MeRYeM ÇiLLesi...

Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

MeRYeM ÇiLLesi...

Mesaj gönderen gullale »

Resim

BÖLÜM I.

Bismillahirrahmanirrahim....

Es-selatu ve's-selamu aleyke ya seyyid el-evvelîn ve'l-âhirîn...

Meryem a.s ...

Meryem doğdu....
Kız olarak...
ALLAHA adanan...

Meryem olarak doğmak...
Herkes sever Meryem'i.
Her kadında Meryem olmak hayali...
İffetli Meryem... HAKK indinde...
İffetsiz Meryem, halk gözünde...

Anasının Meryemi,
Mabedin Meryemi,
Zekeriyanın Meryemi,
İsanın Meryemi,
HAKKIN Meryemi.
Bizim Meryemimiz...

Meryem olmadan anlaşılamaz Meryem!
Meryem yazılamaz Meryemlik yaşanmadan...
ZORdur Meryemliği yaşamak, anlamak, yazmak...
Meryem olanlar anlar bir, bir de MERYEM...

3/45(Al-i İmran 45)

İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minh(minhu), ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhıreti ve minel mukarrebîn(mukarrebîne).

"O zaman melekler, "Ey Meryem!" demişlerdi, "Allah, Kendisinden bir söz ile sana, Meryem oğlu İsa Mesih adıyla bilinecek, bu dünyada ve öteki dünyada büyük şeref sahibi ve Allah'ın en yakınlarından olacak (bir oğul) müjdeliyor."

3/46(Al-i İmran 46)

Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn(sâlihîne).

"Ve o, (çocuk,) insanlarla hem beşikte iken, hem de yetişkin bir adam olarak konuşacak; dürüst ve erdemli kişilerden olacak.""

3/47(Al-i İmran 47)

Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).

"Meryem, "Ey Rabbim!" dedi, "Bana hiçbir erkek dokunmadığı halde nasıl oğul sahibi olabilirim?" (Melek) cevap verdi: "İşte öyle! Allah dilediğini yaratır; bir şeyin olmasını istediğinde sadece 'Ol!' der ve o (şey hemen) oluverir."

19/20(Meryem 20)

Kâlet ennâ yekûnu lî gulâmun ve lem yemsesnî beşerun ve lem eku bagıyyâ(bagıyyen).

"(Hz. Meryem dedi ki): “Bana bir beşer dokunmamış (olduğuna göre) benim nasıl bir oğlum olabilir? Ve ben, azgın (iffetsiz) olmadım.”


19/21(Meryem 21)

Kâle kezâlik(kezâliki), kâle rabbuki huve aleyye heyyin(heyyinun), ve li nec’alehû âyeten lin nâsi ve rahmeten minnâ, ve kâne emren makdıyyâ(makdıyyen).

"(Melek:) "Bu doğru" dedi, "(Ancak) Rabbin diyor ki: 'Bu Benim için kolay; ve (böyle olduğu için de, senin bir oğlun olacak) ve Biz o'nu insanlar için katımızdan bir sembol ve aydınlatıcı bir bağış kılacağız!" Ve bu (Allah tarafından) önceden hükme bağlanmış bir şeydi:"

İsa anası... Meryem,
İsasını büyüten, Meryem,
İsasını doğuran... Meryem


Mahzun, Masum, Mahkum,Mukaddes Meryem.
İsasında mahzun,
Ârifler gönlünde masum,
Halk önünde mahkum,
HAKK indinde mukaddes...

Meryem,
zahir ile batının ara kesiti gibi...
İffetsizlik -İffetlilik ara kesitinde eşik,
Bir damla su bir damla nur ara kesitinde alev...



Hıram yüreğinde ...
Issızım çölünde ...
Ben bende yittim ...
Meryem çilesinde ...
En son gullale tarafından 13 Ara 2008, 21:23 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Meryem çilesi...

Mesaj gönderen MINA »

gullale yazdı:BÖLÜM I.

Bismillahirrahmanirrahim....

Meryem olmadan anlaşılamaz Meryem!
Meryem yazılamaz Meryemlik yaşanmadan...
ZORdur Meryemliği yaşamak, anlamak, yazmak...
Meryem olanlar anlar bir, bir de MERYEM...

gönlüne sevgiyle......
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Fasil : TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR
Konu : Meryem (a.s) Suresi
Ravi : Ebu Said

HADİS-İ ŞERİF no:703


* ------ Resulullah (sav) okudu: "Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulunanları ve hala inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar" (Meryem 39). Sonra dedi ki: "(Kıyamet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur, önce: "Ey cennet ahalisi!" diye bağırılır, onlar başlarını kaldırırlar. Sonra: "Ey cehennem ahalisi!" diye bağırılır, onlar da başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: "Bunu tanıdınız mı, nedir bu?" Hepsi birden: "Evet tanıdık, derler. Bu ölümdür" Koç yatırılır ve kesilir. Eğer, Allah cennet ahalisi için hayata hükmetmemiş olsaydı, neşeyle ölürlerdi. Cehennem ahalisi için de Allah hayata, bekaya hükmetmemiş olsaydı onlar da üzülerek ölürlerdi.

(Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Buhari`de bu hadis biraz farklı şekilde de rivayet edilmiştir)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
canan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 145
Kayıt: 28 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen canan »

Hz Meryem (as)

Ona nereden bakıyorsanız bildiğiniz oradaki Meryem (as) dir.

Annesinin Meryem’i (as):
Her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşmuş olarak adanan anne karnındaki "Nezir' ..
ALLAH’a AŞK Adağı...
(Nezir adağı geçiçi veya yaşam boyu olabiliyor... )


Mâbedin Meryem’i (as):
Mâbede girebilen ilk kız çoçuğu erilliğin hakim olduğu bir ortamda erlik adayı! ERme Adağı..

Hz, Zekerida ki Meryem (as) :
“Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve «Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» der; o da: “Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız-hesapsız rızık verir!” derdi.” (Âl-i İmrân 3/37)

Zekeriya (ERil yön) O'nda bildi gördü: “Şüphesiz ALLAH dilediğine hesapsız rızık verendi.”

Bahçıvan Zekeriya gözetim altında tuttuğu yetişmesine yardım ettiği bitki gibi yetiştirilen Meryem (as) ’in rızkının ALLAH tarafında hiç bir aracıya sebebe bağlı olmadan direk beslendiğini gördü.
Bahçıvanın yapa bildiği büyüdüğünü görüp izlemekten başka neydi!
Meryem (as) ’de görmesi gerekeni gördü bildi ve Rabbine Ümit içinde dua etti:


“Orada Zekeriya Rabbine dua etti:”Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et.Doğrusu Sen işitensin!”dedi.” (Âl-i İmrân 3/37)

Neydi gördüğü Meryem (as) de ???
Meryem (as) , Zekeriya’da bir yolu açtı yolun adı: YahyA!!!
Ya HaY Ya...

Şeçilmiş Taşıyan Meryem (as) :
ALLAH’dan olan bir KELİMEyi taşıdı.
Zekeriya’ya açılan yol bu KELİMEde bitiyor.
Yol daralıp küçüldükçe küçülüyor.
Hz. İsa (as) da ise açıldıkça açılıp genişledikçe genişliyordu.
Öyle bir KELİMEydi ki bu KELİME, bir müjdeyi AHMED (as) müjdesini de taşıyordu.
Taşıyıcının taşıdığı KELİME onun taşıdığı Müjde!!!!
Hurma şâhiddi oradaydı!
Tutundu Meryem (as) ona !
Hadis var hurma için: “Hurma Âdemoğlunun halasıdır”.
Hurma ve Meryem (as) aynı yerde duruyorlardı!
Meryem’in (as) yaşadıklarına şâhiddi!
Bitki gibi yetiştirilen Meryem’in (as) bir bitki olan hurmayla beraber zikredilmesi şüphesiz gören kalblere;
Kendi Meryem’ini (as) bulmak için bir işaret olabilir mi?
RABB’in Meryem’in (as) altından bir su arkı akıttığı gibi..
Tıpkı Meryem (as) gibi başı kavurucu güneşte kökü ise serinlik sulak yerde olmazsa hurma ağacı yetişmiyor .
Hurma meyve vermiyor!
Dikkat edin hurma ağacının döllenmesi çok farklı insan eliyle dölleniyor erkek ve dişi diye iki ağaç var.
Döllenen hurmanın meyvesi Anne Hurmanın meyvesiyle aynı oluyor...

Cahillikte söz çok olur bitmez.
Bilene bir KELİMEdir, daha bilene bir nokta!!!
Doğruyu bilen ALLAH (cc) dır.
Kabımda bunlar var ve söze geçiremediklerim.
Seslere ses veren kabındakileri gösterenlerle Meryem’i (as) paylaşıp bilmek tanımak yaşamak diliyorum ve bütün yanlışlarımdan cahilliklerimden ALLAH'a (cc) sığınıyorum!
Sesime ses verin dağlar!
Sesime ses verin dağlar!..
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Hz. Meryem'in Üstün Ahlakı





Allah (cc) Hz. Meryem'e dünyada büyük bir sorumluluk yüklemiş ve bu şerefli görev için onu Kuran'da bildirildiği üzere 'güzel bir bitki gibi' (Al-i İmran Suresi, 37) yetiştirmiştir.

Allah (cc), onu İmran ailesi gibi seçkin, güçlü ve samimi iman sahibi kimselerin soyundan kılarak, onun bu üstün ahlaklı insanlar tarafından yetiştirilmesini sağlamıştır. Allah (cc), Hz. Zekeriya'nın eğitimiyle, Hz. Meryem'i üstün ve seçkin bir peygamberin ahlakıyla ahlaklandırmıştır.

Allah (cc)'ın rahmeti sayesinde, doğduğu andan itibaren bu kutlu insanların eğitimiyle şereflenen Hz. Meryem, güçlü bir iman ve üstün bir ahlak seviyesine ulaşmıştır. Bu olgunluğa eriştikten sonra ise Allah (cc) mucizelerini göstererek, Hz. Meryem'in üzerindeki rahmetini, korumasını ve merhametini yakinen görmesini sağlamıştır.

Hz. Meryem'in ibadet ederken mihrapta sürekli olarak yiyecek bulması, Allah (cc)'ın ona olan desteğinin ve rahmetinin açık bir göstergesidir. Allah (cc) Hz. Meryem'i Cebrail ile görüştürerek, ona olan bu rahmetini Cebrail'in sözleriyle de bildirmiştir.

Hz. Meryem hayatının her anında gösterdiği güzel ahlakıyla, Allah (cc)'a olan içten bağlılığını ve sadakatini en güzel şekilde ortaya koymuştur. Allah (cc)'ın kendisini denediği tüm zorlu olaylardaki kararlılığı, tevekkülü, kayıtsız şartsız teslimiyetiyle de, Allah (cc)'a ne kadar gönülden ve samimiyetle bağlı olduğunu en güzel şekilde ifade etmiştir. Hz. Meryem'in yaşadığı tüm zorlu anlarda tek başına olması, onun için başlı başına önemli bir deneme konusu olmuştur.

Zira insanlar zorluk anlarında daima kendilerine yardım edecek, destek olacak, yol gösterecek birilerine ihtiyaç duyar ve olmadığında da tevekkül etmeyen kişiler bir zayıflık ya da üzüntü hissine kapılabilirler. Hz. Meryem'de ise asla böyle bir durum söz konusu olmamıştır. O, herşeyi yalnızca Allah (cc)'tan beklemiş, yalnızca Allah (cc)'a güvenmiştir.

Desteği, yardımı ancak Allah (cc)'tan istemiş ve O'nun göstereceği yola uymanın, O'nun sözüne itaat etmenin kendisine yeteceğini bilmiştir.

En zor anında bile ümitsizliğe, karamsarlığa kapılmamış, Allah (cc)'ın tüm yaşadıklarını mutlaka hayra dönüştüreceğini, zorlukların her birini en güzel şekilde gidereceğini bilerek Allah (cc)'a gönülden teslim olmuştur.

Allah (cc) da, yaşadığı her zorlukla beraber, onun için bir kolaylık kılmış, onu daima yardımı ve rahmetiyle desteklemiş ve karşılaştığı zorlukları çok büyük hayırlara ve güzelliklere dönüştürmüştür.

sevgiyle
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »


İnsana yolu gösteren derttir, hem de her işte. İnsan, hangi işe koyulursa koyulsun, o işin derdi, o işin hevesi, aşkı, gönlünde doğmazsa adam, o işe girişemez; o iş, dertsiz kolay gelmez ona. İster dünya olsun, ister âhiret... İster alış-veriş olsun, ister padişahlık... İster bilgi olsun, ister yıldız; isterse başkası; hepsi de böyledir.

Meryem de doğum ağrısı başlamadan baht ağacının yanına gitmedi. "Doğum ağrısı, onu hurma ağacının dibine sevk etti." Onu, ağaca götüren o dertti de kuru ağaç meyve verdi. Beden Meryem'e benzer.
Her birimizin bir Îsâ'sı var. Bizde dert meydana gelirse Îsâ'mız doğar; fakat dert olmazsa Îsâ, geldiği o gizli yoldan gider, gene aslına kavuşur; ancak biz mahrum kalırız; faydalanamayız ondan.

Can, iç âlemde yokluk-yoksulluk içinde; tabiat dışarda nimetlere gark olmuş. Şeytan, yiyip içmeden mîde fesâdına uğramış, Cemşîd'se daha sabah kahvaltısı bile etmemiş.

***

Meryem'in anası, Meryem'i doğurunca onu, Tanrı evine adamış, ona hiçbir iş buyurmamayı kurmuştu. Götürdü, mescidin bir bucağına bıraktı. Zekeriyyâ, onu yetiştirmek istedi; fakat herkes de bu işi, üzerine almayı dilemedeydi. Aralarında kavga çıktı; herkes, ben yetiştireceğim demedeydi.

O zamanın töresi şuydu: Herkes, suya bir sopa atardı; kimin sopası suyun üstünde durursa o iş, onun olurdu. Tesâdüf bu ya, Zekeriyyâ'nın falı düz geldi. Evet dediler, çocuğu o yetiştirecek; hak onun. Zekeriyyâ, hergün, Meryem'e yemek getirirdi. Hangi yemeği getirirse mescidin bir bucağında o yemeği bulurdu.

Birgün Meryem'e; "Seni ben kabullendim, bu yemeği nerden getiriyorsun" dedi. Meryem; "Yemeğe ihtiyâcım oldumu, ne istiyorsam Ulu Tanrı gönderiyor" dedi. O'nun rahmetine son yok, kim O'na dayanır, güvenirse
dayancı-güvenci hiç yitmez.

Zekeriyyâ dedi ki: "Yârabbi, herkesin dileğini veriyorsun; benim de bir dileğim var; sen müyesser et. Bana öylesine bir erkek evlât ver ki senin dostun olsun; ben teşvik etmeden seninle düşsün-kalksın, sana ibâdette bulunsun."

Ulu Tanrı, Yahyâ'yı verdi ona; hem de Zekeriyyâ'nın beli iki kat olduktan, iyice arık bir hale geldikten sonra. Anası da gençken kısırdı, ihtiyarlamışken iyiden-iyiye hayız gördü, gebe kalıp doğurdu.
Bunlara bak da bil ki bütün bunlar, Tanrı gücüne karşı bahanedir ancak.

Herşey O'ndan, herşeyde hükmeden, hem de kayıtsız hükmeden O. İnanmış, o kişiye derler ki; Bu duvarın ardında birisinin bulunduğunu, biz onu görmediğimiz halde onun, bizim hallerimizi, bir-bir bildiğini,
gördüğünü bilir; hayır, bunların hepsi de hikâyeden başka birşey değil diyen, inanmayan kişinin aksine iyiden-iyiye inanır buna. Zâti inanmayanın da birgün kulağını burarlar; pişman olur, ah der, kötü söyledim, yanıldım; meğer hep oymuş, bense o, yok diyordum.

Meselâ sen rebap çalmadasın; biliyorsun ki ben, duvarın ardındayım; rebap çalar-durursun, hiç ardını-arasını kesmezsin.

Şu namaz, bütün gün kıyâmda, rükûda, secdede durman için konmamış Ya ?; Maksat, namazda, sende beliren halin, daima sende olmasıdır. Uykuda, uyanıklıkta, birşey yazarken, birşey okurken, hâsılı
bütün hallerde Tanrıyı anıştan ayrılmamalısın ki "Onlar, namazlarını boyuna kılarlar" sırrına eresin, buna erenlere katılasın. Zâti şu söylemek, susmak, yemek, uyumak, öfkelenmek, bağışlamak, gibi bütün haller,
bütün huylar, değirmenin dönüşünden başka birşey değil. Değirmen de kesin olarak suyla döner. Çünkü susuz sınamıştır kendini o. Peki, şimdi değirmen, bu dönüşü kendinden bilirse bilgisizliğin, hiçbir şeyden
haberi olmayışın ta kendisidir bu. Bu dönüş de vardır, meydan da var; çünkü bu dünyanın halleridir bunlar.

Tanrıya yalvar, sızlan; "A benim Tanrım, şu dönüşten başka, cansal bir dönüş ver bana, onu müyesser et bana; bütün dilekleri veren sensin; senin keremin, rahmetin bütün varlıklara genel olarak sunulmada" de.
Soluktan-soluğa dileklerini Tanrıya bildir; boyuna an onu. Çünkü onu anış, can kuşuna güç-kuvvettir, kolkanat, O dileğe, bir uğurdan ulaşırsan nur mu, nur olur bu; tam ulaşamazsan Tanrıyı anmakla azar-azar,
yavaş-yavaş için aydınlanır, dünyadan kesilir-gidersin. Meselâ bir kuş, göğe doğru uçmak ister; göğe ulaşamasa da soluktan-soluğa yeryüzünden uzaklaşır, öbür kuşlardan daha yücelerde uçar. Meselâ bir
hokkada misk var, hokkanın ağzı da dar; içine el sığmıyor; miski çıkarmana imkân yok. Bununla beraber elini sürdükçe elin kokmada, burnuna o güzelim koku geliyor, seni hoş bir hale getiriyor ya. Tanrıyı anış da böyledir işte. Zâtına erişmesen de ulular ulusu Tanrıyı anışın tesirleri olur sana; onu anıştan pek büyük faydalar elde edersin.

Fihimafih' ten


= = = = = = = = = = = = =


Agâh ol ki velîler, zamanın israfil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler. Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar
Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaşka; çünkü diriltmek Tanrı sesinin işidir. Biz öldük, tamamiyle çürüdük, mahvolduk. Fakat Tanrı sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.

Tanrı sesi ister hicab ardından, ister hicabsız gelsin...Cebrail, Meryem’e, yakasından üfleyerek ne verdiyse Tanrı sesi de insana onu verir.

* * *
Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok değerlidir. Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardan.

Dedim ki: Ey gönül sen küllî bir ayna ara. Denize git, ırmaktan iş bitmez!
Kul, bu istek yüzünden civarına geldi. Meryem’i hurma fidanına derdi çekti.
Gönlüm, gözünü görünce o görmemiş göz yok oldu; gönlüm gözün ta kendisi kesildi.

* * *

Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli.
Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
Bu alâkadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede âcizdir.
Külli can, cüzi cana alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı.

* * *



Allah, göklerden, yerlerden, ârazdan, âyandan ne verdi ve ne yarattıysa hepsini de ihtiyaca karşılık olarak vermiş, yaratmıştır. Bir şeye muhtaç olmalı, o ihtiyacı elde etmeli ki Allah ihsan etsin. “ Allah, bunalan kişinin duasını kabul eder. “ Bunalma, bir şeye hak kazanmış olmaya şahittir.

Küçücük bir çocuk olan İsa’yı dile getirip konuşturan, Meryem’in derde düşüp niyaz etmesidir. Meryem’in cüz’ü olan İsa, Meryem’in diliyle değil, kendi diliyle onun yerine söz söyledi. Senin cüz’ünün cüz’ü de gizlice söz söyler durur.

A kişi, elin, ayağın sana şahit olur. Niceye bir münkirliğe el sunacak, ayak atacaksın? Anlatılanı anlamaya, söyleneni dinlemeye liyakatin yoksa söz söyleyenin söyleme kabiliyeti seni görür anlar… yatar, uyur!

Arayan, aradığını bulsun diye yerden ne biterse ihtiyaç sahibi için biter
Allah, gökleri yarattıysa ihtiyaçları gidersin diye yarattı.

Nerede dert varsa deva oraya gider, nerde yoksulluk varsa nimet oraya varır.Müşkül neredeyse cevap oradadır, gemi neredeyse su orada!
Suyu az ara, susuzluğu elde et de sular yukardan da coşsun, aşağıdan da fışkırsın!
Boğazcağızı nazik yavrucak doğmasaydı onu besleyecek süt nasıl olur da memeden akardı?
Yürü, bu inişlerde, bu yokuşlarda koş da susa hararetlen!

Ey ulu er, ondan sonra havadaki arı(gibi) bulutlardaki ırmakların sesini iç!
İhtiyacın, otlardan, sebzelerden az mı ki suyun önünü keser, sebzelere akıtırsın…
Suyun kulağını çeker, kurumuş nebatlar yeşersin, gelişsin diye o tarafa yürütürsün.
Cevherleri gizli olan can ekinleri için de Kevser suyuyla dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da sana “
Onları Rableri sular “ hitabı gelsin…
Allah, doğrusunu daha iyi bilir!

***


Ruhulkudüs’ün Meryem’e, Meryem çıplak bir halde yıkanırken bir insan
şeklinde görünmesi, Meryem’in Ulu Allah’ya sığınması


Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de surete “ Senden Rahman’a sığınırım” de.

Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki gönülleri alıyordu.
Ruh-ul Emin, onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi.
Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikâpsız Meryem’in önünde yerden doğdu.
Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.

Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı. Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti. Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’ya sığınayım dedi.
O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’ya sığınırdı.

Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’ya sığınmayı âdet edinmişti.

Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi.

Allah’a sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti. Meryem o akılları yakan, ciğerleri oklayan bakışları gördü. Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle olmuştu, asker de…o bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü! O güzel gözler, yüz binlerce padişahı fermanlı köle yapmış, yüz binlerce dolunayı hilâl haline getirmişti.

Zühre de bile ondan bahsetmeye kudret yoktu… Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı. Ben ne söyleyebilirim, ağzı, ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki! Ben, yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delâlet etmekteyim. O padişahtan uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepside saçma! Zaten güneşe, âlemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki. Gölgenin on delâlet etmesine imkân mı var? Gölge, onun yanında hor, hakir olup kalıyor ya… işte bu, kâfi ona!

Bu ululuk, ona tam doğru bir delil: bütün anlayışlar geridedir, o ilerde!
Bütün anlayışlar topal eşeklere binmiş… o, ok gibi uçup giden rüzgâra!
Padişah kaçarsa tozunu bile kimse bulamaz… onlar kaçarlarsa padişah, yolarını kesiverir! Âlemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler… meydanda koşup yelme zamanıdır, oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil! Birinin vehmi, bir doğan gibi uçup geçer, öbürünün vehmini mesafeleri delip geçen ok gibi uçar!

Öbürünün ki yelken açmış gemi gibi gider… bir başkasınınkiyse her an gerileyip durur!
Bütün bu vehimler, bütün bu anlayış kuşları, uzaktan bir av gördüler mi hep birden saldırırlar.
Av ortadan kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar!
O av tekrar nazlana, nazlana salınsın, görünsün diye bir gözünü açıp bir tekini yumarak beklerler.
Av gecikince beklemekten usanır, sıkılırlar da acaba gördüğümüz av mıydı, hayal miydi derler.


***


Ruhulkudüs’ün Meryem’e “ Ben Allah elçisiyim, benden korkma, gizlenme… Allah’nın emri bu “ demesi


O Allah rahmetini gösteren melek, Meryem’e bağırdı: “ Ben, Allah tapısının eminiyim, benden ürkme.Allah'ın yücelttiği kimselerden baş çekme. Bu çeşit güzel mahremlerden çekinme!”

Hem bu sözleri söylüyordu, hem de dudaklarından pak nurlar çıkıyor, birbirine ulanıp göğe ağrıyordu. Melek diyordu ki:
“ Sen, benim varlığımdan yokluğa kaçıyorsun ama ben yokluktan bir padişahım, bir bayrak sahibiyim. Zaten yurdum orası, ağırlığım da orada… sana görünen bir suretimden ibaret.

Ey Meryem, bir bak hele… ben, anlaşılması müşkül bir nakışım, hem hilâlim, hem gönüllerde ki hayal! Gönlüne bir hayal geldi de yerleşti mi nereye kaçsan o seninledir.

Ancak gelip geçici bir aslı olmayan hayal müstesna… o çeşit hayal yalancı sabah gibi gözden kayboluverir.Ben ise Allah nurundan doğmuş düpedüz sabahım… gündüzümün etrafında gece, hiç dönüp dolaşamaz.
Kendine gel… Lâhavle deyip durma ey İmran’ ın kızı… ben zaten buraya Lâhavle makamından gelip düştüm. Daha Lâhavle denmeden önce Lâhavlenin nuru benim aslımdı, benim gıdamdı.
Sen, benden Allah’a sığınmadasın ama ben o sığındığın Allah’ın ezelde düzüp koştuğu bir suretim zaten.

Seni defalarca kurtaran o sığındığın makam, benim makamım… Allah’a sığınırım diyorsun ya; o sığınmak yok mu? Ben ta kendisiyim zaten.
Tanımazlıktan beter bir âfet yoktur. Sen, sevgilinin yanındasın da aşkbazlığı bilmiyorsun. Yari, ağyar sanmada, neşeye gam adını takmaktasın.
Sevgilimizin şu miskler gibi saçları, biz deli olursak zincirimiz olur!

Nil gibi akıp duran şu lûtuf, biz firavun muyuz… kan kesilir bize!
Kan, aklını başını al, ben suyum, dökme beni… ben Yusuf’um fakat sana kurt gibi görünüyorum a savaşçı der.

Sen görmüyorsun yoksa… halim, selim sevgili, onunla zıt oldun mu yılanlaşır. Halbuki ne eti başkalaştı, ne yağı… sen onu kötü gördün de ondan kötüleşti!”

***

Sureti fânidir; o bir ayna kesilmistir... o aynada baskalarının yüzünden gayrı bir sey görünmez.
Tuh der tükürürsen kendi yüzüne tükürmüs olursun... aynaya vurursan yine kendine vurursun.
Orada çirkin bir surat görürsen gördügünde sensin... İsa ve Meryem’i görürsen yine gördüklerin senden ibarettir.
O ne budur, ne o... her şeyden arı durudur... yalnız senin önüne senin suretini kor.
Söz buraya gelince dudak yumuldu... kalem buraya gelince kırıldı, durdu!


Mesnevi'den
En son halimkok tarafından 14 Ara 2008, 15:34 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

CENABI HAK RAZI OLSUN İNŞ...

sevgiyle......
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »


• İnsan Hz. İsa olursa, elbette koşa koşa Hz. Meryem'in yanına gelir. Eğer insan seklinde eşek ise, eşeklerin yanına varır.

• Emanet, gizli olan, görünmeyen sevgiliden gizlice verilmedikçe, Mesih'in nurlarından gönül Meryem'i gebe kalmaz.

• Sevgilim! Ümitsizliğe düşme; yeni bir ümit belirdi! Çünkü bütün canların ruhu gayb âleminden çıktı geldi!

• Ümitsizliğe kapılma; her ne kadar Hz. Meryem senden uzaklaştı ise de, Hz. İsa'yı gökyüzüne, ötelere çeken nûr geldi yetişti!

• Ey can; ümitsizliğe düşme! Su zindanın karanlığı içinden Hz. Yusuf'u aydınlığa çıkaran, kurtaran padişah geldi!

• Hz. Yakup, gizlilik perdesinden dışarı çıktı; Züleyha'nın perdesini yırtan Yusuf(a.s.)geldi!

• Ey geceyi seher vaktine kadar; "Ya Rabbî, ya Rabbî!" diyerek geçiren Hakk aşığı! 0 eşsiz Varlık, senin; "Ya Rabbî, Ya Rabbî!" demeni duydu ve sana acıdı da geldi; gönlünde yer ayırdı!

• Ey göklerden, ötelerden gelen yemekle sahur yiyip oruç tutan; orucunu aç, hoş bir şekilde iftar et! Çünkü bayram Hilali göründü!

• Feryad ki, Hz. Meryem ilahî bir ruh ile bir başka renge girdi, bir başka hale büründü. Feryad su halden ki, ben artık feryad etmeyi de bilmiyorum.

• 0 renkten nasıl da renksiz hale geldim! 0 alına dökülen kıvrım kıvrım saçlar yüzünden salkıma döndüm. Ya Rabbî, o mum yüzünden pervane gibi oldum, yandım, yakıldım.

• Dedim ki: "Ey ay yüzlü sevgili senin bugün bir başka güzelliğin var." 'Git!" dedi, "Bana böyle söyleme, bana bir insan gözü ile bakma!"

• Bazen beşiğinde konuşan İsa gibi bastan basa dil kesildim. Bazen de Hz. Meryem gibi susan bir gönül oldum.

• Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in kaybettikleri bir şey vardı ya, eğer bana inanırsan bil ki; o kaybedilen şey ben oldum.

• Biz Hz. İsa gibi su beden beşiğinde bağlıyız ama Hz. Meryem gibi Allahın nuruna gebe kalmışız. "Meryem Suresi, 19/16–24. ayetlere işaret var."

• Bizi bu cüzî akılda arama! Biz onun ask ovasına dalmışız, cüz'lerden kurtulmuşuz.

• Aşk delidir, ama biz delinin delisiyiz. Nefs-i emmare kötülükleri emrediyor. Biz onu emrimiz altına almışız.

Ben güzel gülüşlü İsa'yım. Su ölü dünya benimle dirildi. Fakat ben Allah'a mensubum. Benim, Meryem'le bir ilgim yok!

• Ben, aşktan, sevgi sözünü duydum da susmayı kendime huy edindim. Aşka deyiniz ki; "Ben artık dostla konuşurken 'hayır, neden' sözlerini söyleyemem."

• Seher rüzgârının nefesi, Cebrail (a.s.) gibidir; ağaçlar da Meryem'dir! 0 nefesin el oyununa bak ki, çiçek tozlarını dalların üstüne serper de, karı ile kocanın yaptıklarını yapar!

• Meryem oğlu Hz. Isa gibi göklere çık da, Meryem oğlu İsa’nın eşeğini yeryüzünde bırak!

• Hz. Meryem'in İsa'sı göğe çıktı da, eşeği aşağıda kaldı! Benim de su bedenim, gölge varlığım yeryüzünde kaldı da, gönlüm göklere, ötelere yükseldi!

• Oruç, Meryem oğlu İsa’ya zemzem oldu. Oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe yükseldi.

Gönle gamdan bir peygamber gelince, ötelerden Cebrail gönle iner. Düşünce Meryem gibi yüzlerce İsa’ya gebe kalır.

• Meyve ağaçlarının dallarına çiçeklerden sonra gelen olgunlaşmış Meryemler, kendilerine dokunulmamışken gebe kalmışlar, arifler de ağaçların altlarına oturmuşlar. Allah'ın yaratma gücünü, büyüklüğünü, kudretini düşünerek gönüllerini ona vermişler, ona yüz çevirmişler.

• Ağaçların çiçeklerle dolu dallarının hepsi de, sanki Hz. Meryem gibi meleklerin nefesi ile gebe kalmışlar ve zamanı gelince güzel kokulu, hoş renkli, tatlı meyveler dünyaya getirecekler! Zaten ağaçların, fidanların hepsi de, kara topraktan doğmuş birer huri!

• Kuruluktan, yaslıktan, her şeyden münezzeh olan Hakk'tan gönül Meryem’ine bir suret geldi!

• Gönüllerde dolasan elçi, içinde ruhun gizli olduğu bir nefes ile gönül Meryem’ini gebe bıraktı!

Divan- Kebir'den
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Cenâb-ı HAKK senden de cümlemizden de razı olsun inşallah Mîna CAN...

Selâm, sevgi ve muhabbetle
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

İSA KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ NEBVİYYE

Meryem’in suyundan veya
Balçıktan yapılmış beşer suretindeki Cebrail’in soluğundan
“Siccin” olarak adlandırdığın tabiattan,
Ruh, o tertemiz olanda (yani, Meryem’de), oluşa geldi [tekvin].

Bundandır ki, onda (bedeninde) tayin olunan ikameti uzadı
Bin yıldan fazla bir zaman kadar.

O ancak Allah’tan bir ruhtur
Yüce ve aşağı olanda etkide bulunmasını sağlayan
Rabbine olan nisbeti doğrulansın diye
Ölüleri diriltti ve çamurdan kuş inşa etti.
Allah onun cismini temizledi ve ruhunu tenzih etti
Ve tekvinde onu Kendine benzer kıldı.

Bil ki, ruhların kendilerine özgü olan niteliği, ilişkilendikleri bir şeyin canlılık
kazanarak, hayatın, ilişkilendikleri bu şeyden yayılmasıdır. Ve işte Samirî, bundandır
ki, resulün –ki o Cebrail’dir ve o da Ruh’tur– izinden bir avuç kadar aldı. Çünkü
Samirî (Musa’dan öğrendiğince) işin ne olduğunu (yani, Cebrail’in ruh olduğunu ve
ruhun dokunduğu yerde hayatın akmaya başladığını) biliyordu. İmdi, onun Cebrail
olduğunu anlayınca, üzerine dokunduğu şeyde hayatın akmaya başladığını bildi.
Böylece resulün izinden bir parça alarak, bunu buzağıya koydu. Ve buzağı
böğürmeye başladı. Çünkü buzağının çıkardığı ses, böğürmedir. Eğer, aldığı parçayı,
başka bir surete yerleştirseydi, (bir-olan-ruh, mahallin gereğince zahir olduğundan) o
suretten ancak o suretin kendisine özgü olan ses çıkardı ve bu sesin ismi de o surete
nisbet olunurdu — tıpkı, homurdanmanın deveye, gümürdemenin koça, melemenin
koyuna ve konuşmanın insana nisbet olunması gibi.

İmdi, hayatın, şeylere yayınmış olan kadarına “lâhut” (yani, İlahi Tabiat) adı verilir.
Ve “nâsut” (yani, İnsan Tabiatı) bu ruhun, kendisiyle kaim olduğu mahaldir ve
nâsut’a ruh ile kaim olmasından dolayı (mecaz olarak) “ruh” denilir.
Cebrail’in ta kendisi olan Ruhü’l-Emin Meryem’e kusursuz bir insan suretinde
göründüğünde, Meryem onu kendisiyle birleşmek isteyen bir beşer sanarak –bunun
izin verilmeyen bir şey olduğunu bildiğinden– kendisini bu adamdan kurtarması
için bütün varlığıyla Allah’a sığındı. Böylelikle, eksiksiz bir şekilde Allah’ın
huzurunda olmaklığa erişti, yani manevî ruha. Eğer Cebrail, bu durumda bulunan
Meryem’e o anda üfleyecek olsaydı, İsa –annesinin o anki halinden dolayı–
yaratılışının çirkinliğine kimsenin tahammül edemeyeceği bir kimse olarak ortaya
çıkardı. Ve Cebrail Meryem’e;

“Ben yalnızca Rabbinin elçisiyim; sana tertemiz bir
çocuk bağışlamak için geldim” [Meryem Suresi, 19/19] dediğinde, Meryem’in
sıkıntısı geçti ve göğsü genişledi. İşte o anda Cebrail, İsa’yı ona üfledi. Cebrail,
Allah’ın Kelimesi’ni Meryem’e aktardı — tıpkı Resul’ün (sav) Allah’ın Kelamı’nı
kendi ümmetine aktarması gibi: “O, Allah’ın, Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve
O’ndan bir ruhtur” [Nisa Suresi, 4/171].

(Bu üflemenin ardından) Meryem’de şehvet yayıldı. Dolayısıyla da İsa’nın bedeni
Meryem’deki gerçek sudan [mâ-i muhakkak] ve Cebrail’deki –nefesinin neminde
yayınmış olan– vehmî sudan [mâ-i mütevehhem] yaratıldı. Çünkü, canlı olan
bedenin nefesi, bir miktar su içermesinden dolayı nemlidir. Böyle olunca, İsa’nın
bedeni, vehmî sudan ve gerçek sudan yaratıldı [tekevvün]. Ve bu insan türünde
tekvin’in bildik şekilde olabilmesi için, (İsa’nın yaratılışı) annesinden ve Cebrail’in
insan suretinde görünmesinden [temessül] dolayı insan suretinde oldu.

Ve İsa, ölüye hayat verdi, çünkü İsa İlahi Ruh’tur. Ve hayat verme Allah’a ve üfleme
İsa’ya aitti — tıpkı üflemenin Cebrail’e ve Kelime’nin Allah’a ait olması gibi. İmdi,
İsa’nın ölüleri diriltmesi –bu dirilme onun üflemesiyle zahir olduğundan dolayı–
gerçek bir diriltmeydi. Ve ölüleri diriltmesinin kendisinden olduğu bir vehimdi —
diriltme Allah’tandı. Böyle olunca İsa, üzerine halk olunduğu kendi hakikatından
dolayı –ki İsa’nın vehmî su ve gerçek sudan yaratıldığını söylemiştik– gerçek
diriltmeyle [ihyâ-yı muhakkak] vehmî diriltmeyi [ihyâ-yı mütevehhem] kendinde
topladı. Bir yönden bakıldığında, diriltme ona gerçekleme [tahkik] yoluyla, ve bir
diğer yönden bakıldığında da vehim [tevehhüm] yoluyla nisbet olunur.
“Ölüleri diriltirim” [Âl-i İmran Suresi, 3/49] — bu, gerçekleme [tahkik] yoluyladır. Ve,
bundan önce, “O balçığa üflerim de, Allah’ın izniyle, o bir kuş olur” [Âl-i İmran
Suresi, 3/49] — bu da, vehim yoluyla diriltmedir. Yukarıda anılan ayette, “Allah’ın
izniyle” olan şey, “kuşun olmasıdır,” “üflemek” değil. Ama “Allah’ın izniyle” olanın
“üfleme” olması da olasıdır — (ki bu durumda, İsa’nın balçıktan yapmış olduğu şey)
duyumsal cismanî sureti dolayısıyla kuş olur (yoksa hakiki ruhani sureti dolayısıyla
değil).

Ve aynı şekilde, “Benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun”
[Mâide Suresi, 5/110] ayetinde de durum böyledir ve İsa’ya ve Allah’ın iznine ve
Kur’an’da buna benzer olarak “İznimle” ve “Allah’ın izniyle” biçiminde sözü
edilenin iznine nisbet olunan ne varsa hepsi böyledir (yani, bunlar, hakikat ve vehim
yönünden söylenmiştir). Eğer, “Allah’ın izniyle” olan şey “üflemek” ise, o halde
üfleyenin üflemesine izin verilmiştir (yani, izin verilen üflemenin kendisidir),
böylelikle (Allah’ın izniyle olan) bu üfleme yoluyla kuş yaratılır [tekvin].

Eğer “Allah’ın izniyle” olan “üfleme” değilse, o halde, kuşun yaratılması Allah’ın izniyle
olmuştur — ki bu durumda “Allah’ın izniyle” olan, “kuşun olması”dır. Ve hiç
kuşkusuz, emirde (yani, İsa’nın yaratılışına yönelik İlahi Emir’de) vehim [tevehhüm]
ve gerçek [tahakkuk] olmasaydı, bu suret (yani, kuşa üflenmesi ve kuşun yaratılması
sureti), bu iki yönü kabul etmezdi — ama İsa’nın oluşumunun bunu vermesinden
dolayıdır ki, bu iki yöne (yani, vehim ve gerçeğe) sahiptir.

Ve İsa, öylesine bir alçakgönüllülük ile ortaya çıktı ki, cizyeyi alçakgönüllü bir
şekilde ödemelerini, kendilerine bir tokat atılacak olursa, öbür yanaklarını
çevirmelerini, tokat atan kimseye karşı gelmemelerini ve kısas talep etmemelerini
ümmetine bir şeriat kıldı. Bu alçakgönüllülük, ona annesi yönündendir. Çünkü
kadında aşağıdalık [süfl] sözkonusudur ve kadın, hükmen ve duyumsal olarak
erkeğin altında olmasından dolayı alçakgönüllüdür.

Öte yandan ise, kendisinde bulunan hayat verme ve iyileştirme yetisi, beşer
suretindeki Cebrail’in üflemesi yönündendir. Eğer Cebrail, beşer suretinde gelmeyip;
ister hayvan, ister bitki veya cansız olsun, başka bir unsursal varoluş suretinde
gelmiş olsaydı, İsa’nın –Cebrail’in geldiği bu surete bürünmedikçe ve bu surette
zahir olmadıkça– ölüleri diriltmesi sözkonusu olmazdı. Eğer Cebrail –kendi
tabiatının ötesine geçmeksizin, ki geçmesi sözkonusu değildir– unsurlar ve erkânla
ilişiği olmayan kendi nuranî suretinde gelmiş olsaydı, İsa, annesi yönünden olan
unsursal beşer suretinde zahir olduğunda değil, ancak bu nuranî tabiat suretinde
zahir olduğunda ölüleri diriltebilirdi.

Ve İsa, ölüleri dirilttiğinde ona “O’dur ve O değildir” denildi ve ona bakışta hayret
ortaya çıktı. Nitekim, bir beşerin ölüleri dirilttiğini gördüklerinde, düşünsel
kurgulamalarıyla akılyürütenler hayrete düştü — çünkü ölünün, yalnızca bedensel
olarak değil, aynı zamanda söz söyler olarak diriltilmesi ilahi bir niteliktir [hasâis-i
ilahiyyedendir]. Bakan kişi, beşer suretini ilahi etkiye bürünmüş olarak görünce
hayrete düştü.

Bu durum, bazılarını “hulûl”den sözetmeye ve ölüleri diriltmesinden dolayı da “o
Allah’tır” demeye götürdü. Bundandır ki, onlara “kafir” dendi — ve “küfür” örtmek
demektir. Çünkü onlar, ölüyü dirilten Allah’ı, İsa’nın beşerî suretiyle örttüler [setr].
Bundandır ki, Allahu Teala, “‘Allah odur, Meryem oğlu Mesih’dir’ diyenler kafir
oldular” [Mâide Suresi, 5/17] buyurdu. Bu kimselerin, bu sözleriyle (Mutlak Hakk’ı
yalnızca İsa’nın taayyününe özgü kılmalarından dolayı) hem hata etmeleri, hem de
(Hakk’ı İsa’nın beşerî sureti ile örtmekle) kafir olmaları, “o Allah’tır” demelerinden
olmadığı gibi, “Meryem oğludur” demelerinden de değildir — bu ikisini biraraya
getirip, “Allah odur, Meryem oğlu Mesih’tir” demelerindendir. Onlar, (İsa’nın beşerî
suretinin) ölüyü diriltmesinden dolayı, Allah’ı, “Meryem oğludur” sözüyle, o beşer
suretine indirgeyerek saptılar — ve o, hiç kuşkusuz Meryem’in oğludur.
Ama onların bu sözünü işitenler sandılar ki, bu sözü söyleyenler uluhiyeti surete
nisbet ettiler ve onu suretin aynı kıldılar.

Halbuki onlar böyle yapmayıp, İlahi Huviyeti işin başından
(yani, İsa’nın zuhurunun başlangıcından itibaren)
beşer suretine özgü kıldılar — ki bu (suret de, onlara göre) Meryem’in oğludur.
Dolayısıyla onlar, sureti (yani, İsa’nın beşerî suretini) hükümden (yani, İsa’nın beşeri
suretinden ortaya çıkan ölüyü diriltme hükmünden) ayırdılar (ve böylece İsa’ya
bakıp, ‘bu beşerdir’ dediler; ölüyü diriltmesine bakıp, ‘Allah’a özgü olan bu halin
beşerden ortaya çıkması olmayacak bir şeydir’ dediler. Böylece: “Muhakkak Allah,
Meryem oğlu İsa suretindedir” dediler).

Nitekim Cebrail beşer suretinde geldiğinde üflemedi. Sonradan üfledi. Böyle olunca, suret ve üflemeyi ayırdı. Dolayısıyla, üfleme suretten ortaya çıkmış olsa bile, suretin zatî bir niteliği değildir.
Böyle olunca, insanlar arasında İsa’nın mahiyeti hakkında görüş farklılıkları ortaya
çıktı.

İmdi, beşer sureti yönünden ona bakan kişi, “O, Meryem’in oğlu Mesih’dir”
der. Ve beşer olarak görünen sureti yönünden ona bakan kişi, onu Cebrail’e nisbet
eder. Ve kendisinden ölüyü diriltmesinin zahir oluşu yönünden bakan kişi, onu ruh
yoluyla Allah’a nisbet eder ve “O, Allah’ın Ruhudur [Ruhullah]” der — yani o,
üflediği kimseye hayat verendir. Kimi zaman, edilgenlik çekimiyle, onda Hak
vehmolunur. Kimi zaman onda Melek vehmolunur ve kimi zaman da onda insanın
beşer olmaklığı vehmolunur.

Böylece, kendisine bakanlar üzerinde bu yönlerden
hangisi egemense, İsa o yönde olur. Ve o Allah’ın Kelimesi’dir ve Allah’ın Ruhu’dur
ve Allah’ın kuludur. Ve beşerî duyumsal surette böylesi bir durum bir başkası için
sözkonusu değildir. Her kişi kendi babasına nisbet olunur [mensub], Kendi Ruhunu
beşer suretine üfleyene değil. Çünkü, gerçekte Allah insan bedenini düzenlediğinde
[tesviye], Kendi söyleyişiyle, “Ona şekil verdiğimde ve ona üflediğimde” [Hicr
Suresi, 15/29] — yani, ona Kendi Ruhu’ndan üflediğinde, onun varlığındaki ve
ayn’ındaki ruhu Kendisine nisbet etti. Ama İsa için, bu böyle değildir: onun
bedeninin düzenlenişi, Ruh’un üflenişinde içkindir — ki bu durum, sözünü ettiğimiz
gibi, başkaları için sözkonusu değildir.

Varolan herşey, Allah’ın sonu gelmez kelimeleridir, çünkü varolan herşey
“Ol”dandır ve “Ol” [Kün] Allah’ın Kelimesi’dir. İmdi, Kelime (mutlaklık ve ahadiyet
üzere olup, herhangi bir sıfatla sıfatlanmamış olan) O’na (yani, Hakk’ın Mutlak
Zatı’na) nisbet olunabilir mi — ki bu takdirde, (“Ol” Kelimesi’nin) mahiyeti
bilinemez (çünkü Hakk’ın kelamı, bu mertebede, Zatı’nın aynıdır). Ya da, Hak Teala,
“Ol” diyen bir surete mi nüzul eder — ki bu takdirde ise, “Ol” Kelimesi’nin, nüzul
ettiği ve zahir olduğu o suretin hakikati olduğu söylenebilir. Kimi arifler ilkinde
karar kılarken, kimi arifler de öbüründe karar kılmışlardır — arif olanlardan geri
kalanı ise bu meseleye (yani, “Ol” emrinin mutlak Zat’a mı yoksa mutlak Zat’ın
nüzul ettiği surete mi nisbet olunacağı meselesine) ilişkin olarak hayrete düşmüş ve
(bu iki itibardan hangisiyle hükmedeceklerini) bilememişlerdir.

Ve bu mesele ancak deneyimleme [zevk] yoluyla bilinebilir — tıpkı Beyazıd Bestamî de olduğu gibi. Ki o, öldürdüğü karıncayı, üfleyerek (duyumsal olarak) dirilttiğinde üfleyenin kim
olduğunu bilerek üflemişti. Dolayısıyla Bestamî, İsevî görüye [meşhed] sahipti.

Manevî olarak diriltmeye gelince, bu diriltme ilim yoluyla olur. Böylesi bir dirilmeyle
elde edilen hayat; ilahî, zatî, ilmî ve nuranî bir hayattır ve buna ilişkin olarak Allahu
Teala şöyle buyurur: “Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında
yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse;
” [En’am Suresi, 6/122]. Ölü bir nefsi, Allah’ı bilmeye ilişkin ilmî hayatla dirilten bir kimse, bu nefsi ilim yoluyla diriltmiştir ve bu kimse, sahip olduğu bu nurla (yani, ilim nuruyla) insanlar arasında,
yani suret olarak kendisine benzer olanlar arasında yürür.

Olmasaydı O ve olmasaydık biz (yani, ayan-ı sabitemiz) — olmazdı olan
Biz gerçekte Hakk’ın kullarıyız ve O bizim Mevlâ’mızdır.
Ve ben “İnsan” dediğimde, biz O’nun ayn’ıyız, anla öyleyse
Ve İnsan ile (yani, insanın beşer suretiyle) örtülü kalma —
(Hakk’ın varlığına delalet eder bir) delil verdi sana o İnsan.
Hak ol ve halk ol — Allah ile Rahman olursun böylece.
O’ndan aldığınla O’nun yarattıklarını besle
Ki böylece rahatlık verici
Ve (ruhun gıdası olan marifet ve hakikatleri insanlara saçmakla)
Güzel koku saçıcı olursun
Ve biz O’nunla bizde zahir olanı O’na verdik
Ve İlahi Emr O’nunla bizler arasında taksim edildi
Ve O bize (ruh üflemekle) hayat verdiğinde,
Kalbimi bilen ona hayat verdi.
Ve biz (kâmil insanlar) orada (Mutlak Hakk’ın tecelli-i akdesinden önce)
Oluşlar [ekvan] ve aynlar ve zamanlar idik
Ama (zat ve sıfat olarak Hakk’ın varlığında istihlakimiz) sürekli değildir bizde,
Ama böyleyizdir zaman zaman

Ve (Cebrail tarafından) unsurlardan oluşan beşer suretiyle ruhun üflenmesi işinde
bizim söylediğimize (yani, İsa’nın bedeni ve beşeri suretinin düzenlenişinin, ruhun
üflenmesinde içkin olduğuna) delalet eden şeylerden biri de, Hakk’ın, Kendi nefsini
“Rahmanî Nefes” ile nitelendirmiş olmasıdır. Ve bir sıfatla nitelenen herhangi bir
şey, bu nitelendiği sıfatın kendi bulunmaklığını gerektirdiği herşeyde bu sıfata
tabidir. Ve, nefesin, nefes vermeyi gerektirdiğini bilirsin. Bundandır ki, İlahi Nefes
alem suretlerini kabul etti. Böyle olunca, İlahi Nefes, alem suretleri için heyulanî
cevher gibidir. O halde İlahi Nefes, Tabiat’ın ta kendisidir.

Unsurlar, Tabiat’ın suretlerinden bir surettir. Ve unsurların üstünde olan ve bu
unsurlardan doğanlar da yine Tabiat suretlerindendir. Ve bunlar, yedi göğün
üstünde olan yüce ruhlardır [ervah-ı ulviyye]. Göklerin (gözle görünmeyen) ruhları
ve (gözle görülen) aynları ise, unsurlardır. Çünkü bu ruhlar ve aynlar, unsurların
dumanındandır ve ondan doğmuşlardır. Dolayısıyla, bu göklerden yaratılmış
[mütekevvin] olan melekler de unsursaldır [unsuriyyun]. Ve unsurların ötesinde
olanlar ise tabiatsaldır [tabîiyyun]. Ve bundandır ki Allahu Teala, yüce melekleri
birbiriyle uyuşmaz olmaklıkla nitelendirdi, çünkü onlar karşıtlıkları barındıran
Tabiat’tandırlar. Ve İlahi İsimler’deki bu karşıtlaşmalar, Rahman’ın Nefesi’nin
verdiği nisbetlerdir. Bu hükmün dışında olan (vahidiyet’teki) Zat’ın bu konuda
(alemin aslı olan Rahmanî Nefes’ten gani olmaklığıyla) nasıl alemlerden gani
olduğunu görmez misin? Aleme gelince, kendisini varedenin suretinde ortaya çıktı
— alem Rahmanî Nefes’ten başka bir şey değildir.

İlahi Nefes, kendisinde sıcaklık olduğunca yücedir ve soğukluk ve nem olduğunca
da aşağıdır [süflî]. Ve kendisinde kuruluk olduğunda sabit hale gelir ve yerinden
oynamaz — çünkü çökelme, soğuk ve nemli olana özgüdür. Görmez misin ki,
doktor, hasta bir kimseye ilaç içirmek istediğinde, öncelikle idrar kabına bakar.
Tortulanma olduğunu gördüğünde, olgunlaşmanın tamamlanmış olduğunu görür
ve olgunlaşmayı çabuklaştıracak bir ilaç verir. Ve tortulanma, tabiatındaki nem ve
soğukluktan dolayıdır.

Sonra, Allah bu insanın balçığını İki Eli ile yoğurdu ve bu İki El, birbiriyle karşıtlık
içerisindedir. Eğer bu İki El’in her ikisinin de Sağ El olduğunu söyleyecek olursan
(bu elbetteki doğrudur ama) ikisi arasında ayrım olduğu (da) açıktır — hiç değilse iki
el olmalarından dolayı bu böyledir. Tabiat’a, ancak kendisine uygun düşen –yani,
onun gibi karşıtlıkları barındıran– etkide bulunur. Bundandır ki, “İki El” dedi. Ve
Allah onu İki Eli’yle varettiğinde, Kendine izafe ettiği İki Eliyle, Kendine yaraşır bir
yön ile (yani karşıt İsimler ile) dokunuşundan [mübaşeret] dolayı, ona “beşer” adını
verdi. Ve İki Eliyle yaratması, insan türüne yönelik lütfundan dolayıdır.

Böyle olunca, ona secde etmekten geri durana, “İki Elimle yarattığıma secde etmekten seni
alıkoyan nedir? Gururlandın mı, yoksa yüce olanlardan mısın?” [Sâd Suresi, 38/75]
dedi. “Yüce olanlar” [âlîn] ile, tabii olmasına rağmen, nuranî oluşumu içerisinde
unsursal olmaklıktan yüce olanı kasteder. İnsan, kendinden başka diğer bütün
unsurlardan oluşmuş olanlardan, ancak beşer olmaklığıyla üstün oldu — çünkü o,
unsurlardan bu (İki El ile) dokunuş olmaksızın yaratılmış olan türlerden üstündür.
Böylelikle insan, arz ve semavat meleklerinden üstündür ve yüce olan melekler
[mele-i ala] ise, ilahi hüküm ile, bu insan türünden daha hayırlıdır.

İlahi Nefes’i bilmeyi dileyen kişi, alemi bilsin, çünkü nefsini bilen, gerçekte,
kendisinde zahir olan Rabbini bilir. Nitekim, alem Rahman’ın Nefesi’nde zahir oldu
ve bu Nefes’le Allahu Teala, İlahi İsimlerin etkilerini zahir kılmakla, etkileri zahir
olmamış bu İlahi İsimleri verdiği Nefes’le serbest bıraktı. Böyle olunca, O, Nefesiyle
varettiği şeyle (yani, alemin varedilmesiyle) Kendi nefsine bağışta bulundu.
Gerçekte, Nefes’in ilk etkisi yalnızca İlahi Hazret’te (yani, İlahi İsimler Hazreti’nde)
oldu ve daha sonra, varolan son şeye varıncaya dek (Nefes’in verilmesinden doğru)
genişlenme yoluyla aşağı doğru inmeyi [nüzul] kesintisiz bir şekilde sürdürdü.

Nefesin ayn’ında olan ne varsa, gece karanlığından sonraki aydınlık gibidir.
(Aklî) delile dayanan ilim (keşf gündüzünü boşa geçirip)
Gün sonunda uykuya dalan kimseye özgüdür.
Bu kimse, Rahmanî Nefes’e ilişkin söylediklerimizi
Rahmanî Nefes’e delalet eden bir rüya sanır.
Ve bu söylediklerimiz, Abese Suresi’nin okunuşunda
Onu bütün sıkıntılardan kurtarır.
Ve O, ateşin peşinde olana (yani, Musa’ya) tecelli etti
Ve o, O’nu ateş olarak gördü, ama O
Sultanlar için ve gece karanlığında gezinenler için Nur’du.
Söylediklerimi anladıysan eğer,
Bil o halde fakir olduğunu
Eğer ateşten başka bir şey istiyor olsaydı
O’nu, istediği bu şeyde görürdü ve yüz çevirmezdi.

Ve, Hak Teala, “..ta ki bilelim..” [Muhammed Suresi, 47/31] makamındayken İsa
Kelimesi’ne, ona nisbet ettikleri şeyin (yani, uluhiyetin) doğru olup olmadığını –
bunları çok iyi biliyor olduğu halde– sordu ve ona şöyle dedi:

“Sen insanlara, ‘beni ve annemi Allah’tan başka iki ilah olarak kabul edin’ mi dedin?”
[Mâide Suresi, 5/116].
Ve edeb gereği, soru sorulan kişinin sorulan soruya cevap vermesi gerekir. Ve
Hak Teala (ona “sen” biçiminde seslenmiş olmakla) bu makamda (yani, “sen” ve
“ben” biçimindeki ayrımlama makamında) ve bu surette (yani, ona yönelik bu soru
suretinde) kendisine tecelli ettiği için; hikmet, ayrımsızlamanın ta kendisinde [ayn-ı
cem] (“sen” ve “ben” biçimindeki bir) ayrımlama ile cevabı gerekli kıldı. Ve tenzihle
başlayarak, “Seni tenzih ederim..” [sübhaneke] dedi ve bu sözüne (ikinci tekil kişiye
işaret eden) “kaf” harfi ile sınırlama getirdi — ve bu, yüz yüze olmayı ve seslenişi
gerektirir. “..Bana yakışmaz..” –benliğimin Sen’den ayrı olmasından dolayı–
“..hakkım olmayan şeyi söylemek..” –yani, ne huviyetimin ne de zatımın gerektiriyor
olmadığı şeyi söylemek– “..Eğer, öyle demiş olsaydım, bunu bilirdin..” — çünkü
söyleyen Sen’sin ve bir şey söyleyen kimse, hiç kuşkusuz, ne demiş olduğunu bilir ve
Sen benim konuştuğum dilsin.

Nitekim, Resulallah (sav) bize Rabbinden aldığı şu ilahi haberi bildirdi: “Ben onun konuştuğu dili olurum.” Böylece Kendi huviyetini, konuşanın dilinin ta kendisi kıldı ve sözü de kuluna nisbet etti. Sonra salih kulu (yani, İsa), verdiği cevabı şu sözleriyle tamamladı: “..Sen benim nefsimde olanı
bilirsin, ve ben onda ne olduğunu bilmem..” Ve (bu sözle İsa’nın dilinden konuşan)
Hak, İsa’nın huviyetinden ilmi değilledi [nefy] — onun söz söyleyen [kail] ve etki
sahibi olması dolayısıyla değil, (onun huviyetinin) Kendi huviyeti olması dolayısıyla
değilledi. “..Gerçekte gaybı bilen Sen’sin, Sen!..” [Mâide Suresi, 5/116]. Böylece gaybı
ancak O’nun bildiğini belirttiğinde, sözünü desteklemek ve teyit etmek için “sen”
zamirini iki kez yineledi. Böylelikle (verdiği cevapta) hem (“Seni tenzih ederim” diyerek) ayrımladı [tefrik] hem de (“..Eğer, öyle demiş olsaydım, bunu bilirdin..” diyerek) ayrımsızladı [cem];
hem birledi [tevhid] hem çoğulladı [teksir]; hem (cem ve fark mertebelerindeki
ilimlerin bütününü Hakk’a özgüleyerek) genişletti hem de (kayıtlı ilimleri gerek
kendi nefsinden, gerekse başkalarından değilleyerek) daralttı. Sonra, verdiği cevabı
bitirmek üzere şöyle dedi: “..Ben söylemiş değilim onlara, bana söylememi emretmiş
olduğundan başka bir şeyi..” [Mâide Suresi, 5/117] — böylece, öncelikle (varlığı,
Hakk’ın varlığında yokolmuş olduğundan) o varlıkta olmadığına işaret eder bir
şekilde (bu sözü söyleyenin kendisi olmaklığını) değilledi; ve sonra, soruyu sorana
edeple cevap verme gerekliliğini ortaya koydu. Eğer bu şekilde cevap vermeyecek
olsaydı, hakikatlerin bilgisinden yoksun olmaklıkla nitelenirdi — ama o, böylesi bir
yoksunluktan uzaktır. Böylelikle, şöyle dedi: Bana emretmiş olduğundan başka bir
şeyi söylemedim ve (ayn-ı cem ve kurb-u feraiz makamında) benim dilimden
konuşan ancak Sen’sin ve (ayn-ı fark ve kurb-u nevafil makamında) Sen benim
dilimsin… Bu ilahi-ruhani tenbihin nasıl latif ve incelikli olduğuna bak!
(Sonra onlara şöyle dediğini söyledi:) “..Allah’a kulluk edin!..” Burada, kulluk
edenlerin kulluk edişlerindeki çeşitlilikten ve şeriatların çeşitliliğinden dolayı,
“Allah” adını kullanarak, O’nu başka bir özgül İsime [ism-i has] özgü kılmadı ve
bütün İsimler’i kendinde toplayan İsmi kullandı. Sonra, “..benim Rabbim ve sizin
Rabbiniz..” [Mâide Suresi, 5/117] dedi; çünkü, O’nun Rab-olmaklığıyla [rububiyet]
varolan bir şeye nisbeti, varolan başka bir şeye nisbetinden farklıdır. Bu nedenle,
“Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz” biçiminde bir ayrım yaparak, bu farklılığa işaret
etti.

Ve, “..yalnızca bana emretmiş olduğun şeyi..” demekle de kendi nefsini emrolunan
olmaklığı halinde olurladı [isbat] ve bu, onun kul olmaklığından başka bir şey
değildir. Çünkü emir –yerine getirilsin veya getirilmesin– ancak emre uyabilirliği
düşünülen kimseye verilir. Ve (ilahi) emir, (emir verilenin, yani mezahir-i ilahiyenin
bulunduğu) mertebenin hükmüne göre indiğinden, belli bir mertebede zahir olan
herbir kimse, bulunduğu mertebenin hakikatının verdiği şeye boyanır.

Emrolunmaklık mertebesi için, her emrolunan kişide zahir olan bir hüküm (yani,
emreden kişinin emrine uyma) olduğu gibi, emretmeklik mertebesi için de her
emredende zahir olan bir hüküm (yani, emrolunan kişiye emir verme) vardır.
Ve Hak, “Namaz kılın!” [Bakara Suresi, 2/43] dediğinde, Kendisi emreden, yükümlü
kişi ise emrolunandır. Ve kul, “Rabbim, beni bağışla!” [A’raf Suresi, 7/151] dediğinde
ise, kulun kendisi emreden ve Hak da emrolunandır. İmdi, Hakk’ın verdiği emirle
kuldan istediği şey, kulun verdiği emirle Hak’tan istediği şeyin aynısıdır (yani, emre
uyulmasıdır). Bundan dolayı, bütün dualara icabet edilmesi –sonraya kalsa bile–
kaçınılmazdır. Ki, aynı şekilde, namaz kılmakla yükümlü olanlardan kimileri, namaz
kılmaya çağrıldıklarında, vakit içerisinde namaz kılmayıp çağrıya icabeti sonraya
bırakırlar ve kendileri için uygun olan daha sonraki bir zamanda kılarlar. Böylece,
niyetlenme ile olsa bile emre uymak kaçınılmazdır.

Sonra, “Ben onlar üzerine … idim” dedi ve, “Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz”
dediğindeki gibi söylemeyip, “onların yanısıra, kendim üzerine … idim” demedi:
“Ben onlar üzerine, onlar arasında bulundukça, şehiddim..” — çünkü, nebiler,
ümmetleri üzerine, onların içinde bulundukları sürece şehiddirler. Ve şöyle
sürdürdü: “..Ve beni ölü kıldığında..” –yani, beni Kendine yükselttiğinde, onları
benden örtülü kıldın ve beni de onlardan örtülü [mahcub] kıldın ve benim
bedenimde değil ama onların bedenlerinde– “..onlar üzerine Rakîb oldun..” [Mâide
Suresi, 5/117] — çünkü Sen, gözetmeyi [murakabe] gerektiren görmekliği oldun
onların. İmdi, insanın nefsini müşahedesi, Hakk’ın onun nefsini müşahedesidir. Ve
İsa onu (yani, Hakk’ın onların maddi varlıklarındaki müşahedesini) “Rakîb” ismine
ilişkin kıldı, çünkü şuhudu (“onların üzerine şehid idim” sözüyle) kendisine ilişkin
kılmıştı. İmdi, kendisinin kul olması dolayısıyla İsa’nın İsa ve O’nun kendi Rabb’i
olması dolayısıyla da Hakk’ın Hak olduğu bilinsin için, kendisiyle Rabb’i arasında
bir ayrım koymayı dilediğinden, kendisinin “şehid,” Hakk’ın ise “Rakîb” olduğunu
söyledi. Böylece İsa, kendi nefsi sözkonusu olduğunda, kendi kavmini öne aldı ve
Hakk’a yönelik edebden dolayı onları kendisine yeğleyerek, “onlar üzerine
şehiddim” dedi. Hak’tan söz ettiğinde ise, Rabb’in mertebe yönünden önceliği
hakediyor olmasından dolayı, onları sona alarak, “..Sen onlar üzerine Rakîb oldun..”
dedi. Sonra İsa, “onlar üzerine şehiddim” dediğinde, kendisi için kullandığı “şehid”
isminin, gerçekte Rakîb olan Hakk’ın ismi olduğunu belirterek, “..Sen her şey üzerine
Şehid’sin..” [Mâide Suresi, 5/117] dedi. Ve burada, genelliğe işaret eden “her”
sözcüğünü, bilinmezlerin en bilinmezine işaret eden “şey” sözcüğünü ve Şehid
ismini getirdi — çünkü O, her bir müşahede olunan [meşhud] üzerine, bu müşahede
olunanın [meşhud] hakikatinin gerektirdiği şey ölçüsünce Şehid’dir. İmdi İsa, “Ben
onlar arasında oldukça onların üzerine şehiddim” dediğinde, kendi kavmi üzerine
Şehid olanın Hak Teala olduğuna dikkat çekti. Ve bu, Hakk’ın, İsa’nın cismindeki
şehadetidir. Bununla, Hakk’ın, İsa’nın konuştuğu dili, işitmesi ve görmesi olduğu
kesinlenmiş oldu.

Sonra İsa, hem İsevî, hem de Muhammedî olan sözü söyledi. Bunun İsevî olması,
Allahu Teala’nın Kitabında bunun, İsa’nın sözleri olduğunu bildirmesinden
dolayıdır. Ve Muhammedî olması ise, bu sözün belli bir mekânda Muhammed’den
(sav) ortaya çıkmasından dolayıdır — ve o, bu sözün, kendisinden ortaya çıktığı
yerde, bütün bir geceyi gün ağarıncaya kadar başka bir şey yapmayıp, bu sözü
tekrarlayarak geçirdi: “..Eğer Sen onları cezalandırırsan, onlar Senin kullarındır; ve
eğer onları bağışlarsan, Aziz ve Hakîm olan muhakkak Sen’sin, Sen” [Mâide Suresi, 5/118].

Burada, “onlar” zamiri, tıpkı “o” zamiri gibi, gayb-olmaklık zamiridir [zamir-i gaib].
Nitekim O, gayb-olmaklık zamirini kullanarak şöyle dedi: “Onlar kafirlerdir” [Fetih
Suresi, 48/25] — ve bu gayb, onların, “hâzır olan meşhud” sözüyle kastedilenden
(yani, Hak’tan) örtülü olmalarıdır. Ve (İsa), onları Hak’tan perdeleyen örtüden başka
bir şey olmayan bu gayb-olmaklık zamirini kullanarak, “Eğer onları bağışlayacak
olursan” dedi. Ve Allah, onları (İsa’nın diliyle) Allah’ın huzurunda
bulunmaklıklarından önce andı — (kıyamet günü) huzurda olmaklıklarına kadar
(onların hakikatleri ve zatî istidatları mesabesinde olan) maya, (vehmettikleri
varlıkları mesabesinde olan) hamurda tahakküm edebilsin ve hamur mayaya
dönüşebilsin diye.

“Çünkü onlar Senin kullarındır.” Ve burada, üzerinde bulundukları tevhidden
dolayı, seslenişi tek olana yöneltti [ifrad]. Ve nefslerinde tasarruf olmadığından
dolayı, onlardaki zilletten daha büyük bir zillet yoktur. Dolayısıyla onlar,
efendilerinin kendilerinden dilediği şeyin hükmü altındadırlar ve bu konuda
O’nunla herhangi bir ortaklıkları yoktur. Bundandır ki İsa, “Senin kulların” diyerek
O’nu tek kıldı [ifrad]. Ve “azap”la kastedilen, onların zelil olmaklığıdır ve kul
olmaklıklarından dolayı onlardan daha zelil olan yoktur ve onların zatları zelil
olmalarını gerektirir. Dolayısıyla (bu, şu demeye gelir:) “Sen onları kul
olmaklıklarından dolayı içerisinde bulunuyor oldukları zilletten daha büyük bir
zillete düşürmezsin.”

“Eğer onları bağışlayacak olursan..” –yani, karşı gelmeleri dolayısıyla hakettikleri
azaba düşmekten onları örtersen; yani onlar için, kendilerini azaptan örtecek ve
azaptan koruyacak bir örtü kılarsan– “..Sen muhakkak Aziz’sin..” – yani, koruyucu
ve kollayıcısın. Ve Hak Teala, bu İsmi kullarından birine verdiğinde, Kendisi “Azizkılıcı”
[Muizz] ve kul da “Aziz” olarak adlandırılır — ve bu durumda, bu kulunu
İntikam-alıcı’nın [Müntakim] intikamından ve Azab-edici’nin [Muazzib] azabından
korur. Ve İsa, daha önce söylediği, “Gaybları bilen muhakkak ki Sensin, Sen” [Mâide
Suresi, 5/118] ve “Her şey üzerine Rakîb Sen oldun, Sen” [Mâide Suresi, 5/117]
sözlerinin ifade biçimine uygun bir şekilde, sözü güçlendirmek için yineleme ile,
“Aziz ve Hakîm olan muhakkak Sensin, Sen” dedi.

(“Eğer onlara azab edecek olursan..” ve “Eğer onları bağışlayacak olursan..”
biçimindeki) bu sözler Resul’ün bir cevap almak için gündoğumuna kadar ısrarla
tekrarladığı bir dileyiş [sual] oldu; eğer dileyişi hemen kabul olunmuş olsaydı,
dileyişini ardarda tekrarlamazdı. Hak ona, cezalandırılma gerekçelerini, ayrıntılı
olarak [fasl] sundu. Ve o da, O’na her sunumda ve herbir ayn için, “Eğer onlara azap
edecek olursan muhakkak ki onlar Senin kullarındır; ve eğer onları bağışlayacak
olursan Aziz ve Hakîm olan muhakkak ki Sensin, Sen” [Mâide Suresi, 5/118] dedi.
Eğer bu sunumda, Hakk’ın öne aldığı ve Hakk’ın tercih ettiği şeyin neyi
gerektirdiğini görmüş olsaydı, (Hakk’ın dileğini öne alır ve Hakk’ın tarafını tercih
ederek) onlar için (yani, onların lehine) değil, onlar üzerine (yani, onların aleyhine)
dua ederdi. Bundan dolayı, Hak Teala, bu ayette ortaya konan Allah’a teslimiyeti ve
(günahları) O’nun bağışlayıcılığına havale etmeyi vurgulayarak, onların hakettikleri
şeyin bu olduğunu ona gösterdi.

Ve (hadis-i şerifle) varid oldu ki, Hak Teala dua eden kulunun seslenişini sevdiğinde
–geri çevirme sözkonusu olmaksızın, ona sevgisinden dolayı– duasını tekrarlasın
diye, duaya karşılık vermeyi geciktirir. Bundandır ki, “Hakîm” dedi — ve Hakîm,
her şeyi yerli yerine koyan; (kullarının) hakikatlerinin ve sıfatlarının istediği ve
gerektirdiği şeyi değiştirmeyen demektir. Hakîm, düzeni bilendir. Ve Resulallah
(sav), bu ayeti tekrar ederken, Allahu Teala’dan aldığı büyük bir ilim üzere idi.
Dolayısıyla, herkim bu ayeti ve diğerlerini okuyacak olursa, bu şekilde okusun;
yoksa, sessiz kalması daha yerindedir.

Allahu Teala, bir kulun herhangi bir konu hakkında söz söylemesini yerinde
bulduğunda; bu konuşmasını, ancak buna icabet etmeyi ve gereksinimi gidermeyi
dilediği durumda yerinde bulur. Dolayısıyla, hiç kimse, kendisi için yerinde
bulunanın (yani, duanın) içerdiği şeyin (yani, duaya icabetin) geciktiğini
düşünmesin. Tersine, Resulallah (sav), bu ayet üzerinde nasıl durmaksızın
uğraştıysa, kendisi de bütün hallerinde aynı şekilde durmaksızın uğraşsın; ta ki,
Allah’ın icabetini, zahirde veya batında veya Allah’ın dilediği herhangi bir şekilde
işitinceye kadar. Eğer O, dil ile ifade edilmiş bir karşılık verirse, kulağınla işittirir ve
eğer mana ile karşılık verirse içsel olarak işittirir.

M.İbn-i Arabi
Füsusul Hikem'den
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »



İncilde Hz. Meryem adının geçtiği kısımlar:



MATTA: Mat.1: 16 Yakup Meryem'in kocası Yusuf'un babasıydı.Meryem'den Mesih* diye tanınan İsa doğdu.

MATTA: Mat.1: 18 İsa Mesih'in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf'la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem'in Kutsal Ruh'tan gebe olduğu anlaşıldı.

MATTA: Mat.1: 20 Ama böyle düşünmesi üzerine Rab'bin bir meleği rüyada ona görünerek şöyle dedi: "Davut oğlu Yusuf, Meryem'i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh'tandır.

MATTA: Mat.1: 21 Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak."

MATTA: Mat.1: 24 Yusuf uyanınca Rab'bin meleğinin buyruğuna uydu ve Meryem'i eş olarak yanına aldı.

MATTA: Mat.2: 11 Eve girip çocuğu annesi Meryem'le birlikte görünce yere kapanarak O'na tapındılar. Hazinelerini açıp O'na armağan olarak altın, günnük ve mür sundular.

MATTA: Mat.13: 55 "Marangozun oğlu değil mi bu? Annesinin adı Meryem değil mi? Yakup, Yusuf, Simun ve Yahuda O'nun kardeşleri değil mi?

MATTA: Mat.27: 56 Aralarında Mecdelli Meryem, Yakup ile Yusuf'un annesi Meryem ve Zebedi oğullarının annesi de vardı.

MATTA: Mat.27: 61 Mecdelli Meryem ile öteki Meryem ise orada, mezarın karşısında oturuyorlardı.

MATTA: Mat.28: 1 Şabat Günü'nü* izleyen haftanın ilk günü, tan yeri ağarırken, Mecdelli Meryem ile öbür Meryem mezarı* görmeye gittiler.




MARKOS: Mar.6: 3 Meryem'in oğlu, Yakup, Yose, Yahuda ve Simun'un kardeşi olan marangoz değilmi bu? Kızkardeşleri burada, aramızda yaşamıyor mu?" Ve gücenip O'nu reddettiler.

MARKOS: Mar.15: 40 Olup bitenleri uzaktan izleyen bazı kadınlar da vardı. Aralarında Mecdelli Meryem, küçük Yakup ile Yose'nin annesi Meryem ve Salome bulunuyordu.

MARKOS: Mar.15: 47 Mecdelli Meryem ile Yose'nin annesi Meryem, İsa'nın nereye konulduğunu gördüler.

MARKOS: Mar.16: 1 Şabat Günü geçince, Mecdelli Meryem, Yakup'un annesi Meryem ve Salome gidip İsa'nın cesedine sürmek üzere baharat satın aldılar.

MARKOS: Mar.16: 9 İsa, haftanın ilk günü sabah erkenden dirildiği zaman önce Mecdelli Meryem'e göründü. Ondan yedi cin kovmuştu.

MARKOS: Mar.16: 10 Meryem gitti, İsa'yla bulunmuş olan, şimdiyse yas tutup gözyaşı döken öğrencilerine haberi verdi.

MARKOS: Mar.16: 11 Ne var ki onlar, İsa'nın yaşadığını, Meryem'e göründüğünü duyunca inanmadılar.



LUKA: Luk.1: 26-27 Elizabet'in hamileliğinin altıncı ayında Tanrı, Melek Cebrail'i Celile'de bulunan Nasıra adlı kente, Davut'un soyundan Yusuf adındaki adamla nişanlı kıza gönderdi. Kızın adı Meryem'di.

LUKA: Luk.1: 29 Söylenenlere çok şaşıran Meryem, bu selamın ne anlama gelebileceğini düşünmeye başladı.

LUKA: Luk.1: 30 Ama melek ona, "Korkma Meryem" dedi, "Sen Tanrı'nın lütfuna eriştin.

LUKA: Luk.1: 34 Meryem meleğe, "Bu nasıl olur? Ben erkeğe varmadım ki" dedi.

LUKA: Luk.1: 38 "Ben Rab'bin kuluyum" dedi Meryem, "Bana dediğin gibi olsun." Bundan sonra melek onun yanından ayrıldı.

LUKA: Meryem, Elizabet'i Ziyaret Ediyor

LUKA: Luk.1: 39 O günlerde Meryem kalkıp aceleyle Yahuda'nın dağlık bölgesindeki bir kente gitti.

LUKA: Luk.1: 41-42 Elizabet Meryem'in selamını duyunca rahmindeki çocuk hopladı. Kutsal Ruh'la dolan Elizabet yüksek sesle şöyle dedi: "Kadınlar arasında kutsanmış bulunuyorsun, rahminin ürünü de kutsanmıştır!

LUKA: Luk.1: 46-47 Meryem de şöyle dedi: "Canım Rab'bi yüceltir; Ruhum, Kurtarıcım Tanrı sayesinde sevinçle coşar.

LUKA: Luk.1: 56 Meryem, üç ay kadar Elizabet'in yanında kaldı, sonra kendi evine döndü.

LUKA: Luk.2: 5 Orada, hamile olan nişanlısı Meryem'le birlikte yazılacaktı.

LUKA: Luk.2: 6-7 Onlar oradayken, Meryem'in doğurma vakti geldi ve ilk oğlunu doğurdu. Onu kundağa sarıp bir yemliğe yatırdı. Çünkü handa yer yoktu.

LUKA: Luk.2: 16 Aceleyle gidip Meryem'le Yusuf'u ve yemlikte yatan bebeği buldular.

LUKA: Luk.2: 19 Meryem ise bütün bu sözleri derin derin düşünerek yüreğinde saklıyordu.

LUKA: Luk.2: 22 Musa'nın Yasası'na göre arınma günlerinin bitiminde Yusuf'la Meryem çocuğu Rab'be adamak için Yeruşalim'e götürdüler.

LUKA: Luk.2: 34 Şimon onları kutsayıp çocuğun annesi Meryem'e şöyle dedi: "Bu çocuk, İsrail'de birçok kişinin düşmesine ya da yükselmesine yol açmak ve aleyhinde konuşulacak bir belirti olmak üzere belirlenmiştir.

LUKA: Luk.2: 39 Yusuf'la Meryem, Rab'bin Yasası'nda öngörülen her şeyi yerine getirdikten sonra Celile'ye, kendi kentleri Nasıra'ya döndüler.

LUKA: Luk.8: 2-3 Kötü ruhlardan ve hastalıklardan kurtulan bazı kadınlar, içinden yedi cin çıkmış olan Mecdelli denilen Meryem, Hirodes'in kâhyası Kuza'nın karısı Yohanna, Suzanna ve daha birçokları İsa'yla birlikte dolaşıyordu. Bunlar, kendi olanaklarıyla İsa'ya ve öğrencilerine yardım ediyorlardı.

LUKA: İsa, Marta ve Meryem'in Evinde

LUKA: Luk.10: 39 Marta'nın Meryem adındaki kızkardeşi, Rab'bin ayakları dibine oturmuş O'nun konuşmasını dinliyordu.

LUKA: Luk.10: 42 Oysa gerekli olan tek bir şey vardır. Meryem iyi olanı seçti ve bu kendisinden alınmayacak."

LUKA: Luk.24: 10 Bunları elçilere anlatanlar, Mecdelli Meryem, Yohanna, Yakup'un annesi Meryem ve bunlarla birlikte bulunan öbür kadınlardı.




YUHANNA: Yu.11: 1 Meryem ile kızkardeşi Marta'nın köyü olan Beytanya'dan Lazar adında bir adam hastalanmıştı.

YUHANNA: Yu.11: 2 Meryem, Rab'be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O'nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem'in kardeşiydi.

YUHANNA: Yu.11: 19 Birçok Yahudi, kardeşlerini yitiren Marta'yla Meryem'i avutmaya gelmişti.

YUHANNA: Yu.11: 20 Marta İsa'nın geldiğini duyunca O'nu karşılamaya çıktı, Meryem ise evde kaldı.

YUHANNA: Yu.11: 28 Bunu söyledikten sonra gidip kızkardeşi Meryem'i gizlice çağırdı. "Öğretmen burada, seni çağırıyor" dedi.

YUHANNA: Yu.11: 29 Meryem bunu işitince hemen kalkıp İsa'nın yanına gitti.

YUHANNA: Yu.11: 31 Meryem'le birlikte evde bulunan ve kendisini teselli eden Yahudiler, onun hızla kalkıp dışarı çıktığını gördüler. Ağlamak için mezara gittiğini sanarak onu izlediler.

YUHANNA: Yu.11: 32 Meryem İsa'nın bulunduğu yere vardı. O'nu görünce ayaklarına kapanarak, "Ya Rab" dedi, "Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi."

YUHANNA: Yu.11: 33 Meryem'in ve onunla gelen Yahudiler'in ağladığını gören İsa'nın ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı.

YUHANNA: Yu.11: 45 O zaman, Meryem'e gelen ve İsa'nın yaptıklarını gören Yahudiler'in birçoğu İsa'ya iman etti.

YUHANNA: Yu.12: 3 Meryem, çok değerli saf hintsümbülü yağından yarım litre kadar*fx* getirerek İsa'nın ayaklarına sürdü ve saçlarıyla ayaklarını sildi. Ev yağın güzel kokusuyla doldu.

YUHANNA: Yu.19: 25 İsa'nın çarmıhının yanında ise annesi, teyzesi, Klopas'ın karısı Meryem ve Mecdelli Meryem duruyordu.

YUHANNA: Yu.20: 1 Haftanın ilk günü erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti. Taşın mezarın girişinden kaldırılmış olduğunu gördü.

YUHANNA: İsa, Mecdelli Meryem'e Görünüyor

YUHANNA: Yu.20: 11 Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı.

YUHANNA: Yu.20: 13 Meryem'e, "Kadın, niçin ağlıyorsun?" diye sordular. Meryem, "Rabbim'i almışlar" dedi. "O'nu nereye koyduklarını bilmiyorum."

YUHANNA: Yu.20: 15 İsa, "Kadın, niçin ağlıyorsun?" dedi. "Kimi arıyorsun?" Meryem O'nu bahçıvan sanarak, "Efendim" dedi, "Eğer O'nu sen götürdünse, nereye koyduğunu söyle de gidip O'nu alayım."

YUHANNA: Yu.20: 16 İsa ona, "Meryem!" dedi. O da döndü, İsa'ya İbranice*, "Rabbuni!" dedi. Rabbuni, öğretmenim demektir.

YUHANNA: Yu.20: 18 Mecdelli Meryem öğrencilerin yanına gitti. Onlara, "Rab'bi gördüm!" dedi. Sonra Rab'bin kendisine söylediklerini onlara anlattı.



ELÇİLERİN İŞLERİ: Elç.1: 14 Bunlar İsa'nın annesi Meryem, öbür kadınlar ve İsa'nın kardeşleriyle tam bir birlik içinde sürekli dua ediyordu.

ELÇİLERİN İŞLERİ: Elç.12: 12 Petrus olanların farkına varınca Markos diye tanınan Yuhanna'nın annesi Meryem'in evine gitti. Orada birçok kişi toplanmış dua ediyordu.


Pavlus'tan ROMALILAR'A MEKTUP: Rom.16: 6 Sizin için çok çalışmış olan Meryem'e selam söyleyin.

En son katre-iNur tarafından 14 Ara 2008, 00:00 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »


Kuran-ı Kerim'de Hz. Meryem ile ilgili ayetler:

BAKARA SURESİ: 87 Yemin olsun ki, Mûsa'ya Kitap'ı verdik. Ve arkasından da resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da açık-seçik deliller verdik ve kendisini Ruhulkudüs'le güçlendirdik. Bir resulün size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiği her seferinde büyüklük taslanmadınız mı? Bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.

BAKARA SURESİ: 253 İşte resuller! Biz onların bazısını bazısına üstün kılmışızdır. Allah, onlardan bazısıyla konuşmuştur. Bazılarını da derecelerle yüceltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık ayetler verdik ve onu Ruhulkudüs'le güçlendirdik. Allah dileseydi, onların ardından gelenler, açık-seçik mesajlar kendilerine ulaştıktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Ancak tartışmaya girdiler de içlerinden bazısı iman etti, bazısı küfre saptı. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ne var ki, Allah dilediğini yapıyor.

ALİ İMRAN SURESİ : 36 Onu doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bildiği halde- şöyle dedi: "Rabbim, onu kız olarak doğurdum ve erkek, kız gibi değildir. Adını Meryem koydum onun. Onu ve soyunu, kovulmuş şeytandan sana sığındırıyorum!"

ALİ İMRAN SURESİ : 37 Allah, onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi besleyip büyüttü. Onu, Zekeriyya'nın korumasına verdi. Zekeriyya, mihrapta onun yanına her girdiğinde, orada bir rızık bulur ve sorardı: "Meryem, bu sana nereden?" Meryem de "Bu, Allah katındandır; çünkü Allah dilediğini hesapsızca rızıklandırır." derdi.

ALİ İMRAN SURESİ : 42 Bir de melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem, Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları üstüne yüceltti."

ALİ İMRAN SURESİ : 43 "Ey Meryem, Rabbinin huzurunda saygıyla el bağla. Secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et!"

ALİ İMRAN SURESİ : 44 Bu, gayb haberlerindendir ki, sana vahyediyoruz. Onlar, Meryem'in bakımını kimin üstleneceğini belirlemek için kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Çekiştikleri sırada da yanlarında değildin.

ALİ İMRAN SURESİ : 45 Bir de, melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelimeyle muştuluyor. Adı, Meryem'in oğlu İsa Mesih'tir.Dünya ve âhirette yüz akıdır.Allah'a yaklaştırılanlardandır."

ALİ İMRAN SURESİ : 47 Meryem dedi ki: "Rabbim, çocuğum nasıl olur benim? Bana hiçbir insan dokunmadı ki!" Allah cevap verdi: "Allah dilediğini işte böyle yaratır! Bir iş ve oluşa karar verdiğinde sadece ona "Ol!" der; ve o hemen oluverir."

NİSA SURESİ : 156 Küfürleri sebebiyle, Meryem aleyhinde büyük bir yalan söylemeleri yüzünden...

NİSA SURESİ : 157 "Biz, Allah'ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden. Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. Onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. Onu kesinlikle öldürmediler.

NİSA SURESİ : 171 Ey Ehlikitap! Dininizde aşırılığa gidip doymazlık etmeyin! Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin! Meryem'in oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır. Artık Allah'a ve resullerine inanın. "Üçtür!" demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah Vâhid'dir, tek ve biricik ilahtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O'nundur göklerdekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter.

MAİDE SURESİ : 17 Yemin olsun ki, "Allah Meryem'in oğlu Mesih'tir" diyenler küfre batmışlardır. De ki: "Allah; Meryem'in oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzündeki insanların hepsini helâk etmek istese Allah'a karşı kimin elinde bir güç vardır!" Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülkü/ yönetimi Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Allah her şeye Kadîr'dir.

MAİDE SURESİ : 46 Ardından o peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa'yı gönderdik. Tevrat'tan yanında bulunanı doğruluyordu. Ona İncil'i verdik. Hidayet ve ışık vardı onda. Tevrat'tan yanında olanı tasdikleyici idi. Doğruya ve güzele kılavuzdu, takvaya sarılanlara bir öğüt.

MAİDE SURESİ : 72 Yemin olsun ki, "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'in ta kendisidir!" diyenler küfre batmışlardır. Mesih şöyle demişti: "Ey İsrailoğulları, hem sizin Rabbiniz hem de benim Rabbim olan Allah'a kulluk/ibadet edin! Gerçek olan şu ki, Allah'a ortak koşana Allah, cenneti haram kılmıştır. Varacağı yer ateştir onun. Zalimlerin yardımcıları olmayacaktır."

MAİDE SURESİ : 75 Meryem'in oğlu Mesih, bir resulden başkası değildir. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir. Onun annesi de özü-sözü doğru biriydi. İkisi de yemek yerlerdi. Bak nasıl açıklıyoruz onlara ayetleri! Sonra bak, nasıl gerisin geri çevriliyorlar!

MAİDE SURESİ : 78 İsrailoğullarının küfre sapanları, Meryem'in oğlu İsa'nın ve Dâvud'un diliyle lanetlendiler. Bu böyledir; çünkü onlar sınır tanımazlık, haksızlık, düşmanlık ediyorlardı.

MAİDE SURESİ : 110 Hani, Allah şöyle demişti: "Ey Meryem'in oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhulkudüs'le desteklemiştim, beşikte iken ve erginlik çağında insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş görünümünde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun da o benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan körü, abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. Hani, sen onlara açık-seçik ayetleri getirdiğinde, küfre sapanları şöyle deyivermişti: "Açık bir büyüden başka bir şey değil bu."

MAİDE SURESİ : 112 Havariler demişlerdi ki: "Ey Meryem'in oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" İsa dedi ki: "Eğer müminlerseniz Allah'tan sakının!"

MAİDE SURESİ : 114 Meryem oğlu İsa şöyle yakardı: "Allahım, ey Rabbimiz! Üzerimize gökten bir sofra indir de bizim hem öncekilerimize hem sonrakilerimize bir bayram olsun, senden bir mucize olsun. Rızıklandır bizi! Rızık verenlerin en hayırlısı sensin!"

MAİDE SURESİ : 116 Allah şunu da söyledi: "Ey Meryem oğlu İsa! Allah'ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?" İsa dedi: "Hâşâ! Tespih ederim seni. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen, gaybları çok iyi bilensin!"

TEVBE SURESİ : 31 Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem'in oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.

MERYEM SURESI : 16 Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir mekâna çekilmişti.

MERYEM SURESI : 18 Meryem demişti: "Ben senden, Rahman'a sığınıyorum. Takva sahibi biriysen dikkatli ol."

MERYEM SURESI : 27 Meryem, onu taşıyarak toplumuna getirdi. "Ey Meryem, dediler, şaşılacak bir iş yaptın!"

MERYEM SURESI : 29 Meryem, çocuğa işaret etti. Dediler: "Beşikteki bir sabiyle nasıl konuşuruz?"

MERYEM SURESI : 34 İşte Meryem'in oğlu İsa budur! Hakkında kuşku ve çelişmeye düştükleri şeyin doğrusu bu sözdür.

MÜMİNUN SURESİ : 50 Meryem'in oğluyla annesini birer ayet kıldık ve onları oturmaya uygun pınarlı bir tepeye yerleştirdik.

AHZAB SURESİ : 7 Biz, peygamberlerden mîsaklarını almıştık. Senden de mîsak aldık. Nûh'tan, İbrahim'den, Mûsa'dan, Meryem oğlu İsa'dan, bunların hepsinden kuvvetli bir sözleşmeyle mîsak aldık;

ZÜHRUF SURESI : 57 Meryem'in oğlu, bir örnek olarak ortaya konunca, senin toplumun buna karşı hemen bağırıp çağırmaya başladı.

ZÜHRUF SURESI : 59 Meryem'in oğlu, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek yaptığımız bir kuldu.

HADİD SURESİ : 27 Sonra onların eserleri üzere, resullerimizi art arda gönderdik. Meryem'in oğlu İsa'yı da onların ardınca gönderdik. Ona İncil'i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet koyduk. Bir bid'at olarak ortaya çıkardıkları ruhbaniyeti, onlar üzerine biz yazmamıştık. Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Ama ona gerektiği şekilde saygılı olmadılar. Onların, iman edenlerine ödüllerini verdik. Onlardan çoğu yoldan çıkmış olanlardır.

SAFF SURESİ : 6 Meryem oğlu İsa'nın da şöyle dediğini hatırla: "Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim. Benden önce Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim." Fakat İsa'nın müjdelediği elçi onlara apaçık deliller getirdiğinde: "Bu, katıksız bir büyüdür!" dediler.

SAFF SURESİ : 14 Ey iman sahipleri! Allah'ın yardımcıları olun! Hani, Meryem oğlu İsa, havarilere: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de, havariler: "Biz, Allah'ın yardımcılarıyız!" cevabını vermişlerdi. Bunun ardından, İsrailoğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.

TAHRİM SURESİ : 12 Ve Allah, ırzını bir kale gibi koruyan İmran kızı Meryem'i de örnek verdi. Biz onun içine ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdikledi de içten bağlananlardan oldu.


"LEALLEKUM YETEFEKKERUN"



Allah CC en doğrusunu bilir...

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


ZEVK 3452

Tüm Âlemlerin GELİNi, Tevhid Tuzağın YÂR Yemi
İffetin İsmette İLKi, Namus-u EKBER AR Yemi
Kâinâtın KADIN Kalbi, Muhabbetin Nur-u MÎM’i
Mâsivânın AŞK Mahşeri!. Merhametin Mest MERYEM’i


12.12.2008 10:30
L a r a tbs..
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Berzahtaki Sarsıntı (Hz. Meryem)
Ürperti, korku, kadın için iffetin çelik zırhı. İffet sorgulaması, imtihanların en çetini.

Kelime olmadan kelam olmaz. Kelamın olmadığı yerde ise hayat mefluçtur. Önce “Kelime” gelecek, hayatı, yani diriliş evresini hazırlayacak. İçtimai ünitelerin hepsi, teker teker “Kelime” ile fethedilecek.

Mescidini yapamayanlar, hiç bir zaman Kâbe’yi fethedemezler, bir medeniyet kuramazlar. Mekanı şuur haline getirmemişlerin ise, cemaat veya cemiyetle uzaktan yakından alâkası yoktur.

Doğum sancısı. Ruhullah muştusunu bağrında büyüten ızdırap. “Keşke unutulup gitseydim; ve keşke bu günleri görmeden ölseydim” dedirtecek kadar ağır basan imtihan. Doğuştan seçkinlere tatbik edilen ıstıfa ameliyesi.. İmran soyluların kuracakları ümranın temeli, ya şehid kanı ister ya da çile ile billurlaşan gözyaşı. Bir bakıma gözyaşı, şehid kanının bedeli olur! İkisinin de olmadığı bir bezmde ümrandan söz edilemez.

Cemiyet sancı çekmeden liderini doğuramaz. Lider sancı çekmeden de cemiyet kuramaz.

“Bana kuvvetle yardım edin” diyen Zülkarneyn’in istediği, talep ettiği bütün kuvvet çeşitleriyle.. Kuvvetli mü’minin, zayıf mü’minden daha hayırlı olduğunu hatırlayarak.

Hz. Mesih doğmuşsa, Hz. Meryem’in iffeti melekleri dahi gıptaya sevkedecek kadar temiz ve duruysa korkulacak, endişe edilecek bir şey yoktur. Bugün ona hakaret savuran diller, beşikteki çocuk konuşmaya başlayınca ebkem kesilecek ve bugün onu öldürmeye uzanan eller, bir gün biat yarışına girecektir.
İşin başında, belki seni bir cemaat olarak küçük görecek ve dengedeki ağırlığını bilmedikleri için seninle konuşma ihtiyacı bile duymayacaklardır. Çünkü sen o gün henüz beşikteki Mesih’sin. Ancak, Hz. Meryem susup ısrarla seni gösterince devrin ileri gelenleri, bir milletin kaderini ellerinde tutanlar sana hayret dolu gözlerle bakacaklar ve “Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz” diyecekler.
Ama, o gün başka ses ve soluk kalmayacak; sadece beşikteki çocuk konuşacak. Beşikteki çocuk kardinalleri teslim alacak.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MERYEM’im!..

Nûrullahın Haz Nazında
Nûr-u Mîm’in Niyazında
Sükut SAVMın Namazında
Canda Cânân AN MERYEM’im!..


*

cAN çıktı ÇİLE ÇÖLÜne
“ÖL! Diril! ÖL!” de “ÖL!” üne
Üpüryân GÖNÜL GÖLÜne
“BİZ BİRiz!” de BAN MERYEM’im!..


*

MUHİT Halkın Tantanası
MERKEZ HAKK’ın Saltanası
İS’nın AHMED ANAsı
cANda Cânân CAN MERYEM’im!..


*

Sertâcı Sevda Sürüsün
Her Hâlde Her AN HÜRÜsün
ÖZetin ÖZ ÖZgürüsün
OL-AN İmtihan MERYEM’im!..


*

Çile Çölün Tûr-i Sînin
Sînende Sırrların Senin
İki cANa Tevhid TENin
İliğin İmAN MERYEM’im!..


12.12.2008 12:00
Çiçek camii


Çok değerli kardeşlerimizin kıymetli katkılarıyla neler öğrenmekteyiz şükürler olsun.
Hakk cc razı olsun..


En son kulihvani tarafından 03 Tem 2009, 17:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Ne güzeldir GÖNÜL BİR'liği...
Tam da forum da arayacaktım ki yazdığım dörtlüğü ekleyeyim diye...
Bir baktım ki Hocam da AYN'ı AN'da MERYEM demekte....


GÖNÜL MERYEM, bakiredir, KİR-letme NEFS’î istekle,
AŞK MERHEM’i sür SABIR’a, üzülme, ümitle bekle,
AÇ olsan AÇ-ıkta olsan, AÇ-ma ki AÇILSIN SIRR’ın,
DİRİ’lsin ki İSA SEN’de, LEŞ diriltir üflemekle.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MERYEM’im!..


Doğdun Aşk Kapısın çaldın
Doğurdun DevrANa daldın
“Olsun!-Olmasın!” da kaldın
İS dır “OL-AN!” MERYEM’im!..


*

Muhabbet Mâbedin girdin
Mihrabında Mevlâ virdin
Yoğunu-Varını verdin
Kul iken Sultan MERYEM’im!..


*

ÇİLE ÇÖLÜmüz ÇİLEsi
Yâ Hakk! Ya Hu! Hayy "BİLE"si
ATEŞin - ALEV "İLE"si
Yalnızlıkta YAN MERYEM’im!..


*

AŞKsız-Ateşsiz, soğurdun!
Ateşte AŞKın doğurdun
Gözün Yaşıyla yoğurdun
Hayy Hamurun KAN MERYEM’im!..


*

Zaman – Mekansız fasıldık
Ne derim, nice-nasıldık
Bu Cumâ’mız Cem’de kıldık
“Kûn!” oldu Kur'ân MERYEM’im!..


12.12.2008 12:00-17:23
Cuma-Çiçek camii-yollar..


Resim
Kullanıcı avatarı
MBurak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 415
Kayıt: 12 Ağu 2007, 02:00

Hz. Meryem Annemizin Çilesi

Mesaj gönderen MBurak »

Hz. Meryem aleyhesselam Hz. İsa a.s’ ye hamile kaldığında Cenab-ı Hakk O’na:
“sakın insanlarla konuşma, söze oruçlu ol ”diye emir buyuruyor.
Çünkü sen ne söylersen söyle bunlar tıyneti bozuk öyle adi insanlardır ki hep senin sözünü çevirirler.
Çok çok müdahale ettiklerinde sen işaretle konuşursun, ekmeği suyu veya başka bir şeyi istediğinde işaretle gösterirsin.
Ağzından kelam çıkmasın. Her sözünü çarptırırlar ve saptırırlar diyor.

Bunun üzerine insanların bulunduğu Pazar yerine gelen Hz. Meryem; Hz. İsa a.s yi karnında taşıyan Meryem a.s, yine Yahudilerin tasallutuna uğruyor.
Nerden peydahladın bunu?
Karnındaki çocuk ne?
Falan diye çok hakaret edici, hakaretane sözler sarf ediyorlar.

Hz. Meryem a.s de şöyle yapıyor: (o meşhur haç çıkarma hareketini yapıyor)
Sağımdaki solumdaki melekler şahittir ki bu karnımdaki alnımın yazısıdır. Yani bu bana Allah’ın takdir ettiği bir şeydir.

O zamanın örfünde el ile alnı göstermenin alın yazısı olduğu,
sağ ve sol omuz işaret edildiğinde sağımdaki ve solumdaki melekler olduğu,
eli karna doğru işaret yollu göstermenin de karın olduğu anlaşılıyor.
O zamanın örfünde var bu.

Yani, bu karnımdaki alnımın yazısıdır, sağımdaki ve solumdaki melekler de buna şahittir, diyerek bu şekilde bir hareket yapıyor.

Hıristiyanların yaptığı haç çıkarma ya da ıstavroz hareketinin aslı budur. Şeklinde anlatmış Şeyh Muzaffer Özak kardinallere ve papazlara ABD’de iken sizin bu haç çıkarma ya da ıstavrozun ASLı nedir diye sorduğunda cevaben…
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/brk.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

" (Musa): RABB'im! Dedi, sadrıma genişlik (şerh) ver, işimi (emrimi) kolaylaştır, dilimden (şu) bağı (düğümü) çöz!... Ki sözümü fıkh etsinler (anlasınlar) ..." (Ta Hâ 20/25-28)

Azîz kardeşim,
Âcizâne bu satırları karalarken ve Tâ Hâ sûre-i celilesinde Musa (aleyhi's-selâm) , Meryem (aleyha's-selâm) derken telefon çaldı. Biricik kızım Ahsen Ankara'dan aradı. Bir rüyâ görmüş anlattı. İlâhî bir tevâfük (uygun düşme) olduğu için arzediyorum. Anlatıyor: "İkimiz birlikte bir gümrük kapısında idik. Kapıda bir de kadın görevli vardı. Biz (kadınlar) oradan geçecektik. Geçmeden önce o kadına bir soru sormak istedim ancak senin duymanı istemiyordum. Sorumun cevâbını ise biliyordum ancak teyid ettirmek istedim. Yanına varıp: "Meryem (aleyha's-selâm)'ın kuru hurma ağacının sırrı nedir?" diye sordum. Ben cevâbının "tahammül ve sabır" olduğunu biliyordum. Tam sordum ki sen yanımda idin. Sorumu saçma bulacaksın sanmıştım. Oysa çok sevinmiştin... Kadın, önündeki kasadan 4 fiş kesti 3'ü siyah yazılı, 1'i lâcivert yazılıydı. Sen birisini bana verip üçünü çok lâzım olanlara vermemiz lâzım diye alınca ben: "Nasıl olsa bu kasa bizim, istediğimiz kadar alırız" dedim. Sen bana dönüp: "Ahsen kızım, ben hiç hâmile kalmadım ve doğurmadım, ancak Sen, Meryem (aleyha's-selâm)'ı daha iyi tanıma imkanına sahibsin, çünkü hâmilesin!..." dedin." diye anlattı. Kızım da hâmile imiş... Rabbü'l-âlemin'den Muhammed (aleyhi's-selâm)'a hizmetçi ve hâdeme (Meryem: hizmetçi demektir.) ve göz sürûrû olan nesilleri nâsib ve kısmet etmesini cümlemiz için duâ ediyorum! Âmin!..


http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ge&pid=982
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MERYEM’im!..

Zâhirin ZANNa ezâsı
Dar geldi Felek Fezâsı
Suçun ne? Neydi cezâsı?
Zor Zevki Zindan MERYEM’im!..


*

Doğmadan DOST’un Adağı
Doğuracak Hıra Dağı
Ahmedin Ahadî Bağı
Kâbe Kavseyn Şa’n MERYEM’im!..


*

ELindeki kuru DALın
Canı olayım Beşik-Salın
Câhile “Meryem Masalı”n
Kâmile Kur’ân MERYEM’im!..


*

Çile Çölüm! Gök Gönüllüm
Gönlümdeki gönül güllüm
Mah Cemâlli Tevhid Tüllüm
Ehline Üryan MERYEM’im!..


*

Kim dinler kim anlar Seni
Saramaz Zamanlar Seni
Canda bulur CANlar Seni
Yüreği püryan MERYEM’im!..
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Resim


PUTPEREST’e HAKK tuzağı,
Samirî’nin HAYY Buzağı,
BİR üzüm içinde BAĞI,
İSA Doğursun MERYEM’im

ÖZ’ün GÜL de, gözün gülde,
ÖZ’ün gör “ÖLMEDEN ÖL” de,
HAYY hüküm sürer her KUL’da,
İSA Doğursun MERYEM’im

RESÛL’ün ÛMMÎ GÖNLܒsün,
TAKVA’dır TEK SEN’in SÜS’ün,
CEBRÂİL RUH’un üfürsün,
İSA Doğursun MERYEM’im

İKRA buyurduğu neydi,
SEN’in GEBE olduğun ŞEY’di,
KELÂM'dı O, KELİME’ydi,
İSA Doğursun MERYEM’im
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MERYEM’im!..


Tecrî min tahtiha'l-enhar
Rahminde Rahmân Sesi var
Silkele! Düşer, OL-Anlar!
Gözleri giryan MERYEM’im!..

*

KEVNe kefil Zekeriyyâ
Mihrabı Meryem Beriyyâ
Şe'’ne Şâhid Yahyâ Hayyâ!
Hazıra Subhân MERYEM’im!..

*

Muhabbetin Mâsivâsı
Âlemin seçkin Nisâsı
Kucağında AŞK İsâsı
“Belâ!”sın Bulan MERYEM’im!..

*

İfrat-Tefrit Ateşinde
Pişirdi Aşk Güneşinde
Düşürdü İsâ peşinde
Boyağın boyan MERYEM’im!..

*

Düşürüldü derde Meryem
Hayy'da Hakk'’a perde Meryem
Bilen var mı nerde Meryem?
Âşığa AYAN MERYEM’im!..
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Resim

ÇÖL’ü , ÇİLE görür NEFS’in,
Çile lütuf olur SEV’sin,
AÇ olan dizini dövsün,
MEVLÂM doyursun MERYEM’im.

CAHİL’in şehvet hevesi,
Sağ mı SALİH’in DEVESİ!
RAHİM’de RAHMAN NEFESİ,
Sana çağırsın MERYEM’im,

İSA’nın ASL’ı dirilten,
HAYY OL-AN’a ÖRTܒdür TEN,
ÖRTÜLEN-le BİLE ÖRTEN,
Nasıl ayırsın MERYEM’im.

MERYEM kadınların ŞAHI,
MERYEM HAKK’ın HAYY TEZGÂHI,
MERYEM SAF ZİKİR DERGÂHI,
İSA Doğursun MERYEM’im.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Hz Meryem'in Konuşma Orucu Tutması

Hz Meryem, başına gelen her olayda Allah'a yönelip dönmüş, yardımı, desteği yalnızca Allah'tan beklemiş ve her defasında da Allah'ın geniş fazlı ve rahmetiyle karşılık görmüştür Kavminin kendisine yönelttiği iftiralarda da, yine Rabbimiz'in kendisini onların tüm iftiralarından en güzel şekilde temize çıkaracağını bilmenin güvenini yaşamıştır

Nitekim Allah Hz Meryem'e " Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah)a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım" (Meryem Suresi, 26) şeklinde bildirerek, kavminin karşısına çıktığında onlara 'Allah'a konuşma orucu adadığını' söylemesini vahyetmiştir

Hz Meryem, kavminin yanına gittiğinde, kendisiyle konuşmak isteyen ve suçlamalarda bulunan kimselere, "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır Ve O salihlerdendir" (Al-i İmran Suresi, 46) şeklinde müjdelediği, Hz İsa'yı işaret etmiştir


Bu işaretle Allah büyük bir mucize gerçekleştirmiş ve Hz İsa'yı henüz beşikte olduğu halde konuşturarak Hz Meryem'e çok büyük bir yardımda bulunmuştur Allah, kavminin Hz Meryem'den beklediği açıklamayı, Hz İsa'ya söyletmiş, hem onu atılan iftiralardan temize çıkarmış, hem de bir mucize ile Hz İsa'nın elçiliğini İsrailoğulları'na müjdelemiştir:

Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı

Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti Anneme itaati de Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz" (Meryem Suresi, 29-34)

Allah'ın Hz İsa'ya beşikte iken nutuk verip konuşturmuş olması, Hz Meryem'e karşı çirkin iftiralarda bulunan kavminde büyük bir şaşkınlığa neden olmuştur Bu olayla birlikte, Allah'ın "Irzını koruyan (Meryem); Biz ona Kendi Ruhumuz'dan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık" (Enbiya Suresi, 91) ayetiyle bildirdiği gibi, her ikisinin de Allah'ın insanlar üzerine üstün kıldığı kimseler olduğu anlaşılmaktadır

Hz Meryem'in ne kadar üstün ahlaka sahip bir insan olduğu, onurlu ve temiz kişiliği bu konuşmayla ortaya çıkmış ve inkarcı kavmin tuzakları en güzel şekilde bozulmuştur

ayetiyle, bu olayların ardından Hz Meryem ve Hz İsa'nın hayatlarını yine Allah'ın rahmeti altında devam ettirdiklerini bildirmiştir
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MERYEM’im!..

Damla Deryayı boğacak
Kalb karanlığın koğacak
Meryem Ol! İS’n doğacak
Kalbinde DOĞ-AN MERYEM’im!..

*

Nalin çıkar! Ayak sürü!
Sürün gel AŞKtan ötürü
Soyun çırılçıplak yürü
Gönüllü Kurban MERYEM’im!..

*

Muhabbet-Münâdi Sensin!
Hademesin! Hâdi Sensin!
Kudsal Tûvâ-Vâdi Sensin!
Kıtmir’e Kervan MERYEM’im!..

*

BİZden BİZe! Benden Sana
AŞK akıyor yana yana
Alevin AŞKa bahana
Bilinmez Bahan MERYEM’im!..

*

Vasl-ı Vuslatın Vanası
AŞK Halkasın Çarpanası
Babasız İSÂ ANAsı
Hazıra Hayran MERYEM’im!..

*

Kul İhvanî’n Çarkına Dost!
Şe’en Şehrin Şarkına Dost!
İnkâr-İkrâr Farkına Dost!
TEVHİDe Kirman MERYEM’im!..


12.12.2008 12:00-17:23
Çiçek camii-yollar..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön