var. Zirâ kendisinin kütlesi yokken (kütle=0), bir yandan da “KÜTLE”ye tutkundur. Onun için en lezzetliyi hep yemek, en değerliyi hep stoklamak ister. Kütlesiz “ŞEY” kütle derdinde.. Bu da, onun fark edemediği bir bilinçtir. Yok olduğunun bilinci ve diline azıcık bal olarak çalınmış “VAR”lığının devamını araması. Tüm yanılsama, o ilk mini anlardaki “tad”larda.. Gerçek şu ki, tatlı yendiğinde, o “güzel” tad, hemen dilde değerini yitirir. Her tad, bir “ÂN”lıktır ve onun için de Nefs sürekli “Sürek AVı”ndadır.
Nefs hem “VAR OL!.”mak, hem de “YOK OL!.”mak “KÛN feyeKÛN ARALIĞI”ndadır. Onun içindir de belki de Nûr Sûresinde "..Ve o kandilin yakıtı, ne doğuda (varlıkta), ne batıda (yoklukta) eşine rastlanmayan mübârek bir zeytin ağacından alınmaktadır" buyurulmuştur.

Hikaye'nin sonuna da sunu ekleyelim:
Tekvîr Sûresi 1-14 aralığında: "..nefisler çiftelendiği/birleştiği vakit" ...

Kıyamette her nefsin sanki bir AYNa görüntüsü oluşur (esâsında zâten öyledir de, orada belli olur). Her nefsin AYNa görüntüsü bir SIRR'ın arkasında “TEK-BİR NEFS”te birleşecek. Her birinin ayrı ayrı nefisleriyle de ayrıca bağları olmaya devam edecek, geçmiş bilgileri ve hatıralarıyla..
AYNa görüntü NEFS, artık imtihÂNa tabii eski bilinen nefs'e, HAK Bilgisiyle bakıyor olacak ve böylece hiç bir nefs ASL'ında i’tiraz da kalmayacak. Olan öncekilere olacak; ondan çıkamamış olanların hem Cehennem'de hem de Cennet'te (ALLAH celle celâlihu özellikle sundukları, amel karşılığı olmayan güzellikler hariç olmak üzere) vay hallerine!.

Hoca Amcam ve Hacı Osman Amcam'dan duyduğumuzla da iş bitsin
Resim "Lâ Teşbih ve Lâ Temsil"

İNNÂ LİLLÂHİ ve İNNÂ İLEYHİ RÂCİÛN..

S.A..


Resim SÖZ O ki Resim

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU'S-SEMÂVÂTİ VE'L-ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu'l-emsâle li'n-nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRUDUR. O'nun nûrunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da âit olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. ALLAH, kimi dilerse onu kendi nûruna yöneltip iletir. ALLAH insanlar için örnekler verir. ALLAH, her şeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

Resim

تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
Resim--- “Tenezzelu’l- melâiketu ve’r- rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin.: Melekler ve ruh, onda (o gecede) Rab’lerinin izniyle herbir emir-İŞ için inerler.”
(Kadr 97/4)

سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
Resim--- “Selâmun, hiye hattâ matlaı’l- fecr (fecri).: O (gece), fecrin doğuşuna kadar selâmdır (selâmettir).”
(Kadr 97/5)

Resim
Yakin ikÂNda yakînlik vardır.. yakîn gelinceye kadar kulluğa devâm ediniz.:

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
Resim---Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti ve’l- ardı ve li yekûne mine’l- mûkınîn (mûkınîne).: Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).”
(En’âm 6/75)

“Yakîn” öyle bir şeydir ki, Küllî Teslimiyet ve İstikametin sonucudur ve Hayyatın EMRedilen SON-UÇudur.:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk’ul yakîne, Allah’a KULLuğa ulaşıncaya) kadar Rabbine kul ol-ibâdet et!
(Hicr 15/99)

Yakîn.. burada kün değil kûndur.. Nurullah Kudriyeti vardır.. Kevniyete gelişten ötedir.. yâni potansiyel KÛN!. feye KÛN değil yâni.. ikÂN, yakîn.. yakın ise “KÛN feye KÛN” bir eşyâ OLuşumudur.. “KÛN” nun Kudretine Eriştir.. Yakîn ise, çok ilerdedir.. yâni “yakînen biliş, kesin inanış”..

Resim

وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
“Ve izen nufûsu zuvvicet.: Ve nefsler eşleştirildiği (fizik vücutla birleştiği) zaman.”
(Tekvîr 81/7)

Lâ Teşbih ve Lâ Temsil Resim Bu YAŞAnınca ANLaşılan bir Teşbih ve Temsildir ki, ÂNcak ve ÂNcak Çocuk DOĞuran kadın ANNEdir!. Resim "YAŞAnmayan Yalan!."dır...

Resim

İNNÂ LİLLÂHİ VE İNNÂ İLEYHİ RÂCİÛN..:

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
" Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler."
(Bakara 2/156)


İrhamnâ Yâ RaBBenâ!. Yâ ALLAH celle celâluhu!..
Es Salât ü ve's- SeLÂMu Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!..



11. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Muhammed Şemseddin el Hanefî Hz.lerinin salâvâtıdır.

Resim

TÜRKÇESİ: Allâhümme salli ve sellim alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike en nebiyyîl-ümmîyyi Resim ve alâ âlihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi adede mâ alimte Resim ve zînete mâ alimte Resim ve mile mâ alimte salâten ente lehâ ehlün ve hüve lehâ ehlün.

MÂNÂSI: Ey Rabbim, kulun, nebin, resûlün, ümmî nebi, Seyyidimiz Efendimiz, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, onun âline, ashâbına, ehli beytine, ilminde olanlar adedince, ilminde olanlar ağırlığınca, ilminde olanlar dolusunca, Kendi salâtınla ve ona ait salâtla, salât ve selâm ediver!
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


ResûLuLLah SESin DİNLe
dUYup-UYy>İLiM SENinLe
“EHL-i BeYt EDEBi”-n İZLe
BİZ BİR-İZ >BİLiM SENinLe!.

..aleyhumusselâm..


ZEVK 7161

BİLmek->BULmak->OLmak İÇin ->ANLAmaKtır >İLiM BİLmek
ANLAdığın ->ARZ’dan ->ARŞ’a ->YAŞAmaKtır ->BİLiM BİLmek
->HÂL-i HIZıR ->HAZıR HÂLde ->ANLAmaKtır ->HÂLiM BİLmek
SEKîNet-i MuhaMMedî.. ->KÛN!. ->feyeKÛN!. ->HİLiM BİLmek!.


18.10.15 20:44
5 muHARRem 1436
brsbrsa..tktktrstkkmdmhRRmm..


İLim: İlm.. Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek..
BİLim: İlimin HaYyatta KULLanılış yÖNtemi.. Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi.
SEKîNet: Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti. Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
HİLim: Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak. Vakar. Sükûn.
HİLmiyyet: Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk.




->İLiM AŞKı
bİLiM MeŞKi
ReSûLuLLah
hİLiM KöŞKü..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“İlim elde etmek her Müslüman kadına ve erkeğe farzdır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“İlim aramak için bir tarafa yönelen kimseye Allah, cennet yolunu kolaylaştırır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Muhakkak ki âlimler, peygamberlerin mirasçılarıdır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hikmet (ilim), mü’minin kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa alır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim öğrenmek, beşikten mezâra kadar farzdır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ İlmin yarısı, soru sormaktır.” buyurdu.

(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mahşerde âlimin mürekkebi, şehidin kanından Mizân’da daha ağır gelir.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ Bir saatlik tefekkür (hikmetli düşünüş) 60 yıllık nafile ibâdetten daha hayırlıdır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden daha hayırlıdır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim, Çin’de dahi olsa gidip alınız.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir âlim, bir konuda görüş bildirdiğinde bu yorumu doğru ise 10 sevab, yanılır ise 1 sevab alır.” buyurdu.
(Nevevî, Riyâzü’s- Sâlihîn min hadîsi Seyyidi’l- Mürselîn)



Resim

ResimEs-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Es-selâtu ve's-selâmu aleyke Ya Rasûlullah


Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!
RABBâNî RUHuna ve Yüce Yüreğine!
Yeni DOĞmuş BeBeKlerin GÜLücükleriyle,
AÇan Can COŞkulu ÇiÇek ToMuRcuklarıyla,
İÇ-imin; SıFıR-SONsuz ve KoRKu-UMUT HİÇkırıklarıyla
Şimdi Şu ÂN
-da, El ÂN ŞEÂN-da,
OKU-nan ve HEP OKU-makta OL-duğun EZÂN-ından!
DeVR-ÂN-ından!
SeYR-ÂN-ından!
CeVL-ÂN-ından!
HaYR-ÂN-ından!
BENce-SENce GÖNlüne GÖNLümce,
Es SaLLât ü ves-SELLâm OLL-SîNNN!


Resim

48. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : Muhyiddin İbni Arabî'nin SALAVAT-ı KÜBRÂsı

Euzubillâhissemiul âlimi mineşşeytanirracim min hemazitihi ve nefhahihi ve nefsihi..
Aklımın içerden dürtüştürdüğü ve nefhahihi dışarıdan üfürdüğü ve nefsihi bizzat kendisinden benim böyle oluşumdan Allah’a sığınırım.

وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ
Resim---Ve kul rabbi eûzu bike min hemezâtiş şeyâtîn(şeyâtîni) : Ve de ki: «Ey Rabbim, şeytanların dürtüştürmelerinden (kışkırtmalarından) sana sığınırım! (Mu’minûn 23/97)

Ve eûzu bike rabbi en yahdurûni âyettir.

وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ
Resim---Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn(yahdurûni) : Ve onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rabbim." (Mu’minûn 23/98)

Hazırımda olmasından da..

Ve eûzu bike rabbi en yahdurûni

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm


Allahumme salli ve sellim alâ Seyyidinâ Muhammedini’n- Nebiyyi’l-Ummiyyi’l- Arabiyyi’l- Kureyşiyyi’l- Hâşimiyyi’l- Mekkiyyi’l- Medeniyyi.
Sâhibi’t- Tâc ve’l- Mi’râc.
Sâhibi’l- Şeriat ve Atâyâ.
Sâhibi’l- Makâmi’l- Mahmûdi ve’l- Havdi’l- Mevrûdi.
Sâhibi’s- Sucûdi li Rabbi’l- Ma’bûd.

Mânâsı:

ALLAHım Efendimiz;
Nebiyyil-Ummî, Arabî, Kureyşî, Haşimî, Mekkî, Medenî olana,
Tâc ve Mirâcın Sâhibine,
Şeriat ve Atâ Sâhibine,
Makâm-ı Mahmud ve Havz-ı Mevrûd Sâhibine,
Tek Mabud-İbâdet edilen RABB celle celâluhu için SECDEler Sâhibine,
Salât ve Selâmımızı ulaştır.
Teslimiyet ve Sıla ulaşımımızı sağla İnşâallah..
Âmin Yâ Muîn celle celâlihu


Not: Muhyiddin İbni Arabî (radi Allahu anhu) Salavat-ı Kübrâsının çok önemli olduğunu bildirmiştir.

MuhaMMedî Muhabbetle..

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

PÜSKÜLLÜ PÜSKÜRTME!.

Sevgi/Mu'habbet, ancak bir yere yapışmış, sanki özürlü bir durumla, âliliğe, havaya bakan/bakakalan düşüktekinden peydahlanabilir. Ama bu sadece teorik bir özelliktir. Pratiğe geçiş ise, nuraniyetin toprağın içine, hiç çıkmayacak şekilde zerk edilmişliğiyle oluştu/oluşuyor. Çünkü nuraniyet, toprakta yapışmış ve hapistir ancak ana yurduna gitmeye çabalarsa: bu gurbet özlemi sevgisidir nihayet tanıştığı.. Topraktan göğe aval aval özlemle bakmaktadır artık sevgi..

Özlem, önce yapamamazlık ve edememizlik durumlarını içselleştirince artık doğmaya başlar.
“Belli açıdan yetkin” melekler O'nun için özlem duyamazlar, zira ilk fark edişleri hep yetkinlikleri olmuştur onların. İnsanda bu yetkinlik zaten hiç olamaz, ancak “öylesine bir zan” doğabilir ki bu kibirdir. Kibir de gerçekten var olmadığından, ancak “başka” bir tür ilişkiyle püskürtülünce görünür. Püskürtme ise boş bir üflemedir.

Suyu içerken ve yemeği yerken besmele ile onları evlâ(t) kılmak, basit bir dini selâmlama olmaları yanında, ileride yoksanası kibrin temel taşlarının peşinen kudsanmasıdır da, evvel
ALLAH celle celâlihu Sevgi / Muhabbet / Özlem Nur'a, Hayy'a ve Kayyum'a muattab kılınmazsa, topraktaki tohumken önce çürür ve toprak olur...

Başaranlar (başı erenler), başaramayanların (başı ermeyenlerin) bıraktıklarından, çürüyerek arttırdıkları topraktan yol bulur böylece..

Toprak, doğu'yu batı'dan doğurur. Dünya ise bir O yana bir de BU yana döner..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ResimİnsÂN AKLı>NAKLe BAĞLı
KÛN feyeKÛN ResimOYUN-cağı!
YÂRım NEfES ResimÇiLLe ÇAĞLı
ResimSıRR-ı SıFıR ->SALIN-cağı!.


AL!. VER!. NEFes gibi ->HAYyat
cÂN CeNNet.. CeheNNem KAN-a
-> NeFRet Kızı -> SEVgi HAYyat
BiR ->O YANa!.. BiR ->Bu YANa!..


->BİLdiğimİZ -> biR BİLMeCe
İKRÂR’ın ->İNKÂR’dan DOĞar!
NÛRsuz KALan GÜNdüZ >GeCe
->GÜNEŞ ki ->“GECE”yi KOĞar!.


ZEVK 7249

“GÜL”deki ÖZELLik-GÜZELLik ->“GÜBRE’nin ÖZü”-nde >GaYBî!
“İLLâ A L L A H” ->İKRÂRı kii -> “Lâ İLâHe SÖZü”-nde >GaYBî!

ANA-BaBa >ÇiFTLeŞmesi
MaDDe-MÂNÂ EŞLeŞmesi

“VüCÛD”da DİRİLen “TUZ”un ->“BİZ BİR-İZ GÖZü” -nde >GaYBî!.


26.11.15 11:21
brsbrsm..tktktrstkkmdhyrÂN
..

KayB: Kayıp olmuş.Yitik. Bulunamayan.
GaYB: Gizli olan. Olduğu halde Görünmeyen. Belirsiz. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen.. Akla >Naklen gösterilebilen..
GaYBî: Şahdamarımızdan AKRABa RaBBımız TeÂLÂ gibi, Ruh gibi, can gibi, elektirik gibi, ancak yaptıklarıyla belli olan..


“Gayb görülemeyen değil, görünmeyendir.. Bir çınarda tohum, bir tohumda çınar gizlidir..”
Münir Derman kaddesallahu sırrahu..
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim AVcumdaki AV<->AVcı..

BİR AVCI DENEMESİ _ (t)uzağa düşürmek!.

İnsan, şeytanından apayrı bir objeymiş gibi kurtulamaz ki.. Hadis-i şerifte de geçtiği gibi, o damarların içinde yol alır. Şeytanlık nefsin bir şeyi kendi adına istemesidir. Bu istekler, zaten nefis özellikle ısmarlamasa da, yaptıklarımızla da kesişir genelde. İnsan burada, mecburen yapıyor olageldikleriyle bile ona uyar gözükür. Bu, istemeden nefse uyuş'ta, tek yapabileceğimiz o anı, abdestlemektir. Efendimizin günde 70 kere tövbe istiğfarı, aklına gelen kötülükleri veya nefse uyması yüzünden değil, bu kaçınılmaz uyuşma anlarının tesbiti yüzünden olsa gerek. Yemeği yerim, bu hem nefs bayramıyken hem de yaşamın gereğidir. İşte size buyurun: “Estağfirullah El-Azîm.”

Nefsin, şeytanlıkla bu kıyı kıyılığı, şehvet, rağbet, korku, gazab, şüphe, şirk ve gaflet üzerindeliğinden olmasındandır. Bunların kötülüğü, nefsin bunları kendisine kullanmasındandır. Ama, Allah'a rağbet, Allah'tan korku, Allah için gazab, Allah'ı unutturanlardan şüphe, ve onların aklımıza ve önümüze gelmeleri anında onlara şirk Resim mutlak butlan = lâ ilâhe ..... ve onlardan gaflet Resim illâ Allah! = daimî inat/ ISRAR Resim Esrâr'ın MuhaMMedî kudsî devamlılığı ..

Her mü’minin içinden geçtiği cehennem. Cehennem âleti olan bu yediliyi yok edemeyiz, anca secdede yere vurup el Alâ'yla Subhânlarız.. Cehennemin bu çift örtüsünden, cennetin tek örtüsüne bu yediyi secdeleştirirsek, cehennem mekânına nur düşer Resim hakediş Nur'u..

Burada bir şeytan var tek(me)leyeceğim ... cehennem var tâdilata sokacağım ...

Hararetli nefsi, sanki başkasıymış ya da başkadaymış gibi tuzaklarız. Ancak bu tuzaklamada hemen yanımızdadır ki o. İnce ince düşünerek yerleştirdiğimiz tuzaklar, kaçış koridorlarını daha kurgularken o da görür. Nefsi (t)uzağa düşürmek bu anlamda mümkün değildir. Ona sürekli eğilip kandırmalarından kaçınmak, onu tanımaya bağlanmak, zaman kaybıdır. Allah (celle celâlihu)'ı / kendimizi gözetmemiz gereken zamanı onunla murdar ediveririz. Bu terbiyesizi, eve, işe, câmiye götürürken, her anlamda anlamsızlığı gösterirsek (her zevkin olsa olsa bir kaç saniye sürdüğünü hatırlatılsa bile) bir gün, susmaya başlar ve gittikçe GÖZ olur. İstemeksizin ve tüketmeksizin, ne yaşanıyorsa, yanı başındakini şehâdete geçer. Nefis, zâlimlik ve câhillikteki el işçiliğinde kemâlât bulur.. De ki biz kul oluruz artık. Ancak bir dakika?..
Bunu biz nefsimize yapıyoruz zannederken, esasaında Rab'bimiz bize yapıyor olmasın bir yandan!!..

Nefsini eğiteni, RaBBi de eğitir desek yeridir!.


من عرف نفسه فقد عرف ربه
Men arafe nefseh fekad arafe rabbehu..

Amennâ...El Hamdülillahı Es-Sâdık'un!!..




Resim HAYy celle celâlihu..

EL A'LÂ:
Resim

Es Sâdiku:

Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsini TANıyan ->RABBini TANır! ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Günde 70 defa istiğfar edenin, 700 günahı affolur.” buyurdu.
(Beyhekî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bazan kalbimin perdelendiği olur. Ama ben Allah’a günde yüz defa istiğfâr ediyorum.” buyurdu.

(Egar el–Müzenî radıyallahu anhdan; Müslim, Zikir 41. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah'tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.” buyurdu.

(Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan; Buhârî, Daavât 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîr 47; İbni Mâce, Edeb 57.)

Resim---Sâfiye Annemiz aleyhasselâm: “Peygamber aleyhisselâm ramazan ayında i’tikâfta iken akşam vakti yanına uğradım. Bir müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere de o kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki Ensardan iki kişi oradan geçiyordu. Hz. Peygamber’i görünce hızlandılar. Rasûlullah onlara: “Biraz bekleyin yanımdaki eşim Safiyye’dir.” dedi.
Onlar: “Sübhânallah!. Bu da ne demek yâ Resûlullah? (Sana su-i zânda mı bulunacağız?)” dediler.
Hz. Peygamber şöyle dedi: “Şeytan, damarlardaki kan gibi insanda dolaşır. Ben, onun kalblerinize bir kötülük atmasından korkarım.” Buyurdu.

(Ebu Davûd, Sünnet, 18)

Bir rivâyette şöyle gelmiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kocası gurbette olan (yabancı) kadınların yanına girmeyin. Zîra şeytan, herbirinizin içinde, vücudunuzda kanın dolaştığı gibi, (kendisini hissettirmeden) dolaşır." buyurdu. Biz atılıp sorduk: "Sende de dolaşır mı?."
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bende de (dolaşır), ancak Allah bana yardım etti de (şeytanım) bana teslim oldu." buyurdu.

(Tirmizî, Radâ 17, 1172).

Resim---İbnu Abbas radıyallahu anhümâ: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir." buyurdu.
(Buhârî, Tefsir, Kul eûzu birabbi'nnâs 1.)

Bu rivâyetin Buharî'deki aslı, biraz farklıdır. Buharî, rivâyeti senetsiz olarak verir ve vesvâs kelimesini tarif zımnında kaydeder:
"el-Vesvas: İnsan doğunca şeytan ona sokulur, Allah zikredilince gider, Allah zikredilmezse kalbinde yerleşir kalır."

Bu hadisi, Said İbnu Mansûr, rivâyeti daha anlaşılır kılacak bazı ziyâdelerle tahric etmiştir:
"İnsan doğunca şeytan kalbine tüner. Akleder ve Allah'ın adını zikrederse siner, gâfil kalırsa vesvese verir."

İbnu Merdûye yine İbnu Abbas'tan olmak üzere hadisin bir başka vechini rivâyet etmiştir:
"el-Vesvâs şeytandır. Çocuk doğunca, kalbinin üstünde vesvâs olduğu halde doğar. Vesvâs ona dilediği gibi tasarruf eder. Ancak kişi Allah'ı zikredince şeytan siner, gâfil kalınca kalbine tüner ve vesvese verir."


Çâresi ->Nâs Sûresi:

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ
Resim---“Kul eûzu bi rabbin nâs (nâsi).: De ki: “Ben insanların Rabbine sığınırım.”
(Nâs 114/1)

مَلِكِ النَّاسِ
Resim---“Melikin nâs (nâsi).: İnsanların melikine (mâlikine).”
(Nâs 114/2)

إِلَهِ النَّاسِ
Resim---“İlâhin nâs (nâsi).: İnsanların İlâhı’na (sığınırım).”
(Nâs 114/13)

مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ
Resim---“Min şerri’l- vesvâsi’l- hannâs (hannâsi).: Hannasın vesveselerinin şerrinden.”
(Nâs 114/4)

الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ
Resim---“Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâs (nâsi).: Ki o (hannas), insanların göğüslerine vesvese verir.”
(Nâs 114/5)

مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ
Resim---“Mine’l- cinneti ven nâs (nâsi).: İnsanlardan ve cinlerden (insanların Rabbine, Meliki’ne ve İlâhı’na sığınırım).”
(Nâs 114/16)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem İbnu Ömer radıyallahu anh'e: "Ey İbnu Ömer, dinine sâhib ol, dinine sâhib ol!. Bil ki o, (seni ayakta tutan ) bedenin, damarlarında akan kanındır. Dinini kimden aldığına iyi dikkat et. İstikameti doğru olanlardan al, eğrilerden alma!." buyurmuştur.

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Resim VAR-YOK giBi..

AŞKta AVCI ->AV gibiyim!
YÂRım NEFes TAV gibiyim!
AŞK ATEŞin YAKaN YÂRim!
ÇAKMak TAŞı-KAV giBİyim!.

->İKİ-Likte KALış ->ŞEY-t-ÂN!
OLsun!. OLmasın!.da ->OL-ÂN!
"BİZ BİR-İZ TEVHİDi" ->EL-ÂN!
YÂRım NEFeste>CÂNda<->CÂNÂN!.

İnsÂN oğLu-n ->BİLmecesi
AŞK AYNAsı”-n >SİLMeCesi
KORKusuz
-HüZüNsüz GönLüm
->DOĞum ->ÖLüm GÜLMECEsi!.

ZEVK 7257

Devr-i devrÂNda >seyrÂNda ->DÖNüYORum >TAVAFtayım!
cevLÂNdayım >hayrÂNdayım >TekmiL-i TüMM TARAFtayım!

DONmam-ERİmem>SIRsızım
->SıRR-ı SıFıR -> SINIRsızım!.

->NE ceheNNEm NE de ceNNEt!. -->ARAKESit ->A’RAFtayım!..


29.11.15 01:04
brsbrsm..tktktrstkkmde…



>EbDÂL-Leri - EbRÂRı HAYy!
HAKk’ın HAYRı EhYÂRı HAYy!
“MUHİTin MERKEZ MİLİ”nde!
->MuhaMMedî EHRÂR-ı HAYy!.


devrÂN: şu ÂN Şe’ÂNuLLAHta-SüNNetuLLAHta Şerât-ı MuhaMMedîYye.
seyrÂN: şu ÂN Şe’ÂNuLLAHta-SüNNetuLLAHta Târikât-ı MuhaMMedîYye.
cevLÂN: şu ÂN Şe’ÂNuLLAHta-SüNNetuLLAHta Mârifet-i MuhaMMedîYye.
hayrÂN: şu ÂN Şe’ÂNuLLAHta-SüNNetuLLAHta HaKiKat-ı MuhaMMedîYye.

TAVAF: Ziyaret etmek. Ziyaret maksadiyle etrafında dolaşmak. Hacıların Kâbe etrafında yedi defa dolaşmaları. Hakikatte ise MuhaMMedî KULun şahdamarından da AKRABası RaBBu’L- ÂLEMîn MERKEZine Muhit-HabLi’L- VERîd NÛR-u MîMm’e CEMm’ OLmasıdır.. KüLLî ZeRRe-KüRRe İle SıRR-ı SıFıR SONsuz DÖNüş!. Yâ da her ÂN yENide Yaratılış SeBbeHasına İştirakinin Farkına VARış MaSALLımız ve’s- SeLÂM!.

Resim TARAF Resim KüLLî ŞeYy’e Tarafsız ÖZündeki Resim fASL-ının Resim ASLI RABBısına;
Resim Muhtaç
Resim Mecbur
Resim Me’mur
Resim Mahkum..
Resim HAkk ve HAYRa Taraf KuLL..


A’RAF: cehennem ile ceNNEt ARAKESiti, tarafsız-nötr BÖLge..

DONmam-ERİmem>SIRsızım
->SıRR-ı SıFıR -> SINIRsızım!.:


Teknikte “SU”yun özelliğidir ki;
SU Resim “00 C”de donar BUZ OLur.. Resim ve BUZ yine “00 C”de Erir Resim SU OLur..
AYNı “00 C”nin Resim bir Yüzü tefrit NÂRı-ceheNNEm (zemherira) Resim bir Yüzü İfrat NÛRu-ceNNEttir..
İKİ YÜZÜ ZıtLar ZEVKi OLan “00 C”nin Ortası ise Resimİ’tidÂL Sırat-ı Mustakîmi- El Vâhidu’l- Kahhâr ustura ağzıdır ki Resim NÛr-u MîM Yüreğidir Orada DONmak KORKusu-ERİmek HÜZNü Yoktur!.


Resim Es SeLÂM OLsun Korkusuz ve Hüzünsüz A’RaF ÂŞIKLarına!
Resim MuhaMMedî EbDÂLLere!
Resim MuhaMMedî EbRÂRLara!
Resim MuhaMMedî EhYÂRLara!
Resim MuhaMMedî EHRÂRLara!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

EBDal: (Bedil veya Bedel. C.) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemaat. Mâsivâ alâkasından mücerret ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetinde fâni ve EN müstağrak olan zâtlar.
EBRaR: (Berr. C.) Özü sözü EN doğru olanlar, hamiyetliler. EN Sâdıklar. EN İyiler.
AHYâR: EN Hayırlılar. Dostlar. İyilik sevenler. (Eşrar'ın zıddı)
AHRâR: (Hür. C.) EN Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler. Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar. Hürriyetçiler.

Eflâk-Felekler-Âlemler Nûr-u Mimden yaratılan ALLAHın Nurlarıdır..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim--- “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”

(Enbiyâ 21/107)

ALLAHu Zü’L- CeLÂL’imİZ BİZi -Resim Korkusuz ve hüzünsüz MuhaMMedîlerden kılsın İnşâe ALLAH Teâlâ bizleri de..


إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---''İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ekâmûs salâte ve âtevûz zekâte lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn: İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.”
(Bakara 2/177)


إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---“İnnellezîne kâlû rabbunallâhu summestekâmû fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne) : Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
(Ahkaf 46/13)

Resim Es SeLÂM OLsun Rahmetenli’l- ÂLEMîn aleyhisselâma!.


ResimSenedi sıhhatli bir rivâyetle Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “ Bu salâvâtı okuyana şefâatım vâcib olur.” buyurmuştur. İbni Kesir bu isnadın doğru olduğunu söylemiştir.

Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ HÂMİLE LİVÂİ'L-HAMD
ALLAHU Teâlâ' nın salâtı ve selâmı sana olsun!
Ey Livâi'l-Hamd Sancağını taşıyan!


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn ve enzilhil mak'adel mukarrabbi indeke yevmel kıyâmeti Resim Vâhşurnâ fi zümretihi tahte livâihi fi zılli arşikel mecîd Resim İnneke alâ kulli şey'in kadîr.

MÂNÂSI: “ALLAH'ım! Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât, selâm ve bereket dileklerimizi ilet, salât et ! Onu kıyâmet gününde yâkînlerin makamında konuklandır.Ve bizi, Mecîd (ulu) Arşıyın gölgesinde onun livâ'sı (bayrağı) altında haşrolan zümresi içinde haşret. Şüphesiz ki sen herşeye kadirsin!”



Resim
Senedi sıhhatli bir rivâyetle Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) :
"bu salâvâtı okuyana şefâatım vâcib olur." buyurmuştur.
İbni Kesir bu isnadın doğru olduğunu söylemiştir.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn ve enzilhil mak'adel mukarrabbi indeke yevmel kıyâmeti. Vâhşurnâ fi zümretihi tahte livâihi fi zılli arşikel mecîd. İnneke alâ kulli şey'in kadîr.

MÂNÂSI: "ALLAH'ım! Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât, selâm ve bereket dileklerimizi ilet, salât et ! Onu kıyâmet gününde yâkînlerin makamında konuklandır.Ve bizi, Mecîd (ulu) Arşıyın gölgesinde onun livâ'sı (bayrağı) altında haşrolan zümresi içinde haşret. Şüphesiz ki sen herşeye kadirsin!"
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

Ev aLma, Kuş (a/o)L!.

Her toprak parçasının üstünde, TEK-BİR BİRim yükselmeli. Bu, toprağın ilâ-nihâye şükrüne hürmeten bu böyledir!. Aynı ->her kadının tek bir kocası olması gerektiği gibi.. ResimAynı toprak parçasını tabanlamış üst üste hücreler Resimhem o toprağın DERûNuna hürmetsizliktir, hem de Resimsanki “ZiHN-inde sivri-leş”-lenmiş, sabitlenmiş ZANn yığınlarıdır. İçeridekilerin kümeleştirdikleri ZANn-lar topluluğunun maddeleşmişi...
Lâkin, bunca insana duçârken de, bâkir kalınması zor olsa da ResimZiHNimizin bu durumda Resimo köye gidebileceksek Resimgidene kadar Resimbu ZANn-ların üstüne çıkalım Resimaltta kalsınlar Resimbâri hürmeten!. Geçici niyetlenelim “nikah akid et”-meden!. Şudur ki Resimehvenii ŞeRr Resimkirada ama Resimmümkünse en üst katlarda, bâri seyir eyleyerek “EV”-lenmeyelim!.
ResimÇantamız hazır, kulağımız seMÂ’da!.
ResimBöylece, DIŞarıdaki KUŞ-larla.. ResimOnlar ki, bir binânın pencelerine konar Resimsonra diğerine uçar... ResimBir fikre tutunmadan HÂL-ine düÇÂR!.. (ResimBaBam gibi).. Ve’s- SeLÂMm!..



İlâ-nihâye: Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder.
DERûN: f. İç taraf. Dâhil. * Kalb.
ZiHN: (Zihin) Anlama, bilme, hatırlama kuvveti. Anlama kuvvet ve istidadı. Hıfz kabiliyeti.
ZANn: şüphe. Zannetmek, samak. Sezme.
Duçâr: uğramak, müptela olmak.
Akid: Anlaşma. Sözleşme. * Düğümleme. Düğümlenme. Bağ bağlama. Bağlanma.
Ehven: Daha aşağı. Daha ucuz. Bayağı. Adi. * Zararı az olan. En zararsız.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
DE-BUyur ALP_ER VAHid oğuLcÂN ANLat ResimHAMZA'mıza..

HAKk ÂŞıKLar ->ARŞ ->BAŞLarı
->“ARZ”da ->CeheNNeM AŞLarı
CeNNet>gÖZü.. UYuN >KAŞLarı
“BİZ’i ANLA!..”ya-cak ->SANma
->DOLaşÂN >M e Z  R TAŞLarı!.

BedEN-Nefis-KaLB ve RÛHun
->TEVHiD TEKeMMüL tAHtası
NEREsÎnde ->“HaVva ŞÛH”un
->“ÂLEM”-in ->“ÂDEM ATA”sı?!?.

ZEVK 7338

biRr AV_UÇ >“HAVva” “TOPRAK”ı.. ->biRr YUdUm >“ÂDEM”in “SU”yu!
>“EL-m KurDu”nu SEV!.”-ERim.. ->KûN_KıVıLcım >ŞEY-t-ÂN “ATEŞi”..
CeNNet’tEN DOĞ-ÂN ->CeheNNem!. ->YaLÂN DÜN-yâ -> KeVNî KUyu!.
->OĞLu ->DâMâD!?. KIZı ->GELin?!. ->Kâ-BİL ->Hâ-BİL’in ->KÂRdEŞi!.


25.12.15 11:24
brsbrsmda..tktktrstkkmdfigÂN..

>KuŞLar nİÇİn UÇmaktaLar?!.
>“AŞKa kANat AÇ!.”maktalar!!.
HAKk ÂŞıKLar ->“AğLa!”makta
“HALK’a AŞK’ı SAÇ!.”maktaLar!?. HUu Dosttt!..


DâMâD: Ana ve babaya göre kızlarının kocası, güvey..
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

Bir “Furkanî birlik’” saymacası

Biz Bir’iz, ama virgülden sonra _ Bir “Furkanî birlik” saymacası

Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Rabb’imiz Tebâreke ve Taâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığı zaman dünyâ semâya iner ve der ki: Bana kim duâ eder ki (ister ki), onun duâsını kabul edeyim! Benden kim bir hacetini ister ki, ona dileğini vereyim! Benden kim mağfiret ister ki, ona mağfiret edeyim!”

Öylesine bir yorumla diyelim ki, “gece” yaşam süremizi temsil ediyor olsun. Yaşamımızın “gece” olması, bizim sürekli Hakk’ın önüne geçmemiz ve sanki olanlarda bizim de duhlumuz/dahlimiz olduğu zannımız hasebiyledir. Bu durum, “bakışın”, aradaki biz’ce olması dolayısıyladır. Böylece biz, bu bakışımızla ancak yerde bıraktığımız sanal gölgeyi görebilirken, Hakk’ın bakışı hem bizi hem de yerdeki sanal gölgelerimizi aynı anda kapsar. Her şey, o anda, öylece oluvermektedir.

Gecemizin - yaşam süremizin son üçte birinde (40’ından sonra dedikleri), neredeyse günlük yaşamımızdaki düzeye inecek kadar, Cenâb-ı Hakk ile irtibata geçebileceğimiz bir düzey - seviye açılıyor teorik/teolojik olarak. Ancak bunu kullanmak, buradan yol almaya başlamak, Hadis-i Şerif’te geçtiği gibi ancak "istemeye - dua etmeye" bağlı.. “İyyâke Na’büdü ve İyyâke Nestâin”.

Dünya üzerinde, bambaşka yerlerde, hep gece ve onun üçte biri var; her birey bambaşka lokasyonuyla, koordinatıyla bambaşka anını yaşar, aynı TEK gecenin/yaşamın. Yani Hakk’ın nüzulu her bireye özgüdür de aynı zamanda. İlginç olan, bu nüzulun kulun Hakk’a, semâya bakma vesilesiyle değil de (yani gündüz vakti değil de), dünyaya, yere, yapıp ettiklerine ve nefsindeki eğirmelerine/değillemelerine/değerlendirmelerine/eğerlendirmelerine tartıcı _kendine “Hak’ca bakma kabiliyetinde”ki yol alışlarıyla_ kâtipliğiyledir. Böylece belki "duyabilecek"tir. Zira Hakk, bu Hadis hikmetinde "gözükmüyor" ama "duyulabilecektir", çünkü Hak "sesleniyor" gecenin son üçte birinde...

Son üçte bire hitap ve davet var. Bu "üçte bir" duymakla sorumlu yani.. Peki "duyanlar" ne kadar? Gecelerinden gündüz devşirenler, kim bilir, belki de gene üçte birdir; üçte birin üçte biri (1/9)..
0,1111111111

ALLAH (celle celâlihu) en doğrusunu bilir, ister ve söyler ...


Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:

( يَنْزِلُ رَبُّنَا I كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ اْلآخِرُ يَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُحتى يطلع الفجر. )

“Rabbimiz her gece, gecenin son üçte birinde dünya semasına iner ve şöyle buyurur: "Bana dua edene icabet ederim, benden isteyene veririm, benden bağışlanmayı dileyeni bağışlarım’" bu, fecir doğana kadar böyle devam eder.”
(Ebu Hureyre'den; Buhârî, (7494); Müslim, (758))

Tirmizî (ö. 279/892) der ki: “Bu konuda şu yollardan da hadis gelmiştir:
2.Hz. Ali
3.Ebu Saîd el-Hudrî ve diğerleri..

Resim

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: (Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE/SEN'den yardım dileriz. “ (Fâtiha1/5)

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
“İnne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfi’l- leyli ven nehâri le âyâtin li ulî’l- elbâb (ulîl elbâbı).: Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır."(Âl-i İmrân 3/190)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim BeBek gÖk-yÜzÜm..


(Bakara 2/21-22): "Ey İnsanlar, sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibâdet (kulluk) yapın ki takvâ sahibi olasınız. O (Rabb) ki yeryüzünü sizin için bir döşek, gökyüzünü bir bina yaptı. O, gökten su indirip onunla çeşit çeşit meyveleri size rızık olarak çıkardı. O halde, bile bile, Allah'a eşler koşmayın!."

daha önceki âyetlerde sırasıyla mü’minler, kafirler ve münâfıklardan bahsedilmişti. Şimdi "Ey İnsanlar" hitâbıyla, âyetin tüm insanlığa hitâb olduğunu anlıyoruz ve dinliyoruz:
"Sizi ve sizden öncekileri de yaratan" derken, her birimiz kendimizi merkez, çok önemli zannederken, bu hitâbla bir ÂNda, “öncekilerden biri olmaya aday” olduğumuzu, ve her yaratılmışın yaratılmışlığı açısından üzerine düşen “ibâdet/kulluk'” genel kuralları belirtiliyor.

İbâd:
i) kul etmek, köle yapmak,
ii) uzaklaştırmak, sürmek (ib'ad)

kulluk-kölelik, ne olursa olsun, ne rızk ile karşılaşmışsak, her şeyin O'nun bilgi, isteği, tercihi ile olduğunu anlamak # hep hatırlamaya çalışmak .. Bu sırada ister istemez eşler koşarız. Bu en başta zâten “var olduğumuz” zannıdır ki, o bedenimiz, duyularımızla neredeyse kaçınılmazdır. Oysa ki, bedenimiz, çakma varlığımızı bize gerçek zannettiren bir taşkınlık yurdudur. Ona bakarak hep sanki var olduğumuza inanır, rahatlarız. Yeryüzünün bizim için döşek olması # bedenimizin bizim için bir “gerçeklik/varlık” doğrulaması sağlaması ve bununla rahata erip huzurlu hissedebilmek. Oysa sadece zihin olsak, yok olduğumuzu anlayabilirdik.
"gökyüzünü bir bina yaptı" .. yeryüzü bize döşek kılındıktan sonra artık sıra zihnimize geldi # gökyüzüne... taşkınlık sonrası insan düşleyerek, düşünerek, gökyüzünde anlamlandırmalar yapmaya başlar. Burada gökyüzünü bir bina olarak görürsek, kendi akıl ve zannları istidatlarıyla boş odalara yerleşiverir.. kendi odalarına.. yaratıldığı esaslar çerçevesinde... Bu odalara yerleşince buraların tapusunu aldık zannetmek belli bir miktar ŞİRKlik iken, mecburen durduğumuz odalardan tevhidi seyredebilmek, o odanın penceresinden gözükebilecek en güzel manzarayı yakalamak, o tapu sahipliği zannlılığı altındayken artık yavaş yavaş ib'ad anlamıyla tenzih edip, yavaş yavaş tüm zannları ÂN be ÂN uzaklaştırmak, kovmak vs...
bu, hem bedeni hem akli ibâdet olursa, ancak o zaman takvâ sahibi olunuyor dersek, ibâdet etmek, kendimizin beden ve zihni hareketlerimizi, tekrar ve gizliden gizliye bildiğimiz neredeyse yokluk halinde olduğumuzu anlatan durumlarımızı bize gösteren “hatırlama” süreci.. Sırf bu ise, yani sırf ibâdet/amel (imansız halindeyse) bizi cennete götürmez “doğrudan doğruya” (Hz Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem): "Amellerle cennete giremezsiziniz" hadisi şerifi). İbadet tüm insanlığa, zayıflıklarını hatırlatmak üzere, yola yönlendirmek üzere, genel bir emirdir. (Tüm bunları da yazmışken, "iman edip güzel amel işleyenlere" vaad edilmiş cennetlerin nehirlerinin neden “alttan” geçtikleri konusu ayrıca düşünülmeli).
Artık yola düştüğümüze göre: "O, gökten su indirip onunla çeşit çeşit meyveleri size rızık olarak çıkardı" ..# Rabbimiz, kendi katından Rahmanîyetiyle tüm insanlığa bedenlerine ve zihinlerine yol aldıracak, her biri için farklı farklı olmak üzere (çeşit çeşit) çıkarımlar, akıllar, ilimler, sebepler yarattı ki, onunla bedenî ve zihnî harekete devam edip, odalarımıza kuruluruz. Takvâ sahibi mi oluruz?.
Olmuşsak bile, iş başkalaşmış, odamızdan dışarı bakarken, hem Rabbimizi bulma, hem de o noktada ALLAH (celle celâlihu)'ya “bilerek” eş koşma riskine girmişizdir (daha önceleri bilemeden eş koşmuştuk zirâ).. Eğer Meleklerin secde emrine söylediklerini “hayıflanma” olarak algılanırsa, bu halde “bile bile” kalan “ben daha hayırlıyım'” diyen eşkiyâ şeytan idi.
Âyette "ALLAH" lafzı olmasından hareketle, takvâ sahibi olup, bile bile ALLAH (celle celâlihu)'ya ortak koşmayanlar, demek ki O'na (celle celâlihu) kavuşacaklarını, tekbirlerini doğrultabileceklerini işâret de etmektedir.
Tüm bu anlatılanlarda, hem geniş zaman (yani bir hayatın özeti), hem de şimdiki zaman (yani Dehr ile her ÂN) dilimlerinde geçerli.. Zâten 'her ÂN' için geçerli olmasa, takvâ-korku hali değerlerini yitiriverirdi.. sadece sonraya güveniverirdi insanlar.. ibâdet eden yakîn sahibi olur.. takvâya sahip olmuş olan, artık eğer ki şirke düşerse “bile bile” ortak koşmuş olur ..

Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki fark, gökyüzünde geçici duran bir “yeryüzü eşyâsının”, görünmeyen ama onun o pozisyonlanması gereği doğmuş olan “potansiyel enerji”dir. Bizim “şeyi” bilmemiz "bilgi karanlığı" iken (de ki kulluk korkusu), “şeyi” bilmemek "sırf korku"dur. Nasıl ki zillet, hâkirlik gibi ALLAH (celle celâlihu)'un Beyâzıd-i Bestamî'ye verdiği cevâbı da hatırlayarak) kula ait ise ve kulluk bilincinde fabrika ayarı yüklenmemiş (zirâ bunu biz burada bulmalıyız) bu özellikler, yaratılmışlar tarafından akledilerek ve tadılarak “geçici varlıklarına” ulaşıyorlarsa, Rabbimiz de, kendisine (bizim algımız çerçevesinde) doğrudan doğruya bağlı olmayan bu zilletlik özelliklerini/bu nefs hallerini bizimle kapsar. (İşte böylece de “ben daha hayırlıyım”ın ayıbı çok büyük.. her birimize ait zilletimiz = ziynetimiz).
Potansiyel enerji korkusu, ÂNlık varlığını, iki “şey” arasında kuruverir. Bu iki şeyin bir tanesi bunu kulluk mertebesinde akletmesidir ki, bilgi kirliliği oluşabilsin. Sırf karanlığın akledilemiyecek olmasından dolayı itibârı yoktur zirâ.

Bir “şeyi” aklımızda/gökyüzünde pozisyonladığımızda, ve onun gerçek yurdunu/yaratılış sebebini bildiğimizi düşündüğümüzde, bu iki bilgiyle potansiyel enerjiyi görürüz (herkes aynı “tek”i farklı pozisyonlar ve farklı güçlerini tasavvur eder). Görürüz ama, bu olan/olmayan enerjiyi, kader çarkının nereye tabii tutacağına emîn olamayız..."bilmişliğimizle bilememizlik yaşarız"
1 cm3'lük taşı, 1 metre yukarıda görmek, taşın gerçek yurdunun yeryüzü olduğunu, gerçekte ait olmadığı o 1 metre yükseklikten biraz sonra gerçek yerine meyledeceğini, ve düştüğü ÂNda da başkaca şeye/şeylere etki edeceğini bilmek demektir. Bunu da, o taştan çok da farklı olmayan, “o şeylerden birisi olan” akıllı şey akleder. Dolayısyla “eşyanın hakikati”, onun ne için yaratıldığını bilmek ve verilmiş kadrine “bilinçli bir korkuyla” hayranlık duyabilmektir desek yeridir bu hikâyede. ..

Bize tahsis odadan, şeylere bakıp nisbî kudretlerinin gerçekte o tek ALLAH (celle celâlihu)'ya ait olduğunu, kulluk korkusuyla seyredebilmek.. her kulun farklı odalardan, aynı şeyi farklı potansiyel enerjilerini zevk ederek, işbu tek ve temiz korkuyla aynı/benzer sonuca çıkabilirler kaderlerinin kadarlarınca ...
Âyetin "Ey İnsanlar" la başlayıp ibâdet edip takvâyı işâretlemesi de, imân etmenin takvâdan sonra olduğunu mu gösterir acâba.. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin bir bedevîye dediği gibi: "Henüz Mü’min olmadınız, Müslümân olduk deyin" ...

ALLAH (celle celâlihu) en doğruyu bilir!..


Resim

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُون
“Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).: Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.” (Bakara 2/21)

الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً وَالسَّمَاء بِنَاء وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ فَلاَ تَجْعَلُواْ لِلّهِ أَندَاداً وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ellezî ceale lekumu’l- arda firâşen ve’s- semâe binââ (binâen), ve enzele mine’s- semâi mâen fe ahrece bihî mine’s- semarâti rızkan lekum, fe lâ tec’alû lillâhi endâden ve entum ta’lemûn (tâ’lemune).: O (Allah) ki; yeryüzünü sizin için döşek ve göğü bina kıldı. Ve gökten su indirdi. Ve böylece onunla mahsullerden sizin için rızık çıkardı. Öyleyse bile bile Allah’a eşler kılmayın (putlar edinmeyin).” (Bakara 2/22)

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُوا هَـذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
---“Ve beşşirillezine amenu ve amilus salihati enne lehüm cennatin tecri min tahtihel enhar, küllema ruziku minha min semeratir rizkan kalu hazellezi rüzikna min kablü ve ütu bihi müteşabiha, ve lehüm fiha ezvacüm mütahheratüv ve hüm fiha halidun: İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”” (Bakara 2/25)

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ ﴿٣٠﴾
“Ve iz kâle rabbuke li’l- melâiketi innî câilun fî’l- ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.” (Bakara 2/30)

قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ ﴿١٢﴾
“Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuke, kâle ene hayrun minhu, halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn (tînin).: (Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.” (A’râf 7/12)

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٤﴾
“Kâleti’l- a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhuli’l- îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurât 49/14)
Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hiç kimse kendi ameliyle felâha eremez. Cennet sahibi olamaz.”
Sahabe: “Sen de mi ya Resûlullah?”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Evet, ben de... Ama Rabbim beni rahmetine garketmiştir.” buyurdu.
(Sahih-i Buharî, cilt-12, 1918)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ey Allah’ım, bana eşyânın hakikatini göster!.” buyurdu.
(Hadimî, Berika, 2, 33; Aliyyu’l-Karî, Mirkat, 8, 3453)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahümme erine’l- eşyâe kemâhiye: ALLaH’ım, bana eşyanın hakikatini göster!” buyurdu.
(Fareddin Razî Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


Şu ÂN ->ŞeÂN -> ATe’r- RahmÂN
KÛN -> feyeKÛN ->hER ÂN ->OLÂN
RABB’a ->RÜCU’ -> URUC -> M’iRÂC..
->“Fe f İ R R û i l â l l â h!” -> her ÂN!..

ZEVK 5730

GEÇ-miş <-> GEL-ecek ->şu ÂN-da!. ->SONsuz-un da <-> SIFIR-ın da..
NaZ <-> NiYaZ ->ORTa NÖTR-ünde!. nE “BUZLUK”ta <-> nE “FIRIN”da!..
DONmasız<->YANmasız >“TEK”Lik!. KORKu<->HüZüN-süz>“GERÇEK”Lik!.
HAKÎKAT-ın -> HATM-i -> HAKk’tır!.. -> İ n s  N -> AKLın -> SINIRI-nda!..

28.11.13.. 06:36
25.MuHARReM 1435
brsbrsbzrm.. maksemcâmimİZ..


Resim

SÖZ o Ki;

Şu ÂN ->ŞeÂN -> ATe’r- RahmÂN
KÛN -> feyeKÛN ->hER ÂN ->OLÂN
RABB’a ->RÜCU’ -> URUC -> M’iRÂC..
->“Fe f İ R R û i l â l l â h!” -> her ÂN!..:


RahmÂNa geL!” ini DUYyduk!
-> “İrcii RABBi-ke!” UYyduk!
fe Fi RRu ilâllah..:


“ATae” -> “İrci’i” -> ve de” FıRRı” var!.. Uruc-Rücu’ -> Mi’racında..:

“RaHMÂN-a GEL!” mek Yüreğin:


إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا
Resim---“İn kullu men fî's-semâvâti ve'l-ardı illâ âti'r-rahmâni abdâ(abden):
Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki RAHMAN'ın huzûruna kul olarak GELmesin!.”
(Meryem 19/93)

مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ
Resim---“Men haşiye'r-rahmâne bi'l-ğaybi ve câe bi kalbin munîbin:
görmediği halde RAHMAN'dan korkup O'na yönelen bir kalple gelen kimselere.”
(Kaf 50/33)

“RABB-e RucÛ” SıRRın SAÇ-mak:

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten) :
dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!”
(Fecr 89/28)

“Fe Firru!” ALLAH-a KAÇ-mak:

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Resim---“Fe FİRRû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun) :
(Ey Rasûlüm, de ki: ) O halde hemen ALLAH’a kaçın, (küfrü bırakıb hemen imana gelin). Gerçekten ben, size, ALLAH tarafından (azab ile) korkutan açık bir peygamberim.” (Zâriyât 51/50)

Resim

GEÇ-miş <-> GEL-ecek.. şu ÂN-da!. ->SONsuz-un da <-> SIFIR-ın da…
NaZ <-> NiYaZ.. ORTa NÖTR-ünde!.. nE “BUZLUK”ta <-> nE “FIRIN”da!..
DONmasız <-> YANmasız.. “TEK”Lik!. KORKu<->HüZüN-süz “GERÇEK”lik!.
HAKÎKAT-ın -> HATM-i -> HAKk’tır!.. -> İ n s  N -> AKLın -> SINIRI-nda!..:


İnsÂNoğlunun bîÇÂRE AKLı;
3 BOYutlu SANdığı SANaL mekÂN ÂLEMinde,
ve yine 3 BOYutlu SANdığı SANal zamaAN zANNında..
HaMm AKLının AKLen tÂRİFi imkÂNsız olan, Minumum-Tefrit Limiti-TEKLik TÜREvi, Habli’l VerÎD SıFırında..
HaMm AKLının AKLen târifi imkÂNsız olan, Maximum-İfrat TÜMLEvi-İntegralinde, KüLLî ŞEY’in MUhiT SON-SU-zunda.. iKEN;
İKİ ELinde TUTtuğu, “HiZBuŞ’- ŞEY-t-ÂN – HiZBuLLAH” ZIDlar ZEVkimİZ, SIRAT-ı MustaKÎM A’SÂ-sını, HâYyat DEnilen “cÂNÂN -> cÂNda ceheNNemi” nde KOR/ZOR AT-EŞte BÜKe BÜKe -> BAŞsız-SONsuz DÂİMiYYeT DÂİREsi KILarsa..
GÜBResi ->GÜLe,
BOKu ->HAKa,
ŞEY-t-ÂNı ->MüslümÂNa,
NÂRı ->NÛRa ki ceheNNemi >ceNNete,
NeMrut’u >İbraHÎMe ve HiZBuŞ’- ŞEY-t-ÂNlığı > HiZBuLLAHlığa DÖNüşür..
cÂN CeRryÂNı GELir-GÖNÜL GÜN-EŞ-i DOĞar KaraANlıkları KOĞar da GECElerimiz EBEDen GÜNdüz olur ki;

ALLAH celle celâluhu’nun İZNi, İNâyeti, Hidâyeti, SeLÂMeti iLe,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin her ÂNdaki şeÂN ŞEFâatı iLe,
cÂN CeRryÂNı KABlomuz YEDuLLAHın el ÂN ZuHuR UCu, ZÂHİRÂT ZİNCİRİ OLÂN EHL-i BEYT aleyhumu's-selâm/VeLîYuLLAHın HÂL-i HAZIR-HIZIR HiMMetiyle,
İÇinde YAŞAmakta OLduğumuz BeLÂ BELdesinde, yalÂN DÜN-ya-da, İmkÂNla İmtihÂN ÂNlarımızda;

ALLAH ve ReSûLüne TeSLİM OLarak,
ALLAH ve ReSûLüne İMÂN EDerek,
ALLAH ve ReSûLüne TÂBİ OLarak,
ALLAH ve ReSûLüne İTÂAT Ederek BİZe VA’D Edilen:

MuhaMMedî GAYReti MuhaMMedî ŞÛURla BİLir,
MuhaMMedî MeRHAMeti MuhaMMedî NÛRla BULur,
MuhaMMedî MuHABBEti MuhaMMedî SüRÛRla OLur,
MuhaMMedî HaKÎKaTı MuhaMMedî O-NÛRla YAŞAr da ŞÂHİDuLLAH OLuruz inşae ALLHu TeÂLÂ!..

DOĞrularımız ÇİLE ÇEMBERimiz DÜZlemelerimiz KeREM KÜRRelerimzi olur da 7 yÖNden YÂRe YOL/KIBLe BULuruz da GÜNEŞe gÖLgelik KULLuğundan KURtuluruz inşae ALLHu TeÂLÂ!..

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun): Doğu da Allah'ındır, batı da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah'a dönmüş olursunuz. Şüphe yok ki Allah'ın lütfü, rahmeti boldur, o her şeyi bilir.” (Bakara 2/115)


ÂDEM aleyhi's-selâm giBi DUYup-UYması için gÖZ/ÖZündeki PEÇE/pERdesini SIYIRmalıyız HaMm AKLımızın sEHheRrde inşae ALLHu TeÂLÂ!.. …

MuhaMMedî Matematikte, AHMeDî ARitmetikte, GÂR-ı KURBet Geometrisinde kısacası MuhaMMedî TEKnik-TasaVvur-TasaVvufta;
“YAŞAnıp ŞÂHİDi Olunmayan YALANdır!.. Gerisi, OLmsuz-Olumlu olabilir ama gERçektir!. TEKNİKte-Madde-Somut-AKILda ne VARsa her fASLın -> TasaVvufta-MÂNÂ-Soyut-NAKİLde mutlaka ASLı vardır.. Yerde rastgele KOŞturan AKIL GÖLge GÖRüntüsü -> GÖKte DÜZgünce SÜZülerek UÇ-AN nAKİL gERçek ANKA KUŞUnundur..

İnsÂN AKLı, muhteşem Yaratılışı/YAŞAyış SİSTEMİyle KâiNÂTın tek MERKEZden BİLGİSAYarı giBidir..

Ham Akıllarının yarattığı ilk Yaratan NOKTayı/Nesneyi ARAyan her AN YENİden YARATIŞ/YARATılış Şe’ÂNından ve TEK-BİR ÂNda OLuş YAŞAyışında habersizce KENDini ARAyan ve durmadan dolaşan ÖLÜ ROBOTlar gibidirler..

nE “BUZLUK”ta <-> nE “FIRIN”da!..:

Sadece kupkuru bir ÂŞIKlama değil cÂNEVi Kazanında Pişen AŞK Aşının kÂŞIKLamasıdır da;

Lise tahsili olan herkes BİLir ki, meşhur bir DAMMla Suyumuz -> 00C nin ALTına DÜştümü-Tefritte DONar-BUZ-ZemHÂRiRa olur.. Artık SU değildir ve apayrı Özellik ve GÜZelliklere sahibtir..

Meşhur bir DAMMla Suyumuz -> 00C nin ÜSTüne ÇIKtımı-İfratta YANar-Buhar-CAHîMa olur.. Artık SU değildir ve apayrı Özellik ve GÜZelliklere sahibtir..

NaZ <-> NiYaZ.. ORTa NÖTR-ünde!..:

Bu NAsıl bir “00C” dir ki; hem DONma hem de YANma NOKTAsı AYNı zamAN ve MekÂNda-Cisimde-CÂNda…

İşte MuhaMMedî İT’İDAL.. İLaHî SıRAT-ı MUSTAKîM.. sanmaBİL ki, Usturanın Ağzı gibi Limitte, EN İNCE AKIL ÇİZgisinde NÖTR bÖLge ÖLümsüzlüğü HAKtır-VARdır.. Bu Madden-Mânen gerçektir..
DONmasız <-> YANmasız.. “TEK” lik SıRR-ı Sıfır/Sonsuzu budur..
KORKu<->HüZüN-süz “GERÇEK”lik ki, NÛR-u MuhaMMEdü’l- EMîm EMNiyyetinde HAKkı ve HAYRı BİLİŞe-BULuşa-OLuşa -> Bi’z- ZÂT İştirak YAŞAyış ŞEÂNuLLAH ŞÂHİD OLuş ŞEfâat ŞEREFidir inşae ALLHu TeÂLÂ!..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ın kendine has 99 ismi vardır. Her kim bunları ezberlerse Cennete girer. Şüphesiz ALLAH TEKtir TEKi SEVer!.” buyurmuştur.
(Sahih-i Müslim, Hds No: 4835; Buhârî, Daavât 68)
SÖYLEnecek SÖZ Çokta Zülf-ü YÂREdokunur!.. herKEs AKLınca ANlar ZÂTenki..

GEÇ-miş <-> GEL-ecek.. şu ÂN-da!.
...SONsuz-un da <-> SIFIR-ın da…:


İnsÂN AKLı için İKİ BOYut/DÜZlemi OLan mekÂN-zamÂNsızlık olan, GEÇ-miş/artık GELmeyecek <- şe’ÂNda şu ÂN OLÂN fiilen YAŞAnÂN -> GELmemiş/GEL-ecek.. şu ÂN şeHÂDEt ŞERr-ÎDimİZ!..

İnsan AKLınca tÂRİFsiz olan İKİ UÇ ki SIFIR ve SONSUZ KESRETi... İKİsinin ORTAsındaki şu ÂN VAHDETi.. SONsuz <şu ÂN> SIFIR…

Şu ÂNımızın ŞeFÂat ŞereFimİZ BİZ BİR-İZ RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’e ÂL ü EHL-i BeYTine ÜMMet Zincirine SaLÂt ü SeLÂM Olsun inşae ALLHu TeÂLÂ!..

(salâvât)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

eYy Nefsim!

CahîM-i ANLa!
Zahîm-i ANLa!
Rahmân-ı OKU
>RahîM-i ANLa!..

ALTı YÜZüm SekİZ KÖŞEm
Onİkİ AYRıt BiNBiR NEŞem
gÖNül KÂBım>Kur'ÂN KÂBEm
ŞıN ŞarÂBım -> ŞeÂN ŞİŞEm!..


ZEVK 5667

İnsÂN AKLın İkİ UCu -> HizbULLAHla ->Hizbuş- ŞEY-t-ÂN!
BİRi >ÂLEMlere RAHMet!.. ->Birisi ->Âsiyyir- R A H M Â N!
RASÛLULLAH HaBLil- Verîd!. >AKLen-nAKLen el ÂN VÂRİD!
OLsun!. OLmasın!. ->”OL-ANı ->Eşyâ-OLay-zamAN ve ZÂN!.
sallallahu aleyhi ve sellem..

31.10.13 05:55
brsbrss..mksmcâmi…

Resim DEmem O ki..Resim Resim

CahiM: Şiddetli ve kat kat birbiri üzerine yanan ateş. Çukur yerde yanan ateş. Cehennem'in bir tabakası.
Zahim: Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. Zor, güç. Zahmet.
RahîM: (Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. Kur'ân-ı Kerim'de bu isim 220 defa zikredilir.
Vârid: (Vürud. dan) Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. Akla gelen. Olan. Bir şey hakkında söylenip tatbik edilen. Hâzır, nâzır. feyeKÛN…

Resim EYy NeFfsiMm!. gÖZünü dÖRT AÇç!.

ALTı YÜZüm SekİZ KÖŞEm, Onİkİ AYRıtım olan KûN feyeKûN KÂBEmi ANla! NEŞemi ANla!
MâŞuK ANla! ÂŞIK ANla! HarÂB ANla! TurÂB ANla! ŞarÂB ANla! ŞİŞEmi ANla!.. HaYy Dostt!..


Resim Lâ Huve İLLâ Hüve ALLAH celle celâluhu her ÂN el ÂN ŞeÂNda

Şe’eNULLAH:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim ---''Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard (ardı), kulle yevmin huve FÎ ŞE’Nin: Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an YARATMA HALİndedir.” (Rahmân 55/29)


Ve şu SANal-İkİlik-İkİ ŞEYlik- ŞEY-t-ÂN Diyârındaki her şey FÂNi kul ihvÂNi!.. FENÂfiLLAH ARAma bAŞKa ->AKLını >NAKLen DEVşiRr!..

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Resim---“Kullu men aleyhâ FÂN (fânin): Bütün kişiler (insanlar ve cinler) FÂNİdir (yok olucudur)”
(Rahmân 55/26)


Resim HizbULLAHla >Hizbuş- ŞEY-t-ÂN!:

HiZB: Cemaat. Takım, kısım, fırka. Parti. Âlim ve sâlih bir zâtın re'yine tâbi olup onunla bir gaye uğrunda beraber çalışanlar.
Hizbu’ş- ŞeytÂN: Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah'ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنْسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ ۚ أُولَٰئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ ۚ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim ---“İstahveże ‘aleyhimu-şşeytânu fe-ensâhum żikra(A)llâh(i)(c) ulâ-ike hizbu-şşeytân(i)(c) elâ inne hizbe-şşeytâni humu-lḣâsirûn(e): Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Mücâdile 58/19)


HizbuLLAH..: Allah için din uğrunda ciddi gayret sâhibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücahid cemaat. "Hizb-ül Kur'an" tabiri de aynı mânada kullanılır.

وَمَنْ يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
Resim---Vemen yetevella(A)llâhe verasûlehu velleżîne âmenû fe-inne hizba(A)llâhi humu-lġâlibûn(e): Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Mâide 5/56)


Resim BİRi >ÂLEMlere RAHMet!..: ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim ---“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn(âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

Resim Birisi ->Âsiyyir- R A H M Â N!: ki İBLİS Elbisesi Giymiş herkesin baş beLÂsı ŞEY-t-ÂNları:

يَا أَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ ۖ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَٰنِ عَصِيًّا
Resim ---“Yâ ebeti lâ ta’budi-şşeytân(e)(s) inne-şşeytâne kâne lirrahmâni ‘asiyyâ(n): “Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldıran/âsi olandır.” (Meryem 19/44)

يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمَٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا
Resim ---“Yâ ebeti innî eḣâfu en yemesseke ‘ażâbun mine-rrahmâni fetekûne lişşyetâni veliyyâ(n): “Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun.” (Meryem 19/45)

Resim HaBLil- Verîd!.: en İÇ/Son-UÇumuz.. LutfULLAH LimitimİZ!.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim ---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)


AKLIn -> OLsun!. OLmasın!. KuLLuk imkÂN İmtihÂNı
MuradULLAHın her/el ÂN ->OL-ANı İyi ANLAmak için ise;

Kısaca göz atarsak; Yaratan, Yaratılan ve yaratılışımıza:

Zât.. Sıfat.. Esmâ.. Eşyâ..
Muradullah.. Emrullah.. Sünnetullah.. Şeenullah.. Sistemulahh-Mülkullah..

Resim KûN feyeKûN TeceLLîsi:

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu) : Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâsîn 36/82)

ZÂT..Sıfat..Esma..Eşya..
Zâtullah Nurundan, Eşya Nurunun zuhuru kademelerini-aşamalarını iyi anlamalıyız..


En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ - ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız ki -> ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

Resim Eşyâ-OLay-zamAN ve ZÂN!.:

Nokta -> Doğru -> Düzlem -> Hacım..

AKLın ANLAyış/ANLATımı -> Doğru -> Düzlemdir. İkİ BOYutta kalır..

Ne zaman ki;
AKIL, Şeriat-ı MuhaMMediyye ve Tarikat-ı MuhaMMediyye ile Mârifet-ı MuhaMMediyye ve Hakikat-ı MuhaMMediyye OL-AN NAKLe Kavuşur, cÂN CeRRyÂNın BİLir-BULur-OLur-YAŞArsa;

“Nokta -> Doğru -> Düzlem -> Hacım” Sırat-ı Mustakîm DostDOĞrusunu HATMedip DÂİREye TAMamlar.. İşte bu DÂİREnin HAREKET ve HAREKEsinden KÂİNÂT KÜRResi TÜMmlenir.. ARTIk bu NÛRlanmış SiLM AKIL MERKEZde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem GÖZÜnden TüMm KüRRenin her ZeRResini SEYyreyler İnşâe ALLAH!.


Resim Sen DE AL SeYyreYyle -> NEFSim!

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halakne'l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli'l- verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha YAKINız!. (Kaf 50/16)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk'ul yakîne, Allah'a kul olmaya ulaşıncaya) kadar Rabbine kul ol!” (Hicr 15/99)

ResimTekâsür Sûresi: Resim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
اَلْهٰیكُمُ التَّكَاثُرُ
1- ''Elhakumut tekasur.: Oyaladı o çokluk kuruntusu sizleri.''

حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ

2-''Hatta zurtumulmekabir.: Ta.. ziyâret edişinize kadar kabirleri.''

كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ
3-''Kella sevfe ta'lemun.: Öyle değil, ilerde bileceksiniz.''

ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ
4-''Summe kella sevfe ta'lemun.: Sonra öyle değil, ilerde bileceksiniz.''

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقٖينِ

5-''Kella lev ta'lemune ilmel yekîn.:Öyle değil, ilmel yakîn bilseniz.''

لَتَرَوُنَّ الْجَحٖيمَ
6- '' Le teravunnelcehîm.: Kasem olsun o Cahimi çaresiz göreceksiniz.''

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقٖينِ
7- '' Summe leteravunneha aynelyakîn. : Sonra kasem olsun onu çaresiz aynel yakîn göreceksiniz.''

ثُمَّ لَتُسْپَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعٖيمِ
8-''Summe le tus'elunne yevmeizin anin ne'îm.: Sonra kasem olsun o gün o naîmden muhakkak sorulacaksınız.''

(Tekâsür 102/1-8)

Öylesine Açık/Seçik Zâhir/Bâtın göreceğiz ki İnşâe ALLAH!

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun).: Ve doğu da Allah'ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah'ın Vechi (Zat'ı) işte oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsi'dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır).” (Bakara 2/115).

Vech. Vech nedir?
Asla anlatılamayan o şeyin kendinde mutlak olandır. İnsanın canı gibi.
Paylaşılamayan, dağıtılamayan, şöyle olamayan, böyle olamayan v.s gibi.
Herşey bakımından vech öyle bir özdür ki öyle bir yüzdür ki…
Vechullah.. “Allah’ın yüzünü gördüm!.” Diyen.. O kimse yine put yüzü görmek istiyor. Vechi nereye dönerseniz summe tuvellû değil mi? Allah’ın vechini görürsünüz. Nereye dönerseniz dönün Allahın vechini görürsünüz!.

Resim Yakînu’l- Yakîni BİLiş-BULuş-OLuş-YAŞAyış Şefâat Şerefi SAHİBimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve seleme salât u seLÂM OLsun!..


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ ruhi Seyyidinâ Muhammedin fil-ervâhi Resim Ve salli ve sellim alâ cesedi seyyidinâ Muhammedin fil-ecsâdi Resim Ve salli ve sellim alâ kabri seyyidinâ Muhammedin fil-kubûri.

MÂNÂSI: ALLAHım! Ruhlar içinde (arasında) Efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ruhuna salât-ü-selâm eyle! Cesedler (cisimler) içinde Efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cesedine salât-ü-selâm eyle! Kabirler içinde Efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabrine salât-ü-selâm eyle!”

Resim El hamdu lillâhi rabbil- âlemîn..Resim Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

şU insÂNcıkLar!.


NAsıL?. NEdEN?. nİÇİn?.-deLer
HabERSiz.. HAYyu’l- KAYyuMda
“bEN DAMLAs-ın ->İÇİnde”-Ler
->“DENİZdeki ->AKvARYuM”da!.. DEmekte BaBamm..




ÂMÂ'ya DÜŞmek!.


* (Bakara 88): "Kalblerimiz perdelidir” dediler. Hayır öyle değil. Allah onları inkarları sebebi ile rahmetinden kovmuştur. Onun için artık az inanırlar"

Kalb-rahmet uzaklığı-inanmak arasında bir ilişki var sayarsak:

Kalb perdeli kalabilseydi, içindeki değeri dışarı yansıtamaması durumundan veya dışarıdan içeriye girmeye aday değeri red edebilme yetisi yüzünden (değeri red edebilen, kendine ayrıca bir değer de biçebilmiştir bu reddedişle. Bu ikinci red değeri, öncekinden güçlüdür ki, izin vermeme durumu da, böylecedir.) onu taşıyana bir “değer” taşımacılığı durumu da oluştururdu. Bu durumda kalbin normal şartlar altında, “değer” taşıyıcısı bir mücevher kutusu olmak gibi değil de, “değer işleyicisi” bir işletmeci olduğu söylenebilir. “Değer taşıyan”, bir tür depo görevi görür ki, farklı iki zamana bu değerleri iletebilsin. “Değer işleticisi” ise, yakıt olduğunda çalışabilen, yakıta ulaşamadığında ise anında stop eden bir mekanizmadır.

Kalb, yakıtı olan rahmete, mesâfesi mertebesinde alabileceği kadar açtır.

Eğer ALLAHu Teâlâ, onları inkarlarına rağmen rahmetinde tutsaydı, imanları az değil, çok olacaktı fakat bu imanları “inkarlarını” azim tutmanın zirvesi de olacaktı. Rahmetten kovulmuş bir kalb bile hâlâ daha “az” inanabiliyorsa, bu bile hiç bir uzaklığın Rahmet'ten tamamen gayrı olmadığını da gösterir.

* (Nisa 155): "Hayır, Allah onların kalblerini küfürleri yüzünden mühürlemiştir. Artık onlar, pek azı hariç iman etmezler"

Kalblerini hiç kullanmayacak olanlar ise, yani rahmetten kovulsa bile “az iman” etmeyecek tiynettekilerde ise, Rabbimizin rahmeti gereği, artık kalbde ne varsa ve ne kalakalmışsa, onların da zâyi olmaması adına, o kalbler mühürlenir. Bu mühür, zâten dışarıdan hep gelen ama o kalb tarafından zâyi edilmiş ve edilecek rahmeti, takdir edilmiş bir anda içeride tutmak üzere de vurulmuştur. Bunların durumu, rahmetten kovulmuş (ama kalbleri perdeli olmadığı için, az bile olsa canlı rahmetten yararlanma ihtimalleri de olduğu için) olanlardan daha kötü de olsa, onlardan bile “iman eden” (içeride zapt ettirilmiş rahmetin ölüye can vermesiyle) çıkabilecektir.

* (Secde 27) :“Görmüyorlar mı; Biz, suyu çorak toprağa sürüyoruz da onunla ekin bitiriyoruz; ondan hayvanları, kendileri yemektedir. Yine de görmüyorlar mı?.”

Kalb-küfür-iman arasında bir ilişki var sayarsak:

Küfür eden, mührünü gıyâben hak eder. Küfür, edicisi itibâriyle zâten kendi kendine bir tür mühürdür (yalancı bir dindir). Ama o mühürlülüğü bile “kendince” hakettiğinden, her anın rahmetinin değerini düşürür teoride. ALLAH celle celâlihu ise, mükemmelliğe ulaştırmak adına, bu kâfirce vurulmaya çalışılmış mührü, Hak'ça ve rahmeti gereği, etkeni kendisi olarak vurur. Böylece belki, ne kalmışsa imana dâir içeride, bir çıkış yolu bulabilir (yani bir çıkış yolu bulamaz), ki buna bile yol vermiş âyet-i kerime.

İnanmak her ânâ dönüktür. Her ânda başka bir seviyesiyle, o ânla başbaşa kalmışlığın, geride ne bırakılmışsa onunla beraber, canlılığı iledir inanmak. Uzakta bile olsak, açık bir kalb/işletmeci ile..
İlk mertebesi inanmak olan iman ise, sonraki hallerinde hızını alamayarak ve hatta almak bile istemeyerek “âmâ”ya kadar uzanarak o inancı yayma derdine düşüverir. İnanç, açıktan açığa çok az ve uzakta bile olsa ışık derdindeyken, iman içten içe karanlığına âşıktır. Kâfirin az imanı, kalbin ancak içindeki karanlığa alışması terbiyesiyle, belkidir.
İnanmak, ân değişkliklerinin getirdiği rahmet hâllerine teslim olmaktayken, geniş zaman diliminde imâna bürünür/dönüşür zamanla. İnana inana iman eder. İnanmayan ise, şu ya da bu sebepleri vesile tutarak inanmamayı alışkanlık haline getiririr ve zamanla değişikliklere algısını kapatarak kâfir haline bürünür. İnanmayan ilk anlarında rahmet hallerini etüd ederken, kâfir bunu dahi bırakandır.
İnanan gitgide iman ederken, bu iman şerefine ona “başka” bir ko(r)ku, âmâ ko(r)kusu gelir. Kalblerde, ya zâlimin kendi karanlığı, ya da mü’min olmanın neticesiyle farkedilmiş/sunulmuş ve zamanla ona doğru yatkınlaşılan “âmâ” belirir..

_Kalbteki âmâ’ya, aklın tutumu_:

Akıl, önce inanmanın adımlarıyla yere basar.. her ânı değerlendirir. Boş/temiz akıl, onun için yavaş yaşar. Her ânının mimik detaylarına bakar. Onun için meselâ zaman, çocuklar için yavaş geçerken, yaşlılara hızlı davranır. Akıl, inanma adımlarıyla (rahmete baka baka) ilerlerken, kendisine, ucundan birazını yakaladığı bir âmâ bulutu işâreti verilir. Bu âmânın “tanıdık” bölümü oluverir. Bu “tanıdıklık” inanılan taraftır ki, çok da küçük bir parçadır asl’ında. Âmâ algılanamaz boyutta olsa da, inanılan parça eldedir. Akıl, artık “şimdiki zaman” dışında, “geniş zamanı” da tanır. (Aklın bu “geniş zamanla” hemhâl olması, hem zamanı hızlandırır, hem kendisini yaş’landırır, bir yandan hayal içine düşme riskine yol açar, bir yandan da tanıdıklığı akrabalığa taşıyacak durumu da getirir.. artık mü’min veya kâfir akıl, yer çekiminde değil, “âmâ”dadır.. iman âmâsında veya kâfir kalb mührünün gerisindeki hayal ve çakma âmâda..)
Âmâ/iman, heybetiyle çağırır artık mü’mini; amma o ne kadar çağırırsa da, Dehr peşindeki rahmet, hâlen daha ona yenilikler çıkarmak sûretiyle meşgul tutar ve işin iman ile de tamamlanamayacağını hatırlatıverir. Böylece de akıl, bir gözüyle şimdiye/inanca/rahmete bakarken, diğeriyle geniş zamana/imana/rahîme bakmak durumunda kalır.

İnanmak teşbih, iman tenzih ise işbu anda, ilk söylenmesi gerekeni şimdi de söyleyelim:

Bismillahirrahmânirahîm!.

SA..



Dehr: Zaman, çok uzun zaman, ebedî.
Tıynet: Huy. Yaradılış.

وَقَالُواْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَل لَّعَنَهُمُ اللَّه بِكُفْرِهِمْ فَقَلِيلاً مَّا يُؤْمِنُونَ
“Ve kâlû kulûbunâ gulf (gulfun), bel leanehumullâhu bi kufrihim fe kalîlen mâ yu’minun (yu’minûne): Ve dediler ki: “Bizim kalplerimiz kılıflıdır.” Hayır, Allah, küfürleri (sebebi) ile onları lânetledi. Bu sebeble ne kadar az îmân ediyorlar.” (Bakara 2/88)

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِم بَآيَاتِ اللّهِ وَقَتْلِهِمُ الأَنْبِيَاء بِغَيْرِ حَقًّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَلْ طَبَعَ اللّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلاَ يُؤْمِنُونَ إِلاَّ قَلِيلاً
“Fe bimâ nakdıhim mîsâkahum ve kufrihim bi âyâtillâhi ve katlihimu’l- enbiyâe bi gayrı hakkın ve kavlihim kulûbunâ gulf (gulfun). Bel tabaallâhu aleyhâ bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ (kalîlen).: Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar.” (Nisâ 4/155)

أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا نَسُوقُ الْمَاء إِلَى الْأَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا تَأْكُلُ مِنْهُ أَنْعَامُهُمْ وَأَنفُسُهُمْ أَفَلَا يُبْصِرُونَ
"E ve lem yerav ennâ nesûku’l- mâe ilâ’l- ardı’l- curuzi fe nuhricu bihî zer’an te’kulu minhu en’âmuhum ve enfusuhum e fe lâ yubsirûn (yubsirûne).: Görmüyorlar mı; biz, suyu çorak toprağa sürüyoruz da onunla ekin bitiriyoruz; ondan hayvanları, kendileri yemektedir? Yine de görmüyorlar mı?” (Secde 32/27)

---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu ÂDEM’i KENDİ Sûretinde yaratmıştır” buyurmuştur.
(Buhar’i; Müslim; İ.Ahmed; Feyzu’l- Kadir c:III shf:447)

Rububiyyet-Ubudiyyet ilişkisinde insan aklı hep sorular sorar durur:

---Ashab-ı Güzîn soruyor Mürşid-i Mutlak MuhaMMed Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme: “yaratıklarını yaratmadan önce RABBımız nerdeydi?”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALTında ve ÜSTünde Hava olmayan A’madaydı. ARŞ’ı da SU-yun ÜSTündeydi!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Câmi’ Tefsir c:VIII shf:280; İbn Mâce, Mukaddime c:I shf:64; İ. Ahmedd, Müsned c:IV shf:11)

Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim


CeBR KÖPRÜsü..

Mâhiyet-Varlık α düzlemindeki bükülme sürecinde, bir yerlere geldiği varsayılan özne bilye, abdest/niyet dışında, başkaca zanna da tabii kalmaksızın, olayların meğerse kendince büküş sürekliliğinde, Varlık β’yi, yuvarlanırken farkediverir… bir oraya bir buraya gidişini de fark ettiği anda…

Mâhiyet – Olaylarda (Varlık β’da) gurbettedir.

Niyet, karanlıkta bir süre kala kalırken öylece, artık o durumdan sıkılmanın adıdır diyelim. Sıkılmadan sonra oluşmuş niyet, ilk nurdur (Bakara 17.ci âyette bahsedilen, münafıkların karanlıkta yanmış ve sönmesi an meselesi olacak olan, o pek az nuru da böyledir_ o nur parçacığı, sanki canın bedenden çıkması gibi münafıktan çıkıp kurtulacak nur.. Zihnin, bir zamanlar bulunduğu Varlık α karanlığında, sıkılabilmiş olan o ilk adım, aynı zamanda ilim-âlim gayblığında da bir adımdır).

Mâhiyet, niyetlenince en sonunda, olayların/varlık β’nın düzleminde yuvarlandığını görüverir. Bu görüverme, etken Varlık β sağanağının aslında bir sihir şelâlesi şüphesi-yle, anlayışını Varlık β gerisine çekmeye başlar. Bu geriye çekiş, hani biraz önce yola çıkabildiği niyetine, kendi kendisine bilmeden geri döndürmesi gibidir. Aynen aynı deliğe çıkışı olan bir labirent.

Mâhiyet, hiç bilmeden gerisin geriye geldiği niyete, artık biraz da (b) ilgi ile gelmiştir. Tekrar karanlığa doğru bir kaç adımlık cüret gösterir havalarda, olaylara/varlık β’ya bakışı, diğere, öbüre, doğru yol alır. Bu gidiş ve geriye dönüş/düşüveriş döngüsünde, önceleri hiç farketmediği, sonra biraz biraz sanki varlığından şüphelendiği ‘İnsan’ı görür. O İnsan, o ana dek kullanıyor olduğu hüküm gücünden (aklından) daha temiz, dev, sessiz, hem başka hem de asılda sanki kendi öz mâhiyeti.. Derin hükmedici.. O ilk İnsan _saflığında, gözlerinin koca koca açmış öylece mâhiyete bakan.

Böylece mâhiyet, Varlık β’da önce Hz Âdem olur.. Eski oluşta da, canı sıkılmış, Hz Havva ile cennet geçirmiş, olan olmuştu ve dünya sahnesiyle Resim Varlık β oLuşmuştu..

Mâhiyet, bilye iken bu Varlık β çemberinde, o ilk İnsan’ı, her geçişinde değiştirir. Bu değiştiriliş zannen, o mini anda, aynı Hacerü’l Esved’i her tavafımızda ellediğimiz ve beyazlığını kararttığımız şekliyledir. Çakma değer libas parçalarıyla o ilk İnsan’ı giydirmeye başlar… Hz Âdem’in 777777.ü soyundan bir insan bugün buradadır_sanki…

Bu “son” insan n’olacaktır şimdi?. Varlık β’ya/olaylara artık şimdi sığamaz. Başka bir “ilk korkuya” düşer ve bir zamanlar kala kaldığı gibi karanlıkta korkar ve bir adım atar/niyetlenir.

Varlık α’daki bu ilk adımıyla, hem mâhiyetinden yavaş yavaş ayrılışı, hem de daha önce “olaylar” olarak algıladığını “şeyler” olarak addedetmeye başladığı andır. Varlık α’da, şeylerle ilişki artık zannen değil, diğer düzlemden kotarılmış İnsan’ca yapılır.

Bu böyle olmazsa, denklem tersten işleyerek, açık ettiğin günahların, sabit, tutarlı, bilge, acı veren bir mihenk taşına vurulur Resim Şeriat.. ve gene de sen Varlık α’sına taşınırsın. Olmuş bitmişin niyeti önemli de olsa, eğer ki vuku’su varlıkta ve başka insanlarca (ara düzlemlerce) şâhidlik edilmişse, olmuş bitmişin öznesi/mâhiyeti, çıktığı yere girsin diye (affedilsin diye) şeriat onu bir emin beldeye götürüverir, Cebr Köprüsünden..
SA.



Mâhiyet: Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı.
Libas: Giyilecek şey. Elbise. * Karı ve koca. * Mc: İctima'. * Şübhe kabul eden söz.
Cebr: Zabtetmek. Zor. Kuvvet. * Bir şeyi ıslah ve tamir etmek, düzeltmek.
Cebren: Zorla. Cebir ve kuvvet istimali ile. Kuvvet kullanarak.

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ
"Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ (nâren), fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn (yubsirûne).: Onların durumu, ateş yakıp böylece çevresindeki şeyleri aydınlattığı zaman Allah’ın nurlarını giderdiği ve onları karanlıklar içinde bıraktığı kimselerin durumu gibidir. (Artık) onlar göremezler.” (Bakara 2/17)
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

İNCİ ÇoRBası


Hz Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz Ali kerremallahu vechehu'nunn Amr Ibn Vedd ile savaşından sonra ona: "Ey Ali,kendini nasıl hissettin?" diye sordu. Hz Ali kerremallahu vecheh de: "Kendimi şöyle hissettim: “Şâyet bütün Medineliler bir tarafta, ben de bir tarafta olsaydım, yine de onlara gücüm yetecek!." dedi. Bunun üzerine Hz Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hazırlan!. Bu vâdiden seninle dövüşebilecek bir genç çıkıyor!." buyurdu.
(Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l- Gayb: Gaybın Anahtarları, Kur'ÂN-ı Kerîm Tefsiri)

Bu hadis-i şerifi başkaca yorumlayanlar olsa da, zannederim ki, "yetecek" iddiâsı ile akis'de, her iddiânın ma’ruz kalacağı şekilde antipodu, iddiâ ile aynı ÂNda “belirmiştir”. İddiâ'nın antipodluğu, bu, ÖZünde Yokluk Âlemi’nin gereği olarak oluşur ve hemen o iddiâya doğru koşuverir. Böylece, bu ikisi “bir araya girerek” hemhâl olup “birlik” olsunlar. İşte böylece de, lâyığı gereği etkisi -yok gibi- olsun, Yokluk Âlemine katılsın Hakikaten.

Etrafta sürekli uçuşan bunca “yapmayacağım, edeceğim, seviyorum!.” iddiâları da bu ma’ruzâttan hiç de gayri değillerdir.

“Ey Câriye!. Seni seviyorum!.”
Bu SEVicilik tekerlemesiyle, benim onu sevmeyeceğime veya onun başkaca seveceğine koridor açılmışken, bu özünde “Yokluk Âlemine”, artık “İddiâ Âlemi” ismini de verebiliriz.
“SEVeceğim!.” derken, gereksiz bir kurmacayla başbaşa kal....
İnsanın _unutanın_ ağzından saçılan SEVgi tekerlemeleri Ervah-ı Ezel merhametiyle ne yapacağını bilememezken, “vakit” onu öylece o gereksiz Pazar Tezgâhında unutturur... üstüne konan onca maydanozun altında..
Merhameti, gizlediğimiz yerde koruyup büyütürken ağzı sıkı tutalım. Öyleyse:
“Ey Cariye!. Bâri kalk, bir çorba pişir de yiyelim!.”

İddiâ, yararlı ve zararlı bir zehir iken, bu “Yokluk-İddiâ Âlemi”ne de, hem de buna bunun için gelmişken, BİRlik bizi kalabalık arasından çağırır. Tek hücremden çıkan iddiâ, antipoduyla hemhâl oluverecek şimdiden sonraki herhangi bir ÂNda. Çıkan iddiâm, var saydığım bu Varlık Çorbasına düşecek bir sineğin tek kanadı (Zehir). Çorbadan _VAR'dan_, Eşya'dan bakarsak, gerek olan, sineği çorbayla bir edip, diğer antipodun da (kanadın da) Panzehirini de sisteme sunup, devâm etmek ...

O değerli imanı, tek kişilik hücremde karanlıkta, karanlığı tanıyarak, tanıklığımın isnadı ve ısrarı yüzüsuyu hürmetine, ay ışığı/âşığı ne yazıktır ki görülüverecektir sistemce.

ÖZü yokluk olan bu toprak, onu da ister: büyütme, yuva tutmak veya olmadı çürütmek için. İmÂN iddiâm, böylece hem ma’ruzâta, hem de ma’zurâta tâbii olur. BiLeşimlerimden çıkmış bu ışık, bence ne kadar ÖZeLse dahi, enikonu bir denklemin iterasyonu olması hasebiyle, Derunî Âmâ'da hileli ve zehirlidir... zâten olup olacağı da buydu. Hak'ca bunun antipodluğu (şehâdeti) lâzım iken, Rabbi’l- âlemîn onu toprak seferleriyle bezer.. bezer..
“BİRlik” nasıl mini mini İKİ-lerin, ÜÇ-lerin, vs.. HemHâL-likleriyle “TEK”lenmişse, o fanustan çıkan, cemâate dürülür.
Artık, benden “ARTIk” kalmaz. Zirâ çorbada “ARTIk” benim de bir tuzum olmuş olur. BEN de, BİR BİR-İZ DEnİZi-nin bir DAMLasıyım!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

ALper VAHid YıLdıZ..



Resim

AÇıkLama-KuLihvÂNi’den..Resim

İddiâ: Bir şeyin müsbet veya menfiliğini ısrarla söylemek. İleri sürülen fikir. Dâva etmek. Israr etmek. İnat etmek. Haklı veya haksız bir dâvaya kalkışmak.

Ma’ruzât: (Ma'ruz. C.) Arz olunanlar. Arzedilenler, takdim edilenler. Küçükten büyüğe bildirilenler.

İterasyon: Tekerrür, tekrarlama, yineleme ve mükerrer icrâ, ardışık işlem anlamlarına gelen iterasyon (iteration), programlamada kod blokları yazılırken dizi elemanlarının teker teker yazılması yerine çeşitli döngüler kullanarak yazılmasıdır..
Bir çokgen iterasyonu. düzenli bir çokgenin köşelerine sırayla bağlama, daha küçük ters çevrilmiş pentagram (yıldız) üretir. İşlem tekrarı, içiçe çokgen ve yıldız serileri oluşturur.. meselâ bir BEŞgen-Petagonun iterasyonu:

Resim


ANTiPOD: ELLerinizi İÇ İÇe yapıştırdığınızda, ELLErinizin BİZ BİR-İZliğidir.. Türkçesi ve Arapçasını BULamadım.. İki Eliniz İÇ İÇe YAPıştırırsanız-ÖPüştürürseniz, BİRiBİRinin ne Eşiti, ne de zıddı, ancak ve sâdece OLmazsa OLmazı ki, TAMMLayanı-TÜMMLeyenidir.. "Abd"i iLe" RABB"ı TeÂLâsı gibi.. "İKİLik"in BİRLEŞtirici "TEK"Lik TEVHiD ÇAPı ÇiLLesi..

Doğada da bu, böyledir.. Dünyaz üzerinde, BuLunduğunuz Noktadan bir MİLi-ÇAPı, Dünyanın MERKEZinden geçecek Şekilde karşıdan çıkarırsanız ÇIKış NOKTası GİRiş Noktasının ANTiPODudur..

nOt: GiRiş NOKtası KaRaysa DENİZden çıkar, GiRiş NOKtası DENİZse KaRadan çıkar.. ZıTLar ZEVkidir buuu.. Yaa HUu!.. ALLAH celle celâlihu..
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MuhaMmedi TefeKküR

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim LüBBü’L- LüBB..

ne gerek.. ‏

"Ey iman edenler, içinde ne bir alışveriş, ne bir dostluk, ne de bir şefâat bulunmayan bir gün gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infâk ediniz.. Kâfirler zulmedenlerin tâ kendileridir".(Bakara 254)


___ gereksiz bir deneme___

...hikmetlenmişdeğeranlayışınızlaedindiklerinizihenüzyapabiliyorken,
sohbetortamlarındaeniyidileklerinizlemü’minlerolarakpaylaşınonlarıgizlemeyin...

Hissedebilen, hisse tâyin edebilen bir akıl, ona vakitlice cevap veremeyecek bir şey'e baksa ve “hissetse”, o değerlidir. Zirâ ÖZnesi, ÖZü “yokluk” olan âleme sunumda bulunmuştur. Çıkanın bir ucu buradadır ve noktadır. Diğer ucu OKtur; buradan yola çıkar, o şeye ulaşır, o noktada o an onu zımnen var ediverir ve gayb'olur.

Hissedebilen, hisse tâyin edebilen iki akıl, aynı vakitle birbirlerine cevap verebilecek şekilde bakışsalar ve hisseleşseler, o belki daha değerlidir. Zira ÖZneleri, bu ÖZü “yokluk” âlemine, “gereksiz” başkaca bie değer _neredeyse bir ÖZne_ katmışlardır. Oluşan, ÖZnelerce ÖZnelerden çıkmış iki ayrı OKun ucunda, bu iki OKun çekim ve itme güçleriyle “narince” duruverir _titrer_.

“Bağışlama” gereksizliklerdendir. Allahu Teâlâ, en yüce bağışlayıcı olarak, bizi “hiç gerekmeden” var edivermiş, akıl (rızık) bağışlamıştır.
Alışverişte (yani sohbette de), bâzen daha az bedele, bâzen bedelsiz bağışlarız. Dostluk ve şefâatta da öyledir. Aklın, içten, vakitlice yol bulmuş güzide bir şeyi, sadece “vermek” istemesiyle, gereğine lüzum bulmadan sunup infâk etmesi, ÖZü “yok” olan varlık âlemine rağmen olduğu için değerlidir. Bilkuvve özlerden çıkmış, titrek, korunası bir hayâlim var'ı öylece tutuştururuz. ÖZü, ÖZlere infâk ederiz. ÖZ, hasseten bize de ait değilken... Öyle olmasa, yani ÖZler “bize ait” olmuş olsalardı, kâfirler sadece kâfir (örtücü) olarak kalırdı. Amma durum tersinedir; zirâ kâfir hem örtücüdür hem de “bir şeylere” zulmedicidir. Zâlimlerin perde oldukları ÖZleridir.
Hak, ÖZ'eldir. Hak gereği ÖZlerin çıkmasını ve hatta (sırate’l- müstakîmde)/hâtta buluşmasını ÖZ'ler. Zavallı, hapis kalmış ÖZler buna konuyken, kâfir bu gidişiyle ateş haklılığına/halklılığına dâvet ediyordur kendini. Ateş, çıkamamış ÖZ'lerin çıkarıcısıyken, kâfirin perdesini yakar; ÖZ'de, ÖZlemle yırtar ...


ALper VAHid YıLdıZ..

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
"Yâ eyyûhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah (şefâatun), vel kâfirûne humu’z- zâlimûn (zâlimûne).: Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler... Onlar zulmedenlerdir.” (Bakara 2/254)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön