FÜCUR NEdir

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

FÜCUR NEdir

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


FÜCUR NEdir?!.

AŞKtır MuhaMMedî ŞUÛR
MEŞKinde MuhaMMedî NÛR
YAŞA!makta ->ONUR-SÜRÛR
AŞKk YOLUNda>FİTNE-FÜCÛR!.


ZEVK 8198

"ELEST”te ->RABB’a ->ÂHİDin ->“BELÂ!.”nı BÜRü İhvÂNim!
->CEVR-i CİHÂN ->ÇARK-ı ÇİLLE ->AŞKtan ÖTÜRü İhvÂNim!

ZiKiR-FiKiR-ŞüKüR-SABÛR
NÛR-u MîM NÛRun ALÂ NÛR

“YAKîN” GELenedek ->KULLuk ->SON NEFESe YÜRü İhvÂNim!.


11.06.17 14:57
brsbrsmm.. tktktrstkkmdzmÂNn..HaCRrirfÂN..


GÜBREden GÜL BİLENLer Dost
BOKtan BOSTAN BULANLar Dost
->ŞEHVetten -->ŞeHâdet YAŞAr
“İLE”<->BİLE” ->OLANLar Dost!.



وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---
“Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû BELÂ, şehidnâ, en tekûlû yevme'l- kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn (gâfilîne).: Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: "Ben sizin RABBiniz değil miyim?" (Onlar da), "Evet (buna) şâhid olduk, dediler.”
(A’raf 7/172)

أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُم بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ
Resim---"E ve leysellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda bi kâdirin alâ en yahluka mislehum, belâ ve huve’l- hallâku’l- alîm (alîmu).: Gökleri ve yerleri yaratan, onların bir eşini daha yaratmaya kaadir değil midir? Evet O, (yegâne) Yaratıcı ve En İyi Bilen’dir.” (Yâsîn 36/81)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Resim---"İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu KÛN fe yeKÛN (yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona: "OL!" demektir. O, hemen OLur.” (Yâsîn 36/82)


YÂ HAYyu’L- HUUu!. DOst ALLAH celle celâlihu!.


Resim


Fücur: Günah. Zinâ. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytânî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.
Fâcir: Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen.
Fecere: (Facir. c.) Günah işleyenler, günahkârlar, zinakârlar, fâcirler.
Füccâr: (Fâcir. c.) Günahkârlar. Açıktan günah işleyenler.
Fecr: Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık. Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak. Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek. Tekzib eylemek. İsyan ve muhalefet eylemek. Haktan sapmak. Meyletmek. Söğmek. Bühtan eylemek. Su akıp gitmek. Karışmak.
Fücur: Günah. Zina. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.
Fücur, sözlükte, yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak anlamına gelmektedir.
Fecir de, şafak aydınlığının karanlığı yarıp açtığını ifâde etmek üzere aynı anlamdadır.


Bu kelimenin fiil hali ve fecir, Kur'ÂN-ı Kerîm’de olumlu anlamda; yarılıp açılmak, fışkırmak, yeri açıp kaynak fışkırtmak anlamında kullanılmaktadır. Olumsuz anlamdaki yarmak, yırtmak anlamını ise “fücur” kelimesi karşılamaktadır.
Fücur, din veya dindârlık örtüsünü çekinmeden yırtmak, günaha dalmak ve haktan batıla sapmaktır. Bu şekilde din örtüsünü yırtıp atanlara “fâcir” denir. Fâcir kelimesinin Arapça’daki çoğulu “Füccâr” veya “Fecere” şeklindedir.

Fücur, bir başka deyişle Hakk’tan sapmak, hak yolu yarıp kötülük ve isyana düşmek, sınır tanımaz ve utanmaz bir şekilde günah işlemektir. Zina ve yalan gibi edeb dışı günahlara da fücur denilmektedir.

Kur'ÂN-ı Kerîm ifâdesine göre ALLAH celle celâlihu insana iki yol göstermiştir. O, bu yollardan birini seçerek isterse şükredici, isterse nankör birisi olur.


إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
Resim---"İnnâ hedeynâhu’s- sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûran.: Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.” (İnsân 76/3)

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
Resim---"Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.: Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).” (Şems 91/7)

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
Resim---"Fe elhemehâ fucûrahâ ve takvâhâ.: Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvâsını ilham etti.” (Şems 91/8)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İnsanlar, ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş ecdâdlarıyla övünmekten vazgeçerler yahut da Allah katında, burnuyla pislik yuvarlayan mayıs böceğinden daha adi bir derekeye düşerler. ALLAH Teâlâ sizlerden câhiliye kibrini temizledi. Artık o, muttâki bir mü’min yahut talihsiz bir fâcirdir. İnsanların hepsi Hz. Âdem’in evlâdlarıdır. Âdem ise topraktan yaratılmıştır.” buyurmuştur.

(Ebu Davûd, Edeb 120; Tirmizî, Menâkıb)

Burada geçen fâcir (haddini tecâvüz eden) ve bedbaht olanlar, halk nazarında itibar ve şerefli kimseler bile olsalar dahi ALLAH celle celâlihu katında değersiz, adi kimselerdir. Hadiste geçen kibirli ve riya içerisinde gösteriş sahibi olan kimse ya müttaki ya da mü’min bir kimsedir, bu durumda ona hiç kimseye karşı tekebbür (büyüklenme) yakışmaz yahut da fâcir, bedbaht bir kimsedir. Böyle birisi ALLAH celle celâlihu indinde zelildir. Zelil kimsenin tekebbür etmesi hiç uygun değildir. Öyleyse tekebbür her halükârda menfidir, reddedilmiştir.

Fâcir’in ALLAH Teâlâ nezdinde sevilmeyen, kınanan bir durumda olduğunu şu hadisler ifâde etmektedir:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kur'ân okuyan mü’minin misâli portakal gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur. Kur'ân okumayan mü’minin misâli hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur'ân'ı okuyan fâcir misâli reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur'an okumayan fâcirin misâli Ebu Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur.” buyurmuştur.
(Buhârî, Et'ime, 30; Müslim, Müsâfirin, 243; Ebu Dâvud, Edeb, 19; Tirmizî, Edeb, 79.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet günü riyâkar adama: "Ey fâcir, ey gaddâr, nefsine gadreden, ey gösterişci mürâî, amelin mahvoldu, mükafatın kayboldu. Amelini kime gösteriş için yaptınsa, git ondan mükâfatını al!” denir. Resûlullah nezdinde mü’min, saf, temiz; fâcir kimse ise hilekâr, güvenilmezdir: “Mü’min saftır, kerimdir. Fâcir, hilekârdır, leimdir (alçaktır).” buyurmuştur.
(Ebu Davud, Edeb 6; Tirmizî, Birr 41.)

Mü’min her an tetikte, "acaba bir hatam, günahım olabilir mi?" uyanıklığını hissederken; fâcir, dikkatsiz ve sorumsuzdur:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’min günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.” buyurmuştur.
(Buharî, Da'avât 4; Müslim, 3; Tirmizî, Kıyamet, 50.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Fâcirin mü’mine imam ve lider olamayacağını şöyle ifâde etmektedir:

Resim---Câbir İbnu Abdillah radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (bir gün) bize hitâb etti: "Ey insanlar! Ölmezden önce ALLAH'a tevbe edin. (Musibet hastalık, yaşlılık gibi) ağır meşguliyetlere düşmezden önce sâlih ameller işlemede acele edin. Cok zikir ederek, gizli ve açık çok sadaka vererek Allah'a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin ki bol rızka, ilahî nusrete ve islah-i hale mazhar olasınız. Bilesiniz ALLAH, benim içinde bulunduğum şu makamda, şu günde, şu ayda, bu yıldan Kıyamet'e kadar devam etmek üzere Cum'a namazını farz kıldı. Kim bunu, benim sağlığımda veya ölümümden sonra adil veya zâlim bir imam oldukça, istihfaf ederek veya inkar ederek terkedecek olursa ALLAH onun iki yakasını bir araya getirmesin, işine bereket vermesin. Haberiniz olsun! O kimsenin tevbe etmedikçe ne namazı, ne zekatı, ne haccı, ne orucu, ne de makbul bir iyiliği vardır. Kim de tevbe ederse ALLAH onun tevbesini kabul eder. Haberiniz olsun! Bir kadın bir erkeğe imamlık yapamaz. Bir bedevî de muhacire imamlık yapamaz. Fâcir de mü'mine imamlık yapamaz. Ancak fâsık zor kullanır mü'min de onun kılıncından ve kamçısından korkarsa bu durumda imama uyar." buyurdu.

(Kütüb-i Sitte, 6272)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Fâcirin ölümünün insanlara getirdiği faydaları şu şekilde izâh etmektedir:

Resim---Bir cenaze geçirilmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hem o istirahata kavuştu, hem de ondan istirahata kavuşuldu.” buyurdu. Bunun üzerine, yanındakiler: “Yâ Resûlullah, “istirahata kavuşan ve ondan istirahata kavuşan kimdir” bu ne demektir?” diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’min kul (ölünce) dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Fâcir (ölünce) ondan da kullar, memleket, ağaçlar ve hayvanlar kurtulur.” buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak 42; Müslim, Cenaiz 61; Muvatta, Cenaiz 54; Nesâî, Cenaiz 48, 49.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hakk’tan yüz çeviren fâcirin ne kadar katı, kaba olduğunu şöyle buyurmaktadır:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Mü’min kişinin benzeri ekin çeşidinden bir toprak üzerine biten tâze ot gibi (yumuşak) tır; hangi taraftan ona rüzgâr dokunursa rüzgâr onu eğer (fakat o yıkılmaz, yine doğrulur). Doğrulunca rüzgâr belâsı ile yine eğrilir (fakat yine yıkılmaz, doğrulur ve doğru kalır). Hak`tan yüz çeviren fâcir kişinin benzeri de sert ve düz çam ve dağ servisi gibidir ki, ALLAH onu dilediği vakit (bir def’ada) söker, devirir.” buyurmuştur.
(Sahihi Buharî, Kitabu’l- Merza, 1908.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem oğlu İbrahim aleyhisselâm’ın vefâtı sırasında gözlerinden yaşlar gelmiştir. Bu durum üzerine: “Ağlıyor musun? Ağlamaktan bizi sen men etmedin mi?” denildi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ben ağlamaktan yasaklamıyorum. Ben iki fâcir, ahmak sesten yasaklıyorum: Oyun, eğlence, musikî sesi ve şeytân çalgısı, bir de musibet sırasındaki (matem) sesi, yüzlerin yolunması, üst başın yırtılması ve mâtem. Ağlamak ise rahmettir, rahmet etmeyene merhamet edilmez.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Cenâiz 25)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu hadislerinde olumsuzluk içeren iki sesi fücur özelliği taşıdığı için yasaklamıştır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FÜCUR NEdir

Mesaj gönderen kulihvani »

FüCuR-TaKVâ ZıTLıĞı:

Takvâ, ALLAH celle celâlihu’dan hakkıyla korkup sakınmak anlamına geldiği gibi, aynı zamanda din elbisesi giyip onunla kendini korumak, tehlikelerden sakınmak demektir. Kur’an, iman edip salih amel işledikten sonra takvâya sarılanları övüyor ve bunu üç kez üst üste tekrar ediyor. Bir başka âyette ise takvâ elbisesinin en hayırlı elbise olduğu haber veriliyor.

يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
"Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ (rîşâen) ve libâsu’t- takvâ zâlike hayr (hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn (yezzekkerûne).: Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takva elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu Allah’ın âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler.” (A’râf 7/26)

Bu hayırlı elbiseye bürünen kendini her türlü kötülük ve günahtan korur, bu elbise ile kendini sağlama alır. Çünkü takvâ, ALLAH celle celâlihu’dan korkup çekinmeyi, O’nun rızasına uygun olmayan davranış ve amellerden sakınmayı sağlar.

Fücur, takvâ’nın zıddı olarak bu perdeyi, bu elbiseyi yırtmak, açmak, üzerindeki koruyucu örtüyü kaldırmak demektir. Bu koruyucu perde veya elbise açıldıktan sonra insan her türlü kötülüğü ve günahı işleyebilecek duruma gelir. Türkçedeki “hayâ perdesinin yırtılması” deyimi bunu güzel bir şekilde karşılamaktadır.

ALLAH celle celâlihu, yarattığı nefislere takvâyı da fücuru da ilham etmiştir. Yani nefis her ikisini de işleyecek özellikte yaratılmıştır. Takvâ ile örtünen, korunan, sakınan nefisler, fücur ile açılır, sakınma duygusu yırtılır, koruyucu elbisesi kaybolur. Şems sûresinde bu iki önemli olgunun birlikte zikredilmesi hem ilâhi bir fıtrata (yaratılış) işarettir, hem de insanların takvâyı takvâ bilip ona sarılmalarını, fücuru da fücur bilip ondan uzaklaşmalarını tavsiye etmektedir:

وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا
"Ve’ş- şemsi ve duhâhâ.: Güneşe ve onun duha vaktine (ışığının yayılıp parladığı zamana) andolsun.” (Şems 91/1)

وَالْقَمَرِ إِذَا تَلَاهَا
"Ve’l- kameri izâ telâhâ.: Ve onu takib ettiği zaman aya.” (Şems 91/2)

وَالنَّهَارِ إِذَا جَلَّاهَا
“Ve’n- nehâri izâ cellâhâ.: Ve onu (güneşi) izhâr ettiği zaman gündüze.” (Şems 91/3)

وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَاهَا
“Ve’l- leyli izâ yagşâhâ.: Onu (güneşi) sardığı (örtüp ışınlarını giderdiği) zaman geceye.” (Şems 91/4)

وَالسَّمَاء وَمَا بَنَاهَا
"Ve’s- semâi ve mâ benâhâ.: Ve semaya ve onu bina edene.” (Şems 91/5)

وَالْأَرْضِ وَمَا طَحَاهَا
"Ve’l- ardı ve mâ tahâhâ.: Ve arza ve onu yayıp döşeyerek yaşanır hale getirene.” (Şems 91/6)

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
"Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.: Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).” (Şems 91/7)

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
"Fe elhemehâ fucûrahâ ve takvâhâ.: Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.” (Şems 91/8)

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
"Kad efleha men zekkâhâ.: Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.” (Şems 91/9)

وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
"Ve kad hâbe men dessâhâ.: Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa (nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır.” (Şems 91/10)

İşte bu âyetlerde de nefse yapılan ilham ve onu temizleyenin kavuşacağı felâh ve saadet bildirilmektedir. Âyetlerde bildirildiği üzere zıtlaşma önce insanın kendi içinde var. Sonra toplumda. İnsana takvâ da fücur da ilhâm edildi. İnsan kâlbine melek de yaklaşıp söyleyeceğini söyleyebiliyor, şeytân da. Toplumda Hz. Mûsa aleyhisselâm benzerleri de var, Firavun benzerleri de.

Bunlar insanlık dünyasının katı gerçekleri. Gerçeklere gergin durmanın, çatık kaşla bakmanın ne anlamı var? Durumu olduğu gibi kabul etmek gerekmektedir. Mühim olan zıtlaşma değil, bizim kendimize ve insanlara bakışımızdır. Adalet ve itidâlden (dengeden) ayrılmamamızdır. Büyük Kitâbımız Kur'ÂN-ı Kerîm buyruğu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvâmîne lillâhi şuhedâe bi’l- kıstı ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû. I’dilû, huve akrabu li’t- takva vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe habîrun bimâ ta’melûn (ta’melûne).: Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Mâide 5/8)

Zıtlaşma Cennette bitecektir. Dünya iyilere de kötülere de açık bir sofra olarak, Yüce Yaratan'ın dilediği bir zamana kadar varlığını sürdürüp gidecektir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: FÜCUR NEdir

Mesaj gönderen kulihvani »

FÜCUR SAHİBİ KİMSE/FÂCİRLERİN ÖZELLİKLERİ:

Fâcir, İslâm dininin kabul etmediği, yasakladığı iş ve hareketleri yapan; aşırı isyana dalan; özellikle büyük günahlardan olan zinâ etmek, yalan söylemek, adam öldürmek, içki içmek, hırsızlık yapmak gibi fiilleri işleyen, günâhta ısrar eden; başka öz bir ifâdeyle, ALLAH celle celâlihu'nun emir ve yasaklarını çiğneyen kimseye denir. Eğer bunları yaparken bir inkâr söz konusu ise o zaman kişi küfre girmiş yani Kâfir olur.
Fücûr bir bakıma fısk ile eşdeğer sayıldığı gibi bir başka açıdan da fısktan daha ileri bir noktada ele alınabilir. Fücur sahibi ‘fâcir’ ile inkârcı kâfir arasında anlam benzerliği bulunmaktadır. Kur’ÂN iki yerde bu iki kelimeyi birlikte kullanmakta ve aralarındaki yakınlığa işaret etmektedir. Bu özelliği taşıyan fâcir kâfirler, insanları sapıtıp kötülükte sınırı aşarlar.

إِنَّكَ إِن تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا
"İnneke in tezerhum yudıllû ıbâdeke ve lâ yelidû illâ fâciran keffârâ (keffâran).: Muhakkak ki eğer Sen, onları (yeryüzünde) bırakırsan, Senin kullarını dalâlete düşürürler ve facir kâfirden başka (evlât) doğurmazlar.” (Nûh 71/27)

Fâcir, günah işlemenin son noktasında olan kâfir anlamında kullanılmaktadır. Yeryüzünde fesat çıkaran ve âhireti inkâr eden fâcirler, mü’minlerle aynı işleme tabi tutulmayacaklar. Mü’minlerin yüzü apaydınlık olurken, fâcirlerin yüzü ise toza bürünmüş, kara olacaktır.

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ
"Vucûhun yevme izin musfiratun.: O gün (izin günü) parlayan yüzler vardır.” (Abese 80/38)

ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ
"Dâhıketun mustebşiratun.: Müjdelenmiş gülen yüzler (vardır).” (Abese 80/39)

وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ
“Ve vucûhun yevme izin aleyhâ gaberatun.: Ve o gün (izin günü), üzeri tozlu (toza toprağa bulanmış) yüzler vardır.” (Abese 80/40)

تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ
"Terhekuhâ kateratun.: Onu bir karanlık kaplar.” (Abese 80/41)

أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ
"Ulâike humul keferatu’l- feceratu.: İşte onlar, onlar kâfirdir, facirdir.” (Abese 80/42)

Kur’ÂN, ‘fâcir’ olanların Cehennem’e gideceklerini çok açık bir ifâdeyle haber veriyor.

وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ
"Ve inne’l- fuccâre le fî cahîm (cahîmin).: Ve muhakkak ki füccar, mutlaka alevli ateş içindedir.” (İnfitar 82/14)

كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الفُجَّارِ لَفِي سِجِّينٍ
"Kellâ inne kitâbe’l- fuccâri le fî siccîn (siccînin).: Hayır; facir olanların kitabı şüphesiz "Siccîn" dedir.” (Mutaffifin 83/7)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا سِجِّينٌ
"Ve mâ edrâke mâ siccîn (siccînun).: Ve siccînin ne olduğunu sana bildiren nedir?” (Mutaffifin 83/8)

كِتَابٌ مَّرْقُومٌ
"Kitâbun merkum (merkûmun).: Yazılı bir kitaptır.” (Mutaffifin 83/9)

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
"Veylun yevme izin li’l-mukezzibîn (mukezzibîne).: İzin günü, yalanlayanların vay haline.” (Mutaffifin 83/10)

الَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ
"Ellezîne yukezzibûne bi yevmiddîn (yevmiddîni).: Onlar ki dîn gününü yalanlıyorlar.” (Mutaffifin 83/11)

وَمَا يُكَذِّبُ بِهِ إِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
"Ve mâ yukezzıbu bihî illâ kullu mu’tedin esîm (esîmin).: Ve onu (dîn gününü), haddi aşan asi günahkârların hepsi hariç, kimse yalanlamaz.” (Mutaffifin 83/12)

إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
"İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîru’l- evvelîn (evvelîne).: Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Evvelkilerin masalları.” dedi.” (Mutaffifin 83/13)

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
"Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların kalplerinin üzerini kapladı (kalplerini kararttı).” (Mutaffifin 83/14)

كَلَّا إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّمَحْجُوبُونَ
"Kellâ innehum an rabbihim yevme izin le mahcubun (mahcûbûne).: Hayır, muhakkak ki onlar izin günü Rab’lerinden elbette perdelenmiş olanlardır (Rab’lerini göremezler).” (Mutaffifin 83/15)

ثُمَّ إِنَّهُمْ لَصَالُو الْجَحِيمِ
"Summe innehum le sâlû’l- cahîm (cahîmi).: Sonra, muhakkak ki onlar, elbette alevli ateşe atılacak olanlardır.” (Mutaffifin 83/16)

ثُمَّ يُقَالُ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
"Summe yukâlu hâzâllezî kuntum bihî tukezzibûn (tukezzibûne).: Sonra onlara: “Bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.” denilir.” (Mutaffifin 83/17)

Dinin çizdiği çizginin dışına çıkıp günah işleyen “fasık” ile “fâcir” arasında bir benzerlik görülse de bu iki kavram farklıdır. Fâsık, anlam yönünden fâcir’den daha geniştir. İnkâr veya kâfir olma bizzat fücur değil, fâcirin işlediği fücurun bir sonucudur. Örneğin, Âhiret’in inkârı fücur değil, fücur içinde olmanın bir sonucudur. Bu bakımdan belki her fücur işleyen kâfir diye adlandırılmaz ama kâfirin küfrüne sebep olan davranışları "fücur" anlayışı yüzündendir.

Hadislerde "fâcir", zina eden, yalan söyleyen, faizcilik yapan, yalan yara yemin eden, Kur’ÂN okuduğu halde ondaki emirlere uymaya davet etmeyen, insanları aldatan kimselere denilmektedir. Bunlar elbette günahkâr mü’minlerdir.

FÜCUR HASTALIĞINDAN KURTULUŞ YOLU:

Fâcir olan kimseler mü’minlerin dinini yaşamalarına engel olmak için her alanda çok yoğun gayret sarf etmektedirler. Siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik alandan medya sektörüne kadar her alanda Müslümanlara saldırılar devam etmektedir. Küfür ve fücur sektörünün İslâmî hayata yönelik saldırıları, Müslümanların Kur’ÂN temeline dayalı İslâmî bir etkinlik sağlamaları ve takvâya bürünmeleri ile önlenebilir. Bunun için, öncelikle Kur’ÂN'ın temel gayesi ve hamlesi doğrultusunda çalışıp İslâm'ı kollektif hayatın en etkin gücü yapmak gerekir. İslâm'ı, hayatta yaşanabilir kılmanın tek yolu budur. İslâm'ı hayatın dışında tutmak da, İslâm adına dinde olmayan işler yapmak da doğru değildir. Çünkü her iki durum da Kur’ÂN'ın belirlediği hedefin dışına düşmektir.

Kur’ÂN, Müslümanların yaşama biçimini oluşturmada ve yönlendirmede tartışılmaz öncülüğe sahib olan birinci kaynaktır. İslâmî ilke ve amaçların hayat bulduğu bir sosyal yapıyı, onun rehberliğine uyan Müslümanlar oluşturacaktır. Bilindiği gibi ALLAH celle celâlihu, inanıp iyi işler yapanları, imanlarıyla hidâyetine ulaştırır, kötülüklerden sakınmanın mükâfatını onlara verir ve mü’minleri gayretin zaferine erdirir.

Bu âyet, hayat yolculuğunda karşılaşılan engellerin, Kur’ÂN'a uymak ve onun aydınlık yolunda yürümekle aşılabileceğini bildirir..

يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
"Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subule’s- selâmi ve yuhricuhum mine’z- zulumâti ilâ’n- nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).: Gerçekten size, Allah'tan bir ışık, apaçık bir kitap geldi. Onunla Allah, kendi rızasını arayan herkese kurtuluşa götüren yolları gösterir ve onları karanlığın derinliklerinden aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola yöneltir” (Mâide 5/16)

يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
"Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ (rîşâen) ve libâsu’t- takvâ zâlike hayr (hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn (yezzekkerûne).: Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takva elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu Allah’ın âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler.” (A’râf 7/26)

Âyeti ise takvâ elbisesinin giyilmesini daha hayırlı olduğunu ifâde etmektedir.
Bunun yanında Müslüman olmak, ilk önce küfür, fücur ve nifaka karşı olmak demektir. Bozgunculuğa (fesada) ve isyana cephe almak; fısk ve fücurun her çeşidine set çekme azmi içine girmek demektir. Yani siz Müslüman olmakla aynı zamanda küfrü (inkârcılık ve nankörlüğün her türünü) nifak ve fesadı (münafıklık ve bozgunculuk hallerini) ve insanın selâmeti ve kurtuluşuna engel oluşturan her tür kötülüğü de belirlemiş ve tarif etmiş olursunuz. Sonra da bunlara ve bunların sosyal planda taşıyıcısı olan sektörlere karşı; onları uygun yöntemlerle ıslaha, kabil olamıyorsa da tesirsiz hale getirmeye yönelik bir tavır geliştirirsiniz. Kur’ÂN-ı Kerim bu vurguyu ortaya koyan örneklerle doludur ve onda baştan sona küfür ve kâfirden uzak durmayı terennüm eden müstakil bir sûre; Kâfirûn Sûresi vardır.
İman eden insan, fücur ve küfre karşı tavır alan ve bu dünyada asla kayıtsız olamayan insandır. Onun kendini Müslüman olarak isimlendirmeye nasıl hakkı varsa; fucürü ve küfrü teşhis etmeye, onu tesirsiz hale getirmek için izlemeye ve özellikle liderleri ve yöneticileri başta olmak üzere fücur ve küfür içinde olanları bu özellikleriyle isimlendirmeye de hakkı vardır.
Fakat bu, ağır sorumluluk gerektiren çok hassas bir konudur. Herhalde kla geldiği gibi hemen başvurulan bir yol olmamalıdır. Çünkü insanların hidâyete kavuşma ve salâh bulma ihtimalini sonuna kadar mahfuz tutan bir anlayışla hareket edilmesi asıldır. Bu yolda muhatabın psikolojisi titizlikle gözetilmeli; insanların tenkit edilmekten, suçlanmaktan ve dışlanmaktan hoşlanmadıkları dikkate alınmalı ve zaruret noktasına gelmedikçe, en ağır suçlamalar telâffuz edilmekten sakınılmalıdır. Hidâyet yollarını sonuna kadar açık tutmak üzere incitici bir üslûba girmekten kesinlikle sakınılmalı; kişileri tezyife ve tahkire varan kışkırtıcı tonda cidale ve saldırgan bir tavra asla fırsat tanınmamalıdır.

Unutulmamalıdır ki İslam'ın koruyucusu ALLAH celle celâlihu'dur. O dinini biz olmadan da, hatta bize rağmen de korur. Kaldı ki, salt ALLAH celle celâlihu'nun dinine hizmet ediyor olmak bile tek basına bir ölçü değildir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in buyurduğu gibi “Allah dilerse, dinine bir fasık, bir fâcir ve kâfir eliyle de yardım eder.” Böyle olmaktan ALLAH celle celâlihu'ya sığınmamız gerekmektedir. Bu noktada, İslâmî bir hizmetin önünde bulunanların kendi kendilerine sık sık sormaları gereken bir soru vardır: ‘Sen kendini ne sanıyorsun?’ Olur ya, kimi zaman nefis kendisini ilah sanır ve ancak ALLAH celle celâlihu'nun yapacağı işlerin altına girerek, “Biz olmasak bu dinin hali nice olur?” ya da “Siz kurtaracaksınız” vs. gibi uçuk iddia ve gerekçeler üretirler. Kimi zaman melek, kimi zaman da peygamber vs. sanırlar. Nefsin tüm bu sanıları, kişinin kendisini gerçekte soyunmaması gereken bir role soyundurur.
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön