MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Denge-Düzen, Sükûn ve Sükût ->Sırat-ı Müstakîm üzere ve İ'TİDÂL üzere olmaktadır:

عن جابر بن عبدالله قال كنا جلوسا عند النبي صلى الله عليه وسلم فخط خطا هكذا أمامه فقال: هذا سبيل الله عز وجل وخط خطا عن يمينه وخط خطا عن شماله وقال هذه سبل الشيطان ثم وضع يده في الخط الأوسط ثم تلا هذه الآية :
وَ أَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Resim ---Câbir İbni Abdillah radiyallahu anhu: Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında otururken parmağı ile kumlar üzerine bir çizgi çekti, sonra : “İşte bu Allah’ın dosdoğru yoludur” dedi. Daha sonra o çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi ve tekrar şöyle buyurdu:“Bu da şeytanın yoludur, bunların her birinin kavşağında bir şeytan oturuyor ve o yollara davet ediyor “Ve daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu âyet-i celîleyi okudu:

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne): Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.”
(En’âm 6/153)
(Darimî, Sünen 1.c. 208.n – İ. Ahmed, Müsned 1 / 435 – 465 - Hakim : 2 / 318 - M. Zevaid : 7 / 22 - Es – Sünne :16 .17. n; Bezzâr : 2210 –2211)


Resim ---İbni Mes'ud (ra): "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî, Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî, Mukaddime 23)

قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Resim---Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne) :“De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.”
(En'âm 6/151)

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne) :“Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.”
(En'âm 6/152)

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne) : “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”
(En'âm 6/153)

Sağdaki yollar ifrattaki yollar. Kraldan da kralcı diye Türkçede de olan. Aşırı dindârlık diye, bilerek veya bilmeyerek MuhaMMedî yolun dışında bir yol icâd etmek-bidât ve yeni yol uydurmalar. Daha, daha çok dindârmış!... Öyleleri için o kadar çok hadis-i şerîf var ki örneklerle!.

Soldaki yollar ise, dininin emir ve yasaklarını hafiflete hafiflete yok edip, dinsizliğe kadar giden ama adı din adına güyâ hakikat, tefritçilik!.

Bir de "Biz, Hakikat Ehliyiz" deyip eliyle Kur'ân-ı Kerîm'i, hâşâ bir tarafa itip nefsanî ve şeytânî at oynatmalar!
"Sen benim kalbime bak kalbime!" ler v.s.

En'âm 6/151-153 âyetlerindeki emirlere "on emir"denilir ki bütün peygamberlerin şerîatında mevcûddur.

İslamda Evamir-i Aşere de denilen 10 emir, Bakara 2/83-84 âyetlerde anlatılır:


وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ
Resim---Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bil vâlideyni ihsânen ve zil kurbâvel yetâmâ vel mesâkîni ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât(zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn: Hani İsrailoğullarından, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin" diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hâlâ) yüz çeviriyorsunuz.”
(Bakara 2/83)

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لاَ تَسْفِكُونَ دِمَاءكُمْ وَلاَ تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُم مِّن دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ
Resim---Ve iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum ve lâ tuhricûne enfusekum min diyârikum summe ekrartum ve entum teşhedûn: Hani sizden "Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hâlâ (buna) şahitlik ediyorsunuz.”
(Bakara 2/84)

İlim, öğrenilen değil de esas ilim onunla amel edilendir. İlim-İrade-İdrak ve İştirak dediğimiz de budur.. ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi İZleme YOLUmuzudur ve SON-UÇu KULun Nefsi için RıZaULLAHtır:

وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adnin, ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu) :“Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk- ALLAH'ın razısı ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”
(Tevbe 9/72)

Bunun tersi ise KULun kendi Nefsi için zulmetmesidir:

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَمَا أَغْنَتْ عَنْهُمْ آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ مِن شَيْءٍ لِّمَّا جَاء أَمْرُ رَبِّكَ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبِيبٍ
Resim---Ve mâ zalemnâhum ve lâkin zalemû enfusehum fe mâ agnet anhum âlihetuhumulletî yed’ûne min dûnillâhi min şey’in lemmâ câe emru rabbik(rabbike), ve mâ zâdûhum gayre tetbîb: Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı.”
(Hûd 11/101)

İnsanın nefsine zulmetmesi ve nefsinin kendisi için sağlanan imkÂNı isrâf etmesi; insanın aklı ve irade'i cüziyyesi ile ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in ilâhî fıtratını (cibillet, tabîat, mizâc, tıynet, yaratılış, ahlâk) değiştirmesidir.

Nefsin; Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İllet gibi ana ve gerçek sıfatlarını soyunup, hâşâ RABB'lık sıfatları giyinip öyle olduğunu sanması ve öylesine yaşamasıdır...

Bilerek de olur, bilmeyerek de...
Bilerek olursa en zâlim o dur ki Firavunluktur.
Bilmeden ve ciddîye almadığından olursa nefsi isrâf etmiş olur.

Azîz kardeşlerim,
Yozlaşan, çürüyen, şahsîleşen ve ilkel akışkanlıklar hâline dönüştürülerek Gerçek MuhaMMedî Yolun ifrat veya tefritinde, taklîdî bir tasavvuf türemiş, gelişmiş ve piyasayı işgal etmiştir.
Din; ilmini tazı yapan âlim kılıklı avcılara kalmıştır...
Dağdan gelen bağdakini kovmuştur.
Kaldı ki, bugünü bir tarafa bırakalım ve fitnelerin kökenine bakalım.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den bir müddet sonra başlayan fırkalar cirit atmıştır.
Ve en acısı politik pisliklerle tasavvuf yüzyıllarca kirletilmiştir.

Enes bin Mâlik (radiyallahu anhu) devrinin insanlarını acı bir şekilde uyarırken: "Siz sahabeyi görseydiniz: "deli bunlar" derdiniz, onlar da sizi görselerdi "dinsiz bunlar!..." derlerdi."demiştir.

İşte budur ŞeHÂDEtte devrÂN Deliliği MuhaMedî Tasavvufta..


Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kul gerçek imâna erişemez insanlar kendisine mecnun (deli) demedikçe." buyurmuştur.

(İmâmı Ahmed, Müsned III /68)

Buradaki deli, akılsız anlamındaki deli değildir.
Bu delilik o dur ki: diğer insanlar bu müslümana bakıp bakıp da:
"Bu çağda, bu devirde; beş vakit namaz kılıyor, oruç tutup aç kalıyo, malını dağıtıyor (zekât), Araplara para dağıtıyor (Hac) şöyle yapıyor!. Böyle yapıyor!. Bizler gibi keyfine bakmıyor, yiyip içip tepinmiyor, deli her hâlde, bize benzemiyor!..." demeleridir.

İslam Dininde Akıl, NAKLe ki Kur'ân-ı Kerimi DUYuuş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem’e UYuş aracıdır..
İslam Dini Emirleri dışındaki zulümlere dayanmak tahammüldür..
Sabır ise hakkla hayrda; her zaman, her yer, her hâl ve herkesin içinde olabilmeye denilir..

Hâl bu iken herşey de bitmiş tükenmiş yollar kapanmış da değildir. Dağlardaki çınar ağaçları gibi başı dik, kökü sağlam hüdâ'i nâbit ALLAH dostları hep var olmuştur, olacaktır ve vardır da...

Yemenli Ârif-i Billah Ebu'l-Gays Hazretleri kendisini imtihÂNa gelen şeyhlere:
"Hoş geldiniz ey kulumun kulları!..." diyor.
Buradaki incelik şeyhler nefislerinin hevâsına kul.
Ebu'l-Gays'ın hevâsı ise Ebu'l-Gays'a kul olmuştur..

İşte böylesi Ebu'l-Gays gibi MuhaMMedî Dervişler küçük çocuklar gibi saftırlar:

1- Rızka önem vermezler
2- Hastalansa RABB'ısına şikâyetçi olmazlar.
3- Toplu yer, toplu oynar, toplu yaşarlar.
4- Darılsalar hemen barışırlar
5- Korktuklarında mutlaka ağlarlar
6- Ölen bir dede gibi eli açık değil de, doğan bir bebe gibi eli kapalı ölürler.
7- Onlar; Hakka uyup haddini bilen, hayra çabalayan, ahdine uyan, mevcûdla yetinen Rıza Erleridirler.

Neylersin ki hayat bu, böyledir Sünnetullah.. Öylesi de, böylesi de olacak!...
Olacak da, çorağa yağan yağmura, güneşte yanan çıraya, körün güzel olan karısına, çok hasta olan için güzel yemeğe, câhil yanında kâmile de yanarım ve "yazık olmuş!.." derim doğrusu...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

MuhaMMedî i'tidâl üzere olan FIRKA-yı NÂCİYE yolu ise tahkik tevhidin tasavvufudur.
Tahkik tevhidin temeli, aslı, anası ve mânâsı ise; tüm nefislerin, evvelinde RABB Tealâ'ya verdikleri sözün isbâtıdır..
ÂHİD Âleminden-İLliYYinden ŞÂHİD Âlemine-EsfeLine İndik ki SÖZümüzün ERi miyiz!?.

Bunun üzerinde ısrarla durmamızın sebebi şudur ki bir kimseye:
"1 demeden say!" denemez çünkü saymaya başlayamaz.
1+1= 2,
2+1 = 3,
3+1= 4 demesi şarttır.

Bu âlemde sayı tektir ve o da "1" dir.
Digerleri ise içi "1"le dolan ve içindeki 1 nisbetince isim alan rakamlardır...
Ondandır ki MuhaMMedî Tasavvufun temeli “TEK”lik olan TAHKİK TEVHİDdir.

RABBÜ'l-ÂLEMİN'in nefislere:
"Size Zâtîyet (nefs, kişilik, şahsiyet, benlik), Vücûd (bir şey olarak ortaya çıkabilme imkÂNı), Kâinât (her türlü olanaklarla birlikte mekân), Zaman, Akıl, Can (dirilik) versem;
Ayrıca, Kitab ve Resûl göndersem,
Ayrıca; ibret ve hikmet sahneleri içinde doğum ve ölüm gibi nice olayları yaşatsam...
Sizler bana verdiğiniz emâneti "bilakis, RABB'ımızsın, biz buna şâhidiz!..." SÖZünüzü unutmaz ve isbat edersiniz değil mi?”


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---“Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.” (A'râf 7/172)

O hâlde ŞeÂNuLLahta her ÂN ve her NEFES Yeniden İmkÂNla İmtihÂN SistemULLAH sahnesine buyurunuz!.

Görelim hanginiz Ahsen/en güzel en doğru en iyi amel işleyecek?


الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---“Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihÂN etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.” (Mülk 67/2) "

Buyruğu şeklinde anlıyoruz biz, İLK ve SON Şehâdeti...

İyice düşünürsek her şey ni'mettir...
Nefs ise, var olabilmenin ilk ve olmazsa olmaz şartıdır.
En büyük ni'met Nefstir. Ve Nefsü’z –ZÂTuLLAH Yansımasıdır..


قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---Kul li men mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ NEFSİHİ’R- RAHMEH(rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ reybe fîh(fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn: Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi ZÂTına/NEFSine farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte onlar inanmazlar.” (En’âm 6/12)

Kalb, Ruh akıl, can ve beyin, göz kulak v.s. ile dışardaki sonsuz ni'metler, nefsin bu imtihÂNında yardımcı ya da âlet edevâttır.
İşte böylesine çok (ve mutlaka) önemli olan nefse zulmü, müşrik ve kâfirlere bırakırsak; bizim için, nefsi isrâf ve kadr ü kıymetini bilmemek söz konusu olmaktadır.
Nefs her türlü imkÂNa rağmen HAKKı DUYmayı ve HAYRa UYmayı tercih edip, yakalayıp, yaşayamazsa ve BÂTIL ve ŞERRe saplanıp kurtulamazsa işte en büyük isrâf ve hüsran budur.

Nefsimiz BİLmek KULLuğun elifbası gibi ilk İŞimizdir..


Resim---Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Men arefe nefse hu, fekad arefe Rabbehu" buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü'l-Hâfâ II-343 (2532)

Kişinin (nefsin) kendini (nefsini) iyice tanımasının sonucu RABB'ısını lâyıkı vechiyle tanıyabilir...

Kişinin kendine söylediği yalanı kimse söyleyemez, verdiği zararı da kimse veremez. Çünkü hiç kimsenin İçine-Özüne bu denli giremez!
Elbette kişinin öz dürüstlüğü ve kendine faydası, emredilen Yaşarken EMRuLLAH ve temelindeyse MuradULLAHtır.

Şimdi biz nefsin isrâfı ve isrâf üzerinde biraz daha Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyeceğiz ve düşüneceğiz:

Kulluk imtihÂNının başrol oyuncusu olan nefsin isrâfı o ki;
Kârı bırakınız ana'nın (sermâyenin) kaybına sebeb olup, bu hâle düşen her müslümanı iflas ettirip, hüsrana (toptan iflas, zarar, ziyân) düşürür. ALLAH celle celâluhu korusun!.

Bu; en büyük Ni’metullah olan nefs, akıl v.s. gibi tüm mükemmel âletlere rağmen, nefsin ve ALLAH TEALÂ'nın düşmanı ŞEY-t-ÂN-a peşkeş çekmektir.

İsrâf (sereften): gereksiz yere ve şerrde harcamadır, haddi HUDÛDuLLAHı aşmaktır. Sonucu zulme varır..

وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُواْ مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Resim---Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayre ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayre muteşâbih(muteşâbihin), kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul musrifîn: Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tadları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O'dur. Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (En'âm 6/141)

يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Resim---“Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbul musrifîn: Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için fakat isrâf etmeyin. Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez" (A'râf 7/31)

وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا
Resim---“Vellezîne izâ enfekû lem yusrifû ve lem yakturû ve kâne beyne zâlike kavâmâ: Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.” (Furkân 25/67)

وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا
Resim---“Ve âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîli ve lâ tubezzir tebzîrâ: Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp savurma.” (İsrâ 17/26)

إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُواْ إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا
Resim---“İnnel mubezzirîne kânû ihvâneş şeyâtîn(şeyâtîni), ve kâneş şeytânu li rabbihî kefûrâ:Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsrâ 17/27)

Şeytânın başına gelenler ise nefsini, son sözün sahibi sanması ve KULLUK Ni’metini isrâfıdır.

İyi, güzel de bunlar malda mülkde harcama ve isrâf dememen için:


قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm: (Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer 39/53)

Bu âyet-i celile: " Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim..." burada açıkça insanın nefs ni'metini kendi aleyhine haddi aşarak isrâfı bildirmiş ve yasaklanmıştır.
Bütün buna rağmenKur'ân-ı Kerîm'deki en büyük bağışlama ve esirgeme âyetidir…
RABB'imizin kullarına muhabbet ve merahemeti tek kelime ile mübârek ve mûhteşemdir..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu âyete mukabil, dünya ve içindeki her şeyin benim olması, benim için daha sevimli olamaz.” Bunun üzerine adamın biri “Ya şirk koşmuşsa” diye sordu. Hz. Peygamber bir müddet sustu. Ardından üç kere “Dikkat edin! Şirk koşmuşsa da Allah affeder” buyurdu.
Yine Âişe annemizden: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Benî İsrâil (İsrâ) ve Zümer Sûrelerini okumadan uyumazdı” buyurdu..

(Tirmizî, 2920)

Konuları didik didik etmemizi bağışlayınız.
Çünkü nefs öylesine akışkan ki hava gibi en küçük delikten dahi çıkıp kaçabilir.
Onun için nefsimizi, kendimiz; HAKka ve HAYRa çekmeye elbirliğiyle, canla başla,hep birlikte ve kardeşçe MuhaMMedîler olarak çalışıyoruz İnşâallah!...

HAKK celle celâluhu'ya giden yolun bineği NEFStir.
Onun da hakları vardır. Salıverip azdırmamalıyız ve de canından bezdirmemeliyiz!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Nefs-i Levvâmeye devâm edelim:
Levm:
Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
Levvam-Levvâme: çok levm edici, çekiştirici, başa kalkıcı, paylayıcı.
Le'me, Levmen: kınamak ve azarlamak.

Melâmetiyye: Melâmî Tarikati olup gerçek Melâmîler tüm hayr ve hasenât işlerini ve hâllerini halktan mutlaka gizleyen, tüm şer ve seyyiâtlarını (kötülük) halktan asla gizlemeyen sûfîlerdir.
İnanmadığını işlemez ve işlediğini bazara ve piyasaya sürmez.
Kötü huy ve işlerini ise asla gizlemez...
Dünya zevki, nefsî istek, hırs, tamah v.s. gibi hususlarda doygun dingin ve durgundurlar.
Aslında her tarikatın tekemmülü sonunda, Melâmî Neş'esi yaşanır bence!...
Sanki her ağacın en uçta yeni çıkan yaprakları gibi hârika bir neş'edir bu..

Anadolu'da Somuncu Baba, Hacı Bayram Velî ve halifelerinden Bıçakcı Ömer Dede (Ömer Sikkîn) Aksaray'da medfûn Pîr Alî Baba, geçen yüzyılda son ve değerli Pîr MuhaMMed Nuru'l-Arabî Hazretleri bu neş'e üzeredirler..

Ne acıdır ki bu yolda da yıpranma, yaşlanma ve sapıklıklar bile olmaktadır.
"Biz hakikat insanıyız!" deyip kitabı, sünneti, yolu, yordamı bir tarafa itenler mâalesef olmuştur ve mevcûddur...
Sitemizde yazan birisi vardı bilirsiniz ve okudunuz ki şeyhinin ALLAH celle celâluhunun Sabit Sıfatlarını kuşandığını yazarak küfretmişti ve silmiştik.. mesele şu ki insanoğluna akıl niçin verildi?. Ne diyelim!..

Şimdi biz; kendini çokca kınayan nefsle “Nefs-i Levvâme” ile ilgili âyet-i celilelere bakalım ve pek çok âyet-i celileden bir kısmını fikredip anlamaya azmedelim İnşâallah..

Nefs-i Emmârede detaylı bir şekilde anlatılmaya çabalanıldığı gibi; bilerek, bilmeyerek, isteyerek, istemeyerek, elinde olarak ya da olmayarak, bâtıl ve şerde dolu dizgin giden Nefs-i Emmâreye ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in İnâyeti ve Hidâyeti, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Şefâat Şifâsı, Hakk Dostlarının Hazır Himmet ve Hizmeti denkleşince kendisi de MuhaMMedî Gayrete gelip azmedince bir uyanıklık hasıl olur.
UYkudaki UYanır ve sarhoş ayıkır!.
"Biz neler yaptık ne sonuçlar aldık ve daha da alacağız!..." diye acı acı iniler...
Nefs-i emmâre, dünyaya dönük yönünü, derûn'a öze, kalbe ve kısacası ilâhî kıbleye çevirdi..
Nefs-i Levvâme çağına girdi...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL te'kidli yeminle:


لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ
Resim---“Lâ uksimu bi yevmil kıyâmeh: Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim.” (Kıyâmet 75/1)

وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
Resim---“Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh: Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.” (Kıyâmet 75/2)

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ
Resim---“E yahsebul insânu ellen necmea ızâmeh: İnsan, onun kemiklerini bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?” (Kıyâmet 75/3)

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---“Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe ve adekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy, innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm: İş hükme bağlanıp bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır."(İbrahim 14/22)

Nefs-i Emmâre, kendisinin akıl hocası ve Şer Rehberi Şeytânın bu sözlerini Kur'ân-ı Kerîm'de okuyunca elbette bir "Eyvah!" çekecektir ve çeker!...
İnsanın Nefs-i Emmâresinin yine kendi ile fitne içine düşmesi korkunç bir fitnedir...
Fitne ise adam öldürmekten daha kötüdür:


وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim---“Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katli, ve lâ tukâtilûhum indel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh(fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâul kâfirîn: Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara 2/191)

Hâlbuki insanoğlu; insanlık şerefi, haysiyeti, onuru, erdemi ve keremi ile halk edilmiş halifetullah ilân edilmiş muhteşem ve mübârek bir varlıktır:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---“Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ: Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün bir şerefe mazhar (mükerrem) kıldık; karada ve denizde binitlere yükledik ve güzel güzel rızıklarla (ni’metlerle) besledik; yarattıklarımızın çoğundan cidden üstün kıldık." (İsrâ 17/70)


Kerem: asalet-asillik, şeref, saygı,hürmet
Mükerrem: muhterem, hürmet, saygıdeğer olan, azîz, sayın, sayılan ve ululandırılan hürmet ve tazime erişmiş.
Mekke-i Mükerreme: Azîz Mekke şehri gibi...

İnsanın ve her canlının yaratış ve yaratılışın gereği ana GÖREVi ÜREmek ve bunun da gereği beslenmektir ve ikisinin de kontrolü zor hatta imkansızdır..
Kur'ân-ı Kerimde İnsanoğlunun Maddî-Manevî Rızkı nefsinden önce yaratılmıştır.. bu “NASİB”inin “KISMET” olması için ise AKLen-nAKLen Hakkı ve Hayrı TERCİH KULLuk İmtihanı vardır..

İnsanoğlu genellikle rızk için gaflete, hırsa ve tamaha düşer ve saldırır ömür boyu..
Oysa ki:


وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
Resim---"Ve mâ min dâbbetin fil ardı illâ alâllâhi rızkuhâ ve ya'lemu mustekarrehâ ve mustevdeahâ, kullun fî kitâbin mubîn: Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir debelenen (canlı) yoktur. O, onların duracakları yeri de, emânet edildikleri yeri de bilir. Onların hepsi açık bir kitabda (levh-i mahfuzda) dır. (Hûd 11/6)

Bu hayatta bu muhteşem sistem EMRine verilen KULun kendisinden istenen ise çok kolay ve rahat bir husustur:

بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُن مِّنْ الشَّاكِرِينَ
Resim---“Belillâhe fa’bud ve kun mineş şâkirîn: Öyleyse artık Allah'a kul ol! Ve şükredenlerden ol!” (Zümer 39/66)

بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Resim---“Belil insânu alâ nefsihî basîreth: Hayır, insan kendi nefsine basirdir (şahittir):
İnsan (kendine) nefsine karşı bir basîrettir (gözcüdür) ; kendisinin ne yaptığını gâyet iyi bilir."
(Kıyâmet 75/14)

MuhaMMedî Tasavvufta sanki insanın sorumlu 4 letâifi olan, Beden ve Nefsi YERYüzü, Kalb ve RUHU da GökYüzü gibi..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ
Resim---“Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn: Andolsun, biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık; Biz yaratmada gafiller değiliz.” (Mü'minun 23/17)

İnsanın üstünde/mânevî hayatında/SîNe semâsındaki bu 7 yolu, Nefsin tekemmül terakkisinde 7 Nefs Mertebesi olarak anlıyoruz.
Tekemmül ve Terakki merhalelerini bağlayan ulaşım yolları gibidir.. bebeklikten yaşlılığa kadar geçilen aşamalar gibidir..


لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍ
Resim---"Le terkebunne tabakan an tabakın.: Sizler binip binip tabakadan tabakaya (hâlden hâle) geçeceksiniz." (İnşikak 84/19)


Tabaka: birbirine uyan, mutabık olan katman, derece, merhale, mertebelerdir. Bu âyet-i celîledeyse Nefsin Tekemmül Tabakaları açıkça buyurulmaktadır.

Elbette her MEVCÛD olan küllî ŞEYy ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLin mutlak KULudur.. AKLı olanların KULLUK Mükellefliği açıktır. Bunun temeli ise AKLıyla NAKLen ve fıtraten AKLına her ÂN BİLidirilen ve de; Yapılması EMRedilen Hakk-Hayrı, ya da Yapılmaması EMRedilen B3atıl-Şerri TERCİHi sonucu Kayda geçmektedir.

وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُواْ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---"Ve li kullin derecâtun mimmâ amilû, ve mâ rabbukebi gâfilin ammâ ya’melûn: Herkesin yaptıkları işlere (amellere) göre dereceleri vardır. RABB'in, yaptıklarından habersiz değildir." (En'âm 6/132)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
Resim---"Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ : Sana gelen (isabet eden, ulaşan) iyillik (hasenât) ALLAH'tandır. Başına gelen (isabet eden) kötülük (seyyiât) ise nefsindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter..." (Nisâ 4/79)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in KULLarına kesin bildirdiği ve kaçınılmasını EMRettiği Bâtıla ve Şerre rızası asla yoktur:

وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ
Resim---"Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr: Başınıza gelen, herhangi bir müsibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) ALLAH çoğunu affeder." (Şurâ 42/30)

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ
Resim---"Men amile sâlihan fe li nefsihî ve men esâe fe aleyhâ, ve mâ rabbuke bi zallâmin lil abîd: Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. RABB'in kullarına zulmedici değildir." (Fussilet 41/46)

إِنْ أَحْسَنتُمْ أَحْسَنتُمْ لِأَنفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَاء وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوؤُواْ وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُواْ الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُواْ مَا عَلَوْاْ تَتْبِيرًا
Resim---“İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ: Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz o da (kendi) aleyhinizedir. Sonunda vaad geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi 'kötü duruma soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini 'darmadağın edip mahvetsinler.” (İsrâ 17/7)

مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً
Resim---"Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ : Kim hidâyet yolunu seçerse bunu ancak kendi (nefsinin) iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa kendi aleyhine (zararına) sapmış olur. Hiçbir günâhkar, başkasının günâh yükünü yüklenemez. (üstlenemez) . Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azab da etmeyiz." (İsrâ 17/15)

قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Resim---" Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’(şey’in), ve lâ teksibu kullu nefsin illâ aleyh(aleyhâ), ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn: De ki: ALLAH her şeyin RABB'i iken ben ondan başka RABB mı arayacağım, herkesin (her nefsin) kazandığı ancak kendi boynuna geçer (sorumluluğunu gerektirir) hiçbir günâhkâr başkasının günâhını taşımaz, sonra dönüp RABB'inize varacaksınız. O vakit O, size ayrılığa düştüğünüz gerçeği haber verecektir. (En'âm 6 /164)

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn: Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr 59/9)


Şuhh: hırsla yapılan (ısrarlı) cimrilik. İçteki cimriliğe sebeb olan öz hastalığı.
Felâh: dünya ve âhiret mutluluğudur.

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn: O hâlde gücünüz yettiğinizce ALLAH'tan korkun (isyân etmeyin), dinleyin, itâat edin ve infâk edin (harcayın), (kendiniz) nefsiniz için hayr yapın. Her kimde nefsinin hırsından (şuhha) korunursa işte onlar iflâh olurlar." (Tegâbûn 64/16)

وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُوْلَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا
Resim---“Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ : Ve elbette bizden müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp bulanlardır." (Cin 72/14)

وَأَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا
Resim---“Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ: Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.” (Cin 72/15)


Kâsıt: sapıtan, sapan, zâlim, haktan ayrılan.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerimimizdeki bu âyetlere ve daha nicelerine sadece bir göz atsa bile insaf sahibi bir nefs oturur düşünür. Düşünür de hakkı seçer, hayrın peşine düşer.. Düşünmek, deyip geçme sakın!...
Biliyorsundur ki Musa aleyhi’s-selâm ile cedelleşen sihirbazlar mû'cize (insanı âciz bırakan şey, olay) yi görünce oturup bir saat düşündüler ve
"Biz de Musa aleyhi’s-selâm'nın ve Harun aleyhi’s-selâm'ın RABBine imân ettik!" dediler...

وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
Resim---“Ve ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne): Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.” (A’râf 7/120)

قَالُواْ آمَنَّا بِرِبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn: "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.” (A’râf 7/121)

رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ
Resim---“Rabbi mûsâ ve hârûn: "Musa'nın ve Harun'un Rabbine..." (A’râf 7/122)

Dediler de, ellerini ve ayaklarını hadım etti Firavun!...

Ne mi oldu sonuç: gün doğarken Firavun'un Firavun'luk âletleri olan müşrik sihirbazlar, gün batarken RABB'ımızın şâhidleri ve şehîdleri oldular...


Resim---Abdullah İbn. Abbas (ra)'dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Günün başında sihirbaz idiler, sonunda şehîd oldular." buyurmuştur.
(İmâm Suyutî Ed-Dürrü'l-Mensur III/515)

Onun içindir ki:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ârifin bir saat uykusu câhilin altmış yıllık nâfile ibâdetinden üstündür." buyurmuştur.

Bütün bunlara rağmen yerli yerine oturmamış Nefs-i Levvâme, genellikle dünyevî, nefsî, şeytânî tiryakiliği ve kötü arkadaş yüzünden nefs-i emmâre elbisesini sık sık giyer-çıkarır...
Alışkanlıklar zor bırakılır!.

Azîz kardeşlerim, günâh işleyivermekle iş bitmiyor ki:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kul günâh işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta (leke) belirir (oluşur) ki tevbe ederse silinir. Tekrar yaparsa kalbindeki o siyah nokta kalbinde kocaman oluncaya kadar büyür." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan; Tirmizî, İbni Mâce, Nesâi, Hâkim)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in buyurduğu pas Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilmiştir:

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn(yeksibûne) :“Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların kalplerinin üzerini kapladı (kalplerini kararttı).” (Müttafıfin 83/14)


Reyn: parlak şeyin üzerindeki pastır.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Demirin pas tutması gibi kalblerde pas tutar. Onları Kur'ân okumak ve ALLAH'ı zikretmek parlatır." buyurmuştur.
(İbn Adiyy)

Resim--- "Enes (radiyallahu anhu):"Size göre (sanki) kıldan daha hafif sayılan işleri (günâhları) işliyorsunuz. Biz, onları Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in zamanında insanı felakete götüren günâhlardan sayardık." demiştir.
(Buhârî, İmâm-ı Ahmed)

Nefs-i Emmârenin ve Nefs-i Levvâme nin yola getirilmesi zor iştir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Asıl güreşçi (güçlü kimse) rakibini, eri (yiğidi) yenen değil, kızgınlık anında nefsini yenendir." buyurmuştur.
(Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu)' dan;Buhârî ; Müslim; Askalânî)

Düşe kalka giden Nefs-i Levvâme; tâ ki özü nurlu ve dirî, muhabbet ve merhametli, kûn kervanının kıtmiri ve MuhaMMedî biriyle dost ola, yol ola, yolcu ola, yoldaş ve hâldaş ola...

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne) :“Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.” (Tevbe 9/119)


Sadık: sadakatı ve içten bağlılığı olan, ma'sum. Yalansız ve haramsız yaşayan. Özündeki Emânetullah'a (Ahdullaha) sadakat gösteren ehl-i hak ve ehli hayr olandır.
Sıddık: dostoğru (mübalağalı sadık) .

Yoldan önce yoldaş... Hâlden önce hâldaş... Evden önce komşu...
İsle gezen islenir, Misle gezen mislenir ve Pisle gezen de pislenir...

"Bana bir şey olmaz!" diyen bir gün acı bir şekilde yanıldığını anlar...
İnsan nefsi hiç yaşlanmaz, emelleri bitip tükenmez ve lâf - söz de anlamaz...
60 yaşında bir insan nefsi, bir saniyede 18 yaşına inip sahibini kaydırır ve yere indiriverir...
Onun içindir ki her yaşın bir cemâatı vardır.
5 yaşında oyun çocukları, 10 yaşında okul çocukları, 20 de delikanlı gençler, 40'ında dengi dengine...
Yaşlar karışırsa işler de karışır:


"Ehl-i keyfe keyf verir kahvenin kaynaması,
Eşeği yoldan çıkarar sıpanın oynaması!
" denilmiştir.


Bugünkü nesil: "Üzüm üzüme baka baka kararır" hesabı, kötü örnek ve kötü arkadaştan kendi organlarını yiyen kudurmuş bir canavar gibi birbirini azdırıyor ve inliyor...
Bunun farkına varanlar ise yangından kurtulmak için su diye asit gölüne atlayan zavallılara benziyor...
Tevhid Tüccarlarının, cem' canbazlarının, uyuyan veya sarhoşların ağlarına takılıyor...

Bâtıla (boş, beyhude, yalan, çürük) boyun eğip şeytânın şerrini işleyenlerden uzak durmakla ilgili pek çok âyetlerle örnek ve anlatımlar vardır:


وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ
Resim---“Ve onlar, boş lâf işittikleri zaman yüz çevirdiler ve: "Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz sizedir. Selâm sizin üzerinize olsun. Biz cahillerle (beraber olmak) istemeyiz (ilgilenmeyiz)." dediler.” (Kasas 28/55)

Buradaki selâm, ayrılma ve vedâ anlamındadır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


3.3.3.3. Nefs-i Mülhime:

Nefs-i Levvâmeye ilâhî ilhâm ve MuhaMMedî nefesler imdad etmeye başlayınca ÖZünden "DOĞru DOĞuşlar" DOĞmaya BAŞlar... Aydınlıktır ancak henüz görüş mesafesi kısadır. Nefs-i Mülhime, Nefsin Kalbî Nefs Makamıdır.

Azîz kardeşlerim, kalbin iki kapısı vardır. Birisi nefse diğeri ruha açılır.
Nefse açılan kapıda nefs, şeytân ve şehvet bekler durur.
Ruha açılan kapıda ise ruh, melek ve akl-ı selim bekler durur.
Bu iki kapı aynı anda açık ya da kapalı olamaz.
Birisi açıksa diğeri kapalıdır. Emme-basma tulumba gibi.
Nefsin galib gelmesi hâlinde (Nefs-i Emmâre ve Nefs-i Levvâme çağlarında), Ruh kapısı kapalıdır.
Kalb işgal edilmiştir. Kalb normal görevini göremez.
Nefsanî ve şehvanî hevâ ve heveslerin at oynattığı bir kalb; fesad, hased ve hüsrân içindedir.
Nur-u MUHAMMED'le “NuruLLaH” bağlantısı kesik olduğu için nefs, karanlıkta ne ettiğini bilemez.
Kendi kendine kahreden ve kınayan nefs, dostunu ve düşmanını tanımaya başlayınca şeytân sürüsünden ayrılır.


Kur'ân-ı Kerimde ALLAH celle celâluhu;

وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ
Resim---“Ve kul rabbi eûzu bike min hemezâtiş şeyâtîn: Ve de ki: "Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım." (Mü’minûn 23/97)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in diliyle ise: "Euzû billahi's- semi'il Alîm mine'ş-şeyytâ-nirrâcim min hemezetihi ve nefhahi ve nefsihi Bismillâhirrâhmânir rahîm: Rahmetten kovulan şeytânın içten vesvese dürtüşlerinden, dıştan kışkırtıcı üfürüşlerinden ve bizzât kendisinden, hakkıyla duyucu ve bilici olan ALLAH'a sığınırım. Rahmân ve Rahîm olan ALLAH'ın adıyla derim." der ve yepyeni bir sayfa açar...

Şeytânın, içten vesvese ve kuruntu dürtüştürmelerinden, dıştan üfürmelerinden ve bizzât şeytânın nefsinden, hakkıyla duyucu ve bilici olan ALLAHÜ ZÜLCELÂL'e sığınma arzühâlini (dilekçesini) teslim edip, Rahmân ve Rahîm olan merhametli ALLAHÜ ZÜLCELÂL ismiyle başlar...
Dışa açılan kapıya şeytân ve şeytânî etkiler yaklaşamaz. Sıdk ve adl üzere olan (doğru, helâl ve emredilen) şehvet ise lâzım ve lâyıkı ile girer çıkar...
Arabçada şehvet Türkçedeki gibi sadece kadına, erkeğe karşı duyulan aşırı istek ve arzu melekesi olmayıp her türlü aşırı arzu emel ve isteğin ortak adıdır.
Dış kapıyı kapatıp kalbe giren nefs, kalbî bir boya ile boyanır ve ilâhî ilhâma uyanır.
Ruh, Melek ve Akl-ı Selim ile; Söz, Sohbet, Zevk ve Haz toplantıları yaparlar. Tevhid ederler.
Radyo yayını dalgaları gibi ilhâm ve ferâset yayınları algılamaya başlar. İlâhî mesajı MuhaMMed Aleyhisselâmın sesinden DUYamaya ve UYmaya başlar. Hakk ve hayra hayrân kalır.

Uygulamalarını yüksünerek değil de, insÂN olmanın gereği görür.
Daha önceki taklidî ve görsel imânı gittikçe pekişerek tahkikî (hakikat) ve özsel imâna dönüşür.
Daha önce MÜSLÜMAN olan NEFS, MÜ'MİN olmanın önemini anlar ve olmaya can atıp, çaba gösterir.


Ferâset (firâset): anlayışlılık ve çabuk seziş kabiliyet ve isti'dâdıdır.
İlhâm: ALLAHÜ ZÜLCELÂL tarafından kulları kalbine doğdurduğu ilâhî düşünceler, doğuşlar, tulûat, vâridât, lûtfü ikrâm ve ihsândır.
İlhâm: aşka dönüşen akl-ı selimin duyduğu fitrî fazîletlerdir.

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH bir kula iyilik dilerse, ona dinin inceliklerini öğretir (dinde fakih kılar) ve ona doğruyu (rüşdü) ilhâm eder." buyurur.
(Abdullah b. Mesud (radiyallahu anhu) dan; Tebarânî kebir)

ALLAHÜ ZÜLCELÂL'imiz ise:

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
Resim---“Ve nefsin ve mâ sevvâhâ: Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene-şekillendirene) (andolsun).” (Şems 91/7)

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
Resim---“Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun)..” (Şems 91/8)

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
Resim---“Kad efleha men zekkâhâ. Kad efleha men zekkâhâ:.Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse/ arındırıp temizlemişse gerçekten felâha (kurtuluşa) ermiştir.” (Şems 91/9)

وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
Resim---“Ve kad hâbe men dessâhâ: Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa/ Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp sardıysa/nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır/ elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems 91/7-10)


Fücûr: işret, sefihlik, günâhkârlık, ahlâka aykırı durum. Takvâ: korunma. Tedsis: bir şeyi bir şeyin içinde saklamak, gömmek. Dessaha: gömen, gömücü olan Sevveha: yayıp döşeyen, açıp genişleten, düzenleyen, dizayn eden
Lehime: fiili bir şeyi birden yutmak. (suyu içer gibi)
İlhâm: ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in kulunun kalbine feyiz yolu ile hakkı, hayrı veya lâzım ve lâyık olan bir şeyi telkin etmesi, kalbe fikir doğdurması.
Tezkiyetü'n- nefs: nefsin temizlenip hayr, iyilik, sâlih amellerle geliştirilmesi, terakkisi ve tekemmülüdür.
Hâbe: gizlemekten dolayı mahrum bırakıldı, hüsrana (büyük zarara) uğradı. Nefsini günâha gömdü ve emredilen ve murad edilen arzusuna ulaşamadı. Boş yere harcadı.

Azîz kardeşlerim,
Bu âlemde halkedilen her şey ni'mettir. Azîz, Alim ve Azîm olan RABB'ımız celle celâluhu yaratmıştır, o hâlde ni'mettir.
Ne varki: İbrahimî olana nar, nurdur... Nemrudî olana ise nur, nardır... ve sen kendi nefsine bak!... Kâinâtta noksan arama da mükemmeli seyret. MuhaMMedî seyret. MuhaMMedî Âşık ol!...

Ben Âciz, Fakîr,Zelil ve Âlîl bir kul olarak; bildiğimi, gördüğümü, anladığımı, ilhâm aldığımı ve hissettiğimi arz ediyorum.
Ümmet-î MuhaMMed; zaman bulup Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup tarayıp bir araya getirip düşünüp fikredemeyebilir diye akl-ı seliminizin huzuruna sunmaya sadece, Livechillah/Allah rızası, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hoşnutluğu için ve ALLAH Dostlarının Hakkı ve Hayrı Tavsiye (vasiyetleşme) Yolu, bu günümüzde de kapanıp battal olmasın diye... sizlere arzettim.
Eksik, noksan, yanlışlar olur ve olacaktır.
ALLAHÜ ZÜLCELÂL bizleri; yalandan, davadan, cedelden ve benlikten hıfz-ü-himâye buyursun/korusun!
Habibi Efendimiz Aleyhi's-selâtü vesselâmın şerefli yüzü suyu hürmetine inşâallahu Tealâ...
Âmin yâ Muîn ALLAH celle celâluhu!...

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim;
vahy kişiye özel bir ilhâmdır ve seçilmiş Peygamber Efendimize ALLAHÜ ZÜLCELÂL ihsân etmiştir. İlhâm ise MuhaMMedî oluşun şuûruna erenlerin kapanmayan, Rahmânî rıza hattıdır.
Dağlarda büngüldeyen ırmak gözesi, kaynağı ve fışkırma noktası gibi ruhumuz kanalıyla kaynar durur.
Her an yenileri... Her an bir başkası...
Her an daha tazesi ve neş'elisi kaynar durur...
MuhaMMedî Merşebi olanların şarabı (içeceği) budur.
Kalb ise onun maşrabası (kadehi) dir.
Göz yaşlarımız ise dışarı sıçrayan ilâhî nur damlalarıdır...
Aşk hârikadır!. Âşıklar da öyledir!...

ALLAHÜ ZÜLCELÂL, Tüm MuhaMMedîler adına, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:


فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---“Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr: Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.” (Hûd 11/112)

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
Resim---“Ve lâ terkenû ilâllezîne zalemû fe temessekumun nâru ve mâ lekum min dûnillâhi min evliyâe summe lâ tunsarûn: Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz..” (Hûd 11/113)

Hûd: had, hudud, haddini bilmekten...
Âyeti celilede geçen;
Rükûn : itminân duyup muhabbetle ona meyledip yönelmektir.
Messe: temas edip çarpan (ateş) ...

İstikamet üzere olmak, sırât-ı müstakîmde! İnkâr ile ikrârın ara kesitinde, tevhid üzere yürümek...
Gölge ile aydınlığın ara kesiti, düz çizgi ki enine bölünemeyen bir bütündür ve sırdır. Mârifetullah ise aslında bunu bilmektir.
Hâşâ, insanoğlu RABB'isinin hangi hususunu bu akılla, bu imkânla bilebilecek?.
Bildirdiği kadarıyla bilebilir...

Kulun tevhidi nefsinin: "Lâ ilâhe" inkârını söyleyip ta'til (ataletten durgunluk, kesiklik) den korunması, "İllâ ALLAH" ikrârı ile isbatı söyleyip teşbihten korunmasıdır.

Resim

Resim--- Azîz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Şeyyebetni hûdûn ve ihvâtuha!." Hûd Sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı!." buyurmuştur.
Benzerleri buyurulan: "Beni Hûd, Vâkıa ve mürselât sûreleri ihtiyarlattı." şeklinde de hadisler vardır.

Tirmizî'nin Sâhih'inde (Sünen) ve Hâkim'in Müstedrek'inde rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte, "(Erken) ihtiyarladığını görüyorum." veya "İhtiyarladın YA Rasûlullah!" diyen Hz. Ebu Bekir (ra)'e, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Beni, Hud, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn ve İzeş-şemsu kuvviret sûreleri ihtiyarlattı" cevabını vermiştir.
Bazı rivayetlerde, Resûlullah'a erken ihtiyarladığını söyleyen, Hz. Ömer (ra) ve Sa'd b. Ebî Vakkas (ra) olarak geçmektedir.

Tirmizî, kitabına aldığı bütün hadîslerde olduğu gibi, bu hadîsin rivayet değerini de, kendine has ıstılahı ile belirtmiş ve "Bu, bir hasen-garib hadîstir" demiştir.

Nitekim Hâkim en-Nisaburî, ilgilendiğimiz bu hadisi, İmam-ı Buharî'nin şartlarına uygun ve Sahih-i Buharî'deki hadisler kadar sahih bir hadis olarak değerlendirmiştir.

Meselâ Taberânî bunu, el-Mu'cemu'l-Kebîr'inin bir yerinde
"Hûd sûresi ve kardeşi sûreler beni ihtiyarlattı" şeklinde rivayet ederken, bir başka yerinde "kardeşi sûreler" ifadesine açıklık getiren tarzda, "Beni Hûd sûresi ve kardeşleri Vakıa, Hâkka ve Tekvir sûreleri ihtiyarlattı" şeklinde rivayet etmiştir. Nureddin el-Heysemî, bu hadislerin rivayet zincirinde yer alan ravilerin çoğunun güvenilir, ama bazılarının zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.

İbn Merduye'nin rivayetlerinin biri,
"Hûd ve kardeşleri olan sûreler beni vaktinden önce ihtiyarlattı" şeklinde iken, bir diğeri, "Hûd sûresi ve mufassal sûrelerden olan kardeşleri beni ihtiyarlattı" şeklindedir.

Dikkat edilirse, Taberânî'nin rivayetinde, Tirmizî'nin Sahih'inde yer alan rivayete ilâveten, Hâkka sûresi geçmektedir. Kitabında bu hadise yer veren İbn Merduye'nin rivayetlerinin biri,"Hûd ve kardeşleri olan sûreler beni vaktinden önce ihtiyarlattı" şeklinde iken, bir diğeri, "Hûd sûresi ve mufassal sûrelerden olan kardeşleri beni ihtiyarlattı" şeklindedir. Bir diğer rivayetinde ise bu kardeşlerin, Vâkıa, Kâria, Hâkka, Tekvir ve Mearic sûreleri oldukları belirtilmiştir. Bu rivayette de öncekilere ilâveten, Kâria ve Mearic sûreleri zikredilmiştir. Rivayet, Zevaidu Abdullah b. Ahmed ve Tefsiru Ebu'ş-Şeyh'de, "Beni Hûd sûresi, kardeşi olan sûreler, kıyâmet gününün bahsi ve geçmiş ümmetlerin kıssaları ihtiyarlattı" şeklinde yer almıştır.

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَآئِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَن يَقُولُواْ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ كَنزٌ أَوْ جَاء مَعَهُ مَلَكٌ إِنَّمَا أَنتَ نَذِيرٌ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---"Fe lealleke târikun ba'da mâ yûhâ ileyke ve dâikun bihî sadruke en yekûlû lev lâ unzile aleyhi kenzun ev câe meahu melek(melekun), innemâ ente nezîr(nezîrun), vallâhu alâ kulli şey'in vekîl: Şimdi onların: "Ona bir hazine indirilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?" demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin? Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah her şeye vekildir.” (Hûd 11/12)

Bazı müfessirler, "Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı" hadis-i şerifinin söyleniş sebebini bu âyete dayandırırken, İbn Abbas (ra)'ın "Hz. Peygamber (sav)'e bu âyetten daha zor ve meşakkatli gelen, başka bir âyet inmemiştir" şeklindeki sözünü delil getirmişlerdir.

Beyhakî, Şu'abu'l-İman adlı eserinde, Ebu Ali eş-Şeterî'den şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (sav)'i rüyamda gördüm ve O'na, 'Senden, "Beni Hûd sûresi ve kardeşleri ihtiyarlattı" dediğin rivayet edildi' dedim.
'Evet' buyurdular. Bunun üzerine, 'O sûrede seni ihtiyarlatan nedir? Onda yer alan peygamber kıssaları mı, yoksa o peygamberlerin ümmetlerinin helâk haberleri mi?' dedim. 'Hayır onlar değil, fakat ondaki "Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol! emri" buyurdular."

فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim---"Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirt(umirte), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb(kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeubeynenâ, ve ileyhil masîr: İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.
(Âyette, Hz. Peygamber'in insanları davet edeceği prensipler açıklanırken, uyacağı esaslar da beyan edilmiştir. Buna göre davete devam edilecek, inanmayanların teklif ve ısrarları dinlenmeyecektir.)” (Şûrâ 42/15)

Bu âyette tamamlayıcıdır:

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---“Kul hâzihî sebîlî ed’û ilâllâhi alâ basîratin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn: (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yûsuf 12/108)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---“Ve inneke le alâ hulukın azîm: Ve sen elbette yüce (muazzam) bir ahlâk (hulku'l-âzim) üzeresin!..." (Kalem 68/4)


Muazzam ahlâk: sonradan olma değil de anadan doğmadır, aslîdir, azîzdir, esmâ-i hüsnânın tecellî ve neticesidir, eşsizdir, tektir ve MuhaMMed aleyhi’s-selâm'a hastır. MuhaMMedîlere de mîrâstır.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise: "Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." buyuruyor.
(İ.Mâlik,Muvatta Hüsnü'l-Hulûk 18; Hâkim)

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Resim---Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn: Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık.” (Enbiyâ 21/105)

Arz zâhiri yüzüyle yeryüzüdür.
Bâtını yüzüyle ise Arabça harfleri yaz ve düşün: Elif: en çokluk, Ra ve Dat ise rızadır.

ARZ: En çok rıza. Bu dünya Rızaullahın kazanılma tarlasıdır.
Elbette islâh olmuş, iflâh olmuş MuhaMMedîler vâristir.
Bu dünyada hakkı kabul edip hayrı işlerler ve:


الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Resim---"Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mines sâati muşfikûn: Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.” (Enbiyâ 21/49)

Kıyâmet hesabının süratli oluşu sebebiyle saat olarak da ifâde edilmiştir. Zibr, zübûr:
kitab, zebur ise mezbur (yazılmış kitab.)
Haşyet ise: ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in; evvelde Rübûbiyyeti âhirde Ulûhiyyeti, zâhirde Azameti ve bâtında Kudreti karşısında insan nefsinin acziyet, fakriyet, zillet ve illetini, ilim, irade, idrak edip iştirake geçerek sonsuz bir huşû' ve huzû' ile teslim olup istikamete azmedip, sevgi, korku, hürmet ve saygı duygularına gark olmasıdır...
Mesele de budur zâten... Gerisi kuru lâf...

Kalbi, HAKK'ın karargâhı olan Nefs-i Mülhime, can kulağıyla duyduğu bu ilâhî ilhâmlara derhâl uymaya can atar.
Terakki ve tekemmül için her şeyini ve gücünü ortaya koyar.
Rabbânî, Kur'ânî, MuhaMMedî ve fıtrî ilhâmlar coşturdukça ilme'l-yakinden ayne'l-yakine doğru naz ve niyâz nehirleri gibi her zerresi ile başsız ayaksız koşar...
Âşıkların gözyaşı budur...
Seyyiâtı terk eden Nefs-i Mülhime, MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem'in izini izlemeye, özünü özlemeye, sözünü sözlemeye, hayr-ü hâsenât işlemeye koyulur.
Nasuh Tövbesi eder.
Ancak iyiliklerin, geçmiş günâhları temizleyeceğini görür:


إِلَّا مَن ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُوءٍ فَإِنِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“İllâ men zaleme summe beddele husnen ba’de sûin fe innî gafûrun rahîm: "Ancak zulmeden başka; sonra kötülüğün ardından iyiliğe çevirirse, artık şüphesiz Ben, bağışlayanım, esirgeyenim."(Neml 27/11)

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
"Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn: Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür.” (Hûd 11/114)

Geçmişe tevbe eder, geleceğe hak ve hayr duası eder.
Şu anda ise; kader Kaderullah, nice çilelerle başbaşa insanoğlu, kendisine isabet eden kötülükleri iyilikle savar:


وَالَّذِينَ صَبَرُواْ ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً وَيَدْرَؤُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ
Resim---“Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr: Ve onlar, Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.” (Rad 13/22)

ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ
Resim---"İdfa’ billetî hiye ahsenus seyyieh(seyyiete), nahnu a’lemu bi mâ yasıfûn: Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; biz, onların nitelendiregeldiklerini en iyi bileniz.” (Mü’minun 23/96)

إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ: Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Furkân 25/70)

مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ
Resim---“Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ, ve hum min fezein yevmeizin âminûn: Kim bir iyilikle gelirse, artık kendisine daha hayırlısı vardır ve onlar, o günün korkusuna karşı güvenlik içindedirler.” (Neml 27/89)

وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---"Ve men câe bis seyyieti fe kubbet vucûhuhum fîn nâr(nâri), hel tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn: Kim bir kötülükle gelirse, artık onlar da ateşe yüzükoyun atılır (ve onlara:) "Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz?" (denir).” (Neml 27/90)

أُوْلَئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُم مَّرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---“Ulâike yu’tevne ecrehum merreteyni bimâ saberû ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ve mimmâ razaknâhum yunfikûn: İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Kasas 28/54)

وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ
Resim---“Ve izâ semiûllagve a’radû anhu, ve kâlû lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum selâmun aleykum lâ nebtegîl câhilîn: Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yapıp ettiklerimiz bizim, sizin yapıp ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler.” (Kasas 28/55)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim;
İnandığım, anladığım ve yaşamaya çalıştığım şu ki:

İlhâm: Cenâb-ı Hakk celle celâluhu'nun MuhaMMedî Meşrebi lûtfetmesidir. MuhaMMedî oluş şuûruna eriştir Türkçesi...
Kur'ânî ilhâm pınarlarından kana kana içmeye devâm edelim:

إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ
Resim---“İnne fî zâlike le âyâtin lil mutevessimîn: Elbette bunda “derin bir kavrayışa sahip olanlar” için gerçekten ayetler vardır.” (Hicr 15/75)


Li'l-mütevessimin: mânâsını iyice düşünüp seçenler için.
Mütevessîmin: ferâset sahibi olanlar, tahkikî bakanlar, ince ince düşünenler, sebâtla dikkatlice inceleyip özünü anlayanlar. Eşyânın hakikatini öğrenebilmek için ilim, irade, idrak ve iştirâk ilhâmına mazhar olanlardır.

ALLAHÜ ZÜLCELÂL: Bal arısına (nahl) ilham etti:

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
Resim---“Ve evhâ rabbuke ilân nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn: Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.” (Nahl 16/68)


Vehâ, evhâ: ilhâm etmek, peygamberlere vahyetmek.

Mü'min için ilhâm etmek ihsândır ki,
Veze'e: ihsân edip teşvik etmek ilhâm etmek anlamında olup:

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ
Resim---“Fe tebesseme dâhıken min kavlihâ ve kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edhılnî bi rahmetike fî ibâdikes sâlihîn: (Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat."(Neml 27/19)


وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Resim---“Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi ihsânâ(ihsânen), hamelethu ummuhu kurhen ve vadaathu kurhâ(kurhan), ve hamluhu ve fisâluhu selâsûne şehrâ(şehren), hattâ izâ belega eşuddehu ve belega erbaîne seneten kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî minel muslimîn: Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben müslümanlardanım." (Ahkaf 46/15)

Âyeti celilelerinde geçmektedir.

MuhaMMedî Şe'en Şerbetinden içen, MuhaMMedî Meşrebî BİLip, BULup, OLup, YAŞAyanlar;
İlâhî, Kur'ânî ve MuhaMMedî İlhâmla dâimî ve kaimî irtibatlı olup; interkollekte sistem içinde "iLe" ve "biLe" olanlardır...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.3.4. Nefs-i Mutmaînne ve Tevbe:

Nefs-i Mülhime ile gönüle doğan MuhaMMedî güneşin şehâdet şafağı sökmeye, enfüsü ve âfâkı aydınlatmaya başlamıştır.
MuhaMMedî şuûra ve itmînâna ulaşıp "BİZ ve BİLE" olmaktadır...
Yıldızlar ve kamerler kaybolmaktadırlar...
Göz aydınlığı (kurretü'l-ayn) ve tesbih (sabah) namazı vaktidir...
Nefs-i Mutmaînne; nefsin, ruhî nefs makamıdır.
İnsanın tekellüf terazisinin denge dili bu makamdır.
Bir tarafında
Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme ve Nefs-i Mülhime vardır. Diğer tarafında ise Nefs-i Râziyye, Nefs-i Merzîyye ve Nefs-i Sâfiyye (zekiye, nâciye) vardır.
Ortada
Nefs-i Mutmaînne...
Terazinin bir kefesi dünyevî, imtihÂN ve fenâ iken diğer kefesi ise uhrevî, hesab ve bekadır...
Korku ve hüzün bir tarafta iken emniyet ve rahmet diğer taraftadır... Azametullah ve Kudretullah tecellîlerinin temâşâ tepesidir...
Kulun, Azametullahı ve Kudretullahı ilim, irade ve idraki sonucunda acziyet, fakriyet, zillet ve illet özelliklerini bilip, MuhaMMedî mahviyet (yokoluş) güzelliğini bulduğu kemâl kavşağı ve iştirake kavuşum makamıdır...
"ASL"a sıla sırrıdır...

Azîz kardeşlerim,
Nefsin fitrî yapısında, Übûdiyyet (kulluk) makamında sebatsızlık ve mesnedsizlik vardır.
Dünyaya meyilli ve hevâ-hevestir.
Nefsi, kulluk makamına ancak ve ancak tevhid sabitler, mesnedler (tesbitü'n- nefs tevhid iledir) .
Nefsin kalbî özellik ve güzelliklerle yaşamaya başlaması hâli olan Nefs-i Mülhimede, zikir ve fikir çok önemli yer tutar.
Akl-ı selime kavuşan nefs, hakka hayrân kalır hayrın hizmetine can atar. İlâhî, Kur'ânî, MuhaMMedî ve kendisinin zâtî özelliği (zâtına mahsus ahlâkı) olan fıtrî ilhâmlar, tefekkürünü körükler.
Nefs, hüsn-i niyyet, samimîyyet ciddîyet ve gayretkeşlikle geçmiş zamandaki ihmâl, hata, noksan ve yanlışlarını tekrar tekrar ve tek tek gözden geçirip, sistemin sahibi Subhan ve Rahmân olan RABB'ımız Tealâ'dan mağfiretini (bağışlanmasını) diler.

Nasuh
(kendi kendine kendinden nasihat) tevbesi ile RABB'ısına rücû' eder.
Geçmişteki yanlış işleri için bir daha işlememeye söz verip tevbe eder. Kendisini toparlamaya başlayan, İlâhî ilhâm ve hissetme zevkine ulaşan insan nefsi, hüsn-i niyyet, ciddîyyet ve samimîyyetle geçmişteki noksan, kusur yanlış, hata ve kötülük ve günâhlarına tevbe ve istiğfâr etmeye karar verir.
Durum değerlendirmesi yapar.

Evvebe: dönülmesi lâzım ve lâyık olana dönmek.
Tevbün, evbün, döndü.
Tevbe; gerekli ve yeterli bir ilmin neticesi oluşan bir hâl ve amel bütünlüğü olup kesin olarak hakka ve hayra dönüştür.


İnsanoğlu için üç zaman dilimini de doldurması lâzımdır.
Gerçek tevbenin geçmişteki kötülüklerden (bâtıl ve şerden), şu andaki iyiliklere (hakk ve hayra) dönüşle beraber şimdi artık yapmamak, gelecekte ise hiç yapmamak kararıdır.
İlimle aydınlanmış insan nefsi, acı ve ağır bir pişmanlık ve üzüntü ile irade ve idrake ulaşır ve bir daha asla işlememek iştirakine kavuşur.


Tevbe evreleri:

a-) Nefs-i Emmâreye: emr-i bi'l-ma'rufa (emredilene, bilinene ve iyiye) ve nehy-i ani'l-münkere (yasaklanan kötüye) uyma anlatılır ve söz alınır.
Kul hakları için helâlleşme, Hukukullah için tevbe-istiğfâr emredilir.
Bu avam (halk) için ilk şarttır.


b-) Nefs-i Levvâmeye: inâbe (günâhı terkle beraber, hakka ve hayra dönüş), boyun eğme, munîb olma emredilir.
Dünya lezzetleri ve nefsi azdırıcı şey ve olaylardan uzak durma, hevâ ve hevese i'tiraz istenir.
Sadıklarla birlikte olmaya çağrılır.


c-) Nefs-i Mülhimeye: evbe (öz dönüşü) emredilir.
Nefsî iştah (somut özlem) ve iştiyâk (soyut özlem)' tan aslî vuslata dönüş...
Halk ile halvetten, HAKK ile uzlete ve ünsiyete çağrı...


d-)Nefs-i Mutmaînne de ise: bahsedilen dönüşler, cezbe dönüşüne dönüşmüştür.

Rahatlıkla anlarsın ki dört tevbe evresi Bedenî, Nefsî, Kalbî ve Ruhî dönüşlerdir (tevbelerdir).


Bir bakıma KULLUK => Tevhid + Tevbe + Dua + Rıza (secde) dir.

Şerîat-ı Garrada tevbe: Kötü ve kınanmış olan bir işi (fiili) bırakıp dinde övülen ve kabul edilene dönmektir.
Tevbe özür beyânıdır; "Yaptım!... yaptım ama, şu nedenle yaptım... bilerek, bilmeyerek, istemeden, isteyerek yaptım ve şimdi ise pişmanım, özür dilerim!." demektir.

Tevbenin şartları:
1- Pişmanlık duymak,
2- Kötü fiili derhâl terketmek,
3- Terkar etmemeye ciddî ve samimî karar vermek,
4- Telâfisi varsa ki halk ile olanında helâlleşmek, HAKK ile olanında istiğfâr etmektir.

Tevbe, istiğfârdan önceki iş olup istiğfâr: kulun RABB'ısından bağışlanmasını ve affını dilemesidir.
Tevbe ve istiğfârın tek zamanı vardır ki şu andır, şimdidir.
Her işte teenni (dikkatlice düşünerek yavaşca yapma) esastır.


Ancak şu 6 şeyde acele emredilmiştir:
1-
Namazı vaktinde kılmakta
2- Cenâzeyi defnetmekte
3- Evlenme çağına gelmiş kızı gelin etmekte
4- Borcunu ödemekte
5- Misâfirin karnını doyurmakta
6- Bir günâhtan sonra derhâl tevbe ve istiğfâr etmekte

Tevbenin üzerinde gerektiği kadar durmalıyız.
Herkes bilir ki buzun ve tuzun üzerine bina yapılmaz.
Mühendis olmaya hacet yok bunu bilmek için, ilk rahmette erirler!..
Tevbenin istiğfârın zamanı bitmez, kapısı kapanmaz!
Ne var ki yarına çıkacağımızı bırak, nefesi versek alacağımız meçhûldür.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerîm'imizde TeVBe:

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim---Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).: Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." (Nur 24/31)

وَمَن تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَإِنَّهُ يَتُوبُ إِلَى اللَّهِ مَتَابًا
Resim---"Ve kâlû mâli hâzer resûli ye’kulit taâme ve yemşî fîl esvâk(esvâkı), lev lâ unzile ileyhi melekun fe yekûne meahu nezîrâ(nezîren).:Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse şüphesiz o tevbesini kabul edilmiş olarak ALLAH'a döner." (Furkân 25/7)

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ
Resim---"Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne). :Size azab gelip çatmadan önce RABB'inize dönün (inâbe), O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez!..." (Zümer 39/54)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû hayren minhum ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayren minhunn(minhunne), ve lâ telmizû enfusekum ve lâ tenâbezû bil elkâb(elkâbi), bi’sel ismul fusûku ba’del îmân(îmâni), ve men lem yetub, fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).:Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.(Hucurât 49/11)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).:Ey iman edenler! Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla! Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin." (Tahrîm 66/8)

Nasûh tevbesi: saf, samimî, ciddî ve bozulması zor olan ilhâmî tevbedir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem nasûh tövbesini: “Kulun işlediği günahtan pişmanlık duyması, Allah’a tam rucu’ edip, sütün memeye dönmediği gibi, kişinin tekrar günaha dönmemesidir.” Şeklinde tanımlamıştır.
(İ.Ahmed b.Hanbel, Müsned, I, 446)

İmam Ali kerremullahi veche: “Tövbe ihsan edilen kimse kabulünden mahrum kalmaz. İstiğfar ihsan edilen kimse mağfiretten mahrum kalmaz.” Buyurmuştur.

Ne var ki tevbe sözde kalmayıp tatbikat ister:

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوَءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍ فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماً حَكِيماً
Resim---İnnemât tevbetu alâllâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin summe yetûbûne min karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim. Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).:Fakat Allah'ın kabul edeceği tövbe, cahillik ile bir kötülük yapıp sonra, hemen tövbe edenler içindir ki, işte onlar, Allah'ın, tövbelerini kabul ettiği kimselerdir. Ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.” (Nisâ 4/17)

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim---Ve leysetit tevbetu lillezîne ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), hattâ izâ hadara ehadehumul mevtu kâle innî tubtul âne ve lâllezîne yemûtûne ve hum kuffâr(kuffârun). Ulâike a’tednâ lehum azâben elîmâ(elîmen).:Ve onlardan birine (kendilerine) ölüm gelinceye kadar seyyiat işleyenlerden (kötülük yapanlardan), “Gerçekten ben, şimdi tövbe ettim." diyen birinin tövbesi, tövbe değildir. Ve kâfir olarak ölenlerin tövbesi de (tövbe değildir). İşte onlar, onlar için “elim azap” hazırladık.” (Nisâ 4/18)

التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Et tâibûnel âbidûnel hâmidûnes sâihûner râkiûnes sâcidûnel âmirûne bil ma’rûfi ven nâhûne anil munkeri vel hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiril mu’minîn (mu’minîne).:Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele.(Tevbe 9/112)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL 17 sûrede, 22 âyeti celilede tevbeleri kabul buyuracağını ilân etmiştir.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in zıdların zevkiyle imtihÂN âleminde, kul olup da (nebîler hariç) yanlış iş yapmamak mümkün mü?
Kulunu yaratan ALLAH celle celâluhu bunu bilendir ve tevbe edenleri de çok sevendir:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
Resim---Ve yes’elûneke anil mahîd(mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fîl mahîdi, ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn(yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh(emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbut tevvâbîne ve yuhibbul mutetahhirîn(mutetahhirîne).:Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever." (Bakara 2/222)

إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا
Resim---İllâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihan fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne şey’â(şey’en).:Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar.” (Meryem 19/60)

وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ
Resim---"Ve huvel gafûrul vedûd(vedûdu).:O Gafûru'l-Vedûddur... Çok bağışlayan ve çok sevendir." (Bürûc 85/14)

Azîz kardeşlerim, Tevbe ve İstiğfâr ard arda birbirini tamamlayandır.
Gufran: Cenab-ı Hakk'ın günahları affedip örtmesi, rahmetidir.,
İstiğfar: gufran istemektir.


ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL;
El Gâfuru, El Gâfiru, El Gaffâru ALLAH celle celâluhudur:

El Gaffâru:
Resim

El Gâfiru:
Resim

El Gâfuru:
Resim

Hakka ve hayra dönüşle birlikte geçmişteki yanlışlıklarımız için RABB'ımız celle celâluhu dan bağışlamasını ve affını dilememiz de bize emredilmiştir.

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr(nâri). :Onlar: "Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru" diyenler;” (Âl-i İmrân 3/16)

الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ
Resim---Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr(eshâri). :Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/17)

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Resim---Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn (ya’lemûne). :Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/135)

وَاسْتَغْفِرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---Vestagfirillâh(vestagfirillâhe). İnnallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).:Ve Allah'tan bağışlanma dile. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nisâ 4/106)

وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---Ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmâ(rahîmen).:Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (Nisâ 4/110)

وَأَنِ اسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُم مَّتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ
Resim---Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadlehu, ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr(kebîrin).:Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım.(Hûd 11/3)

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ
Resim---Fasbir inne va’dallâhi hakkun vestagfir li zenbike ve sebbih bi hamdi rabbike bil aşiyyi vel ibkâr(ibkâri). :(Resûlüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vâdi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.” (Mü'min 40/55)

فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا
Resim---Fe kul tustagfırû rabbekum innehu kâne gaffârâ(gaffâran).:(Nuh aleyhi's-selâm) ve dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dilediğinizi söyleyin. Muhakkak ki O; Gaffar'dır (mağfiret edendir).” (Nûh 71/10)

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur'ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm(rahîmun). :Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah'ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.(Müzemmil 73/20)

إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
Resim---İzâ câe nasrullâhi vel feth: Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman.” (Nasr 110/1)

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
Resim---Ve reeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ: Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde(Nasr 110/2)

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
Resim---''Fe sebbih bi hamdi rabbike vestagfirh(vestagfirhu), innehu kâne tevvâbâ: Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr 110/3)

Nasrullah, Allah'ın yardımı, Hidâyetullah, Kelâmullah, Resûlullah, Şerîat-ı Garra, Nakl İlmi geldiğinde ve insan nefsi bunu lâyıkı vechiyle algıladığında;
"Semiğnâ: şimdi DUYduk",
"İyyake nâ'büdü: ancak sana kulluk ederiz" der.

Ve Fethullah geldiğinde, Nurullah ve Nur-u MuhaMMed, öz pirizinden tevhid fişiyle letâifleri (nefs mertebelerini) aydınlatınca, karanlıklar fetholunca; nefs, ilâhî ve MuhaMMedî ilhâma mazhar olur .
"Ve ateğnâ: derhâl itâat ederiz. Ve iyya kene'stâin: yalnız senden dileriz" der.
Bu ise aklın önceki naklî ilmî hazmetmesi ve kendisinden bekleneni anlayıp yapmasıdır.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in isim ve sıfatlarını tanıtmak ve tesbit etmek naklî şerîatın işi, zâtını tanımak ise mârifet olup akl-ı selimin işi ve gereğidir.

Aklı nurlanan insan nefsî, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in getirdiği naklî ilim olan şerîatı rahatlıkla anlar.
Zîrâ Nasrullah nefsin elde etmesi istenilen şeyi elde edebilmesi için yapılan YARATAN'ın ilâhî yardımıdır.
Bu yardımı kullanabilmesi için nefsin gözü kulağı ve her şeyi olan akla; can gibi, Nurullah yetişince bu Fethullahtır.
El feth: muallakta olan neticeyi elde etmektir. Engellerin aşılması ve açma işlemidir.

"O zaman insanların dalga dalga ALLAH'ın dinine girdiğini gördüğün zaman. Derhâl hamd ile RABB'ını tesbih et!... O'ndan, istiğfârını (bağışlanmanı) dile... Şüphesiz O, çok çok tevbeleri kabul edendir..."

Bu sûrede üzerinde çok zikir, fikir ve zevk gerektiren sûrelerdendir.
Şükürde tüm canlılar müşterektir. Somut ni'metlerin tümünü kapsar. Esmâî zuhûr ni’metleri...
Susuz bir hayvanı sularsanız, oynamaya başlar, bize bile teşekkür eder. Susuz bir bitki sulanınca teşekkür eder çiçek açar, meyve sunar. İnsan da öyle.
Ne var ki HAMD; akıllı olanlara mahsus zâtî, sıfatî ve soyut ni'metleri de içine alan ve kapsayan şükürdeki ismin sahibine (müsemmâ) olan sonsuz şükür, saygı hürmet ve hayrânlığın ifâdesidir.
Velîyy-i ni'meti bilmektir.
Hamdeden akıl, artık rüşdüne eren ilâhî bir AŞK olmuştur.

İnsanoğlu; Rübûbiyyetin fevc fevc (dalga dalga: effâcâ) kahr ve kibriyâ denizinden sağ selâmet geçebilmek için tesbih, hamd, istiğfâr gemileriyle ve sahibinin Tevvab oluşu sayesinde geçebilir.

İnsan aklı RABB'ini tanır ve isbat edip tevhid eder.
Naklle ise akıl, RABB'ine hamd etmeyi öğrenir. Bu ise tevhidin tekemmülüdür...

Tesbih: Yaratan Subhan ALLAH Tealâ'yı azametine yaraşan sıfatlarla tanıyıp, yaratılmışların taşıdığı tüm sıfat ve işâretlerden somut olarak tenzih etmek, noksanlıktan münezzeh kılıp kemâl sıfatlarıyla mevsuf oluşuna inanç ve ilândır.
Takdis ise: ALLAH'u Tealâ'yı kudretiyle tanımak olup değil akla gelebilen, akla gelemeyecek olan soyut noksanlıklardan dahi münezzeh kılarak mutlak kemâliyetine imân ve ifâdedir.
Subbûhün Kuddûsün...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Tevbe ile ilgili pek çak âyet-i kerimeden bir kaçını tebarrüken arzedelim:

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL bağışlayıcıdır.:


نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---Nebbî’ ibâdî ennî enel gafûrur rahîm: Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim.” (Hicr 15/49)

وَ أَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الأَلِيمَ
Resim---Ve enne azâbî huvel azâbul elîm:Ve muhakkak ki; Benim azabım; o, elîm (çok acı) bir azaptır.” (Hicr 15/50)

غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَدِيدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ إِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim---Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil masîr: Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır.(Mü'min 40/3)

تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---Tekâdus semâvâtu yetefattarne min fevkıhinne vel melâiketu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yestagfirûne li men fîl ard(ardı), e lâ innellâhe huvel gafûrur rahîm: Gökler, neredeyse üstlerinden çatlayıp parçalanacaklar; melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerde olanlara mağfiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten Allah, bağışlayan ve esirgeyen O'dur.(Şurâ 42/5)

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azî zul gafûr: O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur'ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm: Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah'ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Müzemmil 73/20)

Tevbenin kabülü için:

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Resim---Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm: Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin.(Bakara 2/128)


ثُمَّ أَفِيضُواْ مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Summe efîdû min haysu efâdan nâsu vestagfirûllâh(vestagfirûllâhe), innallâhe gafûrun rahîm: Sonra insanların akın akın geldikleri yerden, akın akın gelin ve Allah'a istiğfar edin (mağfiret dileyin). Muhakkak ki Allah, Gafûr'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).(Bakara 2/199)

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr: Peygamber kendine Rabbinden indirilene inandı, mü'minler de (buna inandılar). Tümü Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. "Biz O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız." Yine: "Duyduk ve itaat ettik. Senin bağışlamanı diliyoruz, ey Rabbimiz; dönüş de sanadır" dediler.” (Bakara 2/285)

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 2/286)

Rahmeti gazabını geçmiş olan Rahmânü'r Rahîm olan RABB'ımız:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm: (Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer 39/53)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Tevbe ile ilgili pek çak hadis-i şerîften bir kaçını tebarrüken arzedelim:

Tevbe (tövbe) işlenmiş bir günah veya suçun bir daha işlenmeyeceğine dair verilen söz ve vicdanî karardır.
İstiğfar ise tevbekâr kulun Rabbü'l-âlemin olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'den suç ve günahının bağışlanmasını dilemesidir.
Tevbe günahtan Rabbisine dönüşü; istiğfar ise bu kararını samimiyet ve ciddiyetle arzediş niyazıdır.
TeVBe, KULun Bâtıl ve şerden, Hakka ve Hayra ciddî dönüştür..

Bir KULun Kalbinde şu 3 hastalık varsa:
1- Kişinin kalbi günahlardan ürperti duymuyorsa,
2- İtaat ve ibâdetler kalbine lezzet vermiyorsa,
3- Nasihatler tesir etmiyorsa,

O kimsenin kalbi mânen hastadır ve mutlaka HabibuLLAH Hastahânesine yatırılıp tedavi edilmelidir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şunu da bilin ki insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur; azalar ona tabidir. Dikkat edin o et parçası kalbtir.” buyurmuştur.
(Buharî, İman, 39)

İnsanoğlunun DÜŞÜNce Sistemi ki, İlim-İrade-İdrak ve İştirak VARLığı OLan KALBi/AKLı neden BOZulup Hasta Olmakta?.

Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- öğütlerinde şöyle buyurur:
“Kalbler 6 şeyden dolayı çürür ve bozulur:
1- Tövbe ederim ümidiyle günah işlemek.
2- İlim öğrenip, gereğince amel etmemek.
3- İbâdet ve davranışlarda samimi (ihlâslı) olmamak.
4- Allâh’ın verdiği nimetlerden yararlanıp, şükretmemek.
5- Allâh’ın yarattıkları arasında paylaştırdığı rızka râzı olmamak.
6- Ölüleri defnedip, onlardan ibret almamak!.”


Resim---Gönül sahibi, gözü yaşlı bir sahabe olan Vâbisa İbni Ma’bed -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor: “Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna varmıştım. Bana hitap ederek: “İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu. Ben de: “Evet yâ Rasûlallâh!” dedim. O zaman şöyle buyurdu: “Kalbine danış. İyilik, sana uygun gelen ve yapılmasını kalbinin tasdik ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye fetva verse bile içinde şüphe uyandıran şeydir.”
(Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 227-228)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nefse sükunet ve kalbe ferahlık veren şey, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır.” buyurmuştur.
(Beyhekî, İ. Ahmed, Taberânî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kalbine danış; iyilik, kalbin mutmain olduğu, rahatladığı şeydir. Günah ise, canını sıkan, kalbinde tereddüt uyandıran şeydir. Aksine fetva verseler de.” buyurmuştur.
(Taberânî, İbni Asakir)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müftü (senin lehine) fetva verse de sen yine kalbine danış ( üç defa tekrar ederek).” buyurmuştur.
(Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, I/40.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ey insanlar ALLAH'a tevbe ediniz ve bağışlanmanızı isteyiniz, ben günde 100 defa tevbe ediyorum." buyurmuştur.
(Egarr b. Yesar (radiyallahu anhu)'dan; Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Eğer siz günah işlememiş olsaydınız ALLAH günah işleyen insanları yaratır, onlar günahlarından tevbe ederlerdi de ALLAH da onları bağışlardı." buyurdu.
(Ebu Eyyub Halid b. Zeyd (radiyallahu anhu)'dan; Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "İstiğfarın en büyüğü (seyyidü'l-istiğfar) kulun: ALLAH'ım Sen benim Rabb'ımsın Senden başka hiçbir ilah yoktur; beni yarattın, ben Senin kulunum ve ben gücüm yettiği kadar Sana verdiğim ahd ve vaadde durmaktayım, yaptılarımın şerrinden Sana sığınırım. Bana olan ni’metini itiraf eylerim, günahlarımı da itiraf ederim. Beni afvet; çünkü günahları Senden başka afvedecek yoktur, demesindir." buyurmuştur.
(Şeddat b. Evs (radiyallahu anhu)'dan; Buharî; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1584/1345)


SeYyiDü'l- İSTiĞFaR:

(حديث مرفوع) أَخْبَرَنَا أَبُو طَاهِرٍ أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ سِلَفَةَ الأَصْبَهَانِيُّ الْحَافِظُ ، قِرَاءَةً عَلَيْهِ ، أَخْبَرَنَا أَبُو زَكَرِيَّا يَحْيَى بْنُ عَبْدِ الْوَهَّابِ بْنِ مَنْدَهِ الأَصْبَهَانِيُّ ، الْحَافِظُ بِهَا بِقِرَاءَتِي عَلَيْهِ ، قَالَ : أَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ مَنْصُورِ بْنِ خَلَفٍ الْمَغْرِبِيُّ ، ثُمَّ النَّيْسَابُورِيُّ بِهَا قِرَاءَةً عَلَيْهِ ، أَخْبَرَنَا أَبُو طَاهِرٍ مُحَمَّدُ بْنُ الْفَضْلِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ إِسْحَاقَ بْنِ خُزَيْمَةَ السُّلَمِيُّ ، قِرَاءَةً عَلَيْهِ مِنْ أَصْلِ كِتَابِهِ فَأَقَرَّ بِهِ ، وَقَالَ : نَعَمْ فِي شَوَّالَ سَنَةَ خَمْسٍ وَثَمَانِينَ وَثَلاثِ مِائَةٍ ، أَخْبَرَنَا جَدِّي مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَاقَ بْنِ خُزَيْمَةَ ، حَدَّثَنَا بِنْدَارٌ ، حَدَّثَنَا يَحْيَى يَعْنِي ابْنَ سَعِيدٍ ، عَنْ حُسَيْنٍ الْمُعَلِّمِ ، عَنِ ابْنِ بُرَيْدَةَ ، عَنْ بَشِيرِ بْنِ كَعْبٍ ، عَنْ شَدَّادِ بْنِ أَوْسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : " سَيِّدُ الاسْتِغْفَارِ ، أَنْ تَقُولَ : اللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لا إِلَهَ إِلا أَنْتَ ، خَلَقْتَنِي وَأَنَا عَبْدُكَ ، وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ ، أَعُوذُ بِكَ مَنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ ، أَبُوءُ بِذَنْبِي وَأَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ ، فَاغْفِرْ ذُنُوبِي إِنَّهُ لا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلا أَنْتَ ، مَنْ قالَهَا مُوقِنًا بَعْدَمَا يُصْبِحُ فَمَاتَ مِنْ لَيْلَتِهِ ، كَانَ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ ، وَمَنْ قَالَها حِينَ يُمْسِي مُوْقِنًا بِهَا ، كَانَ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ " . قَالَ الشيخ أدام الله علوه : انفرد به البخاريُّ ، فرواه عن أبي معمر ، عن عبد الوارث ، عن يزيد بْن زُريع ، كليهما عن حسين المعلم ، كما أخرجناه .
Resim---"ALLAHumme ente Rabbî lâ ilâhe illâ ente halektenî ve enâ abduke ve enâ alâ ahdike ve va’dike mestatatu, euzu bike min şerri ma sana'tu, ebu'u leke binimetike aleyye ve ebu'u bizenbî feğfir zunubî innehu la yeğfiru’z- zunube illâ ente:
ALLAHım! Sen benim Rabbimsin. SENden başka el ilâh yoktur. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Ve ben îman ve ubûdiyyetimde gücüm yettiği kadar senin ahd ü misâkın üzereyim.
Yâ Rabbi! Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım: Ve senin bana ihsan etdiğin ni’metleri ikrar ve i'tirâf ederim. Kendi kusur ve günâhlarımı da ikrar ve i'tirâf ederim. Yâ Rabb! Sen beni afv ü mağfiret eyle. Zîra senden başkası günâhları afv ü mağfiret edemez!
."


Resim---Şeddad bin Evs radiyallahu anhu'dean rivâyete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Bir kimse bu Seyyidü'l-istiğfâr'ı ihlâs ile gündüz okur da o günde akşam olmadan evvel vefât ederse o kimse ehl-i cennettendir. Ve eğer bu duâyı ihlas ile gece okur da sabah olmazdan evvel vefât ederse yine ehl-i cennettendir"
buyurmuştur.

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Günâhlarından tevbe eden hiç günâh işlemeyen gibi olur." buyurmuştur.
(Abdullah ibni Mesud (radiyallahu anhu) dan; İbni Mâce-Tebârani)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH celle celâluhu kulunun tevbesine, çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. (tevbesini kabul eder, günâhını bağışlar.)" buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik (radiyallahu anhu) dan; Buhârî ve Müslim)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH celle celâluhu kulunun son nefesine kadar tevbesini kabul eder." buyurmuştur.
(Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhu) dan; İbn Mâce, Tirmizî)

Resim---Resûllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hata yapsanız, günâhlarınız göğe yükselecek kadar çok da olsa tevbe ettiğinizde ALLAH tevbenizi kabul eder, günâhlarınızı bağışlar." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan; İbni Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH celle celâluhu, güneş batıdan doğup kıyâmet kopuncaya kadar gündüz günâh işleyenlerin tevbeetmesi için gece, gece günâh işleyenlerin tevbe etmesi için de gündüz rahmet elini açar..." buyurmuştur.
(Ebu Musa (radiyallahu anhu)'dan; Müslim ve Nesâî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH, güneş batıdan doğuncaya (kıyâmet alâmeti) kadar tevbe edenlerin tevbesini kabul eder." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan; Müslim)

Resim---Enes (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her âdemoğlu çok hata işler. Hata işleyenlerin de en hayırlısı tevbe edenler (pişman olarak hatasından dönenler)dir. buyurmuştur.
(İbn Mâce, Tirmizî,Hâkim)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim---Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Mümin bir günah işleyince kalbine siyah bir nokta düşer. Eğer tevbe eder, hatasından döner, ALLAH'tan günahının affını dilerse, kalbi siyah noktadan temizlenir. Günah işlemekte devâm ederse, noktalar çoğalır, kalbi tamamen kararır. İşte Kur'ân -ı Kerîm'de ALLAH'ın: "Hayır öyle değil. Tam tersine işledikleri hatalar kalblerini tamamen karartmıştır" buyurmuştur.

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn: Asla, hayır; onların kazandıkları, kalbleri üzerinde pas tutmuştur..” (Mutaffifin 83/14)
Buyurması buna işarettir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min, bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen terk edip tövbe ve istiğfar ederse kalbi cilâlanır, eski parlaklığına kavuşur. Böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve neticede kalbini büsbütün kaplar.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsîr, 83)

Resim---İbn Hıbban'da hadis şöyledir: "Kul bir hata işleyince kalbine siyah nokta düşer. Günah işlemekten vazgeçer, tevbe ve istiğfar ederse kalbi temizlenir. Günah işlemekte devâm ederse nokta çoğalır, tamamen kalbini kaplar." buyurmuştur.
(İbn Mâce, Tirmizî, Nesâi, Hâkim)

Resim--- Abdullah İbn Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH kulunun son nefesine kadar tevbesini kabul eder." buyurdu.
(İbn Mâce, Tirmizî)

Resim---Abdullah İbn Mesud (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Günahlarından tevbe eden hiç günah işlemeyen gibi olur ." buyurmuştur.
(İbn Mâce, Taberanî)

Resim--- Abdullah İbn Abbas (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Yaptığı hata ve kötülüklere devâm ederek günahlarından tevbe ve istiğfar eden, Rabb'i ile alay etmiş olur." buyurdu.
(Merfuen Beyhakî; Sünen)

Resim---Abdullah İbn Mesud (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hiç kimse övülmesini ALLAH kadar sevemez. (Ve ALLAH kadar övülmeye layık olamaz.) Bu yüzden ALLAH -Kitabında- kendini medhetmiştir Hiç kimse kötülüklere karşı ALLAH kadar titiz olamaz. Onun için ALLAH kötülükleri haram kılmıştır. Hiçbir kimse ALLAH kadar kendisinden özür dilenmesini, tevbe ve istiğfar edilmesini sevemez. Bu nedenle ALLAH Kitab indirmiş ve peygamberler göndermiştir. (Kullarına özür dileme ve tevbe etme yollarını göstermiştir.)" buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kudret ve iradesiyle yaşadığım ALLAH'a yemin ederim ki, eğer günah işlemeseniz ALLAH sizi yok eder, günah işleyen bir millet halkeder ki ALLAH'tan günahlarının affını istesinler. ALLAH da onları affeder (Böylece ALLAH'ın affedici oluşu meydana çıkar). '' buyurdu.
(Müslim ve diğer Hadis İmamları)

Resim---Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH azze ve celle buyurdu: "Kulumun bana inancı (zannı) oranında yanındayım. (Tevbe ederse tevbesini kabul ederim. Af dilerse suçlarını bağışlarım.) Beni nerede anar hatırlarsa, ben orada yanındayım." ALLAH'a and olsun, ALLAh kulunun tevbesine çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. Ondan razı olur, günahlarını affeder. "Kulum Bana ibâdet ve hayır işlerle bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek yaklaşırsa ben ona koşarak yaklaşırım." buyurmuştur.
(Müslim rivâyet etmiştir, Buharî de benzerini rivâyet etmiştir.)

Resim--- Muaz (radiyallahu anhu) şöyle anlattı: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Ya Resulullah! Bana nasihat et" dedim. Şöyle buyurdu: "ALLAH 'a O'nu görüyormuşsun gibi ibâdet et. Kendini ölmüşlerden say. Her taşın, her ağacın yanında yaratanı hatırlayarak ALLAH'ı zikret. Bir hata yapınca hemen güzel işler yap. Gizli yaptığın hatalara gizlice ALLAH'a niyaz ederek, açıkta yaptığın hatalara açıktan tevbe istiğfar ederek." buyurdu.
(Taberanî; güvenilir râviler yoluyla Ebu Seleme'den rivâyet etti.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Nerede olursan ALLAH'a âsî olmaktan sakın. Her yanlış iş yaptığında, güzel işler yap ki günahını affettiresin ve insanlarla güzel huylu olarak yaşa." buyurdu.
(Ebu Zer ve Muaz b. Cebel (radiyallahu anhu) dan Tirmizî hasen olarak)

Resim--- Muaz (radiyallahu anhu) der ki: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elimi tuttu biraz yürüdükten sonra: "Muaz! Sana ALLAH'a âsî olmaktan sakınmayı, doğru sözlü olmayı, anlaşmalara bağlı kalarak aynen yerine getirmeyi, emaneti -hainlik yapmadan- sahibine vermeyi, yetimlere acıyıp merhametli olmayı, komşu haklarını korumayı, öfkeyi gizleyip kimseye surat asmamayı, tatlı dilli olmayı, selâm vermeyi, idarecilere ve amirlere itaat ederek bağlı kalmayı ve Kur'an'ı anlamaya çalışmayı, âhiret sevgisini, âhirette hesaba çekilmekten korkmayı, hayalperest olmamayı, güzel işler yapmayı tavsiye ederim. Müslüman kardeşine kötü söz söylemeni, yalancıyı doğrulamanı, doğru konuşanları yalanlamanı, adil idareci ve amirine âsî olmanı ve yeryüzünde fesad çıkarmanı yasaklarım. Muaz! Her ağacın ve taşın yanında ALLAH' ı zikret. Her günah işledikçe tevbe et. Gizli işlediğin günahlara gizliden, açıkta işlediğin günahlara açıktan tevbe istiğfar et." buyurdu.
(Beyhakî, Sünen, Zühd bölümünde Musa ibn Süleyman'dan)


İmam-ı Beyhakî:

Meşhur hadis ve fıkıh âlimi. İsmi Ahmed bin Hüseyin, künyesi Ebu Bekir’dir. Nişabur’un Beyhek kasabasından olduğu için Beyhekî diye meşhur olmuştur. Beyhek kasabasına bağlı Hüsrevcird köyünde 994 (H. 384) senesinde doğdu, 1066 (H. 458)da Nişabur’da vefat etti. Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Beyhekî zekâsının keskinliği, hafızasının kuvveti, öğrendiği şeyler üzerindeki arzusu ve ilim öğrenmekteki ihlası ile hocalarının dikkatlerini üzerine topladı. Beyhekî; Horasan, Bağdat, Kufe ve Mekke gibi ilim merkezlerinde zamanın âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Yüzden fazla hocadan hadis öğrendi. Ebul-Feth Nasır bin Muhammed Ümeri’den fıkıh ilmini, Hakim’den hadis ilmini, İbni Fürek’ten kelâm ilmini, Ebu Ali Rodbari’den tasavvuf ilmini öğrendi. Büyük âlim oldu, kendisine ilmin minâresi denildi. Pek çok âlim yetiştirdi. Şeyhülislam Ebu İsmail el-Ensari, Zahir bin Tahir, Ebu Abdullah el-Feravi, oğlu İsmail bin Ahmed onun yetiştirdiği âlimlerdendir. Kelâm ilminde Ehl-i sünnet itikadına büyük hizmetler yaptı. Çeşitli ilimlerde bilhassa hadis, fıkıh ve kelâm ilmine ait yüzlerce eser yazdı. Horasan’da hadis ilminde onun izni olmadan, o icazet (diploma) vermeden kimse hadis ilminden söz edemezdi. Şafiî fıkhı öğretmesi için Nişabur’a çağrıldı. Her ne kadar memleketine dönmek istediyse de 9 Nisan 1066 (H. 10 Cemazilevvel 458) da vefât etti. Cenazesi yakın olan Beyhek kasabasına götürüldü. İlim ve fazilette yüksek bir zat olan Beyhekî hazretleri, devamlı okur, araştırır, tasnif eder, eserlerini öğrencilerine okutur, ilimle meşgul olur, fakirliğe sabreder, halinden hiç şikayet etmezdi. Az yer az içerdi. Kırk dört yaşından sonra vefâtına kadar otuz sene bayram günleri hariç devamlı oruç tutmuştur.

Eserleri:
1) Es-Sünen-ül-Kübra: Hadis-i şerif kitabı olup, on cilttir. Eshab-ı kiram ve Tabiinin isimleri, senet ve ravileri içerisine alan bir fihristi vardır.
2) Es-Sünen-üs-Sugra: İki cilttir.
3) Kitabü’l-Esma ves-Sıfat: İki cilttir.
4) Delail-ün-Nübüvve: Üç cilttir.
5) Menakıb-üş-Şafi
6) Marifet-üs-Sünen vel Asar: Eser dört cilttir.
7) Şu’ab-ül-İman
8 ) Et-Tergib vet-Terhib
9) Kitab-üz-Zühd-il-Kebir
10) El-Ba’sü ven-Nüşur
11) Fedail-üs-Sahabe
12) El-Medhal iles-Sünenil-Kübra
13) El-Mebsut
14) El-Adab
15) El-İtikad ala Mezhep-is-Selefi Ehlis-Sünneti vel-Cema’a
16) Ahkâm-ül-Kur’ân..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Nefs-i MuTMaîNNe'ye Devâm Edelim:

Tatmîn olmak: kalbin emin olarak rahatlıkla ve doyurucu bir şekilde inanması.
İtminân: emin olma, güvenme, kati' olarak ve bilerek sebat etme, karar kılma... ve görerek, duyarak HAKk’ın Huzurunda inanmak.
İtminân: Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılıktır.
Mutmaînne: İtmi'nanlı. İçi rahat. Müsterih. Şüphesi kalmamış. Emin oluştur. mutmain olan, tatmin olmuş olan.
MutmaînÂne: f. Şüphesizce. Rahatlık ve emniyet içinde olarak.


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

Azîz kardeşlerim,
Hep söyleye geldik ki, hayat sisteminin ve varlığın var oluş sebebi TEVHİDdir.
Bu muazzam ve muhteşem sistem de ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Azamet ve Kudretinin zuhûratını sergileyip kıymetli ve keremli özellik ve güzelliklerle donattığı insanoğlunu nefsine akıl nurunu da bağlayarak soruyor:
"Bu sistemin sahibi kimdir?"
Bu sorunun cevâbı TEVHİDdir->" İlâhe illâ ALLAH"tır.

يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَ ۖ لَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ ۚ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ۖ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---Yevme hum bârizûn(e)(s) lâ yaḣfâ ‘ala(A)llâhi minhum şey-/(un)(c) limeni-l mulku-l yevm(e)(s) li(A)llâhi'l- Vâhidi'l- Kahhâr(i): O gün onlar kabirlerinden meydana fırlarlar. Kendilerinin hiçbir şeyi Allah'a karşı gizli kalmaz. "Bugün mülk kimindir?" (diye sorulur. Cevaben): "Tek-Vâhid ve Kahhâr olan ALLAH'ındır." (diye soran cevab verir.)(Mü’min 40/16)

Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme ve Nefs-i Mülhime gelişim ve aşamalarında nefs ezelde de vermiş olduğu bu sözü, tanıdı, inandı, ilme'l-yâkîn oldu. İlimle iyice bildi..

Ancak, kesin kanâat getiremedi henüz.
Bu ise yapısında olan ve imtihÂNın gereği bir özelliktir.
İtminân bulması için ilim ve edebden sonra irfân ve erkânla ayne'l-yâkîn, görerek inanmak, mutmaîn olmak istiyor insan nefsi...
Nefs-i Emmâre, ilimle ışıklandı ve ayıktı, Nefs-i Levvâme iradeyle hakkı bâtıldan ve hayrı şerden ayırdı, Nefs-i Mülhime hakkı ve hayrı tercih etti ve doruğa çekti gayrisini ebedîyyen reddetti.

Nefs-i Mutmaînne makamı ise; iştirak, bilelik, eminlik ve sabitlik makamıdır.
Başka ifâde tarzıyla:

Nefs-i Emmârede ->""
Nefs-i Levvâmede ->"İLâhe"
Nefs-i Mülhimede ->"İLLâ" dedi...
Dedi ancak, TEVHİD kemâl bulmadı. ALLAH'u Tealâ konusunda tatmîn olan nefs ise ->"ALLAH!." diyerek TEVHİDini tamamlar ve kemâlâta erdirip :
" İLâhe iLLâ ALLAH"ı tesbit eder, kani' ve mutmaîn olur.
Bu nefis, Nefs-i Mutmaînedir… ve TEVHİDe fiilen iştirak sağlar...

Kendi gözü nasıl gözü ise tevhidi de TEVHİDidir...
Bir husus daha var ki 4 lü sistemde nefs, mutmaînne hâle gelince, ruhla içli dışlı olmuştur.
Hak ve hayr üzere ruha, iştirak etmiştir.
Beden, Nefs, Kalbden sonra Nefs, Ruh şehrinde “Ruhî Nefs” olmuştur.
Onun içindir ki tefsir imâmlarımız ruha, nefs dahi demişlerdir...

İnsan nefsinin mutmaînne makımına yücelmesi Emrullah ve Muradullahtır. Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ise; bunun Rehber-i Mutlak'ı ve İmâm-ı Mutlak'ı aleyhi's-selâmdır...

Nefs; mutmaînne mertebesine, aşamasına, olgunluğuna, çağına, yaşına, rüşdüne erdi mi görev tamamlanmıştır.

Mutmaînne kalb:
Rüzgarın oynatıp sökemediği (hava)
Sellerin eritip sürükleyemediği (su)
Yangınların yakıp yok edemediği (ateş)
Toprağın yutup kendisine benzetemediği ebedî diri kalbdir. (toprak)…
Gerisi SultÂN'ımızın celle celâluhu kuluna izzeti, ikrâmı, lûtfü ihsânıdır...

Tatmîn olmak her nefsin doğal hakkıdır.
Tatmîn etmek için;

Bu DEVRÂN dönüyor,
Bu SEYRÂN sergide,
Canlar bu CEVLÂN'da ve
Halk, HAKK'ın Hakaik ve Dakaiklerine HAYRÂN'da...

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim--- " Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyil mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten minet tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ(sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm: Bir vakit İbrâhim Rabbine: "Ey RABB'im ölüyü nasıl dirittiğini bana göster" demişti. RABB'i ona: "Yoksa inanmadın mı?" dedi. İbrâhim: "bilakis, inandım ancak kalbimin mutmaîn olması (iyice yatışıp emin olması, tatmîn olması) için (görmek istedim) " dedi. Bunun üzerine ALLAH buyurdu ki: "Öyle ise dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki ALLAH gerçekten güçlüdür ve hikmet sahibidir..." buyurdu." (Bakara 2/260)

İbrâhim aleyhi’s-selâm Babamız, seçilmişlerden ülü'l-azim bir peygamber iken ümmet-i MuhaMMed'e; TEVHİDin temelini atan ata olarak, bildiği soyut bilginin somutlaşmasını RABB'imizden diliyor...
Kalbin tatmînkârlığı basar ve basîret TEVHİDiyledir… Ayne'l-yâkîn...

Dört dağdan dört kuş al!...
Onları kendine alıştır!...
Özelliklerini iyice tanı...
Kuşları kes başlarını ayır!...
Gövdelerini teknede hamur gibi yoğur ve bu hamurdan her dağın başına birer parça bırak!...
Sonra da onları çağır!...
Koşarak sana gelirler!...
Her vücûdun zerreleri, birleşip başını bulur!...
Çünkü ALLAH celle celâluhu Azîzü'l-Hakîm olandır.

Kesrette Vahdetin ve vahdette kesretin seyri, analiz ve sentezi, ayrışımı ve birleşimi... TEVHİDin TAMmı ve TÜMMü...

4 dağa 4 unsur olarak: Toprak-Ateş-Su-Hava dersek .
4 kuşa 4 mükeLlef Letâif olarak: Beden - Nefs - Kalb - Ruh dersek.
Dört hecenin tümlüğü: "- iLâhe - iLLâ - ALLAH" TEVHİDine çıkar...

Şu anda cÂN (dirilik), her birisinin özelliği diğerinden kesinlikle farklı olan 4 unsurun TEVHİDiyle vardır ve varlığını sürdürebilmektedir…

İnsanda, Beden ayrı ve farklı özellikte, Nefs ayrı, Kalb ayrı, Ruh ayrı... Ancak emredilen Tevhid işine gelince:

Eşyâ kökenli olan beden ": asla olamaz!" diyor.
Esmâ kökenli olan nefs akıl nuruyla ayılınca "İLâhe: iLâh yok (mu ?)" diyor.
Sifatî kaLb ise : "İLLâ: ancak!... İLâh yoktur" diyorsun!.
Ancak, basîret olan Nurullahla (Nur-u MuhaMMed'le) Emr Âlemi (İlâhî Âlem) kökenli Ruhu dinle!" deyince ve nefs can kulağını verince, ruh hâliyle: "ALLAH" diyerek TEVHİDi TAMMLıyor TaMaMLıyor :

" İLâhe iLLâ ALLAH!."

Çünkü "ALLAH, ALLAH, ALLAH, ALLAH!..." TEVHİD değil.
" iLâhe iLLâ ALLAH" TEVHİDdir. İmtihan da burasındadır bu İŞin...

ALLAH Tealâ korusun mü'min kâfir olunca, her hece bir tarafa, her letâif bir tarafa gider, meydan da düşman olan şeytâna kalır.
TEVHİD, can gibi tektir.
Letâifler organlarımız gibi..…
Herkesin görevi, önemi, görev zamanı, görev şekli farklıdır ve’s- SeLÂM!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
Âyet-i celilelerin meâllerini; tefsire ömrünü vermiş, hemen hepsi de Rahmâna ve rahmete yürümüş müfeessirlerimizin eserlerinden alıyorum.
Genellikle, Ali Bulaç, Âdem Uğur, Fahreddin Razî ve Hamdi Yazır Hazretlerinin meâlleri. Sonraki bizim sözlerimiz ZEVK meselesi.
Âcizâne böyle yoruyor gönlümüz. Asla bir hüküm olmayıp kişisel bir zevk ve hâldir. Ve hep söylüyoruz ki MuhaMMedî Sistem ve Metodda biz hepimiz tÜMMüz ve MuhaMMedîyiz.
Azmimiz bu, emredilen bu, muradedilen bu ve isbatı istenen de budur.
Ben mi söyledim, sen mi yazdın, o mu okudu v.s. bunlar piyasacıların işi...
"Bizde ise; mesleyi iyice anladıysan ve yaşayışına dahil ettiysen, sen söyledin, sen yazdın, sen okudun!..." desem bu söz anlatabilmek için doğrudur.
MuhaMMedî YOLda yalan ve riyâ asla olmaz!. Riyâkâr tevâzu' bize haramdır.
Doğrusu: "Biz söyledik, biz yazdık, biz okuduk, biz anladık ve biz bunları yaşıyoruz!."
Eksikler, noksanlar, yanlış anlatımlar, yanlış anlamalar olacaktır...
Kim düzeltecek?
BİZ, Bİz, bizz!...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.3.5. Nefs-i Râziyye:

Nefsin Sırrî Makamıdır ki Kur'ÂN-ı Kerîmde.
ALLAHu Tealâ ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e;

"TeSLiM OL!
İMâN ET!
TâBi' OL!
İTâaT ET!." Sırr-ı Sıfırına SıLÂ SüLûkudur..

Nefs-i Râziyye Makamında kul;
Habli'l-Verid Vuslatı, Kariblik (yâkînlik) İkrâmı ve BiLelik Bayramının Şerefine İmâm-ı Mutlak Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in İmâmlığında KurbÂN Bayramı Namazına DUYar/UYar-İŞtirak EDer!.

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---İnnî veccehtu vechiye lillezî fatara’s- semâvâti ve’l- arda hanîfen ve mâ ene mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: "Ben hanîf olarak vechimi (yüzümü) gökleri ve yeri yoktan yaratan ALLAH'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim." (En'âm 6/79)

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem kurbÂNını keserken bu âyet-i celileyi okuyor!.

Nefs-i Râziyye, bu makamda bu âyeti okuyup:
"Bismillahi ALLAHÜ EKBER!..." deyip, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in;

Ulûhiyyeti,
Rübûbiyyeti,
Merhametiyyeti ve
Mâlikiyyetine imân edip, nefsinin hatalı bilinç ve ahlâkını kesip atar!..
RABB'ısından razı olur!.. Sırrî Nefsin kurbÂN bayramı başlar ve ASLa bitmez!.

MuhaMMedî OLuş Rüşdü, Şuûru, Nuru, Sürûru, Onuru ve ALLAHu Tealâ'nın Hidâyeti, İnâyeti/İzni ve Va'diyle artık EBEDÎdir.
Dünya ve Âhiret Hayatı için gerekli olan Nur-u MuhaMMed; bu cihânda ve imtihÂN hayatında, dinde CEM' OLmuştur!.
Açıkçası ve Türkçesi cÂNı dâima ceNNettedir..

CeNNet: cim, nun, nun,... "OLsun!... OLmasın!..." dan geçip "OL-ÂN!..." ı Hükm-ü HAKK bilip ALLAHu Tealâ'nın Kaza, Kader, İrade ve Dilemesi ile halk edildiğini BİLir, ANLAr ve Razı OLarak YAŞAr!...
DOĞum da ÖLüm de hoş gelir ve hoş giderler!.

SILAsı olan ->Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e Ravza Vuslatı sonucu RIZA RÜŞDÜne ERmişlerdir...

Nefsini/Kendini ve RABB'ısını ->Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in BİZ BİLEliğinde BİLen, ANLAyan, YAŞAyan, Tercih Eden ve cüz'i iradesini, MURAD EDilen ve EMR Edilen, bu yÖNde kullanıp RABB'ısından razı olan nefstir ->Nefs-i Râziyye!.

O zaman ANLAyacaktır Kur'ân-ı Kerim’in;
->“ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLeme ->Teslim OLun, İmân Edin, Tâbi Olun ve İtâat Edin” Âyetlerinin mÂNÂsını..

Unutmamalıyız ki Nefs-i Râziyye önce ->Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in İ'tikadından, Amelinden, Ahlâkından ve Hâlinden Rızasıyla Razı olan NEFStir.

RABB'ımız Tealâ Fecir Sûre-i CeLîlesinde:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsu’l- mutmainnetu.: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön!.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî.: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî.: Ve cennetime gir!(Fecr 89/30)

TeVHiD TeKeMMüLünü iKMâL etmiş Nefs;
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Rıza Rehberliğinde, “Emrullah”ı Kavlen, Fiilen, Ahlâken ve Hâlen harfiyyen yerine getirerek Muradullahı Lâzım ve Lâyıkı vechiyle gerçekleştirip isbatladın.
Tüm çeldirici, yoldan ve baştan çıkarıcılara ve nice nice ÇİLE-Lere rağmen Zikir, Fikir, Şükür ve Sabır yolundan dönmedin!.
OL-ÂN-ları; "Hükm-ü Hakk"bildin!. ->“Rıza, Rüşdüne ER!”din. “RABB'inden razı OL!”dun: Râziyyeten ve maksad hASIL OLdu!.
RABB Tealâ da senden razı OLdu: Merzîyyeten!.

O hâlde ->Rücû' et ki ->Mi'râc et!: Dön RABBine!.
"Ve KULarıma dahil OL!."

İşte MuhaMMedîlerin Makam-ı MahMud CEM'i ve CEMâatı!.
"Ve ceNNetime gir!."

CeNNet: Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Ezelî ve İlâhî NÛRundan halk edilmiştir.
İ'tirazsız rıza (teslimiyet) ile önce Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Kalbî Ravzasında BULuşuruz!. “BİZ BİR-İZ!. OL!.”uruz.
İŞte ORAsı ->ceNNettir!.

AZîz cANLarım!
Konuştukça boşa çıkar!. Bu İŞ YAŞAnmadıkça YALANdır!.

En iyisi -> herkes kendi parmak İZi gibi kendine mahsus MuhaBBet Membağını ->Havz-ı kevser-i Resûl-i Ekrem aleyhi's-Selâmda ARAsın!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.3.6. Nefs-i Merzîyye-Mardiyye:

Arapçadaki “dat” harfiyle “Merdîyye” doğrusudur. Türkçede “dat” harfi olamdığı için “Merzîyye” denmektedir.

Radi: (Râdiye) Razı olan, rıza gösteren, itaat eden.
Merdîyye: Razı olma, hoşnud olma, memnuniyet. Razı olunmuş.
Radiyallahu anhu: ALLAH celle celâluhu ondan razı olsun, mealinde duâdır.
Marzî-yi İlahî: Cenab-ı Hakk'ın rızasına uygun işler.
Hafî: Gizli. Açıkta olmayan. Saklı.


Nefsin Hafî Nefs mertebesidir.
Ahadî Tecellîlerin Ahmedî Zuhûratı, her nefsin nâsib ve kısmetince ikrâm edilir.
RABBÜ'L-ÂLEMİN; imkÂNla imtihÂN içinde ve kader yörüngesinde başa gelenlerle yaşanan ömürde kendisinden razı olup, şükür ve sabır içinde kalan, kâmil imânlı kulundan razı olduğunu yukarıdaki âyeti celilede beyân buyurmuştur.
ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ahlâkı ile ahlâklanmış, hataları bağışlayıcı, ayıpları örtücü, hüsn-ü zan sahibi, küllî şeye şefkat gösterici ve insanlara MuhaMMedî Hasbî Hizmetçi bir NEFstir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.3.7. Nefs-i Sâfiye:

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Nefs-i Nâciyesiyle buluşan ve ona uyan nefs.. Ahfâî Nefs olarak, Küllî Nefs Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem içinde yok denecek kadar gizlidir.
"Var!"desek bulamayız, "Yok!"desek gerçekten içinde ve vardır. MuhaMMedî Denizdeki “damla” gibi MuhaMMedî Nefs'e DUYmuş-UYmuş ve UYUŞmuş hâldedir MuhaMMedî Mahviyyette...

Azîz kardeşlerim,
arzedilenler asla bir hüküm olmayıp anlayış ve anlatış tarzıdır.
Önemli olan; BİLmek, BULmak, OLmak, ANLAmak ve YAŞAmaktır.
İnsanın Kulluk Kemâlâtında nefsinin yedi kat letâif mertebelerindeki seyr-ü-sülûk SıRRı izâha çalışılmıştır.
Her kâdemede nefsin tevhidî öğretim ve eğitimi MuhaMMedî Tasavvufun konusu ve işidir...
Bizim anladığımız kadarıyla âlemde (kâinâtta) olanın aynısı Âdemde (insanda) de vardır.
Letâiflerin ve nefs mertebelerinin renkleri konusunda da biz âcizâne farklı düşünüyoruz.
Pek çok tasavvuf ehli kimseler Nefs-i Sâfiyeye beyaz ışık ve diğer renkler bunun içinde demişlerdir.
Biz ise, Ahmedî yaklaşımla Akdes Noktasında AHAD karanlığında, bilinemezlik yutuculuğu ve kara deliği olarak anlıyoruz.
Bilinemezlik ve gelinip görülemezlik zifiri karanlık renksizliği...

Kısacası bu âlemde güneş ışığının tayfına bakarsak göreceğimiz:
Kırmızı<->Turuncu<->Sarı<->Yeşil<->Mavi<->Lâcivert<->Mor<->Simsiyah
Beyaz ışığın TaYfı Dizilimini, İlâhî tecellînin insan nefsindeki seyr-ü-sülûk kemâlâtı olan tevhid tayfında da görmekteyiz.
Şöyle ki:

Nefs-i Emmâre (beden, kan) kırmızı,
Nefs-i Levvâme (nefs) turuncu,
Nefs-i Mülhime (kalb) sarı,
Nefs-i Mutmaînne (ruh) yeşil,
Nefs-i Râziyye (sır) mavi,
Nefs-i Merzîyye (hafî) lâcivert,
Nefs-i Sâfiyye (ahfâ) mor,
Nefs-i Kâmile (Akdeste Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e ait mukaddes nefs) simsiyahtır.

Akdes: Hüsn-ü Mutlaktır...

Biz bu bilgileri piyasada kol gezen, çok değişik izâhların aslını astarını anlatmak açısından ele aldık.
Yoksa MuhaMMedî Tasavvufun iştirakinde (uygulamasında), kulun nefsi Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e ve onun sayesinde ALLAH Tealâ'ya;

Teslim OLup (müslim),
İmân EDip (mü'min),
Tâbi' OLup (ârif, velîsi) ve
İtâat EDerek (kâmil âşık, ehli) İmâm-ı Mutlak Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'i DUYar ve UYar o kadar..

Gerisini Vâcibu’l- VüCÛD ALLAHu zü’L- CeLÂL ve Vâcibu’l- MevCÛD İmâm-ı Mutlak Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem bilir.
Ve asla, bilir-bilmez bazılarının peşine takılıp kendi akıl ve mantığıyla fenâfillah v.s. hayaliyle uğraşmak, uçmak, kaçmak derdine ve sevdâsına düşmez.
Aklını-mantığını da iş güç diye yaratıp ortaya çıkaran Rabbü'l-âlemin'e Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in imâmlığında inanır ve KULLuk ibâdeti eder.

Şeytâna uyan Nefs-i Emmârenin şeytânının müslüman olması ve Nefs-i Emmâre’nin sâf hâle gelmesi seyr-ü-sülûkü ve tâ'lim-terbiyesi, hiç de kolay bir iş değildir.

Bunu başaran insan nefsi için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
Resim---" Ve kul câel hakku ve zehekal bâtıl(bâtılu), innel bâtıle kâne zehûkâ(zehûkan).: Yine deki: Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur." (İsrâ 17/81)

Azîz Efendimiz ve Sahibimiz Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in cihâd-ı ekber (büyük cihâd) buyurduğu nefsin, bu tekemmül aşamalarını başarması ve Ahlâk-ı Resûlullah, ahlâku'l-Kur'ân ve Ahlâkullah'a ulaşmasıdır.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" buyurmuştur.
(İ. Razî, XXIII, 72; Beydavî, II, 97)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Evet, küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz. O nefisle cihaddır.” buyurmuştur.
(İ. Suyuti, II, 73)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hakiki mücâhid nefsine karşı cihad açan kimsedir" buyurmuştur.
(Tirmizî, Fezailü’l- Cihad, 2)

İşte bu Nefsî Harbi (savaşı) kazananlar MuhaMMedî Mihraba (harb yerine) yönelen MuhaMMedî mücâhidlerdir. Neticede Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in;

Kavlî (i'tikadı, sözü),
A'mâlî (fiili, uygulaması),
Ahlâkî (Özdekini Yüzde uygulama niyyeti) ve
HâLî-Hâliyle(El ÂN niyetin İÇ-Dış bir fiil, iş oluşu) hâllenenler Ni'met-i Uzma (büyük nimet) ya ve Neş'e-i Ulâ'ya (sırf ve saf huzur, Sekînet-i MuhaMMed) kavuşurlar.

Onlar, anlarlar ki:

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Resim---İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mâhtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı).: Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.” (Âl-i İmrân 3/19)

Ve onlar, derler ki:

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).: Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Âl-i İmrân 3/191)

Azîz kardeşlerim,
Nefs-i Râziyye, Nefs-i Merzîyye ve Nefs-i Sâfiye, Seçkinlerin, Nebîlerin, Resûllerin nefsi hâlleri,
Nefs-i kâmile de Rahmetenli'l-âlemin olan Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin Nefsi hâli olsa gerektir. Bizim bu Nefslerde oluşumuz ise, damlanın Akdeniz'e karışması gibi.
MuhaMMedî oluş şuûruna varış başlangıcından son ucuna kadar RABB'ımızın cûd-ü-keremi ve lûtf-ü-ihsânıdır bize...

إِلَّا ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى
Resim---İllebtigâe vechi rabbihil a’lâ.: Ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir).” (Leyl 92/20)

وَلَسَوْفَ يَرْضَى
Resim---Ve le sevfe yerdâ.: Ve o, yakında mutlaka razı olacak.” (Leyl 92/21)

Tertemiz saf ve kâmil nefsler, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Habibîyyetine ve ALLAHu Teâlâ'nın ihsânına mazhar olmuşlardır. En yüce derece ehlidirler.
İslâm dininin hârikalıklarının, kemâlâtının ve muradedilen vasıflarının tümü onlarda gelişmiş, çiçek açmış ve meyvelerini vermiştir. Yakînlikleri, RABB'ları ile kendileri arasında sır olup, bizim târifimiz cidden imkÂNsızdır. Çünkü tasavvufta hâl, ancak iştirak (yaşanınca) hâlinde anlaşılır. Yoksa karşıdaki kişinin hafsalası almaz, taşar ve ayağı kayar... Burası zirvedir. Temkinli olmak, ilk ve son şarttır.
Onlar, Vechillah ehlidirler. Veche; rıza de, zâtın kendisi de, veya cemâl de... Ne anlarsan onu de...

Böylesi zâtlar Ehlullah (ALLAH'ın ehli, Sıddık, Sâlih, Âşık) olarak normal insanlar ile mürselin olan nebîler, resûller ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'dir.
Ehlullah deyip geçmemek lâzım. Evliyâullah (ALLAH Dostları) başka, Ehlullah (ALLAH EHLibaşka...

Azîz kardeşlerim,
Bu mertebelerin merdivenleri çile üzerine çiledir. Tertemiz olmasına sebeb, 24 saat; Söz Suyu (Zikir), Göz Suyu ve Öz Suyu ile yıkanır durur Sırât-ı Müstakîm. Yoksa vites değiştirir gibi takır takır geçirip son hızla giderek ancak cehâlete saplanırlar.

Şu zamanda, etrafına bir bak ve elini vicdanına koy...
Ne diyor adam: "Nazarını (bakışını, dikkatini), şu organının şurasına çevir ve şu kadar bin adet şu zikri çek, Ahfâdasın!..." Yâni Nefs-i Merzîyyedesin!...
Aman yâ RABB'i!... Affet bizleri... Çocuk oyuncağı mı bu?..

Kadınlardan, Ehlullah'ın seçkini olan Meryem aleyha's-selâm Vâlidemiz'e bir bakalım:

وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
Resim---Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(âlemîne).: Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.” (Âl-i İmrân 3/42)

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe, vecede indehâ rızkâ(rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh(indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb(hısâbın).: Böylece Rabbi onu güzel bir kabulle kabul buyurdu, güzel bir şekilde yetiştirdi. Ve Zekeriyya (aleyhi's-selâm)'ı, ona bakmakla mükellef kıldı. Zekeriyya (aleyhi's-selâm), onun yanına mihraba her girişinde, onun yanında bir rızık bulurdu, "Yâ Meryem, bu sana nasıl, nereden (geldi)" deyince, o da: "O, Allah'ın katından" diyordu. Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.” (Âl-i İmrân 3/37)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne).: İmran'ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.” (Tahrîm 66/12)

فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا
Resim---Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh(nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ(mensiyyen).: Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” dedi.” (Meryem 19/23)

Aşk Dağı böylesine sarp ve çetin...
Meryem aleyhisselâm ne buyuruyor: "Keşke, keşke bunlar başıma gelmeden ölüp gitseydim de unutulup gidenlerden olsaydım!..."

Bakınız Hadislere, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ne buyuruyor:;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cennet ehli kadınların en faziletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Muzahim'in kızı ve Firavun'un eşi Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel Mesned kitabında (1. cüz, s. 293) İbn-i Abbas'tan naklediyor; Ebu Davud da İstiab (Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) adlı kitabında)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünya kadınlarının en hayırlısı dört tanedir: Meryem binti İmran, Asiye binti Mzahim, Hadice binti Hüveylid ve Fatıma binti Muhammed” buyurmuştur.
(Ebu Davud bu hadisi İstiab adlı kitabında Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) Enes'ten nakletmiştir. abdulvaris de İstiam (Hz. Hatice ve Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitabında Hureyre'ye istinaden nakletmiştir.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Meryem binti İmran'dan sonra cennet ehli kadınların efendisi Fatıma binti Muhammed, Hatice ve Asiye'dir.” buyurmuştur.
(İbn-i Abbas'tan; Ebu Davud da İstiab (Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) adlı kitabında)

Meryemde aleyha's-selâm : Salâh-İffet-Takvâ ve Zühd birleşmiştir. Böylesine zor, sarp, acı ve bahalı bir imtihÂNı başarmış ve kadınlar âleminin zirvesine oturmuştur.

وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
Resim---''Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn (âlemîne).: Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.” (Âl-i İmrân 3/42)

şimdi zamanımızdaki kerâmeti kendinden menkul, mürşid, murid mübârekleri, insafa gelip de mübârek Meryem aleyha's-selâmı seyredin!. Oyunu ve oyunbazlığı, can canbazlığını ve sûret soytarılığını bırakın!.
MuhaMMedî Merhamete, Muhabbete ve Hasbî Hizmete koşun ki Hakikkat-i MuhaMMedîyyenise ulaşın!.
Bana çağırıyorum sanmayın!... HAKK celle celâluhu'nun Habibi Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Hirâsına çağırıyorum!... Çünkü kainâat denilen kahhariyet ve kibriyâ deryasında, Nûh'un aleyhi’s-selâm gemisi geçeli çok zaman oldu. Şimdi şu anda ve kıyâmete kadar tek ve eşsiz bir gemi kaldı, kalanları topluyor...
İşte önünde, kıble yönünde ve son fırsat ömründe!... MuhaMMed Aleyhi's-selâtü ve's-selâmın Gönül Gemisi, Habli’l- Verîdin gibi sende..
İki ata binmeyi bırak... İki pabucu çıkar!... Mukaddes, Muhterem, Mükemmel, Muhteşem, Muazzam, Mübârek ve Müşfik MUHAMMEDî Maverâ'ya çırıl çıplak, tertemiz ve teklifsiz dal!.

Ciddî ve samimî özürler diliyorum.. RABB'im celle celâluhu biliyor ki maksadım, şehâdeti lâzım ve lâyıkıyla getiren ve MuhaMMed ümmeti olan hiçbir kimse, bu oyun ve eğlence diyarında şeytâna yem olmasın!..

Bir örnek de erkek seçkinlerden arzedelim; Bilirsiniz ki Yakub aleyhi’s-selâm, İbrâhim aleyhi’s-selâm'ın torunudur.

وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَقَ يَعْقُوبَ
Resim---Vemraetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka ya'kûb(ya'kûbe).: Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik.” (Hûd 11/71 ve 6 sûrede) ...

Çark-ı Çile tezgâhında her insanın canından canı olan evlâdları ile imtihÂNa çekildi. Bizlere İlim, Edeb, İrfan ve Erkân ibreti için...
Yûsuf aleyhi’s-selâm hârika güzellik ve özellikte halk edilmiş ve övülmüştür...
İbrâhim aleyhi’s-selâm'in ateşe atılırken giydiği gönül gömleği; İshak aleyhi's-selâm dedesinden babası Yakub aleyhi's-selâma, ondan da oğlu Yûsuf aleyhi’s-selâm'ın Sûret Sırtına geçmişti...

Yakub aleyhi's-selâmın diğer anadan 10 oğlu: "Kurt yedi Yûsuf'u!... şu da kanlı gömleği!..." deyince:

وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ
Resim---Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib (kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), vallâhu’l- musteânu alâ mâ tesıfûn(tesıfûne).: Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah'tır.” (Yûsuf 12/18) buyuruyor.

Feryâd-ü figan yok... Özünden inliyor...
"Bu kurt; kuzu gibi bir kurtmuş, Yûsuf'umu parçalamış da gömleği sapasağlam... hayret ki ne hayret!..." diyor.
Havf-ü-Recâ çıkışı, Üns-ü-Heybet zirvesine sarınca, yaşlı gönlünün avuntusu Bünyamin de gurbet ellerde mahpus oldu!...
Diğer oğulları: "Yusuf Hırsız çıktı!" dediklerinde Yakub aleyhi’s-selâm yine:

قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---Kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), asallâhu en ye’tiyenî bihim cemî’â (cemî’an), innehu huvel alîmul hakîm (hakîmu).: Yâkub (A.S) şöyle dedi: "Hayır, sizin nefsiniz sizi bu işe teşvik etti.” Artık bundan sonrası güzel (bir) sabırdır. Umulur ki; Allah, onların hepsini bana getirir. Muhakkak ki; O Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olandır.” (Yûsuf 12/83) buyuruyor.

Şimdi şunu bilmenizi isterim ki;
Çile gerçeğinin ipini, mekiğini, tarağını ve makasını canıyla bilen, çilekeş ve âciz bir âşık olarak, her Kur'ân-ı Kerîm'i hatmimde ya da zaman zaman ağlamak için okuduğum bir âyet-i kerîme vardır. Yakub aleyhi’s-selâm:

قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Kâle innemâ eşkû bessî ve huznî ilallâhi ve a’lemu inallâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: (Yâkub A.S ) şöyle dedi: “Ben kederimi ve hüznümü sadece Allah'a arz ederim (şikâyet ederim). Ve sizin bilmediğiniz şey(ler)i ben Allah'tan (Allah'ın bildirmesi ile) bilirim." (Yûsuf 12/86)

Nefsî şikâyetini, kalbî tasasını-sıkıntısını ve ruhî hüznünü sistemin sahibi Subhan ALLAH'ü Tealâ ya arz... Kulluk çilesinin tezgâhta dokunuşu...
Bir yanda:

قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---Kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), asallâhu en ye’tiyenî bihim cemî’â (cemî’an), innehu huvel alîmul hakîm (hakîmu).: Yâkub (A.S) şöyle dedi: "Hayır, sizin nefsiniz sizi bu işe teşvik etti.” Artık bundan sonrası güzel (bir) sabırdır. Umulur ki; Allah, onların hepsini bana getirir. Muhakkak ki; O Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olandır.” (Yûsuf 12/83)

"Fe sabrun cemîl!..." ve diğer yanda ise:

وَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ
Resim---Ve tevellâ anhum ve kâle yâ esefâ alâ yûsufe vebyaddat aynâhu minel huzni fe huve kezîm (kezîmun).: Ve onlardan yüz(ünü) çevirdi ve: "Ey Yusuf'a karşı (artan dayanılmaz) kahrım" dedi ve gözleri üzüntüsünden (ağardıkça) ağardı. Ki yutkundukça yutkunuyordu." (Yûsuf 12/84)

Ah Yûsufum Ah!... şikâyeti...

Âşık; buz gibi eriyince ARK'a gelir, su olur fARKa gelir, buharlaşır fARKı tERKe gelir, saf, arı ve ÂŞIK olunca gARKa gelir ve Rahmet bulutu olur. İşte budur MuhaMMedî güzergâh... Ve işte budur MuhaMMedî Mahviyet ve Rahmetenli'l-âlemin'e salâvât sılası vuslâtı..

Sabır: Nefse, RABB'ısından geleni başkasına şikâyet ettirmemek... Hükm-ü Hakk’a baş eğmek/eğdirmek... Ama nefsin yapısında, mayasında Fıtrî olarak şikâyet sızlanması da vardır... O hâlde, şükrünü ve şikâyetini RABB'ine celle celâluhu yap!..

Şikâyet: Nefsin kişilik ve şahsiyet (mâhiyet ve hüviyet) sıkıntılarını, kulluk çilesini dışa vurması... Biriyle paylaşma arzusu... Yakınması!..

Bessî: kimseye demese de dumanı tüten tasa, başkasınca hissedilen küçük sıkıntı.
Hüzn (ahzân): koru da külü de dumanı da içerde kalan derunî keder; gizli, şahsî acı... Çilenin çiçek açması... Birlik ve bilelik baharı...


Azîz kardeşlerim, bakınız arka arkaya gelen 4 âyet-i celilede: Sabır-Şikâyet-Kınama ve Arz-ı hâl...
Hazır ve Nazır olan HAKK'ın celle celâluhu huzur tevhidi...

İnşâe ALLAH ileride, Ehl-i Beyt aleyhi’s-selâm ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in çilelerini de çiçeklendirir ve meyvelerinden yeriz...

İşte mübârek İsa aleyhi’s-selâm'ın annesi Mübârek Meryem (aleyha's-selâm) mâverâsı... Kadın deyip geçme...
Arabî Muhiddin (Kaddasallahu sırrıhu): "HAK celle celâluhu'dan hakkını alan esmâ, kadın kapısından çıkar"buyuruyor...

Bakma sen ham sofulara... İlimsiz, Edebsiz, İrfânsız ve Erkânsız bıraktıkları kadınları Sözden, Sohbetten ve İlâhî Zevklerden uzak tutanlara...
Bizim için bu âlemde 5 kadın vardır: Biri anamız, biri eşimiz, biri kızımız, biri de gelinimiz. Geri kalanlar ise kız kardeşlerimiz,çünkü bize zinâ haramdır!..
Kadın; aşk aşının ateşidir... Olmasa kokarız. Sistem çöker...
Normal olarak aş ile ateş arasında tencere vardır. Çile imtihÂNında kadın ile koca arasında ahdullah vardır. İşte ateşle aşın tenceresiz tevhidi...
Meryem aleyha's-selâm, Hadice aleyha's-selâm, Fatime aleyha's-selâm, Asiye aleyha's-selâm, Aişe aleyha's-selâm ...
Bir düşün bunları ve Rabiatü'l-Adviye leri kaddasallahu sırrıha...

Çile kuşlarının çavuşu anlatmıştı:
"Orgeneral olan bir şahsın zamanı dolmuş, ölmüş...
Getirmişler Hacı Bayram Velî Hazretlerinin Câmiisinin avlusuna...
Ayaklar doğuya doğru baş batıya uzatmışlar musalla taşına...
İmâm cenâze namazını kıldıracak.
Müezzin cemâatı uyarıyor ki: "Er kişi niyyetine!... Er kişi niyyetine!..." deyince, emir subayı fırlamış müezzine doğru:
"Ulan sen benim paşama nasıl er dersin!." deyince müezzin de erenlerden ve hırlı değilmiş: "Sâkin ol oğul, sâkin ol! Bu taşa nice erkek kılığında insan oğlu yattı ki kadın kılığında gelen erlerin ayak tozu bile değildi!..." demiş...


Mesele MuhaMMedî OLuş şuûruna eriştir..
Kadın, erkek, sen, ben, o, biz:
Biz MuhaMMedîyiz Elhamdülillah...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


3.3.4. SADR

yâ RABBimİZz!
KULLarız BİZz!
ResÛL - ALLAH iLe
BİZz ->"BİZ BİR-İZz!."

İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

ResimZEVK 6519

“E Lem NeşrAh Leke SADrek!” ->ReSûLULLAH “SADR”ın BİLdir!
Şey-t-ÂN-ım MüSLimÂN OLsun! >HÂL-i HazIR “HADR”ın BİLdir!
“BUrası ->BURSA >BÂZÂRı”n!. ->“kuL ihvÂN i”-n ->İNtiZÂRı”n!
“Mâ KaDeRûLLâHe HaKka…” ->ZÂTuLLAH’ın ->“K A D R”ın BİLdir!.


14.12.14 >11:04
brsbrsbZÂRı..tktktrstkkmdmzÂNn..
Resim


SADR: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. * Kalb, göğüs, ön. Rububiyyet TeceLLî Dâimiyyetine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem SADRında Sâhiblik..
HADR: Evmek, acele etmek. engelleri men' etmek, engel olmak. Rububiyyet TeceLLî Dâimiyyeti Hakikat-ı MuhaMMediyyeSÎNe ULAŞımm..
KADR: İtibar. Değer, kıymet. Haysiyet. Derece miktarı. Miktar. Meblağ. Takat. Takdir, rızkı taksim eylemek. Gına. Rububiyyet TeceLLî Dâimiyyeti Kudretine kaderince ve kadarınca İştirak..
İNtiZÂR: (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek. Rububiyyet TeceLLî Dâimiyyetine ULAŞımı beklemek UMMak..


أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
Resim---E lem neşrah leke sadrek (sadreke).: Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?” (İnşirâh 94/1)

مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---Mâ kaderûllâhe hakka kadrih (kadrihî), innallâhe le kaviyyun azîz (azîzun).: Allah'ın kadrini de (kudretini de) hakkıyla takdir edemediler. Muhakkak ki Allah, mutlaka Kaviyy'dir (kuvvetli), Azîz'dir (yüce).” (Hacc 22/74)

Nefsin normal dizilişteki yeri, "SÎNE" nin dünyaya yakın ucundaki "SADR"dır.
Sadr ise Kalb ile Beden arasında olup, maddîyatın kalbe nazaran daha yoğun olduğu bölgedir.
Buradan işlerini yürüten NEFS: Basar (kafa gözü ile) gözle görme, kulakla duyma, dille tatma, burunla koklama, deriyle dokunma ile hissedip tanıma (ısı, sertlik v.s.) verilerini alır. Akılla değerlendirir.


Basîret:
Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyânın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat. * İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahümme erine’l- eşyae kemahiye: Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster buyurdu.
(Fareddin Razî Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

Ancak hakka ve hayra yönelip, o yönde zâhiri hayatımızı sürdürübilmesi için Kalbî Basîret görüşüne (ki basîret Nurullahdır) muhtaçtır.
İlâhî ışığa (nura) kavuşunca tevhid terazisinin iki kefesini de net görür.
Ana sermayesi (sermayemiz) olan AKLı çarçur edip, her şeyimizle birlikte en kudsî emânet olan aklımızı şeytâna veya şeytân uşaklarına peşkeş çekmez!.
Basîretten yoksun bir nefs, zifiri karanlıkta ince bir tel üzerinde duşamaya (rastgele) giden bir tel canbazı gibidir.
Dar ve karanlık bir yolda şüphe, hırs ve şeytânî şehvetle hüsrana yürür...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in hidâyeti, önce Nasrullah sonra Fethullahla ulaşınca adetâ elektrik gelmişe döner. Nefs nerede olduğunu, ne yiyip ne içtiğini, neler dediğini ve nereye doğru gittiğini görür. Karanlıkta mutfakta mı, tuvalette mi olduğunu bilemeyen nefs, durum değerlendirmesi yapar.
Geçmişe tevbe, geleceğe dua ve şu ana rıza gösterip, ya şükreder ya da sabreder. Çünkü nefsimiz Nasrullahla müslim olmuş, Fethullahla mü'min olmuştur.

Bu fakîr kıtmir kardeşiniz, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz'in şu mübârek sözlerinden böyle anlıyorum. dava değil, dâvet değil sadece duâ!..

Resim---Ashâb-ı Kirâm soruyor: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ! İnsanın sadrı genişler mi?" diye sorulunca:"Evet, NUR kalbe girince sadr açılır-genişler."
Ashab: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Bunun alâmeti-işâreti nedir?" diye sorduklarında,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kandırıcı dünya hayatından uzaklaşıp, ebedî âhiret hayatına yönelmek ve ölüm başa gelmeden ona hazır olmaktır!" buyuruyor.
(Taberî, Câmiu'l-beyân, VIII, s. 36-37)

SADR Kur'ân-ı Kerimimizde 11 âyette geçmektedir ki;

5 âyette Şerh-ı Sadr-Sadrın; yarılması, genişlemesi, kapalı mânânı açılması..ferhalık..
6 âyette Dayk-ı Sadr Sadrın; daralması, sıkışması ve bunalıp kalması..stress..

SADR: Rububiyyet TeceLLîLerinin Dâimeyet Sahibliği..

SADRlamızın KULLuk Tercihlerimize göre; Hakka-Hayra ya da Bâtıla-Şerre açılabileceği gerçeğine iyce bakmalıyız:

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu li’l- islâm (islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (En'âm 6/125)

ن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bi’l- îmâni ve lâkin men şereha bi’l- kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh (minallâhi), ve lehum azâbun azîm (azîmun).: Kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır.” (Nahl 16/106)

"Göğsün küfre açılması" ile kastedilen mâna, herhangi bir zorlama olmadığı halde kişinin küfürden hoşlanarak onunla tatmin olmasıdır.
(bk. Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, V, 3131; Muhammed Ali el-Cûzû. Mefhûmü'l-'akl ve'l-kalb, s. 245).

Göğsün İslâm'a açılması ise nefsi, hakkı severek kabul edebilecek bir hâle getirmek ve her türlü engel ve olumsuzluklardan koruyarak ona arı duru bir kabiliyet bahşetmekten kinayedir.
(Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, III. 2050.)

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in Hakka ve Hayra sahib SADrıyla ilgili Kur'ân-ı Kerimimizde âyetler vardır: Hicr 15/97; Hûd 11/12; en-Nahl 16/127; eş-Şuarâ 20/24-25; en Neml 27/70)..

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ
Resim---Ve le kad na’lemu enneke yadîku sadruke bi mâ yekûlûn (yekûlûne).: Andolsun ki; Biz, onların söylediklerinden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.” (Hicr 15/97)

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلاَّ بِاللّهِ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلاَ تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ
Resim---''Vasbır ve mâ sabruke illâ billâhi ve lâ tahzen aleyhim ve lâ teku fî daykın mimmâ yemkurûn (yemkurûne).: Sabret! Senin sabrın sadece Allah iledir (Allah'ın tasarrufu ve yardımı iledir). Onların yüzünden mahzun olma ve onların kurdukları tuzaklar sebebiyle sıkılma (sıkıntı içinde olma).” (Nahl 16/127).

İşte MuhaMMedî SADRın Şerhi:

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
Resim---E lem neşrah leke sadrek (sadreke).: Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?(İnşirâh 94/1)

وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
Resim---Ve vedagnâ anke vizrek (vizreke).: Ve senden yükünü kaldırdık (kaldırmadık mı?).(İnşirâh 94/2)

الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
Resim---Ellezî enkada zahrek (zahreke).: Ki o, senin belini bükmüştü;” (İnşirâh 94/3)

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
Resim---Ve refa’nâ leke zikrek (zikreke).: Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?” (İnşirâh 94/4)

SADRın şerhi.. insanın şahdamarından da YAKIN/AKRABa olan Rabbu’l- ÂLemîn ALLAH celle celâluhu’nun Rububiyyet TecELlîlerinin DÂİMî OLduğuan SAHibiz Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem SADRında BİZ BİR-İZ-lik imkÂNındır ve bunun için ResûLî Sabrdır.


Sevgili CÂN-Hocam MuhaMMed Sıddık Hekim kaddesallahu sırrahu sıkça şu Hadis-i şerifi buyururdu..:

Resim
Hadis meali:
Hasan-ı Basri (ra)'dan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Kesinlikle büdelâ (ebdallar) ümmetimdir. Onlar namazlarının ve oruçlarının çokluğu ile cennete girmezler. Velâkin selâmetül sadr (sinelerinin selimliği) sehavetü'l nüfûs (nefislerinin cömertliği) cemii'l müslim için rahmetleri (merhametli oluşları) sebebiyle cennete girerler.”

Hasani'l Basri öyle buyuruyor: “Sanmayın ki ebdâller çokça ibadet etmişler de yetişmişler. Selametü'l sadr sahibidirler. Kalbleri selâmet üzeredir. Nefisleri de cömerttir, hiç esirgemezler bunu ne bırakırlar ne de yorulurlar ve buldukça da verirler. Koşarlar yardım ederler. Bu yönden ümmet-i Muhammede fedaî durumları vardır. Koşarlar yardım ederler. Gayretkeştirler hiç de esirgemezler. Ve müslümanların hepsine merhametlidirler. Hiç te gılzatları yoktur.”
Bu hadis, Neva dirü'l usûl, Tirmizi, Beyhakî, İbn-i Ebu'd Dünyadadır.

Sadr: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. * Kalb, göğüs, ön. * Meclisin önü ve en muteber yeri. Reisin oturduğu yer. * Rücu. * Bir aruz kalıbı. * Baş, reis, başkan. * Oturulacak yerlerin en iyisi.
Sadrgâh: f. Tam orta yer. * En mühim yer.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in mübârek SADRının ŞERHinin maddeten-mânen olduğu açıkça NASS Hükmüdür. Bu İşlemin 2 ya da 3 kez gerçekleştiği bildirilmiştir.
(Davudoğlu, Ahmed, Sahihi Müslim Tercüme ve Şerhi, II, 112.)

Konuyla ilgili rivâyetleri değerlendiren Hadis İmamaımız İbn Hacer (v. 852/1448), Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ilki çocuk yaşta diğeri de mî'rac öncesinde olmak üzere sadrının iki kez yarıldığı sonucuna ulaşmıştır.
(İbn Hacer el Askalanî, Fethu'l-Bârî (Sahih-i Buhari Şerhi), l, 460.)

Enes b. Mâlik radiyallahu anhu'dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (küçüklüğünde) çocuklarla oynarken Cebrâil aleyhi's-selâm gelerek onu tutmuş ve yere yatırarak kalb bölgesini yarmış ve kalbini çıkarmış. Kalbden çıkardığı bir kan pıhtısını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme göstererek: "İşte şeytânın sendeki nasibi budur"demiş ve kalbini altın bir tas içinde zemzem suyu ile yıkayıp kapatmış. Sonra da onu yerine yerleştirmiştir. (olayı gören eden) çocuklar, koşarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in (süt) annesi Halime radiyallahu anha’ya varmışlar ve: "Muhammed öldürüldü" diye haber vermişler. Süt annnesi ve çocuklar olay yerine geldiklerinde onu rengi uçuk bir şekilde görmüşler. Bu hadisin râvisi olan Enes (radiyallahu anhu): "Ben Resûlullah'in göğsünde dikiş izini görmüştüm" demiştir.
(Müslim, İman, 261.)

Resim---Yine İsrâ gecesi öncesinde meydana geldiği bildirilen "şerh-i sadr" olayı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin dilinden: "Mekke'de bulunduğum bir sırada evimin tavanı aralanarak Cibril iniverdi. Göğsümü yardı ve kalbimi zemzem suyu ile yıkadı. Sonra içinde hikmet ve iman dolu altından bir tas getirerek onu kalbime boşalttı. Sonra göğsümü kapattı. Daha sonra da elimden tutarak beni semâya çıkardı"
(Buharî, Salât, l, Hacc, 76, Enbiyâ, 5; Müslim, İman, 263, Tirmizî, Tefsîr, 94; Nesâî, Salât, 1.)

Bir diğer rivayete göre bu hâdise, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kâbe'nin yanında uyku ile uyanıklık arasında bulunduğu bir sırada gerçekleşmiştir.
(Müslim, İman, 264.)

Yine Kur'ân-ı Kerimimizde Musâ aleyhi's-selâm diliye;
O ÂN ki endişelerin giderilmesi, telaş ve heyecanın kaybolup istikrar ve huzurun gönülde yerleşmesi İTMiNÂN/ Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılıktır.
Kur'ân-ı Kerimde Musa aleyhisselâm Diliyle BUYurulan/DUYurulan;

قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي
Resim---Kâle rabbişrah lî sadrî.: (Musa aleyhi's-selâm): “Rabbim benim göğsümü şerhet (yar, aç).” dedi.” (Tâhâ 20/25-27)

وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي
Resim---Ve yessir lî emrî.: "Bana işimi kolaylaştır." (Tâhâ 20/26)

وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي
Resim---Vahlu’l- ukdeten min lisânî.: Ve dilimden düğümü (peltekliği) çöz.” (Tâhâ 20/27)

وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ
Resim---Ve yadîku sadrî ve lâ yentaliku lisânî fe ersil ilâ hârûn (hârûne).: "Göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor; bundan dolayı Harun'a da (elçilik görevini bildirmesi için Cibril'i) gönder." (Şuarâ 26/13)

KALbin inkıbazı (daralıp yumulması) ve in-bisâtı (genişleyip yayılması) hususunda,
Muhammed Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu, kabz ve bastın insan hayatındaki etkisini şöyle ifade eder: "Cismânî kalbin inkıbaz (daralıp yumulması) ve in-bisâtı (genişleyip yayılması) akciğerlerin havadan nefes alıp vermesinden zahiren nasıl bir imdâd alıyorsa, bâtınen ruhanî kalb de inkıbaz ve inbisâtında ruh-i emrî ile enfâsı Rahmâniyenin (Rahmanı nefeslerin) imdadından feyz alır. Enfâsı Rahmâniyenin çekilmesi bir inkıbaz, akışı da bir inbisât ifade eder. İnkıbazın inbisâta intikal ettiği anlar, nefiste bir lezzet, inbisâtın inkıbaza dönüştüğü zamanlar ise bir elem olur. İnkıbaz, kalbin kendine dönüşü, elem de bu dönüş içinde yokluğu az da olsa bir tadışıdır. İnbisât, kalbin nefes-i Rahmân'a ulaşması, lezzet de bu vusul içinde varlığı bir tadışıdır. İlâhî kabz, insan nefsine bir önceki imdadı yutturup, asıl hasleti olan yokluğu tattırmak üzere kalbi kendine döndüren bir terk ve yönlendirmedir. İlâhî bast ise bunun aksine kalbi kendinden alıp varlığı tattıran bir imdattır. Bunun içindir ki insan, kendi kendine bırakılıverdiği zaman pek ziyâde içine kapanır, darlanır ve acı duyar da kendisini her şey zanneden o azgın insan o anda Hak'dan azıcık bir imdâd almak için kıvrıldıkça kıvrılır. Hasılı hayat gerek dışta gerekse içte Hak ile böyle sürekli bir alış-veriş içindedir. İnkıbaz hâlinin uzun sürmesi bir hastalık demek olduğu gibi inbisâtın sürüp gitmesi de bir hastalıktır. İnkıbâz-ı küllî de ölümdür, inbisât-ı küllî de. Biri boğar biri çatlatır. Sağlıklı hayat, kalbdeki inkıbaz ve inbisâtın nöbetleşe olarak sürüp gitmesinde; kâh elem, kâh haz şeklinde durmadan değişmesindedir"64.
(Muhammed Hamdi Yazır Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, II. 927-928)

Aziz kardeşlerim,
Biz ÜMMeti için, büyük ni’met “Ni’met-i Uzmâ” şüphesi ki, Rahmetenli’l-âlemîn Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir. Sonra kaderimizce kadarımızca hayatta verilen imkÂNlardır.. elbette biz KULuyuz, nimetin kadrini bilemezsek kime yalvaralım ALLAHu zü’L- CeLÂLimize yalvaracağız bu SünnetULLAHtır bu hayatta;

وَمَا بِكُم مِّن نِّعْمَةٍ فَمِنَ اللّهِ ثُمَّ إِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَإِلَيْهِ تَجْأَرُونَ
Resim---Ve mâ bikum min ni’metin fe minallâhi summe izâ messekumu’d- durru fe ileyhi tec’erûn (tec’erûne).: Ni’met olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız.” (Nahl 16/53)

Küllî Şey’, her ÂN bize bahşedilip durmakta ve kaderimizce-kadarımızca elhamdu lillahirabbilâlemîn:
وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ
Resim---''Ve in min şey’in illâ indenâ hazâinuhu ve mâ nunezziluhû illâ bi kaderin ma’lûm(ma’lûmin).: Hiç bir şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın; ancak onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz.” (Hicr 15/21)

ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz bize merhamet etsin ve korusun ki imÂNdan sonra KÜFRü tercih etmeyelim ve SADRımızın SIRRını YAŞAyalım inşâe ALLAHu teÂLÂ!.

مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şereha bi’l- kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh (minallâhi), ve lehum azâbun azîm (azîmun).: Kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır.” (Nahl 16/106)

Ve BİZler ÜMMet-i MuhaMMed olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem SÎNEsine sığınıp ALLAHu zü’L- CeLÂLimize tevekkül edelim YAŞAyalım inşâe ALLAHu teÂLÂ!.

وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّ اللّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ
Resim---Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).: İnkâr edenler: "Ona Rabbinden bir âyet (mucize) indirilseydi ya!" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, kendisine katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip iletir." (Ra'd 13/27)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerîm'imizde İZLersek:
İnsanın KULLuk imtihÂNı, maddî ve mânevî imkânların emredildiği üzere kullanılması esasına bağlıdır.
ASLı ve Esası ise, Merkezden (öz: lüb, enfüs)gelen Mârifet Nurunun Tahkik Tevhid hâlinde, beden de dahil tüm elemanlarca iştirake geçirilmesidir, İŞLetilmesidir.
Kulun Mânâ Âlemine ki; Kalbe, Ruha, Sırra, Hafîye ve Ahfâya;
Akdes'ten gelen MuhaMMedî NûR, kulun kullanabileceği voltajdadır.
Ve tevhid âletleri olan maddî organları çalıştırıcıdır.
Ne var ki kalbin iki kapısı olup, birisi açık iken diğeri kapalıdır.
İkisi de birden açık ya da kapalı olamaz. Emme-Basma tulumba gibi...
İki kapıda iki ordu vardır. Birisi Hakkın ve Hayrın ordusu. Ötekisi Bâtıl ve Şerrin ordusu.. Kim güçlü ise meydan (kalb) onundur...

Ruh; kalbi ve aklı kullanarak, zekâ ile dünyanın aslını astarını ve alçaklığını nefse anlatıp tefekkür etmesini, Sıdk-ü-Adl içinde Sabr-ü Sebât edip tevhidine (Bezm-i Elestteki ilk sözüne) sahib çıkmasını; göz açıp kapayıncaya kadar kısa zamanda hesabın geleceğini ve tÜMM mü'minler ile hüsn-ü hülûk(güzel ahlâk)ordusunun hizmetinde ve emrinde olduğunu bildirir. MuhaMMedî OLŞuûruna ermeye, hidâyete (rüşde ve kemâle) çağırır. HaKka ve HaYRa götürmeye uğraşır..

Bâtıl ve Şerrin çağırıcısı, Şeytân ise;
Diğer kapıda nefse karşı hevâ, hevesi ve şehveti(her türlü ifrat-tefrit olan sevgiyi)kullanarak dünyayı ebedî ve lezzetli gösterip; Gaflete, Cehâlete, Dalâlete ve İhânete sürüklemek için göstermelik iyiliklerde bile aceleci; ancak bâtıl ve şerde, dünya sevgisi içirip, zil zurna sarhoş eder.
Nefsin başına çöker, deniz suyu gibi dünya sevgisini içtikçe susar, susadıkça içer ve bu kısır döngünün son ucu olan son nefeste şeytân son hünerini gösterip tevhidini ibtal etmeye çağırır, çalışır ve çabalar. Şeytânlaşmış insanlar ve kötü ahlâk ordusu ile yanındadır...
Ve sonunda Şey-t-ÂN bir de üste çıkar o kimseyi koğar yanından:

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---Ke meseli’ş- şeytâni iz kâle li’l- insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbe’l- âlemîn (âlemîne).: Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkâr et" dedi, inkâr edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi.” (Haşr 59/16)

İnsanın bu imtihÂNında: Mânâ Âleminin temsilcisi olan RUH (ki, emr âleminden)ile maddî organları ve bu âlemi kullanabilen NEFS arasında KALB; bir berzah, ara bölge, geçiş sahasıdır. Soyut-somut arasındaki ilginç bir ara kesit gibi...
Yalnız, basit bir arazi sahası sanma; beden âleminde toplanan letâiflerin Levh-i Mahfuzu gibidir.
Bütün bu işler ve imtihÂNların sebebi nefs; esfel-i sâfilin den âlây-ı illiyyîne çıkabilecek mi? mesele bu!...

İyi ANLAyaBİLmemiz için şöyle düşünelim:

Beden: Âletler topluluğu ve nefsin emrinde, ne derse onu yapar.
Nefs: Sadr makamında başrol oyuncusudur. Oyunun kuralları ortada olup bildirilmiş (Kur'ân) ve örnek tatbikatı Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem tarafından yapılmıştır.
Kalb: Kalb kendi makamında iki kapılı bir kale gibi olup, ruh veya nefs, kim işgal ederse o kullanır...
Ruh: Fuad makamında, kalbden içerde ve Emr Âlemi'nden olup RABBü'l-Âlemin'i fıtraten tanır ve âriftir. Onun için nefsin hakka ve hayra çağırıcısıdır! Rıza rehberidir.
Sır: Lübb makamında (fuadın özünde): tahkik tevhidin esrârı...
Hafî: Lübbü'L-Lüb makamında (özün, özünde)ve burada sükût daha faydalıdır.
Ahfâ: Allahu âlem akdes makamı civarında... Hâl işi esas budur. Her insanın parmak izi gibi şahsına münhasır olup "beynehu beyne ALLAH" ALLAH celle celâluhu'yla kendi arasındaki işler... "Diyen Bilmez, Bilen Demez!..." denilen...


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

KUR'ÂN-ı KERÎM'imize BAKaLım:

1- SADR: NEFS’in İslâm Makamı (Teslimiyet):

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

Resim--- "E fe men şerahallâhu sadrahu li’l- islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih (rabbihi), fe veylun li’l- kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh (zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin): ALLAH kimin SADRını islâma açmışsa O, RABBinden bir nur üzerinde değil midir? ALLAH'ı anmak (Zikrullah) hususunda kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!. İşte bunlar açık bir dalal (sapıklık) içindedirler." (Zümer 39/22)

2- KALB: Kalb Kendisi Îmân Makamıdır (İstikâmet):

وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ

Resim---"Va’lemû enne fîkum resûlallâh (resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân (isyâne), ulâike humur râşidûn (râşidûne): Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu KALBlerinizde süsleyip çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır." (Hucurât 49/7)

فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Resim---"Fadlen minallâhi ve ni’meh (ni’meten), vallâhu alîmun hakîm (hakîmun).: Allah'tan bir fazl (bir ihsan ve lütuf) ve bir nimet olarak. Allah, bilendir hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hucurât 49/8)

3- FUAD: RÛH’un Mârifetullah Makamıdır. (Kemâlât):

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen).: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ 17/36)

مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
Resim--- "Mâ kezebel FUÂDu mâ reâ.: (Gözünün) Gördüğünü FUAD'ı yalanlamadı." (Necm 53/11)

Bilipte anlamak mârifettir. Bizzât Hakkı görerek imân ise, Ruhun aslına yakışan bir mârifet imânıdır!.

وَكُلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve kullen nakussu aleyke min enbâir rusuli mâ nusebbitu bihî FÛADeke ve câeke fî hâzihil hakku ve mev’ızatun ve zikrâ lil muminîn(muminîne).: Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.(Hûd 11/120)

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْآنُ جُمْلَةً وَاحِدَةً كَذَلِكَ لِنُثَبِّتَ بِهِ فُؤَادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْتِيلًا
Resim---Ve kâlellezîne keferû lev lâ nuzzile aleyhil kur’ânu, cumleten vâhideh (vâhideten), kezâlike li nusebbite bihî FUÂDeke ve rettelnâhu tertîlâ (tertîlen).: İnkâr edenler dediler ki: "Kur'an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?" Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk.” (Furkân 25/32)

وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِن كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَن رَّبَطْنَا عَلَى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve asbaha fuâdu ummi mûsâ fârigâ(fârigan), in kâdet le tubdî bihî lev lâ en rabatnâ alâ kalbihâ li tekûne minel mu’minîn(mu’minîne).: Musa'nın annesi ise, yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer mü'minlerden olması için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu(n durumunu) açığa vuracaktı..” (Kasas 28/10)

4- LÜBB: "SIR"ın Tahkik Tevhid makamıdır. (Hidâyet, ihsân):

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim---Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulûl ELBÂB (elbâbi).: Yoksa geceleyin secdeye kapanarak ve kıyamda durarak dâima kulluk vazifesini yapan, âhireti hesaba katıp çekinen ve RABB'inin Rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak temiz akıl sahibleri (ûlü'l-elbâb: lüb sahibleri) bunları hakkıyla düşünüp anlar." (Zümer 39/9)

Elbâb çoğul, lüb tekil ve özdür. ÖZ ise sırdır.

Dikkat buyurunuz ki nefsin kalesi olan sadrın şerhi; yâni kapılarının İslâma (hakka ve hayra) açılması ile içten emânet nuruna, dıştan ni'metler sürûruna kavuşturuluyor.
Âsî, câhil, gafil nefs; tez aklını başına toplar da şeytânın dalalet (sapıklık) ve ihânet (küfr) batağına saplanmadan paçayı kurtarırsa kendisine;
Rabbü'l-âlemin'in izni ve inâyeti, nasrı ve fethi, ikrâm ve ihsânı MuhaMMedî Mecrâdan 4 ırmak hâlinde (Süt, Su, Bal ve Şarab) akar gelir de:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî.: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî.: Ve cennetime gir!(Fecr 89/30)

Rabbü'l-âlemin'in Kitabındaki hitâbına mazhar olur.
Hâşâ tefsir filân yapmıyoruz... Samimî bir MuhaMMedî olarak anlayışımızı ortaya koyuyoruz. Aslında halka sunmak arzumuz da yok hâli hazırda. Ne varki torunlarımın üzerimde hakkı vardır.
En azından ben böyle görebildim ve böyle bilip anlayıp yaşayabildim...
Bunu bilsinler ve ardımızdan dua gönderen sâlih MuhaMMedî nesl-i cedid olsunlar inşâALLAHu Tealâ...
Âmin...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---Ve yes’elûneke ani’r- rûh (rûhı), kuli’r- rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsrâ 17/85)

Azîz kardeşlerim!
"Ey Ruh cennetime gir!" diye âyet bulamazsınız.
Çünkü ruh zâten Emr Âlemindendir. Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e: "Ruh Emr Âlemindendir, âyeti celilesinden ne anlayalım?" diye sorulmuş.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ise: "Aklınız kadar anlayın!." buyurmuştur.
Ben bu hadisi Fahreddin Razi Efendimizin tefsirinde gördüm.
Ne hârika cevâb yâ RABBî!.
Herkes kabı kadar alacak, aklı kadar anlayacak..
Ancak hile ve ihânet yok..
Kazan kadar kabı olan fincan kadar kabım var demesin!.

Mânâ; soyuttur, kuralları madde gibi değildir ama benzerdir.
Nefs; başının belâsı hevâ, heves, şehvet ve diğer kötü ahlâktan imtihÂN tuzaklarını anlar, şeytân ve dünya uçurumlarına düşmez, tevhide TESLİMle müslüman, MuhaMMedî sıratta İSTİKÂMETle mü'min olunca, kalbde, onun sarayı gibi olur. Ruh, sanki öz babası gibi kucağına basıp kurtulduğuna şükrediyor.. Dahası var da iş karışır..

Şunu unutmamalıyız ki, nefs kendi hüneri ile kurtulmadı.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e tâbi' olmak için neler yapılacağını MuhaMMedî Tâlim ve Terbiye ile; BİLip, BULup, OLup-ANLAyıp da YAŞAyarak ve isbat edip, şâhidi olmak için;
ALLAH ve Resûlullah'a Teslim olması,
ALLAH ve Resûlullah'a İman etmesi,
ALLAH ve Resûlullah'a Tâbi olması,
ALLAH ve Resûlullah'a İtâat etmesi İlâhî ve Kur'ânî bir şarttır.
Tevhidî Teslimiyettir. Farz-ı Ayndır.

MuhaMMedî Şuûru BİLiş,
MuhaMMedî Nûru BULuş,
MuhaMMedî Surûrda OLuş,
MuhaMMedî ONûru YAŞAyış dediğimiz güzellik ve özellik de budur.

Kalbin MuhaMMedî Merkez ve İmân Karargâhı oluşu, lütûf, ikrâm ve ihsânları gökten yağdırıyor; ve nefs bunca lütûf, ikrâm ve ihsânla itmînâna, raziyeye, merzîyyeye ulaşıp MuhaMMedî Mahşere ve Cennetin can evine şeref misâfiri oluyor.
Tüm letâifleriyin kulaklarını aç da, Kur'ân-ı Kerîm'i dinle, kalbe yağan Merhamet ve Muhabbet Nurlarını gör:

Resim1- Hayy Nuru (hayat nuru):
Kalb diriliği, Nurullah ve bizler için Nur-u MuhaMMed Aleyhi's-selâmın bağlanışı:

أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûran yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine li’l- kâfirîne mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.(En'âm 6/122)

Resim2- Silm Nuru:
İslâm, sıla, selâmet, selâm, salâvât ve salât nuru... İyi düşün!. Teslimiyet ve İstikamet NÛRu..

وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---Vallâhu yed'û ilâ dâri’s- selâm (selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm (mustekîmin).: Allah barış yurduna- teslim (selâm) yurduna davet eder dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e-dosdoğru yola yöneltip iletir.(Yûnus 10/25)

Resim3- Hidâyet Nuru:

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh (bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh (kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm (alîmun).: Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, her şeyi bilendir.(Tegâbûn 64/11)

Resim4- Şifâ Nuru:

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ
Resim---Kâtilûhum yuazzibhumullâhu bi eydîkum ve yuhzihim ve yansurkum aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu'minîn (mu'minîne).: Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun.” (Tevbe 9/14)

Resim5- Takvâ (Allah korkusu) ve tehâret (temizlik, paklık, saflık) Nuru:

وَمَا لَهُمْ أَلاَّ يُعَذِّبَهُمُ اللّهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُواْ أَوْلِيَاءهُ إِنْ أَوْلِيَآؤُهُ إِلاَّ الْمُتَّقُونَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---Ve mâ lehum ellâ yuazzibehumullâhu ve hum yasuddûne ani’l- mescidil harâmi ve mâ kânû evliyâehu, in evliyâuhû illâ’l- muttakûne ve lâkinne ekserehum lâ ya'lemûn (ya'lemûne).: Onlar, Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve layık) koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azablandırmasın? Onun (asıl) koruyucuları- mütevellileri yalnızca takvâ sahibleri-korkup sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.” (Enfal 8/34)

لِيَمِيزَ اللّهُ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَبِيثَ بَعْضَهُ عَلَىَ بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَمِيعاً فَيَجْعَلَهُ فِي جَهَنَّمَ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---Li yemîzallâhu’l- habîse minet tayyibi ve yec'ale’l- habîse ba'dahu alâ ba'dın fe yerkumehu cemîan fe yec'alehu fî cehennem (cehenneme), ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Bu, Allah'ın murdar olanı temizden ayırdetmesi; murdarı, bir kısmını bir kısmı üzerinde kılıp tümünü biriktirerek cehenneme atması içindir. İşte bunlar hüsrana uğrayanlardır.” (Enfal 8/37)

Resim6- Ûlfet (kaynaşma, dostluk, bağlılık) Nuru:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin mine’n- nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.(Âl-i İmrân 3/103)

Resim7- Îmân, Muhabbet ve Zînet Nuru:

وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
Resim---Va’lemû enne fîkum resûlallâh (resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumu’l- îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumu’l- kufre ve’l- fusûka ve’l- isyân (isyâne), ulâike humu’r- râşidûn (râşidûne).: Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır.” (Hucurât 49/7)

Resim8- Îmân-ı Ketebet Nuru:

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücâdele 58/22)

Umarım ki kalbî imânın yazılışını, ruhun ve nefsin dahi râziyye ve merzîyye durumunu, cenneti ve ALLAH celle celâluhu taraftarı sırf MuhaMMedî oluşun önemini ve gerekliliğini ve sonucunu anlamışsınızdır...

Resim9- Sekînet (Kararlılık, sâkinlik, gönül rahatlığı) Nuru:

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahracehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fî’l- gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferû’s- suflâ, ve kelimetullâhi hiye’-l ulyâ vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).: Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/40)

هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
Resim---Huvellezî enzele’s- sekînete fî kulûbi’-l mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ (hakîmen).: Mü'minlerin kalplerine, imanlarına iman katıp arttırsınlar diye, “sekîneti-güven duygusu ve huzur” indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih 48/4)

Resim10- İtmînân Nuru:

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Resim---Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh (zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnu’l- kulûb (kulûbu).: Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.” (Ra'd 13/28)

Resim11- Son anda (inâyet, ikrâm ve ihsân) Müjde Nuru:

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimu’l- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bi’l- cennetilletî kuntum tûadûn (tûadûne).: Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Fussilet 41/30)

MuhaMMed aleyhi’s-selâm'ın, MuhaMMedî Şerîat-ı Garrasına, Tebliğe ve Tevhide, teslim olup Sırat-ı Mustakîm üzere MuhaMMedî istikametle ömrü bitirip sekerât döşeğine düşen MuhaMMedî mü'minlere meleklerin bu âlemden ayrılacağımızdaki son söz şehâdet müjdeleri, korkusuz ve hüsünsüz geçiş ve cennetü'l-alâ müjdesi..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Bu liste uzayabilirdi; ancak, maksad hasıl oldu sanırım İnşâe ALLAH...
Bedeni, Nefsi, Kalbi, Ruhu, Sadrı, Kalbi, Fuadı, Lübbü ->“SEN”den ayrı sanmayalım, tümü tek bir bütünün parçalarıdır.
Lâzım ve Lâyık oluğu YERde, ZAMANda ve HÂLde devreye gireceklerdir!.
Yeter ki ELini, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Şifâ-Şefâat ELinden çekme!.
Ve unutma ki Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Elinin üzerinde ALLAH Tealâ'nın Eli.. YEDuLLAH.. KuDRet ELi vardır..

Ana kaynak, Nurullahtan NÛR alan Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemden aldığımız ve tüm maddî-mânevî âlet ve edevâtımızı çalıştırdığımız NÛR, hayattaki ELektiriğin ya da GÜNeş Işığının sanki bir-benzeridir..

KebÂN’dan yola çıkan binlerce kilovat elektrik enerjisi, MuhaMMedî Tevhid Tebliği Trafosunda bize uygun “220 volt” hâline gelip MuhaBBet ve Merhamet NÛRu olarak Fîsebîlillah/Allah yolunda, Allah için sanki beleş arzediliyor tüm insanlara...
SünnetuLLAHta İŞLeyişinde, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in “Rahmetenli'l-âlemin” oluş SıRRını düşünmeliyiz..

Tüm bunlar için başlangıçta, bir bebek olan AKLın; MuhaMMedî Terbiye-Eğitim ve Tâlim-Öğretimi, tıpkı zehir-zıkkım olan portakal çağlasının zamanla bal-baklava olması için Zaman, İmkÂN ve Hizmetin Lâzım ve Lâyık olduğu gibi gereklidir..

Akıl; RÜŞDüne ermez, ASLını aramaz, KEMÂL BULmazsa, düşman eline geçen ve namlusu sizin içinizde olan amansız bir silâha dönüşür..

ŞeytÂN ise zâten merhametsizliğin ta kendisidir.

Kemâle eren âkıl; İlâhî-Kur'ânî İlim ve MuhaMMedî Sünnet Edebi ile olgunlaşıp, sahibi olan nefse hizmetçi olup, onu suflîlikten, ulvîliğe çıkarır..
Aklın Kemâli/Erginliğe Ermesi” deyip geçmemeliyiz!.
AKL ->"ASL"ını arayan ceylÂN yavrusu ki -> N-AKL yolunu bulursa SILA/ANAsına SALL Eder/ULAŞır..

Resim --- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahümme erine’l- eşyae kemahiye: Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster” buyurdu.
(Fareddin Razî Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

Sistemdeki tüm şeylerin/eşyânın CeLâL NÛRuyla var olduğunu, hiçbir zerre ve hücrenin yanlış yapmadığını, isyân edemediğini ve CeLâLîyetin Azamet ve Kudretiyle emredilene mutî’ olduğunu görmüş ki:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Lâ uhsi senâ'en aleyke: Ben SENi medh ü senâden âcizim" buyurmuştur.
(Müslim, Salât 222)

UMuyorum ki Musâ aleyhi's-selâm'ın:

قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي
Resim ---Kâle rabbişrah lî sadrî.: Mûsa dedi ki: “- Ey Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver.” (Ta Hâ 20/25)

وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي
Resim ---Ve yessir lî emrî.: "Bana işimi kolaylaştır." (Ta Hâ 20/26)

وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي
Resim ---Vahlul ukdeten min lisânî.: "Dilimden düğümü çöz;" (Ta Hâ 20/27)

يَفْقَهُوا قَوْلِي
Resim ---Yefkahû kavlî.: "Ki söyleyeceklerimi fıkh etsinler/kavrasınlar/anlasınlar." (Ta Hâ 20/28)

Buyurmasının sırrı birazcık da olsa anlaşılmıştır..

Zâten Kur'ÂN-ı Kerîm'in şu anda elimizde oluş sebebi:
OKUyalım, ANLAyalım, ANLATalım, ANLAŞalım, YARDIMLAŞalım ve O'nunla Huzurullah'a ÇIKalım ve O'nunla cennete GİRelim, O'nunla Kelâmullaha MUHATAB OLalım ve O'nunla Cemâllullahı SEYREDelim.
İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!. Âmin Yâ Mûin celle celâlihu!.

RABB'imiz sadrımızı şerhet!
Nur ver! Kemâl nâsib ve kısmet et!
NûR-u MuhaMMed'den faydalanmamıza izin ver ve inâyet eyle!
MuhaMMedî MüsLim-Mü’minlerle paylaşmayı ve Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Adına, Hesabına, Şerefine Hasbî-Habibî Hizmette Hâdeme-Hizmetçi OLmayı nâsib et!.
RIZAn için VERmeyi, ALmayı, SEVmeyi, SEVMEmeyi kalbimize iLhâm et!.
Taşırıp, şaşırtma, AŞKına ULAŞtır!
İfrat ve Tefritten sakla, İ'tidal üzere Sıdk ve Adl ile maddî-mânevî cömert kıl "BİZ"i Yâ Cevâd celle celâluhu!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim!
Âcizâne bu satırları karalarken ve Tâ-Hâ Sûre-i Celilesinde Musa aleyhi’s-selâm, Meryem aleyha’s-selâm, derken telefon çaldı. Biricik kızım Ahsen Ankara'dan aradı. Bir rüyâ görmüş anlattı. İlâhî bir tevâfük ki, uygun düşdüğü için arzediyorum.

Kızım anlatıyor: "Baba, İkimiz birlikte bir gümrük kapısında idik. Kapıda bir de kadın görevli vardı. Biz (kadınlar) oradan geçecektik. Geçmeden önce o kadına bir soru sormak istedim ancak senin duymanı istemiyordum. Sorumun cevâbını ise biliyordum ancak teyid ettirmek istedim. Yanına varıp: "Meryem aleyha’s-selâm'ın kuru hurma ağacının sırrı nedir?" diye sordum. Ben cevâbının "Tahammül ve Sabır" olduğunu biliyordum. Tam sordum ki sen yanımda idin. Sorumu saçma bulacaksın sanmıştım. Oysa sen, çok sevinmiştin... Kadın, önündeki kasadan dört fiş kesti üçü siyah yazılı, biri lâcivert yazılıydı. Sen birisini bana verip üçünü “çok lâzım olanlara vermemiz lâzım” diye alınca ben: "Nasıl olsa bu kasa bizim, istediğimiz kadar alırız" dedim. Sen bana dönüp: "Ahsen kızım, ben hiç hâmile kalmadım ve doğurmadım, ancak Sen, Meryem aleyha’s-selâm'ı daha iyi tanıma imkÂNına sahibsin, çünkü hâmilesin!..." dedin." diye anlattı.
Meğer kızım da hâmile imiş...

Zâten Meryem-> hizmetçi demektir.
Rabbü'l-âlemin'den MuhaMMed aleyhi’s-selâm'a hizmetçi ve hâdeme ve göz sürûrû olan nesilleri nâsib ve kısmet etmesini cümlemiz için duâ ediyorum!. Âmine yâ MUîn celle celâlihu!..

KaLB, Kaza ve Kaderullahın kul ile ilgili kısmının karargâhıdır…..

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kalbler ALLAH'ın kudret parmaklarından ikisi arasındadır. İstediği gibi evirip çevirir." buyurdu.
(Enes (radiyallahu anhu)'dan; imâm Ahmed; Tirmizî hasen olarak, Hâkim müstedrekinde)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH sûretlerinize ve mallarımıza bakmaz. Ancak kalblerinize ve amellerinize bakar." buyurdu.
(Ebu Hüreyre (radiyallahu anhu) dan;İmâm Ahmed; Müslim; İbni Mâce)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kul günâh işlediği zaman, kalbinde siyah bir nokta (leke) belirir (oluşur) ki tevbe ederse silinir. Tekrar yaparsa kalbindeki o siyah nokta kalbinde kocaman oluncaya kadar artar" buyurdu.
(Ebu Hüreyre (radiyallahu anhu) dan; Tirmizî, İbn Mâce, Nesâî, Hâkim-Müstekrek de)

Bizzât merhametin kendisi olan, her duasını bizim adımıza yapan adı güzel, aslı güzel, nesli güzel MUHAMMED SaLLallahu aleyhi ve seLLem'den kalbi dualar:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah'ım! Senden doğru söyleyen bir dil ve kalb-i selim dilerim"
(Tirmizî-De'avât 23; Nesâî; Sehv 61)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ım! Ben senin kulunum. Senin kullarından olan ana ve babanın bir evlâdıyım. Perçemim senin elindedir. Benim üzerimde ancak senin hükmün (geçerlidir) ceryan eder. Biliyorum ki benim hakkımda verdiğin hüküm, adâletin ta kendisidir. RABB'im, kullarından herhangi birine öğrettiğin veya kitabında indirdiğin ya da bilgisini kendinde gizlediğin her bir güzel ismin hürmetine senden niyâzım şudur ki: Kur'ânı, gönlümün neşesi, sadrımın nûru, hüzün ve kederimin çâresi eyle!..." buyurdu.
(İmâm Ahmed, Müsned I 391-452)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ım! Kalbimi kar ve dolu suyu ile yıkayıp temizle! Beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi kalbimi de günâhlardan arındır!." Buyurdu.
(Buhârî, De'âvât 39,44; Müslim, Zikir 49)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ım! Fayda vermeyen bilgiden, ürpermeyen (huşû' duymayan) kalbden, doymayan nefsten ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım." buyurdu.
(Müslim, Zikr, 73; Tirmizî De'avât, 68)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ey kalbleri hâlden hâle çeviren ALLAH'ım! Kalbimi dinin üzerine sebât ettir!..." buyurdu.
(Tirmizî De'avât 89,124; Tirmizî, Kader 7)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her kalb ancak Rahmân celle celâluhu' nun parmaklarından iki parmak arasındadır. Eğer dilerse (hakk üzere) durdurur ve dilerse sapıtır (meylettirir) ."Ey kalbleri sâbit kılan (ALLAH) ! Kalblerimizi dinin üzerine sâbit kıl!" Terâzi Rahmânın elindedir. Kıyâmet gününe kadar bazı kâvimleri yükseltir. Diğer bir kısım kavimleri de alçaltır." buyurdu.
(En Nevva's bin Sem'ân el-Kilâbî (radiyallahu anhu) dan; İbni Mâce, Mukaddime 199)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ım! Senden kalbime hidâyet edeceğin, işlerimi toplayacağın, dağınıklığımı düzene sokacağın, ve beni her kölütülükten koruyacağın bir rahmet diliyorum!..." buyurdu.
(Tirmizî De'avât 30)

Bu hadis-i şerîfte bahis buyurulan işlerin işlenmesi, dağınıklığın düzene konması ve kötülüklerin de fiiliyata geçirilmesi hep nefsin işleridir.

Âcizâne şunu anlıyoruz ki, askerde: Göz ->Gez ->Arpacık ->Hedef ->Atış!... ve ->Hedefi 12'den vuruş!... vardı ya!.
…
Tasavvufun TEVHİD Tekmilinde de:
Beden ->Nefs ->Kalb ->Ruh ->Sır ->Hafî ->Ahfâ ->Akdes... İşte Budur Tahkik TEVHİD...
Her letâif, ayrı ayrı varlıklar olmayıp bir bütünün TAMMlayıcıları, Lâzım ve Lâyık AŞAMALarıdırlar..

Kalb ve İmânla ilgili bir hususa biraz daha temas edelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ:

İ'tikadda Mezhebimizin imâmlarından birisi İmâm-ı Maturudi: "Îmân sabittir, artıp eksilmez" der iken;
Diğer İmamımız İmâm-ı Eş'ari : "Îmân artar, eksilir!..." demişlerdir...
Tartışmaları kitablarda vardır.
Ancak, şimdi arzedeceğim hadis-i şerîf ikisinin görüşünü de doğrulamaktadır:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde bir leke meydana gelir. Şâyet günâhı terk edip istiğfâr ve tevbe ederse kalbi cilâlanır, tertemiz olur. Eğer böyle yapmayıp tekrar günâha dönerse kalbindeki leke artar ve onun kalbini kaplar. Bunu ALLAH kitabında "pas, ran" ismiyle zikredip:
كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).: Asla, hayır; onların kazandıkları, kalbleri üzerinde pas tutmuştur.” (Mutaffifîn 83/14) buyurmuştur."
(Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî, Tefsir 74-3334; İbni Mâce, Zühd 29-4244; İmâmı Ahmed, Müsned II-297 benzeri Müslim, Îmân 231-128)

Kalbe ruh vasıtasıyla içten özden gelen Nurullah, kalbi ışıtır ve parlatır.
Ancak, nefs vasıtasıyla dıştan, dünyadan gelen her mâsiyet (günâh) ise kalb üzerine bir leke atar.
Sonunda kalbin içindeki nur mahpus kalır ve kalb nursuz sanılır..

Daha teknik bir misâlle, bir ampül 100 mumluk ve tertemizken odamız pırıl pırıl her şeyi net görüyoruz. Günler geçtikçe sineklerin her biri gidip ampülümüze pisliyor.
Öyle ki bir zaman geliyor 60 mumluk lambanın ışığı pis-pastan dolayı zamanla 10 mumluk kadar ışık veriyor dışarıya-uygulamaya.. ve sonunda ampülün üzeri sinek pisliği ile tamamen kaplanınca karanlıkta kalıyoruz ve ampülü bile bulamıyoruz karanlıkta...
Ampülün içinde her zaman 100 mumluk elektrik (nur) vardı.
Bize yansıması perdeden dolayı düşük veya yok gözüktü...
İmâm-ı Maturudî içten, İmâm-ı Eşarî ise dıştan bakmıştır aynı olaya...

Bu şuna benziyor,
İmâm-ı Azam efendimize: "Mü'min misin?" sorulmuş ve cevâbı: "Elhamdülillah mü'minim..." olmuştur.
İmâm-ı Şâfiî Efendimize "Mü'min misin?" sorusu sorulunca: "İnşâe ALLAH mü'minim!..." buyurmuştur.
İmâm-ı Azam Efendimiz “şu ÂN”ındaki TEVHİDinden haber verirken;
İmâm-ı Şafî Efendimiz ise “Son Nefes”inde TEVHİD dileğinde bulunmuştur...

Daha önceden de arzettiğim gibi kalb çok hassas bir organ ve letâiftir.
her İnsÂNda, Zâhiri Kalb de, Bâtını Kalb de bir saniye bile durmadan çalışır.
Doğumdan öLüme kadar iş başındadırlar.
Ne var ki her NEFS için ikisinin de korunması çok önemlidir.

Resim

Kulun;
İlim ile İradesi ->Müslüman HÂLi,
İrade ile İdraki ->Mü'min HÂLi,
İdrak ile İştiraki ise ->Kâmil Mü'min hâlidir.
Bu hâli korumak ise ->her nefeste Hakta ve Hayrda OLaBİLmektir..

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: " Âdemoğlunun kalbi Rahman’ın parmaklarından ikisinin arasındadır, onu istediği gibi çevirir." buyuruyor.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned II/173, Beyrut, 1389.)

Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem Efendimizden iKi İnci:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Dikkat ediniz! emel ve arzularınız uzayıp da size ecelinizi unutturmasın! aksi takdirde kalbleriniz katılaşır." buyuruyor.
(İbni Mâce, Mukaddime, 7)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ı unutarak lüzûmsuz konuşanlara dalmayın. Çünkü ALLAH (cc) zikredilmeden yapılan uzunca konuşmalar, kalbi katılaştırır. ALLAH'tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır." buyurdu.
(Tirmizî, Zühd, 62)

Üç DOĞuşluk nefeslenelim ve HUU DOST!... celle celâluhu diyelim.


Resim

HU DOST!.

Rabb ü Birrun Bâri Zikir
->Zikretmekten Âri Zikir
>Her Zerrenin Zâri Zikir
CÂN-ü-CÂNÂN’ın CeM'inde!.


Resim

Sır-Rı Sıfırdır Sevdâ Dost
ÇiLe ÇöLünde LeyLâ Dost
MecNÛN-Muhabbet MevLâ Dost
“MestÂNe”Lerin -> DeM’inde!.


Resim

Seven Sevdiğin ANıyor
NÂRa ->BAŞını BANıyor
->Yürek YağLarı YANıyor
ÂŞIKlar, Şe'ÂN ŞeM'inde!.


Resim

"Tûbâ Gurabâ" bu Bağa
Yakinim OLdun >UZağa
ÇokLarı Düştü ->Tuzağa
AV OLdu Dünya YeMi’nde!.


Resim

Çektiren-Çeken ÇiLe Dost
Sevilen ->Seven İLe Dost
Cehennem-Cennet BiLe Dost
->“CeLâL-ü-CemâL CiM'i”nde!.


Resim

Rüzgâr Gibi Yersiz Yurtsuz
Korkusuz>Hüzünsüz>Dertsiz
Bağsız Bağlı >Önsüz >Artsız
->Baş-Ayak Yoktur ->Kiminde!.


Resim

KuL İhvânî ->Attı AkLı
Üryân KaLdı HâLi HakLı
Sır-Rı SIDDIK EsRâR SakLı
AHAD'in ->“AHMED Mim'i”nde!.



ResimAYRI KALINCA!.

AŞK >HALİK'a Muhabbettir
Tüm HaLkına Merhamettir
->CümLe Cihâna ->Cesettir
Hayy->CÂN'dan ->AYRı KaLınca!.


Resim

AŞK->Sirkeyi>ŞarÂB EDer
Yakar Yıkar ->TûrÂB EDer
KaLb ->Kabını HarÂB EDer
Dost KAN’dan ->AYRı KaLınca!.


Resim

HAK>Yakmıştır Sönemem DOST
->Gayrısına -> Yönemem DOST
Biter Ömrüm ->Dönemem DOST
-> DevrÂNdan -> AYRı KaLınca!.


Resim

"Yüsebbuhu Sebbahâ"sın
"Yâ-Sin" KaLbinde "Tâ Hâ"sın
BuLamam ->"Tuvâ Vâhâsı”n
->SeyrÂNdan ->AYRı KaLınca!.


Resim

RABB-ü-BiRrun>Rahîm>Vedûd
->HaBLi'L- Verid SıRR-ı Sücûd
->Şühûdsuz ŞaŞırır -> Vücûd
->CevLÂNdan ->AYRı KaLınca!.


Resim

Her Letâif HAKK İZzetin
Rabbü'l- Âlem Azametin
İdrak Edemez >Kudretin
HayrÂNdan ->AYRı KaLınca!.


Resim

İHVÂNÎ ->CeLâL- CemâLin
CÂN-CÂNÂN CeM'inde HâLin
ÖKSüz KaLır ->"Kul Kemâli"n
->SULTÂN'dan ->AYRı KaLınca!.
HUu Dost celle celâlihu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12885
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

3.3.5. Kalb:

İnsan kelimesi ünsiyet (alışkanlık, ahbablık, arkadaşlık) ile nisyân (unutma, feramuş) kelimeleri ile alâkalıdır.
Dini, dünyası ve âhireti ile ilgili hususlarda unutkan olarak halkedilen insanoğlu her söze, her fiile her ahlâka ve her hâle ayak uyduracak alışkanlıkta ve akışkanlıkta (kıvamda) halk edilmiştir.
Mânevî âlem ile maddî âlemin ara kesiti berzah olan kalbin, saf ve ârî olması çok, çok önemlidir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Dikkat edin cesette bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur; o bozuk olursa bütün beden bozulur; işte bu et parçası kalbdir." buyurur.
(Buhârî, imân 39; Müslim Mûsakât, 107)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Şüphesiz ALLAH Tealâ, konuşmadıkça veya amele dönüştürmedikçe, ümmetimin kalbinden geçen düşünceleri benim hatırıma bağışlamıştır."
(Buhârî, itkan 6, Müslim Îmân 201)

Kalb kelimesi, kalabe fiiline masdardır, çoğulu eklâb ve kulûbtür.
Bir şeyi bulunduğu hâlden başka bir hâle çevirip değiştirmektir.
Zâhiri kalb (yürek) insanın beden sisteminin ana fonksiyon icrâ'cısıdır. Anadır ve temeldir.
Bütün maddî varlığımız ve fiilleri işleyen organlarımızın yaşayışı direkt olarak kalbin çalışmasına bağlıdır.
Mânevî kalb ise aklî ve fikrî sistemimizin ana temelidir.
Mânevîyâttan maddîyata olan her türlü tecellî ve tenvirat kalbden geçer.
Aklın ve türevleri olan ilmetme, irade etme, idrak etme ve iştirake karar verme makamı kalbdir ki gönül diyoruz.
Ruhumuzun kalbî görüşü olan basîret kalb gözlüğüyle görür hâle gelebilir.
Âlem-i sagir olan insanda âlem-i kebir (kâinât) dercedilmiştir.
Kâinâtta, hakikat-i câmia sadece insandır.
İnsanın mânevî yapısında kalb, ARŞ hükmündedir.
Sine (Sadr) ise KURSÎ hükmünde gibidir.

Resim

Mânâ yönüyle kalb; dış âlemde Kâbe ne ise iç âlemde de kalb, o hükümdedir.
Kâbe, dünya ni'metlerinden uzak bir bölgede Mekke'de var edilmiştir.
Mârifetullah kâbesi olan kalbinde, masivâ muhabbetinden uzak, hâlî olması istenmiştir.
Mekke kelimesinin aslı, emip bitiren, günâhları gideren, cezbedendir.
Kâbetullah abd’in nazargâhı, kalb ise RABB'in celle celâluhu nazargâhıdır.
Kâbe; Beytü'l- Haramdır, bir hürmetle emredilmiştir.
Sürekli Saygı emredilmiştir, Halil aleyhi’s-selâm yapısıdır.
Kalb (insan); Beytü'l-Birrun dur, El Celil celle celâluhu yapısıdır ve dört harama (hürmete) sahibdir.
İNSANın hürmet hakkı-haramlığı;
1- Canı,
2- Malı,
3- Irzı ve
4- Hakkında sû-i zann haramdır.

Bunların ise merkezi kalbdir.
Beyt-i RABB'ı (RABB'in Beytini) ziyâret eden Kâbe'nin ayağına gider.
RABB-i Beyti (Beyt'in RABB'ini) zirâyet edenin ise Kâbe, ziyâretine gelir...

İşte böylesi zâtlar ise;
İlmullah,
Haşyetullah,
Muhabbetullah,
Rızaullah tevhidini ikmal etmiş,
Kalbi Arşu'r- Rahmân olmuş (MuhaMMedî Âşık Kâmiller) ve "kûn feyekûn!" âleminde Rüşdünü isbatlamış, Küllî Kul olmuşlardır:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî.: Gir kullarımın içine!(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî.: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

Aşk ise mânâ havuzu olan kalb ile Vahdet denizi olan Bekâ Âlemi arasında gizli yoldur.

Kalbin değişkenliğinden kasıd, mânevî değerler kalbde maddî değerlere çevrilerek değişir.
Kalbin özü olan fuad (çoğulu: efideh) özün özü (Lübbû'l- Lübdür) .
Fuad, emânet olan Ahdullahın olduğu bölümdür.
Îmân kalblde, emânet ise fuaddadır.
Îmân bir fanus ise, emânet onun içindeki nurdur.
İşin sırrı buradadır.
Kalble imân aynı şeyin dışı ve içidir.

Azîz kardeşlerim,
Kalb, mânevîyat ile maddîyat arasında var edilen hârika bir berzahdır/geçiştir.
Bir tarafında aslından pâk ve zâtî olan ruh, diğer tarafında ise esfel-i sâfiline (Makam-ı Firavun'a) kadar inebilecek veya Halifetullah makamına (Makam-ı Mahmuda) ulaşabilecek vasıf, kabiliyet ve karekterde halkedilen nefs...

Nurullah ve Nur-u MuhaMMed'le aydınlanan kalbe, ayık ve nakle kavuşan kâmil akıl (yâni AŞK) hâkim olunca nefsi, bâtılın ve şerrin elinden kurtarabilir..

Bu fakîr kardeşiniz dua ederken: "Yâ Lâtifü'l - Habîrü'l - Vedûd olan RABB'im; bu âciz kulun Abdullâtif'ini sevgilin ve sevgilim MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem'in kalbinde cennetine sokmanı istirham ediyorum!..." derim.
Kalb; her bedende bir HİRÂ yerindedir.

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin BUYruğunda KALBimİZz:

KALBimİZ İLE İLGİLİ 40 HADİS-i ŞERÎFLERi:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet el çeker, bağışlanma diler ve tevbe ederse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar hatalara yönelirse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretlerinin: “Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) şeyler, kalblerinin üzerine pas (reyn) olmuştur.” Diye zikrettiği “reyn” budur."
(Timizî, Tefsir, 83)

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalblerinin üzerine pas olmuştur.” (Mutaffifîn 83/14)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’ım senden kalb-i selîm isterim” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavat 23; Nesai, Sehv 61. 13- Müslim, Birr, 34.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH sizin şekillerinize ve sûretlerine değil, kalblerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 34.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şurası muhakkak ki, helaller apaçık bellidir, haramlar da apaçık bellidir. Bu ikisi arasında ise insanların çoğunun hükmünü bilmediği şüpheli şeyler vardır. Artık kim bu şüpheli alandan kaçınırsa, dinini de, ırzını da temiz tutmuş olur. Kim de şüpheli alana girerse harama girmiş olur. Tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğun sınırlarını ihlal etmesi yakındır. Şunu bilin ki, her melikin bir koruluğu vardır. ALLAH’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası vardır ki, eğer o müstakim olursa cesedin tamamı müstakim olur; eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası, kalbdir.” buyurmuştur.
(Numan b. Beşîr radıyallahü anhu’dan; Buharî, İman 39; Müslim, Müsâkât 107; Ebu Dâvûd, Büyû 3; Tirmizî, Büyû 1; Nesâî, Büyû 2; İbn-i Mâce, Fiten 58)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.” buyurmuştur.
(Beyhekî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Paslanan her şeyin bir cilası vardır. Kalbin cilası "Estağfirullah" demektir.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her ay 3 gün oruç tutanın kalbinin pası temizlenir.” buyurmuştur.
(Nesaî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Su değdiği, (rutubette kaldığı) zaman demirin paslandığı gibi, kalbler de (günah yüzünden) paslanır.” Orada bulunanlar: “Kalblerin cilası nedir yâ Resûlallah!” dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Ölümü çok hatırlamak ve Kur'ÂN-ı Kerim okumaktır.” buyurmuştur.
(Beyhekî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’minin kalbi temizdir, orada parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır ve terstir.” buyurmuştur.
(Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Haram karıştırmadan, kırk gün helal yiyenin kalbi nurla dolar. Kalbine nehir gibi hikmet akar. Dünya sevgisi kalbinden çıkar.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Nefse sükunet ve kalbe ferahlık veren şey, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır.” buyurmuştur.
(Beyhekî; İ. Ahmed, , Müsned; Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kalbine danış; iyilik, kalbin mutmain olduğu, rahatladığı şeydir. Günah ise, canını sıkan, kalbinde tereddüt uyandıran şeydir. Aksine fetva verseler de.” buyurmuştur.
(Taberanî, İbni Asakîr)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Müftüler, fetvâ verseler de sen, yine kalbine danış.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
قلب الشيخ شاب على حب اثنتين: حب العيش، والمال
“Yaşlı kişinin kalbi iki şey üzere gençtir.Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -6145)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
قلب الشيخ شاب على حب اثنتين: طول الحياة، وكثرة المال
“Yaşlı kişinin kalbi iki şey üzere gençtir.Uzun yaşama sevgisi ve mal çoğaltma sevgisi.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -6146)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
قلب المؤمن حلو يحب الحلاوة
“Mü’minin kalbi tatlıdır tatlılığı da sever.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -6147)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
قلب شاكر، ولسان ذاكر، وزوجة صالحة تعينك على أمر دنياك ودينك: خير ما اكتنز الناس
“Şükreden bir kalb, zikreden bir dil, saliha bir hanım din ve Dünya işlerinde bunların hepsi insanın sahip olduğu en hayırlı şeylerdir.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -6148)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
قلوب ابن آدم تلين في الشتاء، وذلك لأن الله تعالى خلق آدم من طين، والطين يلين في الشتاء
“Âdem oğlunun kalbleri kışın yumuşar çünkü ALLAH (celle celâlihu) Âdem (aleyhisselâm) mı çamurdan yarattı, çünkü kışın kar çamuru yumuşatır.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -6149)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
القلب ملك، وله جنوده؛ فإذا صلح الملك صلح جنوده، وإذا فسد الملك فسدت جنوده
“Kalb hükümdardır, onun birtakım askerleri vardır. Hükümdar düzgün olunca askerler de düzgün olur,bozuk olunca askerler de bozuk olur.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -6191)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
إن قلب ابن آدم مثل العصفور، يتقلب في اليوم سبع مرات
“Şüphesiz Âdem oğlunun kalbi serçe kuşu gibidir, günde yedi defa döner, çevrilir durur.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -2342)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
إن قلب ابن آدم بكل واد شعبة، فمن أتبع قلبه الشعب كلها لم يبال الله بأي واد أهلكه، ومن توكل على الله كفاه الشعب
“Âdem oğlunun kalbi her bir vâdide bir şubedir, çeşittir. Kim kalbini her bir şeye uydurursa onu hangi vadide helak edeceği ALLAH’ın umurunda bile olmaz. Kim de tevekkül ederse ALLAH onun şubelerinin hepsine yeter.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -2343)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
إن قلوب بني آدم كلها بين أصبعين من أصابع الرحمن كقلب واحد يصرفه حيث شاء
“Şüphesizki Âdemoğllarının kalblerinin tamamı Rahman olan ALLAH’ın kudret parmakları arasında tekbir kalb gibidir kul nereye çevrilmeyi istiyorsa ALLAH’ta onu oraya istediği gibi çevirir..”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -2344)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اذا دخل النور في القلب فانفسح وانشرح قالوا فما علامة ذالك يا رسول الله قال الانابة الي دار الخلد و التجافي عن دار الغرور ولاستعداد للموت قبل نزوله
“Kalbe nur girince genişler,rahatlar” buyurunca, “Bunun alameti nedir Yâ Rasûlullah!.” dediler? buyurdu ki: “Âhiret’e yöneliş, Aldatma yurdundan (Dünya) uzaklaşma, Ölüm gelmeden ölüm için hazırlık.”

(Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem
إن الله تعالى لا ينظر إلى صوركم وأموالكم، ولكن إنما ينظر إلى قلوبكم وأعمالكم
: “Şanı yüce olan ALLAH sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalblerinize ve amellerinize bakar.”
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -1832)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
الا و ان في الجسد مضغة اذا صلحت صلح ساؤر الجسد واذا فسدت فسد ساؤر الجسد الا وهي القلب
“Şüphesiz ki beden de bir parça vardır; o düzgün olursa bedenin tamamı düzgün olur, bozuk olursa bedenin tamamı bozuk olur.Dikkat ediniz ki o kalbdir.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -3856, Buharî-iman 39, büyu’ 2, Müslim-müsakat 107, Ebu Davud-büyu’ 3,Tirmizî-büyu’ 1, Nesaî-büyu’ 2 )

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
لايستقيم ايمان عبد حتى يستقيم قلبه ولا يستقيم قلبه حتى يستقيم لسانه
“Kulun imanı istikamet bulmaz, ta ki kalbi doğrulmadıkça; Kalbi istikamet bulmaz, ta ki dili doğrulmadıkça.”
buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel- Müsned-C.3 S.198)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
لقلب ابن آدم أشد انقلابا من القدر إذا استجمعت غليانا
“Âdem oğlunun kalbi tencereden daha çok değişkendir.Tencere kaynarken suyun toplandığı gibi.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -7300)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
مثل القلب مثل الريشة تقلبها الرياح بفلاة
“Kalbin misali; çöldeki bir tüy gibidir. Rüzgar onun içini dışın, dışını içine çevirir durur.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -8135)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem
أربع من الشقاء: جمود العين، وقسوة القلب، والحرص، وطول الأمل
: “Dört şey şakiliktendir. Göz katılığı (ağlayamamak), Kalb katılığı, hırs, uzun emel.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -921)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
الزهد في الدنيا يريح القلب والبدن، والرغبة فيها تتعب القلب والبدن
“Dünya’da zühd sahibi olmak, kalbi ve bedeni rahatlatır. Dünya ‘ya rağbet ise kalbi ve bedeni yorar.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -4594)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
سووا صفوفكم، لا تختلف قلوبكم
“Saflarınızı düzeltiniz, kalbleriniz ayrı düşmesin.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -4729)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
عليكم بالتواضع، فإن التواضع في القلب.
“Alçak gönüllü olmayı tavsiye ediyorum. Alçak gönüllülük kalb amelidir.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -5517)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
العلم علمان: فعلم في القلب فذلك العلم النافع، وعلم على اللسان فذلك حجة الله على ابن آدم
“İlim iki kısımdır; Kalb ilmi ki, faydalı olan budur. Dil ilmi olan ki; âdemoğlunun aleyhine kullanılacak ilimdir.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -5717)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
والقلب ملك: فإذا صلح الملك صلحت رعيته، وإذا فسد الملك فسدت رعيته
“Kalb hükümdardır, hükümdar düzgün olunca tebâ’sı da düzgün olur, bozuk olunca tebâ’sı da bozuk olur.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -5752)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
الغناء ينبت النفاق في القلب كما ينبت الماء البقل
“Şarkı ve türkü, suyun baklayı büyütüp yeşerttiği gibi kalbde münafıklığı büyütür.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -5809)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
كن ورعا تكن أعبد الناس، وكن قنعا تكن أشكر الناس، وأحب للناس ما تحب لنفسك تكن مؤمنا، وأحسن مجاورة من جاورك تكن مسلما، وأقل الضحك فإن كثرة الضحك تميت القلب
“Ver’â sahibi ol ki; insanların en âbidi olasın. Kanaat sahibi ol ki; insanların en çok şükredeni olasın. Kendi nefsin için istediğini insanlar için de iste ki; mü’min olasın. Sana komşu olana komşuluğu güzel yap ki; Müslüman olasın. Gülmeni az yap gülmenin çoğu kalbi öldürür.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -6422)


Ver’â: Korkaklık, havf.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
الولد ثمرة القلب، وإنه مجبنة مبخلة محزنة
“Körlüğün en şerlisi kalb körlüğüdür.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -9689)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
إنما سمي القلب من تقلبه: إنما مثل القلب مثل ريشة بالفلاة تعلقت في أصل شجرة يقلبها الريح ظهرا لبطن
“Kalb kalb diye isimlendirildi, çünkü döndüğünden. Kalb, çölde rüzgarın içini dışına dışını içine çevirip durduğu ağaca takılmış bir tüy misalidir.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -2595)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
الإسلام علانية، والإيمان في القلب
“İslam açıkça yaptığımız amellerdir, imanın yeri ise kalbdir.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -3060)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
دعوا صفوان بن المعطل فإنه خبيث اللسان، طيب القلب
“Saffan.b. Muattal’a dokunmayın onun dili pis, kalbi temizdir.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -4224)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
لا تشغلوا قلوبكم بسب الملوك، ولكن تقربوا إلى الله تعالى بالدعاء لهم يعطف الله قلوبهم عليكم
“Kırallara sövme ile kalbinizi meşgul etmeyin. Onların ıslahı için dua etmek sûreti ile ALLAHu Teâlâ’ya yakınlık arayınız.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -9805)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
إن العبد إذا أخطأ خطيئة نكتت في قلبه نكتة سوداء، فإن هو نزع واستغفر وتاب صقل قلبه، وإن عاد زيد فيها حتى تعلو على قلبه
“Kul bir hata işlediği zaman kalbine simsiyah bir nokta konur. Eğer günahtan kendini çeker, tevbe ve istiğfar eder se kalbi cilalanır, etmez se ta ki; kalbini kaplayıncaya kadar.
nokta artırılır .”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -2070, Tirmizî-tefsir 83, İ.Mâce-tevhid 29 )

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اللهم إني أعوذ بك من علم لا ينفع، وقلب لا يخشع، ودعاء لا يسمع، ونفس لا تشبع،
“ALLAHım korkmayan kalbten, faydasız ilimden, kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -1490)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اللهم اجعل في قلبي نورا وفي لساني نورا، وفي بصري نورا وفي سمعي نورا
“ALLAHım;Kalbimi nurlu kıl, lisanımı nurlu kıl, bakışımı nurlu kıl, işitmemi nurlu kıl!.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -1513)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اللهم طهر قلبي من النفاق، وعملي من الرياء، ولساني من الكذب، وعيني من الخيانة، فإنك تعلم خائنة الأعين وما تخفي الصدور
“ALLAHım kalbimi nifaktan, amelimi riyadan, dilimi yalandan, gözümü hain bakmaktan koru. Şüphesiz ki sen gözlerin hain bakışlarını ve göğüslerde gizlenenleri bilirsin.”
buyurmuştur.
(Celâluddin es-Suyutî, Camii’s-Sağir -1529)



الجامع الصغير
El Câmi’is-Sagîr


Celâluddin es-Suyutî (h.911/ m.1505)

El Câmi’is-Sagîr, Celâluddin es-Suyutî tarafından derlenen eser 10.000 hadisi muhtevidir. Bir sayıma göre 10.934 hadis bulunduğunu söyleyenler varsa da bu günkü baskısında sayı olarak 10.031 hadis bulunmaktadır. Müellif bu eserindeki hadisleri, daha önce yazdığı “Cem'ul-Cevâmi” adlı eserinden seçmiş, ulaşılması ve bulunması kolay olsun diye, hadisin ilk kelimesine göre harf sırasına dizerek tertiplemiştir.

Genellikle kavli hadislerden kısa ve öz hadislere yer vermiştir. Daha çok akaid, tıb, adab, terğib-terhib, dua, ilim, tevbe, zikir, şemâil ve fezâil ile ilgili hadisleri almış, fıkhi hüküm bildiren hadislere nadiren yer vermiştir. Az da olsa fiili hadisler de bulunmaktadır. Hz. Peygamberin yasaklarına ( باب المناهي ) adıyla tahsis ettiği özel bir bölüm ( نهي ) ibâresiyle başlayan rivâyetleri ihtiva etmektedir. Müellif hadisleri alfabetik olarak sıralarken her harfin sonunda o harfle başlayan ve ( ال ) takısı alan kelimelerle başlayan hadisleri yine kendi içerisinde alfabetik olarak vermektedir.

İddiasına göre uydurmacıların rivâyetinde tek kaldığı hadisleri almamıştır, yani eserde uydurma rivâyet yoktur, eser sahih, hasen ve zayıf hadislerden oluşmaktadır. Ancak hadis seçiminde ve hadisler hakkında verdiği hükümlerde sıklıkla tenakuza düştüğü de bir gerçektir. "Sahihtir" veya en azından "uydurma değildir" hükmüyle el-Camiu's-Sağir'e aldığı bazı hadisleri bizzat kendisi uydurma hadislere tahsis ettiği el-Leali'l-Mesnua fi'l-Ehadisi'l-Mevzua isimli kitabına alarak uydurma olduklarına hükmetmekte ve böylece kendisinin ifadeleri olan aşağıdaki görüşleriyle tenakuza düşmektedir.

Suyutî'nin gerek uydurma olduğuna kendisinin hükmettiği, gerekse diğer muhaddislerce uydurmacı olarak nitelenen bazı râvilerden aldığı hadisler derlenip yine harf sırasına göre tertiplenerek ayrı bir kitap halinde basılmıştır: Ebu'l-Feyz Ahmed, el-Muğir ale'l-Ehadisi'l-Mevzua fi'l-, Beyrut-1982.
Gerçi hadis râvileri hakkında verilen hükümler çoğunlukla o hükmü veren kişinin râvi hakkındaki bilgisine bağlı içtihadî hükümlerse de, bir hadis hakkında aykırı fikirleri görmek isteyenlerin, el-Camiu's-Sağir'i kullanırken bu kitaptan da istifade etmeleri onların daha sağlıklı neticeye ulaşmalarını sağlayacaktır.

Bazı hadislerin sıhhat dercesi hakkında Suyutî'nin verdiği hükümlerde isabetsizlikler konusunda tenkit yazanlardan biri de Abdurrauf el-Münavî (ö.1030)'dir. Münavî, Suyutî'nin kitabı üzerine yazdığı “Feyzu'l-Kadir fi Şerhi'l-Camii's-Sağir” adlı eserinde onu tenkit etmiştir. Bazı hadislerin derecesi konusunda Suyutî'ye aykırı hüküm vermiş ve hükmünün gerekçelerini de açıklamıştır. Bu eser el-Camiu's-Sağir'in en çok ilgi gören şerhidir, Kâhire-1357'de basılmıştır.

Suyutî bu eserine aldığı hadislerin metnini senetsiz olarak kaydetmekte, hadis metninin sonunda hadisi tahric eden(yani eserine alan) müellifleri rumuzlar halinde göstermekte ve hadisin hangi sahabe tarafından rivâyet edildiğini kaydetmekte, yine burada, hadisin sıhhat durumunu rumuzlarla belirtmektedir.


Eserinin mukaddimesinde şöyle demektedir:
"Bu kitapta Peygamber sözlerinin ve peygamberi hikmetlerin binlercesini bir araya getirdim. Kısa ve öz hadisleri tercih ettim, rivâyet madeninden en değerli olanlarını seçtim. Hadislerin tahricinde son derecede dikkatli davrandım, kabuğu terk edip özü aldım. Yalancı ve uydurmacıların rivâyetlerinden uzak durdum. Bu nedenle kitabım şimşeğin ve yıldızın üstünlüğü gibi bu sahada yazılan diğer kitaplardan daha üstündür. Önceki hiçbir kitapta bulunmayan hadis ilminin seçme inceliklerini de içine almıştır. Talebelerin kullanması kolaylaşsın diye hadisin ilk harfinden başlayarak harf sırasına göre tertip ettim ve “el-Camiu's-Sağîr” adını verdim, çünkü bu eser “Cem'ul-Cevami” adını verdiğim ve Peygamberimizin tüm hadislerini derlemeyi amaçladığım büyük eserlerimden seçilmiştir."


En dar ve ZOR GÜNümüzde KALb-i SİLMm:

يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
Resim---Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn (benûne).: 'Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde." (Şuarâ 26/88)

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm (selîmin).: Allah’a selîm (selâmete ermiş) kalple gelenler hariç.” (Şuarâ 26/89)

Ömer radiyallahu anhu insanlara: “Size ölüm ne kadar uzaktır?”diye sorar. Onlar da: “Göz ile kaş arası!” dediklerindeyse: “Siz uzun emel üzeresiniz, ÖLüm gözün beyazı ile siyahı kadardır!” der.

Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
“Yevme lâ yenfau”da ->kalb-i selîm isterler!.

zer ü sîm: Altın ve gümüş.


Bağdatlı Âşık Rûhî (ö.m.1605)


Resim

Yâ RABBenâ!.

DÜNyâda >ÂHrette >DÎNde
Kesret-Vahdet TEK-BİRindir!.
>AshÂB-ı KeHF ÂLEMİnde
->KuL İhvÂNin KıtMÎRindir!..

ZEVK 6738

ZITLarın ZeVK ZÂİKÂsı.. ->zÂLİM AKLımı ->ÂLİMKıL!.
KüLLî ŞEYin MuALLÂKta.. ->HÂLimi hER ÂN HÂLİm KıL!.
URUC-RüCÛ MiRÂCımız.. NÛR-u MuhaMMed HACımız..
TeSLiMiYyet ->İSTiKÂMet.. ->KALBimi SıRR-ı SELîM KıL!..


24.03.15 12:44.
brsbrs..tktktrstkkmdynyrle..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön