YARATANımız ve KAİNATı..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
KÛN feyeKÛN KÂİNÂTI

ALLAHu zü’L- CELÂL’in ŞE’ÂNuLLAHta,
Her ÂN =>KÛN feyeKÛN Yeniden YARATIŞ SEBBEHAsı..



Resim

Atan KALBim GiBi AToM
ŞEKiLLenmiş SEVgi AToM
KÜRRenin ASLen ANNesi
SEVene =>SEVgiLi AToM!.

MuRaDuLLAH HAKk’ın MutLak
KÜLLî ŞEYyi>YARAtAN HAKk
RESÛLuLLAH ÜMMeti OLup
Yüce ŞERef =>KULu OLmak
TERCih EDip =>BİLip-BULup
HALKa HAKk’ın YOLu OLmak!.


ZEVK 8860


AKL-ı SİLM SâHiBi İÇin =>ZEVk-i ZÂHİR ZERRE DÖNer
KÛN EMRinde NedEN NİÇin =>KÂiNÂttır KÜRRE DÖNer
MîM MAHŞERİnin SÜRÛRu
KÜLLî ŞEYy ALLAH’ın NÛRu
FİİLİn FÂİLi =>ALLAH =>DÖNer SONSUz KERRE DÖNer!.


26.05.18 05:10
brsbrsm..tktktrastkkmdeshrsyrÂNnn..


BEDEN ARZ RÛHum SEMÂsı
"YuSeBBiHu RAKSı"-ndaLar
CÂN-CÂNÂN-CihÂN CEM’ası
MUHiT MERKEZ AKSındaLar!.


Resim

MMM MuHABBetLerimLe..

Resim

ANLAt KuL İhvÂNim ANLAt
SUBHÂN SIRRIn>SAÇar Gibi
AŞKın KANadı =>Kırk KANat
ARZ'dan =>ARŞ'a KAÇar Gibi
GÜLün SIRRın SUNmak SANat
=>RABBıma =>ELin AÇar Gibi!.



KüLLî ŞEYy’in =>HEPİSİ-nde,
Onları her ÂN YENiden YARATAN'ının İMZÂsı Varr..:


اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---"Allahu hâliku kulli şey’in ve huve alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).: Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır ve O, herşeye vekildir.” (Zumer 39/62)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---"İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kûn fe yekûn(yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.” (YâSîn 36/82)

“YuSEBBihu!. SEMÂ’Sı”-nda =>SeBBeHa.. TeSBih!. feSEBBih!.:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim--- "YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.(Cumâ 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..

Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar vede Kürreler-Galaksiler,
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılan ŞE'ENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILLarımız DEVR-ÂNı ANLarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâimindeyiz
İnşâe ALLAH..İşte her ZeRReye bahşedilen bu Rüşd Raksı, Yeniden Yartış Hareketi Merkezin DENGE için ÇEKimine karşı Merkezkaç DÜZEN Kuvvetini doğurup VARlığı oluşturmaktadır her ÂN ŞeÂNullahta…


NESL-i CEDîDi.: her ÂN Şe’ÂNuLLAHta KÛN fe yeKÛN Yeniden HALK ediş-Yaratış..

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---"İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin).: Eğer dilerse sizi giderir (yok eder) ve (sizin yerinize) yeni bir halk getirir.” (Fâtır 35/16)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---"E fe ayînâ bil halkı’l- evvel (evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd (cedîdin).: İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kaf 50/15)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min HABLİ’L- VERÎDi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.””(Kaf 50/16)


Şe’eNULLAH:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---''Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard (ardı), kulle yevmin huve FÎ ŞE’Nin: Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an YARATMA HALİndedir.” (Rahmân 55/29)

Şe’ÂN: her ÂN YENiden YARATış SeBBehâsı..
Şu ÂN <=> Şe’ÂN => ŞeHÂDeti..:SeBBeHa.. TeSBih!. feSEBBih!.:


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's- semâvâti ve mâ fî'l- ardıl meliki'l- kuddûsi'l- azîzi'l- hakîm (hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR." (Cumâ 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..

Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar ve de Kürreler-Galaksiler,
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılan ŞE'ENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILLarımız DEVR-ÂNı ANLarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâimindeyiz
İnşâe ALLAH..
İşte her ZeRReye bahşedilen bu Rüşd Raksı, Yeniden Yartış Hareketi Merkezin DENGE için ÇEKimine karşı Merkezkaç DÜZEN Kuvvetini doğurup VARlığı oluşturmaktadır her ÂN ŞeÂNullahta…



ALLAHu zü'L-CeLÂL'imiz KüLLî ŞEYy'i,
TEKVİN Sıfatları OLan KAZA-KADER-İRADE ve DİLEmesiyle Sürekli ve YENİden Yaratmaktadır.:

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
Resim---"Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırrun.: Yalan dediler, arzularına uydular. Halbuki, her iş (Allah takdirinde) yerini almıştır.” (Kamer 54/3)

لِّكُلِّ نَبَإٍ مُّسْتَقَرٌّ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Resim---"Li kulli nebein mustekar(mustekarrun), ve sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).: Her bir haber için 'kararlaştırılmış bir zaman (müstakar)' vardır. Siz de bileceksiniz.” (En’âm 6/67)

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ
Resim---"İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader(kaderin).: Muhakkak ki Biz, herşeyi, bir kaderle (takdir edilmiş olarak) yarattık.” (Kamer 54/49)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلاً مِّن قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ
Resim---"Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeten, ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), li kulli ecelin kitâb(kitâbun).: Andolsun, senden önce de elçiler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmaksızın (hiç) bir elçiye herhangi bir ayeti (mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tesbit edilmiş süre) için bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır” (Ra’d 13/38)



KÜLLî ŞEYy'i YARatAN ->HAKk TeÂLÂ.:

اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---"Allahu hâliku kulli şey’in ve huve alâ kulli şey’in vekîl (vekîlun).: Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır ve O, herşeye vekildir.” (Zümer 39/62 )

ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ لَّا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ
Resim---"Zâlikumullâhu rabbukum hâliku kulli şey’in lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tu’fekûn (tu’fekûne).: İşte o Allah ki, sizin Rabbinizdir. Herşeyi Yaratan’dır. O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz?.” (Mümin 40/62)


ResimResim

BedENimi ->FiiLimi ->DÜŞÜNcemi YARatAN ->HAKk TeÂLÂ.:

ALLAHu Zü'l-Celâl: “Kâinâtı ben yarattım! Bedenini ben yarattım! Fiillerini ben yaratmaktayım! Düşüncelerinizi de ben yaratırım..” buyurmaktadır..

Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü :

Resim

Sizi Yaratan BENim.:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---“Ve mâ halaktu'l- cinne vel inse illâ li ya'budûni.: Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.” (Zariyat, 51/56 )


FiiLLerinizi Yaratan BENim.:

وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
Resim---"Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn (ta’melûne).: Ve (oysaki) sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yarattı.” (Sâffat 37/96) (Zariyat, 51/56 )

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim ---“Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ (hasenen), innallâhe semîun alîm: Onları siz öldürmediniz (Bedir’de o kâfirleri kendi kuvvetinizle öldürmediniz), ama onları Allah öldürdü; (Ey Rasûlüm, bir avuç toprak) attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.” (Enfâl 8/17)


DÜŞÜNceLerinizi Yaratan BENim.:

وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim ---“Ve mâ teşâûne illâ en YEŞÂALLÂHu RaBBu'l- âlemin (âlemîne): Ve âlemlerin RaBBi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”(Tekvîr 81/29)

Resim

ÖZden de ÖZde AKRABa..
AŞKta CÂNda CÂNAN OLmak..:

BEN size sizden daha yakınım:


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---"Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi:Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız-AKRABAyız..””(Kaf 50/16)



Resim


3. SALÂVÂT-ı ŞERÎFEmİZ : İmâm-ı ALî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe:


Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen Gul »

Resim

ZEVK 1630

İÇimde SIDDIK SoLuğu-> ESer Seher YeLi gibi
ÂrifÂNLar
->AHmak değiL ->VeLi gibi-DeLi gibi
->SÖZümüz var >SIDDIK iLe
KûN fe yeKûN KuBBesinde
gÖZ YaŞımız BULuşacak Sırr-ı- SubhÂN SeLi gibi


KuL İhvÂNi

17.01.2000 13:10



ResimKuN fe Ye KÛN ÂYETLERİ:


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Resim---Bismillâhir rahmânir rahîm : Rahmân, Rahîm Allahın ismiyle (Fâtiha 1/1)


قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ

Resim---Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun): (Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı." (Neml 27/29)


إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Resim---İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm(rahîmi) : "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır."(Neml 27/30)


بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Resim---Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu):Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir. (Bakara 2/117)


قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Resim---Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu):Meryem: «Ey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl çocuğum olur?» dedi. Allah: «Öyle, Allah ne dilerse yaratır, O, birşeyi dilediğinde, yalnızca ona «Ol» der, o da hemen oluverir.» buyurdu. (Âli İmrân 3/47)


إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Resim---İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu): Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. (Âli İmrân 3/59)


وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ

Resim---Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), ve yevme yekûlu kun fe yekûn(yekûnu) , kavluhul hakk(hakku), ve lehul mulku yevme yunfehu fîs sûr(sûri), âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), ve huvel hakîmul habîr(habîru) :Gökleri ve yeri, yerli yerince yaratan O'dur. Bir şeye «ol» dediği gün hemen oluverir. O'nun sözü haktır. «Sûr»a üfürüldüğü gün de mülk ancak O'nundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, hikmet sahibi, her şeyden haberdardır. (En'âm 6/73)


إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Resim---İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu):Bizim herhangi birşey için sözümüz, onu murad ettiğimiz zaman, sade ona şöyle dememizdir: «Ol» hemen oluverir (Nahl 16/40)


مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Resim---Mâ kâne lillâhi en yettehıze min veledin subhâneh(subhânehu), izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu):Çocuk edinmek asla Allah'ın şanına yakışmaz. O bundan münezzehtir. O, bir şeyin olmasını dilerse, ona sadece «ol» der, o da oluverir.(Meryem 19/35)


إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Resim---İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu):Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.(Yâsîn 36/82)


هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ فَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Resim---Huvellezî yuhyî ve yumît(yumîtu), fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu):Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen oluverir.(Mu'min 40/68)


Resim

Hadis-i Kudsî: Ben insanın sırrıyım, sırrım onun sırrındadır." (Ruhu'l- Beyân Tefsiri c.3.s.8. (Beyrut))
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

AKLen KAFA GÖZüyle
NAKLen KALB GÖZüyle
BAK!.tığımızı GÖR!.düğümüzde;


I-) Kâinât’ta (Gezegen, hayvan, bitki v.b.) saat gibi işleyen milimetrik bir DÜZEN (Armoni) görmekteyiz..

II-) Madde’nin/Atomun, aklı olmadığına göre.. Hiçbir nesne KENDİ KENDİNE TESADÜFEN düzenli bir şeyi ortaya çıkaramaz. Muhakkak ki düzeni, programı, planı ortaya koyan bir akıllı varlık ÖZNE olması gerekir. Aklın ortaya koyduğu ”Her düzenli şeyin bir Düzenleyicisi bulunur.” ilkesi vardır.
Örnekler: Sıra düzenlidir ve bir planlayıcı öznesi olan marangozu vardır, binayı, uçağı yapan bir mühendis olduğu gibi..
Çünkü ağacın, çimentonun, demirin aklı olmadığına göre bu programı kendi kendine tesadüfen oluşturamaz…

III-) O halde bu Kâinâtta da bir düzen, uyum veren bir varlık olması gerekir ki –bu basit bir varlık olamaz örneğin 150.000 km. kılcal damarı 1.5 metreye insanoğlu BU DÜZENLE sığdıramaz.- O da gözle görünmeyen her şeye gücü yeten yüce bir varlıktır ki O da ALLAH celle celâlihu’dur..

Silm Akıl sahibi bir insan, dünyanın tesadüfen oluştuğu gibi bir iddianın yanlışlığını ise kolaylıkla anlar. Kısacası aklını kullanarak düşünen her insan ALLAH celle celâlihu'nun varlığının delillerini tüm açıklığı ile görebilir.:

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---"Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâbe’n- nâr (nârı).: Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)

وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاء مِن رِّزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---"Vahtilâfi’l- leyli ve’n- nehâri ve mâ enzelallâhu mines semâi min rızkın fe ahyâ bihi’l- arda ba’de mevtihâ ve tasrîfi’r- rîyâhı âyâtun li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve gece ve gündüzün ihtilâfı (birbirini takip etmesi) ve Allah’ın rızık olarak semadan (yağmur, kar gibi) şeyleri indirmesi, böylece arzı ölümünden sonra diriltmesi ve rüzgârları çevirip estirmesi, akıl eden kavim için âyetlerdir (delillerdir).” (Câsiye 45/5)

Bu nedenle ALLAH celle celâlihu, Kur'ÂN-ı Kerîm'de insanları çevrelerindeki yaratılış delillerini düşünmeye ve incelemeye çağırır. Tüm Kâinâtde var olan sistemleri, canlı ve cansız varlıkları inceleyen, gördükleri üzerinde düşünen ve araştıran her insan, Bizi, fiillerimizi ve düşüncelerimizi yaratan ALLAHu zü’L- CELÂL’in sonsuz Azamet ve Kudretiyle ilmini ve sonsuz gücünü tanımaya başlayacaktır. ALLAH celle celâlihu'nun insanları, üzerinde düşünmeye çağırdığı konulardan bazıları âyetlerde şöyle bildirilmektedir:

أَفَلَمْ يَنظُرُوا إِلَى السَّمَاء فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍ
Resim---"E fe lem yanzurû ilâ’s- semâi fevkahum keyfe beneynâhâ ve zeyyennâhâ ve mâ lehâ min furûcin.: Öyleyse üzerlerindeki semayı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve onun hiçbir çatlağı yoktur.” (Kaf 50/6)

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ
Resim---"Ve’l- arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli zevcin behîcin.: Ve arz; onu döşedik, yaydık ve oraya sağlam dağlar attık (yerleştirdik). Ve orada her çeşit bitkiden güzel çiftler yetiştirdik.” (Kaf 50/7)

تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
Resim---"Tebsıraten ve zikrâ li kulli abdin munîbin.: Münib olan (ALLAH celle celâlihu’ya yönelen: ALLAH celle celâlihu’ya ulaşmayı dileyen) bütün kullarına basiret olsun (onların kalp gözleri açılsın) ve (çok) zikretsinler (daimî zikre ulaşsınlar) diye.” (Kaf 50/8)

وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء مُّبَارَكًا فَأَنبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ
Resim---"Ve nezzelnâ mine’s- semâi mâen mubâraken fe enbetnâ bihî cennâtin ve habbe’l- hasîdi.: Ve gökten mübarek (bereketli) su (yağmur) indirdik. Böylece onunla bahçeler ve hasat edilen hububat yetiştirdik.” (Kaf 50/9)

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَّهَا طَلْعٌ نَّضِيدٌ
Resim---"Ven nahle bâsikâtin lehâ tal’un nadîdun.: Ve üst üste kümelenmiş tomurcukları olan uzun hurma ağaçları (yetiştirdik).” (Kaf 50/10)

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ
Resim---"Felyanzuri’l- insânu mimme hulıka.: Artık insan neden yaratıldığına baksın.” (Târık 86/5)

Örneğin, gözler üzerinde inceleme yapan bir bilim adamı, yalnızca insan gözündeki kompleks sistemi gördüğünde bunun asla tesadüflerle, aşamalı olarak meydana gelemeyeceğini hemen anlar. Biraz daha incelediğinde, gözün oluşumundaki her detayın mucizevî bir yaratılışı olduğuna şâhid olur. Gözün birbiriyle tam bir uyum içinde çalışan onlarca ayrı parçadan oluştuğunu görür ve onu yaratmış olan ALLAH celle celâlihu’ya olan hayranlığı kat kat artar. Aynı şekilde Kâinâti inceleyen bir bilim adamı, kendini bir anda binlerce mucizevî dengeyle karşı karşıya bulur. Sınırlarını belirlemenin mümkün olmadığı uçsuz bucaksız uzayda yer alan milyarlarca galaksi ve bu galaksilerdeki milyarlarca yıldızın büyük bir uyum içinde varlıklarını sürdürebilmesi ona büyük bir araştırma şevki verir.
Bunlardan dolayı, iman sahibi bir insan bilimsel araştırmalar yapmak ve Kâinâtin sırlarını öğrenmek konusunda, son derece istekli ve kararlı olur.

Çağımızın en büyük dehâsı olarak kabul edilen Albert Einstein, bir yazısında iman eden bilim adamlarının dinden aldıkları bu ateşleyici gücü şöyle dile getirmiştir:
"Ben şunu iddia edebilirim ki, dini, kozmik yönden sezişler, bilimsel çalışmalarda çok daha kuvvetli hissedilmektedir.”

Şüphesiz ki bu duyguyu, bilimsel zihniyeti ile ilk kuranlar en kuvvetli sezmişlerdi. Kâinâtin yapısını, bilimsel ve akılcı bir şekilde anlamak, insana en derin iman duygusu verir.
Yıllarca çalışma sonunda kavradıkları Kâinât anlayışı, Kepler ve Newton'a böyle derin duygular vermiştir.:
Johannes Kepler:
“Yaratıcı'nın eserlerindeki lezzeti tatmak için bilimle ilgilendiğini” söylerken,
Tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan İsâac Newton ise:
“Bilimsel araştırmalarını yapma çabasının ardındaki sebebin ALLAH celle celâlihu'yu bulup tanımak isteği olduğunu” ifâde etmiştir.
A.Einstein, insanların hedeflerini belirlerken dini gerçeklerden yola çıkmaları gerektiğini şöyle ifade etmiştir:
“İnsanın gerçek hedefini din belirler. Ancak hangi vasıtalara başvurulması gerektiği noktasında bilimin de söyleyeceği şeyler vardır. Bilim, gerçeği eksiksiz öğrenmek isteyenler tarafından şekillendirilip belli çerçevelere icrâ edilerek kurulur. Ama, temelde, bunun kaynağında da büyük ölçüde yine din vardır. Ben derin bir imânâ sahip olmayan herhangi bir bilim adamı düşünemiyorum!.”

Dünyada öldükten sonra yok olacaklarına inanıp Âhiret hayatını; ALLAH celle celâlihu’yu ve ALLAH celle celâlihu’nun Kâinâti-Maddeyi yarattığını inkar edenlerin söylediği sözler Kur'ÂN-ı Kerîmde aşağıdaki âyetlerde de şöyle belirtilmiştir..


أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
Resim---"E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le meb’ûsûn (meb’ûsûne).: Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz, mutlaka beas edilenler (diriltilenler) mi olacağız?” (Sâffat 37/16)

وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ
Resim---"Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtunâ’d- dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illâ’d- dehr (dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilmin, in hum illâ yezunnûn (yezunnûne).: Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden (nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar.” (Câsiye /24)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

AKL-ı SİLM SÂHİBLERİ İÇİN
KuR'ÂN-ı KeRîM ve BİLİMSEL ÂYETLERi.:


Resim

KÂİNÂTDEKİ EŞSİZ DENGE:

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ
Resim---""İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader (kaderin).: Muhakkak ki Biz, herşeyi, bir kaderle (takdir edilmiş olarak) yarattık.” (Kamer 54/49)

اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ
Resim---"Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdul erhâmu ve mâ tezdâd (tezdâdu), ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr (mıkdârin).: Allah bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O’nun katında herşey bir miktarla takdir edilmiştir.” (Ra’d 13/8)


YER ÇEKİM KANUNU:

الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لأَجَلٍ مُّسَمًّى يُدَبِّرُ الأَمْرَ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لَعَلَّكُم بِلِقَاء رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Resim---"Allâhullezî rafea’s- semâvâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alâ’l- arşı ve sehhara’ş- şemse ve’l- kamer (kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ (musemmen), yudebbiru’l- emre yufassılu’l- âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn (tûkınûne).: Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.” (Ra’d 13/8)

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَابَّةٍ وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
Resim---"Halaka’s- semâvâti bi gayri amedin teravnehâ ve elkâ fî’l- ardı ravâsiye en temîde bikum ve besse fîhâ min kulli dâbbet (dâbbetin), ve enzelnâ mine’s- semâi mâen fe enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm (kerîmin).: Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yarattı ve sizi sarsar (sarsmasın) diye sabit ve yüksek dağlar oluşturdu. Orada her çeşit yürüyen hayvandan üretip yaydı. Ve gökten su indirdik, böylece orada her kerim (ikram edilmiş) bitkiden çift yetiştirdik.” (Lokmân 31/10)

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Resim---"Ve’s- semâe rafeahâ ve vadaa’l- mîzân (mîzâne).: Ve semâ; onu yükseltti (astrofizik kurallara göre büyük patlama teorisi gereğince içten dışa bir genişleme ve yükselme olayını gerçekleştirdi) ve mizanı (ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin dengesini) vazetti.” (Rahmân 55/7)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاء أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---"E lem tera ennallâhe sahhara lekum mâ fî’l- ardı vel fulke tecrî fî’l- bahri bi emrihî, ve yumsiku’s- semâe en tekaa alâ’l- ardı illâ bi iznihî, innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm (rahîmun).: Allah’ın yeryüzündeki herşeyi size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmedin mi? Ve gemiler, denizde onun emri ile akıp gider. Ve Allah’ın izni olmadıkça semânın, arz üzerine (yeryüzüne) düşmesini önler (semâyı arzın üzerine düşmemesi için tutar). Muhakkak ki Allah, insanlara Rauf’tur, Rahîm’dir.” (Hacc 22/65)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim İSLÂM BİLİM ADAMLARININ GÖZÜYLE KuR'ÂN-ı KeRîM.:


Fahreddin-i Razî: "ALLAHu Teâlâ'nın mahlûklarını inceleyen fen adamları, O'nun büyüklüğünü herkesten iyi anlarlar."

Resim

FAHREDDİN-i RAZÎ KİMDİR?.:

Fahreddin Râzî, dinî ilimlerde olduğu kadar pozitif bilimlerde oldukça başarılı bir bilim adamıydı. Özellikle fizik konularıyla ilgilenmiş, cisimlerin hareketi ve ses üzerine çalışmıştır. Râzî'nin şüphesiz en önemli eseri “Mefatihu’l- Gayb” isimli Kur'ÂN-ı Kerîm tefsiridir.
Horasan’da yetişmiş, meşhur din ve fen âlimi. İsmi, Muhammed bin Ömer bin Hüseyin bin Hüseyin bin Ali et-Teymî el-Bekrî’dir. Künyesi Ebû Abdullah ve Ebü’l-Me’âlî, lakabı Fahrüddîn’dir.
Allâme, Şeyhülislâm ve Fahr-i Râzî denilmiş, İbn-i Hatîb-ir-Rey (Rey Hatîbi’nin oğlu) diye tanınmıştır. Soyu Kureyş Kabîlesine ulaşır. Aslen Taberistanlıdır. 1149 (H.544) senesinde Rey şehrinde doğdu. 1209 (H.606) senesinde Herat’ta vefât etti.
Fahrüddîn-i Râzî, önce büyük bir âlim olan babası Ziyâüddîn Ömer’den ders aldı. Babası, Muhyissünne Muhammed Begavî’nin talebelerindendi. Râzî fen ilimlerini Necd-i Cîlî’den, fıkıh ilmini Kemâl Simnânî’den öğrendi.
Bunlardan başka asrının büyük âlimleriyle görüştü ve onlardan ilim öğrendi. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ Hazretlerinin sohbetinde bulunmak sûretiyle tasavvufta olgunlaştı.
Tahsilini bitirip, ilimde yüksek derecelere kavuştuktan sonra, bâzı seyâhatler yaptı. Harezm’de bozuk îtikâd sâhibi Mûtezileye mensup kimselerle münâzaralarda bulundu. Daha sonra Mâverâünnehr’e gitti. Buradan memleketine dönen Fahrüddîn-i Râzî, daha sonra Gazne’ye, oradan da Horasan’a gitti.
İlimdeki yüksekliği sebebiyle, Sultân-ı Kebîr Alâüddîn Muhammed Harezmşâh’ın sevgi ve saygısını kazandı. Sultan sık sık onun ziyâretine giderdi. Bir müddet Herat’ta kalan Fahrüddîn-i Râzî, bozuk bir inanca sâhib olan “Kerrâmiyye” mensuplarının îtikatlarının yanlış olduğunu delilleriyle ispatladı.
Fahreddîn-i Râzî, yalnız Arabî ilimlerde değil, zamânın bütün ilimlerinde mütehassıs idi. Bu yüzden gittiği her yerde sultanların iltifâtını kazandı. Sultan Gıyâseddîn Gûrî onun için, Herat’ta bir medrese yaptırdı.
Kerrâmiyye îtikâdında olan halk, sultânın ona olan iltifâtlarını çekemeyip fitneye sebeb olduklarından, buradan da ayrılmak zorunda kaldı ve gittiği her yerde ilimle meşgûl oldu. İlim ve irfâna susayanlar, âlimler, gittiği her yere peşinden gittiler.
Fahrüddîn-i Râzî Hazretleri: “Kendilik BİLinci her türlü BİLgiyi ÖNceler; kendini BİLmeyen bir şeyi de BİLemez; çünkü BİLmek, BİLdiğini BİLmekle başlar..”

Pekçok âlim yetiştiren Fahrüddîn-i Râzî kaddesallahu sırrahu 1209 (H.606) senesinde Heret’ta vefât etti.
Kerramilerce zehirletilerek öldürüldüğü de nakledilir. İbni Hallikan’a göre, kendisini mülhidlikle suçlayanların naaşına herhangi bir zarar vermemesi için vasiyetine uygun olarak Herat yakınlarındaki Muzdahan köyü civarında defnedilmiştir.
Fahrüddîn-i Râzî Hazretleri; tefsir, fıkıh, kelâm ve usûl-i fıkıh gibi dînî ilimlerde çok derin bir âlim olduğu gibi, Arap dili, felsefe, mantık, edebî ilimler, matematik, kimyâ, astronomi, tıb gibi zamânın fen ilimlerinde de söz sâhibiydi. Bundan dolayı “allame” unvanıyla da anılmıştır.
Eserleri ve talebeleri vasıtasıyla görüşleri yayılmış, tesirleri çağını aşmıştır. İyi bir hatip olduğu için her zümreden dinleyicileri vardı. Hitabeti sayesinde yaptığı münazaralarda başarı gösterdi ve ehli bidate mensup pek çok kişinin Ehlisünnet’e intisab etmesini sağladı. Hristiyanlarla da çeşitli tartışmalar yaptı. Fikri mücadelelerini daha çok Mutezile, Kerramîyye, Felasife ve Batınîyye gruplarına karşı yürüttü.
Tefsirinde dirayet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden sonra gelen hemen bütün müfessirlere kaynak olmuştur. Kur'ÂN-ı Kerîm’i tefsir ederken döneminde mevcut bütün ilimlerden faydalanıp ilmi tefsir hareketine öncülük yapmıştır.
Ona göre en doğru tefsir Kur’ÂN’ın yine Kur’ÂN’la yapılan tefsiridir..

O zaman İslâm âleminde ortaya çıkan bid’atleri, yanlış îtikâd sâhiplerinin ve filozofların bozuk düşüncelerini en ince teferruâtına kadar araştırarak, onların bozuk ve yanlış olduğunu delilleriyle ispat etmiş, Müslümanları onların sapık ve yanlış sözlerine aldanmaktan kurtarmıştır.
Fahrüddîn-i Râzî de, İmâm- Gazâlî ve İmâm-ı Beydâvî gibi Ehl-i sünnet îtikâtında, yâni Eshâb-ı kirâmın ve onların talebelerinin yolundaydı. Bunların zamânında türeyen bid’at fırkaları ilm-i kelâma felsefeyi karıştırdılar. Hattâ, îmânlarının esâsını felsefe üzerine kurdular.
Bu üç imâm, bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet îtikâdını müdâfaa ederken ve onların sapık fikirlerini çürütürken, felsefecilere de geniş cevaplar verdiler. Onların bu cevapları, Ehl-i Sünnet Mezhebine felsefeyi karıştırmak olmayıp, kelâm ilmini, kendisine karıştırılmak istenen felsefî düşüncelerden temizlemektir.
Din ilimlerindeki otoritesi yanında, fen ilimlerinde özellikle fizik ve tabîat ilimleri sâhasında asrının bir tânesiydi. Bu ilim dallarının gelişmesinde büyük katkıları oldu. Fiziğin temel konularından olan hareket, sürat, zaman-mekân ve enerji konularını derinlemesine araştırdı. Aralarında sıkı münâsebet bulunduğunu belirtti.
Kuvvetin, şiddet ve süre îtibârıyla arz ettiği farklılıkları gösterdi. Ağır bir cismin uzayda durabilmesi için kendi ağırlığına eşit bir kuvvete muhtac olduğunu ve bu kuvvet devâm ettiği sürece cismin uzayda durabileceğini delîllendirdi. Mekaniğin temellerinden olan birinci ve üçüncü hareket kânunlarını da, gâyet açık ve esaslı bir şekilde ortaya koydu.
Ayrıca, ışık ve ses konularını da inceledi. Görme olayının ışık vâsıtasıyla gözde teşekkül ettiğini, renklerin de ışık sebebiyle meydana geldiklerini ve ışıksız cisimlerde herhangi bir rengin mevcud olamayacağını söyledi. Ona göre suda dalgalanma olduğu gibi, havada da dalgalanma meydana gelmekte; bundan da ses ortaya çıkmaktadır.
Eserleri:
Râzî'nin şüphesiz en önemli eseri “Mefatihu’l- Gayb” isimli Kur'an tefsiridir. “Tefsir-i Kebir/Ulu Tefsir” diye de bilinen kitabın ismi Türkçeye “Gaybın Anahtarları” şeklinde çevrilebilir. Bu eser sistematik olma yönüyle tefsir alanının öncü çalışmalarından kabul edilir. Nesefî, bu tefsirin kısaltılmış şeklini içeren “Vâdıh” isimli bir kitap yazmıştır..

Resim


Ali Fuad Başgil: "İlim ile din, birbirini inkâr etmez, bilâkis tamamlar. Çünkü bunlardan biri aklın, diğeri gönlün (kalbin) ışığıdır. Ve insan ne yalnız akıldan, ne de gönülden ibârettir. Fakat hem akıl, hem de gönül sahibi bir varlıktır. Dinsiz ilim belki aklı tatmîn eder, fakat muhakkak ki gönlü karartır. Nitekim ilimsiz din de ruhu ve gönlü ışıtır, fakat aklı karanlıkta bırakır. Binaenâleyh, insanlığın hayrı ve faydası, ne bugün olduğu gibi yalnız ilme bağlanmaktır, ne de orta zamanlarda olduğu gibi yalnız dine sarılmaktır. Fakat her ikisine birden sahip olmaktır." demiştir.

Resim

ALİ FUAD BAŞGİL KİMDİR?.:

Ali Fuat Başgil 1893 yılında Samsun'un Çarşamba ilçesinde doğdu. İlkokulu Çarşamba'da, ortaokulu ise İstanbul'da bitirdi. 1. Dünya savaşı'nın başlamasıyla eğitimini yarıda bırakıp yedek subay olarak askere gitti. 4 yıl boyunca Kafkas cephesinde görev yaptı. Eğitimini tamamlamak için gittiği Fransa'da liseyi okudu. Daha sonra Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğrenimini tamamladı. Bunun yanında Paris Edebiyat Fakültesi felsefe bölümü ile Paris Siyasi İlimler Merkezi'ni de bitirdi. Türkiye'ye dönerek İstanbul Üniversitesi'nde Anayasa Hukuku dersleri verdi. Adalet Partisi hareketi içerisinde siyasete atıldı. 15 Ekim 1961 seçimlerinde AP listesinden bağımsız Samsun milletvekili seçildi.
Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koyması, Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanlığında ısrar eden askeri kesimden gelen yoğun tepkilerle karşılaştı. 24 Ekim 1961 gecesi Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay tarafından götürüldüğü Başbakanlık'a bazı Milli Birlik Komitesi üyesi subaylarınca "hayatınızı garanti edemeyiz" denilerek tehdit edilmesinin ardından adaylığından vazgeçti. Öte yandan Cumhuriyet Senatosu üyeliğinden de istifa ederek yurt dışına çıktı. Bunu izleyen yıllarda Cenevre Üniversitesi'nde dersler verdi. Aynı üniversitede Türk Dili ve Türk Tarihi Kürsüleri'nde başkanlık yaptı. Adalet Partisi'nin %52 oy oranıyla tek başına kazandığı 1965 seçimlerinde Türkiye'ye dönerek İstanbul milletvekili seçildi. Ali Fuat Başgil 17 Nisan 1967 tarihinde İstanbul'da vefât etti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi. Başgil, yaşamı boyunca pek çok eser de kaleme almıştır. .

ESERLERİ.:

- La Vie Juridique des Peuples.
- Klasik Ferdî Hak ve Hürriyetler Nazariyesi ve Muasır Devletçilik Sistemi.
- Esas Teşkilat Hukuku Dersleri.
- Türkiye İş Hukuku.
- Hukukun Ana Müessese ve Meseleleri.
- Cihan Sulhu ve İnsan Hakları.
- Türkçe Meselesi.
- Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı.
- Demokrasi ve Hürriyet.
- Gençlerle Başbaşa.
- Din ve Laiklik.
- Vatandaş Hak ve Hürriyetlerinin Korunması ve Anayasamızın Eksiklikleri.
- 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BATILI BİLİM ADAMLARININ GÖZÜYLE KuR'ÂN-ı KeRîM.:

“İnsanın gelişimi hakkında Kur’ân'daki ifadelerin açıklanmasında yardımcı olmak benim için çok büyük bir zevk. Ben kesin olarak söylüyorum ki bu ifadeleri Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e ALLAH vermiştir, çünkü bu bilginin çoğu pek çok yüzyıl sonrasına kadar keşfedilmedi. Bu bana şunu kanıtlıyor ki, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ALLAH'ın elçisidir.”
(Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü, seçkin bir embriyolog ve pek çok tıp ders kitabının yazarı)

“... İnsan embriyosunun geçirdiği evreler kompleks olduğundan -ki bunu gelişim sırasındaki sürekli değişim sürecine borçludur- Kur’ân ve sünnetteki deyimler kullanılarak yeni bir sınıflama sistemi önerilmiştir. Önerilen sistem basittir, çok kapsamlıdır ve günümüzdeki embriyolojik bilgiyle tam uyum halindedir.”
(Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü)

“Son dört yıldır Kur’ân ve hadislerle ilgili yapılan yoğun çalışmalar sonucunda, insan embriyosunu bölümlere ayıran yeni bir sistem ortaya çıkmıştır ki, bu MS 7. yüzyılda kaydedildiği için çok şaşırtıcıdır... Kur’ân'daki açıklamalar MS 7. yüzyıldaki bilimsel bilgiye dayalı olamazlar...”
(Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü)


Resim

“Kâinâtin ortak kökeni gibi konuları bilmesinin imkansız olduğunu düşünüyorum, çünkü bilim adamları bunu son derece komplike ve gelişmiş teknolojik metotlar kullanarak son birkaç yıl içinde bulabilmişlerdir… 1400 yıl önce nükleer fizik hakkında hiçbir şey bilmeyen bir kişi, örneğin; yeryüzünün ve gökyüzünün aynı kaynaktan geldiğini veya burada tartıştığımız diğer soruların cevablarını kendi bulamaz.”
(Prof. Alfred Kroner, Almanya, Mainz Üniversitesi jeobilim profesörü, dünyanın en ünlü jeologlarından)


Resim

“… Ben inanıyorum ki Kur’ân'da 1400 sene önce ifade edilmiş olan her şey doğrudur ve bilimsel yollar ile kanıtlanabilir… Bu, tüm bilimleri bilen ALLAH'ın ilhamıdır. Böylece, şunu söylemenin vakti gelmiştir, "ALLAH'tan başka İlah yoktur ve Hz. Muhammed sallALLAHu aleyhi ve sellem O'nun elçisidir".”
(Prof. Tejatat Tejasen, Tayland, Chiang Mai Üniversitesi embriyoloji ve anatomi departmanının başkanı)


Resim

“Kur'ÂN-ı Kerîm birkaç yüzyıl evvel gelmiştir ve ne keşfettiysek teyid etmiştir. Bu demektir ki Kur'ÂN-ı Kerîm, ALLAH'ın sözüdür.”
(Prof. Joly Sumson, jinekoloji profesörü)


Resim

“İlim, insanlığa, telgrafı, elektriği, teşhisi ve bir takım hastalıkları tedâvi çârelerini verdi. Din de ferdlerde ruhî sükûneti ve ahlâkî muvazeneyi te'min eder. İlim ve din, kâinatın hazinelerini açmak için kullandığımız hakikî iki anahtardır. İnsan ilimden istifade eder, fakat din ile yaşar..”
(William James)

WİLLİAM JAMES KİMDİR?.:

Psikolojide işlevselcilik haɾeketinin öngöɾücüsü, pɾagmatizmin öncüsü ABD'li filozof ve psikolog..

William James, 11 Ocak 1842 tarihinde ABD'nin New York şehrinde zengin ve tanınan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İrlanda asıllı zengin bir göçmen ailenin çocuğudur. Çocukluğu Avrupa'da seyahatlerde geçti. Önceleri düzenli bir öğrenim göremedi. Sonra New York, Boulogne, Cenevre, İngiltere, Almanya ve İtalya’da öğrenim gördü.
Sonradan Harvard Üniversitesi'nde tıp ve tabiat bilimleri tahsili yaptı. 1869'da tıp doktoru, 1885'de Harvard Üniversitesi'nde profesör oldu. Burada fizyoloji, biyoloji, felsefe ve psikoloji dersleri verdi. İlk önemli eseri “Psikolojinin Prensipleri”dir (1890).
Felsefi sistemin esaslarını "Pragmatizm" (1907) adlı kitabında ortaya koydu. Felsefi görüşü pratiklik, faydalılık ve verimlilik kavramlarına dayanır.

James'e göre bilgi, kişilik, bilinç, gerçek düşünce gibi şeyler faydalılık, verimlilik, pratiklik ölçüsüyle değerlendirilir. Mühim olan teori değil, iş ve uygulamadır; hayatta var olan, uygulanabilen ve bir etki meydana getiren şey gerçektir. Zihnen ve soyut olarak ne kadar doğru olur veya görünürse görünsün pratiği olmayan ve hayatta bir etki meydana getirmeyen şey bir değer ifade etmez ve gerçek de sayılmaz.

Amerika'daki ilk psikoloji laboratuvarını oluşturmuş olan James, pragmatizm, "sonuçlar nelerdir?" diye sormakta ve düşüncenin yüzünü, eylem ve geleceğe yöneltmektedir. Nitekim James, yaşamı doğrudan ilgilendiren somut olgulara, eylemlere, insanın yaşamını şimdi ve yakın gelecekte doğrudan etkileyen güç ve eyleme önem vermiştir. O, yararlılıkla, yalnızca bireyin maddî ihtiyaçlarının karşılanmasını değil, aynı zamanda insanın ve toplumun gelişmesine katkıda bulunan her şeyi anlatmak ister.
Bu anlamda din, James'e göre, tümüyle doğrudur ve din konusunda, dinin sonuçlarına bakarak yargıda bulunmak gerekir. O, dinin metafizik bir değere sahip olup olmadığını bilmediğini söyler. Fakat din, James'e göre, her durumda yararlı bir varsayımdır..


Resim

Geçtiğimiz yıllarda ölen ünlü İngiliz bilim adamı Sir Fred Hoyle, hücredeki kompleks yapı karşısında ortaya çıkan sonucu şöyle özetlemektedir: “Aslında, yaşamın akıl sahibi bir Varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir..”
(Sir Fred Hoyle)

SİR FRED HOYLE KİMDİR?.:

Fred Hoyle; (d. 24 Haziran 1915, Bingley, Yorkshire, İngiltere – ö. 20 Ağustos 2001) Kâinâtin yapısına ilişkin durağan hal varsayımının önde gelen savunucularından olan İngiliz matemâtikçi ve astronomdur. Bu kurama göre, sürekli genişliyor olmasına karşın, aynı hızda yeni madde katılımı nedeniyle Kâinâtin ortalama yoğunluğu sabit kalmaktadır.
Cambridge’deki Emmanuel College’da öğrenim gören Hoyle, II. Dünya Savaşı sırasında altı yıl İngiliz Deniz Kuvvetleri’nde görev yaptı. 1945’te Cambridge’e dönerek matemâtik dersleri vermeye başladı. Üç yıl sonra, astronom Thomas Gold ve matemâtikçi Hermann Bondi ile birlikte durağan hal varsayımını yeniden canlandırdı. Hoyle, Einstein’ın görelilik kuramının çerçevesinde, durağan hal kuramının matemâtiksel temelini geliştirdi ve Kâinâtin genişlemesi ile madde oluşumunu birbirine bağıntılı duruma getirdi.
1950’lerin sonları ile 1960’ların başlarında durağan hal kuramına ilişkin tartışmalar yoğunlaştı. Uzak gökadalara ve öteki olgulara ilişkin gözlemler, durağan hal varsayımını çürüten ve büyük patlama (big-bang) kuramını destekleyen sonuçlar verdi; bu nedenle çoğu kozmolog büyük patlama modelini destekler oldu. Hoyle’un kendisi de bazı sonuçlarını değiştirmek zorunda kaldı ama bir yandan da, her yeni kanıtı kuramını destekleyecek biçimde yorumladı.
Wilson Dağı ve Palomar gözlemevlerinde (bugün Hale Gözlemevleri) çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra, 1957’de Royal Society’nin üyeliğine seçilen Hoyle, nükleer fizikçi William Fowler ve öteki ABD’li bilim adamları ile birlikte yıldızların ve yıldızlardaki elementlerin kökenlerine ilişkin çeşitli kuramlar geliştirdi. 1966’da Cambridge’deki Kuramsal Astronomi Enstitüsü’nün yöneticiliğine getirildi, 1972’de de “sir” unvanı aldı. Hoyle’un en tanınmış popüler bilim kitapları, The Nature of the Universe (1951; Kâinâtin Doğası), Frontiers of Astronomy (1955; Astronominin Sınırlan), Astronomy and Cosmology (1975; Astronomi ve Kozmoloji), Ten Faces of the Universe (1977; Kâinâtin On Yüzü) ve Ice’dır (1981; Buz). Ayrıca çeşitli romanlar, oyunlar ve öykü kitapları yazmıştır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

“Bir Tabiat Kanununu ifâde eden her formül, ALLAH'ı öven bir İlâhîdir..” (Maria Mitchell)

MARİA MİTCHELL KİMDİR?.:

Maria Mitchell, (1818 –1889), Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk profesyonel kadın astronomdur. 1847 yılında “Bayan Mitchell’in Kuyruklu yıldızı” olarak bilinen yeni bir kuyruklu yıldız keşfetmiştir. Mitchell, bu keşfi sebebiyle Danimarka kralı VI. Frederik tarafından altın madalyaya ödüllendirilmiştir.
Yaptığı keşif, ona diğer bilim adamları ve astronomlar arasında büyük bir saygınlık kazandırdı. 1865’te Vassar Ünivesitesi’nde astronomi profesörü olmuş ve öğrencileriyle birlikte güneş lekelerinin fotoğraflarını çekmiştir. İlk kadın astronomun onuruna Nantucket’taki gözlemevine “Maria Mitchell Gözlemevi” adı verilmiştir.

Maria Mitchell, Quaker Hıristiyan hareketine mensup bir aile içinde büyüdü. Quaker Tarikatı üyeleri, çocuklarının eğitimine önem vermekteydi. Yoksa 19. yüzyılda kız çocuklarının eğitimi konusunda günümüzdeki gibi bir zihniyet söz konusu değildi.

Yirmili yaşlarda mezhep öğretilerini sorgulamaya başlamıştır. Kilise katılımına ve öğretilerine önem vermedi ve hayatının geri kalanını üyelikten çıkarılmış olarak geçirdi. Üniteryen düşüncesini benimsedi. 1869’da Amerikan Felsefe Topluluğu’na seçildi. Bu topluluğa seçilen ilk kadındır.

Bilimin tehlikeleri ile ilgili bir vaaz duyduktan sonra “Sürekli ilerleyen ve devam eden bilimsel araştırmalar, ALLAH’nın çalıştığı yeni yolları ortaya çıkaracak ve bize bilinmeyenlerin daha derin açıklamalarını getirecektir” demiştir.

Köleliğe karşı gelmiş, kadınların oy hakkını savunan süfrajet hareketine destek olmuştur. Maria Mitchell, 28 Haziran 1889’da Massachusetts’de, yetmiş yaşında hayatını kaybetmiş ve Nantucket’taki Prospect Hill Mezarlığı’nda aile üyelerinin yanına gömülmüştür. 1 Ağustos 2013’te, Google, Maria Mitchell’i bir evin çatısında teleskopu ile kuyruklu yıldızlara bakarken tasvir eden bir “Goodle Doodle” tasarlamıştır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YARATANımız ve KAİNATı..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim ** (Max Planck) "Hangi sahada olursa olsun, ilimle ciddî şekilde meşgul olan herkes, ilim mâbedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: "İmân et!. İman, ilim adamının vazgeçemeyeceği bir vasıftır."
(Max Planck)

MAX PLANCK KİMDİR?.:

Alman bilim adamı ve Kuantum Kuramı'nın kurucusudur. 1918 Nobel Fizik Ödülü sahibi..
Max Planck, 23 Nisan 1858 tarihinde Almanya’nın Kiel şehrinde doğmuştur.
Tam adı Max Karl Ernst Ludwig Planck’dır. Babası Kiel Üniversitesi'nde hukuk profesörüydü.
Max Planck, Orta ögrenimini Münih'te Max Millian Lisesi'nde tamamladı. Lisedeki fizik öğretmeninin etkisinde fiziğe özel bir ilgiyle bağlandı.
Liseden sonra Münih ve Berlin Üniversitesi’nde seçkin fizik profesörlerin Kirchoff ve Hemholtz’un yanında öğrenime başladı 1879’da Münih Üniversitesi’nden mezun oldu. Burada beş yıl öğretim görevliliğinden sonra Kiel Üniversitesi’nde matemâtik profesörü oldu. 1889’da Kirchoff’tan boşalan kürsüye çağrıldı ve 1928’de emekliye ayrılana dek bu görevinden ayrılmadı. 1930 yılında Berlin’deki Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nün başkanlığına seçildi. 1937 yılında Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nün başkanlığından, ertesi yıl Prusya Bilimler Akademisi’nden ayrıldı.

"Kuantum Kuramı"nı geliştirmiştir. Termodinamik yasaları üzerine çalıştı. Kendi adıyla bilinen "Planck sabiti"ni ve "Planck ışınım yasası"nı buldu.
19. yüzyılın sonlarında ısıtılarak kızıl-kor hale gelmiş bir metalin çıkardığı ısı ve ışık radyasyonunun niteliği pek çok fizikçinin ilgisini çeken bir problem oluşturuyordu. Özellikle radyasyonu yalnız sıcaklık faktörüne dayanan "kara cisim" denilen aydınlatma standardı, ideal bir durum ortaya koyduğundan, çalışmalar daha çok bu tür radyasyon üzerinde toplanmıştı.
Bilindiği gibi, ateşte kızdırılan bir maşadan, önce spektrumun kızıl-altı kesimine düşen uzun dalgalı radyasyonlar çıkmaya başlar. Bu süreçte maşa önce kırmızı, sonra turuncu, daha sonra sarı, en sonunda diğer renklerin eklenmesiyle beyaz görünür.
Sıcaklığın daha da artmasıyla radyasyon spektrumun morötesi kesimine göre gözle görülemeyecek kadar kısa dalgalara dönüşür. Kara cisim (veya herhangi bir metal) spektrumu enerjinin farklı dalga uzunlukları arasında nasıl dağıldığını göstermektedir.
Planck'ın yetkin örnek olarak aldığı kara-cisim üzerinde yürüttüğü kuramsal çalışması 1900'de yayımlanır. Çalışmanın dayandığı temel düşünce şuydu: Madde her biri kendine özgü titreşim frekansına sahip ve bu frekansla radyasyon salan vibratörlerden ibarettir. 1900 yılında Kuantum Mekaniğini keşfetmiştir.

Çözümüne deneysel verileri matemâtiksel olarak dile getiren masum bir formül gözüyle bakıyordu. Oysa, "kuvantum" dediği bir enerji paketi ile bir dalga frekansı arasındaki ilişkiyi belirleyen denklemi , bilimde yeni bir devrimin temel taşıydı [Denklemde E enerjiyi, radyasyon frekansını, ise Planck sabiti denen sayıyı ( ) göstermektedir]. Buna göre, bir enerji kuvantumu, dalga frekansıyla Planck değişmezinin çarpımına eşittir (ışık hızı gibi doğanın temel değişmezlerinden sayılan h, herhangi bir radyasyon enerji miktarının dalga frekansına orantısını simgelemektedir).
Planck’ın buluşu, enerjinin sürekliliği fikrini temelden sarsıyordu. Kaldı ki, çok geçmeden Albert Einstein'in 1905'te ortaya koyduğu "Fotoelektrik etki" diye bilinen teorisiyle ışık da kuvantum teorisinin kapsamına girer. Böylece ısı, ışık, elektromanyetizma vb. radyasyon türlerinin tümünün kuvanta biçiminde verilip alındığı hipotezi doğrulanmış olur. Bu hipotez daha sonra Bohr, Schrödinger, Heisenberg vb. bilim adamlarının önemli katkılarıyla çağımız fiziğine egemen kuvantum mekaniğine dönüşür. Planck, istemeyerek de olsa bu büyük devrimin öncüsüydü.

Doğa olgularını mekanik modellere oturtarak değil, soyut matemâtiksel ilişkilere indirgeyerek açıklama yoluna giden ikinci ve belki de daha önemli bilimsel devrim Max Planck’ın başlattığı Kuantum Kuramı ile gerçekleşmiştir (Birincisi Einstein’ın Görecelik Kuramlarıdır).
1918 yılında Nobel Fizik Ödülü verildi.

Max Planck, ilk eşi çocukluk arkadaşı Marie Merck ile 1885 yılında evlendi. 1909 yılında eşi ölünce, kuzeni Marga von Hösslin ile evlendi.
Max Planck, yaşantısı boyunca mutsuz olaylarla karşılaştı. Çok sevdiği ilk karısını 1909 yılında kaybetti. Büyük oğlu Karl,1916 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nda cephede öldü. Çok bağlı olduğu ikiz kızları vardı. Biri doğum yaparken öldü. Hayatta kalan diğer kızı, kardeşinin bebeğini bakmak üzere aldı, ama eniştesine aşık oldu. Evlendiler ve iki sene sonra doğum yaparken o da öldü.1944 yılında Berlin’deki evi müttefik bombardımanları sırasında isabet aldı. Bütün notlarını, günlüklerini, kitaplarını ve belgelerini kaybetti.

Planck, Hitler rejimine karşı çıktığı için, savaşın bitimine kadar çeşitli güçlüklere uğradı. Hayatta kalmış İkinci ve tek oğlu olan Erwin, 1944'te Adolf Hitler’e düzenlenen suikastta yer aldığı için idam edildi.
Naziler yaşlı Planck’a, "Nazizme inanç ve bağlılık duyurusunu imzala, oğlun idamdan kurtulsun" önerisini getirdiler. Planck, tek umudu olan oğlunun ölümü pahasına, yaşam anlayışına ters düşen duyuruyu imzalamadı.
İkinci Dünya savaşının bitmesinden sonra Göttingen’e yerleşen Max Planck, 4 Ekim 1947 tarihinde Göttingen'de öldü..



Resim

"Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır."
"Kâinatın Yaratıcısına olan inanç, ilmi araştırmanın en kuvvetli ve en asîl muharrik gücüdür."

(Albert Einstein)


ALBERT EİNSTEİN KİMDİR?.:

Albert Einstein (14 Mart 1879 - 18 Nisan 1955); Yahudi asıllı Alman teorik fizikçi ve bilim insanı. 1921 yılında Einstein, Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüştür.

Albert Einstein 14 Mart 1879’da Almanya’nın Ulm Kasabasında dünyaya geldi.1880 yazında ailesi Münih’e taşındı. Münih’te babası Hermann Einstein ve amcası Jakob bir elektrik şirketi kurdular. Annesi Pauline Einstein yetenekli bir piyanistti. Albert iki buçuk yaşındayken kız kardeşi Maja dünyaya geldi. Okula başlamadan önce konuşma zorlukları yaşıyordu, annesi ve babası kaygılanarak onu doktora götürmüşlerdi.

Dört beş yaşlarında hasta bir şekilde yataktayken babası neşelendirmek için ona manyetik bir pusula vermişti. Pusula ibresinin hareketini o yaşta oldukça gizemli bulmuştu ve kendisinde büyük bir merak uyandırmıştı.

Einstein’ın ailesi, eski bir Yahudi geleneği olarak yoksul bir öğrenciyi evlerinde yemeğe davet ediyordu. Max Talmud isminde yoksul bir Yahudi üniversite öğrencisi her hafta bir akşam yemeğine katılıyordu. Talmud’un ziyaretleri Einstein on yaşındayken başlamıştı ve beş yıl boyunca sürmüştü.

Einstein kendisinden büyük bir üniversite öğrencisi ile konuşmaktan hoşlanıyordu ve Talmud kısa sürede Einstein’ın sıradan bir çocuk olmadığını fark etmişti. Birlikte bilim, matematik ve felsefe konuşuyorlardı. Einstein on üç yaşındayken Talmud, Immanuel Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” kitabını getirdi. Einsten o yaşta kitabı anlamakta hiç zorlanmamış ve okulunda sürekli Kant hakkında konuşmaya başlamıştı.

Ailesi Albert’ın Münih’te kalıp okulunu Gymnasium’da bitirmesine karar verdi. Bu sırada Einstein on beş yaşındaydı ve liseyi bitirmesine daha üç yıl vardı. Münih’te tek başına altı ay geçirdikten sonra Einstein bunalıma girdi ve gerginleşmeye başladı. Aile doktorunu ikna ederek sinir sorunları nedeniyle kendisinin ailesinin yanında bulunması gerektiğini belirten bir rapor aldı. Einstein ailesine haber vermeden Gymnasium’dan ayrıldı ve İtalya’daki ailesinin yanına geldi.

Einstein, İtalya'ya geldiğinde teknik olarak bir lise terk olsa da, eğitimini yarıda bırakma niyeti yoktu. Ailesine Zürih, İsviçre’deki Federal Politeknik Okulu’na girmek için tek başına ders çalışacağına söz verdi. Politeknik kabul için bir lise diploması istemiyordu. Einstein’ın tek yapması gereken kabul sınavlarını geçmekti. Einstein için İtalya’da yaşam oldukça rahattı. Ders çalışmayı İtalya’yı gezmek ile birleştirdi, pek çok müze ve sanat galerisi gezdi.

Einstein, 1895 Ekiminde Zürih’e gitti ve Politeknik’te kabul sınavına girdi. Sınava girmek için on sekiz yaş üstü olmak gerekiyordu ve on altı yaşında girebilmesi için özel bir izin almıştı. Einstein babasının tavsiyesine uyarak mühendislik bölümüne başvurdu.

Kabul sınavında matematik ve fizikte çok üstün dereceler aldı ama diğer bölümlerde başarısız olmuştu. Politeknik’in yöneticisi Einstein’ın potansiyelini görmüştü ve onun bir İsviçre lisesinde diploma alıp tekrar başvurmasını tavsiye etti. Einstein’ın ailesi Politeknik’in önerisini kabul ederek Einstein’ı İsviçre’nin Aarau bölgesinde bir liseye gönderdiler.

Einstein mezun oldu ve gerekli yaştan altı ay küçük olmasına rağmen Politeknik’e kabul edildi. Einstein ile birlikte yaklaşık bin yeni öğrenci o sene Politeknik’te eğitime başlamıştı. Çoğu öğrenci mühendislik okullarına katılmıştı ama Einstein fiziği tercih etti.

1900 yılında Einstein üniversiteden fizik diploması ile mezun oldu. Üniversitede bir asistanlık pozisyonu bulmak istiyordu, böylece doktorası için araştırma yapabilecekti. Fakat üniversite yıllarında pek çok profesörünü isyankâr tavırları ile kızdırmıştı.

Profesörleri ayrıca Einstein’ın derslere girmemiş olmasından, kendi istediği konuları çalışmasından hoşlanmamıştı. Profesörler tavsiye mektuplarını yazdıktan sonra Einstein Politeknik’te bir pozisyon bulamadı. Başka üniversitelerde, kendi araştırma makalelerini göndererek pozisyonlar aradı ama hiç olumlu cevap alamadı.

Bern Patent Ofisi:

Mezun olduktan sonra Einstein iki yılını sıkıntılı bir şekilde bir öğretmenlik işi bulmak için harcadı. Eski bir sınıf arkadaşının babası kendisine Bern’de bir patent ofisinde, asistan müfettiş olarak iş buldu. Elektromanyetik cihazlar için patent başvurularını inceledi.

1909'da patent ofisindeki işinden ayrılmış ve Zürih Üniversitesi'nde kuramsal fizik profesörü olmuştur.

Mileva Maric ile Evliliği:

Politeknik'ten sınıf arkadaşı Mileva, hamile olduğu için eğitimini yarım bırakmak zorunda kalmış ve 1902’de Novi Sad'a ailesinin yanına giderek bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. Lieserl adı verilen kızlarının akıbeti meçhuldür; hastalanarak ölmüş veya evlatlık verilmiş olabilir.

Albert Einstein Bern Patent ofisinde çalışmaya başladığı sırada Mileva yanına geldi ve çift evlendi (1903). Bu evlilikten Hans Albert (d. 1905) ve Eduard (d.1909) adlarında iki oğlu dünyaya geldi. Einstein'in 1912’de teyzesinin kızı Elsa Loewenthal ile yaşamaya başladığı ilişki üzerine Mileva ile evliliği bozuldu; 1914’te ayrı yaşamaya başlayan eşinden 1919’da boşandı.

1908’de artık oldukça tanınmış, büyük bir bilim adamı olarak tanınıyordu ve Bern Üniversitesinde öğretmen olarak atanmıştı. Sonraki sene patent ofisindeki işinden ve öğretmenlikten ayrıldı ve Zürih Üniversitesinde fizik doçentliğine başladı. 1911 yılında Prag’da Karl-Ferdinand Üniversitesinde profesörlük unvanı aldı. 1914 yılında Almanya’ya döndü, Kaiser Willhelm Fizik Enstitüsü'nde yönetici, Berlin Humboldt Üniversitesinde profesör oldu.

Elsa Einstein ile Evliliği:

Mileva Maric ile evliliği sırasında kuzeni Elsa ile bir aşk ilişkisi yaşayan Einstein, 1919'da Mileva'dan boşandıktan birkaç ay sonra onunla evlendi. Çiftin çocukları olmadı ama Einstein Elsa'nın önceki evliliğinden olma Ilse ve Margot adlı iki kızını kendi kızları olarak benimsedi. Aile, ABD'ye göçene kadar Berlin'de yaşadı; yazları ise Potsdam yakınındaki yazlıklarında geçirdi..

Bilimsel Çalışmaları:

Özel görelilik kuramı
Genel görelilik kuramı
Kütle-enerji eşitliği
Fotoelektrik etki
Brown hareketi ve istatistiksel fizik
Kuantum fiziği ve belirsizlik ilkesi
Niels Bohr ile tartışmaları
Kozmoloji
Birleşik alan kuramı

Ölümü ve Beyninin Çalınması:

18 Nisan 1955’te, Albert Einstein iç kanama geçirdi. İsrail’in kuruluşunun yedinci yıl dönümü nedeniyle bir televizyon konuşmasının taslağını hazırlıyordu ama bitiremeden hayatını kaybetti. Einstein ameliyatı şu sözlerle reddetti: “İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir şekilde uzatmak tatsız. Ben payımı kullandım, şimdi gitme zamanı ve bunu zârif bir şekilde yapmak istiyorum.”
76 yaşında, Princeton Hastanesi’nde gece saat 01.55'te yaşamını yitirdi.

Otopsisi sırasında Princeton Hastanesi patolojisti Thomas Stoltz Harvey o gece nöbetteydi ve Einstein'ın ölüm nedenini belirlemesi gerekiyordu. Beyni kafatasından çıkardıktan sonra kendi kendine: "Bu dünyamız hakkında her şeyi değiştiren beyindir" demiştir.
Einstein öldükten sonra vücudunun putlaştırılarak tapılmasını istemiyordu. Fikirlerine ve bilime olan katkısına odaklanması gerektiğine inanıyordu. Bunun için ailesi tarafından öldükten sonra yakılması fikri ortaya atıldı. Harvey, bedeni yakılması için hazırladı. Beyni ise kendi sefer tasına koydu ve evine götürdü. Böylece Einstein'ın beyni çalınmış oldu..

Kitapları:
Görelilik; Özel ve Genel Kuram: Popüler Bir Yorum, 1920.
Görelilik’in Anlamı, 1921.
Tek Atomlu Ddeal Gazların Kuantum Kuramı, 1924.
Brown Hareketi Kuramı Üzerine Araştırmalar, 1926.
Siyonizm Hakkında, 1930.
Niçin Savaş, 1933.
Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler, 1934.
Felsefem, 1934.
Fiziğin Evrimi, Leopold Infield ile birlikte, 1938.
Otobiyografik Notlar, Denemeler, 1949.
Denemeler, 1950.
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön