TEVHİD-i HANiF

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

TEVHİD-i HANiF..

FAKRı-ACZin KUL ZiLLeti
SUN-UÇ-un SeBeB İLLeti
MÎM-i MuhaMMed ÜMMeti
DİNim ->İBRâHiM MiLLeti..

ZEVK 7570

İSLÂMın Beş ŞARTın TEMeLi ->İŞİn BAŞı TEVHiDuLLAH!
ELESt’ten >ANA RAHMine.. ->MeZÂR TAŞı TEVHiDuLLAH!

TOHuMda GİZLi ÇİÇEKtir
HAYyÂL SANıLan GERÇEKtir..

YÂRım NEFeS HAYYatımda ->GÖZüm YAŞı TEVHiDuLLAH!.


15.04.16 18:48
brsbrsm..tktktrstkkmdeYÂRr..


Resim

Tevhidullahın Dinde Bânisi İbrâhim aleyhi’s-selâm’ı, CÂNda CâNÂNca SUNuş..
Sâra Ana, Hacer Ana, İshak aleyhisselâm, İsmail aleyhisselâm. İmtihanları..
Beden, Nefis, Kalb ve Ruh; BİLiş, BULuş, OLuş ve YAŞAyışları…
NÂR içinde NÛR Bahçeleri..
Tevhidî Hanif Dinin Direği..
Kelâmullahımıza BAKaLım bir İnşâ ALLAHu TeÂLÂ..


وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
---“Ve men yergabu an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefseh (nefsehu), ve lekadistafeynâhufî’d- dunyâ, ve innehu fîlâhireti le mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Ve, nefsini sefih kılan kişi hariç kim, İbrâhîm’in dîninden yüz çevirir ? Andolsun ki Biz, onu dünyada seçtik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir.”
(Bakara 2/130)

مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Ma kane ibrahimü yehuddiyyev ve la nasraniyyev ve lakin kane hanifem MÜSLİMÂ, ve ma kâne mine’l- müşrikin: İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, ALLAH'ı bir tanıyan dosdoğru bir MÜSLÜMAN idi; müşriklerden de değildi.”
(Âl-i İmrân 3/67)

Âyet-i celîlede geçen Velâkin kâne hanifen müslimâ!”
Muslim: İslâm olan kimse.
İslâm ise; i’tikad-inanç ve amel-ibâdet esasları ALLAH Teâlâ tarafından belirlenmiş değişmez ana kuralları olan bildiğimiz dindir.
Hanîf: Meyleden (HAKK’a), sapan (Hakk’a) demektir.
Hanif: İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (aleyhisselâm) dininden olanların vasfı. İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse. Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen..
Hakk: kendi dışında her şeyden meyleden, uzaklaşan, tek kalan gerçektir.
Tevhid dini İslâm, İbrâhim aleyhi’s-Selâm devresinde; Millet-i İbrâhim, Din-i Hanîf üzeredir.
Millet: dindir ve peygamberler ümmetlerine imlâ ettiklerinden türemiştir.
Millet: Bir dinden olanların topluluğu. Din, dil ve târih beraberliği bulunan insan cemaatı. Sınıf. Topluluk. Bir sülâleden gelenlerin hepsi. Maddi, mânevi bir unsurdan sayılıp beraber yaşayanların hepsi.
Din: kullar, itâat edip boyun eğdikleri içindir Nun’un dâimiliği..


وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
"Ve len terdâ anke’l- yahûdu ve le’n- nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huve’l- hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke mine’l- ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.”
(Bakara 2/120 bkz.)

İbrâhim aleyhi’s-Selâm Ulu’l- Azîm peygamberdir.
Ebu Rahîm: Rahîm’in babası ki doğrudur ve haktır.
Rahmetenli’l-âlemin olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in babasıdır.
Ebu Rahîm ise merhametli babadır ki bu da doğrudur ve haktır.

Halilullahtır.. ALLAH’ımızın Sâdık ve Samimi Dostudur.


وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
“Ve men ahsenü dinem mimmen esleme vechehu lillahi ve hüve muhsinü’v- vettebea millete ibrahime hanifa vetetehazellahü ibrahime halila: İşlerinde doğru olarak kendini ALLAH'a veren ve İbrahim'in, ALLAH'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? ALLAH İbrahim'i dost edinmiştir.”
(Nisâ 4/125)

Tevhidullahın Dinde Bânisi İbrâhim aleyhi’s-Selâm’ı ve TEVHİDi biraz daha Kur'ÂN-ı Kerîm’ce inceleyelim inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Resim

Azîz kardeşlerim,
Tevhid ->Bir kılma, bir etme, birleştirme, bir olarak bırakma, bir olduğunu bilme, anlama, inanma ve tatbik etmektir.

Tevhid ->Birleme. Bir Allah'tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilahe illallah sözünü tekrarlama. Her yerde ve her şeyde Allah'tan başkasının te'sir hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamaktır.

Tevhid konumuza girerken öncelikle İbrâhim aleyhi’s-selâm’ı inceleyip anlayacağız..
Beytullahın temizlenmesi, orada yaşayanlara rızık dilenmesi, ezelî temeller üzerine inşası ve kabulu duası âyetlerde buyuruluyor.:


وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ
"Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun(etemmehunne), kâle innî câiluke lin nâsi imâmâ(imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz zâlimîn(zâlimîne).: Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" dedi. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler benim ahdime erişemez" dedi.”
(Bakara 2/124)

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
"Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd(sucûdi).: Ve Biz beyt’i (Kâbe’yi) insanlar için sevap (kazanılan) ve emin olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz, İbrâhîm’in makamından bir namaz yeri ittihaz edinin. Ve Biz, İbrâhîm (aleyhisselâm)’a ve İsmail (aleyhisselâm)’a: “Tavaf edenler, âkifler (ibadet için kalanlar), rükû ve secde edenler için beytim’i temiz tutsunlar.” diye ahdettik.”
(Bakara 2/125)

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هََذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
"Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminen verzuk ehlehu mines semerâti men âmene minhum billâhi vel yevmil âhir(âhiri), kâle ve men kefere fe umettiuhu kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbin nâr(nâri), ve bi’sel masîr(masîru).: Ve İbrâhîm: “Rabbim burayı emin (güvenli) bir belde kıl. Onun halkından Allah’a ve yevmil âhire îmân edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve meyvelerden) rızıklandır.” dediği zaman (Allah) şöyle buyurdu: “Kâfir olan kimseyi biraz metalandırırım (geçindiririm) ve sonra onu ateşin azabına maruz bırakırım, orası ne kötü bir varış yeridir.”
(Bakara 2/126)

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
"Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm(alîmu).: İbrâhîm (aleyhisselâm) ve İsmail (aleyhisselâm), beyt’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyorlardı (ve şöyle dua ediyorlardı): “Rabbimiz, bizden (bunu) kabul buyur. Muhakkak ki Sen, Sen, en iyi işiten ve en iyi bilensin.”
(Bakara 2/127)

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
"Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm(rahîmu).: Rabbimiz, bizim ikimizi sana teslim olanlardan kıl, zürriyetimizden de sana teslim olan bir ümmet (kıl) ve bize (hac) ibadetinin yerlerini (ve kurallarını) göster ve tövbemizi kabul et. Muhakkak ki Sen, Sen, tövbeleri kabul edensin, rahmet edensin (rahmet nuru gönderensin).”
(Bakara 2/128)

رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ
"Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).: Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitap’ı (Kuranı Kerim’i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve tasfiye) edecek bir resûl beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azîz’sin, Hakîm’sin.”
(Bakara 2/129)

وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
"Ve men yergabu an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefseh(nefsehu), ve lekadistafeynâhufîd dunyâ, ve innehu fîlâhireti le mines sâlihîn(sâlihîne).: Ve, nefsini sefih kılan kişi hariç kim, İbrâhîm’in dîninden yüz çevirir ? Andolsun ki Biz, onu dünyada seçtik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir.”
(Bakara 2/130)

إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
"İz kâle lehû rabbuhû eslim kâle eslemtu li rabbil âlemîn(âlemîne) : Rabbi ona: “Teslim ol!” dediği zaman “Ben, âlemlerin Rabbine teslim oldum.” Dedi”
(Bakara 2/131)

وَوَصَّى بِهَا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِيَّ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى لَكُمُ الدِّينَ فَلاَ تَمُوتُنَّ إَلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
"Ve vassâ bihâ ibrâhîmu benîhi ve ya’kûb(ya’kûbu), yâ beniyye innallâhestafâ lekumud dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).: Ve, İbrâhîm (aleyhisselâm) onu (Allah’a teslim olmayı) kendi oğullarına vasiyet etti. Ve Yâkub (aleyhisselâm) da: “Ey oğullarım! Muhakkak ki Allah, bu dîni sizin için seçti. Artık siz, Allah’a teslim olmadan ölmeyin.” diye (vasiyet etti)..”
(Bakara 2/132)

أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاء إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِن بَعْدِي قَالُواْ نَعْبُدُ إِلَهَكَ وَإِلَهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِلَهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
"Em kuntum şuhedâe iz hadara ya’kûbel mevtu, iz kâle li benîhi mâ ta’budûne min ba’dî kâlû na’budu ilâheke ve ilâhe âbâike ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ilâhen vâhidâ(vâhiden) ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).: Yoksa siz Yâkub (a.s), öleceği zaman (ona): “şahit mi oldunuz?” O (Yâkub aleyhisselâm), oğullarına: “Bundan (ben öldükten) sonra neye (kime) kul olacaksınız?” demişti. (Onlar): “Senin ilâhına ve senin ataların İbrâhîm aleyhi’s-selâm, İsmail aleyhi’s-selâm ve İshak aleyhi’s-selâm’ın ilâhı olan tek İlâh’a kul olacağız. Ve biz, O’na teslim olanlarız.” dediler.”
(Bakara 2/133)

Açıkça olup, anlaşılacağı üzere İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın imtihanı, teslimiyeti ve sonunda ulaştığı nübüvet ve Fahr-i Kâinât aleyhi’s-selâm’ın dedesi oluşu şerefi.. Tevhidi temeli yüceltişi, Hanîf dini olan İslâmiyetin Bânisi oluşu buyuruluyor. İhlâs ve samimîyetle zâtını ve nefsini bütünüyle ALLAH Teâlâ’ya adayıp, kazaya boyun eğip razı olunca, RABB’ısı da razı olup, dileklerine ihsânla icâbet buyuruyor.
Zürriyetinin zirvesindeki Zât-ı Mübârek MuhaMMed aleyhi’s-selâm..

Ashab-ı Kiram radiyallahu anhum, bir gün sohbet esnasında sorarlar: "Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Bize biraz kendinizden bahsetseniz."
Peygamber Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun üzerine şöyle buyurur:
"Ben babam İbrahim'in duâsıyım. O Kâbe'nin duvarlarını yükseltirken, "Ey Rabbimiz! Onlara zürriyetimden bir peygamber gönder." Diye duâ etmişti. Ben İsâ'nın müjdesiyim. Ve ben annem Âmine'nin rüyâsıyım."

(İ.Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/127, 5/262, D. Pusmaz, En Güzel Rehber Hz. Peygamber'den nak S.15)

Sayısı bilinemez müslümanların hacc için gittikleri Beytullah’da Makam-ı İbrâhim’in musallâ edinilmesi emrediliyor.. SâLL kökünden olan MuSaLLa ise, SILA için giriş kapısı gibidir.. Yedi Şavt ki, 7 letâifin vuslatlarını arz edişi sonunda her tavafta 2 rekat şükür namazı kılınır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


HaNiF İSLÂM DİNİn TemeLi TEVHİDdir..

TEVHİD DİNİnin BÂSNİsi İBRaHîM aleyhi’s-selâm ile ilgili âyeti celîlelere devâm edelim..
Nemrud’un ilâhlık iddiası:


أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَآجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رِبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ إِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّيَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ قَالَ أَنَا أُحْيِي وَأُمِيتُ قَالَ إِبْرَاهِيمُ فَإِنَّ اللّهَ يَأْتِي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
"E lem tera ilellezî hâcce ibrâhîme fî rabbihî en âtâhullâhu’l- mülk (mulke), iz kâle ibrâhîmu rabbiyellezî yuhyî ve yumîtu, kâle ene uhyî ve umît (umîtu), kâle ibrâhîmu fe innallâhe ye’tî biş şemsi mine’l- maşrıkı fe’ti bihâ mine’l- magribi fe buhitellezî kefer (kefere), vallâhu lâ yehdil kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: E lem tera ilellezî hâcce ibrâhîme fî rabbihî en âtâhullâhu’l- mülk (mulke), iz kâle ibrâhîmu rabbiyellezî yuhyî ve yumîtu, kâle ene uhyî ve umît (umîtu), kâle ibrâhîmu fe innallâhe ye’tî bi’ş- şemsi mine’l- maşrıkı fe’ti bihâ mine’l- magribi fe buhitellezî kefer (kefere), vallâhu lâ yehdi’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah’ın kendisine meliklik (hükümdarlık) vermesi sebebiyle (azarak) Rabbi hakkında İbrâhîm ile tartışan kimseyi görmedin mi? İbrâhîm (aleyhisselâm) (ona): “Benim Rabbim ki O, diriltir ve öldürür.”demişti. (O da): “Ben de diriltir ve öldürürüm.”dedi. İbrâhîm (aleyhisselâm): “Öyleyse muhakkak ki Allah, Güneş’i doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir.”dedi. O zaman (Allah’ı) inkâr eden kimse şaşırıp kaldı (cevap veremedi). Allah zâlimler kavmini hidâyete erdirmez.”
(Bakara 2/258)

İlk Rübûbiyyet davası Nemrud İbn Kenân’ındır.
İbrâhim aleyhi’s-selâm, Nemrud’un öldürüp diriltme davasının bâtıl oduğuna inandığı halde, ölüm-dirim sırrına ermek için:


وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
"Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyi’l- mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten mine’t- tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ (sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm (hakîmun).: Hz. İbrâhîm: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. (Allah) “İnanmıyor musun?” buyurdu. (Hz. İbrâhîm de): “Evet (inanıyorum). Fakat kalbimin tatmin olması için.” dedi. “Öyleyse kuşlardan dört tane tut, sonra onları kendine alıştır (parçalayıp) her dağın üzerine onlardan bir parça koy, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Ve Allah’ın, Azîz (ve) Hakîm olduğunu bil!”
(Bakara 2/260)

أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىَ يُحْيِي هََذِهِ اللّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللّهُ مِئَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَل لَّبِثْتَ مِئَةَ عَامٍ فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانظُرْ إِلَى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِّلنَّاسِ وَانظُرْ إِلَى العِظَامِ كَيْفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Ev kellezî merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ, kâle ennâ yuhyî hâzihillâhu ba’de mevtihâ, fe emâtehullâhu miete âmin summe beaseh (beasehu), kâle kem lebist (lebiste), kâle lebistu yevme ev ba’da yevm (yevmin), kâle bel lebiste miete âmin fenzur ilâ taâmike ve şerâbike lem yetesenneh, venzur ilâ hımârike ve li nec’aleke âyeten li’n- nâsi venzur ilâ’l- izâmi keyfe nunşizuhâ summe neksûhâ lahmâ (lahmen), fe lemmâ tebeyyene lehu, kâle a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir."
(Bakara 2/259)

Üzeyir aleyhi’s-selâm’ın bu âyetteki harabe (ölü) şehre şaşıp nasıl ma’mur olur-dirilir deyince yüzyıl ölü bekleyip dirildiğinde gördükleri karşısında mutmaîn olduğu gibi..
İbrâhim aleyhi’s-selâm da hayret ediyor.. Aklın sınırlarını taşan bu konuda tatmîn olmak için Rabbü’l- âlemin’e ilticâ ve ricâ ediyor.. Mükâşefe ve Tecellî Nurlarına karşı perdeli ve hicâblı mevtâ-ölü kalblerin TEVHİDe nasıl dirileceğine nakilsiz aklı ermiyor ve tatmîn için naklî istiyor..
Perdelerin kalkmasıyla İlâhî Nura kavuşan kalblerin tıpkı elektrik gelince parlayan ampuller veya çalışan âletler gibi nasıl çalıştığına bizzât şâhid olmak istiyor.
Zîrâ kendisi Tahkik Tevhidin ve Hanîf İslâmın Bânisi-kurucusu durumundadır ve ilk tatmîn olması gerekenin kendisi olduğunu biliyor: “İnanmasına inanıyorum da, kalbim tatmîn olsun!” buyurarak İslâmda AKLın ve NAKLin tevhidini beyân buyuruyor.. Körü körüne, taklîden değil de tahkiken inanmak istiyor..

İnsanda, kulluğundan 4 letâifi sorumludur-mükelleftir-Dine girip gereğini yapmaya mecbur ve görevli olandır..
Beden, Nefs, Kalb ve Ruh.
Bunların,; bu hayatta ve bu ÂLemde İSLÂHı, o kimsenin o ÂLemde İFLÂHı; bunların tevhidi, o kimsenin TEVHİdir. Suçları ise suçudur. Suya atılan taşın ilk Merkez Noktasına RUH dersek, oluşan dâirelerden en içteki Kalb, ondan dıştaki Nefs, en dıştaki ise Bedendir. Sarmaldır ve dördü bir bütünün Letâif Makamlarıdır. Bütünden kasdımız Ben (kişilik), şahsiyet, parmak iziyle belirlenen ilâhî kaderle var edilen tek ve bir benzeri daha olmayan kişi: Emine’den doğma, Tâhir’den olma Lâtif gibi..


Resim

Dört dağı şöyle zevk edelim. Beden Ülkesi Dağı, Nefs dağı, Kalb Dağı ve Ruh Dağı gibi. 4 dağdan 4 kuş al.. Israrla üzerinde durup iyice ve yakından tanıyıp, alıştırıp, kendine meylettirip, akılla öğrenilecekleri öğrenip, kes, parçala, başlarını (aslî emâneti) ayrı yerlere koyup, gövdelerini (izâfî ni’meti) bir teknede (mim-i MuhaMMed) yoğurup müşterek hamurdan her dağa birer parça koy ve kuşları (aklı ->nakle) çağır, koşarak gelecekler ve başlarıyla buluşacaklar.. Sanki;

Beden ->Lâ Dağı,
Nefs ->İLâhe Dağı,
Kalb ->İLLâ Dağı ve,
Ruh ise ->ALLAH Dağı gibidir..


El Cebel, dağ kelimesinin köküne bakarsak; bir tabîatla ve huyla, huylanmayı buluyoruz..
Bu dört letâifi incelediğimizde, Toprak-Ateş-Su-Hava gibi farklı özellik ve güzelliktedirler..
Ancak; Azîzü’l- Hakîm olan ALLAH Teâlâ’nın; Kaza, Kader, İrade Ve Meşiyeti olunca 4 unsurun bir bedeni oluşturduğu gibi, 4 letâifte “Lâ İLâhe İLLALLAH” TEVHİDini oluştururlar..
Bedeni ortada tek âşikâr olarak gören ham akıl, gözün görmediğine “Lâ: yoktur!” hükmünü basıyor..
Nefs ise: “Bunca eşyânın kendisi, kendisinin ilâhı olamaz Lâ iLâhe: iLâh yoktur!” deyip duruyor ki bu inkârdır. İşte burada lânetli şeytân; nefse, gizli şirki vesvese ile şokuşturmaya uğraşıyor..
Nefse: “Gerçekten taştan, topraktan, puttan, v.s. ilâh olmaz; ama sen yok musun sen, belki senden ilâh olur!” gibi hemeze (içten dürtüştürmesi) ve nefhalarla (dıştan üfürme) aklın, naklle buluşmasını engellemeye çalışıyor..
Hidâyetullah ile uyanan akıl ve nefs, Kalbin: “İLLâ” ancak, bir dakika, dinleyin ki!”sesini duyunca; ruhun, tevhidi tamamlayan Ulûhiyyet arması “ALLAH” Lâfz-ı CeLâLî duyuluyor.
Eşyâ, Esmâ, Sıfat ve Zât dörtlüsüyle “Lâ-İLâhe-İLLâ-ALLAH” TEVHİDi ->Tahkiken, Lisânen, Nefsen, Kalben ve Ruhen ilân edilip Resûlullah aleyhi’s-selâm’e ve ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’e, emredildiği ve murad edildiği gibi şühûdî olarak arz ediliyor.
İbrâhim aleyhi’s-selâm Efendimizin şefâatıyla bize ulaşan bu hârika misâlde; her dağın kuşu, kendi görevinin başında ve kendi makamında. Birlikte başarmak zorunda oldukları hamur ise Tevhid Teknesindeki “Bilelik”tir. Zâhirde de böyle; göz, kulak, dil, el v.s. ayrı ayrı gözükür ama, bir kulun tümünü oluşturup tevhid ederler. Kısacası: “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH” diyen bir kimse, bir kuldur. 4 letâif haddini bilirse görevlerini yaparsa birlikte, ana ve aslî görev olan Tevhidi Diriliş şehâdeti zuhûr eder vesselâm.. Ama nefs kuşu çılgın, azgın ve sarhoş ise tut tutabilirsen.. Gel desen gelmez, git desen gitmez.. Onun için, iyice tanı, öğret, eğit, kendine alıştır, şerden ve şeytândan uzaklaştır, uyandır, ayıktır ve bunda: “Surhunne: ısrarla meylettir”
Kur’ân-ı Kerîm eczanesinden MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın reçetesi ile ilaçlarını al ve ısrarla kullandır. “Benlik”hastalığından kurtar.. Böylece, bedeni terbiye, nefsi tezkiye, kalbi tasfiye ve ruhu tecliye et ki sıhhatli, sağlam, güvenilir ve dayanılır olsunlar..
Tevhid masasının 4 ayağı gibi.. Başka türlü zevk edenlerde olabilir. Netice olarak maksad; tevhidî anlayışı güçlendirip tevhidî yaşayışı teşvik ALLAH rızası için..


إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ
"İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne ale’l- âlemin (âlemîne).: Muhakkak ki Allah, Hazreti Âdem'i, Hazreti Nuh'u, Hazreti İbrâhîm'in ailesini ve İmran ailesini, âlemlerin üstüne seçti.”
(Âl-i İmrân 3/33)

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ
"Ve vehebnâ lehu ishâk (ishâka), ve ya’kûbe nâfileten, ve kullen cealnâ sâlihîn (sâlihîne).: Ve ona, İshak (aleyhisselâm)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (aleyhisselâm)’ı vehbî (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.”
(Enbiyâ 21/72)

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ
"Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’le’l- hayrâti ve ikâme’s- salâti ve îtâe’z- zekâti, ve kânû lenâ âbidîn (âbidîne).: Ve onları, kendi emrimizle hidâyete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan fiilleri, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibâdet edenlerdi.”
(Enbiyâ 21/73)

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
"Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fî’d- dunyâ, ve innehu fî’l- âhırati le mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Ve Biz O’na İshak’ı, Yâkub’u vehbî olarak verdik. O’nun zürriyetine peygamberlik ve kitap verdik. Dünyada O’nun ücretini verdik. O, ahirette şüphesiz salihlerden olacaktır.”
(Ankebut 29/27)

وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
"Ve fedeynâhu bi zibhın azîm (azîmin).: Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı bedel olarak) verdik.”
(Sâffat 37/107)

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
"Ve teraknâ aleyhi fî’l- âhirîn (âhirîne).: Sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.”
(Sâffat 37/108)

سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ
"Selâmun alâ ibrâhîm (ibrâhîme).: İbrâhîm (aleyhisselâm)’a selâm olsun.”
(Sâffat 37/109)

كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
"Kezâlike neczî’l- muhsinîn (muhsinîne).: Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.”
(Sâffat 37/110)

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
"İnnehu min ibâdinâ’l- mu’minîn ( mu’minîne).: Şüphesiz o, bizim mü'min olan kullarımızdandır.”
(Sâffat 37/111)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
"Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimân nubuvvete ve’l- kitâbe fe minhum muhtedin, ve kesîrun minhum fâsikûn (fâsikûne).: Ve andolsun ki, Hz. Nuh’u ve Hz. İbrâhîm’i gönderdik. Ve onların zürriyetlerinden nebîler kıldık. Ve kitap (verdik). Böylece onlardan bir kısmı hidâyete erenlerdir ve onların çoğu fasıklardır.”
(Hadîd 57/26)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »

Âyeti celîlelerinde ALLAH Teâlâ İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın necîb neslinden peygamberler gönderdiğini buyurmuştur. Çünkü İbrâhim aleyhi’s-selâm duasında:

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الأَصْنَامَ
"Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ’l- belede âminen vecnubnî ve beniyye en na’bude’l- asnâm (asnâme).: İbrahim (aleyhisselâm) şöyle demişti: “Rabbim, bu beldeyi emin kıl. Beni ve oğullarımı, putlara tapmaktan içtinab ettir (uzaklaştır).”
(İbrahîm 14/35)

رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Rabbi innehunne adlelne kesîran mine’n- nâs (nâsi), fe men tebianî fe innehu minnî, ve men asânî fe inneke gafûrun rahîm (rahîmun).: Rabbim gerçekten onlar (putlar), insanların çoğunu dalâlete düşürdüler. Artık kim bana tâbî olursa, bu sebeple o mutlaka bendendir. Ve kim bana asi olursa, o zaman muhakkak ki; Sen Gafûr'sun, Rahîm'sin.”
(İbrahîm 14/36)

رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
"Rabbenâ innî eskentu min zurriyyetî bi vâdin gayri zî zer’ın inde beytilke’l- muharrami rabbenâ li yukîmu’s- salâte fec’al ef’ideten mine’n- nâsi tehvî ileyhim verzukhum mine’s- semerâti leallehum yeşkurûn (yeşkurûne).: Ey Rabbimiz! Ben, zürriyetimden bir kısmını ekin bitmeyen bir vadiye, Senin Beyt-i Haram’ının yanında iskân ettim (yerleştirdim). Ey Rabbimiz! Namazı ikame etsinler. Bir kısım insanların kalbini onlara meylettir. Ve onları ürünlerden rızıklandır. Böylece onlar şükrederler.”
(İbrahîm 14/37)

رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفَى عَلَى اللّهِ مِن شَيْءٍ فَي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء
"Rabbenâ inneke ta’lemu mâ nuhfî ve mâ nu’linu, ve mâ yahfâ alâllâhi min şey’in fî’l- ardı ve lâ fî’s- semâi.: Rabbimiz, muhakkak ki Sen, bizim gizlediğimiz şeyi de gizlemediğimiz (alenî olan) şeyi de bilirsin. Yeryüzünde ve sema(lar)da hiçbir şey, Allah’a gizli değildir.”
(İbrahîm 14/38)

الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء
"El hamdulillâhillezî vehebe lî alâ kiberi ismâîle ve ishâk(ishâka), inne rabbî le semîud duâi.: Hamd, ihtiyarlık halinde bana İsmail ve İshak’ı bağışlayan Allah’a mahsustur. Muhakkak ki; benim Rabbim, duayı mutlaka işitendir.”
(İbrahîm 14/39)

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء
"Rabbic’alnî mukîme’s- salâti ve min zurriyyetî rabbenâ ve tekabbe’l- duâi.: Rabbim, beni ve zürriyetimi namazı ikame edenlerden kıl. Rabbimiz, duamı kabul buyur.”
(İbrahîm 14/40)

رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
"Rabbenâgfirlî ve li vâlideyye ve li’l- mu’minîne yevme yekûmu’l- hisâb (hisâbu).: Rabbimiz, hesap yapıldığı (görüldüğü) gün beni, annemi, babamı ve mü’minleri mağfiret et (günahlarımızı affet).”
(İbrahîm 14/41)

Dikkat buyurunuz ki, İbrâhim aleyhi’s-selâm atamız 8 kere RABB’ımıza ilticâ ederek, 8 talebi için dua buyuruyor ki, 8 Cennet gibidir:
1-) Güvenlik ve emniyet diliyor.
2-) Muvahhid olmayı (sadece ALLAH’a kulluğu) diliyor.
3-) Bereket diliyor (Mekke şahsında mü’minlere)
4-) Rızık diliyor.
5-) Namazla kaim nesil diliyor.
6-) Neslinin sevilmesini diliyor.
7-) Geçmiş (atalar), o an (kendisi) ve gelecekte mü’minlerin bağışlanmasını diliyor.
8-) Dualarının kabulünü diliyor..


İbrâhim aleyhi’s-selâm devâmla:

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
"Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bi’s- sâlihîn (sâlihîne).: Rabbim bana hikmet bağışla ve beni salihlere dahil et.”
(Şuarâ 26/83)

وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
"Vec’al lî lisâne sıdkın fî’l- âhırîn (âhırîne).: Ve beni, sonrakilerin lisanlarında sadık kıl (sonraki nesiller arasında benim anılmamı sağla).”
(Şuarâ 26/84)

Salâh: aklî kuvvetin; naklî sınırlar (i’tidal sınırları) içinde kalarak ifrat ve tefrit rezâletlerinden uzak kalması, sulh içinde olmasıdır.
Hikmet ise: nazarî (teorik ve düşünsel) tefekkür gücü ile ulaşılan Mârifetullah (zât, sıfat, esmâ ve eşyânın hakikatini tanıma) olup hâl ilmidir..

İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın dua buyurduğu Lisan-ı Sıdk sahibi; Sahibimiz MuhaMMed aleyhi’s-selâm olup İbrâhim aleyhi’s-selâm’ı ve ailesini her namazda salât-ü selâm ile yâd ediyoruz..

وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ
"Vec’alnî min veraseti cennetin naîm (naîmi).: Ve beni, ni’metlendirilmiş cennetlerinin varislerinden kıl.”
(Şuarâ 26/85)

وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ
"Vagfir li ebî innehu kâne mine’d- dâllîn (dâllîne).: Ve babamı mağfiret et, muhakkak ki o dalâlette kalanlardan oldu.”
(Şuarâ 26/86)

وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
"Ve lâ tuhzinî yevme yûb’asûn (yûb’asûne).: Ve beas günü (yeniden dirilme günü, kıyâmet günü) beni mahzun etme.”
(Şuarâ 26/87)

يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
"Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn (benûne).: Çocukların ve malın fayda vermediği gün (beni utandırma).”
(Şuarâ 26/88)

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
"İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm (selîmin).: Allah’a selîm (selâmete ermiş) kalple gelenler hariç.”
(Şuarâ 26/89)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »

Bu dualarıyla teslimiyet ve istikamette sıdk-ü adl’i esas alan İbrâhim aleyhi’s-selâm’ı:

وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
"Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ (halîlen).: İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.”
(Nisâ 4/125)

Ve men ahsenu: iyilik yapan ve işleri ahsen (pek güzel) biri olarak.. Vechini (yönünü, yüzünü, özünü, zâtını) ALLAH Teâlâ’ya teslim etmiş ve muhsin (kendisine yapılan HAKK’ın ihsânını, HAKK’ın halkına ihsân eden ALLAH için iyilikte ve bağışta bulunan) olarak..:

İbrâhim aleyhi’s-selâm Haliliyyet Makamına:

1-) Kendini (bedenini) Nemrud’un (bâtılın) ateşine teslim ederek,
2-) Oğlunu (nefsine olan en büyük sevgisini) bıçağa teslim ederek,
3-) Malını (kalbini, canın ihtiyacı olan her şeyini) misâfire ikram ederek (infâka),
4-) Dinini (tüm letâiflerle Ruhunu) ALLAH Teâlâ’ya teslim ederek tevhidinin peygamberi, önderi, İmâmı ve Halili olmuştur.


Çünkü Halîl:

1-) İtâatkâr ve vefâkârdır. İçi-dışı (enfüs-âfâk) teslim olandır.
2-) Dostunun yolunda dostuyla “bile” hareket edendir.
3-) Dostunun kusur ve eksiğini aramayıp, kemâlâtını seyredendir.
4-) Kalbinde Dostundan başkası kalmayıp hâlî (bomboş) kalandır.


Biz MuhaMMedî Mü’minlere düşen pay ise:
Aslen mukaddes, yüce ve şerefli bir cevher olan ruhun önündeki Ruhanî ve Cismanî perdeleri;
İlim, İrade, İdrak ve İştirak Şuûru içinde ->İlim-Edeb- İrfân-Erkânla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i BİLip, BULup ve MuhaMMedî şuûra uLaşıp-OLup; Sözlerine, Fiillerine, Ahlâkına ve Hâllerine sahib çıkıp, YAŞAyarak;
Vasıflarıyla vasıflanıp, sâlih amel, feyzli fikir, kudsî ve MuhaMMedî Mârifet ve ilâhî cilâlarla kaldırıp, lâzım olan tecellîye mazhar olma lâyıklığına ulaştırmakla mümkündür.

Ruh, o zaman, fıtrî ve kevnî kudsiyetini kazanır ve ortaya koyar. Yetkisi ve etkisi o zaman anlaşılır. Cismî ve hissî bağlardan kurtulur.. İlmullah-Haşyetullah-Muhabbetullah kulun tüm ruhanî ve cismanî kuvvetlerini işgal edince ve egemen olunca kalb de “nûr’un alâ nûr” keser ve hâliyle mahlûkatı (mâsivâ) açısından hâlî (bomboş), ALLAH Teâlâ açısından hemhâl (dopdolu) olur.
Ve böylece İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın torunları olan bizler de; İbrâhim aleyhi’s-selâm olmayız da İbrahimî ve Hakka özel Halîl olmasak da Halilî oluruz. Mezhebimiz İbrahimî ve Meşrebimiz Halilî olur.. Lütuf, ikrâm, ihsân buluruz ve ikrâmı ikrâm edicilerden oluruz İnşâe ALLAHu TeâLâ..

Ve unutmayalım ki, tüm peygamberlerin yüce vasıfları, Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem’de CEM’dir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in CÂMİ’ durumu vardır. MuhaMMedî oluş şuûru tümünü kapsar ve içine alır.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın gözbebeğidir..

Mâdem ki girdik, o halde devâm edelim. İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın imtihanlarıyla:

وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِن قَبْلُ وَكُنَّا بِه عَالِمِينَ
"Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).: Ve andolsun ki daha önce İbrâhîm (aleyhisselâm)’a rüşdünü (irşad yetkisini) verdik. Ve Biz, onu (irşada ehil olduğunu) bilenlerdik.”
(Enbiyâ 21/51)

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
"İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihit temâsîlulletî entum lehâ âkifûn(âkifûne).: (İbrâhîm aleyhisselâm), babasına ve kavmine şöyle demişti: “Sizin ibâdet ettiğiniz bu heykeller nedir?”
(Enbiyâ 21/52)

قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءنَا لَهَا عَابِدِينَ
"Kâlû vecednâ âbâenâ lehâ âbidîn(âbidîne).: “Babalarımızı ona (onlara) ibâdet ediyor bulduk.” dediler.”
(Enbiyâ 21/53)

قَالَ لَقَدْ كُنتُمْ أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
"Kâle lekad kuntum entum ve âbâukum fî dalâlin mubîn(mubînin).: (İbrâhîm aleyhisselâm): “Andolsun ki siz ve babalarınız, apaçık dalâlettesiniz.” dedi.”
(Enbiyâ 21/54)

قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ
"Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente minel lâıbîn(lâıbîne).: “Sen, bize hakkı mı getirdin yoksa sen (bizimle) oyun mu oynuyorsun?” dediler.”
(Enbiyâ 21/55)

قَالَ بَل رَّبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَى ذَلِكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ
"Kâle bel rabbukum rabbus semâvâti vel ardıllezî fatarahunne ve ene alâ zâlikum mineş şâhidîn(şâhidîne).: “Hayır sizin Rabbiniz, semaların ve arzın Rabbidir ve onları yaratandır. Ve ben, buna şâhid olanlardanım.” dedi.”
(Enbiyâ 21/56)

وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُم بَعْدَ أَن تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ
"Ve tallâhi le ekîdenne asnâmekum ba’de en tuvellû mudbirîn(mudbirîne).: Allah’a yemin olsun, siz arkanızı döndükten (gittikten) sonra ben mutlaka sizin putlarınıza hile yapacağım.”
(Enbiyâ 21/57)

فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَّهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
"Fe cealehum cuzâzen illâ kebîran lehum leallehum ileyhi yerciûn(yerciûne): Sonra onları (putları) cüz cüz (parça parça) yaptı. Onların büyük olanı hariç. Umulur ki böylece onlar, ona rücu’ ederler (dönerler).”
(Enbiyâ 21/58)

قَالُوا مَن فَعَلَ هَذَا بِآلِهَتِنَا إِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمِينَ
"Kâlû men feale hâzâ bi âlihetinâ innehu le minez zâlimîn(zâlimîne).: “Bizim ilâhlarımıza bunu kim yaptı? Muhakkak ki o, gerçekten zâlimlerdendir.”
(Enbiyâ 21/59)

قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ
"Kâlû semi’nâ feten yezkuruhum yukâlu lehû ibrâhîm(ibrâhîmu).: "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler.”
(Enbiyâ 21/60)

قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَى أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
"Kâlû fe’tû bihî alâ a’yunin nâsi leallehum yeşhedûn(yeşhedûne).: “Öyleyse onu, insanların gözü önüne getirin! Böylece onlar şâhid olurlar.” dediler.”
(Enbiyâ 21/61)

قَالُوا أَأَنتَ فَعَلْتَ هَذَا بِآلِهَتِنَا يَا إِبْرَاهِيمُ
"Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).: “Ey İbrâhîm! Bizim ilâhlarımıza bunu sen mi yaptın?” dediler.”
(Enbiyâ 21/62)

قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِن كَانُوا يَنطِقُونَ
"Kâle bel fealehu kebîruhum hâzâ fes’elûhum in kânû yentıkûn(yentıkûne).: (İbrâhîm aleyhisselâm) şöyle dedi: “Hayır, bunu onların büyüğü yaptı. Haydi eğer onlar konuşuyorlarsa (konuşabiliyorlarsa) onlara sorun!”
(Enbiyâ 21/63)

فَرَجَعُوا إِلَى أَنفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنتُمُ الظَّالِمُونَ
"Fe raceû ilâ enfusihim fe kâlû innekum entumuz zâlimûn(zâlimûne).: Bunun üzerine kendilerine geldiler, sonra da (kendileri için); “Muhakkak ki siz; siz zâlimlersiniz.” dediler.”
(Enbiyâ 21/64)

ثُمَّ نُكِسُوا عَلَى رُؤُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَؤُلَاء يَنطِقُونَ
"Summe nukisû alâ ruûsihim, lekad âlimte mâ hâulâi yentıkûn(yentıkûne).: Sonra onların başları öne eğildi. (Hz. İbrâhîm’e): “Andolsun ki sen, bunların konuşmadığını (konuşamadığını) biliyordun.” (dediler).”
(Enbiyâ 21/65)

قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ
"Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum.: (İbrâhîm aleyhisselâm): “Hâlâ size bir faydası ve zararı olmayan, Allah’tan başka şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.”
(Enbiyâ 21/66)

أُفٍّ لَّكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
"Uffin lekum ve li mâ ta’budûne min dûnillâhi, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).: Size ve Allah’tan başka taptığınız şeylere yazıklar olsun. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?”
(Enbiyâ 21/67)

قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
"Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne).: “Eğer yapabilirseniz, onu (İbrâhîm aleyhisselâm’ı) yakın! Ve ilâhlarınıza yardım edin.” dediler.”
(Enbiyâ 21/68)

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
"Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrâhîm(ibrâhîme).: “Ey ateş! İbrâhîm (aleyhisselâm)’a (karşı) soğuk ve selâmet (zararsız) ol.” dedik.”
(Enbiyâ 21/69)

وَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَخْسَرِينَ
"Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne).: Ve ona tuzak kurmak istediler. Fakat Biz, onları daha çok hüsrana düşürdük.”
(Enbiyâ 21/70)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »

İbrâhim aleyhi’s-selâm mancınıkla Nemrud’un narına atılınca ateş, sadece elinin kolunun bağlarını yakmıştır.
Ateşe atılırken ki duası: “Lâ ilâhe illâ ente Rabbü’l-âlemin. Leke’l-hamdü ve leke’l-mülkü. Lâ şerike leke.: Ey Rabbü’l-âlemin Senden başka ilâh yoktur. Hamd Senindir ve mülk Senindir. Senin ortağında yoktur.”

İbrâhim aleyhi’s-selâm bedenen (cismen) en ağır işkence olan ateşle imtihana tâbi’ tutuldu. Teslim oldu ve kazandı.. İnancı uğruna canını ortaya koydu.. Sâlihlerden bir evlâd dileyince nefsiyle imtihana tâbi’ tutuldu!. Evlâd sevgisiyle ALLAH (celle celâluhu) sevgisi.. İki sevgi aynı yerde olmayınca.. Nefsin fıtrî evlâd sevgisinde i’tidali ayarlamak çok zor bir husus..

Yukarıda arz edilen âyeti celîlelerde Hizbullah ve dünyadaki İmâmı İbrâhim aleyhi’s-selâm ile Hizbü’ş-şeytân ve dünyadaki önderi Nemrud idi..
İbrâhim aleyhi’s-selâm, düşmanı, ateş ve imtihanı ortada idi. Herkesin gözü önünde meydan yerinde. Nefsin imtihanında ise bâtın var. Ortada kendisi, oğlu ve bıçak var, Nefs ve şeytân gözükmüyor.
Ve nefs ALLAH Teâlâ sevgisinden gayrı sevgileri soyunup atmakla imtihan oluyor..

MuhaMMedî Tasavvuf ise o gündür bu gündür işte bu gERÇEKe MuhaMMedî ÂRiF OLuş Şefât Şerefidir kısacası..
Baba gibi olan ruhun tecliyesi, oğul gibi olan nefsin tezkiyesi.. Teslimiyet-İstikamet ve Tahkik Tevhid..


Nûh aleyhi’s-selâm ->Hûd aleyhi’s-selâm ->Sâlih aleyhi’s-selâm ->İbrâhim aleyhi’s-selâm..
Tâbi’lik Zinciri.. 2640 yıl Nûh aleyhi’s-selâm ile İbrâhim aleyhi’s-selâm arasında..


Sâffat Sûresinde:

وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ
"Ve inne min şîatihî le ibrâhîm (ibrâhîme).: Doğrusu İbrahim de onun (soyunun) bir kolundandır.”
(Sâffat 37/83)

إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
"İz câe rabbehu bi kalbin selîm (selîmin).: O, Rabbine selîm bir kalp ile gelmişti.”
(Sâffat 37/84)

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ
"İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâzâ ta’budûn (ta’budûne).: Babasına ve kavmine: "Nedir bu sizin taptıklarınız?" demişti.”
(Sâffat 37/85)

أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ
"E ifken âliheten dûnallâhi turîdûn (turîdûne).: İftira ederek mi (Allah’a karşı yalan söyleyerek mi) Allah’tan başka ilâhlar istiyorsunuz?”
(Sâffat 37/86)

فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
"Fe mâ zannukum bi rabbi’l- âlemin (âlemîne).: Âlemlerin Rabbi hakkında sizin zannınız nedir?”
(Sâffat 37/87)

فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ
"Fe nazara nazraten fîn nucûm (nucûmi).: Sonra yıldızlara nazar ederek baktı.”
(Sâffat 37/88)

فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ
"Fe kâle innî sakîm (sakîmun).: Bunun üzerine "Ben gerçekten hastayım." dedi.”
(Sâffat 37/89)

فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ
"Fe tevellev anhu mudbirîn (mudbirîne).: Bunun üzerine ona arkalarını dönüp gittiler.”
(Sâffat 37/90)

فَرَاغَ إِلَى آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
"Ferâga ilâ âlihetihim fe kâle e lâ te’kulûn (te’kulûne).: Onların ilâhları ile ilgilendi ve: "Yani (siz yemek) yemiyor musunuz?" dedi.”
(Sâffat 37/91)

مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ
"Mâ lekum lâ tentıkûn (tentıkûne).: Yoksa siz konuşmuyor musunuz?”
(Sâffat 37/92)

فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ
"Ferâga aleyhim darben bi’l- yemîn (yemîni).: Sağ eliyle vurarak onları devirdi (kırdı).”
(Sâffat 37/93)

فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ
"Fe akbelû ileyhi yeziffûn(yeziffûne).: Çok geçmeden (halkı) birbirine girmiş durumda kendisine yönelip geldiler.”
(Sâffat 37/94)

قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ
"Kâle e ta’budûne mâ tenhıtûn (tenhıtûne).: (İbrâhîm aleyhisselâm): "Siz yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" dedi.”
(Sâffat 37/95)

وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
"Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn (ta’melûne).: Ve (oysaki) sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yarattı.”
(Sâffat 37/96)

قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ
"Kâlûbnû lehu bunyânen fe elkûhu fî’l- cahîm (cahîmi).: "Onun için yüksek binalar (mancınık) inşa edin. Sonra da onu alevlerle yanan ateşin içine atın!" dediler.”
(Sâffat 37/97)

فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ
"Fe erâdû bihî keyden fe cealnâ humu’l- esfelîn (esfelîne).: Sonra ona tuzak hazırlamak istediler. Bunun üzerine onları esfelîn (en çok sefil olanlar) kıldık.”
(Sâffat 37/98)

وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ
"Ve kâle innî zâhibun ilâ rabbî se yehdîni.: "Ve muhakkak ki ben, Rabbime ulaşan olacağım. O, beni hidâyete erdirecek." dedi.”
(Sâffat 37/99)


Sukm: bedensel hastalık.

İbrahim aleyhisselâm, bahâne olarak hastalığı ileri sürüp herkesin gittiği bayram yerine gitmedi ve bir Hakk-Bâtıl Savaşı idi.

Bu bir yalan söylemek değildir ki, İslâm Dini Şeriatı 3 hususta doğruyu dememeye izin vermiştir.:

Savaşta, geçinmekte (karı-koca) ve küsleri barıştırmakta ifrata kaçmadan ve kimseye zarar vermeden doğruyu tam söylememek şer’îdir.

İbrâhim aleyhi’s-selâm Babil’in Harran’ından Lût aleyhi’s-selâm ile birlikte Şam’a hicret etti. Ve nefsi imtihanı başladı:


رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ
"Rabbi heb lî mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Rabbim, bana salihlerden (evlâtlar) bağışla.”
(Sâffat 37/100)

فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ
"Fe beşşernâhu bi gulâmin halîm (halîmin).: Böylece onu, hâlim bir oğulla müjdeledik.”
(Sâffat 37/101)

فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ
"Fe lemmâ belega meahu’s- sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fî’l- menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tu’meru se tecidunî inşâallâhu mine’s- sâbirîn (sâbirîne).: Böylece onunla beraber çalışma çağına eriştiği zaman dedi ki: "Ey oğulcuğum! Gerçekten ben, uykuda seni boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?" (İsmail aleyhisselâm): "Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.”
(Sâffat 37/102)

فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ
"Fe lemmâ eslemâ ve tellehu li’l- cebîn (cebîni).: Böylece ikisi de (Allah’a) teslim olunca, (İbrâhîm aleyhisselâm) onu alnı üzerine yatırdı.”
(Sâffat 37/103)

Ruh ve Nefsin samimî teslimiyeti; imânı, amele dönüştürmek üzere..

وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ
"Ve nâdeynâhu en yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).: Ve ona "Ey İbrâhîm!" diye nida ettik (seslendik).”
(Sâffat 37/104)

قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
"Kad saddakter ru’yâ, innâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).: Sen rüyaya sadık kaldın (yerine getirdin). Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.”
(Sâffat 37/105)

Teslimiyeti, İstikamet Buldu ve Tevhid Tahkik, Şühûdî oldu..

إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ
"İnne hâzâ le huve’l- belâu’l- mubîn (mubînu).: Muhakkak ki bu, kesin olarak apaçık bir imtihandır.”
(Sâffat 37/106)

وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
"Ve fedeynâhu bi zibhın azîm (azîmin).: Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı bedel olarak) verdik.”
(Sâffat 37/107)

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
"Ve teraknâ aleyhi fî’l- âhirîn (âhirîne).: Sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.”
(Sâffat 37/108)

سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ
"Selâmun alâ ibrâhîm (ibrâhîme).: İbrâhîm (aleyhisselâm)’a selâm olsun.”
(Sâffat 37/109)

كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
"Kezâlike neczî’l- muhsinîn (muhsinîne).: Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.”
(Sâffat 37/110)

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
"İnnehu min ibâdinâ’l- mu’minîn ( mu’minîne).: Şüphesiz o, bizim mü'min olan kullarımızdandır.”
(Sâffat 37/111)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »


ALLAHu Teâlâ Halili İbrâhim aleyhi’s-selâm’ı övmeye devâmla Nahl Sûresinde:

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfen ve lem yeku mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: Muhakkak ki İbrâhîm (aleyhisselâm), Allah’a hanif (tek Allah’a inanan) olarak kanitin olan (yönelen) bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.”
(Nahl 16/120)

شَاكِرًا لِّأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
"Şâkiran li en’umihî, ictebâhu ve hudâhu ilâ sırâtın mustekîm (mustekîmin).: O'nun (Allah'ın) ni'metlerine şükredici idi. (Allah), onu seçti. Ve onu Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidâyet etti (ulaştırdı).”
(Nahl 16/121)

وَآتَيْنَاهُ فِي الْدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
"Ve âteynâhu fî’d- dunyâ haseneten, ve innehu fî’l- âhırati le mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır.”
(Nahl 16/122)

ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfen, ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: Sonra da Sana “hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın dînine tâbî olmayı” vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.”
(Nahl 16/123)

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا
"Vezkur fî’l- kitâbi ibrâhîm (ibrâhîme), innehu kâne sıddîkan nebiyyâ (nebiyyen).: Kitap’ta İbrâhîm (aleyhisselâm)’ı zikret! Muhakkak ki O, sadık (çok sadaka veren, sadakatli, her zaman doğruyu söyleyen) bir Nebî idi.”
(Meryem 19/41)

وَوَهَبْنَا لَهُم مِّن رَّحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا
"Ve vehebnâ lehum min rahmetinâ ve cealnâ lehum lisâne sıdkın aliyyâ (aliyyen).: Ve onlara, rahmetimizden bahşettik (karşılıksız verdik). Ve onları (Hz. İbrâhîm ve oğullarını), (bütün) dillerde (lisanlarda) sadık ve âlî (üstün, yüce) kıldık.”
(Meryem 19/50)

Bakınız Teslimiyet ve İstikamet üzere OLuş, İbrâhim aleyhi’s-selâm atamıza neler kazandırdı:


1-) Başlı başına bir ümmet oluşu, yepyeni bir sistemin kurucusu ve ilki oluşu.
2-) Eksiksiz, itâatkar, kani’t şerefiyle şereflenmesi, öz emânetine sadık oluşu.
3-) İlk hanîf olarak bir daha ayrılmamak üzere ebedî İslâm oluşu.
4-) Müşriklerden olmayıp muvahhid ve tevhid deryası oluşu.
5-) Ni’metlere şükredici adâlet ehli oluşu.
6-) Seçilmiş olması. İctibâ: bir şeyi seçerek tamamıyla koparıp almaktır.
7-) Sıratı müstakîm üzere HAKK’ın hidâyetine mazhar oluşu.
8-.) Dünyada peygamberlik güzelliğinin verilişi.
9-) Âhirette sâlihlerden oluşuyla müjdelenmesi.
10-) Sıddıklardan ve Sadakat Lisânı Sahibi oluşu..

İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın Tevhid Dini, Kur’ân-ı Kerîm’de dört âlemin dördünü de yaşayarak anlatılır:

فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ
"Fe innehum aduvvun lî illâ rabbe’l- âlemin (âlemîne).: "İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hariç"
(Şuârâ 26/77)

الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
"Ellezî halakanî fe huve yehdîni.: Beni yaratan da hidâyete erdiren de O’dur.”
(Şuârâ 26/78)

وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ
"Vellezî huve yut’ımunî ve yeskîni.: Ve beni yediren ve içiren, O’dur.”
(Şuârâ 26/79)

وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
“Ve izâ maridtu fe huve yeşfîni.: Ve hastalandığım zaman bana şifâ veren, O’dur.”
(Şuârâ 26/80)

وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
"Vellezî yumîtunî summe yuhyîni.: Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O’dur.”
(Şuârâ 26/81)

وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
"Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevme’d- dîn (dîni).: Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O’dur.”
(Şuârâ 26/82)

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
"Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bi’s- sâlihîn (sâlihîne).: Rabbim bana hikmet bağışla ve beni salihlere dahil et.”
(Şuârâ 26/83)

جْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
"Vec’al lî lisâne sıdkın fî’l- âhırîn (âhırîne).: Ve beni, sonrakilerin lisanlarında sadık kıl (sonraki nesiller arasında benim anılmamı sağla).”
(Şuârâ 26/84)

وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ
"Vec’alnî min veraseti cenneti’n- naîm (naîmi).: Ve beni, ni’metlendirilmiş cennetlerinin varislerinden kıl.”
(Şuârâ 26/85)

HAKk’ın Hükmünü tebliğ edecek makam, peygamberliktir.
Hikmet ise, eşyânın hakikatını erme ilmidir.
Dikkat buyurunuz ki, İbrâhim aleyhi’s-selâm ALLAH Teâlâ’yı ilâh kabul edip Tevhid Dinini ilân ederken, hak ve hayr olan tevhidi isbat ve şirk olan bâtılı ve şerri ibtal için, tüm letâifleriyle imtihan ediliyor ve 4 kademede deneniyor:

1-) Babasına karşı TEVHİDi isbat münâzarası: Meryem 19/43-47; En’âm 6/74 bkz.
2-) Kavmine karşı TEVHİDi isbat münâzarası: Meryem 19/48-49 bkz.
3-) Nemrud’a karşı TEVHİDi isbat münâzarası: Bakara 2/258 bkz.
4-) Tüm kâfirlere karşı TEVHİDi isbat münâzarası: Enbiyâ 21/58-68 v.d. bkz.

Kendi şahsiyetinde ise, Kulluk İmtihanıyla denendiğinde:

1-) BEDEN’ini ateşe arz etmiştir.
2-) NEFS’iyle savaşıp onu, İsmâil’in hasretine salmıştır.
3-) KALB’ini mâsivâdan hâlî kılıp, İrfâna ve Mârifetullah’a sunmuştur.
4-) RUH’unu “RABB’ine, Livechillahi kanitin”olarak arz edip dilini nice pak dualarla bürhan ve hüccete kullanmıştır.


Kanit: itâat eden, emirleri hakkıyla ve harfiyyen yerine getirendir.
Kanitîn: Allah'a itaat ve ibadet edenler.


İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın anlatmaktan âciz kaldığım Kur’ânî özellik ve güzelliklerini ilâhî tevhidin insan oğlundaki MuhaMMedî Tasavvufi tekemmülünü en muhteşem şekilde beyân buyuran âyeti celîlelerle noktalayalım.

Eşyâ-Esmâ-Sifât-Zât.
İlim-İrade-İdrak-İştirak.
Şerîat-Tarikat-Mârifet-Hakikat.
Ben-Pîr-Resûlullah–ALLAH.
İmân-Amel-İrfân-İhsân.
Lâ-İLâhe-iLLâ-ALLAH…


celle celâluhu
sallallahu aleyhi ve sellem
kaddesallahu sırrahu..

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »

Ve daha nice 4’lü sistemle anlayıp anlatılabilecek Emrullaha sebeb olan Muradullah’ın Tahkik Tevhidinin tekemmülü; olgunluğa, kemâle erme seyr-ü sülûkü ve bu esnâda olanların tümü bakınız aklı ve insan sureti ve akl-ı silm olan herkesin anlayabileceği şekilde nasılda hârika beyân buyuruluyor.:

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
"Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh (âliheten), innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubîn (mubînin).: Ve İbrâhîm, babası Azer’e şöyle demişti: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Muhakkak ki ben, seni ve kavmini apaçık dalâlette görüyorum.”
(En’âm 6/74)

İbrâhim aleyhi’s-selâm’ın kavmi gök cisimlerine ve birşeylere benzettikleri putlara tapıyorlardı. Tasavvufta ise insan, kalbinde sevgi kökü salmış her türlü asalak, parazit, çeldirici, saptırıcı ve bel bağlanılan gizli şirke sebeb duygular, hevâ ve hevesler..:

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
"Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûte’s- semâvâti ve’l- ardı ve li yekûne mine’l- mûkınîn (mûkınîne).: Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).”
(En’âm 6/75)


Melekût: hükümdarlık, saltanat, azamet. Mülkün meliki ve mâlikiyeti.

Halk edilen mahlûkat âleminin sahibi ALLAHu zü’L- CeLÂL’in; Zâhirdeki Azameti, Bâtındaki Kudreti ve Evvel-Âhirdeki Hikmetini seyr..
Esfelin Derekeleri.. İlliyyin Dereceleri.. Zerre ve Kürre Kanunları.. Madde ve Mânâ Mahşeri..
Tevhidin Tecellî Tezgâhındaki, Kemâlât Kumaşının İLMek İLMek dOKUnuşu, nefes nefes OKUnuşu ve kahkaha ve hıçkırıkla yaşanışı..
Kafa gözü basarla, görüş ve ikrâr.. Kalb Gözü basîretle, anlayış ve tasdik..
Sûret Sûruna üfürülen Sîret Sırrının MuhaMMedî Tebliği ve İlâhî Tevhidi..
Aklın Tekemmülü ve İlâhî Nura-İlâhî Aşka ulaşımı..
Tıpkı yeni doğmuş ve beşikteki (beden) bir bebek (nefsin aklı) gibi GELişim ve Muradullaha ULAŞım..
Bebeklik, Delikanlılık, Olgunluk, her işe ehil ve elinden gelen, dini-dünyası-âhireti için çalışan, üretken Adamlık ve nihâyet zevâl vaktinde göçe hazır Pîr-i Fâni Dedelik… ve’s- SeLÂMm..

Salâtü Selâm Müm Peygamberlerimize, İbrahim aleyhisselâma, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ve EhL-i Beyt aleyhumusselâma ÂLine,Ashabına ve ÜMMetine olsun!.


SALÂVÂT-I ŞERÎFELERİMİZ

1. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât:


Resim

TÜRKÇESİ:Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


Resim

Resim

TÜRKÇESİ: Allahumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: TEVHİD-i HANiF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
MuhaMMedî ZÂRiF ZEVKi.. TEVHiDuLLAH!
MuhaMMedî TÂRiF ŞEVKi.. TEVHiDuLLAH!
MuhaMMedî MÂRiF SEVKi.. TEVHiDuLLAH!
>MuhaMMedî ÂRiF FEVKi.. TEVHiDuLLAH!.


ZEVK 8138

“->KÜLLî ŞEYyde ->ÖLÜM!.”-e dir ->ÖMÜRLerin NiHÂYETi
“CÂNda ->CÂNÂN CERRyÂNı”-dır -> KeLÂMuLLAH İNÂYETi
Bir gÖLge OYUNu ZamÂN!. ->“CÂN”a KıLıF>TOPRAK MekÂN
->RESûLünü >DUY!up >UY!.mak ->EL HAKk’ın Hak HiDÂYETi!.


11.05.2017 12:43
Brsbrsm..tktktrstkkmdzamÂNnn..




Resim



El Hâdî:
Resim



Resim

..ceLLe ceLâLihu…

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, HAYyatında ve Hadisi- Şeriflerinde nice yüce hakikatleri ÜMMetine haber vermiş ve ÜMMetinin, ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme TESLimİyyet ve İStikâmeti istikameti için SÜNNetinden ayrılmamaları Vasiyyetinde bulunmuştur.:

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Size iki şey bırakıyorum. Onlara uyarsanız kurtulursunuz. Biri Allah'ın kitabı diğeri Âl-i Beytim" buyurmuştur.
(Müslim, 4:1874 ; Müsned-i Ahmet, 3: 14, 17, 26, 59; Tirmizî, 5:663)

SüNNet: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin; Tebliğ-Tenzir-Tebşir-Teşhid buyurduğu Kur'ÂN-ı Kerîmi DUYup-UYmak-YAŞamak YOLudur..

اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى لَهُ اَجْرُ شَهِيدٍ
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ÜMMetimin fesadı zamanında süNNetime sarılana bir şehit sevabı vardır.” buyurmuştur.
(Taberanî, el-Mu’cemu’l-Evsat, c: 5, s: 315, hadis no: 5414; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, c: 6, s: 339, hadis no: 9171)

Çünkü Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin HAYatında; bütün SÖZLerinde, HÂLLerinde ve FİİLLerinde, Hakka ve Hayra Teslimiyyet ve İstikâmet kesin venet olarak görülmektedir.


ALLAHu Zü’L- CeLÂL de Kur'ÂN-ı Kerîminde, inananlara Peygamberi Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme UYmaları çağrısını pek çok âyetinde yinelemiştir.:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.” (Âl-i İmrân 3/31)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
"Ve men yutiıllâhe ve’r- resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ve’s- sıddîkîne ve’ş- şuhedâi ve’s- sâlihîn (sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ (rafîkan).: Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 4/69)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
"Ve atîûlllâhe ve atîû’r- resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûlinâ’l- belâgu’l- mubîn (mubînu).: Ve Allah'a itaat edin ve Resûl'e itaat edin ve (onlara karşı gelmekten) sakının. Eğer bundan sonra yüz çevirirseniz bilin ki Resûl'ümüze düşen, sadece açık bir tebliğdir (duyurmadır).” (Mâide 5/92)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
"Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevme’l- âhıra ve zekerallâhe kesîrâ (kesîran).: Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
"Leyse alâl a’mâ haracun ve lâ alâ’l- a’raci haracun ve lâ alâ’l- marîdı haracun, ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru, ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ (elîmen).: Âmâlara, topallara ve hastalara bir güçlük (vebal) yoktur. Kim Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat ederse, altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve kim (yüz çevirir) dönerse, ona elîm azapla azap eder.” (Fetih 48/17)


“Peygamberine itâatin ALLAH'a itâat” olduğunu açıkça beyân etmiştir.:

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
"Men yutiı’r- resûle fe kad atâallâh (atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ (hafîzen).: Kim Resûl'e itaat ederse, böylece andolsun ki Allah'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.” (Nisâ 4/80)


Nitekim Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her işin bir gayret dönemi vardır. Her gayret döneminden sonra bir gevşeme dönemi başlar. Kim gevşeme döneminde benim sünnetime uyar, sünnetimi ölçü alırsa o hidâyete ermiştir. Kim de sünnetimi ölçü almadan hevâsına göre hareket ederse o da helâk olmuştur." buyurdu.
(Celâleddin-i Suyutî, Camiü’s-Sağir, 2:36)

Bir toplum hidâyete erdikten sonra tekrar dalalete düşebilir mi?.

Şu kısacık KULLuk HAYyatımızda her kul; ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz DUYup Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendmize UKmakta;
Gaflette, Cehâlette, Dalalatte ve İhânette olmaktan/kalmaktan ALLAH celle celâlihuya sığınırız ancak, İmkÂNla İmtihÂN ÇÖLünde
elbette düşebilir.
Çünkü her insan son nefesine kadar imtihana tâbidir. İhlâslı olanın her an ihlâsı kaybetme, hidâyette olanın da dalalete düşme, inkârcının iman etme, fasıkın ise tövbe etme imkânı vardır.
Nitekim Peygamberimiz;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir topluluk hakkı bâtıl, bâtılı hak gösteren bir çekişmeye girerse dalalete düşer." buyurdu.
(Tirmizî, Tefsir-i Sûre, 43 ; İbn-i Mâce, Mukaddime, s. 7)

Bunun tersi de vardır;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Musibete sabreden, ni’mete şükreden, zulme uğradığında bağışlamasını bilen, haksızlık yaptığında af dileyen kimselerin de emniyete kavuşturularak hidâyete erdirileceği"ni de Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem haber vermiştir.
(Celâleddin Suyutî, Camiu's-Sağir, 3:309)

Böylece dalaletin de hidâyetin de ancak KULun hak etmesiyle kazanılacağı anlaşılmaktadır ki;
MuhaMMedî bir Mü’min için Hayat, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYup UYmaktan ibârettir.:

Süfyan bin Abdullah radiyallahu anhu bir gün Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme gelerek: "Bana öyle bir şey söyle ki, onu yaptığım zaman hiçbir şeye ihtiyaç duymayayım, bana her hâlimde yeterli olsun!" dedi. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona cevaben: "Allah'a inandım de, sonra istikamet üzere ol!." buyurdu.
(İmam Nevevi, Riyazü's-Sâlihîn, Bab-ı İstikame, s. 52)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî!. Senden dinde sebatı, doğru yolda kararlılığı istiyorum!.” buyurdu.
(Nesaî, Tirmizî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:”Yâ Rabbî!. Kalb katılığından, gafletten, inkârcılıktan, hakka ters düşmekten, sana sığınırım!.” buyurdu.
(Hâkim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allahım!. Kötü huylardan, kötü arzulardan sana sığınırım!.” buyurdu.
(Ebu Davûd)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî!. Riyadan, yalandan, hıyânetten beni koru!.”
(Hatîb)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî!. Doğru yoldan sapmaktan ve başkalarını saptırmaktan, haktan kaymaktan ve başkalarını kaydırmaktan sana sığınırım!.” buyurdu.
(Taberanî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: ALLAHım!. kötü huylardan, kötü arzulardan sana sığınırım!.” buyurdu.
(Ebu Davûd)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî!. Riyadan, yalandan, hıyânetten beni koru!.” buyurdu.
(Hatîb)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî!. Doğru yoldan sapmaktan ve başkalarını saptırmaktan, haktan kaymaktan ve başkalarını kaydırmaktan sana sığınırım.” buyurdu.
(Taberanî)

İmam-ı Rabbanî kaddesallahu sırrahu Hazretlerinin, 272. mektubunda bildirdiği duâ ise:

Allahümme erine’l- hakka hakkan verzuknâ ittibâ’ahü ve erine’l- bâtıla bâtılan verzuknâ ictinâbehü bi-hurmeti Seyyidi’l- beşer. Aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ.: ALLAHım!. Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymayı bize nâsib et/rızıklandır ve bâtıl/yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nâsib et!. İnsanların en üstünü hürmetine bu duamızı kabul buyur!. O'na, ve O'nun ÂLine ve Ashabına Salâvâtların en fâziletlisi ve teslimiyyetin en mükemmelini bize lütfet!.

Bediüzzaman Hazretleri de devamlı olarak: "Allah'ım!. Bize hakkı hak olarak göster ona uymayı nâsib et, bâtılı da bâtıl olarak göster ondan bizi koru!." şeklinde duâ ederdi..
(Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü'l-İ'câz, s. 28)


Hülâsa-yı kelâm ki;
ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz, Kur'ÂN-ı Kerîminde biz KULLarına MuhaMMedî Müjdesi.:


وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
"Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le mea’l- muhsinîn (muhsinîne).: Ve Bizim uğrumuzda (nefsleri ile ve Allah’ın düşmanları ile) cihad edenleri, mutlaka Bizim yollarımıza (Sıratı Mustakîmler’e) hidayet ederiz (ulaştırırız). Ve muhakkak ki Allah, mutlaka muhsinlerle beraberdir.” (Ankebût 29/69)



Resim


29. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :

İbrâhim-i Dessûkî kaddasallahu sırrehu'nun salâvâtı:
Çok azîz bir Muhammedî Âşık olup Evliyâullah: “Bu salâvâtın faziletini ALLAH (cc) bilir.” demişlerdir.


Resim

TÜRKÇESİ

"Allahumme salli ve sellim ale'z-zâtî'l-Muhammediyyeti'l-latîfeti'l-ehadiyyeti Resim Şemsi semâi'l-esrâri Resim Ve mazhâri'l-envâri Resim Ve merkezi medâri'l-celâlî ve kutbi feleki'l-cemâlî Resim Allahumme bi sırrıhi ledeyke Resim Ve bi seyrihi ileyke âmin havfî ve âkil asreti vezheb huznî ve hırsî Resim Ve kun lî ve hûznî ileyke minnî Resim Verzuknî'l-fenâe annî Resim Vellâ tec'alnî meftûnen bi nefsî Resim Mahcûben bi hissî Resim Vekşif lî an kullu sırrın mektûmin Yâ Hayyu Yâ Kayyûm!"

MÂNÂSI

"ALLAH'ım! Sırlar Semasının güneşi, nûrların mazharı, Celâl Dâiresinin merkezi (dönüm noktası : akdes noktası), Cemâl Feleğinin (yörüngesinin) kutbu (devrânda devreden cismin cihân çarkının aksı) olan; Ahadiyyet (her hususta mutlak teklik) lâtifetinin (Ahadiyyetten Ahmedîyyete lütûf edilen incelik ve hakikatlerin) tecellîgâhı (ilk zuhûr yeri, çoğalma ocağı olan) Zât-ı Muhammedîyyete salât-ü-selâm eyle! ALLAH'ım! O'nun Senin yanındaki sırrı (teslimiyet) ve Sana olan (istikamet) seyrinin hakkı için; korkumu gider emin kıl (emniyette eyle), (imkanla imtihan seyr-ü-sülûkümde, teslimiyet ve istikamet tevhidinde) ayak kaymalarımı (yolda sürçmelerimi, takılıp düşmelerimi yoldan geri kalmalarımı) azalt, hüznümü (üzüntümü, kederimi) ve hırsımı (dünyaya tamahkarlığımı) gider (bertaraf et), benden yana (lehime) ol; beni, benden Kendine (Sana) al (çek), beni benden fenâ ile rızıklandır (benlik hastalığımdan kurtar, benliğimin yok olmasına izin, inâyet ve hidâyet eyle, nefs perestlikten âzâd et!). Beni nefsime meftun kılma (nefsimin fitnesine düşürme, nefsimin hevâ ve hevesiyle sihirletme, nefsime tüm gönlümü verip ona vurulan, düşkün ve âşık olan kılma!). Âfâkı (dış dünyayı) tanıdığım hislerimi (enfüsümü ve özümü tanıdığım duygularımı) bana (şühûdî tevhid tekemmülüme) hicâb (perde, engel, yol kesici, çeldirici) etme! Bana her türlü, tüm gizli (saklı) sırları aç (ifrat ve tefritten koru, i'tidal üzere ve hazımlı kıl, şaşırtma-taşırtma!) YÂ HAYYU YÂ KAYYÛM (celle celâluhu)!"


MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....

Resim
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön