EL KEVSER..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim sallallahu aleyhi vesellem

EL KEVSER..

Euzübillahimineşşeytânirracîm!
Bismillâhirrahmânirrahîm!.

İstiğfar antivirüsüMüz!.
Subhâneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke..


"İnnâ a`aynâke-l kevŝer!. "
"İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ!."

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
Resim---“İnnâ a’taynâke’l- kevser (kevsere).: Muhakkak ki Biz, sana Kevser’i verdik.”
(Kevser 108/1)

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
Resim---“Fe salli li rabbike venhar.: Muhakkak ki Biz, sana Kevser’i verdik.”
(Kevser 108/2)

إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
Resim---“İnne şânieke huve’l- ebter (ebteru).: Muhakkak ki sana (nesli kesik diye) buğzeden, o kendisi ebterdir (soyu kesiktir).”
(Kevser 108/3)


إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
Resim---“İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ (mubînen).: Muhakkak ki Biz, sana apaçık bir fetih verdik.”
(Fetih 48/1)



Kur'ÂN-ı KerîmimİZde ALLAHu zü’L- CELÂLimİZ, bâzen MutLak ZÂTuLLAH olarak “BEN” bUYurur.
Bâzen de KüLLî ŞEYyin-FiiLin- ve de DÜŞüncenin YARATANı OLarak “BİZ” bUYurur.. Gerisi Lâf-ı güzâff!..


Resim AT-AN KALBim!. ->YORum-Su-z

Kur'ÂN-ı KerîmimİZ ve Hadis-i ŞerifLerimİZ IŞIğında.:

->BİZ BİR-İZ –> “BEN”i BİLeNE
->“AYNAsı-’n ->SIRRIn SİLeNE!.:

MERKEZ-de.. ->AKRAB.. ->RABB’ı!. BİZliği..:


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve le kad halakne’l- insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve NAHNU AKRABu ileyhi min HABLİ’l- VERîD :Andolsun, insanı BİZ yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını bilirİZ ve BİZ ona şah damarından daha yakınIZ.”
(Kaf 50/16)

MuHitte..“ENâ!.” >“BEN ALLAH’ım!.” “feyeKÛN >sİZ”i:

“EnALLAH!”:


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---“İNNENî ENAllâhu lâ ilâhe illâ ENÂ fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki BEN, yalnızca BEN ALLAH'ım. BENden başka ilâh yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl.”
(TâHâ 20/14)


İnsÂN AKLının EReBİLdiği ve NAKLen BUYruLan ki, şU KÂiNÂt dediğimiz KüLLî ŞeYy -> NÛRuLLahtan -> NÛR-u MUhaMMed aleyhisselâmdır!.. Kısaca ZÂTuLLah ve NÛRuLLahtır YER ve GÖKLer İLe İÇİNdekiler ve’s- SeLÂM..:

Resim SÖZ o ki;

Şu ANda Şe’enullahta OLmakta olan-imkân bulduğu için sebebe dayalı varlık gösterenler Vâcibu’l- VüCûD’un, Zâtî VARlığının îcabı olarak “MevCûD”ları Yaratması haktır.

ZâTuLLaH'ın ->İmkÂN ÂLeminde ->Sûretlere bürünerek; ASLenden ->AYNen ->TeZâHuRu SÜRmektedir şu ÂNda, Şe'ÂNuLLAH'ta ki:


SUyun TESTİsi BUZdan” demekteyim İhvÂNice..
ZÂT..->Sıfat..->Esma..->Eşya..
Zâtullah Nûrundan Eşya Nûrunun zuhûru kademelerini-aşamalarını iyi anlamalıyız..
En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız:

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU'S-SEMÂVÂTİ VE'L-ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu'l-emsâle li'n-nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRUDUR. O'nun nûrunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da âit olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. ALLAH, kimi dilerse onu kendi nûruna yöneltip iletir. ALLAH insanlar için örnekler verir. ALLAH, her şeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

Unutulmaması gerken ise, Nûr-u MuhaMMed'in ->Nûrullah'ın zuhuru OLduğu gERçeğidir..

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nûrumdan, diğer şeyleri de senin nûrundan yarattım."buyurdu " buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim--- “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

ALLAHu zü’L-CeLÂL’in “Levlâke- Eğer sen olmasaydın” Sırrı Vücûda gelip MevCÛDat var olamazdı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin NÛRu olmasaydı..
Bu Yaratılış SıRRının AÇILIŞ Noktası-Menbağı olan NÛR-u MuhaMMed olmasaydı VAR OLuş Kapısı açılıp NEŞR-i Kâinat olmazdı..


Eflâk-Felekler-Âlemler Nûr-u Mimden yaratılan ALLAHın Nurlarıdır..:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim --- “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, Hadis-i Kudsî de ALLAH celle celâluhu: “Levlâke levlâke Lema halaktü’l-eflâk: Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” buyurdu.
(Suyutî’nin El-Leâli’l-Masnûa; Aliyyü’l-Kârî’nin El-Esrâru’l-Merfûa ve diğer bir eseri olan Şerhü’ş-Şifâ; Şevkânî’nin El-Fevâidü’l-Mecmûa; Hâfız Aclunî’nin Keşfü’l-Hafâ; Muhammed Said Zalûl’ün Tahkîk; İmam-ı Nevevî’nin El-Ezkâr adlı eserlerinde kayıtlıdır. Diğer yandan Mevlânâ Câmî, Ahmed-i Cezerî, Mevlânâ Hâlid, İmam-ı Rabbânî, Bedîüzzaman Said Nursî gibi nice İslâm âlimleri bu hadis-i kudsîyi eserlerine alıp tevhid inancına uygun izâhlar getirmişlerdir.)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

"İnnâ a`ṭaynâ" biz sana verdik. "ke-lkevŝer" "innâ a’taynâ" biz verdik. "İnnâ" biz verdik Şüphesiz ki biz verdik. "ke-l kevŝer".."ke" sana.. El KEVSERi verdik.
EL KEVSERle olmakla küllü şeyi herkesin bileceği bir KEVSER yani!.
Bilinen harfi târifli bir Kevser.. Rastgele bir KEVSER değil. El Kur’ÂN-ı Kerim gibi bir KEVSER yani bilinmemesi mümkün değil. Harf-i târifli çünki başkada "innâ a`ṭaynâ" yok galiba Kur’ÂN-ı Kerim’de "İnnâ a`ṭaynâ" taramada bir tek KEVSER Sûresinde çıktı..
"İnnâ", "ennâ" "ENE" "innâ" çift "NÛN" ludur. "Enâ"da tektir "NUN".
Enâ "Enâllah" ben ALLAH’hım. Teklik vardır. Burada Zâhir-Bâtın NÛRluğu var.
BİZ "a`ṭaynâ", biz verdik sana "EL KEVSER"i verdik.
KEVSER, kesere, ke-se-re fiilinden gelen bir kesret, çokluk kesere fililinden gelen, türüyen bir şey.
KEVSER; üreyen, çoğalan, çoğalması bitmeyen, ebedî bolluk, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verilen bu KEVSER nedir?

Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cevabı kendi içinde var. SıRR saklıyabiliriz değil mi?
Türkçede tek “Se” sesi var.. Arapçadaysa 3 tane se sesi vardır ki; peltekse, sin, sad...
RABBü’l-Âlemin’in için "peltek SE"yle yazılan SıRR,
AKLı olanlar için, "SAD" ile yazılan SıRR,
Peygamberler için "SÎN"le yazılan SıRR,
RABBü’l-Âlemin’in bu kendi “peltek SE” SıRRı, bu kendi SıRRının vücûda geliş "VAV"daki "v" "KÛN feye KÛN! "e çıkışı nerde olmakta?.
KEVSER çokluk.. ama neden çokluk onu anlatmaya çalışıyoruz. Buradaki bütün mesele bu!.
"Vav" vücuda çeker içindekini.
"Vav " illetli harftir biliyorsunuz. "Elif, Ye, Vav"
Bu 3 harf, aynı zamanda kendi sesleri olmadan fonksiyon görevleri alırlar ki, fiilin içine girer, çıkar girdimi arttırır, eksiltir. Sürekli onu oynatır ve üretir. Öne geçer arkaya geçer kendisi görev alır.
Kesere; bir şeyi çoğaltmak, çok kılmak
"Eşekku cehalehu kefiren" kefiren; kesret çokluk, kûsurluk şimdi bakın kesire fiili geldi geldi el kesarû çok oldu.
el kesrû; çok nesne..
el kesirû; kûsuru, çokluk, bir şeyin çok olması..
ve KEVSER bakın "EL KEVSER"; çok şey hayr-ı aziym, birbirine sarılıp birikmiş çok toz..
Ama ben şunu diyorum burada harf çözümüne baktığımızda içerdeki ferre yada, Rububiyyet senliği ALLAH Celle Celâlihu’ya aittir, SıRRı yani. Bunun vücûda gelmesi lâzım. Ne zaman gelir?
ALLAHu ZÜ’L CELÂL var iken, hiçbir şey yok iken ALLAHu ZÜ’L CELÂL var iken ALLAH “VAR”ından “var” ederken, nerede etmiş?. "NÛR-u MîM"’de etmiş..


فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim--- "Fâtıru's-semâvâti ve'l-ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve mine'l-en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîu'l-basîr(basîru): O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sÛretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.”
(Şûrâ 42/11)

Zâhirde, Yer yüzü ve 7 kat gökler, bâtında Beden Ülkesi ve 7 Kat Letâif Gönül İklimlerimize Muhit olan ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا
Resim--- "Allâhullezî halâka seb'a semâvâtin ve mine'l-ardı mislehunn(mislehunne), yetenezzelu'l-emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey'in ilmâ(ilmen): ALLAH, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece ALLAH'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.”
(Talâk 65/12)

Yazı tahtası gibi kullanmış. Mazhar yeri. Mazhar yeri olarak kullanmış. Memba’ olarak kullanmış orayı kaynak "NÛR-u MîM"i onun için Rahmeten li’l Âlemin diyor. Âlemlerin RAHMET kaynağı çünki.

Resim--- "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Evvele mâ halâkallâhu nûrî: ALLAH’ın en evvel halkettiği (yarattığı) Benim nûrumdur.” buyurdu.”
(Aclûnî, Keşfü’l- Hafa, c:1, shf:311)

Resim--- "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Evvelu mâ halâkallâhu nûra nebiyyike yâ Câbir: ALLAH Teâlâ herşeyden evvel senin Peygamberinin nûrunu yarattı ey Câbir!.”buyurdu.”
(Câbir bin Abdillah tarikiyle Abdürrezzak’tan; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:205, 2:129.)

Resim---"Câbir bin Abdullah radiyallâhu anhu'’dan: “ Yâ Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAHın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nûrundan (Nûrullah) senin Peygamberinin Nûrunu (Nûr-u MİM) yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAHın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kâlem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nûru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arşı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nûrunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAHı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....”” buyurdu.”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)*

RAHMET kaynağı dediğin, ALLAH Celle Celâlihu acıdı acıma kaynağı değil.
RÂHMANiyyet ve RAHİMiyyetten üreme kaynağı "NÛR-u MîM", İLK NOKTA!.“Nerden üreme kaynağı?”
Küllî şey Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem NûRu..
“Rahmeten li’l- Âlemin” buyuruyor Kur’ÂN-ı Kerim, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz için.
“RAHMÂN ve RAHÎMden?. Üreme kaynağı NÛR-u MîM den mi RAHMÂN ve RAHÎM ürüyor. Kaynak olan o mu? Yoksa RAHMÂN ve rahîmden mi? "NÛR-u MîM", ürüyor. Kaynak RAHMÂN ve RAHÎM mi?.”
ÂLEMlerin ortaya çıkabilmesi için RAHMETten geçmesi lâzım.. “RAHMET nedir?”
Nebiyiü’l- üMMiyyidir Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem, RAHÎM ANA kaynağıdır.
"NÛR-u MîM", "NÛR-u NÛN"un ise "NÛR-u MîM" hangi noktada başlıyor. RAHÎM Noktasında mı başlıyor öyle mi anlamalıyım?.”
Tabi elbette "Âdemi topraktan yarattık ruhumuzdan RAHMÂN nefhamızı üfürdük." buyuruyor. Aynı şeyi söylüyorum. MERYEM aleyhi’s-Selâm sizin gibi insandı, “RÂHMAN nefhamızı üfürdük İsâ aleyhi’s-Selâm doğdu” buyuruyor. Arkadan buyuruyor ki; “Âdem aleyhi’s-Selâm’ın meseliyle, İsâ aleyhi’s-Selâm’nın meseli AYNıdır” buyuruyor. Farklı bir şey yok buyuruyor. Onu yapan onu da yapar buyuruyor!.
Burada şu Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem “Nebi-i üMMî küllî şeyin ANAsı” derken, Rahmeten li’l- Âlemin diyorsun zâten. Âlemlerin Rahîmiyyet Kaynağıdır. Buradaki, içerdeki Uluhiyyet SıRRının, vücûda çıkışının "KÛN feye KÛN! "na gelişidir.
Buradaki İlâh-i SıRRdır. Bu "SÎN" SıRR olsaydı MuhaMMedî SıRR olurdu. "SAD"da olsaydı senin benim sırrım olurdu. Bu küsuratı doğuran
"SAD"la gelenler insanın kullandığı şeyler.
"SÎN"le gelenler Peygamber aleyhi’s-Selâm’lara ait hususlar.
Bütün peltek "Se" ler ise, ALLAH Celle Celâlihu’ya ait mânâlara mânen işarettir.

Burada önemli olan şey şudur;
İçerdeki Rububiyyetin peltek "Se" yansımasının vücûda gelmesi var. Bir çekirdek bile yok ortada.. ama ALLAH Celle Celâlihu’da bir şey var “SıRR” doğuyor. Ne bu SıRR dedik?.
Hiçbir şey yokken sonsuz âlemler meydana gelecek. Bu RAHMET kaynağı kim olacak?
Arapçada bir özelliktir bu! "Vav" nadiren kendisi kelime içersine girerde, mecburen kalır da vav harfi olur. Yardımcı olacak ama. Çünkü şu içerdekinin "NÜVE"nin vücuda gelmesini sağlıyor bu. Vücûda gelecek ki sonra vücûda gelen ne yapacak?
Hamile bir kadın düşünün, kadında hamilelik belli değil, dün olmuş bu, ama kevniyete çıkması ne demek?. Çocuğu doğurması demek yani.
KEVSER öyle bir şey ki Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem verilen SıRR vücûda geliyor ve kevnî olarak ortaya çıkıyor. Bin sene sonra doğacak çocuk Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in NÛRunda idi..
Diyor ki Varlık Denizindeki her damla, var gibi yok yok gibi vardır.
“Kesreti verdik biz sana” buyuruyor. Vermedi mi?
Bu mevcudat yok iken, tek-bir ALLAHu ZÜ’L CELÂL vardı, değil mi?
Başka ne vardı?.. ŞEYy Yoktu!
“İKİ kim oldu?” İkincisi kim oldu?. ALLAHu ZÜ’L CELÂL bir iken, İLK iki kim oldu?.
Nurundan "NÛR-u MîM" oldu.. Çıktı mı kesret ortaya?.
"NÛR-u MîM" öyle bir şeydi ki burada “1” sayısı gibiydi. Artık bütün kâinat ondan yaratıldı. 2 oldu, 1 daha 3 oldu, 1 daha 4 oldu, sonsuz oldu... “Nebiyyü’l- üMMî buyuruyor O’nun için.
“Çıkış noktası, memba’..” buyuruyor. Yani “Rahmeten li’l- Âlemin” buyuruyor.

Âlemde olacak mısın?. O zaman mutlaka RAHMETten geceçeksin.
Yani ALLAHu ZÜ’L CELÂL’in NÛRu ->TEK NOKTAda TeCellî etti. Bir tek NÛR-u MuhaMMed’e TeCellî etti. Zuhurat, Vücûda geliş ondan sonra ki kâinâta çıkış, KEVNiyete çıkış, KEVSERin temeli bu!.
KEVSERin temeli aşağıda ne diyecek meselâ, çokluk diyecek yani bolluk, bol nimet verdik.
Muhammed Esed böyle diyor meselâ pek çok nimet verdik.
Amaaaa Vâhdet kimin? Vâhdet ALLAHu ZÜ’L CELÂLin.
Kesret kimin? Kesret, mâsivâ kim? Kesret, çokluk kim?
Mâsivâ, NÛR-u MuhaMMed..
Mâsivâ Tabiî ki SEVİYElenmemiş şeylerdir. Elbette İMTİHÂNa çekilen NÛR-u MÎM’dir. AKL-ı KÜLLdür, akıldır. Bir Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’i düşününüz ki, ilk yaratılan NÛR, O’nun NÛRu!


Resim--- "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Evvele mâ halâkallâhu nûrî: ALLAH’ın en evvel halkettiği (yarattığı) Benim nûrumdur.” buyurdu.”
(Aclûnî, Keşfü’l- Hafa, c:1, shf:311)

Bir Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem daha düşününüz ki, Taif’te taşa tutuluyor. Kovulmadık panayır kalmıyor. Kan revan içinde kalıyor.
İkisinin arasını SEVİYEleyin bakalım. ABDullahlığa devâm için Yâkin gelinceye kadar buyuruyor ALLAHu ZÜ’L CELÂL, muhatabı Resûllullah sallallahu aleyhi ve selem'e:


وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu): Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”
(Hicr 15/99)

39 yaşındaki Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dini nedir desem?.
Cevap Hanif Dinidir... Tekemmülü OLAN Kur'ÂN-ı Kerimin buyurduğu isLÂM henüz zaman içinde doğmaktadır..
Ama gayretkeş Müslümanlar, hemen uydur kaydıra giderler ne derler: “Hazreti Ömer radiyallahu anha Müslüman olacağını bildiği için şarap içmemiştir!” diyor adam.
Amaaa Hazreti Ömer radiyallahu anha’ın kendisi diyor ki: "Ben kızımı gömdüm, son kürekleri atarken bakışı hâla gözlerimde!. "
Hz. Ömer: “Câhiliye döneminde yaptığım iki olay var ki, birini hatırlayınca çok güler, diğerini hatırlayınca da çok üzülürüm” demiştir. Kendisine bunların ne olduğu sorulduğunda: “Çobanlığa çıkmadan önce evde annem bize hamurdan putlar yapardı. Önce onlara tapardım, sonrada acıkınca yerdim onu hatırladıkça çok gülerim. Kızımı âdet olduğu üzere çöllere götürmüş orada kızgın kumlara diri diri gömüp ölüme terk ederek dönerken arkamdan “beni bırakma, beni terk etme!” diye yalvaran gözlerle bırakışım hatırıma gelince de çok üzülürüm”.
Ama şimdi Câhil Adam kendi hayalini söylüyor. Doğrusu nedir? Doğrusu şudur Hazreti Ömer radiyallahu anha ne yapmışsa yapmıştır kardeşim.
Çok kabadayı bir insandı, gaddar bir insandır aslında, ama İSLÂM olmuştur, kemâlat bulmuştur, SEVİYElenmiştir. En adaletli insan olmuştur.
Ama Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem de olsa beşeriyyetini ortadan bizim için, insan için kaldıramayız.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem her çocuk gibi doğmuştur. 40 yaşına kadar peygamber değildir.
Kırk yaşında peygamberliği ve Kur’ÂN-ı Kerim gelmiştir.
Şunları yapmıştır, şunları yapmamıştır. Araya kendimizin bir şey eklemesine ihtiyaç yoktur.
O’nu savunma ya da ihtiyaç yoktur ve de O’nu sorgulamaya da ihtiyaç yoktur.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem 40 yaşındayken Kur’ÂN-ı Kerim geldi değil mi?
Kur’ÂN-ı Kerimde dedi O’na ALLAH celle celâluhu: “Sen rahmeten lil âlemîn olan Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’sin!”

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne): (Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
Resim---“İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(mubînen): Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik.”
(Fetih 48/1)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ(azîmen): Muhammed, Allah'ın Peygamberidir. O'nunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı çok çetin ve serttirler; kendi aralarında birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları, rükû' edenler, secde edenler olarak görürsün; Allah'ın geniş lûtfunu, bol ihsanını arzu ederler. Alâmetleri, yüzlerindeki secdeden oluşan izdir. İşte bu onların Tevrat'taki misâlleridir. İncil'deki misâlleri ise, filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş derken kalınlaşmış da sapı üzerinde doğrulmuş, (öyle ki) ziraatçilerin hayranlığını çeken bir ekin gibidir. (Bu da) Allah'ın kâfirleri öfkelendirmesi içindir. Allah, imân edip iyi-yararlı amellerde bulunanlara çok bağışlama ve büyük bir mükâfat va'detmiştir.”
(Fetih 48/29)

“BEN, Rabbu'l- âlemîn olan ALLAHu ZÜ’L CELÂL’im!” buyuran O!.

فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtııl vâdil eymeni fîl buk’atil mubâreketi mineş şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbul âlemîn(âlemîne): Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah benim;" diye seslenildi.”
(Kasas 28/30)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

İşte mesele bu, Sünnetullahı ->Şe’enullahta ANlamak!
Benim burada söylemek istediğim şu “kesreti verdim” buyuruyor.
Çokluğu diyorsun da, bol nimet diyorsun da, ben de diyorum ki, kelimeye iyi bak!
Bu âlemde iki şey vardır değil mi?
Ya Vâdet vardır, ya Kesret!.
Demin ki sohbette Merkezde "Men", Muhitde "Mâ" vardır. Merkezde ki "Men" kimdir?
Men dediğin "NÛN" ve "MÎM" vardır. NÛRULLAH ve NÛR-u MÎM vardır merkezde, merkeze “RABB” diye ENN NOKTAyı koyarsan ilk çevirdiğin dairenin adı nedir? "NÛR-u MÎM"dir..

İşte bu "innâ a'ṭaynâke-lkevŝer. " biz sana KEVSERi verdik. Kesreti verdik. RÛHu verdik. Küllü şeyi Rahmeten li’l Âlemin’liği verdik. Tek örnek oluşu, urveti'l- vuskayı verdik. İP olarak sana BAĞlanmak zorundalar.
Peygamber ne verdiyse alın. Sizin için en güzel örnek O’dur. Bir sürü Âyet-i Kerim’elerle Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in KEVSERi anlatılmaktadır..:


مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve lir resûli ve lizîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli key lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum, ve mâ âtâkumur resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe şedîdul ikâb(ikâbi):Allah'ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü'ne verdiği fey, Allah'a, Resûl'e, (ve Resûl'e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.”(Haşr 59/7)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren): Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzâb 33/21)

Denizin çokluğunun bir önemi yoktur. Önemi yok derken şuuuu, çok olması güzel de! DenİZde her damla denİZdir.
Damla bile denİZdir. Damla O’ndan olsun yeter ki!
Onun içindeyse ondandır değilse ondan değildir.
Burada KEVSER, kelime anlamı bakımından öyledir.
Hâlbuki KEVSER nedir?
Ne verilmiş Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’e?
ALLAHu ZÜ’L CELÂL tüm sistemi yaratmış, tamam.
Firavun da Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in NÛR’undan, MÛSA aleyhi’s-Selâm da O’nun NÛR’undan yaratıldı ilk başta, anladık.
İkisi de çok güzeldi. On sekiz yaşına gelince birisi RaBBlık ilan etti “ben yüce RABbınızım!.” dedi, diğeri: “olmaz öyle şey!” dedi.
Birisi Firavun oldu, diğeri MÛSA aleyhi’s-Selâm oldu. Onlar kendi kâderlerini yaşadı.
Sen onların başına bekçi değilsin, şu değilsin, bu değilsin. Sen yapacaklarını yapar beklersin.
Bize Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem geldi. Kur’ÂN-ı Kerim geldi. YAŞAndı.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in beşeriyyeti bu âlemden geçti gitti. Bu kadar mı? KEVSERi de mi götürdü?..
Hayır KEVSERi götürmedi!.
Sanki kebÂNdan BİZe KEVSERi, her doğan CÂNa bir hat çeker gibi yeni yapılan eve elektrik çeker gibi bir hat bıraktı.
İşte o bizde de yayınlanan size iki EMÂNet bırakıyorum biri birisinden büyüktür azîmdir. ALLAHu ZÜ’L CELÂL’ın kitabı Kur’ÂN-ı Kerim, ikincisi Ehl-i Beyt’im, ıtretimdir:


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “İnnî târikûn fîkumu’s sâkaleyni kitâballahi ve ıtretî: Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım biri ALLAH’ın kitâbı biri de ıtretim (zürriyetim,ehli beytim)” buyurmuştur.
(Müslim Fezailu’s- sahabe 36,37; Darimî, Fezâilü’l-Kur’ân 1; İ. Ahmed, III/14,17-4/367,371; Şeybe; Hatîb)

Resim---Zeyd ibnu Erkâm radiyallâhu anhu'’dan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben size temessük edip (tutunup) sıkı sarıldığınız takdirde dalâlete (sapıklığa) düşmekten korunacağınız iki şey bırakıyorum: Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür: Kitâbullah. Bu, semâdan arza uzanan ALLAHın ipidir. Diğeri Ehl-i Beytim olan yakınlarımdır. Bu iki şey, Kevser Havzının başında buluncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaktır. Bu iki şey hakkında benden sonra nasıl davranacağınıza iyi bakın.”"
(Kütüb-i Sitte, Muhtasar C.12/499)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

Neden böyle?. Çünkü, Ehl-i Beyt zâhirdir. İnsaniyyetiyledir. Kanı, canı, imânı Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’e zerre zerre bağlıdır.
Bunun, bu kablonun içinde ne vardır?
Kur’ÂN-ı Kerim vardır. Hüküm olarak vardır. Amel olarak vardır. Maddî ve mânevi olarak vardır. Bir Hadis-i Şerif vardır buluruz onu..

KEVSER dört kerre yansıması lâzımdır. EVVELe, ÂHİRe, ZÂHİRe ve BÂTINa! Yansıması lâzım.
Şimdi KEVSERin bize gelişine bakmak lâzım.
KEVSER sadece mâhşerde bekleyen bir şey değil ki!
KEVSER şu ÂNda Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İKİ EMÂNetiyle KEVSER ırmağı akıp durmaktadır kâinata!.


Resim---Zeyd ibnu Erkâm radiyallâhu anhu'’dan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben size temessük edip (tutunup) sıkı sarıldığınız takdirde dalâlete (sapıklığa) düşmekten korunacağınız iki şey bırakıyorum: Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür: Kitâbullah. Bu, semâdan arza uzanan ALLAHın ipidir. Diğeri Ehl-i Beytim olan yakınlarımdır. Bu iki şey, Kevser Havzının başında buluncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaktır. Bu iki şey hakkında benden sonra nasıl davranacağınıza iyi bakın.”"
(Kütüb-i Sitte, Muhtasar C.12/499)

Elbette ham akıllılar Kur'ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmı ve de KEVSERi BİLmeyi-BULmayı-OLmayı-YAŞAmayı hayal ÖTEsine saldığı ÖLÜMe gönderip; yer içer, tepinir ve geberir gider!..
İnsan akıllarına nasıl oluyor da Ehl-i Beyt EDEBiyle, ALLAHu ZÜ’L CELÂL’in kelâmı olarak Kur’ÂN-ı Kerim akıp durmaktadır?.
BİZe emânet edilmiş, VÂRİSiz biz O’na!.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İKİ EMÂNetine her ÂN! Ama?!.
Kur’ÂN-ı Kerim neyi anlatıyorsa,
Kur’ÂN-ı Kerim Muradullah ve Emrullah bize neyi emrediyorsa, Muradullah Kur’ÂN-ı Kerim de, EMİR olarak bir KEVSER!
Kur’ÂN-ı Kerimin kendi KEVSERdir zâten!. DİRİ KEVSER özelliği taşır..
Bende diyorum ki bu KEVSERin “size İKİ EMÂNet bırakıyorum!” buyurulmasına dikkat etmek lâzım! Niye üç değil de, iki?.
“Size namazı EMÂNet olarak bırakıyorum!” buyurmuyor.
Toptan buyuruyor “Kur’ÂN-ı Kerimi bırakıyorum!.”
“Kur’ÂN-ı Kerimi bırakıyorsunuz da, “Ehl-i Beytinizi” kime bırakıyorsunuz?.
“Benim çocuklarıma bakın mı?” mı buyuruyor hâşâ!.
HaKK’a yürüdüğü gün Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem EHLinin mallarına el konuyor biliyorsunuz.
Fatma radiyallahu anha vâlidemiz bu yüzde Ebubekir radiyallahu anha Efendimizle dargın gitmiştir..
(Buharî, cilt IV/42, ciltV/82)

Ve ağlayarak gitmiştir oraya: “Sen ne hakla hendekte ki hurmalığı elimizden alıyorsun Ali savaşta çocuklar aç kaldı hangi hakla babamın malını alıyorsun!.”
Ne diyor: “peygamberler varis bırakmaz!” diyor hadis-i Şerif’inde Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem peygamberler vâris bırakmaz.
Hocamda peygamberliğe varis bırakmaz.
Yani öyle şeyler olmuştur ki acı şeyler olmuştur.
Ve konuşmamıştır hiç, barışmamıştır ne kadar uğraştılarsa!
İmam Ali kerremullahi veche de zâten Fatım aleyha's-selâm Hakk’a yürüyünce Ebu Bekire biat etmiştir..
ALLAH Celle Celâlihu yardımcıları olsun ama hakikat bu sahih-i Buharî Hadis-i Şerifleri bunlar bakarız yine yayınlamıştım onları..

Hazreti Osman radiyallahu anha’ı şehid eden ordu olarak, Mısır’dan gelenlerin başında Ebu bekir radiyallahu anhu’nun oğlu Muhammed var.. çok karmaşıktır oralar.
Hazreti Osman radiyallahu anha’ın Mısır’a vâli olarak tayin ettiği Ebu bekir radiyallahu anha’ın oğlu giderken yolda mektubu açıp “onu öldürün!” yazdığın görmüş de: “Sen beni mi öldürtmek için gönderiyorsun vâli diye!” deyip dönüp evini basıyor..
Kapıda Hazreti Ali keremullah veche, Hasan radiyallahu anha, Hüseyin radiyallahu anha orda kapı pencere tutuluyor, ancak arkayı yararak giriyorlar.
Ne zamanki şehid olduktan sonra arakayı sökerek girdikleri anlaşılıyor.
Ve burada şundan dolayı söylüyorum bunları;
Kendisi çok değerlidir, öyle olmuştur Ömer radiyallahu anhu öyledir ama oğlu Ubeydullah da Hazreti Hüseyin radiyallahu anha katleden birliğin başındadır.
Ordunun başında ise cennetle müjdelenen Sad radiyallahu anha oğlu vardır. O devir öyle geçmiştir.
Ayşe radiyallahu anha vâlidemize bakıyorsun binmiş deveye gitmiş Ali keremullah veche efendimize karşı savaşa giriyor.
Basbayağı savaşa giriyor ve de Ali kerremullahi veche: “Devesinin sinirlerini kesin, indirin aşağıya ama dokunmayın sonra da götürün Medine’ye bırakın!” buyuruyor.
Bunlar Cemel Vakası, bunlar tarihin getirdiği.
Ama burada kimseyi yargılamak, kınamak durumunda değiliz. İSLÂM kuruluyor çünkü bir kâder işleniyor. Bunlar hep böyle olması gerekir.
Ama şunu demek istiyorum kesreti verdik biz sana kesret derken; MÛSA aleyhi’s-Selâm Firavunu verdik de anlamında değil..
MÛSA aleyhi’s-Selâm ve firavunun NÛRu, senin NÛRundan yaratıldı. MÛSA aleyhi’s-Selâm’nın, Firavun imtihanı sana ait değil. buyuruluyor.
Senden doğanların hayır işlemesi şer işlemesi kendi kâderleri gereği.
Çünki sen dünyada yaşayan bir kadın hazreti Âmine aleyhi’s-Selâm değilsin.
Annenden doğduğu gibi doğmuyor millet kâinâta taşlar kuşlar böcekler tüm varlık ondan oldu.
“Allahu nuru’s- semavati ve’l- ard” nedir?


اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِشْكٰوةٍ فٖيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضٖیءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَنْ يَشَاءُ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمٌ
Resim---"Allahu nuru’s- semavati ve’l- ard, meselu nurihi ke mişkatin fiha misbah, elmisbahu fi zucaceh, ezzucacetu ke enneha kevkebun durriyyuy yukadu min şeceratim mubaraketin zeytunetil la şerkiyyetiv ve la ğarbiyyetiy yekadu zeytuha yudi'u ve lev lem temseshu nar, nurun ala nur, yehdillahu li nurihi mey yeşa' ve yadribullahul emsale lin nas vallahu bi kulli şey'in alîm: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misâli, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler vermektedir. Allah, her şeyi bilendir.”
(Nûr 24/35)

Kâinâtta ne görüyorsan, ALLAHu ZÜ’L CELÂL’ın NÛRudur.. Neden?.
Rahmeten li’l Âlemin’den geçen bir NÛR. Burada kesreti zâhire çektiğinizde “Kur’ÂN-ı Kerim ve Ehl-i Beyt aleyhi’s-Selâm” olarak gördük onu demek istiyorum.
Bundan daha öteye götüremezsiniz artık.
Namaz mı diyorsun?. Kur’ÂN-ı Kerim’in içindedir.
Güzel ahlak mı diyorsun?. Ehl-i Beyt aleyhi’s-Selâm’dadır.
Ne gibi ölçüler bulursanız bulun, Kur’ÂN-ı Kerim’in içinde kalırlar. “KESRET”in bu yönüde vardır.
“Kevser”in ne olduğu hususunda daha önce yayınlamıştık. Esas olan çokluğu verdik idi:


Resim

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
Resim---“İnnâ a’taynâke’l- kevser (kevsere).: Muhakkak ki Biz, sana Kevser’i verdik.”
(Kevser 108/1)

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
Resim---“Fe salli li rabbike venhar.: O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.”
(Kevser 108/2)

إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
Resim---“İnne şânieke huve’l- ebter (ebteru).: Muhakkak ki sana (nesli kesik diye) buğzeden, o kendisi ebterdir (soyu kesiktir).”
(Kevser 108/3)

Namaz kılarak Bedenen,
Kurban keserek MaLen,
RABB’in için Ruhen,
Celâl Nuru’na gark oluş!..


İtâ: Vermektir, verme işi görev gereğidir, temlik (mülk olarak verme) ifâde etmez.
Kur'ân-ı Kerîm, ilim, cennet gibi..
İ’tâ: Temlik (mülk edinme) ifâde eder.


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ait kevser havuzu gibi...

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e “KEVSER” verilmiştir.


KEVSER:
1-) Alabildiğine çokluk (maddî-mânevî), kalabalık nesil.
2-) En bol, faydalı ve hayırlı olan.
3-) Her tarafı saran toz.
4-) Cennet ırmağı-Cennet havuzu,
5-) Resûlullah (sav)’in soyu Ehl-i Beyti (aleyhi’s-Selâm).
6-) Nûbüvvet.
7-) Kur’ân-ı Kerîm.
8- ) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in meziyyetleri.
9-) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şanı
10-) Makam-ı MahMud.
11-) İlim.
12-) Ümmetin ûlemâsı.
13-) Muhammedî âşıklar.
14-) Kevser sûresi denilmiştir
15-) Bizce ise “Nur-u MuhaMMed” dir...

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

ZâtuLLah ->Nûrullah ->NÛR-u MuhaMMed ->Kâinât..
ÂDEM Adı anılmazdı adı anılır hale geldi.
Ve bütün geleceklerde bunun içindedir!.
İncir çekirdeğinin içinde bütün incirler var. Ana ana..
"İnnâ ataynâke’l- kevŝer.."

Hakikat-i MuhaMMedîyi anlamak basit bir şey değildir.
Akıl pazarında biz “böyledir, şöyledir” diye ÂNlamaya çalışıyoruz.
Düşünün küçük bir çocuk var soruyorsunuz:
“Bu ne?” cevabı ->BUZ..
“Bu ne?” cevabı ->SU!..
“Bu ne?” cevabı ->BUHAR!..
“Bu ne diyorsun?” cevabı ->BULUT!..
Aynı ŞeYy mi bunlar?.. Her birsinin özellikleri farklı olduğu için ayrı isim almaktadırlar..
Ama biliyorsunuz ki hepsi bunların temel formülü-ÖZü -> “H2O” dur.
Tek kelimeyle H2O dur. Hidrojen ve Oksijenin BİRleşimidir o kadar.
Rahmâniyyet ve Rahimiyyet anlamında söylüyorum..
En yanıcı Hidrojenle, en yakıcı Oksijen ve BİRLeşimlerinden doğan SÖNdürcü H2O SU..
Burada ki yapı doğrudan doğruya Râhmaniyyetle ilgili.
Âdem aleyhi’s-Selâm’a topraktan bedenine, ruhumuzdan üfürdük Âdem Râhimiyyetine RÂHMAN nefhasını üfürdük;
“Ne oldu?.”
Âdem aleyhi’s-Selâm Râhmaniyyetinden, Hava aleyha’s-Selâm Râhimiyyeti doğdu..
Âdem aleyhi’s-Selâm ile Hava aleyha’s-Selâm oldu.
Âdem aleyhi’s-Selâm kalkmadı daha yerinden Hava aleyhi’s-Selâm HAYZ içinde "nefsin vâhidetin" nefisleriniz zevcleştiğinde, eşleştiğinde bir NEFSten yarattık. (Nisâ 4/1)’de buyuruyor ALLAHu ZÜ’L- CELÂL:


يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Resim--- "Yâ eyyuhâ'n-nâsuttekû rabbekumullezî halâkakum min nefsin vâhidetin ve halâka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve'l-erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben) : Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz ALLAH'tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz ALLAH, sizin üzerinizde gözeticidir.”
(Nisâ 4/1)

"Nefsin vâhidetin" tek NEFSten yarattık.
Ve buyruk: "Fesalli lirabbike venḥar. "
İşte küsurat kesret hep verdik ya sana "Fe" müteakiben biliyorsunuz. Hemen demek, derhal demek, Müteakiben artık bundan sonra bekleyemez. Biraz sonra diye bir şey yok.
Üç bağlaç var biliyorsunuz. "Fe" müteakiben bir şey konuşulurken kal dendiği zaman hemen kalkacaksın duyduktan sonra.
"Ve" meselâ diyorsun ki “Ve Ali geldi.” Burada "Ve" hemen diyelim ki "Elif" diyoruz ya "Fe Elif" geldi.. Elif hemen geldi.
Ama "Ve" diyorsan gelemez, biraz sonra gelir, ne zaman isterse gelir, hemen gelmez ama çok da geçmez.
"Sümme" diyorsan çok, çok sonra geldi.
"Fe" hemen arka arkaya-mütekâiben geldi
"Ve" aralıkla geldi anlamında "Ve"..
"Sümme" çook sonra geldi.
Ne zaman geldi çok sonra geldi, epey sonra, en sonra geldi. Buradaki "Fe" müteakiben!
Niye müteâkiben?
“Sana KEVSERi verdik. O halde sende, hemence SALL et!. SILÂ et!” "Fesalli lirabbike venḥar. "
“O zaman kevseri verdik Rabbine sall edin bana hamd edin!.”

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

Yani Rabb’ine SALL et, SILÂ et!.
"İnnâ ataynâke-lkevŝer. " "Fesalli lirabbike venḥar. "
Neden önemli.. Rahimiyyet.. Rahmine sall et!. diyor
Nereye gidecekti;
"El HaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN.." derken Rahîm nereye SALL edecek, RÂHMANa SALL edecek. RÂHMANiyyet nereye RuBuBiyyete SALL edecek.
“Direk Rabbine sall edecek!. Rahmân nerde?”
Nereye edecek başka..
Kul kendisi RÂHMANiyyet ve RÂHİYMİYYET içinde zâten!
Rahimiyyet kaynaklı olsaydı, “Rahmeten li’l- Âlemin” değil, “Rahîm li’l Âlemin” olurdu, Âlemlerin Rahîmi olurdu.
RÂHMET demektir ki RÂHMAN ve RÂHİYMi CEM’ ediyorsa RÂHMETtir..
Ben merhamet diyordum ya RÂHMET öyle bir şeydir ki RÂHİYMİYYET ve RÂHMANİYYET..
Âdem erkek midir, kadın mıdır?.
Gördüğün her şey, ALLAHu ZÜ’L- CELÂL’in NURUndan yaratılmıştır. Yani ALLAHu ZÜ’L- CELÂL’in NÛRudur.
RÂHİYMİYYET dişil bir kelimedir.. Üretken bir kelimedir. Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’de, Nebi-yi üMMî TeCellîsidir.
Ama Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’de, RÂHMANİYyyete vardır.
Kesret denilen, olduğu gibi RÂHMETtir.
Rahmeten li’l Âlemin, âlemlerin aklı NAKLen, neyin Rahmet neyin Zahmet olduğunu- olmadığını bildiriyor.
Pislik böceği vardır, bir de arı vardır.
Arı, pislik böceğine: “Sen pis bir böceksin!” demez. Bilemez ki demeyi!.
Oda ona: “Sen ne güzelsin!” demeyi bilmez.
Çünkü onlar Râhimiyyettir. Râhmaniyyetle ilgisi yoktur, ama akıl neler söyler neler!.
KEVSERin içerisinde Kevser bir “Rahmeten li’l- Âlemin”i verdik diyor ALLAHu ZÜ’L- CELÂL zâten.. “Âlemlerin RÂHMET bulutu.. ÂLEMlerin ortaya çıkması senin yüzünden oldu!.”
“KEVSERe bakın, KEVSERe iyi bakın!” dedim.. Neden?.
“Zü’l- CELÂL” derseniz ALLAHu ZÜ’L- CELÂL’e götürür CELÂLi, Ze’l- CELÂL derseniz CELÂL’i sana indirir.
Aynı kelime aynı harf burada da öyledir. Ben deseniz, biz deseniz "Sîn" le söylediğin sürece ALLAHu ZÜ’L- CELÂL’dendir O!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

İşte.. BUrada bir şeYy var ki!. KEVSERin kendisi ->vüCÛDa gelen bir kesret keRemidir.
VüCÛDa GELiş ÂNcak BUnunla mümkündür. Buradan çıktımı bu?.
ÇOKLuk OLduk mu?. BUnu ANLAdık mı?. ANLAdık.. HASMD Olsun!.
O zaman buyuruyor ki: “Mâdem ki böyle sana kevseri-çokluğu verdik. O hâlde "fesalli " SILÂ et!. SALL et!.”
KiMe?. ->"liRaBbike" ->RaBBine!. SALL et!.
"İnnÂ" diyen KİM?.
BİZ buyuran, ALLAHu ZÜ’L- CELÂL!. Neden "EnÂ" ben buyur muyor da "inNÂ" buyuruyor?. İşte bu hep zor soru.. bu konu...
Neden?.
Çünkü "ENÂ" de, tek "NuN" vardır. Kendine-ZÂTına ait NûR’dur.
Buradaki "İnNÂ"da ->MuhaMMedî NûR girmiştir devreye..


“ALLAH ve Resûlüne İmÂN ediniz!” EMRullahı ile Mü’minliği emretmiştir:

وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا
Resim---“Ve men lem yû’min billâhi ve resûlihî fe innâ a’tednâ li’l- kâfirîne saîrâ (saîren).: Kim Allah'a ve Resûlü'ne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kafirler için çılgınca yanan bir ateş hazırlamışızdır.”
(Fetih 9/13)

(bknz. Nur 24/62; Hucurât 49/15; Hadid 57/7, 19, 21; Mücâdele 58/4; Saff 61/11; (Fetih 9/13)
BAKınız!. Var ya, altında: “Bize imÂN edin!.” buyuruyor mu?.
Ama şöyle buyuruyor: “ALLAH ve Resûlüne İmÂN EDiniz!”.. ne demek?.
Ben şöyle anlıyorum doğrusu.. Bu "inNÂ" yı kullandığı zaman ALLAHu ZÜ’L- CELÂL kendi ZÂTını, SIFATlarını, ESMÂlarını ve EŞYÂlarını NÛR olarak zâten veriyor… ALLAH celle celâlihu, her ÂN yENidEN yarattığı EŞYAda yine kendi NÛRu!..

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU'S-SEMÂVÂTİ VE'L-ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu'l-emsâle li'n-nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRUDUR. O'nun nûrunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da âit olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. ALLAH, kimi dilerse onu kendi nûruna yöneltip iletir. ALLAH insanlar için örnekler verir. ALLAH, her şeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

ALLAHu Zü’L- CeLÂL Vermiyor zuhur ettiriyor. Kullandığı kelimede "ateynâ" ->i’tâ ettik.
İ’tâ nedir?.
İtâ: Vermektir, verme işi görev gereğidir, temlik (mülk olarak verme) ifâde etmez. Kur’ân-ı Kerîm, ilim, cennet gibi.


İ’tâ: Temlik (mülk edinme) ifâde eder.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ait kevser havuzu gibi...
İ’tâ âmiri kimdir?
İ’tâ âmiri meselâ, bölge müdürüdür. Vâli, i’tâ âmiridir. Bütün maaşları o verir.
Orda ki-âyetteki i’tâ, sadece bir şey vermek değil!.
İâşesini, şunu, bunu.. Rububiyyet SıRRı zâten!. Onun için diyorum. KEVSERin içinde kendi Rububiyyet "Ra" sı var zâten. Resûliyyet "Ra"sı.. çift kizâhir-bâtın "Ra"sı varr kardeşim!.


“ALLAH ve Resûlüne Tâbi olunuz!” EMRullahı ile Veliyyullahlığın,

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve li’r- resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beyne’l- mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).: Ey iman edenler! Allah ve Resûl’ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O’na haşrolunacağınızı bilin!.”
(Enfâl 8/24)

“ALLAH ve Resûlüne Tâbi olunuz!” Allah ve Resûlüne inanınız derken -> “Bu benim ortağım O’na da tapın!” buyurmuyor.
->“Benim peygamberimdir, benim seçtiğimdir!” buyuruyor.
->“Zâten benim NÛRum hepsi” buyuruyor.
AKL-ı SİLme ULAşana Sistem biraz sonra anlaşılır..

"fesalli li " O zaman SALL et!.
Kesret oldun ya ->Vâhdet’e geri dön-rücu’ et bakalım geriye, "fesalli" Sıla et!.
RaBBına "venhar." Nehr et!. "venhar." ->kurban kes buyuruluyor.
Nahr; köpürmek, coşmak .. “nehir”de bu kelimeden gelir.
"venhar." En nehir olan demek buradan "fesalli lirabbike-RaBBına SALL et!” den anladığınız ne olacak?
Bunun sonunda ne olmuştu?. ceNNet olmuştu.


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhen nefsu’l- mutmainneh (mutmainnetu): Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten): Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Artık kullarımın arasına gir.”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Cennetime gir.”
(Fecr 89/30)…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

Ben Kendi NEFSim için söylüyorum.
Var mı “Nefsini bilen RABBini bilen”?.
“Lâ İlâhe İlla ALLAH MuhaMMede'r-Rasûlullah” diyecek Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in yüreğinde ve sâhibinin sesini duyacak Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in ağzından ALLAH’ın sesini duyacak var mı?.
Mesele bu işte.. onun için buyuruyor ALLAH celle celâlihu: “Yâ eyyetuhe'n-nefsu'l mutmainneh” ey tatmin olmuş, mutmainne olmuş nefis.
İtmaM olmuş/TAMamlanmış Nefs-i Mutmainne'ye buyuruyor bunu.

Kime bu buyruk?.. “İrci’î ilâ rabbike râdiyeten merdiyeten” bak “rucu’ et!.”
İlâ RABBike, RABBine dön!. Dönn!.
Nerde RABBı?.
Şah damarından yakını-AKRABası.
“Râdıyeten: Râzı olarak dön!.”
“Merdiyeten: O da senden râzı olarak.”
Nasıl “MuhaMMedî SEVİYE”-lendi bakınız lütfen..
Ben “Lâ İlâhe” ye râzı oldum.
“İllâ ALLAH”a, nasıl da ikram ediverdi SEVİYEleyiverdi.

“İrci’î ila rabbike râdiyeten merdiyeten”.. râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak. “Fedhulî fî ibâdî”, Fedhulî dâhil ol, gir hallol!.
Hallol tamâmen boşalmış “HİÇ”-likten “HEP”-liğin içine AK!.mış anlamında..
“fî ibâdî,” “fî” içine ibâdî, âyân-ı sâbite gibi gözüken fakat onun içinde gizli olan “ebedî”-lik sırrına ER!.miş.
Ellerinin üzerinde “ALLAH'ın eli” olan gerçekten gerçekten dosdoğru.
Emrolunduğu gibi dosdoğru olanların Ellerinin üzerinde üzerinde ALLAHu Zu'l-celâlin eli.
YEDULLAH:


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), YEDULLÂHi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen) : Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. ALLAH'ın ELİ onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”
(Fetih 48/10)

Tevhid Tüccarlarının, Tasavvuf Simsarlarının, alıcıların, vericilerin ve bir derdi olanların dâvâsı dâveti vs. olanların işi değil bu iş..
Onlar, çöplükçü.. dışarıda kalanlar.. onlar; leşçidir, Hasbî Hizmetçi değildir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizi HASsLarını tenzih ederiz.
ALLAHu Zu'l-celâl i tenzih ederiz.
ALLAHu Zu'l-celâl HAYYdır şu ANda, Şe’ÂNuLLAHta SÜNNetuLLAH üzere “İŞ”inin başındadır. Şu AN Şe’eN-dedir.


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî ŞE’Nin.: Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir İŞtedir.”
(Rahmân 55/29)

Bizler çoluk çocuk değiliz. Hamd u senâ olsun hiç birimiz.
Bütün dünyâyı verseler dahî RABBımızın bir tek noktasına değişmeyiz.
Niye değişelim ki onlar mı yaratıyor ki.. Hayır!.
“Fedhulî fî ibâdî” “kullarımın arasına gir.” İçine gir içine.. “fî ibâdî” buyuruyor zâten. Bu da hayret edilecek bir şey. Kul, kulun içine yâni iç içe geçişler Kalb'den Kalb'e HAKK dostu ile.. HAKK’a giden yol ->“HAKK Dostlarının kalbinden geçer” dediğimiz de budur.
Tesbih gibi ÖZden ÖZe dİZilirler de öyle olurlar..
Görüntüyle değil.. yürekle olur bu İŞş..

ALLAHu Zu'l-celâl lutfu kerem etsin izzeti şerefinden inşâallah.
Şu yarım nefeste geçiverecek, cereyan kesilince bir sâniye de sönüverecek hayâtımızda bize Muhammedî Şuuru ALLAHu Zu'l-ceLâL Lutfetsin.
BİLdirsin, Muhammedî Nûr'u BULdursun, Muhammedî Surur da OLdursun, sırlarının içinde ve Muhammedî Onuru o yüce Nûru Nûrullahı YAŞAtmak Şerefini bahşetsin hepimize!.

DİN BİZ-liğimizi ve BİR-liğimizi dâima diri kılsın!.
ALLAH Dostları, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem ve ALLAHu Zu'l-ceLâL El HAYY Esmâsında dînimizde dünyâmızda ve âhiretimizde dâima inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

Bu özellik ve güzellik içerisinde gelip geçelim ki cennetlere “Fedhulî fî ibâdî Vedhulî cennetî” olalım inşâallah.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellemin yüreğinde olsun hepisi İnşaallah!.
ceNNet olmadı mı?.

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

Sonuç ceNNet olmadı mı?
"venhar." ve nehr et ve nehir ol, fışkır nehret!
Bir âyet vardı “cennatun uyun”; onlara “cennet” verilecek birde “uyu”n var diye burada bu uyun suyun gözenesi vesairesiyken "venḥar." Artık o gözek patlamıştır. Başka bir ifâde vardır.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
“İnne’l- muttekîne fî cennâtin ve uyûn (uyûnin): Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarında-UYUNdadır.” (Hicr 15/45)

"Fesalli lirabbike" RaBBe, SALLdene Kur’ÂN-ı Kerim doğar. RaBBe SALL eden, RaBBısından DUYar.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştığı için.
"Fesalli lirabbike" de Kur’ÂN-ı Kerimi, "venhar."dada açık açık Ehl-i Beyti görüyorum.
Çünki Kur’ÂN-ı Kerim’den başka kaynak yok. Başka da gözek yok, başka da uyun yok.

Resim---Zeyd b. Erkam (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mekke ile Medine arasında Hummen denilen suyun başında bir hutbe verdi. Allah’a hamd, sena ve zikirden sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Dikkat ediniz; ben bir beşerim. Rabbimin ölüm elçisinin gelmesi ve benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır. Sizlere hukuku ağır iki kıymetli emânet bırakıyorum. Birincisi Allah’ın Kitabı’dır. Onda nur ve hidâyet vardır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul olun, onu öğrenin, öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emânet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım.”
(Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, Menâkıb, 9.)

"venhar." daki Harr..
"venhar." ve nehr et ve nehir ol, fışkır nehr et dedik ya nehirde, harre NÛRu demektir. HÂRR NÛRu demektir.
HÂR NÛRu ne demektir?. RuBBubiyyet HAKKikatının NÛRu bu!
"fesalli lirabbike" SALL ettin sonra, "venhar." RuBBubiyyet HAKKikatının NÛRuna girin bakalım.
RuBBubiyyet HAKKikatı nedir ki? O’nun NÛRu nedir ki?
Hiç kimse yokken RaBB varmıydı?
Kime RaBB olacak? ALLAHu ZÜ’L- CELÂL kendi kendini mi terbiye edecek hâşâ!. Kendi kendine mi RaBBeküm o sıfat ne zaman çalışır?
Şöyle düşünseniz; bir kadının memesi ne zaman sütlenir?
Hamile kalınca değil mi? Önce Süt olmaz hamile kalınca olur.
RaBBlıkta böyledir. Birisi yaratılacak ki bir şey yaratan olacak ki RaBBı olsun onun ZÂHİR-BÂTIN BİLEliği bu kanaldan bağlanır
“RaBBu’l- ÂLEMİN”, “Rahmeten li’l ÂLEMİN” bunların arakesitinde “ÂLEMİN” vardır.
İki tarafında ki "Re "ler RaBB ve RASÛLdur.
Eşya tarafına geçtiniz mi RASÛL, “Rahmeten li’l- ÂLEMİN”
Öbür tarafına geçtiniz mi RaBB, “RaBBu’l- ÂLEMİN”budur.
Rahmeten li’l Âlemin’de budur. ÂLEMin olacaksa bu iki "Re " ye bakmak lâzım.
"venhar. " harre sücceden vardır ya?. Harre fiili vardır. Burun üstü yere kapanmak..

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
“İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne): Bizim âyetlerimize ancak öyle kimseler îman eder (ler) ki bunlarla kendilerine öğüt verildiği zaman, onlar büyüklük taslamayarak, yüzü üstü secdeye kapanırlar ve Rablerini, hamd ile, tesbîh (ve tenzîh) ederler.” (Secde 32/15)

ZÂHİR-BÂTIN RuBBubiyyet HAKKikatları vardır.
Bu NÛR vücûda geliyorsa "venhar. "dır. Namaz kıl, kurban kes,
Nehar; ışığın fışkırıp çıkmasıdır. Gündüz demektir gecenin zıddı..
"fesalli "ye hemen namaz kıl diye yapıştırılıyor da..

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---
“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).: Muhakkak ki, ALLAH ve melekleri, peygambere hep salat ile ikramda bulunurlar. Ey îman edenler, haydi ona teslîmiyetle salat ve selâm getirin!” (Ahzâb 33 /56)

“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne” ALLAHu ZÜ’L- CELÂL’in melekleri peygamberine namaz mı kılıyorlar?
Gördüğü her SALLeye yapıştırıp “sen namaz kıl!” diyene şunu söylemek lâzımdır: “SALL etmek ALLAHu ZÜ’L- CELÂL’a SILÂ etmektir!”
ALLAHu ZÜ’L- CELÂL’a SILÂ etmediğin sürece ne namaz kılması hakikatte..
Elbette "feṣalli lirabbike venhar."
RaBBıma SILÂ edeceğim nasıl SILÂ edeceğim diye soruyorsan..
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

MUHTEREM HOCAMIZ..
NE İYİ EDİPTE MUHAMMEDİNUR ÇEŞMESİNİ ÇÖLLERDE SUSUZLUK ÇEKEN KARDEŞLERİMİZE AÇMIŞSINIZ...
GERÇEKTEN BÜYÜK İHTİYAÇ VARDI..BEREKETLİ OLUR İNŞAEALLAH..
ALLAH HİZMETİNİZİ DAİM VE ZAHMETSİZ EYLESİN.. KENDİ ADIMA ALLAH CELLECELALHÜ RAZI OLSUN..
HÜRMET VE SAYGILARIMLA..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: EL KEVSER..

Mesaj gönderen kulihvani »

değerli kardeşimiz haydost,
BİLiyorsun ki başlangıcımızda bizzât Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyruğuyla Başlamıştık; ALLAH celle celâlihu, Kur'ÂN-ı Kerîm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem vve EhL-i Beyt aleyhumusselâm Merkezli MuhaMMedî Hasbî Hizmet yolumuza hamd olsun..
BİZ BİRLikte yıllardır elden-gönülden geleni yapmaya çabaladık-çabalıyoruz.. Diğer tüm işler bu âlemde yığılıp kalacaktır ve ancak Habiî-Hasbî hizmetler BİZLe BİZ BİR-iZ Gidecektir inşâe ALLAH.. güzel duana âmin derim ve teşekkür ederim..



El-KEVSER Sûresi SOHBETi

Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

istiğfar antivirüsüMüz: subhaneke allahümme ve bi hamdike,
eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke

Euzübillahimineşşeytânirracîm!

Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
Resim---"İnnâ ataynâke-l kevser.: Muhakkak biz sana Kevser'i verdik.” (Kevser 108/1)

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
Resim---"Fesalli lirabbike venḥar.: Öyleyse Rabb'in için namaz kıl ve kurban kes!.” (Kevser 108/2)

إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
Resim---"İnne şânieke hüve-l ebter.: Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.” (Kevser 108/3)

"innâ a`ṭaynâke-lkevŝer. " "İnna fetahna leke fetah mubina" biz sana kevseri verdik "innâ a`ṭaynâ" biz sana verdik. "ke'l- kevŝer" "innâ a’taynâ" biz verdik. "İnnâ" biz verdik Şüphesiz ki biz verdik. "Ke" sana "ke-lkevŝer" El KEVSERi verdik. EL KEVSER. "el” harf-i târifi olmakla küllü şeyi herkesin bilebilceği bir KEVSER yani!.
Bilinen harfi târifli bir Kevser. Rastgele bir KEVSER değil. El Kur’ÂN-ı Kerim gibi bir KEVSER yani bilinmemesi mümkün değil. Harf-i târifli çünki başkada "innâ a`ṭaynâ" yok galiba Kur’ÂN-ı Kerim’de "İnnâ a`ṭaynâ" taramada bir tek KEVSER Sûresinde çıktı.
"İnnâ", "ennâ" "ENE" "innâ" çift "NÛN" ludur. "Enâ"da tektir "NUN". Enâ "Enâllah" ben ALLAH’hım. Teklik vardır. Burada Zâhir-Bâtın NÛRluğu var.
BİZ "a`ṭaynâ", biz verdik sana "EL KEVSER"i verdik.
KEVSER, kefere ke-fe-re fiilinden gelen bir kesret, çokluk kefere fililinden gelen, türüyen bir şey.
KEVSER; üreyen, çoğalan, çoğalması bitmeyen, ebedî bolluk, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verilen, bu KEVSER nedir?

Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cevabı kendi içinde var.
SıRR saklıyabiliriz değil mi?
"Peltek se" ile yazılan SıRR, İlahî SıRR.
"SÎN"le yazılan SıRR, Peygamberler için yazılan SıRR,
"SAD"la yazılan SıRR, AKLı olanlar için SıRR.

RABBü’l-Âlemin’in kendi SıRRı bu.. kendi SıRRının vücûda geliş "VAV"daki "V".. "KÛN'un, feye KÛN!"e çıkışı nerde olmakta..
KEVSER çokluk ama neden çokluk.. onu anlatmaya çalışıyoruz. Buradaki bütün mesele bu!.
"Vav" vüCÛDa çeker içindekini.
"VAV " illetli operasyon harfitir biliyorsunuz. "Elif, Ye, Vav".. 3 harf fiilin içine girer, çıkar girdimi arttırır, eksiltir. Sürekli onu oynatır ve üretir. Öne geçer arkaya geçer kendisi görev alır.
Kefere; bir şeyi çoğaltmak, çok kılmak..
"Eşekku cehalehu kefiren" kefiren; kesret çokluk, kûsurluk şimdi bakın kesire fiili geldi geldi el kefarû oldu..
el kesrû: çok nesne.
el kefirû: kûsuru, çokluk, bir şeyin çok olması.

ve KEVSER bakın "EL KEVSER"; çok şey hayra aziym, birbirine sarılıp birikmiş çok toz..
Ama ben şunu diyorum burada harf çözümüne baktığımızda içerdeki "ferre" ya da, Rububiyyet senliği ALLAH Celle Celâlihu’ya aittir, SıRRı yani. Bunun vücûda gelmesi lâzım.
Ne zaman gelir?
ALLAHu ZÜ’L- CELÂL var iken, hiçbir şey yok iken ALLAHu ZÜ’L- CELÂL var iken, ALLAH varından, var ederken.. nerede etmiş?. "NÛR-u MîM"’de etmiş.

*
فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim--- "Fâtıru's-semâvâti ve'l-ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve mine'l-en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîu'l-basîr(basîru): O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sÛretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.”
(Şûrâ 42/11)

Zâhirde Yer yüzü ve 7 kat gökler, bâtında Beden Ülkesi ve 7 Kat Letâif Gönül İklimlerimize Muhit olan ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا
Resim--- "Allâhullezî halâka seb'a semâvâtin ve mine'l-ardı mislehunn(mislehunne), yetenezzelu'l-emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey'in ilmâ(ilmen): ALLAH, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece ALLAH'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.”
(Talâk 65/12)*

Yazı tahtası gibi kullanmış. Mazhar yeri. Mazhar yeri olarak kullanmış. Memba’ olarak kullanmış orayı ASNA kaynak "NÛR-u MîM"i.. onun için Rahmeten li’l Âlemin nuyuruyor. Âlemlerin RAHMET kaynağı çünki.

Resim--- "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Evvele mâ halâkallâhu nûrî: ALLAH’ın en evvel halkettiği (yarattığı) Benim nûrumdur.” Buyurdu.”
(Aclûnî, Keşfü’l- Hafa, c:1, shf:311)

Resim--- "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Evvelu mâ halâkallâhu nûra nebiyyike yâ Câbir: ALLAH Teâlâ herşeyden evvel senin Peygamberinin nûrunu yarattı ey Câbir!”
(Câbir bin Abdillah tarikiyle Abdürrezzak’tan; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:205, 2:129.)

Resim--- "Câbir bin Abdullah radiyallâhu anhu'’dan: “ Yâ Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAHın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nûrundan (Nûrullah) senin Peygamberinin Nûrunu (Nûr-u MİM) yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAHın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kâlem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nûru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arşı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nûrunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAHı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....””
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404) *
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön