BİLmek ve TANımak..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

BİLmek ve TANımak..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
GÜNEŞe ve IŞIĞIna BAKış ve de GÖRrüŞşşüMmm..

BİLmek ve TANımak..

BİLmek: İLİM BİLişi ve İRÂDe BULuşu.. BAKmak..
TANımak: İRÂDE OLUşu. İŞTiRAK YAŞAyışı.. GÖRmek..

BİLmenin “İLme’l-Yakîn BİLişi -> AYNe’l- Yakîn” BULuş ->ZâHiRi,
Zuhurda olmayan “BİLinemeyeni” ->BULuş BâTıNı,
Bu ikisine bir ibtidâ noktası “BİLmenin olmadığında OLuş” ->EVVeLi,
Ve bir niHÂyet NOKTAsı ->“HAKKa’l-Yakînî YAŞAyış” ->ÂHiRi.


Takdir eden MERKEZ NOKTAsı;

El İLâh'ın ->DevrÂNında
İLâhî AkL'ın ->SeyrÂNı,
Er ReSÛL'ün ->CevLÂNı ve de,
En NâS'ın ->HayrÂNı olarak yansımakta..AKıLın N-Aklen ALgısına.. BUrası BURsa BÂZÂRında..


Zuhur dediğimizin ne olduğunu tanım sahasına net olarak oturmak gerek. Ortaya çıkış, görünür oluş, maddeleşme, yoğunlaşma olarak tanımlayabileceğimiz ve kendisine nisbet ile Zâhir-Bâtın-Evvel-Âhir tanımını yaptığımız dört âlem – altı yüz - yedi yön - oniki ayrıt, zıtlıkları bilmeye çalıştığımız bu anlam yükünü doğurtursak, “AKLın BİLişi, BULuşu ve OLuşu Münâsebeti” diyebiliriz belki de, daha çıplak olarak “Zuhur”a..

Bir BİLici, İdrak Merkezi ile, bir OLucu İştirak İhâtası yâni, “Lâ iLâhe” ile “iLLaLLah” sübutu..
AKLın BİLişini çıkartırsak devreden, a'mâ olarak tanımlanan, Sebbaha olan Semâvât ve Arzın olmadığı, donmuş sis ->billur gibi bir “VAR” olur, o halde, o ÂNda ve, o “VAR”da...
“VAR-yok” diyecek olanın olmadığı, "he!" de.. "hüviyyet he-sinde.."

RABBî Akıl. Rabbânî Akıl yaşayan ve yaşatan. "aklın algılayabildiği.."
Şehvet ->"cerr" ve "cezb" yüklü Birleştirme Enerjisi “ÜREtim ÖRKü”.
Ve Şehâdet ->FASLını ASLına ÇEViren “TEVhiD Tohumu DÖNgüsü”..

RAHMÂNİYYETi ile, Şehâdet, bu enerjinin ortaya çıktığı alan RAHİMîYYETi AKLı ZÂHİR kılmakta BÂTIN-EVVEL ve ÂHİRi kapsamakta, bu da HAYYat-ben-VARLIK vs. olarak BİLişiLmekte unsurların İÇeriğinde…

Cerr olan (eril-şedîd) Esmâlarla,
Cezb olan (dişil-şefîk) Esmâların uyum-kaynaşma-seBBahası..
ve de Aklın, Cerr edenin dİŞil-Rahimî,
Cezb edenin ERil-Rahmanî ANlayış UYak-Uyanıklığı..

ATOMun ÇEKirdeği ve,
eTRAFında Dönen ELEKtronları..
ÇEKirdeğin CERri ->ELEKtron BELLi UZAKlıkta TuTuşu SALmayışı..
ELEKtron CezBi -> ÇEKirdeğe CezBesi.. ÖZe KOŞmak İstemesi.. BİRLeşip Yapışamayışı..
İLahî DENge ve DÜZen..
ve de, GuRBet ve HASsret TÜRkümüz ISsız Seherlerdeki ISlığımdaki HİÇçKIRıkk...

Cerr –u- Cezb CiMâ’-CeM’â-CuMâsı..: Cinsi münâsebet CEM'i. Çiftleşme CUMÂ'sı.. YuseBbihu SEBBeha SEMÂ'sı.. ZEVkLer ZİNCiRi HAZzzı.. BİZ BİR-İZ-Lik LEMÂ ve de HEMHÂL-Lik HEMÂ'sı.. ve’S- SeLÂMm..


الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
Resim---“Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek (adeleke): Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir i’tidal üzere kıldı.”
(İnfitâr 82/7)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “O nutfe o rahimde yerleşti mi, Allah, o nutfe ile Hz. Âdem arasındaki bütün soyunu o nutfenin başında hazır eder (de, o bunlardan birisinin şeklini alır)."
(İ. Ahmed, Müsned, 3/297.)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Resim---“Yâ eyyuhâ'n- nâsu'ttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve'l-erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben): Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz ALLAH'dan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.”
(Nisâ 4/1)

“Nefsin vâhidetin”.. Küllühum esmâ yükü.
“ASLın ->İNSe ->AKL EMNi-eMÂneti”
Tohumdan<->Tohuma TEVHiD..
TarLa..<-Tohum ->GÖVde ->DAL ->ÇiÇek ->Tohum ->TArLa..

Nefsun vâhidetun "dişil-zevce" olarak sıfatlanmıştır. Bundan "eril-zevç" doğmuştur.
Bu iki esmâ yükünden de çokluğu “racül-erkek” olmak üzere “nisâlar-kadınlar” türetti, yaydı...

“Şehvet-şehâdet” unsurları olan esmâları kümeledi.. ve “artı-eksi” bulut kümelerinin birleşmesindeki “cezb –u- cerr” sonucu görünen ışık ve duyulan ses ardından “mâe”nin-“SU”yun boşalması gibi, zıt esmâları hâvi;
Şehvet Unsuru ->Racül-Âdem ve Şehâdet Unsuru ->Nisâ-Havva birleşmesi de ->Âdem neslini-insan neslini boşaltmakta, akıtmakta nehir gibi her ÂN da Şe’ÂNuLLAHta..


فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
Resim---“Fe salli li rabbike ve’nhar.: Ve RABBine SALL et, ve RABBine NEHRet!..
(Kevser 108/2)

“ŞEY”in ->“ÂN” La-şıLmasından ->MekÂN,
iKi ŞEY’in Münâsebetinden ->OLay,
iKi OLayın Münâsebetinden ->zamÂN,
iKi zamÂNın Münâsebetinden ->AKLın sonUÇu ->zANN.. OLuşur tanımlamamızz...

İşte bu "Şehvetten ->Şehâdet" dediğimiz; aklın hâvi olduğu-menşe’i olan esmâların boşalması, nehr olması MaSALLımızz..


ZamÂN ve MekÂNı ->Eşyâ ->Esmâ ->Sıfat ->Zâtı ->TEK-BİRr ÂN'da ->seyr-ÂN –>devr-ÂN ->cevl-ÂN ve ->hayr-ÂN ettirmekte.. AKLa ->nAKLen.. El hamdulillahirabbilâlemîn..

Esmâlar Sebbahasında “cezb” ve “cerr” oluşlar, “şehvet-şehâdet” oluşlar, “şedîd-şefîk” oluşlarda, “İnkâr-İkrâr” zıtlıkları;

BİLişiyor, BULuşuyor, OLuşup, BİRleşiyor, Doğurtuyor, DOĞuruyor, AYRışıyor, bAŞKAlaşıyor, Homojenleşiyor, Heterojenleşiyor.. artık buraya ne oturtursak oturtalım.. bu OLUŞ ve OLÂN->“KûN feyeKÛN”u anlatır.. ve’S- SeLÂMm..

“Mâ-siV” nın bu muhteşem “MÂ-Ver Mâ-CeRRâ”sı ->“ÂN” olan Nur-U MîM ÜMMîyyeti CEM’iyyetidir ki,
Bunlar feyeKÛN-OLanlardır.. yÂNi KüLLî ŞEyyy!..

Bir de, OLÂNı burada yaptığımız gibi seyreden, anlamaya çalışan, anladığınca söyleyen, anlatan, bir alan var.
Bu alanı merkeze oturtmak durumundayız ki, zâviyesi ihâta etsin/yutsun.. Merkezden Muhite OLsun ve BİLinsin.
RABB Merkezî Kuvvesinde ALLAH Muhitî Sebbahası ve bu sebbahanın dokusunda Melekî Devinimler ve sonucunda Nâsî Işınımlar... YAŞAnsın inşâe ALLAH!.

Nâs ->Nâr'ı >el İlâh'ın...
El-İlâh ->Nûr'u >Nâs'ın...

Nûr'un olmayışı ->Zulumatta kalmak ise;
Nûr ->BİLiştir.
Zulumat ->A'mâ'dır..


اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---“Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ile’n-nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumu’t-tâgûtu yuhricûnehum mine’n- nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne): ALLAH îmân edenlerin velîsidir, onları koyu karanlıktan aydınlığa çıkarır; oysa hakîkati inkâra şartlanmış olanların velîleri Tâğuttur. Tâğut onları nurdan çıkarıp derin karanlığa iter… Bunlar, içinde yaşayıp kalmak üzere nâr ashâbı olanlardır.”
(Bakra 2/257)

Nâr'ın olmayışı Selâmet'te oluşsa, Nâr CeHiL’dir, BİLişin OLmayışıdır.
Ve Selâmet, BİLişin YAŞAnır OLuşudur.. KeMÂLdir..Zuhûrat’tır..


أَوْ كَظُلُمَاتٍ فِي بَحْرٍ لُّجِّيٍّ يَغْشَاهُ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ سَحَابٌ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ إِذَا أَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرَاهَا وَمَن لَّمْ يَجْعَلِ اللَّهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِن نُّورٍ
“Ev ke zulumâtin fî bahrin lucciyyin yagşâhu mevcun min fevkıhî mevcun min fevkıhî sehâb (sehâbun), zulumâtun ba’duhâ fevka ba’d (ba’dın), izâ ahrace yedehu lem yeked yerâhâ ve men lem yec’alillâhu lehu nûren fe mâ lehu min nûr (nûrin).: Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri engin bir denizin karanlıklarıdır. Bu denizi üstüste binen dalgalar ve dalgaları da bulut örter. Orada karanlıklar üstüste binmiştir. Öyle ki insan elini uzatsa onu farkedemez bile. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olamaz.”
(Nûr 24/40)

Merkeze oturan ben “a” noktası,
Bu merkez noktanın yuttuğu kevniyyette sebbaha eden “b” BEN noktası,
Merkez ->Muhiti ->“BİZ-BİR-İZ” ET!.mekte inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

“ben” in NÂRı ->"BEN" NÛRu ile ->“NûRun aLâ NûR” OLur inşâe ALLAH!.


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Allâhu nûru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el-mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez-zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), nûrun alâ nûr (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu’l-emsâle li’n- nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, göklerin ve yerin nûrudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübârek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. ALLAH dilediği kimseyi nûruyla hidâyete iletir. ALLAH insanlara (işte böyle) misal verir; ALLAH her şeyi bilir.”
(Nûr 24/35)

MuhaMMedî ÂRif-i BiLLAH.. BiLir ki;

VÂCibu’l- VÜCÛD VAR Olan ->ALLAHu Z’l- CeLÂL, ZÂTuLLAHtır. ŞeÂNULLAHta ŞeHâdeti Şarttır ->KuLu AbdLLAH için..
MevCÛDLarın CüMMlesi de ->NÛRULLAHtır ki ->ŞeÂNULLAHta ŞEHvetten ŞeHâdeti, Gübreden GÜLü Çıkarmak için KULLuk Görevi Esmâ bAHhçelerinde Çabalayıp Durmaktalar AkıLLarından Dolayı..
AKIL ki.. NÛRunu bULursa.. ->N-AKIL.. NÛrlu AKıL.. NAKiLuLLAH OLur.. ve’S- SeLÂMm..



MuhaMMedî MMM MuhaBbetLeriMLe..

Resim
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön