KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim NahNu..

KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta =>SıLâ-i RaHiM..

Sözlükte “Bağ, İlişki” anlamına gelen “SILA” ile “Döl yatağı, Ana rahmi” ve mecazen “insanlar arasındaki Soy Birliği, AKRABAlık Bağı” mânasındaki “Rahm/Rahim” (çoğulu Erhâm) kelimelerinden oluşan “SıLâ-i Rahim” terim olarak =>“Kan bağı ve evlenme yoluyla oluşan AKRABAlık Bağlarını yaşatma, AKRABAlarla ilişkiyi sürdürme, haklarını gözetme, onlara ilgi gösterme, iyilik ve yardımda bulunma, ziyâret etme” şeklinde açıklanmaktadır.
AKRABAlar için “Zü’l-Erhâm, Ülü’l-Erhâm” gibi tabirler de kullanılır.
İbnü’l-Esîr, bu tür AKRABAlık görevlerini ihmal etmenin veya AKRABAlara kötü davranmanın “Kat‘-ı Rahim” tâbiriyle ifâde edildiğini belirtmektedir. (en-Nihâye, II, 210-211; V, 191-192; ayrıca bk. Lisânü’l-ʿArab, “rhm”, “vsl” md.leri; Tâcü’l-ʿarûs, “rhm”, “vsl” md.leri).
Peygamber aleyhisselâm’in tâlimatıyla Habeşistan’a hicret edenler arasında yer alan Ca‘fer-i Tayyâr’ın Resûl-i Ekrem’e minnettarlığını dile getirmek için Necâşî’nin huzurunda yaptığı konuşmada SıLâ-i Rahim (Sılatü’r-Rahm) ve Kat‘-ı Rahim (Naktau’l-Erhâm) tâbirleri geçmektedir. (İbn Hişâm, I-II, 336). Kudüs’te bulunduğu sırada Bizans Hükümdarı Herakleios’un Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hakkındaki sorularını cevaplandırırken Ebû Süfyân da benzer ifâdelerle SıLâ-i Rahimden söz etmiştir.. (Müsned, I, 262, 263; Buhârî, “Bedʾü’l-vahy”, 6; “Zekât”, 1; “Edeb”, 8.).

SıLâ-i RaHiM DereceLeri Vardır.:

En Aşağı Derecesi =>AKRABAlarımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmak; karşılaştığımızda selâmlaşmayı, hal hâtır sormayı ihmâl etmemek; dâima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek ve hayır dilemektir.
İkinci Derecesi =>Ziyâretlerine gitmek ve çeşitli konularda yardımlarına koşmaktır. Bunlar daha çok bedenî hizmetlerdir. Özellikle yaşlıları zaman zaman yoklayarak, yapılacak işleri varsa onları takib etmek kendilerini sevindirecektir.
Üçüncü ve En Önemli Derecesi =>AKRABAlara malî yardım ve destek sağlamaktır..



Resim KELÂMULLAH’ta =>SıLâ-i RaHiM.:

Kur’ân-ı Kerîm’de “RAHİM” kelimesi yer almamakla birlikte çoğulu “erhâm” Yedi âyette sözlük anlamında.. Âl-i İmrân 3/6; En‘âm 6/143, 144; Ra‘d 13/8..


هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاء لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Huvellezî yusavvirukum fî’l- erhâmi keyfe yeşâ’(yeşâu), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: O (ALLAH) ki, RAHİMlerde sizi dilediği gibi tasvir eder (şekil verir). O'ndan başka ilâh yoktur. O AZÎZ'dir, HAKÎM'dir.” (Âl-i İmrân 3/6)

اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ
“ALLAHu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdu’l- erhâmu ve mâ tezdâd (tezdâdu), ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr (mıkdârin).: ALLAH bütün kadınların ne taşıdığını ve RAHİMlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O'nun katında herşey bir miktarla takdir edilmiştir.” (Ra‘d 13/8)

Üç âyetteAKRABAlar, AKRABAlık Bağları,AKRABAlık Hakları”..

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Yâ eyyuhân nâsuttekû RABBekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnALLAHe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar, RABBiniz'e karşı takvâ sâhibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem Aleyhis selâm'dan) yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O'nunla (O'nun adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun ve RAHİMlerden (AKRABAlık Haklarından) sakının. Muhakkak ki ALLAH, sizin üzerinizde murakıbtır (sizi kontrol edendir).”(Nisâ 4/1)

فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِن تَوَلَّيْتُمْ أَن تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ
“Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fî’l- ardı ve tukattıû erhâmekum.: Demek, 'iş başına gelip yönetimi ele alırsanız' hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve AKRABAlık Bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?”(MuhaMMed 47/22)

لَن تَنفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Len tenfeakum erhâmukum ve lâ evlâdukum, yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti) yefsılu beynekum, vALLAHu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: (Eğer Peygambere hiyanetlik ederseniz, ALLAH’ın azabına karşı) ne (Mekke’deki) AKRABAlarınız, ne de çocuklarınız size asla fayda vermez. ALLAH, kıyamet gününde aranızı ayıracaktır, (itaat edenleri cennete, isyan edenleri cehenneme koyacaktır). ALLAH, bütün yaptıklarınızı görendir.”(Mümtehine 60/3)

İki âyette ülü’l-erhâm şeklinde “AKRABAlar” mânasında geçmektedir...

وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَئِكَ مِنكُمْ وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve ûlû’l- erhâmi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh (kitâbillâhi), innALLAHe bi kulli şey'in alîm (alîmun).: Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. ALLAH'ın kitabına göre yakın AKRABAlar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz ki ALLAH her şeyi bilendir.”(Enfâl 8/75)

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
“En nebiyyu evlâ bi’l- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlû’l- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi mine’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestura (mestûren).: Nebî (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O'nun (Nebî'nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve RAHİM sâhibleri (AKRABAlar), onlar birbirlerine, ALLAH'ın Kitab'ında, mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab'ta satır satır yazılıdır.”(Ahzâb 33/6)

Ayrıca “kurb” (yakınlık) kökünden çeşitli kelimelerin bulunduğu başka âyetlerde de AKRABAlarla ilgili görevlere yer verilmiştir..

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ
“Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bi’l- vâlideyni ihsânen ve zi’l- kurbâve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni ve kûlû li’n- nâsi husnen ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekât (zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn (mu’ridûne).: Biz, İsrailoğulları'ndan: “ALLAH'tan başkasına kul olmayın, ana-babaya, yakınlara (AKRABAya), yetimlere ve miskinlere ihsânda bulunun, insanlara güzel söz söyleyin, namazı (hakkıyla) kılın, zekâtı verin.” diye misak almıştık. Sonra da sizden pek azınız hariç, (misakınızdan geri) döndünüz. Ve siz, yüz çeviren kimselersiniz.” (Bakara 2/83)

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
“Leyse’l- birre en tuvellû vucûhekum kıbele’l- maşrıkı ve’l- magrıbi ve lâkinne’l- birre men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhırı ve’l- melâiketi ve’l- kitâbi ve’n- nebiyyîn (nebiyyîne), ve âte’l- mâle alâ hubbihî zevi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîne vebne’s- sebîli, ve’s- sâilîne ve fî’r- rıkâb (rıkâbi), ve ekâme’s- salâte ve âte’z- zekât (zekâte), ve’l- mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ve’s- sâbirîne fî’l- be’sâi ve’d- darrâi ve hîne’l- be’s (be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humu’l- muttekûn (muttekûne).: Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, ALLAH'a, Yevm'i’l- Âhire (ALLAH'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab'a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, AKRABAlara (yakınlık sâhiblerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (ALLAH'a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takvâ sâhibi olanlardır).”(Bakara 2/177)

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا
“Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bi’l- vâlideyni ihsânen ve bizi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni ve’l- câri zi’l- kurbâ ve’l- câri’l- cunubi ve’s- sâhıbi bi’l- cenbi vebni’s- sebîli, ve mâ meleket eymânukum. İnnALLAHe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ (fehûran).: Ve ALLAH'a kul olun. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya, AKRABAya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa (eşlere), yolda kalmışa ve elinizin altında sâhib olduklarınıza (köleye, cariyeye, işçilere) ihsânla davranın. Muhakkak ki ALLAH, kibirli olan ve övünen kimseleri sevmez.”(Nisâ 4/36)

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren ille’l- meveddete fî’l- kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH'ın, imân eden ve sâlih amel (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını müjdelediği budur. De ki: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, YAKINLIKta SEVgiden başka. Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret eden), Şükredilen'dir.”(Şûrâ 42/23)

Şu İki âyette yine sıla kökünden bir fiil kullanılarak ALLAH’ın yaşatılmasını emrettiği bağları koparanlar kınanmaktadır; burada da AKRABAlık bağlarını kesenlerin kastedildiğini belirtenler vardır..: (Şevkânî, I, 61).

الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“Ellezîne yenkudûne ahdALLAHi min ba’di mîsâkıh (mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerALLAHu bihî en yûsale ve yufsidûne fî’l- ard (ardı) ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: O bozguncular ki (ezelde) ALLAH'a (itaat edeceklerine) söz verdikleri halde, sonradan bozarlar. ALLAH'ın birleştirilmesini emrettiği (YAKINLIK ve îmân bağlarını) keserler, yeryüzünü fesad ve bozgunculuğa boğarlar. Bunlar hüsrana uğrayanlardır...”(Bakara 2/27)

وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَآ أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ
“Vellezîne yankudûne ahdALLAHi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerALLAHu bihi en yûsale ve yufsidûne fî’l- ardı ulâike lehumu’l- la’netu ve lehum sûu’d- dâr (dâri).: Amma ALLAH'ın Ahdini, O'na söz verdikten sonra bozanlara, ALLAH'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi (AKRABAlık Bağlarını) koparanlara ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara gelince, işte lânet onlaradır. Kötü Yurt Cehennem de onlaradır.”(Ra‘d 13/25)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim ResimRESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM.:

Halit b. Zeyd (Ebu Eyyüb el-Ensarî) radiyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek.: "Yâ Rasûlallah; beni CeNNete sokacak bir ibadet söyler misiniz?" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'a ibadet eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve SıLâ-i RaHiM edersin." buyurdu.
(Buharî, Zekât, 1)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH''a ve Âhiret Gününe iman eden kimse AKRABAsını görüp gözetsin." buyurmuştur.
(Buharî, İlim, 37; Müslim, İmam, 74-77).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "AKRABAlık, Arş'ta asılıdır. Der ki.: “Beni gözeteni ALLAH' gözetsin; beni terk edeni ALLAH' terk etsin!." der.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr ve Sıla, 17)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "AKRABAlık bağlarını kesip koparan kimse CeNNete giremez." buyurmuştur.
(Buharî, Edeb, 11.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa, AKRABAsını görüp gözetsin." buyurmuştur.
(Buharî, Edeb, 12.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ey insanlar, birbirinize selâm verin, AKRABAnızı gözetin, yemeği yedirin! Geceleyin insanlar uyurken namaz kılın ki selâmetle CeNNete giresiniz." buyurmuştur.
(Tirmizî, Et'ime, 45.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Yoksula yapılan sadaka bir sadakadır. Bu sadaka AKRABAya yapılmışsa iki sadaka demektir. Biri sadaka, diğeri SıLâ-i RaHiMdir ki bu da sadaka sayılır." buyurmuştur.
(Tirmizi, Zekât, 26.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her cuma gecesi insanoğlunun amelleri ALLAH''a arz olunur. Yalnız SıLâ-i RaHiMde bulunmayanların amelleri kabul olunmaz." buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 484.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla AKRABAsını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir." buyurmuştur.
(Buharî, Edeb, 15.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim AKRABAsına ilgi gösterirse ALLAH' da ona ilgi gösterir.” buyurmuştur.
(Müsned, V, 417, 418; Buhârî, “Zekât”, 1; “Kefâlet”, 4; Müslim, “Îmân”, 12, 14). Buhârî’nin el-Câmiʿu’s-sahîh’inde)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, SıLâ-i RaHiMin müslüman olmayan yakın AKRABAya karşı da geçerli olduğunu ifâde etmiş ve.: ALLAH', din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz” meâlindeki âyetin (el-Mümtehine 60/8) buna işaret ettiğini bildirmiştir.

لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
“Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fî’d- dîni ve lem yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: ALLAH, DÎN konusunda sizinle savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere iyilik etmenizden ve onlara adaletle davranmanızdan sizi nehyetmez (yasaklamaz). Muhakkak ki ALLAH', adaletli olanları (adaletle davrananları) SEVer.” (Mümtehine 60/8)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: AKRABAya verilendir, çünkü bunda bir sadaka, bir de SıLâ-i RaHiM sevâbı var” cevâbını vermiştir..
(Müsned, IV, 17, 18; Tirmizî, “Zekât”, 24, 26; Nesâî, “Zekât”, 22, 82.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e birisi geldi, dedi ki.: “Benim AKRABAlarım var, ziyâret ediyorum, fakat onlar bana gelmezler. Ben iyilikte bulunurum, onlar bana kötülük ederler, ben onlara yumuşak davranırım onlar beni bilmezden gelirler.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Eğer durum böyleyse sen onlara vicdan azâbı çektirmiş olursun. Ama sen gene de devâm et, ALLAH'’ın yardımı seninledir.” buyurmuştur.
(Müslim, birr, 22.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: SıLâ-i RaHiM, AKRABA Ziyâreti Er Rahmân İsminden alınmıştır ve sık ağaçların birbirine sarılmış kökleri gibidir. ALLAH' buyurur ki: “Bu görevi yapanlara ben RAHMetimi indiririm, yapmayanlarla ilişiği keserim!.” buyurmuştur.
(Buhârî, edeb, 13.)

Sahâbeden birisi gelir der ki.: “Yâ Resûlallah, beni CeNNete götürecek bir İŞ söyler misiniz, nasıl davransam CeNNete girebilirim?”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH'’a kulluk et, ve O’na hiçbir şeyi ortak koşma, namazını kıl, zekâtını ver ve AKRABAnı GÖZet.” buyurmuştur.
(Müslim, îman, 12, 14.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Rızkının geniş ve ömrünün uzun olmasını isteyen sıla-i rahimde bulunsun, AKRABA ve dostlarını ziyâret etsin, onlara iyilikte bulunsun.” buyurmuştur.
(Buhârî, edeb, 12.)

SıLâ-i RaHiMin ömrü uzatacağı ifade edilen (meselâ bk. Müsned, III, 156, 247, 266; Buhârî, “Edeb”, 12; Müslim, “Birr”, 20, 21)
Bu hadisler, ALLAH' dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır” meâlindeki âyete (er-Ra‘d 13/39) dayanılarak lafzî mânada anlaşıldığı gibi, ALLAH' böylelerine arkasından DUÂ edecek hayırlı nesiller verir” şeklinde de açıklanmıştır..
(İbn Hacer el-Heytemî, s. 137-138).

يَمْحُو اللّهُ مَا يَشَاء وَيُثْبِتُ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَابِ
“Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit (yusbitu), ve indehu ummu’l- kitâb (kitâbi).: ALLAH', dilediği şeyi siler, yok eder (mahveder) ve (dilediği şeyi) sabit kılar ve ümmü’l- Kitab (Ana Kitab), O'nun indindedir (nezdindedir).” (Ra‘d 13/39)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, SıLâ-i RaHiM/AKRABA ziyâreti ve onlara iyilik rızık genişliğine vesîle olduğunu buyuruyor.
ALLAHu zü’L-CeLÂLde;

قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
“Kul inne rabbî yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru leh (lehu), ve mâ enfaktum min şeyin fe huve yuhlifuh (yuhlifuhu), ve huve hayru'r- râzikîn (râzikîne).: De ki: "Muhakkak ki benim RABBim, kullarından dilediği kimseye rızkı genişletir ve takdir eder (daraltır). Ve bir şey infâk ettiğiniz (verdiğiniz) zaman (o taktirde) O, onun karşılığını verir. Ve O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’ 34/39)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SıLâ-i RaHiMin Lî VeCHiLLAH ALLAH RIZASI için YAPıLmasını buyurmuştur ki;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Karşılık bekleyerekSıLâ-i RaHiM yapan, AKRABAfyı ziyâret eden bunu lâyıkıyla yapmış sayılmaz. Asıl erdemli kimse, kendisine gelinmese de ziyâret ve ilişkiyi devâm ettirendir.” buyurmuştur.
(Buhârî, edeb, 15.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

HADÎSLERDE SILÂ-i RAHİM..
(Kutüb-i Sitte Çerçevesinde)

YÜKSEK LİSANS TEZİ..
Garibe Gül KUSURSUZ..



Resim ÖN-SÖZ.:

Yüce Yaratıcı ALLAHu zü’L- CeLÂL, insanları yaratmış ve onlara beyânı öğreterek bu vasıfla mümtâz kılmıştır. İnsanları yaratan ALLAH celle celâlihu olduğu için, onları her yönüyle en iyi bilen de yine O'dur. Kur’ÂN-ı Kerîm ve onun ışığında oluşan sünnette, insanlar için gerekli olan bütün açıklamalar vardır. Bu konulardan birisi de, "SıLâ-i Rahim" dediğimiz akrabalık bağı ve akraba ilişkileridir.


SıLâ.: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. Âşıkın mâşukuna kavuşması. Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme.
SıLâ-i Rahim.: Hısım akrabayı ve mü'minleri ziyâret etme, onlarla görüşme ve mektuplaşma; alâkayı devâm ettirme. Akrabanın kusurlarını affetme..


Yüce Dinimizin ortaya koyduğu ilkeler bakımından insanlar arasında renk, cinsiyet ve coğrafya farklılığı gibi fiziksel sebeblere bağlı bir değer hiyerarşisinden söz edilemez; sadece takvâya bağlı olarak ruhlar arasında bir derece farkı olabilir. Ancak bu türden bir fazîlet de beşerî ilişkilerde bir üstünlük getirmez; takvânın mükâfatı âhirettedir. Dinimiz, inanç ve değer birliğine dayalı bir kardeşliğin insanlar arasındaki ilişkinin mâhiyetini belirlemesini emretmektedir. Esasen insanların hepsi Âdem aleyhisselâm'ın çocuklarıdır. Şahıslar değil, inanç ve tutumlar nazar-ı i’tibara alınır. İnsanlar, olumsuz tutumlarını bıraktıkları zaman, herkesle aynı değer ve onuru paylaşırlar.

İslâm, Araplar arasında son derece önem verilen neseb ilişkilerini ve soy üstünlüğü anlayışını tamamen dışlayarak =>"SıLâ-i Rahim" (akrabalık bağını sürdürme) bağlamında ve ahlâk kuralları çerçevesinde ödev, hak ve sorumluluklar açısından düzenlemiştir. İslâm'ın önerdiği bu yeni anlayışta akrabalığın devâm ettirilmesine yapılan vurgu soyun üstünlüğünden dolayı değil, toplum düzeni ve yardımlaşma açısındandır. Kur’ÂN ve Hadisler, bu bakımdan SıLâ-i Rahimi teşvik etmiş, soyları ile bağlantıyı koparanları yermiştir; soy ile övünmeyi de yasaklamıştır. Nihâî noktada değer ölçüsü, soy değil takvâdır. Câhiliye Dönemindeki ırk, neseb ve kabîle bağları, bu yeni bakış açısıyla mâhiyet değiştirmiştir. Sosyal yapıdaki bu köklü değişimin önemli bir göstergesi de sahâbîler arasında, muharebelerde müşrik akrabalarına karşı savaşanların bulunmasıdır. Bu târihî hâdiseler, Câhiliye dönemi Arap sosyal yapılanmasına tamamen hâkim olan kavim, kabîle, âile gibi tabiî ve irsî özelliklere dayalı sosyal kimliklerin bir kenara bırakılıp, akîdeye dayalı bir kimliğin sosyal ilişkilerde temel belirleyici hâline geldiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu olaylar ayrıca İslâm'ın ırkçılığı yasaklayan hükümlerinin teorik planda birer temenni olarak kalmayıp inananların hayatında gerçeklik kazandığını da göstermektedir.

Geniş bir kavram olmasına rağmen, Hadîs literatüründe genellikle asabiyet olarak adlandırılan ırkçılık, kısaca =>"İslâm dışı bir gaye etrafında gruplaşma" mânâsına gelir. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, insanlık âilesinin, ayırımsız olarak beyazıyla siyahıyla hepsine gönderilmiş bir rehberdir. Aynı şekilde O (sallallahu aleyhi vesellem), Vedâ Hutbesinde.. "Ne Arab'ın Arap olmayana ne de Arap olmayanın Arap olana üstünlüğü vardır" sözünden hareketle, o zamana kadarki bütün ırkî üstünlük iddialarını temelinden yıkmayı hedeflemiştir.

Kur’ÂN-ı Kerîm ve Hadîsler, SıLâ-i Rahim ile ilgili aydınlatıcı ve yol gösterici bilgiler sunmuş ve bu konuyu kuvvetle vurgulamıştır. Dinimiz, SıLâ-i Rahim çerçevesinde akrabaya karşı iyi davranılmasına büyük önem vermiştir. Soyca ya da evlilik sonucu aralarında bağ kurulan hısım ve akrabalar, geniş anlamda âilenin bir parçasıdır. Onlara karşı birtakım görevlerimiz vardır. Bu görevlerin en başında "SıLâ-i Rahim"; yani akrabaların hak ve hukukunu gözetmek gelir. SıLâ-i Rahim, birçok açıdan âile ve toplum yapısına olumlu katkılar sağlar. Akrabalarımızı zaman zaman ziyâret etmek, güler yüz ve güzel sözlerle gönüllerini kazanmak, muhtaçlarına yardım etmek, hediyeleşmek, sevgilerini kazanmak, haberleşmek ve selâm göndermek, son derece güzel ve ahlâkî bir davranıştır. Akrabaya soğuk davranmak, toplumun çözülmesine, birbirine yabancılaşmasına, âilenin dağılmasına, akrabalık bağlarının kopup toplumun mânevî ve ahlâkî değerlerinin temelden sarsılmasına yol açar. Bunun neticesinde ise, birbirini tanımayan nesiller yetişir. Akrabalık bağları çözülmüş toplumların sonu ise, hüsrân ve yıkımdır. Böylesi kötü bir sonuca varılmaması için, âyet ve hadisler, bu konuda çok ağır ahlâkî ve dinî müeyyideler getirmiştir.

Günümüzde akrabalık bağları ciddi şekilde dejenere olmuştur. Dejenere olmuş ilişkilerin nihaî durumu "ÇÖZÜLÜŞ"tür. Bunun sağlıklı bir kıvama gelebilmesi için ciddi bir emek sarf etmek gerekir. Sonuç i’tibariyle her şey emeğe dayanır. Bağı güçlendirme adına pek çok iletişim yolunun yanında, yardım, sadaka ve hediye gibi maddî desteğin tavsiye edilmesinin yarar ve hikmetleri açıktır. Bütün bunların amacı, öz olarak, yakınlar arası bağı ve dayanışmayı koruma, toplumda sosyal adâleti sağlama, kişilerin ihtiyacının giderilmesi veya haklarının karşılanması gibi çeşitli hedefler taşımaktadır..
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim
Çalışmamız, "Hadîslerde "SıLâ-i Rahim" " üzerinedir. Tez'e başladıktan sonra mevzu’yla ilgili okumalar yaptıkça, Hadîs-i Şerîfleri taradıkça, her şeyden önce bunun çok geniş bir konu olduğunu gördük. Araştırmalar ışığında ilerledikçe, konuyla ilgili çok sayıda Hadîs-i Şerîfe ulaştık. Aynı zamanda bu konunun değişik boyutlarını inceleyen birkaç yüksek Lisans Tezi de hazırlanmıştır.:
Bunlardan birisi, 2003 yılında Sakarya XI Üniversitesi’nde, Hüsnü Öncel'in hazırlamış olduğu "Kur’ÂN'da Akrabalık İlişkileri" adlı tezdir.
(Öncel, Hüsnü; "Kur’ÂN'da Akrabalık İlişkileri", Sakarya Ü., SBE, 2003, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
Bu tez'de Kur’ÂN-ı Kerîm'de akrabalık meselesi ve akraba ilişkilerini ifâde eden kelimeler ve âyetler üzerinde durulmuştur.
Bir diğer çalışma da, Hatice Ünlü'nün hazırlamış olduğu "Sünnette Âile İçi İletişim" isimli yüksek lisans tezidir.
(Ünlü, Hatice; "Sünnette Âile İçi İletişim", Marmara Ü., SBE, 2007, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
Bu tez, Sünnet'te âile içi iletişim ve karı-koca ilişkileri konusunu ele almıştır. Arap Dünyasında da bu konuyla ilgili çalışmalar mevcuttur.

Bizim çalışmamızda ise, "SıLâ-i Rahim" , daha genel bir çerçevede ele alınmış ve hadîsler nokta-i nazarından mesele değerlendirilmiştir.
Meselâ bk. (eş-Şuhaymî, Muhammed Sa'd Halefullâh; Âdâb ve Ahkâm min Ahâdîsi Sıleti'l-Erhâm, Dâiretü'ş-şüûn el-İslâmiyye, 1. Baskı, Dubai 2008). XII)


Resim

Bu çalışma, GİRİŞ ve DÖRT BÖLÜMden meydana gelmektedir.:
Giriş kısmında konunun önemi, yüksek lisans tezi olarak seçilip işlenmesine etki eden faktörler, takip edilen metod hakkında bilgi verilmiştir.

BİRİNCİ BÖLÜMde, konu çerçevesinde, "SıLâ-i Rahim" Kavramlarının lügat ve ıstılah mânâları târif edilmiş; ayrıca, "SıLâ-i Rahim" in mâhiyeti, çeşitleri, hükmü ve dereceleri açıklanmıştır. Daha sonra, tez'in asıl konusu ve en önemli bölümü olarak gördüğümüz, "SıLâ-i Rahim" in, hadîsler bağlamında fazîletleri madde madde ortaya konmaya çalışılmış; bununla, İslâmî İletişimin dayandığı esasları gösterme hedeflenmiştir. Bu bağlamda, "SILA", "SıLâ-i Rahim" gibi akrabalarla ilgiyi devâm ettirmeyi ifâde eden kavramlar ele alınmış, kelimelerin sözlük ve terim anlamları tesbit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca yine bu bölümde, akrabalık ilişkilerinin ahlâkî boyutu incelenmiş, bu bağlamda akrabalık bağlarının önemi ve korunması, akrabalara güzel muâmelede bulunma, tebliğ görevine önce akrabalardan başlama, yakınlara hakkını verme, akrabalara infak etmenin fâzileti, akrabaların hatalarından dolayı bağı kesmeme gibi konular işlenmiştir.

İKİNCİ BÖLÜMde, "SıLâ-i Rahim" 'i koparmak anlamana gelen "Kat’-ı Râhim" Kavramının tanımı üzerinde durulmuştur. İlk olarak, Kat’-ı Râhim terkibinin mânâsı izah edilmiş, cehâlet, takvâ zayıflığı, kibir vb. akrabalık bağının kopuşuna sebeb olan bazı tutum ve davranışlara dikkat çekilmiştir. Bunlara ilâveten, Kat’-ı Râhim'in olumsuz sonuçlarına da değinilmiştir. Görüldüğü üzere, birinci ve ikinci bölümlerde, iletişim kavramının İslâm’a göre ifâdesi olan "SıLâ-i Rahim" ve Kat’-ı Râhim mefhumlarının, dinî yaşantı ve insânî ilişkilerdeki yeri ve önemine dikkat çekme amaçlanmıştır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜMde ise, Hadîslerde, âile içi ve akrabalar arası müsbet ilişkileri sürdürmede etkin kişilerin çerçevesi çizilmiş, bu kimselerin hak ve görevleri imkân nispetinde ortaya konmaya çalışılmış; yakın ve uzak akrabalarla iletişim konusuna kısaca değinilmiştir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜMde ise; ilk üç bölümde, Peygamber aleyhisselâm'in sözlerinden anlamaya ve açıklamaya çalıştığımız SıLâ-i Rahim ve "Kat’-ı Râhim" konusunun, bizzat O'nun (sallallahu aleyhi vesellem) hayatından birtakım örneklerle zenginleştirilmesi amaçlanmıştır.

Resim

Gerek öğrencilik hayatımda, gerekse tez belirleme ve çalışma aşamasında, ilgi, tavsiye ve teşviklerini esirgemeyip sürekli yol gösteren; bilimsel tenkit, teklif ve takdirlerini, her zaman ilmî ve meslekî bir nezaketle ve kolaylaştırıcı bir üslupla sunarak ciddî mânâda yardımcı olan; ve en son olarak tez'imi, şekil ve muhtevâ açısından titizlikle değerlendiren değerli Danışman Hocam Yrd. Doç. Dr. Necmettin Şeker Bey'e öncelikle hürmet ve şükranlarımı arz ederim. Ayrıca, yetişmemizde emeği geçen, maddî ve mânevî yönden destek olan bütün hocalarıma da teşekkürü bir borç bilirim..
G. Gül KUSURSUZ.. IĞDIR-2013..


Resim GİRİŞ.:

GİRİŞ.:
İnsanlar tabiatları gereği sosyal varlık olmaları hasebiyle, birbirlerine muhtaçtırlar. Bu sebeble Cenâb-ı Hak, aralarında bir kısım râbıtalar tesis etmiştir. Kişinin hayattaki saâdeti bu bağların sağlam ve olumlu olmasıyla doğru orantılıdır. İslâm, "SıLâ-i Rahim" adı altında bunu dinin önemli temellerinden biri olarak ortaya koymuş ve bu konuda birtakım kâideler vaz'etmiştir. Soy birliğine sâhip olanların, ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, ilişkilerini sürdürmeleri, birbirlerini sevmeleri, birbirlerine şefkat beslemeleri, maddî mânevî destek sağlamaları ve üzüntülü anlarda sıkıntılarını giderecek girişimlerde bulunmaları özel olarak "SıLâ-i Rahim"in muhtevâsını oluşturur. Genel olarak SıLâ-i Rahim, tüm insanlara ve bütün varlıklara karşı şefkatle muâmelede bulunmaktır. Bunların bilinmesi ve gerekleriyle amel edilmesi, hem müslümanlığımızın kemâli için gerekli, hem de saâdetimiz için zaruridir.

Toplumumuzda SıLâ-i Rahimin güzel bir tezâhürü olarak, bayramlaşma, karşılıklı sevgi, saygı, ikram, cömertlik, hediyeleşme gibi erdemler, büyük bir i’tibar ve önem kazanmış ve bu konuda köklü geleneklerin oluşmasına vesile olmuştur. Akrabalık İlişkileri, sosyal dayanışma açısından önemli olduğu gibi, âilelerin huzur ve güven içinde yaşamaları açısından da mühimdir. İyi ilişkiler, mutluluk ve sevincin paylaşılmasında, sıkıntı ve kederin göğüslenmesinde ayrı bir öneme sâhip olduğundan fert ve âilelere toplum içinde destek olur. Dolayısıyla sosyal bünyeyi güçlendirir. Kötü ilişkiler de sürekli rahatsızlık, güvensizlik ve yalnızlık hissi uyandırır. Kültürümüzden süzülmüş bir anlayışın ifâdesi olan, "akrabaya taş atan onmaz!." Atasözü, akrabalık ilişkilerinin bozulmasının sonucunu göstermesi açısından son derece isâbetli bir tesbiti dile getirir. Yine dilimizdeki;
“Et tırnaktan ayrılmaz!", "Akraba idik akrep olduk biz bize, ayrı düştük bakmaz olduk yüzümüze!.", "akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğin!." vb. özdeyişler, Akraba İlişkilerinin anlam ve boyutlarını göstermesi bakımından mühimdir. .

Sosyal dayanışma ve yardımlaşma açısından insana âileden sonra en yakın sosyal çevreyi akrabalar oluşturur. Bunun için Kur’ÂN ve Hadîsler, akraba ilişkilerine titizlikle değinmiştir. Kur’ÂN-ı Kerîm'de münâfıkların belirgin bir özelliği olarak akrabalık bağlarını koparmaları gösterilir.:


وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَآ أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ
“Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fî’l- ardı ulâike lehumu!l- la’netu ve lehum sûu’d- dâr (dâri).: ALLAH'ın ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve ALLAH'ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler varya, işte lanet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.//ALLAH’a verdikleri sözü kulluk sözleşmesi ile belgeledikten, kesinleştirdikten sonra bozanlara, koyduğu ilâhî düzene, şeriata aykırı yaşayanlara, ALLAH’ın, riâyet edilmesini, birleştirilmesini, bütün olarak düşünülmesini, uygulanmasını emrettiği, bütün peygamberlerin tek davet ve tebliğ konusu İslâm dinindeki devamlılığı sağlayan hükümleri bir kenara atarak, ayrı dinler icat edenlere; şer’î kuralları, şer’î hükümleri, şer’î düzeni, Kur’ân’ın bütünlüğünü bozarak, parçalayarak İslâm’ı tesirsiz kılmaya çalışanlara, ülkede, yeryüzünde küfürle, zulümle, isyan ile, fitne ile fesat çıkaranlara lânet vardır, kötü bir yurt, cehennem vardır.” (Ra'd 13/25)

فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِن تَوَلَّيْتُمْ أَن تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ
“Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fîl ardı ve tukattıû erhâmekum.: Demek, 'iş başına gelip yönetimi ele alırsanız' hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?” (MuhaMMed 47/22)

Peygamberimiz aleyhisselâm da.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Fazîletlerin en üstünü, senden ziyâreti kesen akrabanı ziyâret etmendir." buyurmuştur.
(Ahmed İbn Hanbel eş-Şeybânî; el-Müsned, I-VI, Beyrut 1969; III, 438.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Yüce ALLAH şöyle buyurur.: “Ben Rahmân'ım, o (Akrabalık Bağlarının adı) da “rahim”dir. Ona kendi ismimden türeyen bir isim verdim. Onunla ilişkiyi sürdürenle BEN de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle BEN de ilişkimi keserim." buyurmuştur.
(Ebu Davûd.)

sallallahu aleyhi vesellem.: SıLâ-i Rahim yapan, akrabasından gördüğü iyiliğe iyilikle karşılık veren kimse değil, akrabası kendisine iyiliği kestiğinde dahi onlara iyilik yapandır." buyurmuştur.
(Buharî.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim ALLAH'a ve Ahiret Gününe inanıyorsa, misafirine ikramda bulunsun. Kim ALLAH'a ve Ahiret Gününe inanıyorsa, Akraba İlişkilerini sürdürsün... " buyurmuştur.
(Buharî.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sevâbı dünyâda iken verilecek iyilik, (başkalarına) iyilik etmek ve akraba ile ilgilenmektir. Cezâsı dünyâda iken verilecek kötülük de haddi aşarak azgınlık yapmak ve akraba ile iyi ilişkiyi kesmektir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAHa ve âhirete inanan, SıLâ-i Rahimde bulunsun.” buyurmuştur.
(Buhârî, Ebû Abdullâh Muhammed b. İsmâ'îl, (ö. 256/870); Sahîhu'l-Buhârî (I-VIII), Nşr. Dr. Mustafâ Dîb el-Buğâ, Dâru İbn Kesîr, 1987, "Edeb", 31, 85..)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Akrabasıyla ilgisini kesen kimse CeNNete giremez." buyurmuştur.
(Buhârî, "Edeb", 11; Müslim, "Birr", 18, 19; Ebû Dâvûd, "Zekât", 45; Tirmizî, "Birr", 10.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu gibi sözleriyle, SıLâ-i Rahimin önemine ve ne kadar hassas bir konu olduğuna açık bir şekilde dikkat çekmiştir..

Kaynaklarda, akraba ilişkilerinde nasıl davranmak gerektiğine ilişkin olarak, maddî destekte bulunmak, yardımına koşmak, ziyârete gitmek, darda kaldığında yetişmek; mutlu ve üzüntülü zamanlarında yanında olmak, musîbet geldiğinde teselli etmek… gibi açıklayıcı bilgiler vardır. Hadîslerin bu konudaki tavsiyeleri akrabalık ilişkilerinde oldukça kuşatıcı bir çerçeve çizmekle birlikte, akrabaların birbirleri üzerindeki bütün haklarını saymayı değil belki önemli olanlarına örnek kabilinden işâret etmeyi amaçlar. Bu i’tibarla bir müslümanın, uzak-yakın farkı gözetmeksizin tüm akrabalarıyla iyi ilişki içinde olması, İslâm'ın yardımlaşma, dayanışma, zarar vermeme, küs durmama ilkeleri doğrultusunda hareket etmesi, bu konudaki örf ve âdetleri ihmal etmemesi gerekir. Günümüzde hızlı şehirleşmenin, şehir yapılaşmasının ve değişen iş hayatının akrabalık ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir. Akraba oldukları halde yardımlaşma, dayanışma bir tarafa tanışmayan ve konuşmayanlar bile vardır. Akrabalık ilişkilerinin müsbet yönleri hakkıyla gerçekleştirilmeli, olumsuz yönlerinden kaçınılmalıdır. Bunun için onları rahatsız edecek davranışlardan kaçınmalıdır.
ALLAH Katı’nda da kul katında da, hakkında akrabalarının iyi şâhidlik yaptığı bir kişi olmaya çalışmak yeterlidir. Zaten hadîslere göre SıLâ-i Rahim, âhirette şâhidlik edecektir.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Neseblerinizi ezberleyip, belleyin; SıLâ-i Rahim yapın... Her türlü akrabalık, kıyâmet gününde sâhibinin önüne gelecektir. Eğer kişi SıLâ-i Rahim yaptı ise, ona bu hususta şâhidlik edecek; yok eğerSıLâ-i Rahimi kesti ise, o da onu keserek aleyhinde olacaktır." buyurmuştur.
(Buhârî, el-Edebü'l-müfred, thk. M. Fuâd Abdülbâkî, Darü'l-beşâir el-İslâmiyye, Beyrut 1989, I, 42; Beyhakî, Şuabü'l-îmân, X, 327.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

BİRİNCİ BÖLÜM.: Resim SILA-i RAHİM..


I-) "SILA" VE "RAHİM" KAVRAMLARI.:

"SıLâ-i Rahim" kavramı, hakkı verilmesi, muhâfaza edilmesi gereken her çeşit akrabalık, komşuluk, arkadaşlık ve insaniyet bağı gibi beşerî bağları ifâde eder.
(Canan, Hadis Ansiklopedisi, c. 6, s. 279. Canan, Hadis Ansiklopedisi, c. 6, s. 279.)
"Hadîslerde SıLâ-i Rahim" isimli çalışmamızın asıl konusu, bu kavramın, akrabalar arası münâsebetleri ifâde eden yönünü, Hadîs-i Şerîflerin rehberliğinde anlamaya çalışmaktır. Öncelikle bu kavramın, lügat ve ıstılâhî anlamları üzerinde durulacaktır.


A-) "Sıla" Kavramının Lügat Mânâsı.:

"Sıla - ةَصل " ِkelimesi, aslında "v-s-l, ل َص َو " َfiilinin mastarıdır ve "bir araya gelmek, bitişmek, bitiştirmek, alâka kurmak, vasletmek, kavuşmak, ulaşmak, ihsân, ödül, hediye, vuslat" gibi anlamlara gelir. İnsanın, doğduğu yeri, hısım ve akrabasını gidip görmesi anlamındadır. Ayrılık ve terk etme mânâsındaki "hicrân", "katîa" ve "fasl"ın zıt anlamlısıdır.
(İbn Manzûr, Lisânü'l-'Arab, VIII, 4850, "vsl" md.; Âsım Efendi, Kâmus Tercemesi, "v-s-l" md.)
"Ulaştırmak, yetiştirmek, iletişim, kopmayacak şekilde bitiştirmek" gibi anlamlara gelen "îsâl" ve "ittisâl" kelimeleri de aynı kökten türemişlerdir. مه َح ِر َل َص َوَ "akrabalara ihsân etti, acıdı, şefkat gösterdi" demektir. (Zebîdî, Tâcu'l-'Arûs, "vsl" md.; Cevherî, es-Sıhâh, V, 1842. 12 İbn Manzûr, Lisânü'l-'Arab, ve Rağıb, Müfredât, "rhm" md.; Cevherî, es-Sıhâh, V, 1929)


B-) "Râhim" Kavramının Lügat Mânâsı.:

"Râhim" kelimesi, "rahmet, in'âm, lütuf, rikkat, atf, taattuf, yumuşak olmak, acımak, esirgemek, karâbet, rikkat, ihsân, şefkat" anlamlarına gelen "r-h-m" maddesinden, "rahmet" masdarından türemiştir. م ح ِر َّال" ,yakınlık ve akraba ilişkileri" demektir. Bu kelime ile ana karnında bebeğin yaşamış olduğu "döl yatağı" kast edilir. Doğum cihetiyle olan nesebî akrabalık "rahm" diye ifâde edilir. "Rahm, rihm, veya râhim", nesebe dayalı kan hısımlığını ifâde eder. Tek bir râhimden (döl yatağı) çıkmış olmasından dolayı meydana ْر َحا م Çoğulu. yakınlıktır gelen َ .dır'أ
Kur’ÂN-ı Kerîm'de, "ülü'l-erhâm", "zevü'l-erhâm"
(bk. el-Enfâl 8/75; el-Ahzâb 33/6.)
(tekili, zü'r-râhim) terkibleri de "akraba" mânâsınadır. (Akyüz, Vecdi; "Akraba", DİA, II, 286.)


وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَئِكَ مِنكُمْ وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve ÛLÛ’L- ERHÂMi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh (kitâbillâhi), innallâhe bi kulli şey'in alîm (alîmun).: Ve bundan sonra iman edip hicret eden (göç) eden kimseler ve sizinle beraber cihad eden kimseler, işte onlar sizdendir. ALLAH'ın Kitab'ında rahim sahiBleri (akrabalar), birbirlerine daha yakındır. Muhakkak Kİ ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Enfâl 8/75)

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
“En nebiyyu evlâ bi’l mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ÛLÛ’L- ERHÂMi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi mine’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestura (mestûren).: Nebî (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O'nun (Nebî'nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahibleri (akrabalar), onlar birbirlerine, ALLAH'ın Kitab'ında, mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab'ta satır satır yazılıdır.” (Ahzâb 33/6)


C-) "SıLâ-i Rahim" Terkibinin Istılâhî Mânâsı.:

Râhim, anne karnında cenînin yaratıldığı yerdir. Buradan yola çıkılarak, yakınlığı ifâde etme adına, akrabalar için de aynı kelime kullanılmaya başlanmıştır. Bu yakınlık, akrabalar arasında karşılıklı sevgi ve saygıyı temin etsin diye bu kelimeyle ifâde edilir.
(el-Kasîr, Abdullah b. Sâlih; Tezkîrü'l-en'âm bi şe'n-i sıleti'l-erhâm, Dârü'bn-ü Huzeyme, Riyâd 1419; s. 9.)

SıLâ-i Rahim, akrabayı ziyâret etme, onlarla görüşme, alâkayı devâm ettirme, varsa kusurlarını affetme gibi anlamlara gelir.
(Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 112, 113; Cevherî, es-Sıhâh, V, 1842.)
Bu terkib aynı zamanda, güzel söz söyleme, akraba hukûkuna riâyet etme, ebeveynin yanı sıra yakın ve uzak hısım akrabaya karşı iyi davranma gibi iyilikleri ifâde eder.
Nevevî, sıla'nın hakîkatını, "Râhim, Arş'a (ALLAH'ın َع ْر ِش تَق و ل :diyor şöyle asılmış) tahtına ْ ال ِ ب قَة َّ َ مَعل َّن ال َّر ِحم ِ ََّّللا إ :ٌ َعه َعنِي قَطَ ََّّللا ، َو َم ْن قَطَ َم ْن َو َصلَنِي َو َصلَه - Kim benimle bitişirse ALLAH da onunla bitişir; kim benden ayrılırsa Allah da ondan ayrılır." hadîsiyle îzah eder.
(Buhârî, "Edeb", 13, Müslim, "Birr", 6, 17.)

Bu terkible İbn Hacer'e göre, aralarında neseb bakımından yakınlık bulunanlar kast edilir. Bu yakınların birbirlerinin vâris veya mahremi olup olmamaları arasında fark yoktur. Aralarında mahremlik bulunanlara mahsus olduğunu söyleyenler de vardır. Ama tercih edilen, birinci görüştür. Çünkü ikinci görüşe göre amcazâde veya dayızâdeler akrabaya dâhil olmamaktadır. (İbn Hacer, Fethu'l-bârî, XXII, 193.)

"SıLâ-i Rahim", akrabayı arayıp sormak, onları ziyâret etmek, gurbettekilerin kendi memleketlerini ziyâret etmesi, akrabalarla görüşmek, onların muhtaç olanlarına yardım etmek, hasta olanlarını ziyâret etmek, kayıp olanlarını araştırmak ve varsa kusurlarını affetmektir. Bütün bunlar akrabalık hukukuna riâyet kabîlindendir. Vefâ ve mürüvvet hasleti, en güzel sosyal bir vazifedir. Akraba hukukuna riâyet bir vecîbedir. Aralarında ihtilaf yasaklanmış, hatır kırmaya ve dedikoduya sebeb olacak şeylere meydan verilmemesi emredilmiştir. (Bilmen, Kur’ÂN-ı Kerîm'in Meâli Âlisi ve Tefsîri, II, 541.)

İbnü'l-Esîr'e göre "SıLâ-i Rahim", hem neseb akrabalığını hem de evlilik yoluyla oluşan sıhrî akrabalıkları ifâde eder. Dolayısıyla bunlara ihsânda bulunmak, iyilik etmek, şefkatli davranmak ve hatırlarını sormak "SıLâ-i Rahim", karşıtı ise "Kat’-ı Râhim"dir. (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 191. 6.)

Lügavî olarak İbn Hacer'in görüşünün isâbetli olduğu açıktır. Ama Peygamber aleyhisselâm'in uygulamalarından nesebî, sıhrî ve rada‘î akrabalarıyla bağlarını koruyup güçlendirmede derece farkı gözetmekle birlikte, bütün bu gruplarla ilişkilerini muhafazadaki titizliği de İbnü'l-Esîr'in görüşünü destekler.


II-) SILA-i RAHİM'in MÂHİYETİ.:

İbn Ebî Hamza şöyle der.: SıLâ-i Rahim, mal ile, ihtiyaç zamanında yardım etmekle, zararları def etmekle, güler yüzlü olmakla, dua ile olur… Kurtubî ise: SıLâ-i Rahim, sevgi saygı ile, nasihatleşme ile, adalet ve insâf etmekle, gerekli hukuku yerine getirmekle, yakınlara yardım etmekle, hallerini görüp gözetmekle, ufak tefek hatalarına da göz yummakla olduğunu söyler. (el-Kasîr, Tezkîrü'l-en'âm, s. 12, 13.)
Tirmizî şerhi Tuhfetü'l-ahvezî, SıLâ-i Rahim'in mâhiyeti ile alakalı şu bilgileri verir: "SıLâ-i Rahim, maddî yardımda bulunmakla, sıkıntıları paylaşmakla, ziyâretle, güler yüzlü davranmakla olabilir. Kısaca ifâde etmek gerekirse, akrabaya mümkün olan hayır imkânlarını sağlamak ve gücü yettiğince onları her türlü şerlerden uzaklaştırmak şeklinde olur. Ancak bu hâl, akrabalar istikâmet üzere olduğu müddetçedir. Eğer onlar birer kâfir ve fâcir kimse iseler, o zaman onlarla irtibatı Allah için kesmek de bir tür SıLâ-i Rahim'dir. Bir şartla ki onlara öğüt vermek, eğer ısrar ederlerse, irtibatı, onların haktan yüz çevirmeleri sebebiyle kestiğini kendilerine belirtmek gerekir. Bu durumda olanlarla yapılması gereken sıla, onların gıyabında kendilerinin doğru yola dönmeleri için dua etmek şeklinde olur." (Mübarekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, VI, 35.)
Şu halde kâfir veya fâsık kişiler olursa bu durumda sevgi ve samimiyeti kaldırmak şer'an matlûbtur. Fakat onları îkâz ve irşâtta, öğüt ve nasihatte bulunmayı ihmal etmemelidir. (Mübarekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, VI, 30.)

Bu uygulamayı Peygamber aleyhisselâm'ın mesajını ve çağrısını kabul etmeyen akrabalarına karşı nasıl gerçekleştirdiğini göstermek üzere aşağıdaki hadîsleri hatırlamak gerekir: Ebû Hüreyre'nin (radiyallahu anhu) rivâyet ettiğine göre: "Yakın akrabalarını uyar!" (Şuarâ 26/214) âyeti nâzil olunca Peygamber aleyhisselâm, Kureyş kabîlesini toplantıya çağırdı. Onlar da geldiler. Peygamber aleyhisselâm, onların bazılarını ismen zikrederek şöyle hitap etti: "Ey Abdüşşemsoğulları! Ey Ka'b b. Lüey oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın! Ey Abdümenafoğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın! Ey Hâşimoğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Abdülmuttaliboğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın! Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtar! Çünkü Allah'ın azabından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aranızdaki akrabalık bağım sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim." buyurdu.
(Buhârî, "Menâkıb", 13; Müslim, "Îmân", 348; Nesâ'î, "Vasâyâ", 6.)

Amr b. Âs'tan (radiyallahu anhu) gelen rivâyette Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurur: "(Akrabam olan) Falan oğulları Kabîlesi benim dostlarım değildir. Benim dostlarım ALLAH ile sâlih mü'minlerdir. Fakat ötekilerle aramızda akrabalık bağı bulunduğu için kendileri ile ilgimi kesmeyeceğim."
(Buhârî, "Edeb", 14.)

ق ْ َمَو َّدةَ فِي ال ْ ال ِالَّ ْج ًرا إ َ ْي ِه أ كْم َعلَ ل َ ْسأ َ ْل الَ أ ق -
De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir karşılık beklemiyorum." Kur’ÂN-ı Kerîm'de, Peygamber aleyhisselâm'ın dâvet çalışmaları sırasında yakınlarından "akrabalık sevgisi" dışında bir şey beklememesini emreden bu ifâdenin ardından, "Kim bir iyilik yaparsa onun karşılığını fazlasıyla veririz"


ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren ille’l- MEVEDDETE FÎ’L- KURBÂ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH'ın, iman edip ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını müjdelediği budur. De ki: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, YAKINLIKTA SEVGİden başka. Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki ALLAH , Gafûr'dur (mağfiret eden), Şükredilen'dir.” (Şûrâ 42/23)

Şeklindeki açıklamada da hasene kelimesinin, mutlak anlamda kulanılması yanında, akrabalar arası dayanışmaya da işaret ettiği sezilmektedir. İbn Abbas'ın tefsîrine göre bununla akrabalık hatırına dâvetine engel olunmamasını istemiştir. (Buhârî, "Tefsîr", 42.)

Şu halde akraba, ister Müslüman ister kâfir, ister müttakî, ister fâcir olsun, irtibat her hâlükârda sürdürülmelidir.
Meselâ Hz. Ömer (radiyallahu anhu), Peygamber aleyhisselâm tarafından kendisine satması ya da kullanabilecek birine vermek üzere hediye ettiği ipekli bir elbiseyi, o zaman henüz îmân etmemiş olan Mekke'deki kardeşine göndererek onunla irtibatını korumuş, SıLâ-i Rahim yapmıştır. (Müslim, "Libâs", 6.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

III-) SILA-İ RAHİM'in UYGULAMA ŞEKİLLERİ.:

SıLâ-i Rahimin muhtelif uygulama şekilleri vardır. Bunlar, zamana, zemine, duruma ve ihtiyaca göre çeşitlilik gösterip, değişebilirler. İhtiyaç halinde nafaka vermek ve yardım etmekle, bazen hediye ile, bazen de sevgi gösterisi ile, gerektiğinde nasihat etmekle, kimi zaman zarar ve şerleri def etmekle, adaletli olmakla, gülümser bir yüzle, gerekli hakların ödenmesinde adalet göstermekle, yerine göre onlara DUÂ etmekle, hallerini sorup soruşturmakla, ufak tefek hatalarını görmezden gelmekle, onları ziyâret etmekle, gerektiği yerde arka çıkarak destek olmakla.. SıLâ-i Rahim yapılabilir. Maddî yardımlar, aynı zamanda akrabalık bağlarının korunmasının ve toplumsal dayanışmanın sağlanmasının da tabii bir yoludur. Yani kısacası, mümkün mertebe bütün hayırları onlar için düşünmek, uygulamak ve yine mümkün mertebe, onlara ilişebilecek bütün kötülüklere engel olmak şeklinde özetlenebilir.
(İbn Hacer, Fethu'l-bârî, X, 418; es-San'ânî, Sübülü's-selâm, Dârü'l-hadîs, ts., IV, 1533; el-Kasîr, Tezkîrü'len'âm, s. 14.)

Ahlâk-ı Alâî'de "Adâletin Nevi'leri" başlığı altında verilen listede, (Kınalızâde, Ahlâk-ı Alâî, I, 61-63.)
sadakat, ülfet, vefa, şefkat, mükâfat, hüsn-i şerîke (ortak işlerde dürüst hareket etme), hüsn-i kaza (hakları güzellikle ödeme), teveddüd (yakınların ve erdemli kişilerin dostluğunu kazanma), teslim, tevekkül, ibadet gibi güzel özelliklerle beraber, SıLâ-i Rahim de sayılmıştır.
Bütün bunları aslında şu âyet-i kerîme cem' etmektedir;


إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“İnnallâhe ye’muru bi’l- adli ve’l- ihsâni ve îtâi zî’l- kurbâ ve yenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munkeri vel bagy (bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki ALLAH, adaletli olmayı ve ihsânı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (ALLAH'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecâvüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)

IV-) SILA-İ RAHİM'in HÜKMÜ.:

SıLâ-i Rahimin hükmü, ittifâkla vâcibtir. Bu konu, ulemâ tarafından açıkça beyan edilmiştir. Mutlak bir SıLâ'nın güçlüğünden dolayı imkân ölçüsünde SıLâ, daha gerçekçi bir hükümdür.
Kādî İyâz'ın açıklamasına göre, genel olarak SıLâ-i Rahim'in vâcib, ve Kat’-ı Râhim'in de büyük bir günah olduğunda ihtilâf yoktur. Hadîsler, bunu göstermektedir. (Komisyon, el-Fetâvâ, VIII, 1127, 1285; el-Kurtubî, el-Câmi', V, 6.)

Akrabalar arasında sürdürülmesi gereken bir irtibat olan SıLâ-i Rahimin, ziyâret ederek hallerini sormak, gerekirse yardımlarına koşmak, uzakta iseler selâm göndermek... gibi derece ve mertebeleri vardır. Bu derecelerin bazısı bazısından yüksektir. SıLânın en alt mertebesi, selâm vererek bile olsa, tatlı söz ile hal hatır sorma şeklinde olanıdır. Bundan başlayarak, ziyâretle, hizmetle, mâlî yardımla yapılan derecelere kadar yükselir. Yapılması gereken SıLâ, insanın gücüne ve ihtiyacına göre değişir. Bazısı vâcib, bazısı da müstehab olur. İnsan, SıLânın bir kısmını yapsa, en üst olanını yapamasa bile, bu kimseye kâtı', yani SıLâyı terk etmiş biri denemez. En aşağı derecedeki SıLâya gücü yeten ve onu îfa eden kimse SıLâ etmiş olur. Fakat daha yüksek SıLâya gücü yettiği halde, meselâ mal ile veya beden ile yardıma kudreti olan kimse, sadece bir selâm ve ziyâretle geçiştirirse, o da tam mânâda SıLâ etmiş olmaz. (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 112, 113.)

SıLânın kimlere vâcib olduğu hususu ulemâ arasında ihtilaflıdır. (es-San'ânî, Sübülü's-selâm, II, 628.)
Bazıları biri erkek, diğeri kadın olduğunda, birbirlerine nikâh düşmeyecek derecede yakın akrabaya vâcib olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde amcaoğullarına ve dayıoğullarına vâcib değildir. Bazılarına göre miras taksimindeki zevi'l-erham grubunu oluşturan bütün akrabaya farzdır.
(Ashâb-ı ferâiz, asabe ve zevi'l-erhâm.: Ashâb-ı ferâiz, terikedeki hisseleri belirli olan on bir çeşit hısım olup bunlar paylarını aldıktan sonra, mirasın geri kalan kısmını asabeyi teşkil eden hısımlar aralarındaki öncelik sırasına göre alırlar. Bu iki gruptan kimse mevcud değilse o zaman zevi'l-erhâm grubunu teşkil eden hısımlar mirasçı olurlar. Zevi'l-erhâm.: Hısımlık bağına sâhip kimseler, neseb hısımları demektir. Miras Hukukunda ashab-ı feraiz (mirasta muayyen payları olan, "zevc, zevce, baba, anne, dede, kız, oğlun kızı, ana-baba bir kızkardeş, baba bir kızkardeş, ana bir kardeşler, nine"den oluşan on bir çeşit hısım) ve asabe (miras bırakan kişiye, doğrudan veya erkek vâsıtasıyla bağlanan erkek hısımlar) guruplarına dâhil olmayan kan hısımlarını ifâde eden bir terimdir. Meselâ kızın çocukları, hala, teyze, dayı, kız veya erkek kardeşin çocukları (yeğenler) bu guruptadır.)
(Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İz, İstanbul 1999, c. I, s. 461).

Nevevî'ye göre de ikincisi doğrudur. (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 112.)
Âlimler, SıLâ'nın genel olarak vâcib olmakla birlikte, derecelerinin söz konusu olduğunu söylerler. SıLâ-i Rahim, ister uzak isterse yakın akrabalar olsun, bazı zamanlarda vâcib, bazı durumlarda müstehabtır. (Âdâb ve ahkâm min ahâdîsi sıleti'l-erhâm, s. 21.)

Hz. Mâriye (ö. 16/637), Peygamber aleyhisselâm'in câriyesidir. Muhtelif rivâyetler olmakla birlikte, babasının, Mısır'ın Saîd Bölgesinden ve “Kıbtî” denilen yerli halkından olduğu söylenir. Hicretin 7. (628) yılında, Bizans'ın İskenderiye Vâlisi ve Mısır mukavkısı olan Cüreyc b. Mînâ, Resûl-i Ekrem'e yazdığı cevâbî mektupla birlikte câriyelerinden Mâriye ile başka birtakım hediyeler yolladı. Mâriye dolayısıyla Mısırlılar'ı kendine hısım kabul eden Resûl-i Ekrem, ileride Mısır fethedildiği zaman, halkına iyi davranılmasını tavsiye etmiş ve bu tavsiyesi yerine getirilmiştir. (Uraler, Aynur; "Mariye", DİA, XXVIII, 63, 64.)

Ebû Zerr'den (radiyallahu anhu) gelen bir rivâyette Resûl-i Ekrem.: "Şüphesiz ki siz Mısır'ı fethedeceksiniz. Mısır, (orası) "Kîrât" isminin kullanıldığı bir yerdir. Mısır'ı fethettiğinizde halkına iyi davranın. Çünkü onlara karşı ahdimiz ve onların bizimle akrabalığı vardır, (ya da bir zimmet ve evlilik yoluyla meydana gelen bir akrabalık hakkı vardır.)" buyurur.
(Müslim, "Fezâilü's-Sahâbe", 226, 227; Müsned, V, 173, 174; Taberânî, el-Kebîr, XIX, 111; Hâkim, II, 553; Beyhakî, Delâil, VI, 322.)

Nevevî, Mısırla ilgili bu râhim ve yakınlık bağını, Hz. İsmâil'in (aleyhisselâm) Annesi olan Hz. Hâcer'in Mısırlı olmasına bağlar. Sıhriyet meselesi de, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) Oğlu İbrâhim'in Annesi Mâriye'nin Mısırlı olması hasebiyledir. (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, VIII, 325; XVI, 112. 10 .)

Peygamber aleyhisselâm bir başka hadisinde de, iyiliklerden en mükemmelinin bir kimsenin Baba Dostunu görüp gözetmesi olduğunu bildirmiştir.:
"Birgün biz Rasûlullah'ın huzurunda otururken Selemeoğulları Kabîlesinden bir adam çıkageldi ve.: “Yâ Resûlallah! Anamla babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” diye sordu. Resûl-i Ekrem.: “Evet, onlara DUÂ eder, günahlarının bağışlanmasını dilersin; vasiyetlerini yerine getirirsin; akrabasını koruyup gözetirsin; dostlarına da ikramda bulunursun." buyurdu.
(Müslim, "Birr", 11-12; Ebû Dâvûd, "Edeb", 120; İbn Mâce, "Edeb", 2.)

Peygamber aleyhisselâm'in yakın ve uzak akrabayı ziyâret etmeyi, ihtiyacı varsa ona yardımcı olmayı teşvik eden hadislerinin sayısı bir hayli fazladır.

Ramazan ve Kurban Bayramlarının önemli bir işlevi de âile bireyleri ve akraba arasında ziyâretleşmeyi, dayanışma ve kaynaşmayı arttırmaktır. Aynı şekilde yakınını kaybeden kimselerin ziyâret edilip tâziyede bulunulması da gerekir. Bütün bunlar hem dinî bir vecîbe hem de bir müslümanın diğer din kardeşi üzerindeki hakkıdır. (TDVY, İlmihal II, s. 474.)

V-) SILA-İ RAHİM'in DERECELERİ.:

SıLâ-i Rahimin dereceleri vardır. Bu derecelendirme en yakınlardan uzağa doğru sıralanır. (Nevevî, Şerhu Müslim, XI, 77; XVIII, 151.)
Yakınlar, ya mahrem olan, ya da mahrem olmayan akrabalardır. Diğer bir değerlendirmeye göre, Umûmî ve Husûsî Akrabalar olarak ikiye ayrılırlar. Mahrem olan akrabalar, anne, kız kardeş, hala, teyze gibi evlenilmesi ebedî haram olanlardır. Gayr-ı Mahrem olanlar ise, amca ve dayıların kızları gibi evlenilmesi helal olan akrabalardır.
(Mahrem.: Evlenmleri yasak erkek ve kadın hısımlar; birbiriyle evlenmeleri dinen câiz olmayacak ölçüde yakın akraba" mânâsında bir terim." (Nevevî, en-Nihâye, "râhime" md.; II, 504.)

Öncelikle usûl denen üst soy hısımları, yani kişinin neslinden geldiği ana, baba, dede, nine… gibi yakınları; fürû denen, onun neslini sürdüren oğul, kız ve bunların çocukları, aşağıya doğru alt soy hısımları, torunları… Ardından erkek ve kız kardeşler, amcalar, halalar, dayılar, teyzeler… sonra bunların çocukları… annenin amca ve halaları, annenin dayı ve teyzeleri… şeklinde sıralanır. Ancak şu kadar var ki ana, baba ve çocuklar için örfen akraba tabiri kullanılmaz. Ardından kan akrabalığından ayrı olarak evlilikten doğan akrabalık (karâbetü'l-müsâhere); süt akrabalığı (karâbetü'r-radâ')… gelir. (Akyüz, Vecdi; "Akraba", DİA, II, 286; Damad Efendi; Mecmaü'l-Enhür fî Şerhi Mülteka'l-Ebhur, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut 1316 h., IX, 41.)

SıLâ-i Rahim, aslında kişinin bütün yakınlarını ifâde eder. Annesi-babası, dedeleri-nineleri, kızları, oğulları, torunları… kardeşleri (kız-erkek), yeğenleri, amcaları, halaları, dayıları, teyzeleri ve bütün bunların çocukları, mahrem olsun olmasın bütün akrabaları SıLâ-i Rahime dâhildir.(el-Kasîr, Tezkîrü'l-en'âm, s. 9.)
İmam Nevevî: "Önce anne, baba, çocuklar, sonra dedeler, nineler, erkek ve kız kardeşler, sonra sâir akrabalar, amcalar, halalar, dayılar, teyzeler, sonra sırasıyla diğerleri; ebeveyn cihetiyle yakın olanlar, sadece ebeveynden biri cihetiyle yakın olanlardan daha yakındır; ardından amca, dayı teyze çocukları gibi gayr-ı mahrem olanlar, sonra da musâhere yoluyla akraba olanlar…" şeklinde bir sıralamaya tabi tutar.48 (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 319.)

Ebeveynin emirleri ALLAH'ın Buyruklarına ters değilse, onlara itaat gerekir.
Ebû Hüreyre’nin müttefekun aleyh bir rivâyetine göre.: "Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e geldi.: "Yâ Resûlallah! Kendisiyle beraber bulunmama, güzel geçinmeme, güzel bakmama en lâyık olan kimdir?" Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Annendir" dedi. "Sonra kim yâ Resûlallah" dedi. Peygamber aleyhisselâm yine.: "Annen", dedi. "Sonra kim yâ Resûlallah" dedi. Resûl-i Ekrem yine.: "Annen", dedi. "Sonra kim yâ Resûlallah" dedi. "Sonra baban" buyurdu.
(Buhârî, "Edeb", 2; Müslim, "Edeb", 1, 2.)
Bir sahâbi de: "Yâ Resûlallah, kime iyilik edeyim?." diye sormuş. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Annene, sonra annene, sonra annene; sonra babana, sonra derece derece yakın olanlara" buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, "Edeb", 120; Tirmizî, "Birr", 1; İbn Mâce, "Edeb", 1; Müsned, V, 3, 5.)

İbn Mes'ûd (radiyallahu anhu) diyor ki.: "Peygamber aleyhisselâm'a sordum.: "Hangi amel (ALLAH Katı’nda) daha üstündür?" "Vaktinde kılınan namaz" dedi. "Sonra hangisi?" dedim. "Ana babaya iyilik" dedi. "Sonra hangisi?" dedim. "ALLAH YOLU’’nda cihâd" dedi. Peygamber aleyhisselâm bunları bana söyledi, eğer sormağa devâm etseydim, daha da söyleyecekti."
(Buhârî, "Mevâkît", 5, "Edeb", 1; Müslim, "Müsâfirîn", 216; Tirmizî, "Kur’ÂN", 11; Nesâ'î, "Mevâkît", 51; Dârimî, "Salât", 24; Müsned, VI, 176.)

Talha İbn Mu'âviye es-Sülemî diyor ki.: Peygamber aleyhisselâm'a geldim.: "Yâ Resûl-i Ekrem, ben ALLAH YOLU’nda cihâda gitmek istiyorum" dedim. "Annen sağ mı?" dedi. "Evet" dedim. " ،اَهَجلْ ِ َزْم ر ْ ال َجنَّة ْ َّم ال َثَف" "Ayağına sarıl, işte CeNNet oradadır" buyurdu.
(İbn Mâce, "Cihâd", 12; Müsned, II, 197; Taberânî, Tefsîru'1-hadîs, V, 18, 19.)

Peygamber aleyhisselâm.: "İhtiyarlık zamanlarında annesine, babasına, yahut bunlardan yalnız birine yetiştiği halde bunların rızasını kazanarak CeNNete giremeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün!" buyurmuştur.
(Müslim, "Birr", 8; Müsned, II, 346.)

Görüldüğü üzere, geçen rivâyetleri incelediğimizde Hadîs-i Şerîflerde SıLâ-i Rahimin ilk derecesi öncelikle anne olmak üzere ebeveynlerdir. ALLAH celle celâlihu, en başta annelerimize iyiliği ve hizmeti tavsiye ediyor. Sonra babalarımıza. Sonra da sırasıyla diğerlerine..
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

VI-) HADÎSLERDE SILA-İ RAHİM.:

Resim A-) SILA-İ RAHİM =>İSLÂM'IN İLK EMİRLERİNDENDİR.:

SıLâ-i Rahim, İslâm'ın ilk emirlerdendir. Mekke'de inen ilk âyetlerde bu hususa işâret edildiği gibi.(Şuarâ 26/214) Peygamber aleyhisselâm'in ilk tebliğleri arasında da SıLâ-i Rahim vardır. Ayrıca birçok âyette emredilmiş olan (bk. en-Nisâ 4/36; el-İsrâ, 17/26; er-Rûm 30/38; el-Bakara 2/215; el-Enfâl 8/75; el-Ahzâb 33/6.) SıLâ-i Rahim, sevâba en hızlı ulaştıran amel-i sâlihlerden birisidir. (İbn Mâce, "Zühd", 43.)

Amr b. Abese'den (radiyallahu anhu) gelen uzun bir hadîs bunu gösterir.: "Câhiliyye dönemindeyken insanların tamamen dalâlete saptıklarını, hiçbir işe yarayacak harekette bulunmadıklarını ve putlara taptıklarını biliyordum. Günün birinde bir zâtın bazı farklı şeyler söylediğini duydum. Merak edip Mekke'deki Makamına gittim. Kendisine.: "sen kimsin?" diye sordum. "Ben peygamberim." dedi. "Peygamber ne demek?" dedim. "Yani beni ALLAH elçi olarak gönderdi" dedi. "ALLAH seninle neler bildirdi?" diye sordum. O da.: SıLâ-i Rahimi yaşatmayı, putları kırmayı ve ALLAH'ı bilip ona ortak koşmamayı bildirmek üzere beni gönderdi" dedi. O sırada yanında Ebû Bekir ve Bilâl vardı. Ben de ona tâbi oldum."
Hâkim'in rivâyetinde, "iyilikَ ederek ve akrabalık bağlarıyla…" şeklinde geçer ki, SıLâ-i Rahimin nasıl olması gerektiğini apaçık gösterir. (Müslim, "Müsâfirîn", 294; Hâkim, IV, 149.)

Nevevî bu hadîsle ilgili şu açıklamayı yapar.: "Bunda, SıLâ-i Rahim'e teşvîk konusunda açık bir delîl vardır. Çünkü Peygamber aleyhisselâm, SıLâ-i Rahim ile Tevhîd'i birbirine bağlayarak zikretmiştir. Önce en mühim olanla başlamış, sonra SıLâ-i Rahimi söylemiştir." (Nevevî, el-Minhâc fî Şerhi Sahîhi Müslim b. el-Haccâc, Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî, Beyrut 1972; VI, 115.)

Abdullah b. Abbas (radiyallahu anhu), Ebû Süfyân b. Harb'dan (radiyallahu anhu) haber verdiğine göre; Bizans imparatoru Hirakl, Kudüs'e ziyârete geldiği bir sırada, Suriye Bölgesine ticaret için gitmiş olan Ebû Süfyân ve arkadaşlarıyla görüşerek Peygamber aleyhisselâm hakkında bilgi almıştır. Hirakl, Ebû Süfyân'a haber gönderip onu huzuruna çağırtmış ve Peygamber aleyhisselâm'i kasdederek.: "O size ne emrediyor?" diye sormuştur. Ebû Süfyân da.: "O bize, yalnız ALLAH'a ibâdet etmeyi, namaz kılmayı, sadaka vermeyi, iffetli olmayı, akrabalarla irtibâtı devâm ettirip onlara iyilik etmeyi, yani SıLâ-i Rahimi emrediyor." demiştir. (Buhârî, "Edeb", 8; "Bed'ü'l-vahy", 6; Müslim, "Cihâd", 74)

Resim B-) SILA-İ RAHİM'de =>SADAKA SEVÂBI VARDIR.:

Hz. Câbir'den gelen bir rivâyette, bir köle azâd edilmesiyle ilgili bir münâsebetle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle der.: "Önce kendinden başla, kendine harca, eğer bir şey artarsa onu âilene, yine artarsa akrabana ver. Akrabalarından bir şey artarsa, o da işte böyle, sırasıyla... Sonra da, önün, sağın, solun, şeklinde..." (Müslim, "Zekât", 41; Nesâî, "Zekât", 60, "Büyû‘", 84.)
Akrabaya maddî yardımda bulunmanın başkalarına yapılan yardımın iki katı sevâb kazandıracağı bir hakikattır. Bunda, hem sadaka hem de sıla sevâbı vardır. Bu meyânda şöyle buyrulur.: "Miskineَ (verilen) sadaka, (sadece) bir sadaka; akrabaya (verilen) sadaka ise, ikidir. (Bu) hem sadaka, hem sıladır." (Nesâî, "Zekât", 82; Tirmizî, "Zekât", 26; Müsned, II, 367, 379.)

Peygamber aleyhisselâm'ın buyurduğuna göre.: "Sevâbı en yakın olan taat, SıLâ-i Rahimyapmaktır." (İbn Mâce, "Zühd", 23.)

Yani onları gözetmek sûretiyle ilişkileri kuvvetlendirmektir. Bu arada yardım alan kadar verenin de duyacağı mânevî tatminle, akraba sevgisi gibi duygular insanlarda gelişecek, bu sayede birbirini seven, sayan, birbiriyle anlaşan, paylaşan, dertleşen, birbirinin derdine ortak olan gerçek bir toplum, huzurlu, istikrarlı ve içinde insanca yaşanan bir yapı ortaya çıkacaktır.

Ancak akrabaları gözetirken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar da vardır. Öncelikle her hususta dengeli ve ölçülü olmak gerekir. Akrabanın ihtiyaç duyduğu yardım ve iyiliği, onu destekleyecek, kuvvetlendirecek ve gelişmesine imkân verecek ölçüde yapmalıdır. Bu anlamda, şu âyet-i kerîmeleri de her zaman hatırlamak gerekir: "Bir de akrabaya, yolcuya, yoksula hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma."


وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا
“Ve âti ze’l- kurbâ hakkahu ve’l- miskîne vebne’s- sebîli ve lâ tubezzir tebzîrâ tebzîren).: Akrabaya, miskinlere (çalışamayacak durumda olan ihtiyarlara) ve yolda olanlara hakkını ver! Ve savurarak, israf etme!” (İsrâ 17/26)

"Eli sıkı olma, büsbütün eli açık ta olma. Yoksa sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun."


وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا
“Ve lâ tec’al yedeke maglûleten ilâ unukıke ve lâ tebsuthâ kulle’l- bastı fe tak’ude melûmen mahsûrâ (mahsûren).: Ve boynuna elini bağlama (cimrilik yapma) ve hepsini açıp saçma (israf etme)! Aksi halde kınanmış ve malı tükenmiş olarak açıkta kalırsın.” (İsrâ 17/29)

Dinimizin temel hedeflerinden biri de, bütün Müslümanları birbirine bağlamaktır. Bu da öncelikle âile ve akrabalar arasında yakın ilişkiler kurulmasıyla başlar. Müslümanlar arasında kardeşlik, akrabalar arasında da SıLâ-i Rahim Hakları vardır. Bu, çeşitli âyet ve hadîslerin bize haber verdiği bir husustur. Peygamber aleyhisselâm.: "Biriniz oruç açacağı zaman hurma ile açsın. Çünkü hurma bereketlidir. Eğer hurma bulamazsa su ile açsın. Çünkü su temizdir." buyurduktan sonra sözüne şöyle devâm eder.: "Yoksula verilen sadaka bir, akrabaya verilen sadaka iki sadaka yerine geçer. Sadaka ve sıla. Yani biri sadaka sevâbı diğeri de akrabayı koruyup gözetme sevâbı." (Tirmizî, "Zekât", 26; Ebû Dâvûd, "Savm", 21; Nesâî, "Zekât", 82; İbn Mâce, "Sıyâm", 25.)

Peygamber aleyhisselâm’ın son olarak evlendiği Hanımı Hz. Meymûne bint el-Hâris (ö. 51/671), Efendimiz Aleyhisselâm'a haber vermeden bir câriye âzâd etmişti. Kendi nöbet gününde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yanına gelince.: "Ya Rasûlullah, farkına vardın mı câriyemi âzâd ettim." dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem.: “Gerçekten mi?" diye sordu. Hz. Meymûne.: "Evet" deyince .: "Eğer câriyeyi dayılarına hediye etseydin daha çok sevâb alırdın." buyurdular.
Hadîsin Müslim rivâyetinde, "ٌأدناكٌثم أدناك "ifâdesi vardır ki, "sonra sırasıyla…" demektir. (Buhârî, "Hibe", 15, 16; Müslim, "Zekât", 14, 44.)

Yine benzer hadîslerde, yakınlara yapılan izzet-ü ikram için, iki sevâbdan bahsedilmekte.: "Hem yakınlıktan dolayı sevâb, hem de sadaka sevâbı" denilmektedir. (Buhârî, "Zekât", 48.)

Nevevî bu hadîse yorum getirirken.: "SıLâ-i Rahim, köle azat etmekten daha fazîletlidir. "كِ َ ْخ َوالَ "dayılar - أ َخ َواتِ ِك" ,rivâyetlerde başka yerine َ أ - kız kardeşler" şeklinde gelmiştir. Bunların hepsi sahîhtir, çelişki yoktur. Anneye saygının bir ifâdesi olarak annenin akrabalarına özen göstermeye işâret vardır." demiştir. (Nevevî, Şerhu Müslim, VII, 86.)

Medineli Müslümanlar arasında en çok hurma bahçesine sâhip olan Ebû Talha (radiyallahu anhu), Mescid-i Nebevî'nin karşısında bulunan ve içindeki tatlı suyu Peygamber aleyhisselâm tarafından beğenilen Beyruhâ adlı bahçesini çok severdi.
"Sevdiğiniz şeylerden ALLAH YOLU’nda harcamadıkça en üstün sevâbı kazanamazsınız"


لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“Len tenâlû’l- birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn (tuhibbûne), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe (ALLAH için vermedikçe), asla Birr'e nail olamazsınız. (ALLAH'ın size verdiklerinden, Allah için) bir şey infâk ettiğiniz zaman muhakkak ki ALLAH, onu en iyi bilendir.” (Âl-i İmrân 3/92)

Meâlindeki âyet nâzil olunca, Ebû Talha (radiyallahu anhu) Peygamber aleyhisselâm'ın yanına gidip, bu âyeti okudu ve.: "Şüphesiz ki benim en sevdiğim malım Beyruhâ'dır. Burası ALLAH için sadakadır. Ben, ALLAH Katı’nda onun sevâb ve âhiret azığı olmasını istiyorum. Şimdi onu istediğin yere sarfet" dedi ve bu bahçeyi ALLAH Rızası için dilediği şekilde kullanmasını istedi. Onun bu davranışını.: "MaşALLAH, işte kazançlı mal budur; işte kazançlı mal budur. Onun hakkında söylediklerini işittim. Ben, onu akrabana vakfetmeni uygun görüyorum." buyurarak takdir eden Resûl-i Ekrem'in Bahçeyi akrabalarına vermesinin daha uygun olacağını söylemesi üzerine de onu Übey b. Kâ'b ve Hassan b. Sâbit gibi amcazâde ve yakın akrabalarına bağışlayıp, aralarında taksim etti.(Buhârî, "Vesâyâ", 17.)

Yine Peygamber aleyhisselâm.: "Sadakanın en üstünü, düşman olan akrabana verdiğindir." buyurmuşlardır. (Dârimî, "Zekât", 38; Müsned, III, 402.)

Ebû Talha'nın bu sadakasıyla alakalı Nevevî şöyle bir yorum getirir: "Eğer muhtaç iseler, yakınlara verilen sadaka, yabancılara verilenden daha fazîletlidir. Ve yine bu hadîste, uzak bile olsalar, akrabalığın hakkının gözetilmesi gerektiği hususu vardır. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ebû Talha'ya, akrabalarına sadaka vermesini söylemiştir. Übey b. Kâ'b ve Hassan b. Sâbit ise, onun, yedinci dedede birleştikleri uzak akrabalarıdır." (Nevevî, Şerhu Müslim, VII, 86.)

Hz. Ali (radiyallahu anhu) de.: "Kardeşlerimden birine bir dirhem (vererek) SıLâ-i Rahim yapmam, (başkasına) yirmi dirhem sadaka vermemden bana daha iyi gelir..." diyerek, öncelikle akrabalara SıLâ-i Rahim yapmanın, her zaman daha sevâblı, öncelikli ve önemli olduğunu belirtmiştir.
Aynı şeyi tâbiînden Atâ b. Ebî Rebâh (ö. 114/732) da belirtmiş.: "Hattâ zengin olsalar bile akrabaya vermek, önceliklidir." demiştir. (İbn Ebî'dünyâ, Mekârimü'l-ahlâk, s. 62; Gazzâlî, İhyâ', I, 220.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim C-) SILA-İ RAHİM =>ÖMRÜ BEREKETLENDİRİR.:

Hadîslerde, SıLâ-i Rahim'in ömrü uzatıp bereketlendirdiğinden bahsedilir. Bazıları şunlardır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kime ki rıfktan bir nâsib verilmişse, ona dünya ve âhiret nasibi verilmiştir. (Kime de) SıLâ-i Rahim, güzel ahlâk, güzel komşuluk (verilmişse, bunlar), dünyayı mamur eder, ömrü artırırlar." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Birr", 67; Müsned, IV, 159, 451; Müstedrek, IV, 160.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Muhakkak ki, sadaka ve SıLâ-i Rahim sebebiyle ALLAH, ömrü uzatır; yine onlar sebebiyle ALLAH, Sû-i Hâtimeden korur. Ve onlar sebebiyle sakınılan ve istenmeyen şeyleri def eder." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Zekât", 28; Müsned, VI, 159.)

Müttefekun aleyh olan bir başka hadîste ;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim Rızkının çoğalmasını, ecelinin ertelenmesini (yani ömrünün uzamasını) isteyen kimse akrabasını kollayıp gözetsin, SıLâ-i Rahim yapsın." buyurmuştur.
(Buhârî, "Edeb", 12, " Büyû‘", 13; Müslim, "Birr", 20, 21; Ebû Dâvûd, "Zekât", 45; Müsned, III, 156, 247.)

Hadîsin aynı anlamı destekleyen başka rivâyetleri de vardır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her kim ömrünün uzatılmasını, rızkının bereketlenmesini ve kötü âkıbetin kendisinden uzaklaştırılmasını isterse, ALLAH'tan korksun ve SıLâ-i Rahim yapsın." buyurmuştur.
(Müsned, III, 156; Mecmeu'z-Zevâid, VIII, 152.)

Burada şöyle bir suâl akla gelebilir. Eceller ve rızıklar takdir edilmiştir; ne artar ne eksilirler. Nitekim âyette; "Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler." buyrulur.


وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ
“Ve li kulli ummetin ecel (ecelun), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn (yestakdimûne).: Bütün ümmetler için bir ecel (süre, zaman dilimi, müddet) vardır. Onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat ileri, ne bir saat geri alınmaz.” (A'râf 7/34)

Âlimler bu soruya şöyle cevâp verirler =>“Kimisi bu ziyâdeden murad, rızık bolluğu ve vücud sağlamlığıdır.” der. Bazıları da =>ziyâde ve te'hîr, meleklere nisbetledir ve levh-i mahfûzda yazılıdır. ALLAH'ın ilmi başka, yazılan şey başkadır. Yazılan bazen bozulabilir. Fakat ALLAH'ın ilmi asla değişmez. Hatta bundan ötürü Hz. Ömer (radiyallahu anhu): "Ya RABBî! Beni şakî yazdınsa sil!" demiş, "SENin ilminde şakî isem değiştir" dememiştir. Bazı âlimler de, ömrün ziyâdeliği, ömrün bereketiyle ve kişiyi hayırlı işlere muvaffak kılmasıyla olur. Bu sûretle kısa ömürde başkaların uzun ömürde yapamadıkları hayırlı işleri yapar, onlardan çok yaşamış gibi olur. (Nevevî, Şerhu Müslim, XVI, 213.)

Kısacası, Ehl-i Sünnet Âlimlerine göre insan ömrü uzamaz ve kısalmaz. Kur’ÂN-ı Kerîm'de ve bazı hadîslerde, ilk bakışta ömrün uzatılması veyâ kısaltılması anlamına gelebilecek nasslar varsa da bunların, mânâsı apaçık olan ecelle ilgili muhkem nassların ışığında açıklanması gerekir. Bunlardan, dünyaya gelip yaşamaya başladıktan sonra insanlar için -İlâhî Bilgi dışında kalan- ömür uzatılması veyâ kısaltılması sonucunu çıkarmak isabetli değildir. İlgili hadîslerdeki, ömürdeki "ziyâde" ve "noksan" meselesinin, "Ümmü'l-Kitâb"da (Levh-i Mahfûz) değil meleklerin ellerinde bulunan kitapta meydana gelmesi de ihtimal dâhilindedir. Akrabaları ziyâret edip gözetmenin, komşularla iyi geçinmenin ve sadaka vermenin ömrü uzatacağına ilişkin bu hadîsler, her şeyden önce Âhâd Rivâyetlerdir ve zâhirî mânâları i’tibâriyle kesin anlamlı âyetlere aykırı olduklarından muhkem âyetleri bunların ışığında açıklamak doğru değildir. Bu hadîslerde belirtilen ömrün uzaması, yapılan iyilikler veyâ yetiştirilen hayırlı evlâd sebebiyle insanın öldükten sonra hayırla anılarak adının yaşatılması anlamına gelebileceği gibi, güzel amellerle dolu bir hayatın bereketlenip mutlu bir şekilde geçirilmesi ve dolayısıyla ömrün psikolojik olarak uzun algılanması anlamını da ifâde etmiş olabilir. (Tunç, Cihat; "Ecel", DİA, X, 382.)

Resim D-) SILA-İ RAHİM'i GÖZETENİ =>ALLAH celle celâlihu da GÖZETİR.:

Nisâ Sûresinin ilk âyetinde, "Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz ALLAH'tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının" diyerek akrabalık bağlarına vurgu yapıldıktan sonra, "Şüphesiz ALLAH, üzerinizde gözeticidir." buyrulur.


يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar, RABBiniz'e karşı takvâ sâhibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem Aleyhis selâm'dan) yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O'nunla (O'nun Adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun ve rahimlerden (Akrabalık Haklarından) sakının. Muhakkak ki ALLAH, sizin üzerinizde murakıbdır. (sizi kontrol edendir).” (Nisâ 4/1)

Bu ifâdelerle, SıLâ-i Rahim konusuna önem verilmesi, bu konuda hak ve hukuka titizlikle uyulması ve aslâ gaflet edilmemesi gerektiğine işâret edilmiştir. (el-Kasîr, Tezkîrü'l-en'âm, s. 10.)

Ebû Hüreyre'den (radiyallahu anhu) rivâyete göre; ALLAH TeALÂ, yaratma işini tamamlayınca Akrabalık Bağı (râhim) ayağa kalkarak.: "Bu duruş, Akrabalık Bağını koparan kimseden sana sığınanın duruşudur." dedi.
ALLAH TeALÂ.: "Pekâlâ, seni koruyup gözeteni gözetmeme, seninle ilgiyi kesenden rahmetimi kesmeme râzı değil misin?" buyurdu.
Râhim (Akrabalık Bağı).: "Evet, râzıyım." dedi.
ALLAH TeALÂ.: "Bu hak sana verilmiştir." buyurdu.
Bunları anlattıktan sonra Peygamber aleyhisselâm.: "Dilerseniz şu âyeti okuyun: Ey münâfıklar! Siz, iş başına geçecek olsanız yeryüzünde fesat çıkarır, akrabalarla ilgiyi kesersiniz değil mi? İşte ALLAH'ın lânete uğrattığı, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır." buyurmuştur.
(Buhârî, "Tevhîd", 35; "Tefsîru Sûre", 47; "Edeb", 13; Müslim, "Birr", 6, 16; (MuhaMMed 47/22-23.)


فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِن تَوَلَّيْتُمْ أَن تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ
“Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fîl ardı ve tukattıû erhâmekum. Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fî’l- ardı ve tukattıû erhâmekum.: Demek, “iş başına gelip yönetimi ele alırsanız” hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve Akrabalık Bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?” (MuhaMMed 47/22)

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَى أَبْصَارَهُمْ
“Ulâikellezîne leanehumullâhu fe esammehum ve a’mâ ebsârehum.: İşte onlar, ALLAH'ın kendilerine lânet ettikleridir. Bu sebeble onların (nefslerinin) işitme hassalarını sağır ve görme hassalarını kör yaptı.” (MuhaMMed 47/23)

Bu konuşmanın keyfiyetinin, Lisân-ı Hâl'le, ya da Lisân-ı Kâl'le olması ihtimâli vardır. İkincisi tercihe şâyândır. (Fethu'l-bârî, X, 430.)

Kādî İyâz'ın açıklamasına göre, sıla yapılan, kendisiyle alâka kesilen ve iyilik yapılan râhim ancak mânâlardan bir mânâdır. Cisim değildir. O, neseb ve hısımlıktan ibâret olup, bunlar râhim vasıtasıyla birbirine bağlanır. İşte bu bağlantıya râhim denmiştir. Maksad SıLâ-i Rahim yapanların şanını ve fazîletini yükseltmek, yapmayıp alâkayı kesenlerin bu isyanları sebebiyle işledikleri günahın büyük olduğunu anlatmaktır. Sanki bu isyan, neseb ve hısımlık bağlarını birbirine ekleyen vasıtayı kesmiştir. Sılanın hakîkatı; atiyye, şefkat ve merhamettir. ALLAH'ın Kullarına bir lütfu, ihsânı ve merhametidir. (Fethu'l-bârî, X, 431; Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 112.)

Bu açıklamayı destekleyen diğer bir hadîs şöyledir.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mahşerde Peygamber aleyhisselâm’a şefâat izni verilince emânet ve râhim gönderilir. Bunlar sıratın sağ ve sol tarafında dururlar…" buyurmuştur.
(Müslim, "Îmân", 32.)

Başka bir hadîs şöyledir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Râhim, Rahmân'dan alınmıştır. (Bu râhim) sık ağaçların birbirine sarılmış kökleri gibidir. ALLAH TeALÂ buyurdu ki.: “Her kim sana bağlı bulunur durursa, ben de sana rahmetimi ekler dururum. Kim de seninle münâsebetini keserse ben de ondan rahmetimi keserim." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Birr", 16; Ebû Dâvûd, "Edeb", 66; Müsned, I, 190; (Benzer rivâyet için bk. Buhârî, "Edeb", 13.)

Türkçe karşılık bulmada zorluk çekilen bu târifi İbrâhim Canan.: "Râhim, Rahmân'dan bir bağdır" şeklinde tercüme etmiştir. Şücne-Şicne =>Ağaçlarda diğerleriyle kenetlenmiş damara veyâ vadilerdeki ince yollara denir. Hadis, râhim kelimesinin rahmân kelimesiyle aynı kökten geldiğini belirtmiş, bu müşterekliğin de, Râhim'in ehemmiyetini kavramada yardımcı olabileceğine dikkat çekmiştir. (Canan, Hadis Ansiklopedisi, c. 6, s. 278.)

Anlaşılmaktadır ki, her kim SıLâ-i Rahimi sürdürürse, ALLAH'la da onun bağları sağlam ve kesintisiz olur.. (Tezkîru'l-en'âm, s. 31.)

Diğer bir rivâyette.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH celle celâlihu buyurdu ki.: “Ben, Rahmân'ım, sen de râhimsin, seni elimle yarattım ve kendi ismimden sana bir isim verdim" buyurdu." buyurmuştur.
(Tirmizî; Nevâdiru'l-usûl fî ahâdîsi'r-rasûl, Dârü’l-cîl, Beyrut, III, 239; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, VII, 26.)

Buyrularak, Râhimle Rahmân İsmi arasındaki BAĞa vurgu yapılır. Gereği yerine getirilerek BU BAĞı koruyan, ALLAH'ın Rahmetiyle irtibâtını koruyor demektir. Gereğini îfa etmeyerek bu SıLâ-i Rahimi (Râhim Bağı) koparan da ALLAH'ın Rahmetinden kopmuş olmaktadır. (Canan, Hadis Ansiklopedisi c. 6, s. 279.)


Resim E-) SILA-İ RAHİM =>MÜKÂFÂTI EN HIZLI VERİLEN AMEL-İ SÂLİHTİR.:

SıLâ-i Rahimi terk eden ve bu konuyu hafife alanlar, Kur’ÂN'dan sonra Peygamber aleyhisselâm’ın ifâdelerinde de şiddetli bir şekilde kınanmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mükâfâtı (sevâbı) en hızlı verilen tâat (hayır ve iyilik), SıLâ-i Rahimdir. Bir ev halkı, her ne kadar kötü olsalar da, SıLâ-i Rahim yaparlarsa, malları artar, nüfusları da çoğalır. Ev halkı SıLâ-i Rahim yaptıkları müddetçe, hiçbir şeye muhtaç olmazlar." buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, "Edeb", 51; Heysemî, VIII, 151; İbn Hibbân, Sahîh, II, 182.)

Bu hadîsin, bazı lafız değişikleri ile farklı rivâyetleri de vardır. Biri şöyledir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mükâfâtı (sevâbı) en hızlı verilen tâat (hayır ve iyilik), SıLâ-i Rahimdir. Cezâsı en hızlı verilen kötülük de zulüm yapmak (bağy) ve Kat’-ı Râhim'dir." buyurmuştur.
(Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, X, 62.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim F-) SILA-İ RAHİM YAPANLARI=>ALLAH UTANDIRMAZ.:


Habeş Muhâcirleri adına Necâşî ile konuşan Hz. Ca'fer'in (radiyallahu anhu).: "Ey hükümdar! Biz câhiliye zihniyetine sâhib bir kavimdik; putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık; akrabalık bağlarına riâyet etmez, komşularımıza kötülük eder, güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi." (İbn Hişâm, I, 335-336.)

Şeklindeki sözleri, genel olarak Câhiliye Döneminde akrabalık bağlarının çözülmüş olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ortamın bu denli dejenere oluşuna rağmen Peygamber Efendimiz'in Dedelerinin akraba ilişkilerine önem verdiği bilinmektedir. Peygamber aleyhisselâm’ın Baba tarafından üçüncü Dedesi olan Abdümenâf b. Kusayy'ın, Kâbe'de Hicr'de bulunan bir yazıdan, Kureyş Kabîlesine ALLAH'tan sakınmayı ve akrabalar arasında iyi ilişkilerin devâm ettirilmesini tavsiye ettiği anlaşılmaktadır. (Fayda, Mustafa; "Abdümenâf b. Kusay", DİA, I, 287, (1988))

İşte böyle bir Âileden gelen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, SıLâ-i Rahime çok önem vermiştir. Şu rivâyet bunu destekler.:
"Vahyin ilk başladığı dönemlerde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yüreği titreyerek korku içinde döndü ve eşi Hatîce bint Huveylid'in (radiyallahu anha) yanına giderek.: "Beni örtünüz!. Beni örtünüz!." dedi. Korkusu gidinceye kadar O'nu (sallallahu aleyhi vesellem) örttüler. Sonra Peygamber aleyhisselâm, başından geçenleri Hz. Hatîce'ye anlatarak.: "Kendimden korktum!" dedi.
Hz. Hatîce.: “Hayır ALLAH’a yemin ederim ki, ALLAH seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakar, gözetir; işini görmekten âciz olanların yüklerini çekersin; yoksula verir, hiçbir şeyi olmayana bağışta bulunur, misâfiri ağırlarsın; bir felâkete uğrayana (hak yolunda halka) yardım edersin." diyerek onu teselli etti."
(Buhârî, "Bed'ü'l-vahy", 2, 3, 7; Müslim, "Îmân", 73, 252, 255; Müsned, VI, 232.)

İbn Hacer el-Heytemî (ö. 1567), SıLâ-i Rahimle ilgili eserinde şöyle der.: Hz. Hatîce'nin (radiyallahu anha), Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e olan.: "Sen, şüphesiz SıLâ-i Rahim yaparsın…" şeklindeki sözlerini iyi düşün. Şöyle ki, Hz. Hatîce, SıLâ-i Rahimi, bütün hizy (rezîl olma, hor ve hakîr duruma düşme), şer ve korkulardan korunmanın, ve aynı zamanda bütün hayır, ferah ve sürurlara ulaşmanın muştusu olduğunu söylüyor... Güzel ahlâka âit bütün bu şeyler, her türlü fitneyi ve mihnetleri def' ederler." (İbn Hacer el-Heytemî, Esne'l-metâlib fî sıleti'l-ekârib, s. 180.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İyi işler, sûi âkıbetten, felâket ve helâketlerden korur" (Taberânî, el-Kebîr, VIII, 261; Münzirî, Terğîb, II, 65; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, III, 115.)
Şeklindeki hadîs de yukarıdaki görüşü desteklemektedir.

Cenâb-ı HAKk, SıLâ-i Rahim konusundaki mertebesine göre, insana îman gücü ve takvâ duygusu verir. SıLâ-i Rahim konusunda, insanların en önde olanı, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'dir. İşte buna, Hz. Hatîce'nin (radiyallahu anha) yukarıda geçen sözleri şâhiddir.

Bazı rivâyetlerden anlaşıldığına göre, insanların Câhiliyye Döneminde yapmış olmalarına rağmen, Müslüman olduktan sonra mükâfatlarını gördüğü birtakım ameller vardır. SıLâ-i Rahim bunlardan biridir. Bu meyânda şu hadîsi kaydetmek yerinde olur.:
Kureyş'in Benî Esed Kolundan olan Hakîm b. Hizâm (ö. 54) isimli sahâbî, Hz. Hatîce'nin Yeğeni ve Zübeyr b. Avvâm'ın Amcası oğludur. O, bi'setten önce Hz. MuhaMMed'in (sallallahu aleyhi vesellem) yakın arkadaşı idi. Müslümanlar sosyal ve ekonomik muhasara altında iken Hakîm onlara yiyecek taşırdı. Mekke Fethi’nde müslüman oldu. Cömertliğiyle meşhurdur. Hem Câhiliye Döneminde, hem daha sonraları hep hayır işleriyle meşgul olmuştur. İşte, aynı zamanda meşhûr bir Neseb Âlimi olan bu zât, birgün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek.: "Yâ Resûlullah!. Câhiliye Döneminde, sadaka vermek, köle âzâd etmek ve SıLâ-i Rahim gibi, yapmış olduğum bazı şeyler hakkında görüşünüz nedir, bunlardan bana herhangi bir ecir var mıdır?" deyince Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey Hakîm! Sen, önceden yapmış olduğun bu şeyler üzerine, (hayır müktesebâtı üzerine) Müslüman oldun!" buyurmuştur.
(Buhârî, "Zekât", 24. 100 Yavuz, Y. Şevki; "Adn", DİA, I, 390, 391.)

Görüldüğü üzere, SıLâ-i Rahim başta olmak üzere böyle güzel hasletler, isterse Câhiliye Döneminde yapılsın, insan, daha sonraları hidâyete erince, böyle bir temel üzerine Müslümanlığını kurmaktadır. Dolayısıyla SıLâ-i Rahim vb. hiçbir Amel-i Sâlih boşa gitmemekte, belki de kula, bunlar hürmetine hidâyet bahşedilmektedir.

Resim G-) SILA-İ RAHİM YAPANLARA=>CeNNet ve ADN CeNNetleri VAAD EDİLMİŞTİR.:

ALLAH'a karşı yaptıkları kulluğun dereceleri farklı olan mü’minlerin CeNNette değişik Mevkilerde bulunmaları da tabiîdir. Adn, CeNNetin en yüksek Mevkiini teşkil eder, ya da CeNNette değişik yerlerin genel adıdır. Buraya iman edip Amel-i Sâlih işleyen, ALLAH'a karşı ahdi yerine getiren müttakîlerin gireceği va'dedilir. İbnü'l-Arabî'ye göre ADN, CeNNetin en yüksek mevkileridir ve çeşitli dereceleri vardır. En yükseğinde Peygamber aleyhisselâm'a ait olan VESÎLE (Makâm-ı Mahmûd) vardır. Firdevs, Naîm, Me'vâ ve diğer CeNNetler Adn'in altındadır.
SıLâ-i Rahimi kuvvetlendirenler de Adn'e girmekle müjdelenir.:
“Onlar ALLAHa ahdi yerine getirirler ve verip bağlandığı sözden asla dönmezler. Yine onlar, ALLAH'ın (insanlar arasında), kurulmasını ve korunmasını emrettiği bağları kurar, korurlar, (akrabalık bağını sürdürürler). … İşte dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır. (O yurt) Adn CeNNetleridir. Oraya, atalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla birlikte girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır." (Ra'd 13/20-23)

الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَلاَ يِنقُضُونَ الْمِيثَاقَ
“Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûne’l- misâk (misâka).: Onlar ALLAH'ın Ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar.” (Ra'd 13/20)

وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الحِسَابِ
“Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûe’l- hisâb (hisâbi).: Onlar, ALLAH’ın riâyet edilmesini, birleştirilmesini, bütün Peygamberlerin tek dâvet ve tebliğ konusu İslâm Dinindeki devamlılığı sağlayan hükümleri, Kur’ÂN âyetlerinin irtibatlandırılarak bütünlük içinde düşünülmesini, uygulanmasını emrettiği Şer’î Kuralları, Şer’î Düzeni eksiksiz uygulayanlar, RABBlerinden korkanlar, kötü bir hesaptan, ağır bir sorgulamadan endişe edenlerdir.” (Ra'd 13/21)

وَالَّذِينَ صَبَرُواْ ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً وَيَدْرَؤُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ
“Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmû’s- salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bi’l- haseneti’s- seyyiete ulâike lehum ukbe’d- dâr (dâri).: Onlar, RABBlerinin rızasını kazanmak arzusuyla, sabrederek mücadeleye devam edenler, namazı âdâbına riâyet ederek, aksatmadan âşikâre kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızık ve servetten gizli ve açık ALLAH Yolu’nda karşılık beklemeden, gönüllü harcayanlar, insanların ihtiyaçlarını görenler, devletle, iyilikle, güzel metodlar kullanarak kötülüğü, anarşiyi ortadan kaldıranlardır. İşte Dünya Hayatının mutlu sonucu, Âhiret Saadeti onlarındır.” (Ra'd 13/22)

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالمَلاَئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِم مِّن كُلِّ بَابٍ
“Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim ve’l- melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb (bâbin).: Onlar, Adn Cennetleri’ne girerler. Babalarından, Eşlerinden ve Soylarından “salih davranışlarda” bulunanlar da (Adn Cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler).:” (Ra'd 13/23)

سَلاَمٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ
“Selâmun aleykum bi mâ sabertum fe ni’me ukbe’d- dâr (dâri).: Sabretmenizden dolayı size selâm olsun. Dâr-ı Dünyanın (Dünya Yurdunun) âkıbeti (sonucu) ne güzel.” (Ra'd 13/24)

Bu âyet'teki "kurulması-korunması emredilen ve gözetilmesi gerekenler" hususunda birtakım görüşler vardır.:
a-) Buradaki "sıla" kelimesinden murad SıLâ-i Rahim ve akrabayı ziyârettir.
b-) Bu ifâdeden murad, Hz. Muhammed'i (sallallahu aleyhi vesellem) ziyâret etmek, cihadda onu desteklemek ve ona yardım etmektir.
c-) Bundan murad, katılmak, hasta ziyâretinde bulunmak, selamlaşmak, güler yüzlü olmak gibi îman kardeşliği vesilesiyle oluşan yakınlıklar dâhil olduğu gibi, bütün canlılara iyi davranmak da dâhildir. Buradaki: "Onlar ki ALLAH'a olan ahdini yerine getirirler; misaklarını bozmazlar" buyruğu ile ALLAH'ın Emrini tâzim edip ona saygı göstermeye; "Onlar ki ALLAH'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar" buyruğu da ALLAH'ın (celle celâlihu) Mahlûkâtı’na şefkatli davranmaya bir işârettir. (Fahreddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XIX, 211.)

Peygamber aleyhisselâm’dan, CeNNete giremeyecek tipleri tasvir eden birçok hadis rivâyet edilmiştir. Bu tipler arasında, hısım akraba ile ilişkisini kesen, komşusuna eziyet veren insanlar da vardır. İslâmî Naslar, cehenneme girmeye müstahak olanları kaba, kibirli, cimri, katı yürekli gibi vasıflarla, CeNNetlikleri de bunun tam aksi niteliklerle tasvir eder. Bir hadiste CeNNet Ehli.:
1-) Adâletli ve cömert hükümdar,
2-) Yakınlarına ve bütün müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli insan,
3-) Bir de âile ferdleri kalabalık olduğu halde başkasına el açmayan kişi." olarak belirtilmiştir. (Miftâhu künûzi's-sünne, "el-CeNNe" md; Müslim, "CeNNet", 27, 63; Taberânî, el-Kebîr, XVII, 358; Hâkim, IV, 88; Sünen-i Kübrâ, X, 87; Müsned, IV, 162.)

İslâm, insanlar arası ilişkilere önem verdiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak Anne ve Babanın ve sırasıyla diğer akrabaların ziyâret edilip gözetilmesine de son derece önem vermiş ve bunu, SıLâ-i Rahim olarak isimlendirmiştir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî (radiyallahu anhu)'nin rivâyet ettiği bir hadîste bir adam Peygamber aleyhisselâm'e gelerek.: "Ya Rasûlullah! Beni CeNNete sokacak bir ibâdet söyler misiniz?" dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu.: ALLAH'a ibâdet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı gereğince kılar, zekâtı verir ve SıLâ-i Rahim yapar, akrabanı koruyup gözetirsin." buyurdu. Bunun üzerine bu Adam oradan ayrılıp gidince Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi.: “Eğer bu emredilenlere uyarsa, CeNNete girer!." (Buhârî, "Edeb", 1, 10; "Zekât", 1; Müslim, "Îmân", 12, 14; Nesâî, "Salât", 10; Müsned, V, 417, 418.)

Meşhûr bir hadîste ise konu net bir şekilde dile getirilmektedir.:
Bir Sahâbî.: "Yaptığım zaman (sayesinde) CeNNete gireceğim bir şeyi bana haber ver!" deyince,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey insanlar, birbirinize selâm verin, yemek yedirin, akrabanızı gözetin ve geceleyin insanlar uykuda iken namaz kılın ki selâmetle CeNNete giresiniz!." buyurur. (Tirmizî, "Et'ime", 45; "Sifâtü'l-Kıyâme", 42; İbn Mâce, "Et'ime", 1; "İkâme", 174; Dârimî, "Salât", 156.)

Hadisin, hem müfret, hem de bu şekilde cem'î hâli mevcuttur. Görüldüğü gibi bu Hadîs-i Şerîfte Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), SıLâ-i Rahimi CeNNete götüren amellerden biri olarak saymıştır. Tabiî ki her güzel amel, insanı CeNNete ulaştırabilir. Ama Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in SıLâ-i Rahimi özellikle belirtmesi, dikkate değer bir husustur.
Bu hadisin bir rivâyetinde şöyle bir ziyâde vardır.:
"Yahûdî Âlimi iken daha sonra müslüman olan Meşhur Sahâbî Abdullah b. Selâm (radiyallahu anhu) (ö. 43) şöyle der.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (ilk kez) Medine'ye geldiğinde, herkes ona yöneldi. Ve bunun üzerine üç kez.: "Rasûlullah geldi!." denildi. Bakmak için insanların yanına ben de geldim, yüzünü seçip ayân beyân gördüğümde, bu yüzde yalan olmadığını anladım. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den ilk duyduğum şey, şu sözler oldu." deyip, yukarıdaki hadîsi bildirmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, daha Medine'ye gelir gelmez, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SıLâ-i Rahim Hakîkatını hemen beyân etmiş, bunun CeNNete giriş sebebi olduğunu bildirmiştir. (Müsned, V, 451.)

Resim H-) SILA-İ RAHİM =>ÎMÂNDAN SONRA, ALLAH'a EN SEVİMLİ AMELLERdendir.:

Fazîlet ve Fazâil, İslâmî Literatürde amellerin benzerlerinden üstünlüğünü anlatmak için kullanılmıştır. Fezâil.: "Yapılmasını dinin tavsiye ettiği güzel iş ve hareketler"dir. ALLAH Katı’nda değerli olan davranışları belirtmek maksadıyla "en üstün, en fazîletli" anlamındaki "efdal" kelimesi hadîslerde sıkça yer alır. Hz. Resûlullah'ın (aleyhisselâm), "en fazîletli" diye zikrettiği şeylerin başında İman, Kur’ÂN Okuma ve İlim öğrenme gelmekte, Namaz, Zekât, Oruç, Hac, Cihad, Hicret, Zikir, Tövbe, DUÂ gibi İbâdetler de özellikle tavsiye edilmektedir.
Birer fezâil sayılan Ahlâkî Davranışlar arasında; İnsanlarla iyi geçinmek, SıLâ-i Rahim yapmak, Eliyle ve diliyle kimseye zarar vermemek, Selâmlaşmak, Başkalarının iyiliğini istemek, Doğru sözlü olmak, Elinin emeğiyle geçinip kimseden bir şey istememek gibi hususlar ön planda gelmektedir. Hadis Mecmualarında çeşitli faziletlere dâir pek çok hadis vardır. Özellikle "Kitâbü'l-Edeb" ve "Kitâbü'l-Birr" başlıklı bölümlerin ağırlıklı konuları arasında; Ana babaya itaat, Hısım akrabayı ziyâret (SıLâ-i Rahim), Kardeşlik, Dostluk, Sevgi, Dayanışma ve yardımlaşma, İnsanlarla iyi geçinme… gibi ahlâkî faziletler yer alır. (Kandemir, M. Yaşar; "Fezâil", DİA, XII, 529, 530.)

SıLâ-i Rahim, îmândan sonra ALLAH'a en sevimli amellerdendir. Kat’-ı Râhim de, şirkten sonraki en büyük günahlardandır. Çünkü SıLâ-i Rahim, TEVHÎDin işâretlerindendir. (el-Kasîr, Tezkîru'l-en'âm, s. 18, 19.)

Şu hadîs bunu açıkça göstermektedir.:
Biri şöyle anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ashâb-ı Kirâmdan (radiyallahu anhum) bir grup içindeyken yanlarına geldim ve.: "Yâ Resûlullah!. ALLAH'a en sevimli ameller hangileridir?" dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buna cevaben.: “Önce îmân, ardından SıLâ-i Rahim!.” der, daha sonra da "Emr-i bi'l-Ma'rûf Nehy-i ani'l-Münker"i zikreder. Hadîsin devâmında, aynı zât, ALLAH için en sevimsiz olan amelleri sorduğunda ise, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sırasıyla =>ALLAH'a şirk koşmak (el-işrâk-u billâh), "SıLâ-i Rahimi kesmek", ve Kötülüğü emredip, İyiliği nehyetmektir." der. (Mecmeu'z-Zevâid, VIII, 151; Ebû Ya'la, Müsned, III, 336; XII, 229 (6839))

Bir başka hadîs, aynı hakîkate parmak basar.:
Ukbe b. Âmir (radiyallahu anhu) der ki.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’le karşılaştım, süratlice ona yöneldim, elini tuttum, o da elimden hızlıca tuttu. Daha sonra bana şöyle buyurdu.: “Ukbe! Bütün fazîletlerin en üstünü (iyi işlerin en değerlisi), seninle ilgisini kesen akrabayı ziyâret ederek ilişkiyi yaşatman, senden esirgeyene vermen, sana hakâret edeni bağışlamandır. Dikkat edin, her kim ömründe uzama, rızkında genişleme isterse, SıLâ-i Rahim yapsın!." (Müsned, II, 438; IV, 148; Hâkim, Müstedrek, IV, 161; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, XVII, 269, 270; Beyhakî, Şuabü'l-îmân, VI, 222; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII, 188.)

Resim I-) SILA-İ RAHİM =>PEYGAMBERİMİZİN TAVSİYELERİNDENDİR.:

Peygamber aleyhisselâm, muhâtablarının durumuna, idrâk seviyesine ve şahsın o andaki özel ihtiyacına göre birtakım tavsiyelerde bulunmuştur. Hattâ rivâyetlerde, aynı suâlin muhtelif cevâbları olduğu da görülür. Bunun sebebi, maslahat neyi gerektiriyorsa, ihtiyaç olan neyse, öncelikle onu bildirmesindendir.
Aşağıdaki Hadîs-i Şerîfte de, Hz. Ebû Zerr'e (radiyallahu anhu) birtakım özel tavsiyelerde bulunmuştur. Bunların içinde SıLâ-i Rahim meselesi de vardır. Şüphesiz bunu,SıLâ-i Rahimin önemine binâen tavsiye buyurmuşlardır.: (Kandemir, M. Yaşar; "Fezâil", DİA, XII, 529, 530, (1995))

Ebû Zerr'den (radiyallahu anhu) gelen bir rivâyette, bu büyük sahâbî şöyle der.: Dostum Hz. Rasûlullâh Aleyhisselâm, bana bazı hayırlı hasletler tavsiye etti. Bana, (dünya ni’metleri bakımından) benden daha üstün olanlara bakmamamı, daha aşağıda olanlara bakmamı tavsiye etti. Miskinleri (hiçbir geliri ve malı olmayan yoksullar) SEVmeyi ve onlara yaklaşmayı tavsiye etti. Onlar bana sırt çevirseler de, akrabalarıma SıLâ-i Rahim yapmamı tavsiye etti…" (Müsned, V, 173; İbn Hibbân, II, 194; Taberânî, el-Kebîr, II, 156; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, III, 96.)

Yine SıLâ-i Rahim, Peygamber aleyhisselâm'ın =>Mele-i A'lâya göçtüğü ölüm hastalığında da yaptığı son tavsiyelerdendir.:
“Yakınlarınıza SıLâ-i Rahim yapın, SıLâ-i Rahim yapın; Kat’-ı Râhim yapmaktan sakının!." (İbn Hibbân, Sahîh, II, 179.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim J-) SILA-İ RAHİM =>ALLAH'a ve ÂHİRETe ÎMÂNın GEREĞİdir.:

Başta kırk hadîs literatürü olmak üzere, ahlâka dâir hadislerin toplandığı eserlerde "İslâm'ın merkezî ilkeleri" (medârü'l-İslâm), "ahlâkın temel prensipleri" (usûlü'l-edeb) ve "iyi davranış kurallarının özeti" (cimâu âdâbi'l-hayr) sayılan dört hadîsten biri olarak gösterilen hadîste, SıLâ-i Rahim, ALLAH'a ve Âhiret Gününe îmânın bir gereği ve alâmeti olarak sayılmaktadır. (el-Kasîr, Tezkîrü'l-en'âm, s. 17.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'a ve Âhiret Gününe inanan kimse misâfirine ikram etsin; ALLAH'a ve Âhiret Gününe inanan kimse SıLâ-i Rahimde bulunsun, ALLAH'a ve Âhiret Gününe inanan kimse, ya hayır söylesin ya da sussun." buyurmuştur.
(Buhârî, "Edeb", 85; Müslim, "Îmân", 74; Ebû Dâvûd, "Edeb", 123; Tirmizî, "Kıyâmet", 50; İbn Mâce, "Edeb", 4.)

Sosyal dayanışma ve yardımlaşma açısından insana en yakın çevreyi, âilesi ve ondan sonra da akrabaları oluştururlar. Bu yüzden, gerek Kur’ÂN ve gerekse Hadîslerde akraba ilişkilerine titizlikle değinilmiştir. Peygamber aleyhisselâm’ın Akraba Hukuku ve SıLâ-i Rahim konusunda pek çok beyânları vardır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, SıLâ-i Rahim Hukukuna çok dikkat çekmiştir. Âyetler ve Hadîsler, SıLâ-i Rahim İlişkisinin önemini ve ne kadar hassas bir konu olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in =>"ALLAHa ve Âhiret Gününe inanan kimse SıLâ-i Rahimde bulunsun." gibi sözleri de bu bağlamda değerlendirilebilir..

Resim K-) KARŞILIKSIZ YAPILAN SILA-İ RAHİM =>ALLAH'ın YARDIMINA MAZHAR EDER.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, akrabaların eziyetlerine katlanmayı ve SıLâ-i Rahimi sürdürmeyi emreder. Aynı zamanda, SıLâ-i Rahimi kesip düşmanlık yapanlara da infâk edilmesini teşvik eder. Mü'min, akrabasının, kendisini ziyârete gelip gelmemesine bakmadan onları ziyâret etmelidir:
Bu husus, Ebû Hüreyre'nin (radiyallahu anhu) bir rivâyetinde şöyle geçer.:
Bir Adam.: “Yâ Resûlullah! Benim! bir akrabam var, ben onlara gidiyor, onları ziyâret ediyorum, onlar bana gelmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum (onlara halim ve hoşgörülü davranıyorum), onlar bana kötülük ediyor, câhil ve kaba davranıyorlar!." dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Eğer dediğin gibi isen, sen onlara sıcak kül yediriyorsun demektir, (yani, sana yaptıkları kötülükten ötürü onlar, sıcak kül yiyenin çektiği işkence gibi bir işkenceye maruz kalırlar). Sen böyle yaptığın sürece, dâimâ, ALLAH, onlara karşı sana yardım eder, (onlara karşı ALLAHtan bir Yardımcı seninle beraber olur.)" buyurdu.
(Müslim, "Birr", 22; Müsned, II, 300.)

Bazıları, hadîsin son kısmı için.: "Bununla meleklerin te'yidi kasdedilmiştir" derler. (Nevevî, Şerhu Müslim, I, 164.)

Başka bir hadîse göre;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Akrabasının yaptığı iyiliğe misliyle mukâbele eden kişi, akrabasıyla hakikî SıLâ-i Rahim etmiş değildir. Ancak, gerçek SıLâ-i Rahim, kendisinden akrabalık ilgi ve ihsânı kesildiği halde, iyilik ve ihsânda bulunmaya devâm etmektir." buyurmuştur.
(Buhârî, "Edeb", 15; Ebû Dâvûd, "Zekât", 45; Tirmizî, "Birr", 10.)

Görüldüğü üzere karşılık beklemeden, kötülük görse de, terk edilse de, sadece ve sadece ALLAH Rızâsı için SıLâ-i Rahim görevini yapmaya çalışmak.. gerçek SıLâ-i Rahimdir.

Kur’ÂN-ı Kerîm, Müslümanları, affetmeye ve bağışlamaya teşvik etmiş ve bu teşviği geniş bir çerçevede ele almıştır. Bize, kötülükler karşısında bile iyilikten ayrılmama ve hasımları dâhi candan dost yapabilecek tavırlar içinde bulunma hedefi gösterilmiştir.
"Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen yine de kötülüğü en iyi tarzda sav!."

ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ
“İdfa’ billetî hiye ahsenu’s- seyyieh (seyyiete), nahnu a’lemu bi mâ yasıfûn (yasıfûne).: Seyyiati (kötülüğü), en güzel olanla yok et. Biz, (onların) vasıflandırdıklarını en iyi biliriz.” (Mü'minûn 23/96)

Denmek sûretiyle kabalıklar karşısında dâhi ihsân şuurundan ayrılmama tavsiye edilmiştir. Bu vb. rivâyetlerden anlaşıldığına göre insan, akrabalarından gördüğü olumsuz ve kötü mukâbeleye rağmen onlarla olan iletişimini dâima sürdürmelidir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, kötülük yaparlarsa biz de kötülük yaparız!.” diyen zayıf karakterli kimseler olmayınız; bilâkis, iyilik yaptıklarında insanlara iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onlara kötülük yapmamayı içinize (bir ilke olarak) yerleştiriniz." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Birr", 63.)

Aynı şekilde bu rivâyet de, bu mânâyı desteklemektedir. Diğer bir İlahî Beyânda da.:
ALLAH celle celâlihu.: "İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!"

ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ
“İdfa’ billetî hiye ahsenu’s seyyieh (seyyiete), nahnu a’lemu bi mâ yasıfûn (yasıfûne).: Seyyiati (kötülüğü), en güzel olanla yok et. Biz, (onların) vasıflandırdıklarını en iyi biliriz.” (Fussilet 41/34)

Resim L-) SILA-İ RAHİM =>BAZI GÜNAHLARA KEFFÂRETTİR.:

Dînin belirli yasaklarının ihlâli durumunda, hem cezâ hem de ALLAH'tan mağfiret dilemek maksadıyla yapılması istenen ve yükümlü tutulan, köle âzâd etme, oruç tutma, fakiri doyurma ve giydirme gibi birtakım malî veyâ bedenî nitelikli ibâdetler vardır.
Sözlükte "örtmek, gizlemek, inkâr etmek" mânâsındaki “küfr” kökünden gelen kefâret (keffâret), günah ve hataları örtücü, telâfi edici kurban, sadaka, oruç gibi davranışları ifâde etmektedir ve "günahları telâfi etme, ortadan kaldırma" anlamına gelir. Kur’ÂN'da genel bir anlatımla, işlenen günahların ve yapılan kötülüklerin ALLAH Hakkına taalluk eden kısmının tövbe, iyi davranışlar, îman ve sâlih amelle bağışlanıp örtüleceği sıkça tekrarlanır ve mü’minlerin de böyle DUÂ etmesi öğütlenir. (Katar, H. Mehmet; "Kefâret", DİA, XXV, 177 vd.)

Cenâb-ı HAKk, Dünyâda bazı günahların affı için, bazı fırsatlar ve telâfi imkânları sunmuştur. SıLâ-i Rahim, birtakım günahlardan arınmaya vesîledir. Aşağıdaki hadîs, bunu açıkça gösterir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e bir adam gelmişti. Şöyle dedi.: "Ben, büyük bir günah işledim. Bana tevbe var mıdır?." Peygamber aleyhisselâm.: "Senin Annen var mı?." Adam.: "Hayır, yok!." dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Teyzen var mı?" diye sordu. "Evet" cevâbını alınca da, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Öyle ise, o’na iyilik yap!" buyurdu.
(Sahîh-i İbn Hibbân, II, 155; Hâkim, Müstedrek, IV, 171.)

Görüldüğü üzere Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu şahsın işlemiş ve itiraf etmiş olduğu günaha keffâret olarak, öncelikle Annesine, Annesi yoksa, Anne hükmünde olan Teyzesine iyilik yapmasını, SıLâ-i Rahimde bulunmasını tavsiye etmiştir.

Resim M-) SILA-İ RAHİM YAPANLARI=>ÂHİRETteki HESABI KOLAYLAŞTIRICI BİR AMELDİR.:

Mükellef İnsanlar Dünyâdaki inanç ve davranışlarından ötürü, âhiret safhalarından biri olan hesabta, sorguya çekileceklerdir. Âhiretin bir =>"Yevmü'l-Hisâb" (hesab günü), bir =>"Yevme Yekûmü'l-Hisâb" (hesabın kurulacağı gün) olduğu beyân edilir. (M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem, "hsb" md.)

Hesab, genellikle kötü davranışların Dünyâda ve özellikle Âhiretteki yansımaları ve sâhiblerinin cezâlandırılması demektir. Bunda, iyi davranışların âhirette mükâfatlandırılması anlamı da vardır. Fâtihâ'daki "yevmü'd-dîn" (cezâ günü) ifâdesi de hesab kavramını pekiştirir. Bütün mükellefler İlahî Hükümleri benimseyip benimsememekten sorguya çekilecek, ardından herkese Kitabı (Amel Defteri) verilecek, Kitapta kayıtlı iyilik ve kötülükler değerlendirilecek (mîzan), böylece mükellefin hesabı görülmüş olacaktır. Bu hesablaşma işlemi uzun sürmeyecektir. Çünkü "ALLAH hesabı çok süratli olandır." .:

أُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ
“Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû vallâhu serîu’l- hısâb (hısâbi).: İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. ALLAH, hesabı pek seri görendir.” (Bakara 2/202)

فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِم بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَآئِبِينَ
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُم بِمَا كَانُواْ بِآيَاتِنَا يِظْلِمُونَ
“Fe le nes’elennellezîne ursile ileyhim ve le nes’elenne’l- murselîn (murselîne). Fe le nekussanne aleyhim bi ilmin ve mâ kunnâ gâibîn (gâibîne). Ve’l- veznu yevme izini’l- hakk (hakku), fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne). Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum bimâ kânû biâyâtinâ yazlimûn (yazlimûne).:
O zaman kendilerine Resûller gönderilen kimselere ve gönderilen Resûllere muhakkak soracağız.
Öyleyse onlara, mutlaka bir ilim ile anlatacağız. Biz gâibler (onların yaptıklarından habersiz) değildik.
Öyleyse onlara, mutlaka bir ilim ile anlatacağız. Biz gâibler (onların yaptıklarından habersiz) değildik. İzin günü (hesablaşma günü) tartı (ölçü) haktır (gerçektir). Kimin (sevâb) tartıları ağır gelirse, işte onlar, onlar felâha erenlerdir. Ve kimin (sevâb) tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı nefslerini hüsrâna düşürmüş olanlardır.”
(A'râf 7/6-9)

وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا
اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا
“Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh (unukıhî), ve nuhricu lehu yevme’l- kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ (menşûren). Ikra’ kitâbek (kitâbeke), kefâ bi nefsike’l- yevme aleyke hasîbâ (hasîben).:
Bütün insanların kuşunu (kazandıkları ve kaybettikleri dereceleri) boynunda bağladık (boynuna astık). Ve Kıyâmet Günü ona, neşredilmiş kitabı (üç boyutlu olarak boşlukta oynayan hayat filmini) çıkarırız.
Kitabını oku (hayat filmini izle)! Bugün Hasîb (hesab görücü) olarak (hayat filmindeki) nefsin(in cennete veya cehenneme gideceğini gösteren negatif ve pozitif derecelerinin neticeleri) sana kâfi oldu.”
(İsrâ 17/13-14)

Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evsradıyallahu anh’den; rivayet edildiğine göre,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve ALLAH’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır” buyurdu.
(Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evsradıyallahu anh’den; Tirmizî, Kıyâmet 25. Ayrıca bk. İbni Mace, Zühd 31)

Dünyâ bir amel, âhiret ise karşılık bulma (cezâ) yurdudur. Karşılık, yapılan işin türüne göre ni’met veyâ azâb şeklinde olur. Ötede inceden inceye Hesaba (nikâşü'l-hisâb, hisâbü'l-münâkaşa) çekilecek kimse, hüsrâna ve azâba mâruz kalacaktır. (Buhârî, "İlim", 35, "Rikâk", 49; Müslim,"CeNNet", 79, 80.)

Çünkü kulluk ve insanlık vazifesini hakkıyla yerine getirip bunun hesabını vermek çok zordur. Ama bazılarının hesabının kolay olacağı belirtilir. (Müsned, II, 89; III, 217-218.)
Hesab görme yetkisi, hesab gününün Mâliki ALLAH'ındır. O (celle celâlihu), kulların hesabını çabuk görecektir. Ancak Kıyâmet Günü hesab öncesi bekleyiş uzun sürecek ve insanlar bundan büyük ıstırâb duyacaktır. (Müslim, "Îmân", 327.)
Nihâyet sonunda Hz. MuhaMMed'in (sallallahu aleyhi vesellem) niyazı üzerine başlayacak olan hesaba ilkin O'nun ÜMMeti çağrılır. Başta şehîdler olmak üzere bazılarının hesaba tâbi tutulmadan veyâ hesabı hafîf geçerek CeNNete gireceği haber verilir. (Müsned, I, 282, 296; V, 259, 287, 427; İbn Mâce, "Zühd", 34.)
Buna karşılık zenginlerin çetin bir muhâsebeden geçirileceği ifâde edilir. İslâm'da namaz, îmandan sonra en değerli amellerden kabul edilmiş ve ötede hesabın namazdan başlayacağı haber verilmiştir. (Müslim, "Îmân", 140; Müsned, II, 290, 475; Tirmizî, "Salât", 188; Ebû Dâvûd, "Salât", 145.)

Kısaca özetlediğimiz Âhiretteki Hesabla ilgili bir hadîsi buraya alıyoruz.: (Yüksel, Emrullah; "Hesab", DİA, XVII, 240 vd.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem burada, SıLâ-i Rahimi, hesabı kolaylaştıran bir amel olarak sayıyor.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Üç özellik vardır ki bunlar varsa, ALLAH onun hesabını kolaylaştırır ve onu rahmetiyle CeNNete koyar.” Dediler ki: "Anam babam sana fedâ olsun yâ Resûlullah, onlar nedir?" Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Sana vermeyene, sen verirsin; seninle SıLâ-i Rahimi kesene sen, SıLâ-i Rahim yaparsın; sana zulmedeni, sen affedersin…" buyurdu.. "Peki bunu yapınca, bana ne vardır Yâ NebîyyALLAH?" Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH seni CeNNete koyar."
buyurdu.
(Müsned, IV, 148; Taberânî, el-Evsat, I, 279; V, 196; Hâkim, Müstedrek, II, 518; Beyhakî, Sünen, X, 235.)

Resim N-) SILA-İ RAHİM =>DUÂ LARIN KABÛLÜNE BİR VESÎLEDİR.:

DUÂ larımızda, akrabayla alakayı kesmeyi istememek de SıLâ-i Rahimden sayılır ve insanın, DUÂ larının kabûl olmasına vesile olur.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bir kul, günah olan veyâ akrabasıyla bağı kesmesine yol açan bir şey dilemedikçe yahut acele etmedikçe DUÂ sı kabul olunur." Ashâbı Kirâm: "Ya Rasûlullah! Acele etmek ne demektir?" diye sorunca Peygamber aleyhisselâm: "Nice defâlar DUÂ ettim de RABBimin, DUÂ mı kabul buyurduğunu gördüğüm yok!” der. Nihâyetinde bıkar ve DUÂ 'yı bırakır." buyurdu.
(Müslim, "Zikr", 92.)

Benzer bir hadîste de;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Yeryüzünde bir Müslüman ALLAH'tan bir şey dilerse, günah bir şeyi istemedikçe veyâ akrabası ile ilgisini kesmeyi arzu etmediği sürece, ALLAH onun dileğini mutlaka yerine getirir veyâ ona vereceği şey kadar bir kötülüğü kendisinden giderir." buyurdu.
(Tirmizî, "Da'avât", 115; Müsned, III, 18.)

Yine bununla ilgili olarak, Buhârî'nin (ö. 256) Sahîh'inde geçen, mağaraya sığınan üç kişiyle ilgili meşhur hadîs vardır. Sâlih Ameller vesîlesiyle talebde bulunmanın örneklerinden birisi, işte mağaraya sığınan bu üç kişinin DUÂ sıdır. Bunlardan her biri yalnızca ALLAH'ın Rızasını gözettiği önemli bir amelini zikrederek DUÂ da bulunmuştu. Çünkü böyle bir amel, ALLAH'ın, sâhibinin DUÂ sının kabûlüne vesîle olacak bir sevgi ile sevip râzı olduğu bir şeydi. Birisi Annesine yaptığı iyiliği zikrederek, diğeri iffetini muhafaza etmesiyle, öteki ise emânete gösterdiği riâyet ve iyilikseverliği ile DUÂ da bulunmuştu. (Buhârî, "Hars", 13; "Enbiyâ", 50; "Edeb", 5; Müslim, "Zikir", 100; Ebû Dâvûd, "Büyû‘", 29.)

Burada, Annesine SıLâ-i Rahimde bulunanın DUÂ sı da kabûl olmuştur..

Uzunca bir hadîsin içinde geçen, Ebû Süfyân'ın (radiyallahu anhu) Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi vesellem) söylemiş olduğu bir cümle de, SıLâ-i Rahim gibi Sâlih Amellerin, DUÂ ların kabulüne vesîle olduğunu göstermektedir. Asr-ı saâdet'te bir ara, insanların İslâmiyet'ten yüz çevirmesi üzerine, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bedDUÂ etmiş ve bunun akabinde kıtlıklar baş göstermişti. İnsanlar aç kalıp sıkıntıya düşmüşlerdi.
Bunun üzerine Ebû Süfyân, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelip.: “Yâ MuhaMMed! Şüphesiz sen, ALLAH'a itaat ve SıLâ-i Rahim emri ile geldin, (bunları getirdin). Ama senin Kavmin, helâk oldular, onlar için ALLAH'a (celle celâlihu) DUÂ etsen…" demiştir.
(İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-usûl, II, 348.)

Görüldüğü üzere bu sözler bize, SıLâ-i Rahimin hem ilk dönemlerde gelen emirlerden olduğunu, hem de bu gibi Sâlih Amelleri yapan insanların, kavmi için yaptıkları DUÂ ların kabûl olacağını göstermektedir..
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim


Resim O-) SILA-İ RAHİM =>AKL-ı SELÎM SÂHİBLERİ'NİN ÖZELLİKLERİNDENDİR.:

O-) SıLâ-i Rahim =>AKL-ı SELÎM SÂHİBLERİNİN ÖZELLİKLERİNDENDİR.:

Sözlükte "öz" anlamına gelen “lübb” kelimesi =>Tasavvufî Kaynaklarda "kuruntu ve hayal kabuğundan arınmış ve kutsal nurla aydınlanmış akıl";
"Özün özü" anlamındaki “Lübbü'l-lüb ise =>"Akla güç veren İlâhî ve Kudsî Nûr" şeklinde tanımlanır. (et-Ta'rifât, "lüb" md.)

Kur’ÂN'da birçok yerde geçen "Selîm Akıl Sâhibleri" mânâsına gelen "Ülü'l-Elbâb" ifâdesi bu terimin kaynağı olarak görülmüştür.

كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“Kitâbun enzelnâhu ileyke mubârekun li yeddebberû âyâtihî ve li yetezekkere ûlu’l- elbâb (elbâbi).:"Bu Mübârek Kitabı Sana indirdik, âyetleri ile tedbir alsınlar ve ulûl'elbab (temiz akıl sâhibleri) tezekkür etsin diye.”(Sâd 38/29)

وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ
“Ve vehebnâ lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minnâ ve zikrâ li ûlî’l- elbâb (elbâbi).: Ve BİZ’den bir Rahmet ve ulûl'elbaba (temiz akıl sâhiblerine) Zikir olarak, ona âilesini ve onlarla beraber bir mislini daha bağışladık.” (Sâd 38/43)

Dîn ile Selîm Akıl ve Fıtrat tam bir uyum içerisindedir. Kudsî Nûrla güçlenerek Vehim ve Hayal Kabuğundan arınan Selîm Aklın aşkın bilgileri algılayabileceği kaydedilir. (Uludağ, Süleyman; "Lüb", DİA, XXVII, 241.)

Kur’ÂN-ı Kerîm, "Ülü'l-Elbâb"ı izâh ve böyle olmayı teşvik sadedinde SıLâ-i Rahim'i yerine getirenlerden övgüyle bahseder.:
"Şimdi, RABBinden sana indirilen vahyin hak ve gerçek olduğunu bilenle kör hiç bir olur mu? Ancak akıl sâhibi kimseler düşünüp ibret alırlar. Verdikleri sözde duranlar ve misakı bozmayanlar da işte onlardır. ALLAH'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler. Rab’lerinden çekinir ve pek çetin bir hesabtan endişe ederler."

أَفَمَن يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَلاَ يِنقُضُونَ الْمِيثَاقَ
وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الحِسَابِ
“E fe men ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huve a’mâ, innemâ yetezekkeru ûlu’l- elbâb (elbâbi). Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûne’l- misâk (misâka). Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûe’l- hisâb (hisâbi).:
Öyleyse sana RABBinden indirilenin hak olduğunu bilen kimse, âmâ olan (görmeyen) kimse gibi midir? Fakat Ûlu’l-elbâb (Allah'ın sırlarının ve daimî zikrin sâhibleri), tezekkür eder.
Onlar, ALLAH'ın Ahdini ifa ederler (rûhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini ALLAH'a teslim ederler). Ve misâklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de ALLAH'a teslim edeceklerine dâir misâklerini) bozmazlar.
Ve onlar ki, ALLAH'ın riâyet edilmesini emrettiği şeye riâyet ederler ve RABBlerine saygı gösterirler ve hesabın kötülüğünden korkarlar.”(Ra'd 13/19, 20, 21.

İbn Kesîr bu âyetle ilgili olarak.:
"Buradaki vasledilen şeyden maksad, SıLâ-i Rahimdir, akrabalara, fukara ve muhtaçlara iyilik etmek, mârûfu bezletmek ve gözetmektir." demektedir. (İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur’ÂNi'l-Azîm (Muhtasar), İhtisâr ve thk. M. Ali es-Sâbûnî, Dârü'l-Kur’ÂNi'l-Kerîm, 7. Baskı, Beyrut 1402/1981, II, 278.)

Resim Ö-) SILA-İ RAHİM =>RIZIKTA SEBEB-İ BEREKETtir.:

Bereket, DUÂ ve ibâdetlerle elde edilmeye çalışılan bolluk, genişlik, hayır ve saâdet anlamlarında bir tabirdir. Kelimenin masdarı olan "وك ر ب - bürûk"ün asıl anlamı.: "Devenin bir yerde çöküp durması, orada kalıp beklemesi"dir. Buna bağlı olarak iyi ve hoş karşılanan bir şeyin süreklilik arzedişine bereket denir. Söz konusu şey maddî ise mevcudiyetini sürdürmek (tükenmemek) anlamında bolluk, mânevî ise yine aynı anlamda saâdet kelimeleriyle ifâde edilir. İslâm, tevhidde gösterdiği titizliği berekette de göstererek bereketin yalnızca ALLAH'tan olduğu ilkesini benimser. Bazılarının Kur’ÂN'ı, Kâbe'yi, Peygamber aleyhisselâm'i, Sâlih kabul edilen bazı kişileri vb. şeyleri berekete vesile sayması bu ilkeyi zedeler nitelikte olmayıp, bu inanç, onların sadece ALLAH'ın vereceği bereket için şefâatçi ve DUÂcı olabileceklerinin ümit edilmesi şeklinde anlaşılır. Bereket =>"Nemâ, çoğalma, İlâhî Hayır, ni’met, ihsân, ve feyiz"dir. Bu kavram, gerek Dünyâya gerekse âhirete yönelik kazanç veyâ kayıpları ilgilendirir. Mü’min, her türlü hayrın ve bereketin ALLAH'ın Kulları'na bir ikramı olduğuna inanır, DUÂ ve dileklerinde daima O'na yönelir, her şeyi O'ndan ister, her hayrı O'ndan bekler; iç Dünyâsında güven ve huzura kavuşur. Onun bu inancı davranışlarına da yansır, kâmil bir insan olmasını sağlar. (Tümer, Günay; "Bereket", DİA, V, 487 vd.)

Karşılık, amel cinsindendir. İnsan SıLâ-i Rahim yaptıkça, Kerîm ve Rahmân olan ALLAH celle celâlihu, ona rahmet ve ihsânıyla sıla yapar, malına, ömrüne bereketler ihsân eder. (Tezkîru'l-en'âm, s. 31.)

Pek çok hadiste, SıLâ-i Rahime dikkat edenlerin ömrüne ve rızkına, hayır, rahmet ve bereket ihsân edileceği müjdelenir. Meselâ.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her kim bir şeyi (yapacağına dâir) bana söz verirse ben de ona dört şeye kefil olurum: (Her kim) SıLâ-i Rahim yapar(sa), âilesi onu sever, rızkı bereketlenir, ömrü uzar, CeNNete girer." buyurmuştur.
(Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, I, 267. 31)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim P-) SILA-İ RAHİM =>KIYÂMET GÜNÜ ŞEFÂAT EDECEKTİR.:

Âhirette bütün Peygamberlerin ALLAH'ın İzniyle şefâat etmeleri haktır ve gerçektir. Şefâat demek, günahı olanların günahlarının bağışlanması, olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin ve ALLAH Katı’nda dereceleri yüksek olanların ALLAH'a yalvarmaları ve DUÂ etmeleri demektir. Kâfir ve Münâfıklar için şefâatin hiçbir şekilde söz konusu olmadığı o günde, başta Peygamberimiz (aleyhisselâm) olmak üzere diğer Peygamberler (aleyhumusselâm) ve ALLAH'ın Has Kulları şefâat edeceklerdir.
"...izni olmadan onun katında kim şefâat edebilir?..."

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
“Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: ALLAH ki, O'ndan başka İLÂH yoktur (Sadece O vardır). HAYY'dır KAYYÛM'dur. O'nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O'nundur. Onun izni olmadan, O'nun Katında kim şefaat etme yetkisine sâhibtir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O'nun İlminden, O'nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), kendisine zor gelmez ve O Alâ'dır (çok yücedir), Azîm'dir (çok büyüktür).” (Bakara 2/255)

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَى وَهُم مِّنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ
“Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn (muşfikûne).: Onların önünde ve arkasında olan şeyleri (Muhafız Melekleri) bilir. Ve onlar, (ALLAH'ın) Rızasına ermiş olanlardan başkasına şefaat etmezler. Ve onlar, O'nun (ALLAH'ın) haşyetinden korkanlardır.” (Enbiyâ 21/28)

Meâlindeki âyetler şefâatin varlığını ortaya koyarlar.. Peygamberimiz aleyhisselâm da;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Şefâatim, ÜMMetimden büyük günah işleyenler içindir" buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, "Sünnet", 21; Tirmizî, "Kıyâmet", 11; İbn Mâce, "Zühd", 37.)

Peygamber aleyhisselâm’ın bundan başka bir de genel ve kapsamlı bir şefâati vardır. Mahşerde bütün mahlûkât ıstırâb ve heyecan içinde hesabların görülmesi için bekleşirlerken, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm Efendimiz, DUÂ ederek sorgunun bir ÂN önce yapılmasını ister. Buna =>"Şefâat-i Uzmâ" (en büyük şefâat) denir. (Buhârî, "Zekât", 52.)

Bu şefâat, Kur’ÂN'da "Makâm-ı MahMûd" (övülen makam) adıyla anılır.:

وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
“Ve mine’l- leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nâfile (ilâve) olarak O'nunla (Kur'ÂN'la) Teheccüd Namazı kıl! RABBinin seni Makam-ı MahMud'a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.” (İsrâ 17/79)

Bize düşen görev, şefâate güvenip dinin gereklerini terk etmek değil, şefâate lâyık olmak için çalışıp çabalamaktır. (TDVY, İlmihâl I, 129.)

Başta Peygamberimiz aleyhisselâm ve Kur’ÂN olmak üzere, hadislerde bildirilen bazı hususlar gibi SıLâ-i Rahim’in de şefâati söz konusudur.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: SıLâ-i Rahim, Kıyâmet Günü diriltilir. Fasih ve güzel bir lisânla (şöyle der.: “ALLAHım, falanca kimse beni vasletti (SıLâ-i Rahim yaptı), o’nu CeNNete koy; ALLAHım, falanca kimse beni kopardı, onu cehenneme koy!." buyurmuştur.
(Begavî, Muhyissünne; Şerhu's-sünne, Züheyr eş-Şâvîş - Şuayb el-Arnaût, Beyrut 1403/1983, XIII, 30.)

Abdullah İbn-i Amr radiyallahu anhu.:
Peygamber (aleyhisselâm), parmağını bize tevcih ederek.: “Rahim, RAHMÂN isminden ayrılmadır (onun bir dalıdır). Onun hakkını kim korursa (sıla ve iyilik ederse), ALLAH ona ihsân eder. Kim de onun hakkını korumazsa (sıla ve iyilik etmezse), ALLAH ondan ihsânını keser. Rahimin (yakınlara iyilik ve merhametin), Kıyamet Gününde fasîh ve beliğ bir lisânı vardır." buyurmuştur.
(Tirmizî: (25) Kitabu’1-Bir, Bâb: 16.Müsned-i Ahmed: Cild : 2, Sayfa : 295, Hadîs No : 7918.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Râhim, Rahmân Rahmân’ dan alınmıştır sık ğaçların birbirine sarılmış kökleri gibidir. Râhim, Kıyâmet Günü gelir.: “Yâ RABBî, ben koparıldım; Yâ RABBî, zulme uğradım; Yâ RABBî, bana kötülük yapıldı!” der." buyurmuştur.
(Müsned, XII, 312.)

Mahşer Günü cereyân edecek bazı hâdiseleri detaylı anlatan bir Hadîs-i Şerîfe göre, Mahşer Meydanında uzun süre bekleşen insanlar, şefâat için, önce Âdem aleyhisselâm'a, sonra sırasıyla İbrâhim aleyhisselâm'a, Mûsâ aleyhisselâm'a ve en sonunda da MuhaMMed aleyhisselâm'a gelirler…
"Bunun üzerine onlar, MuhaMMed (sallallahu aleyhi vesellem)'e giderler. O da hemen ayağa kalkar ve kendisine şefâat için izin verilir. Emânet ve Râhim (akrabalık bağı) gönderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar. Sizin ilk kâfileniz şimşek gibi geçer…" (Müslim, "Îmân", 329.)

Görüldüğü üzere, dinin en önemli esaslarından biri olan emânet ve SıLâ-i Rahim, sırattan geçmede şefâatçi olacaktır. (Nevevî, Riyâzü's-sâlihîn, Peygamberimizin Hayat Ölçüleri, (Trcm. Yaşar Kandemir; İ. Lütfi Çakan; Raşit Küçük); Erkam Yayınları, 2008; II, 120.)

Resim P-) SILA-İ RAHİM =>ÖDENMESİ GEREKEN BİR HAK'tır.:

Her amelimizde olduğu gibi, SıLâ-i Rahimi de, bir şahsa, herhangi bir karşılık olarak değil, sadece ve sadece ALLAH Rızası için yapmak gerekir. Karşı taraftan ne şekilde olursa olsun, herhangi bir maddî beklenti ve karşılık umarak sıla yapmak doğru değildir. Akrabalarımız SILAyı koparsa bile, onu canlandırmak ve beklentiye girmeden bu vecibeleri yerine getirmek en doğrusudur. İşte bu durum =>ALLAH Ahlâkıyla =>Ahlaklanma demektir. Unutmamalı ki SıLâ-i Rahim, bir mükâfat değil, ödenmesi gereken bir hak, yapılması gereken bir vecîbedir. (Âdâb ve Ahkâm, s. 50. 157 Fayda, Mustafa; "Ensab", DİA, XI, 244.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim VII-) SILA-İ RAHİM'e =>DÂHİL OLAN FERDLER.:


İslâmî ile yapısında, karşılıklı birtakım mesuliyetler söz konusudur. Bu yükümlülükler, yalnız eşlerin kendi aralarında değil, dedeler, torunlar, yeğenler, halalar, amcalar, teyzeler, dayılar ile yakın veyâ uzak bütün kuzenler için de geçerlidir. Bu sağlam bağlar, tabiî ki fedakârlık gerektiren ve kişilere ciddî sorumluluklar yükleyen bağlardır. Ama bilinmelidir ki bunlar, aynı zamanda ferdleri destekleyen, onları rahatlatan, insanı yalnızlıktan kurtaran ve özel maslahatlarını koruyan birer garanti demektir. SıLâ-i Rahim, yüzlerce problemle karşı karşıya olan yapayalnız bir ferdi alır, akrabaların yardımına açık, sosyal bir insan haline getirir.

İslâm'da evlâd çokluğu ve atalarla övünme hoş karşılanmaz. (Fayda, Mustafa; "Ensab", DİA, XI, 244.)

Ama Peygamber aleyhisselâm, SıLâ-i Rahim yapılabilecek ölçüde neseblerimizi ve soy kütüklerimizi öğrenmemizi emretmiştir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: SıLâ-i Rahim yapmanızı temin edecek ölçüde soy kütüklerinizi (neseb) öğrenin. Zirâ SıLâ-i Rahim, âile içinde sevgi, malda bolluk ve ecelde erteleme demektir." (Tirmizî, "Birr", 49; Müsned, II, 374; Hâkim, IV, 161.)

SıLâ-i Rahim için, nesebimizi, akrabalarımızı iyi öğrenmeyle alâkalı, daha pek çok Hadîs-i Şerîf vardır. Hattâ bunlardan birinde, SıLâ-i Rahimin, Kıyâmet Günü şâhidlik yapmasından bahsedilir.: ْ

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Neseblerinizi ezberleyip, belleyin; SıLâ-i Rahim yapın. Çünkü akrabalıkta yakınlaşma varsa uzaklık olmaz, her ne kadar uzak olsa da. Uzak durma varsa yakınlık olmaz, her ne kadar yakın olsa da. Her türlü akrabalık, Kıyâmet Gününde Sâhibinin önüne gelecektir. Eğer SıLâ-i Rahim yaptı ise, ona bu hususta şâhidlik edecek; yok eğer SıLâ-i Rahimi kesti ise, o da onu keserek aleyhinde olacaktır." (Buhârî, el-Edebü'l-müfred, I, 42; Beyhakî, Şuabü'l-îmân, X, 327..)
Toplumsal Kaynaşmanın (ülfet) âmillerinden biri nesebdir. Akrabalık hamiyeti, âile şefkati, insanları yardımlaşma ve dayanışmaya yöneltir. Yakın ve uzak akraba arasındaki bu bağlar önemli bir dayanışma âmilidir. (Mâverdî, Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn, Beyrut 1978, s. 153.)

"Neseblerinizi bilin!" şeklindeki bu Emr-i Nebevî, neseblerinizi bilin ve tanıyın ki, aranızdaki miras meselelerini ve evlenilmesi haram olup olmayan kimseleri tanıyınız, şeklinde de yorumlanmıştır. (Komisyon, el-Fetâvâ, VIII, 1127.)

İnsanın, kendi akrabalarına karşı duyduğu yakınlık ve bağlılık, ALLAH tarafından insanın tabîatına nakşedilmiştir. Aralarında, asabîyet ve neseb bağı olan insanlar, zorluklar karşısında direnebilirler. Zirâ akrabalıkta böyle tabiî bir güç vardır. İnsan, akrabalarına mânevî bir yakınlık duyar. Bu yakınlık hissi, zor durumlarda onları kurtarma arzu ve gayreti olarak kendini gösterir. Neseb ilişkisi, insanların akrabalarına tabiî bir şekilde duyduğu yakınlıktan ve tabiî bir eğilimden ibârettir. Bundan dolayı, yakın akrabalar arasında ilişki kesilir ve birbirlerinden uzaklaşırlarsa o zaman neseb sâdece bir bilgiden ibâret kalır. İtibârî ve vehmî bir varlığı olan neseb, esâsen kan bağını ifâde etmek için kullanılmaktaysa da onun ötesinde bir alâkayı ifâde eder. Nesebin esâsını, aynı anababadan veyâ akrabalardan gelen insanların normal şartlarda diğer insanlara göre daha çok bir arada yaşamak zorunda kalmaları ve aralarında daha yoğun bir mânevî bağın ortaya çıkması teşkil eder. (Tomar, Cengiz; "İbn Haldûn", DİA, XX, 1-12; Köse, Murtezâ; "SıLâ-i Rahim", Yeni Ümit Dergisi.)

SıLâ-i Rahime dâhil olan ferdler konusunda şöyle bir sıralama yapılır.: Öncelikle anababa, dede ve nineler; sonra, çocuklar ve torunlar; ardından, erkek ve kız kardeşler; daha sonra, amca, hala, dayı ve teyzeler; öte yandan, bunların süt akrabalığındaki karşılıkları; daha sonra da amcaoğlu, dayıkızı gibi mahrem olmayan akrabalar gelir. Bunu evlenme yoluyla akraba olanlar ve en sonra da komşular tâkib ederler. Amca, dayı ve ağabey, baba hükmünde; teyze, hala, ve kız kardeş anne hükmünde olduğundan aynı hürmet ve yakınlık bunlara da gösterilir.

Hucurât Sûresinin 9 ve 10. âyetlerinin nüzûl sebebinin, Asr-ı Saâdette bir kocanın, karısını SıLâ-i Rahim'den engellemesi hususu olduğu rivâyet edilir.:
"Eğer mü'minlerden iki tâife çarpışacak olurlarsa, aralarını düzeltin. Şayet biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla ALLAH'ın buyruğuna gelinceye kadar savaşın. Eğer dönerlerse adâletle aralarını bulun ve âdil davranın. Şüphesiz ALLAH, âdil davrananları sever. Mü’minler ancak kardeştir. Öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin ve ALLAH'tan korkun ki bağışlanasınız."

وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
“Ve in tâifetâni mine’l- mû’mînînektetelû fe aslihû beyne humâ, fe in begat ihdâhumâ ale’l- uhrâ fe kâtilûlletî tebgî hattâ tefîe ilâ emrillâh (emrillâhi), fe in fâet fe aslihû beynehumâ bi’l- adli ve aksitû, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: Ve eğer mü'minlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin. Fakat, eğer ikisinden biri diğerine saldırırsa, o takdirde saldıran grupla ALLAH'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Bundan sonra eğer dönerse, böylece ikisinin arasını adaletle düzeltin, (onlara) adil davranın (diğerine zulmetmeyin). Muhakkak ki ALLAH, adaletle davrananları sever.” (Hucurât 49/9)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“İnnemel mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn (turhamûne).: Mü'minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Umulur ki, böylece siz rahmet olunursunuz.” (Hucurât 49/10)

Bu âyetlerin nüzûl sebebi hakkında Süddî'den gelen şöyle bir rivâyet vardır.:
Ensâr'dan bir adamın karısı bir gün âilesini ziyâret etmek ister. Kocası da onu, sâdece kendisinin girip çıktığı bir odaya hapseder. Kadın, âilesine haber gönderir. Akrabaları gelip onu götürmek üzere odadan çıkartırlar. Kadınla, kocasının âilesi tarafları çekişirler, nalınlarla birbirlerine vururlar. İşte onlar hakkında bu âyet inmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, onlara haber gönderir ve aralarını düzeltir. Onlar da ALLAH'ın emrin e dönerler. (İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 212.)

Gayr-i Müslim olan yakınların da SıLâ-i Rahimden hakkı vardır. Müşrik bile olsalar özellikle anne babaların durumu çok farklıdır. (Tezkîru'l-en'âm, s. 22, 23.)

Kadının, kocasından izin almadan nesebî âilesiyle SıLâ-i Rahim yapabileceğine şu hadîs kanıt gösterilir.: “Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ (radiyallahu anha) (ö. 73/692) şöyle demiştir.: "Peygamber aleyhisselâm zamanında (henüz müşrik olan) annem beni özleyerek ziyâretime gelmişti. Ben de Peygamber aleyhisselâm’a.: "Annemle ilgilenip onu kabûl edeyim mi?" dedim. Peygamber aleyhisselâm.: Evet, Annene SıLâ-i Rahim yap!." buyurdu. (Buhârî, "Edeb", 78; Müsned, VI, 347.)

Râvî Süfyân b. Uyeyne dedi ki.: O Kadın hakkında şu âyet indi: "Sizinle din hususunda muhârebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızdan, onlara karşı adâletle davranmanızdan ALLAH sizi men etmez. Doğrusu ALLAH âdil kimseleri sever." (Buhârî, "Edeb", 7; (el-Mümtehine 60/8).

Bu hadîsin yer aldığı Buhârî'nin el Câmi‘u’s-sahîh'inin "Kitâbü’l-Edeb"inin 7. bâbının başlığı: "Kocası olan bir kadının, kendi annesine SıLâ-i Rahim yapması" şeklindedir.

İbn Hacer, Fethu’l-bârî'de şöyle der: "Bâb başlığında da belirtildiği gibi, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Esmâ binti Ebî Bekir'in müşrik olan Annesine, 169 hürmet etmesine müsâade ediyor ve bu konuda kocasına danışma şartı getirmiyor. Annesi Kuteyle, yıllar sonra ziyâretine geldiği zaman Esmâ, onun müslüman olmadığını düşünerek kendisini evine alma hususunda tereddüt etti. Durumu Peygamber aleyhisselâm’a bildirince, el-Mümtehine 60/8 âyeti nâzil oldu." (İbn Hacer, Fethu'l-bârî, XXII, 193.)

Hz. Âişe'den on yaş büyük ve onunla "baba bir kardeş" olan Hz. Esmâ'nın annesi Kuteyle (Katle) bint Abdüluzzâ, Câhiliye devrinde babasından boşanmış, daha sonra da İslâmiyet'i kabul etmemişti. Sonraları müslüman olduğu sanılır. (Yardım, Ali; "Esmâ binti Ebî Bekir", DİA, XI, 402-404.)

لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
“Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fî’d- dîni ve lem yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: ALLAH, dîn konusunda sizinle savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere iyilik etmenizden ve onlara adaletle davranmanızdan sizi nehyetmez (yasaklamaz). Muhakkak ki ALLAH, adaletli olanları (adaletle davrananları) sever.” (Mümtehine 60/8)

Konuyla ilgili birkaç fetvâ şöyledir.:
Koca, karısının babasını veyâ anasını veyâ âilesinden birini, kadının yanına girmekten yasak ederse, bunda ihtilaf vardır. Bazıları; ana ve babasını her hafta kadının yanına gelmesinden men’ edemez, dediler. Ancak onların, yanlarında kalmasını müsâade etmeyebilir. Âlimler, bunu kabûl etmişlerdir. Fetvâ da böyledir. Bir koca karısının, haftada bir, ana babasının yanına gitmesine karışamaz. Ayda bir, akraba ziyâreti hakkı vardır. (Fetâvây-ı Hindiye, trc. Mustafa Efe, Akçağ, Ankara, c. III, s. 404.)


Resim VIII-) SILA-İ RAHİM'in =>AMAÇLARI.:

SıLâ-i Rahim'de bireyler arasında yardımlaşma ve dayanışma esâstır.

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“Yes’elûneke mâzâ yunfikûn (yunfikûne), kul mâ enfaktum min hayrin fe li’l- vâlideyni vel akrabîne ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîl (sebîli), ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: Sana (ALLAH Yolunda) ne infâk edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne infâk ederseniz (ALLAH yolunda verirseniz) işte o, anne-baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve (yolda kalmış) yolcular içindir. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o takdirde muhakkak ki ALLAH, onu en iyi bilendir.” (Bakara 2/215)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَئِكَ مِنكُمْ وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve ûlû’l- erhâmi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh (kitâbillâhi), innallâhe bi kulli şey'in alîm (alîmun).: Ve bundan sonra iman edip hicret eden (göç) eden kimseler ve sizinle beraber cihad eden kimseler, işte onlar sizdendir. ALLAH'ın Kitab'ında rahim sahipleri (akrabalar), birbirlerine daha yakındır. Muhakkak ki ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Enfâl 8/75)

Maddî ya da mânevî yardımda, önce akrabalar gözetilmelidir. Yâni öncelikle ana-babaya, kız kardeşe, erkek kardeşe ve sonra da yakınlık derecesine göre diğerlerine iyilik edilmelidir. (Müslim, "Birr", 2.)

SıLâ-i Rahim, dâire içerisinde yer alan üyelerine, psikolojik, ekonomik ve sosyal yönden destek sağlar; onlara menfaatlerinin korunmasına dikkat ettirir. SıLâ-i Rahim ilişkilerinde birbirini tamamlayan, birtakım yetki ve sorumluluklar zinciri oluşur. Kendi aralarında da, statü ve roller açısından hiyerarşik bir sıralanma söz konusudur. (Buhârî, "Ahkâm", 1; Buhârî, "Edeb", 2.)

Akrabalık ilişkileri, karşılıklı saygı ve sevgi temeli üzerine kurulmuştur. Bu nedenle aksi durumlarda sitem ve kırılmalar oluşur. SıLâ-i Rahim grubu içerisinde en yaşlıdan en gence doğru veyâ en bilgiliden en bilgisize doğru aralıksız telkin ve tavsiye mekanizması vardır. Terbiye ve öğretimde tüm SıLâ-i Rahim üyelerinin, belli bir sıralama ve öncelik dâhilinde yetki ve sorumluluklara sâhib olduğu sosyal kontrol sistemi kurulmuştur. (bk. (Velâyet ve Vesâyet; Hıdâne, Âkile), Karaman, H.; Mukâyeseli İslâm Hukuku, İz Yayıncılık, 2012.)

Bütün bunlar nasların (Kur’ÂN ve Sünnet) ve geleneklerin reddettiği, birtakım sapma davranışların oluşmaması için alınan tedbirlerdendir. İyi ve kötü günleri paylaşmak, sorunları birlikte çözmeye çalışmak, soyun devâmını ve saygınlığını korumak, gelenek, görenek ve akraba kuşaklarına ilişkin bilgileri gelecek kuşaklara aktarmak, (Tirmizî, "Birr", 49.) grubunu, gelenek, görenek, erdem vb. sosyal normlar açısından üstün seviyeye getirmek, üyelerini bu yönde teşvik etmek ve üyeler arasında sosyal güvenlik mekanizması kurmak SıLâ-i Rahimin hedeflerindendir. Yâni yaşlıların bakımı, öksüz, yetîm ve dulların korunması, dışarıdan gelecek fizikî ve sosyal bir saldırıya karşı birlik oluşturmak ve birlikte çözüm yolları aramak, bu amaçlar arasındadır. Ataların hâtırasını canlı tutmak ve adlarını yaşatmak, mallarına ve vasiyetlerine sâhib çıkmak, liyakât ve ehliyet şartıyla, sevinçte ve tasada SıLâ-i Rahim grubuna öncelik ve imtiyaz sağlamak da yine hadîslerden çıkarılan sonuçlardandır. Sıralanan bu genel özellikler, Kur’ÂN ve Sünnet verilerinde de görülen ve ifâde edilen ideal prensiplerdir. Fakat bu prensiplerin yanı sıra uygulamada, aynı özellikler varlık gösterememekte, idealden sapmalar veyâ zaman zaman istismarlar olabilmekte, gerginlikler, sürtüşmeler, kopukluklar oluşabilmektedir. Öte yandan günümüzde şehirleşme ve dinî değerlerin yeterince bilinmemesi veyâ anlaşılamamasına bağlı olarak, akrabalar arasında yabancılaşma, ilişkilerde çözülme, gevşeme hatta zaman zaman kopmalar görülmektedir. Birbirlerinin varlığından haberdar olmayan, karşılaştıklarında birbirlerini tanımayan akrabalardan söz etmek mümkündür. İş hayatı, ulaşım-iletişim sorunları ve dünyevîleşme, geleneksel akrabalık ilişkilerini ciddi şekilde zedelemiştir. Bugün, çocuk bakımının kreşler, yaşlı bakımının huzur evlerince yapılması gibi, akrabalığın birtakım fonksiyonlarını devlet veyâ ticârî amaçlı özel sektör yerine getirmeye çalışmaktadır. Aslında bu görevler, hem Kur’ÂNve Sünnet tarafından, hem de yasalarımız ve geleneklerimize göre akrabalara verilmiştir. (Maden, Ahmet; "Türkiye'de Akrabalık İlişkileri ve Türleri", Türk Âile Ansiklopedisi, Başbakanlık Âile Araştırma Kurumu Başkanlığı, Ankara 1991, I, 120. 37.)

SıLâ-i Rahim, akrabaların birbirleriyle görüşüp halleşmelerine, birbirleriyle yardımlaşmalarına vesile olmak gibi bir anlam da taşımaktadır. Bu bakımdan SıLâ-i Rahim adına tavsiye edilen şeylerin esprisi ve amacı, oluşturulmak istenen birlik ruhunun hem bir göstergesi, hem de o birlik ruhunun sağlamlaştırıcısı ve devâm ettiricisi olmasıdır.


Resim IX-) SILA-İ RAHİM'i =>TAKVİYE EDEN UNSURLAR.:

Resim A-) SILA-İ RAHİM'in =>KazandırdıkLarı ve KaybettirdikLer.:

Herhangi bir amelin, hayırlı ve güzel neticelerini, meyvelerini ve getirilerini bilmek, o işi sâhiblenmeye ve onu yapmaya vesile olur. Bu durum insana, aşk-u şevk ve heyecan verir. Bu meyânda insan, bir kısmını yukarıya aldığımız SıLâ-i Rahimle ilgili Âyet-i Kerîme ve Hadîsleri düşündüğünde, buna karşın va'dedilen sevâbları aklına getirdiğinde, bu Amel-i Sâlihe karşı, içinde aşk-u iştiyak uyanır ve derhal yapmaya koşar ve bir daha asla terk etmez ve zedelemez. Aynı şekilde, SıLâ-i Rahimi kesmenin, -önceki konularda bir kısmına değinmiş olduğumuz- âyet ve hadîslerde bildirilen âkıbet ve cezâlarını düşünmek de SıLâ-i Rahim duygusunu pekiştiren diğer hususlardandır..

Resim B-) SILA-İ RAHİM =>Hususunda ALLAH'ın Yardımını İstemek.:

DUÂ, mü'min için çok önemli mânevî bir dinamiktir. DUÂnın bu muhtevâsından dolayı, "DUÂ ibâdetin özüdür" (Tirmizî, "Da'avât", 1. 38.)
Meâlindeki hadîs, bütün ilgili kaynaklarda önemle zikredilir. İslâm'ın en önemli ibâdeti olan namaz DUÂ kavramıyla ifâde edilmiştir. Esâsen İslâmî literatürde "namaz" anlamında kullanılan "salât" kelimesinin asıl mânâsı DUÂdır; ayrıca birçok âyette genel olarak ALLAH'a ibâdet için DUÂ kökünden türemiş fiillerin kullanıldığı görülür. Bütün mü’minlere, özellikle akrabalarımıza DUÂ etmek, her zaman yapmamız gereken vazîfelerden biridir... Herhangi bir hususta, öncelikle yapılacak şey, sebebler dâiresinde hareket edip, elimizden gelen şeyleri yapma bir esâs olmakla beraber, mü'min, hiçbir zaman DUÂdan ayrı kalamaz.

SıLâ-i Rahim ile ilgili meselelerde de, el açıp DUÂ etmek ve ALLAH'a sığınmak çok önemli bir husustur. Bu sayede, DUÂnın birleştirici faydalarından yararlanmak mümkündür. Akrabalar arasında, birtakım sıkıntıların daha da büyüyüp, tâmir edilemez boyutlara dönüşmesini engellemek için,DUÂyı da ihmal etmemelidir. Dikkat edilecek hususlardan birisi de, "ALLAHım, akrabalarla aramıza sevgi ve saygı ver, birbirimizle iyi geçinmemiz konusunda ve çözümü elimizden gelmeyen sorunlarda bizim yar ve yardımcımız ol, kalblerimizi te'lif et, bizleri birlikten beraberlikten ayırma, SıLâ-i Rahim konusunda dinimizin emir buyurduğu şekilde yaşamaya muvaffak kıl, SıLâ-i Rahime dikkat etmeyip günahlara girmekten bizleri sakındır." şeklinde DUÂ etmektir.

Bütün bunlara rağmen, hâlâ SıLâ-i Rahimi zedeleyen kimseler bulunabilir. Öyle olsa bile yakınları eleştirmemek, ayıplamamak, ALLAH'ın onları Dünyâya düşkünlükten kurtarması için yine DUÂ etmek gerekir. Maksada ancak DUÂ ile, dostun kapısını ısrarla çalmak, haram ve helâllere riâyet edip, musîbetlere sabretmekle ulaşılabilir. (Ebû Nuaym, Hilye, X, 316.)
Unutulmamalıdır ki, yakınlarımızın beğenmediğimiz huylarını güzelleştirecek olan da yine RABBimizdir (celle celâlihu). Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), yüzünü güzel yarattığı gibi huyunu da güzelleştirmesi için ALLAH'a DUÂ etmiştir. (Müsned, I, 403; VI, 68, 155.)

Resim C-) SILA-İ RAHİMde =>DengeLi OLmak.:

Duygu, düşünce, ahlâk ve davranışlardaki denge demek olan i'tidâl, "iki aşırı tutum ve davranış arasındaki orta hâl" şeklinde tanımlanır. Bu genel tanım çerçevesinde i'tidâl, "orta halde bulunma, ölçülü ve ılımlı olma, soğukkanlılık, düzgünlük, doğruluk; mizaç, karakter ve ahlâkta aşırılıklardan uzaklık" şeklinde açıklanmıştır. Adâlet kelimesinin bir anlamı da "i'tidâl ve istikâmet"tir. (Lisânü'l-'Arab, "‘adl" md.; et-Ta'rîfât, "el-‘adl" md.; Tâcü'l-'arûs, "‘adl" md.)

Çeşitli âyetlerde, tutum ve davranışlarda ifrat ve tefrit yönündeki sapmalar yerilmiş, i'tidâlli davranmanın önemine işâret edilmiştir. "Sırât-ı Müstakîm" tâbiri de genellikle inançta, ahlâk ve yaşayışta her türlü yanlışlık ve aşırılıktan uzak, doğru, dengeli ve orta yol olarak açıklanır. Demek ki insan davranışlarının, ifrat ve tefrit denilen iki aşırı uç arasında orta bir halde olması gerekir. Daha çok "vasat" kelimesiyle ifâde edilen bu orta hal, zamanla olgunlaşıp karakter durumuna gelince "fazîlet" adını alır. Her fazîlet bir denge, i'tidâl ve bir normal tavırdır. Bundan sapma ya fazlalık veyâ eksiklik, yâni aşırılık sayılır; fazlalık yönünde sapmaya ifrat, eksiklik yönünde sapmaya da tefrit denir. İster fazlalık isterse eksiklik şeklinde olsun her aşırılık bir rezîlettir (erdemsizlik).

İşte Dinimizde i'tidâlin bu çok hayâtî önemine binâen, her şeyde olduğu gibi öfke ve kızmada da dengeli olup aşırıya kaçmamak; akrabaların kızmalarına karşı tahammül etmek, bazı olumsuz yanlarını iyiye yormak ve onlarla münâsebetlerimizde dengeli olmak gerekir. Bütün bunlar, akrabalar arasındaki bağların takviyesinde önemli yardımcı unsurlardandır. (Çağrıcı, Mustafa; "İtidal", DİA, XXIII, 456-457. 39.)

Resim D-) HediyeLeşmenin SILA-İ RAHİMdeki =>Fonksiyonu.:

Türkçe'de armağan kelimesiyle de ifâde edilen hediye, bütün insanlar arasında ve özellikle SıLâ-i Rahim hususunda, aradaki sevgiyi artırma noktasında takviye edici bir unsur olarak çok önemlidir. Hediye genelde, "insanlar arasında sevgi ve dostluk nişanesi olarak veyâ muâşeret kâidesi uyarınca karşılıksız verilen nesne" anlamını taşır.
Hediye, Mecelle'de, "bir kimseye ikrâmen götürülen veyâ gönderilen mal" şeklinde ve hibenin bir türü olarak tanımlanır. (Mecelle, md. 834.)

Hadîslerde, hediye ve hediyeleşme konusunda ayrıntılı hüküm ve bilgiler bulunur.
Peygamber aleyhisselâm’ın.: “Hediyeleşin birbirinize, sevginiz artsın" buyurduğu gibi (el-Muvattâ', "Hüsnü'l-huluk", 16; Müsned, II, 405; Tirmizî, "Velâ", 6; Buhârî, el-Edebü'l-müfred, I, 208.)
Hadislerinde, hediyeleşmenin insanlar arasındaki sevgi ve dostluğu geliştirdiğini, kıskançlık, bencillik ve cimrilik gibi kötü duyguları giderdiğini ve rızkın genişlemesine vesile olduğunu belirterek bunu teşvik etmiş, ve verilen hediyelerin -haklı bir sebeb yoksa- geri çevrilmemesini istemiştir. Resûl-i Ekrem'in komşu ülke hükümdarlarına, arkadaşlarına ve âile ferdlerine çeşitli hediyeler verdiği, peygamberlik görevinin de bir gereği olarak sadaka ile hediye arasında ayırım yapıp kendisine verilen veyâ gönderilen sadakaları geri çevirdiği, fakat hediyeleri temiz ve helâl olduğu sürece kabûl ettiği ve hediyelere yine hediye ile karşılık verdiği bilinmektedir. (Buhârî, "Hibe", 7; Kettânî, et-Terâtîb, I, 273, 276.)

Akrabalar arasında herhangi bir ihtilâf çıktığında hediyeleşmek, kalblerin yeniden ısınmasına vesile olabilir. Hediyeleşmek, sevgiyi getirir; suî-zannı kaldırır. Ne de olsa.: "İnsan =>İhsÂNın kuludur" atasözünde de belirtildiği gibi, insan, kendisine iyilik edenleri, İhsânı ve İhsân Sâhibini sever. İslâmî yaklaşım, insanlar arasında dostluk ve sevginin güçlenmesini ve bunun tabiî bir göstergesi olan hediyeleşmeyi teşvik etmiştir. İslâm toplumlarında hediyeleşmenin her dönemde ve toplumun her kesimi arasında yaygın bir âdet olarak varlığını koruduğu ve genelde olumlu bir çizgide seyrettiği söylenebilir. Hediyeleşmek, medeniyetimizin köklü bir geleneğidir. Bu nedenle, günümüzde giderek zayıflayan âile ve toplum bağlarının güçlenmesinde sosyal yardımlaşma, sevgi ve dostluk ortamının kurulmasında, cimrilik ve bencilliğin tedavisinde, Peygamber aleyhisselâm’ın söz ve davranışlarıyla teşvik ettiği ve örnek olduğu hediyeleşmenin ayrı bir katkısı olacağı kesindir. Bu sebeble de Müslümanların, hediye alıp vermenin prensip i’tibâriyle Sünnet olduğu bilinciyle hareket edip, çeşitli mutlu olaylar vesilesiyle bu güzel geleneği geliştirmesi ve yaygınlaştırması zamanımızda ayrı bir önem kazanmıştır. Ancak insanları, maddî güç ve imkânlarının üstünde harcamaya zorlayarak onları sıkıntıya düşüren hediyeleşme âdet ve geleneklerinin İslâmî anlayışla bağdaşmadığını da belirtmek gerekir.

Resim E-) ÖzeL GüNlerde AkrabaLarı =>Unutmamak.:

Müslümanlar için çeşitli sebeblerle mübârek sayılan gün ve geceler, ya da düğün dernek ve Sünnet merâsimi gibi birçok özel zamanlar vardır. Bu mübârek zamanları veyâ insan hayatında önemli bir yeri olan düğün, Sünnet gibi mutlu vakitleri vesîle ederek, SıLâ-i Rahim ibâdetini canlandırmak, akrabaların hâl ve hatırlarını sormak gerekir. Dâvet edilmesi gerekenleri de unutmamak çok yararlı olur. Netice olarak, mübârek gün ve gecelerde, düğün, sünnet, cenâze, hasta ziyâreti, tâziye vb. gibi özel ve önemli zamanlarda, akrabaları hatırlamak, dâvet etmeyi ihmâl etmemek, bu gibi fırsatları SıLâ-i Rahime çevirerek ayrı bir özen göstermek gerekir.
Bir hadiste.:
"Peygamber aleyhisselâm bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı. Hastaları ziyâret etmeyi, cenâzenin arkasından gitmeyi, hapşırana iyi dilekte bulunmayı, yemini yerine getirmeyi, mazluma yardım etmeyi, dâvete icâbet etmeyi ve selâmı yaymayı emretti…" (Buhârî, "Libâs", 45; Müslim, "Libâs", 1.) buyrularak konunun önemi vurgulanmıştır.

İletişim ve ulaşım imkânlarının insana, inanılmaz derece kolaylıklar sağladığı günümüzde, özellikle böyle önemli günlerde, onlara vefâ göstermek, irtibâtı, bağlantıyı, ilişkiyi ve ilgiyi aslâ koparmamak, akrabalar arasında ayrımcılığa, bölmeye gitmeden kaynaşmak gerekir. Yoksa irtibât vesîlesi olan bu günler, onların unutulması ile kalblere ve aralara soğukluk girme sebebine dönüşebilir. Müslüman, hangi şartlar altında olursa olsun, akrabalarını kesinlikle unutmamalıdır.

Resim F-) AkrabaLar =>Arasında Maddî-Mânevî YardımLaşmak.:

Nasıl ki bir bünyede, gerek içeride oluşan gerekse dışarıdan gelen mikroplara karşı kendisini korumak için bir savunma mekanizması varsa ve gerekli hallerde bu mekanizma harekete geçiyorsa; yine dışarıdan gelecek fizikî müdâhale ve saldırılara karşı organlar imkân ve kâbiliyetleri ölçüsünde birbirlerinin yardımına koşuyorsa, toplum ve özellikle akrabalar da aynen böyledir. Akrabalar da âdetâ bir bünyedir. Bu bünyenin ayakta durabilmesi için de ferdler, kendi aralarında yardımlaşmak zorundadırlar. Dinimiz, yardımlaşmayı, SıLâ-i Rahimin esâslarından biri olarak ilân ederken, hem bu doğal yapıya atıf yapmış hem de bunu bir sosyal denge ve adâlet ideali olarak öngörmüştür. Eğitim ihtiyaçları, düğün masrafları gibi maddî külfeti ağır olan durumlarda, gerektiğinde, akrabalar devreye girip, kendi aralarında iyilik ve hayır üzere yardımlaşmaları, birbirlerine destek olmaları ve akrabalık haklarına riâyet etmeleri çok önemlidir. Zâten âyetler ve hadisler, bilhassa maddî konularda, öncelikli olarak akrabaların birbirlerini düşünmelerini ve bunun daha fazîletli bir amel olduğunu îzah etmiştir. Mâûn sûresindeki, "Yazık onlara ki... mâûnu da engellerler" ifâdesinde yer alan "mâûn", insanlar arası yardımlaşmanın bir örneği olan zekât veyâ âriyetle açıklanır.:

أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ
“E raeytellezî yukezzibu bi’d- dîn (dîne).: Dîni yalanlayanı gördün mü?” (Mâûn 107/1)

فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ
“Fe zâlikellezî yedu’ul yetîm (yetîme).: Oysa yetimi itip kakan işte odur.” (Mâûn 107/2)

وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ
“Ve lâ yahuddu alâ taâmi’l- miskin (miskîni).: Ve miskini (yoksulu, çalışmaya gücü olmayanı) doyurmaya teşvik etmez.” (Mâûn 107/3)

فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ
“Fe veylun li’l- musallin (musallîne).: İşte o namaz kılanlara yazıklar olsun.” (Mâûn 107/4)

الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ
“Ellezîne hum an salâtihim sâhûn (sâhûne).: Onlar ki, namazlarından gâfil olanlardır.” (Mâûn 107/5)

الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ
“Ellezîne hum yurâûn (yurâûne).: Onlar riyâ yapanlardır (gösteriş için yapanlardır).” (Mâûn 107/6)

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ
“Ve yemneûne’l- mâûn (mâûne).: Ve mâûna (zekâta ve yardımlaşmaya) mâni’ olurlar.” (Mâûn 107/7)

Gerek Kur’ÂN-ı Kerîm'de gerek Peygamber aleyhisselâm’ın sözlerinde ve örnek davranışlarında insanlar ve özellikle akrabalar arasında yardımlaşmayı, birbirinin sıkıntı ve ihtiyacını gidermeyi teşvik eden birçok genel ilke ve özel hüküm mevcuttur. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ihtiyacı olduğunda diğer sahâbîlerden at, zırh gibi eşyaları âriyet olarak alıp bir süre kullanmıştır. (Ebû Dâvûd, "Büyu‘", 88.)

Kur’ÂN ve Sünnet'te cömertlik ve yardımlaşma teşvîk edilmiş, ALLAH'ın gerçek lütuf ve bağışta bulunan (Vehhâb) olduğu bildirilmiş, Resûl-i Ekrem de hediyeleşmeyi, hayır amaçlı olarak bağışta bulunmayı, ihtiyaç sâhiblerine karşılıksız yardım etmeyi teşvîk etmiştir. (Buhârî, "Hibe", 11; el-Muvatta', "Hüsnü'l-huluk", 16.)

İslâm, müslümanların yardımlaşmalarını ve birbirlerine destek olmalarını, borçlunun borcunu ödemesine yardımcı olunmasını genel ahlâkî ve dinî bir ilke olarak koymuş, İslâm hukukunda da bu amacı sağlamaya yönelik bir dizi tedbir hükümlerine ve akid türüne yer verilmiştir. (TDVY, İlmihâl II, 396-398.)

Resim G-) AkrabaLarı =>Affetmek, KusurLara Göz Yummak.:

Affetmek, bir ihsândır; İslâm'da bütün fazîletlerin temelini teşkil eden takvâya en yakın bir meziyettir.

وَإِن طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ إَلاَّ أَن يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَأَن تَعْفُواْ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَلاَ تَنسَوُاْ الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Ve in tallaktumûhunne min kabli en temessûhunne ve kadfaradtum lehunne farîdaten fe nısfu mâ faradtum illâen ya’fûne ev ya’fuvellezî bi yedihî ukdetun nikâh (nikâhı), ve en ta’fû akrabu lit takvâ ve lâ tensevul fadla beynekum innallâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Ve onlar için bir mehir takdir ettiyseniz ve eğer onlara dokunmadan önce boşarsanız, o zaman onlar için (farz olarak) takdir edilen mehirin yarısını vermek size farz kılınmıştır. (Kadınların) bunu affetmesi (vazgeçmesi) veya nikâh ahdi elinde bulunanın (erkeğin) affetmesi (diğer yarısını da kadına bağışlaması) hariç. Sizin affetmeniz (diğer yarısını da vermeniz) takvâya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın. Muhakkak ki ALLAH, yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Bakara 2/237)

Bu sebeble Kur’ÂN'da müslümanlar bu fazîlete çağırılırken, "Onlar affetsinler, hoş görsünler. ALLAH'ın sizleri bağışlamasını istemez misiniz?"

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve lâ ye’teli ulu’l- fadlı minkum ve’s- seati en yu’tû uli’l- kurbâ ve’l- mesâkîne ve’l- muhâcirîne fî sebîlillâh (sebîlillâhi), vel ya’fû vel yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve sizden (içinizden) fazilet ve servet sâhibi olanlar, yakınlarına, miskinlere, ALLAH yolunda hicret edenlere vermeye karşı (vermemeye) yemin etmesinler. Ve artık affetsinler ve hoşgörsünler. ALLAH'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Ve ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret edendir) Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).” (Nûr 24/22)

Yine Kur’ÂNda, affın, teşekkür ve minnet duygularını harekete geçireceğine işâret edilir.

ثُمَّ عَفَوْنَا عَنكُمِ مِّن بَعْدِ ذَلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Summe afevnâ ankum min ba’di zâlike leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Sonra sizi, bunun (buzağıyı ilâh edinmenin) ardından affettik. Umulur ki böylece siz şükredersiniz.” (Bakara 2/52)

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH, muhakkak sûrette kötülüğü affedeni azîz kılar" buyurmuştur. (Müsned, II, 235, 238.)

Buradaki “azîz” kelimesinin Arapça'da hem "şerefli", hem de "güçlü" anlamına geldiği göz önüne alınırsa bu hadîste affın faydasının oldukça geniş tutulduğu sonucuna varılabilir.
Râgıb el-İsfahânî, affın sağladığı mutluluğa, cezâlandırma yoluyla ulaşılamayacağını, bu fazîletin insana toplum içinde i’tibâr kazandıracağını belirterek, özellikle cezâlandırma gücü ve imkânı bulunanların, buna rağmen affı tercih etmelerini saygıdeğer bir davranış olarak niteler. Bu bakımdan affın tebliğ ve eğitim metodu olarak da önemi büyüktür. Kur’ÂN'da affın ıslah edici yönüne de işaret edilir.

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
“Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh (alâllâhi), innehu lâ yuhıbbu’z- zâlimîn (zâlimîne).: Bir kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri (mükâfatı) ALLAH'a aittir. Muhakkak ki O (ALLAH), zâlimleri sevmez. Bir kötülüğün cezâsı onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri (mükâfatı) ALLAH'a aittir. Muhakkak ki O (ALLAH), zâlimleri sevmez. Bir kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri (mükâfatı) ALLAH'a aittir. Muhakkak ki O (ALLAH), zâlimleri sevmez.“ (Şûrâ 42/40)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in tebliğdeki başarısı, onun davranışlarındaki inceliğe, yumuşak kalbli olmasına bağlanmış ve kendisine bağışlayıcı olması öğütlenmiştir.

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza’l- kalbi lenfaddû min havlik (havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr (emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a tevekkül et. Muhakkak ki ALLAH, tevekkül edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrân 3/159)

Bu sebeble bütün İslâm eğitimcileri af ve müsamahayı, eğitimin vazgeçilmez metotları arasında göstermişlerdir. ALLAH insanlara affetmeyi ve müsamahakâr olmayı öğütler. Af, insanlar için yüksek bir erdemdir. Bütün kemâl sıfatlarıyla en yüksek derecede muttasıf olan ALLAH çok bağışlayıcıdır; bağışlamayacağını bildirdiği küfür ve şirk dışında bütün günahları dilerse affeder.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا
“İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ (azîmen).: Muhakkak ki ALLAH, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim ALLAH'a şirk koşarsa, o takdirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.” (Nisâ 4/48)

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu). Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu).: De ki.: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)

"Eğer affeder, hoşgörür, bağışlarsanız, ALLAH da bağışlayan, esirgeyendir (affedenleri O da affeder)."

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الأَكْمَهَ وَالأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ
“İz kâlellâhu yâ îsebne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhi’l- kudusi tukellimu’n- nâse fî’l- mehdi ve kehl (kehlen), ve iz allemtukel kitâbe ve’l- hikmete ve’t- tevrâte ve’l- incîl (incîle), ve iz tahluku mine’t- tîni ke hey’eti’t- tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriu’l- ekmehe ve’l- ebrasa bi iznî, ve iz tuhricu’l- mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bil beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn (mubînun).: ALLAH (cc.) şöyle buyurmuştu; "Ey Meryem oğlu Îsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhû’l- Kudüs ile desteklemiştim de beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. BEN'im iznimle nemli topraktan kuş şeklinde heykel (sûret) yapmıştın, sonra onun içine üflemiştin, böylece BEN'im iznimle bir kuş olmuştu. Ve, doğuştan kör olanı ve alaca tenliyi yine BEN'im iznimle iyileştiriyordun. BEN 'im iznimle ölüleri (diriltip, kabirden) çıkartıyordun. Ve onlara apaçık belgeler getirdiğin zaman İsrailoğullarının saldırısını senden savmıştım (seni kurtarmıştım). O zaman onlardan kâfir olanlar (küfürde olanlar); "Bu ancak, sadece apaçık bir sihirdir." demişlerdi.” (Mâide 5/110)

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bütün insanlar hata işler, ancak hata işleyenlerin en hayırlısı hatalarından dönendir" buyurur. (Tirmizî, "Kıyâmet", 49)

Akrabaların, hatâ ve kusurları karşısında diledikleri özrü kabûl etmek, kusurları başa kakmamak; varsa, onların kötülüklerine imkân nisbetinde iyilikle mukâbele etmek; onları minnet altında bırakmamak, minnet etmemek; bazı şeylere göz yumup görmezden gelmek… Bunlar büyüklerin ahlâkındandır. Sevginin kalıcı olmasını sağlar. Düşmanlığı kaldırır. Bu anlamda Hz. Ali Kerremallahu vechehu'nin bir şiirindeki ifâdeleri ne güzeldir.: " Pek çok şeyde gözlerimi yumuyor, görmezden geliyorum. Hâlbuki bunları görebilirim de. Ben, körlükten dolayı görmezlik yapmıyorum ama, çok defâ kişi, görüp durduğu halde görmezden gelir ve gözlerini kapar. Bazı şeylerde, söylemeye imkânım olduğu halde sükût ediyorum. Ama bize konuşma ya da konuşmama konusunda herhangi bir emir veren yoktur. Gayretimle ve kendi gücümle nefsimi sabra alıştırıyorum. Ama ben, herkesin ahlâkından haberdârım da." (Muhammed b. İbrâhim, Sûü'l-huluk, I, 104, Dârü'bnü Huzeyme, 2. Baskı; Dîvânü'l-İmâm Ali, s. 106.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

İKİNCİ BÖLÜM.: Resim KAT'-I RAHİM..

A-) "Kat’-ı Râhim/SILÂ-i RAHİMi kesme/terk etme" Terkibinin Mânâsı.:

Cenâb-ı HAKk, insanlar ve özellikle akrabalar arasına mukaddes bir bağ koymuştur. SıLâ-i Rahim dediğimiz bu bağa, âyet ve hadîslerde çokça yer verilerek, akrabalar arası hukuk ve ahlâkın korunmasında, ilişkilerin dinî bir zemine dayandırılmasına büyük bir önem atfedilmiştir. Bu, ALLAH'ın (celle celâlihu), insanlara olan büyük ni’metlerinden biridir. Ferdlerin birbirlerini karşılıklı olarak sevme ve saymalarının esâsını "SıLâ-i Rahim" oluşturur. Dinimiz insan mutluluğunun vazgeçilmez şartlarından biri olan SıLâ-i RaHiM'in terkini de günah saymıştır. Buna "Kat’-ı Râhim" denir. Akrabalık bağlarını koparmak, geniş anlamıyla insânî ilişkileri koparmak demektir. Akrabaları sözlü ve fiilî olarak incitme, onların gıybetini yapma, haksız eleştirme, terk etme, maddî ve manevî bağları koparma, sevgi ve şefkat duygularından yoksun bırakma anlamında "Kat’-ı Râhim", akrabalık ilişkilerini kesmek demektir. ALLAH, akrabalık bağlarının sürdürülmesini emreder. Bu, genelde tüm canlılarla, özelde ise akrabalarla iyi ilişkileri muhâfaza edip sürdürmek demektir. "SıLâ-i Rahim" nasıl farz ise, zıddı olan "Kat’-ı Râhim" de aynı şekilde haramdır. (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 112.)

Kur’ÂN Ahlâkını en iyi kavrayan ve yaşayanlardan biri olarak tanınan Ehl-i Sünnet Âlimi Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), Takvâ Ehlinin =>"doğru sözlülük, yoksullara merhamet, kibirden arınmışlık, insanlarla iyi geçinme" gibi birtakım ahlâkî fazîletlerini sayarken, bunlar arasında SıLâ-i Rahime de ayrı bir değer verir. Ebû Nuaym İsfahânî, Hilyetü'l-evliyâ, II, 143.)

Koğuculuk, zinâ fiilini işlemek veyâ ona aracılık yapmak, domuz eti yemek, hırsızlık yapmak, içki içmek, yalan yere yemin etmek, ALLAH'ın Rahmetinden ümit kesmek veyâ azabından emin olmak, ahdi bozmak gibi Kur’ÂN'da yasaklanan fiillerden oluşan büyük günahlar sayılırken, bunların içinde SıLâ-i Rahimi terk etme meselesi de vardır. (İbn Hacer el-Heytemî, Esne'l-metâlib fî sıleti'l-ekârib, I, 6-10. 204 Komisyon, Fetâvâ eş-Şebeke el-İslâmiyye, VIII, 961, (2009). 45)

SıLâ-i Rahim, yakınlıkların en büyüklerinden, ALLAH'a yaklaştıran amellerin de en önemlilerindendir. Kat’-ı Râhim de en büyük günahlardandır. (Komisyon, Fetâvâ eş-Şebeke el-İslâmiyye, VIII, 961, (2009)

İslâm, soy bağlarını güçlendirmeyi ve bu bağların korunmasını övmüş, akrabalar arası dayanışmanın sağlanmasını teşvîk etmiş, ama "Kat’-ı Râhim" dediğimiz, bu bağların zâfiyete uğratılması ve zedelenmesi hususuna ise çok şiddetli şekilde zemmetmiştir.

B-) "Kat’-ı Râhim =>Büyük GüNahLardandır.:

Âlimlerin, çeşitli âyet ve hadislere dayanarak tesbit ettikleri büyük günahların (kebâir) çoğu kul haklarıyla ilgilidir. Bunlar arasında, ana babaya kötülük etme ve akrabalık ilişkilerini kesme de vardır. (Zehebî, el-Kebâir ve tebyînü'l-mehârim, Dımaşk-Beyrut 1987, s. 40-181)

Bu yüzden, derhal tövbe istiğfar etmek gerekir. Bir hadîste, "Her kimin, bir kardeşine, onun ırzıyla ya da herhangi bir şeyle ilgili bir zulmü varsa, bugün hemen onunla helâlleşsin…" buyrularak üzerinde kul hakkı bulunan kimsenin hiçbir maddî bedelin geçerli olmayacağı kıyamet gününden önce hak sâhibiyle helâlleşmesi istenir. (Buhârî, "Mezâlim", 9, 10; "Rikâk", 48.)

Hadiste geçen ve kul hakkına tecâvüz sayılan "mazlimemezâlim", helâlleşilmesi ve tevbe edilmesi gereken bir günahtır. Âlimler, kul hakkıyla ilgili tövbelerin kabul edilebilmesi için bu hakların sâhiblerine ödenmesi veyâ onların rızalarının alınması gerektiğini söylerler. (Çağrıcı, Mustafa; "Kul Hakkı", DİA, XXVI, 383-388.)
Ayrıca Kat’-ı Râhim öyle bir günahtır ki, Ahmet b. Hanbel'e göre, bunu yapanın şehâdeti kabul edilmez. (İbn Kudâme, el-Muğnî, XIV, 151.)

Mazlimemezâlim.: 207 Mezâlim.: Bazı hadislerde geçen (Dârimî, "Büyû‘", 1, 13; İbn Mâce, "Ticârât", 27; Ebû Dâvûd, "Büyû‘", 49; Müsned, II, 237) bu kelime, fıkıh literatüründe hem şahsa hem mala yönelik haksızlıklar için kullanılsa da daha çok malla ilgili hak ihlâllerinde ve "gasb, hırsızlık gibi yollarla kazanılan mal ve elde edilen gelirler, kanunsuz olarak tahsil edilen vergiler, hukuka aykırı şekilde el konulan mallar" anlamında yaygınlık kazanmıştır. (Yeniçeri, Celâl; " Mezālim", DİA, XXIX, 515-518.)

C-) "Kat’-ı Râhim'in =>SebebLeri.:

Modern Dünyâda ferdî menfaatler öncelenmekte, çekirdek âile tipi yaygınlaşmaktadır. Bu değişikliklere paralel olarak modern toplumlarda, uzak akrabalar bir yana, yakın akrabalarla, hatta komşularla bile ilişkiler kopmuş durumdadır. Bugün, Batı toplumlarında ve bu yaşam tarzının etkisi veyâ özentisi içinde olan bazı Müslüman kesimlerde, insanî ilişkilerin, âile içi ve akrabalar arası bağların oldukça zayıflayıp ferdiyetçi, maddeci, çıkarcı ve bencil bir yaşam tarzının hâkim ve egemen olduğu açıktır. Fakat yaratılışı i’tibâriyle sosyal ve medenî bir varlık olan insan bu ihtiyacını karşılamak için yeni çarelere başvurmaktadır. İşte bu doğrultuda, günümüz Dünyâsında, kendi kendine yeten bencil bir insan tipi oluşturulmaya çalışılmakatdır. İnsanın bu kadar soyutlanması, kendi şahsiyetine bu kadar değer atfedilmesi, bu azgınlara, "Ben sizin en Yüce RABBinizim!"

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki.: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” (Nâzi’ât 79/24)

dedirtecek kadar ileri gitmektedir. (Ünlü, Hatice; "Sünnette Âile İçi İletişim", MÜ, SBE, 2007, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), S. 91.)

Toplumsal geleneğimizde ise, tasavvuf literatüründeki "İnsân-ı Kâmil" kavramıyla (Aydın, Mehmet S.; "İnsân-ı Kâmil", DİA, XXII, 330, 331.) ifâde edilen bir anlayış vardır. Bu hedefe, güzel davranışlarda bulunup, insanlarla pozitif bir iletişim ve sıla içinde olmakla ulaşılabilir. Bunun için de, en dar dâireden başlayarak en uzak akrabaya, öldükten sonra baba dostlarına, hatta iyi, hayırlı ve güzel işlerde ortaklıkları bulunanlara varıncaya kadar herkesle SıLâ-i Rahim yapmak gerekmektedir.

Burada, akrabalarla ilişkilerin kopmasına yol açan genel sebeblerden bazılarına, birkaç madde ilâvesiyle, aşağıdaki hadisler çerçevesinde bakılacaktır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Dedikodunun peşine düşmeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın, birbirinize hased etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, kin gütmeyin. Ey ALLAH'ın kulları, kardeş olun!" buyurmuştur. (Buhârî, "Edeb", 57, 58; Müslim, "Birr", 24, 28, 30, 32.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mü’minler birbirini sevmekte, birbirine şefkat göstermekte ve korumakta, herhangi bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da bu yüzden uykusuzluğa ve hummaya tutulan bir vücud gibidirler." buyurmuştur. (Buhârî, "Edeb", 27.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona ihânet etmez, yalan söylemez, onu sıkıntıda bırakmaz. Her müslümanın diğerine namusu, malı ve kanı haramdır. Takvâ işte buradadır (kalbdedir). Bir kimsenin müslüman kardeşini hor görmesi kendisine yapacağı kötülük olarak yeter!" buyurmuştur. (Buhârî, "Mezâlim", 3; Müslim, "Birr", 32, 33, 58, 72; Tirmizî, "Birr", 18.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu düşman eline bırakmaz. Kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse ALLAH da onun ihtiyacını giderir; kim müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa ALLAH da onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse ALLAH da onun kusurunu gizler (affeder)." buyurmuştur. (Buhârî, "Mezâlim", 3; Müslim, "Birr", 58..)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

AKRABALARLA İLİŞKİLERİN KOPMASINA YOL AÇAN GENEL SEBEBLERDEN BAZILARI.:

Resim 1-) CeHâLet.:
Akrabalar arasında oluşan, SıLâ-i Rahimi zedeleyici pek çok hatâlar vardır ki bunlar, bâzı emir ve yasakların ayrıntılarını bilmemekten kaynaklanır. “Cehl ve Cehâlet” =>Bilgisizlik, kibir, bozgunculuk, serkeşlik gibi anlamlara gelen ahlâkî bir terimdir; "bilmemek, bilgi ve görgüden yoksun olmak" anlamındadır. Kur’ÂN-ı Kerîm'de hem "cehâlet" şeklinde, hem de aynı kökten gelen muhtelif isim ve fiiller şeklinde geçer. Bu âyetlerde genellikle cehâletin fenâlığı, câhillerin yanılgıları, kötülük ve zararları üzerinde durulur. (Dönmez, İbrâhim Kâfi; "Cehâlet", DİA, VII, 219-222.)

Cehâlet kelimesi, sâdece, ilmin zıddı olan ve nazarî bilgilerden yoksunluğu ifâde eden "cehl"den değil, fakat amelî bilgisizlik, yâni sefâhat, serkeşlik mânâsındaki "cehâlet"i de ifâde eder. Nitekim Türkçe'de de bu kelime sık sık bu mânâda kullanılır. Peygamber aleyhisselâm’ın bazı hadîslerinde de cehâlet, öfke ve serkeşliği ifâde için kullanılmıştır. (Buhârî, "Îmân", 22; Müslim, "Tevbe", 56.)

İşte akrabalar arasında da, bu anlamdaki câhillik ahlâkını kaldırıp, yerine iyi huyluluğu, dostluğu, barışı ve SıLâ-i Rahimi getirmek gerekmektedir. (TDVY, İlmihâl II, s. 489 vd.)


SıLâ-i Rahim'in ötelenen ve ertelenen, ya da hemen neticelenen cezâ ve zararlarını yeterince bilmemek ve tanımamak, insanı, Kat’-ı Râhim'e götürür. Yine SıLâ-i Rahim'in fazîletlerinden, ertelenen ya da peşinen verilen güzel meyvelerini gerektiği gibi bilmemek ve bu konuda câhil olmak da, ilişkilerde kusur işlemeye neden olabilir. (Dönmez, İbrâhim Kâfi; "Cehâlet", DİA, VII, 219-222.)

Resim 2-) TaKVâ ZayıfLığı.:

Takvâ kelimesi sözlüklerde "insanın, ibâdet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek durumlardan korunması" şeklinde târif edilir. Daha geniş bir tanımıyla takvâ, "ALLAH'a itaat ederek O'nun vereceği cezâlardan korunmak; insanın kendisini, yaptığı veyâ yapmadığı şeyler yüzünden müstahak olacağı ukubâttan yine ALLAH'a itâat ederek koruması" anlamına gelir.. (Seyyid Şerîf el-Cürcânî, et-Ta'rîfât, "Takvâ" md.)

Diğer bâzı târiflere göre ise =>"Kulun mâsivâdan sakınması ve dinin edeb ve erkânına saygılı olmasıdır; takvâ, insanı ALLAH'tan uzaklaştıran her şeyden ve yasaklanan şeylerden uzak durmak, nefsânî hazları ve ALLAH'tan başka her şeyi terketmektir; gönlünde ALLAH'tan başka hiçbir şey görmemen, kendini hiçbir kimseden daha iyi diye düşünmemendir; sözde ve davranışta Peygamber aleyhisselâm’a uymaktır." (TDVY, İlmihâl II, s. 503.)

Büyük Müfessir Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1210), Bakara Sûresinin 196. âyetini tefsîr ederken, takvâ için =>"Bütün dinî ve ahlâkî ödevleri yerine getirme, din ve ahlâkın sakıncalı bulduğu tutum ve davranışlardan da kaçınma" anlamını içeren bir tanım yapar.:


وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ وَلاَ تَحْلِقُواْ رُؤُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
“Ve etimmûl hacce ve’l- umrete lillâh (lillâhi), fe in uhsirtum fe mesteysera mine’l- hedyi ve lâ tahlikû ruûsekum hattâ yebluga’l- hedyu mahilleh (mahillehu), fe men kâne minkum marîdan ev bihî ezen min ra’sihî fe fidyetun min sıyâmin ev sadakatin ev nusuk (nusukin) fe izâ emintum, fe men temettea bi’l- umreti ile’l- haccı fe mesteysera mine’l- hedyi, fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâmin fî’l- haccı ve seb’atin izâ reca’tum tilke aşaratun kâmileh (kâmiletun), zâlike li men lem yekun ehluhu hâdırı’l- mescidi’l- harâm (harâmi), VETTEKÛLLÂHe va’lemû ennellâhe şedîdu’l- ikâb (ikâbi).: Hac ve umreyi ALLAH için tamamlayın. Fakat eğer (elde olmayan bir nedenle) alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen kurbandan (gönderin). Kurban (kesim) yerine ulaşıncaya kadar da başlarınızı traş etmeyin. Fakat sizden hasta olan veya başından bir ezası olan (ve bundan dolayı kurban yerine varmadan önce traı olmak zorunda kalan) kimsenin bu durumda, oruçtan, sadakadan veya kurbandan (biriyle) fidye vermesi(gerekir). Artık emîn olduğunuzda (güvene kavuştuğunuzda) o zaman kim, hac (zamanına) kadar umreden faydalanırsa, o takdirde kolayına gelen kurbandan (keser). Fakat kim bunu bulamazsa, o zaman üç gün hacta, (evinize) döndüğünüz zaman da yedi (gün) oruç tutması gerekir ki bunların tamamı on (gündür). Bu, âilesi Mescid-i Haram'da hazır olmayan (oturmayan) kimseler içindir. Ve ALLAH'a karşı TAKVÂ sâhibi olun. Ve ALLAH'ın ikâbının (cezâsının) şiddetli olduğunu bilin!” (Bakara 2/196)

Tanınmış mutasavvıf Ebû Tâlib el-Mekkî'nin (ö. 386) târifi ise daha kısa ama oldukça kapsamlıdır: "Takvâ bütün iyilikleri kapsayan bir isimdir." (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, I, 196. )

Takvâ =>ALLAH'a saygı demektir. O’na saygı ise, ferdî ve sosyal planda yücelme ve değer kazanmanın ölçüsü haline gelmiş; bu ölçüye uygun olarak İslâm'ın öğretileri, bütün varlıklara karşı merhametli olmayı, insan ilişkilerinde dürüstlük ve güvenilirliği, sevgi ve fedakârlığı, samimiyet ve iyi niyeti, fakat bütün bunların başarılabilmesi için de kötü eğilimlerin bastırılmasını ve daha birçok erdemi ihtivâ etmiştir.. (TDVY, İlmihâl II, s. 495 vd.)

Eğer bir kişinin takvâ ve dinî yaşantısında zâfiyet varsa bu kişi, ALLAH'ın çok önem vermiş olduğu SıLâ-i Rahimi önemsemeyebilir. SıLâ-i Rahim'in getirmiş olduğu sevâblara karşı isteksiz olur; hem de, Kat’-ı Râhim'in korkunç âkıbetlerinden endişe etmez. Böylelikle ALLAH'ın Rızasına aykırı davranmaktan çekinmez.

Resim 3-) KiBiR.:

Sözlükte "büyüklük" anlamına gelen kibir, tevâzûun karşıtı olarak "kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması" demektir. Ancak kelimenin daha çok birinci anlamda kullanıldığı, büyüklenme ve böbürlenme şeklindeki davranışların ise bu huyların dışa yansımasından ibâret olduğu belirtilir. Aynı kökten gelen tekebbür ve istikbâr, kibre yakın anlamlara gelmekle birlikte, kibri, büyüklük duygusu, tekebbürü ise bu duygunun eyleme dönüşmesi şeklinde yorumlayanlar da vardır. (Gazzâlî, İhyâ', III, 343-344.)

Kaynaklarda, tekebbürün en ileri derecesinin gerçeği kabûle yanaşmayarak ALLAH'a karşı büyüklenmek ve O'na boyun eğip kulluk etmeyi kendine yedirememek olduğu ifâde edilir. İstikbâr, kişinin sâhib olmadığı meziyetlerle övünerek kendini olduğundan farklı göstermeye çalışmasıdır. A'râf sûresinin 146. âyetinde kibir taslayanlar eleştirilirken "haksız olarak" kaydının konması dikkate alınarak bir kimsenin sâhib olduğu gerçek meziyet ve erdemleri ölçüsünde kendi değerinin farkına varmasında bir sakıncanın bulunmadığı belirtilmiştir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "kbr" md.; Lisânü'l-'Arab, "kbr" md.; Tâcü'l-arûs, "kbr" md.)


سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الرُّشْدِ لاَ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ
“Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fî’l- ardı bi gayri’l- hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîle’r- ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebile’l- gayyi yettehızûhu sebîl (sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn (gâfilîne). Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fî’l- ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîle’r- ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebile’l- gayyi yettehızûhu sebîl (sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn (gâfilîne).: Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.” (A'râf 7/146)

Tasavvufî anlayışta, "kibir harâm, tevâzû farzdır." (TDVY, İlmihâl I, s. 65.)

İnsanlar, makam-mansıb ve zenginlik gibi dünyevî açıdan çok önemli bazı ni’metleri elde ettiklerinde, kibre girip, akrabalarını küçümseyebilirler. Bu kimseler akraba ziyâretlerini aksadır, daha önemli olduklarını zannederek öncelikle kendilerinin ziyâret edilmesi gerektiğni düşünür ve yanılgıya düşerler. Böyle bir durum, akrabalık bağlarını baltalayan önemli bir faktördür.

Resim 4-) ZiYâReti ve MisâfirLeri Önemsememek.:

Ulemânın çoğuna göre misâfiri ağırlamak sünnettir. Peygamber aleyhisselâm’ın, misâfiri ağırlamayan kişilerde hayır olmadığına dâir sözleri dikkate değerdir. (İbn Abdilber, el-İstîâb, XXI, 42-48; Nevevî, II, 18, 19; Aynî; Umdetü'l-kārî fî şerhi sahîhi'l-Buhârî, Kâhire 1972, XVIII, 220-226.)

Misâfire ikrâmla ilgili pek çok hadis vardır. Hiç şüphesiz İslâmî Kültür ve Terbiyenin en önemli unsurlarından biri, misâfir ağırlamak ve onlara ikrâmda bulunmaktır. Geleneğimizde misâfir, mûteberdir. Müslümanlar, öteden beri hep misâfirperver davranmışlar, misâfire ikrâm etmeyi ve onlara hürmet göstermeyi pek sevmişlerdir. Misâfire karşı kötü davranma ve saygısızlığı, büyük bir ayıp ve ALLAH'a saygısızlık telâkkî etmişlerdir. Kültürümüzde, misâfirlere karşı ihsân ve in’âmda bulunmak önemlidir. En mükellef sofralar, hep misâfirlere hazırlanır; en güzel yemekler onlara ikrâm edilir. Evlerimizde, genelde misâfirlere mahsûs (mihmanhâne) denen odalar bulunur. Eve gelenlere, ihsân ve lütufta bulunma, onlara iyilik etme mânâsına gelen izzet-ü ikrâm, misâfirlere takdîr, taltîf ve teşvîk etmek veyâ ihtiyaçlarını karşılamak demektir. (Çağrıcı, Mustafa; "Misafir", DİA, XXX, 171, 172.)

Tezkîrü'l-En'âm adlı eserde.: SıLâ-i Rahim, öncelikle ziyâretleşme ile başlar. Ardından ihtiyaç ve hastalık zamanlarında ziyâretlerle pekişir; dâvete icâbet konusunda birbirlerine (akraba olmayanlara nazaran) öncelik verilir; dâvet ve ziyâfetlerde önce birbirlerinden başlarlar...” demektedir. (el-Kasîr, Tezkîrü'l-en'âm, s. 13.)

Genel olarak misâfirlik konusu bu şekilde olmakla birlikte, eve gelen misâfirler, yakın akrabalardan olursa, konu daha büyük bir değer ve hassâsiyet kazanır. Bâzıları, ziyâretlerine gelen akrabalarına karşı, gerekli özeni göstermeyebilirler. Hatta akrabası olan misâfiri, kendi akrabası olmayanlardan daha arka plana atanlar da olabilir. Oysa ki akrabalık bağları daha çok dikkat edilmesi gereken hassas bir durumdur. Aynı zamanda ziyârete gelen ve bu şekilde SıLâ-i Rahim yapan akrabalara, ihtimam göstermek, onları azîz birer misâfir olarak izzet-ü ikrâmla ağırlamak gerekir ki, bu bağlar zedelenmesin.

Kimi zaman, uzun bir aradan sonra, akraba ziyâretinde bulunan biri, sitem ve ithamlara mâruz kalabilir. Bundan çekinenler, tatsız bir muâmeleyle karşılaşmamak için, ziyâreti sürekli erteler, ya da hepten SıLâ-i Rahimi terk ederler. Bundan dolayı, ilk önce ziyâretle SıLâ-i Rahim'i başlatana kızmamalı, eski tatsızlıklara bir sünger çekip, güzel sözlerle mukâbele ederek, engin bir hoşgörü ve anlayış ile, gönülleri hoş tutmalıdır. Peygamber aleyhisselâm, affetmeyi sever, kimseyi incitmez ve düşmanlarının dâhi iyiliğini isterdi. Kur’ÂN-ı Kerîm, onun bu meziyetinden övgüyle bahseder.: "Eğer kaba, katı kalbli olsaydın, muhakkak ki insanlar çevrenden dağılır giderlerdi..."


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza’l- kalbi lenfaddû min havlik (havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr (emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne). Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza’l- kalbi lenfaddû min havlik (havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr (emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a tevekkül et. Muhakkak ki ALLAH, tevekkül edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrân 3/159)

O (sallallahu aleyhi vesellem), insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, tenkitlerini isim vermeden yapardı..

Resim 5-) CiMRiLik.:

Cimrilik, servet edinme tutkusuyla karşılıksız harcama ve hayır yapmaktan kaçınma eğilimidir. "Âdî, alçak, soysuz" anlamındaki Farsça cimri kelimesinden Türkçeleştirilmiş olup, genellikle "pintilik, hasislik" mânâsında kullanılır. İslâm Ahlâk Literatüründe aynı kavramlar "şuh" ve "buhl" kelimeleriyle ifâde edilir. Ancak dilciler bu iki terim arasındaki anlam farkı üzerinde durmuşlardır. Buna göre "şuh", öncelikle kişiyi mal mülk edinme hırsına sevkeden, harcamalarda bulunmaktan ve yardım etmekten alıkoyan bencil bir duygu, "buhl" ise bu duygunun etkisiyle iyilik ve cömertlik yapmaktan kaçmaktır. (bk. Lisânü'l-'Arab, "bhl", "şhh" md.'leri.)
Dilciler ve müfessirlerin çoğunluğu, özel olarak mal varlığı konusundaki cimriliğe "buhl" ve genel olarak iyiliğin her türlüsünden kaçınacak derecede köklü ve yaygın bir huy halini almış bulunan cimriliğe de "şuh" demişlerdir. Ayrıca "buhl"ü, kişinin kendi malını hayır yoluna harcamaktan kaçınması, "şuhh"u da başkalarının elindekine göz dikecek veyâ onların iyilik yapmalarından bile hoşlanmayacak derecede cimri ve iyilik duygusundan yoksun olması şeklinde açıklayanlar da vardır. (Çağrıcı, Mustafa; "Cimri", DİA, VIII, 4, 5.)

Bazı insanlar, Cenâb-ı ALLAH'ın ihsân etmiş olduğu zenginlik gibi fânî sıfatlardan dolayı, akrabaları kendilerinden bir şey istemesin diye onlardan uzak kalabilirler. Oysa ki hediye, zekât, sadaka ve yardım gibi hususlarda, öncelik akrabalarındır. Bu konuda pek çok âyet ve hadîs vardır. Akrabalara karşı davranışlarda, bunları düşünerek çok dikkatli olmalıdır.

Bir Hadîs-i Şerîfte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dünyâ, dört kişi içindir, ALLAH'ın kendisine mal ve ilim verdiği bir kişi ki, o kimse bu ni’metler hakkında RABBisinden korkar ve bunlarla SıLâ-i Rahim yapar. Cenâb-ı HAKk'ın, bu ni’metlerde bir hakkı olduğunu bilir. İşte bu, makamların en yücesidir…"

Ebu Kebşe Amr İbni Sa’d el-Enmari radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Haklarında yeminle söz söyleyebileceğim üç haslet vardır; iyi belleyiniz!
1-) Sadaka vermekle kulun malı eksilmez.
2-) Uğradığı haksızlığa sabredenin ALLAH şerefini arttırır.
3-) Dilenme kapısını açan kimseye ALLAH, fâkirlik kapısını açar. (Veya buna benzer bir cümle söyledi).
“Yine size bir söz daha söyleyeceğim, onu da iyi belleyiniz.” dedi ve şöyle buyurdu.:
“Dünyada dört kısım insan vardır.:
(Birincisi).: ALLAH’ın kendisine mal ve ilim verdiği kimsedir. Bu kişi ALLAH’a karşı saygılı davranır, hısımlarını görüp gözetir, o maldaki ALLAH’ın Hakkını yerine getirir. Bu, en üst derecedir.
(İkincisi).: ALLAH’ın kendisine ilim verip mal vermediği iyi niyetli kimsedir. O, iyi niyetle.: “Eğer malım olsaydı ben de falan adam gibi davranırdım.” der. Bu, iyi niyetinin karşılığını görür. İkisinin sevâbı eşittir.
(Üçüncüsü).: ALLAH’ın mal verip ilim vermediği kimsedir. O bilgisizliği yüzünden malını gelişi güzel harcar,ALLAH’a karşı sorumlu davranmaz, hısımlarını görüp gözetmez, o malda ALLAH’ın Hakkı olduğunu idrak etmez. Böylesi kişi, en kötü durumdadır.
(Dördüncüsü).: ALLAH’ın ne mal ne de ilim verdiği kimsedir. Bu kişi der ki.: “Eğer malım olsaydı, ben de falan gibi yer-içerdim.” Bu da niyetinin karşılığını görür. Binaenaleyh bu iki kişinin vebâli eşittir.”
(Tirmizî, Zühd 17; İbn Mâce, Zühd 8.)

Buyurarak esâs olanın cimrilik değil, verilen ni’metler hususunda ALLAH'a sığınıp, onların hakkını vermek ve o ni’metleri, akrabalarla paylaşarak takvâ dâiresine girmek olduğunu belirtir.
Bu Hadîs-i Şerîfin devâmında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Cenâb-ı HAKk'ın bir kişiye mal verip de ilim vermemesi üzerine, o kimsenin takvâya girmemesi ve SıLâ-i Rahim yapmaması ve ALLAHın bu mallardaki hakkına riâyet etmemesi nedeniyle, "Ahbes-i Menâzil"e, yâni makamların en kötüsüne düştüğünü" bildirir. (Câmiu'l-usûl, XI, 10; Müsned, IV, 231.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: ALLAH TeALÂ, işlemedikleri sürece gönüllerinden geçen kötülüklerden dolayı ÜMMetimi sorumlu tutmaz.” buyurmuştur.
(bk. Buhârî, İtk 6; Talak 11; Eymãn 15; Müslim, İman 201-202)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Hangi hastalık vardır ki o, cimrilikten daha elem verici olsun!" buyurmuştur. (Hâkim, III, 219-220.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Şuhh'tan sakının; şüphesiz sizden öncekileri helâk eden şey, şuhh'tur. Şuhh, onlara buhl'ü emretti, onlar da bahîl oldular; Kat’-ı Râhim'i emretti, onlar da bunu yaptılar; fücûru emretti, fâcir oldular." buyurmuştur. (Müslim, "Birr", 56; Hâkim, Müstedrek, I, 410.)

Resim 6-) Düğün, Sünnet vb. Bazı ÖzeL günLerde, AkrabaLarı Unutmak.:

Bu konuya, SıLâ-i Rahimi takviye eden hususlar anlatılırken değinilmişti. Özel gün ve dâvetlerde, akrabaları unutmak, akrabalık bağını zayıflatan problemlerdendir. Unutulan kişi bundan incinip, bunu gurur vesilesi yapabilir, çeşitli Sû-i Zann ve dedikodulara girebilir. İşte bu durum da, akrabalık bağlarının kopmasına ve çözülmesine neden olur. Müslümanlar için mübârek sayılan, ya da düğün ve Sünnet gibi mutluluk zamanlarında öncelikle akrabaları hatırlamak ve dâvet etmek gerekirken, ne yazık ki bazen dikkatsizlik sonucu veyâ başka nedenlerle ihmaller söz konusu olmaktadır. Cenâze, hasta ziyâreti, tâziye vb. önemli günler, SıLâ-i Rahim için ayrı bir özen gösterilmesi gereken zaman dilimleridir. Bu şekilde akrabalara vefâ gösterip, irtibâtı ve bağlantıyı koparmamak gerekir. Hangi şartlar altında olursa olsun, akrabalar kesinlikle unutmamalıdır. Çünkü akrabaları unutmak ve vefâsızlık göstermek, Kat’-ı Râhim'in önemli sebeblerindendir.
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

Resim 7-) Akraba ZiyâretLerinde AşırıLığın OLumsuz EtkiLeri.:

SıLâ-i Rahimi takviye eden hususlar anlatılırken, denge ve i’tidal meselesine değinilmişti. Burada yine aynı bağlamda şunları söyleyebiliriz.:
Her şeyde denge önemlidir. SıLâ-i Rahim yapacağız diye, aradaki tatlı mesâfeyi bozarak, insanlara külfet olacak kadar aşırı ziyâret etmek de bazen sakıncalı olabilir. Bu meyânda hadis olarak da rivâyet edilen, anlamlı şöyle bir söz vardır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Dengeli ziyâret et ki, çok SEVilesin." buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, Mektebetü 'ilmi'l-hadîs, thk. Yûsuf b. Mahmûd, Dımaşk 1421 h., I, 497.)

İlişkilerde aşırıya kaçmak, zamanla saygınlık ve muhabbeti zedeleyebilir.

Resim 8-.) Akraba EvLiLikLeri, GeçimsizLikler ve Boşanmak.:

Evlilik, her zaman özenle ele alınıp yürütülmesi gereken hayâtî bir müessesedir. Boşanma ise, Cenâb-ı HAKk’ın en sevmediği bir helâldir. Bir Hadîs-i Şerîfte,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'ın helâl kıldıklarının en kötüsü boşanmadır." buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, "Talâk", 3.)

Özellikle sebebsiz boşanmalar hiçbir şekilde hoş karşılanmamıştır. Bundan dolayı, akraba evliliği yapan eşlerin, daha da özenli olması, olası bir boşanma durumunda, bunun zararının sâdece evliliği bitirmekle kalmayıp, akraba ilişkilerine de ciddi zarar vereceğini bilmeleri gerekir.

Resim 9-) AkrabaLarın Komşu OLması.:

Hz. Ömer'e (radiyallahu anhu) atfedilen bir sözde, onun vâlilerine (Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye) şöyle emrettiği belirtilir.:
“Akrabaların birbirlerini ziyâret etmelerini, ama komşu olmamalarını emredin." (Gazzâlî, İhyâ', III, 141; II, 216.)

Aynı minvâlde.: "Mekân cihetiyle uzaklaşın ki, sevgi bakımından yakınlaşınız." gibi pek çok hikmetli sözler de aktarılır. (İbn Kuteybe; Uyûnu'l-ahbâr, Kâhire 1348, I, 310; Câhız; el-Beyân ve't-Tebyîn, II, 46.)

Ahlâk Kitablarında, akrabalarla ilgili olarak, mesken olarak hep uzaklaşma tavsiye edilir. Çünkü mesken olarak yakınlık, ya çocuklar ya da eşler vesilesiyle bazen akrabalar arası problemlere sebeb olabilir. Meskence uzaklaşarak sevgiyi korumak gerekir. (M. İbrâhim el-Hamd, Katîatü'r-râhim, nşr. Vizâretü'l-evkâf es-Seûdiyye, trs., s. 14.)

Akrabalar aynı zamanda birbirlerine bitişik veyâ yakın yerlerde yaşayan komşular oldukları takdirde, eşler ya da çocuklar arasındaki tartışmalar ve kavgalar büyüyerek, akraba olan âilelerin SıLâ-i Rahim bağlarını koparabilir. Mü’minler, özellikle akrabalar, hiçbir şekilde birbirleriyle çekişmemelidir. Aksi takdirde zaafa düşer, birlik ve dirliklerini yitirirler. Bundan dolayı, mümkünse, akrabaların, komşu olmaktan ziyâde, yâni maddeten imkân ölçüsünde uzak durup, mânen yakın olmaları ve ziyâret vb. iletişime önem vermeleri daha doğru bir davranış olabilir. Zirâ komşuluk hukuku, akrabalık hukukundan farklı yükümlülükler taşıyan bir durumdur. Komşu olmanın doğurduğu birtakım hak ve görevlerin yanı sıra bunların sağlandığı bir ilişkiler düzeni de bulunmaktadır. Bunlara genel olarak komşuluk veyâ komşuluk ilişkileri denilir. (TDVY, İlmihâl II, s. 470.)

Gazzâlî (ö. 505/1111), İhyâ'sında bu hususu şöyle îzâh eder.: "Komşuluk, ayrı yükümlülükler getirir. Komşuluk bazen, yalnızlığa ve Kat’-ı Râhim'e neden olur. Yakınlığın en mühimi, doğum yoluyla gerçekleşen akrabalıklardır. Yakınlar, anne baba ve çocuklar olunca, yükümlülükler daha da katlanır." (Gazzâlî, İhyâ', III, 141; II, 216.)

Resim 10-) Miras Taksimindeki AdaLetsizlikLer.:

Dinimizde miras haktır ve helâldir. Ancak, bu önemli iş uygulanırken, ilim ehli insanların yönlendirmesiyle, adâletli, hakkâniyetli ve zamanında bir taksim yapılması gerekir. Bu konudaki herhangi bir kusur, akrabalar ve kardeşler arasında geçimsizliklere ve bağlarının kopmasına neden olabilir. Çağımızda şehirleşmenin, ağırlaşan ekonomik şartların, dinî ve ahlâkî eğitim yetersizliğinin de etkisiyle beşerî hatta âile içi ilişkilerde bencillik, ferdiyetçilik ve sorumsuzluğun egemen olmaya başladığı görülmektedir. Hısımlar arası ilişki ve bağların ise, anne baba ve çocuklardan oluşan çekirdek âile tipinin dar kalıpları içine sıkışıp kaldığı söylenebilir. Böyle olunca, özellikle de akrabaların, İslâm miras hukukunun ilke ve hükümlerine göre terekeyi paylaşmaması ve bu konuda ihmalkâr, hatta kayıtsız kalması, korunmaya çalışılan dengeyi altüst ettiğinden, bazılarının açık bir mağduriyetine yol açmakta ve onların haklı serzenişlerine sebeb olmaktadır.
Tek taraflı ve çıkarcı bir yaklaşımla mirastan pay almanın dengeyi bozacağı, kul hakkı ihlâline yol açacağı ve uhrevî sorumluluk doğuracağı açıktır. İslâm, akrabalar arası hukukun korunmasında âzamî titizliği gösterdiği gibi, kul hakkı ihlâlini de en ağır günahlardan biri sayar. (TDVY, İlmihâl II, s. 248.)

Böyle olunca da, akrabalar arasında, özelikle kız çocukları aleyhine denge, kimi zaman bozulmakta, hatta İslâm miras hukukunun kurmak ve korumak istediği denge âdeta tersyüz olmaktadır. Bu sebeble de dinin mirasla ilgili hükümlerinin ve fıkıhta yer alan ölçü ve paylaşımların iyi anlaşılmasına, bu vesîle ile akrabalar arasındaki ilişkilerin zaafa uğratılmamasına günümüzde daha çok ihtiyaç bulunduğu dâimâ hatırlanmalıdır.

Resim 11-) Sû-i Zann.:

Sû-i Zann, toplumsal huzuru bozan ve SıLâ-i Rahime zarar veren bir günahtır. Âyette.: "Ey iman edenler! (Mü'minler hakkında) fazla zan beslemekten kaçının, çünkü zannın çoğu günahtır." buyrulur.


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran mine’z- zanni, inne ba’da’z- zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh (kerihtumûhu), vettekullâh (vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm (rahîmun).: Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve ALLAH'a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki ALLAH, tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.” (Hucurât 49/12)

Mü'min ihtiyat insanı olmalıdır. Doğruluğu şüpheli olan tahminlerle, Sû-i Zanna giremez ve böylelikle günahtan sakınır. Gerçek mü’min, görüş ve kanâatlerinde sağlam bilgiye dayanır. İnsan, hüsn-ü zanna me’murdur. Zannında isâbet etmeyip hatâ etse de hüsn-ü zan beslemesi daha yararlıdır. İlk devir sûfîlerinden en-Nehrecûrî (ö. 330/941).: "Sû-i Zanndan sakınmak, insanların bize karşı kötü zan beslemesine yol açacak davranışlardan kaçınmamız anlamına gelir." der. (Serrâc, el-Lüma', s. 79; Kelâbâzî, et-Ta'arruf, Kâhire 1388/1969, s. 43; Ebû Nuaym, Hilye, X, 206; Kuşeyrî, er-Risâle, Kâhire 1386/1966, s. 45.)

Zan; kesin bilgi ve şüphe hakkında kullanılır. Üstünlük niteliği ile beraber şüphenin iki tarafından biridir. (el-Cürcânî, et-Ta'rîfât, "Zan" md.)

İhtimal üzere olduğundan bir kısmı gerçeğe hiç isâbet etmez; etmeyince de başkasına ait hususta, o şekilde aleyhine hüküm verdiğinden, bühtân, iftirâ ve bundan dolayı bir vebâle girmiş olur. Bir de zannın kaynağı, nefsî meseleler olunca, hata olma ihtimali daha fazladır. Haram olan kötülüklerin çoğu bu gibi zanlardan doğar. Tabii ki aslında zannın hepsi günah değildir. Meselâ, ALLAH'a ve mü’minlere hüsnüzan, vâcibdir. Âyette, "Mü’minlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da.." buyrulmuştur.


لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُّبِينٌلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُّبِينٌ
“Lev lâ iz semi’tumûhu zanne’l- mu’minûne ve’l- mu’minâtu bi enfusihim hayran ve kâlû hâzâ ifkun mubîn (mubînun).: Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, onu (bu iftirayı) işittikleri zaman kendi içlerinde hayır zanda bulunsalardı ve “bu apaçık iftiradır” deselerdi olmaz mıydı (demeleri gerekmez miydi)?” (Nûr 24/12)

Hadîs-i kudsîde.: "Ben kulumun zannı üzereyim" buyrulur. (Buhârî, "Tevhîd", 15.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH TEALÂ.: “Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, BENi andıkça BEN onunla beraberim. O, BENi içinden anarsa BEN de onu içimden anarım. O, BENi bir cemaat içinde anarsa, BEN de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şâyet BANA bir karış yaklaşacak olursa, BEN o’na bir zira yaklaşırım. Eğer o, BANA bir zirâ yaklaşırsa, BEN o’na bir kulaç yaklaşırım. Kim BANA yürüyerek gelirse, BEN o’na koşarak giderim. Kim BANA şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, BEN de o’nu bir o kadar mağfiretle karşılarım." buyurdu.” buyurmuştur.
(Buharî, Tevhid 15; 35; Müslim, Zikr 2, (26 75), Tevbe 1, (2675))

Zirâ.: parmak uçlarından dirseğe kadar olan kısma denk düşen uzunluk biriminin adıdır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.: "ALLAH Hakkı’nda hüsn-ü zan sâhibi olun. Hiçbiriniz Cenâb-ı HAKk'a hüsn-ü zan beslemeden ölmemelidir." buyurmuştur.
(Müslim, "CeNNet", 81; İbn Sa'd, II, 255.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Hüsn-ü zan =>îmandandır." buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, "Cenâiz", 13.)

Şu halde, "Zann, iki kısımdır. Günah olan ve günah olmayan zan. Günah olan zanda insan, biri hakkında sû-i zanda bulunur ve onu söyler, günah olmayan zan ise, insan zanneder ve fakat onu söylemez." (Tirmizî, "Birr", 55.)

İyi kimselere karşı Sû-i Zanndan, hased ve buğz meydana gelir. (İbn Hacer, Fethu'l-bârî, XXII, 276.)

Günah olan zan, hayâlî birtakım spekülasyonlardan ibârettir ve temelsiz bilgi mahsûlüdür.

Sû-i Zannın iki tarafı vardır.:
* Birincisi, genel olarak, insanların bize aykırı gibi görünen bazı fikir, ifâde, tavır ve davranışlarına bakıp onlar hakkında Sû-i Zannda bulunmak ve acele hüküm vermektir ki, doğru değildir. Gerekirse konuyu sorup soruşturmak, yanlış anlamalara elverişli hususları müzâkere etmek gerekir.
* İkinci kısmı ise, hiçbir kimsenin, başkalarının Sû-i Zanna kapılmasına vesile olabilecek söz, hareket ve davranışlarda bulunmamasıdır. Ama bunlardan hiçbiri, diğerinin günahını silemez. İki taraf da, yapması ve yapmaması gerekene odaklanmalıdır. Biri Sû-i Zann etmemeli, diğeri de Sû-i Zanna vesile olmamak için, töhmet ve şâibe noktalarından uzak durmalıdır. (Râzî, Mefâtîhu'l-gayb, XXIV, 590; Keşfü'l-hafâ, I, 53. 55.)

Resim 12-) TECESSüS (Ayıp ve Kusur Araştırmak, Mahremîyyet CasusLuğu).:

Tecessüs âyette.: "birbirinizin gizli hallerini araştırmayın" şeklinde geçer.


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran mine’z- zanni, inne ba’da’z- zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh (kerihtumûhu), vettekullâh (vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm (rahîmun).: Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip İNSANLARIN HATALARINI ARAŞTIRMAYIN). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve ALLAH'a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki ALLAH, tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.” (Hucurât 49/12)

İnsanların ayıplarını araştırıp takib etmektir. Kimileri bunun mânâsını te’kid için bir de "tehassüs" kelimesini kullanırlar. Bu da beş duyudan biriyle araştırmada bulunma anlamı taşır. Bazılarına göre tecessüs ve tehassüs aynı anlamdadır ve mânâyı te’kid için kullanılır. Tehassüs, topluluğun sözlerini işitmeye çalışmak ya da göz-kulak ile kusurları araştırmak, başkasının eksikliğini görmeye, işitmeye çalışmak, haberleri öğrenmek, onları araştırmaktır. Tecessüs, gizli kalması gereken mahremiyetleri, ya da, insanın kendisine gizli, kapalı olan şeyleri görmek ve öğrenmek istemesidir.

Yâni, işlerin iç yüzünü araştırmaktır. Âyetteki "سوا س َّجَ َح َّس سوا" ile" hâ "bâzıları fiilini" وال تَ cumhûr", وال تَ ise "cîm" ile okumuşlardır. Hattâbî'ye göre, tehassüs'ün mânâsı, insanların ayıplarını araştırmaktır. "Cim" harfi ile olanı, elle aramak anlamındadır. "Ha" harfi ile olani ise, daha genel içerikli bir kavramı ifâde eder. Bâzıları bu ikisinin aynı anlamda olduğunu söylerler. Enbârî, ikincisi te’kid anlamı taşır, der. "Ha" ile olanı ise, topluluğun sözlerine dikkat ile kulak kabartmaktır. (İbn Hacer, Fethu'l-bârî, X, 482.)

Akrabalar birbirlerinin kusurlarını araştırmamalı, tecessüs ve ifşâ etmemelidir. Bilakis örtemeye çalışmak gerekir. Zirâ teşhîr memnûdur, doğru bir hareket değildir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kul, bir kulu setrederse ALLAH TeALÂ da onu Kıyâmet Gününde setreder." buyurmuştur.
(Müslim, "Birr", 72; (Ayrıca benzer hadisler için bk. Buhârî, "Mezâlim", 3; Ebû Dâvûd, "Edeb", 38; Tirmizî, "Birr", 19; İbn Mâce, "Mukaddime", 17.))

Kur’ÂN, Müslümanlara karşı casusluğu, özellikle kişilerin şahsî hayatlarını araştırmayı kesinlikle yasaklar. Ayrıca, bir Müslümanın bildiğimiz bazı gizli halleri varsa ve o da bunların açığa vurulmasından hoşlanmayacaksa, bunların gizli tutulmasını da emreder. (Ünal, Ali; ALLAH Kelâmı Kur’ÂN-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Define Yay., İstanbul 2006, s. 1120.)

Resim 13-) TeDâBüR (Sırt Dönmek, Yüz Çevirmek, Küsmek).:

İbn Abdilber'e göre, kişi küstüğünde muhatabına sırtını döndüğü, yüzünü çevirdiği için böyle ifâde edilir. Kişi buğz ettiğine sırtını, ülfet ettiğine ise yüzünü döner. Tedâbür, yabancılaşma, soğukluk ve bozuşma mânâsındadır. (İbn Hacer, a.g.e., X, 482.)

Müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması câiz değildir. En hayırlıları önce selâm verenlerdir. (Tirmizî, "Birr", 21.)
Dinî bir özür yokken üç geceden fazla dargın durmak haramdır. (Müslim, "Birr", 8.)

Üç gün dargınlığın mübah bulunması insanın yaratılışında öfke ve kötü huyların bulunmasındandır.:


فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
“Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.: Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvâsını ilham etti.” (Şems 91/8)

Taraflardan biri üç defâ tekrar ettiği halde, muhatabı bu selâmları almazsa küslüğün günahını yüklenir. Kim üç günden fazla küser de böyle iken ölürse, bu hal onun azab görmesine sebeb olur. Müslüman kardeşine bir sene küs duran, onun kanını dökmüş gibi günaha girer. (Ebû Dâvûd, "Edeb", 47.)

"Üç kimsenin namazı başından yukarı bir karış bile yükselmez: Kendisini istemedikleri halde bir cemâate imam olan kişi, gece boyu kocası kendisine dargın olan kadın, birbirine hasım olan iki kardeş." (Tirmizî, "Salât", 149.)

Rivâyetlere göre CeNNet kapıları her pazartesi ve perşembe günleri açılır. Bu iki günde kendisiyle din kardeşi arasında düşmanlık bulunan kimseden başka ALLAH'a şirk koşmayan herkes bağışlanır. Aralarında düşmanlık bulunanlar için; "şu ikisini barışıncaya kadar bekletin" denir. Peygamber aleyhisselâm, hanımlarından bazılarına kırk gün küsmüştür. (bk. el-Ahzâb 33/28; Buhârî, "Tefsîr", 66; Müslim, "Talâk", 5).

Günah işleyene, ona nasihat olmak niyeti ile ondan uzak durmak iyidir. ALLAH TEALÂ için darılmak olur..
Küslük, ALLAH için olursa o zaman o kimseye bu tehdidden pay yoktur. (Ebû Dâvûd, "Edeb", 47.)
Zirâ "Amellerin en üstünü =>ALLAH için SEVmektir." (Nesâî, "Sünnet", 2.)
"Sevdiğini ALLAH için SEVmek, yerdiğini de ALLAH için YERmek îmandandır." (Buhârî,"Îmân", 1).
Şeytan kıbleye dönen mü’minlerin artık kendine ibâdet etmelerinden ümit kesmiştir. Fakat onları birbirine düşürmekte halâ ümitlidir. (Tirmizî, "Birr", 25.)
İslâm'ın barış içinde yaşamaya büyük önem vermiş olmasına rağmen, dinî kuralları ve Müslüman onurunu hiçe sayarak kendi arzularına göre hareket edenlerden selâmı kesmenin caiz olduğu söylenmiştir. (Ebû Dâvûd, "Sünnet", 3.)

Ka'b b. Mâlik'in rivâyetine göre Tebük Gazvesi'nden özürsüz yere geri kaldıkları için Peygamber aleyhisselâm ve ashabı 50 gece boyunca kendilerinin selâmını almamıştır. (Buhârî, "İsti'zân", 21.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

Resim 14-) HaSeD.:

HaSeD.: Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.
HaSeDe.: (Hâsid. c.) Kıskananlar, hased edenler, çekememezlik edenler.
HaSuD.: Çok hased eden.
HaSuDî.: Kıskançlık, çekememezlik, hasedçilik..


Hased, başkalarının sâhib olduğu imkânları kıskanma anlamında bir terimdir. Başkasının sâhib olduğu maddî veyâ manevî imkânların kendisine intikal etmesi veyâ kıskanılan kişinin bu imkânlardan mahrum kalması yönündeki istek ve niyeti ifâde eder. Râğıb el-İsfahânî, bu istek ve niyetin gerçekleşmesi için gösterilen fiilî gayreti de hasedin tanımına katar; (el-Müfredât, "hsd" md.)
Ancak başta İlk Ahlâk Âlimlerinden el-Muhâsibî ve Gazzâlî olmak üzere İslâm Ahlâkçılarının çoğu hasedi bir duygu ve temennî olarak kabul etmiş, fiilî teşebbüsleri hasedin sonucu saymıştır. (er-Riâye, s. 499-501; İhyâ', III, 248-249.)

Kur’ÂN'da, yahudilerin müslümanları inkârcılığa döndürme yönündeki niyet ve istekleri onların nefislerindeki hasede bağlanmak sûretiyle hasedin temelde bir duygu ve niyet meselesi olduğu vurgulanmış,

وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَدًا مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vedde kesîrun min ehli’l- kitâbi lev yeruddûnekum min ba’di îmânikum kuffârâ (kuffâran), haseden min indi enfusihim min ba’di mâ tebeyyene lehumu’l- hakk (hakku), fa’fû vasfehû hattâ ye’tiyallâhu bi emrih (emrihî), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Ehli kitaptan çoğu, hak kendilerine apaçık beyan olduktan sonra, nefslerindeki hasedten dolayı, sizi îmânınızdan sonra küfre döndürebilmeyi (fıska düşürmeyi) isterler. Artık, Allah (bu husustaki) emrini getirinceye kadar bağışlayın ve hoşgörün. Muhakkak ki ALLAH, herşeye kaadirdir.” (Bakara 2/109)

Aynı zümrenin ALLAH tarafından müslümanlara lütfedilen başarıları kıskanması da hased kavramıyla ifâde edilmiştir.:

أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَآ آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا
“Em yahsudûne’n- nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, fe kad âteynâ âle ibrâhîme’l- kitâbe ve’l- hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ (azîmen).: Yoksa onlar, ALLAH'ın fazlından (ni'metinden) insanlara verdiği şeylere hased mi ediyorlar (çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, Hz.İbrâhîm ailesine (soyuna) kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara “büyük mülk “verdik.” (Nisâ 4/54)

وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ
“Ve min şerri hâsidin izâ hased(hasede).: Ve hased ettiği zaman, hased edenin şerrinden.” (Felâk 113/5)

"hâsid" kelimesinden hasedin insanda kendi tabiatından gelen bir duygu olarak bulunduğu, "hasede" fiilinden de bu duygunun bazı kimseleri masum insanların zarara uğraması yönünde bir niyet ve temenniye sevkettiği anlamı çıkarılmıştır. (Yazır, Elmalılı M. Hamdi; Hak Dîni Kur’ÂN Dili, I-IX, Eser Kitabevi, İstanbul 1971, IX, 6402 vd.)

Hadislerde bu kelime, hem yukarıdaki anlamda hem de "gıbta" mânâsında kullanılır. Bir hadiste, "iki kimseye hased etmek câizdir" denildikten sonra bunlardan birinin ALLAH tarafından kendisine verilen serveti hak yolunda harcayan, diğerinin de ALLAH'ın verdiği ilimle amel edip bu ilmi başkasına öğreten kimse olduğu belirtilmiştir. (Müsned, II, 9, 36; Buhârî, "İlim", 15, "Zekât", 5, "Ahkâm", 3.)

Burada hased kelimesi "imrenme, hayırda rekâbet" anlamında kullanılmıştır. Öte yandan hadislerde, "bir şeyi sâhibinden kıskanmak, onu çekememek" mânâsındaki hased hakkında oldukça sert ifâdeler yer alır. Buna göre, "Bir kulun kalbinde imanla hased bir arada bulunmaz" (Nesâî, "Cihâd", 8.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi hased te iyilikleri mahveder." buyurdu.
(İbn Mâce,"Zühd", 22; Ebû Dâvûd, "Edeb", 44)

Bir başka hadiste de kinle hasedin önemli sosyal problemlere yol açan ahlâkî hastalıklar olduğuna işâret edilir. (Müslim, "Îmân", 243.)

ResimGIBTA.: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir hâlinin kendisinde de olmasını arzu etme..

ALLAH’ın sizi birbirinize üstün kılmasına hased etmeyiniz!”

وَلاَ تَتَمَنَّوْاْ مَا فَضَّلَ اللّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواْ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ وَاسْأَلُواْ اللّهَ مِن فَضْلِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d (ba’dın). Lir ricâli nasîbun mimmâktesebû ve li’n- nisâi nasîbun mimmâktesebn (mimmektesebne.) Ves’elûllâhe min fadlihî. İnnallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Ve ALLAH'ın bazınızı, bazınıza üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin (istemeyin). Erkekler için, kazandıklarından bir nâsib vardır ve kadınlar için de, kazandıklarından bir nâsib vardır. Ve ALLAH'tan, O'nun fazlından isteyin. Muhakkak ki ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Nisâ 4/32)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yalnız şu iki kimseye gıbta edilmelidir: Biri, ALLAH’ın kendisine verdiği malı Hak YoLunda harcayıp tüketen kimse, diğeri, ALLAH’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” buyurdu.
(Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den; Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’tisâm 13; Müslim, Müsâfirîn 268. İbni Mâce, Zühd 22)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Birbirinize hased etmeyinız, alış verişte müşteri kızıştırmayınız, birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz!… Ey ALLAH’ın kulları! Kardeş olunuz! Müslüman müslümanın kardeşidir =>Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu küçük görmez. (Göğsüne işâret ederek) Takvâ buradadır, takvâ buradadır, takvâ buradadır!. Kişiye kötülük olarak müslüman kardeşini hor görmesi yeter. Her Müslümanın kanı, malı ve namusu diğer müslümana haramdır. ALLAH, sizin bedenlerinize ve sûretlerinize değil, ancak KALBLerinize bakar.” buyurdu.
(Müslim, Birr, 32-33)

Bütün hadis kaynaklarında benzer ifâdelerle kaydedilen konuyla ilgili hadislerin birinde din kardeşliği ve sosyal barış için gerekli görülen hususlar şu şekilde sıralanır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Dedikodunun peşine düşmeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın, birbirinize hased etmeyin, sırt çevirmeyin, kin gütmeyin. Ey ALLAH'ın kulları, kardeş olun!" buyurdu.
(Buhârî, "Edeb", 57, 58; Müslim, "Birr", 24, 28, 30, 32.)

Özetle;
Başkasının bir ni’mete kavuşmasını çekemeyip ondan mahrum kalmasını temenni etmeye hased, böyle bir kötü niyet taşımadan o ni’metin benzerine kendisinin de nail olmasını arzulamasına gıbta, bu arzuyu gerçekleştirme yönünde çaba göstermeye ve olumlu bir rekabet içine girmeye "münâfese" denir. Bütün ahlâkçılar ilgili âyet ve hadislere dayanarak hasedi haram saymışlardır. Kaynaklarda, İblîs'in Âdem aleyhisselâm’ı kıskanmasına da atıfta bulunularak hasedin şeytanî bir huy olduğu ifâde edilir: İblîs'in Âdem'i kıskanması gökte işlenen ilk günah, Kabil'in Hâbil'i kıskanması da yerde işlenen ilk günah olarak değerlendirilir. Gıbta ve münâfese meşru kabul edilmekle birlikte, insanların bir rekabet anlayışı içinde yaptıkları işlerin hükmüne göre münâfesenin de vâcib (farz), müstehab, mubah veyâ haram olabileceği belirtilir. (el-Muhâsibî, s. 475-490; Gazzâlî, İhyâ', III, 236-239.)

Hasedin, gıbta ve münâfeseden en büyük farkı, hasedin "bencillik ve çekememezlik" anlamına gelmesidir. Bazı kötü niyetli kişilerin elde edecekleri imkânlarla fitne-fesâd çıkarmalarından kaygı duyulduğu için bunların o imkânlardan mahrum kalmasını arzulamakta sakınca görülmez. Buna göre haram olan hased, başkasının meşrû yoldan sâhib olduğu bir imkândan dolayı insanın kıskançlık duygusunun etkisine kapılarak kendisine bir yararı olmasa bile o ni’metin elden çıkmasını istemesidir. Hased, bir tür ruhî hastalıktır; insan tabiatındaki bencillik eğiliminden ve başkalarının kendisinden daha üstün durumda olmasına tahammül edememesinden kaynaklanır. Hased duygusunu bütünüyle yok etmek herkes için mümkün değildir. (Gazzâlî, III, 236, 238-239.)

İslâm Ahlâkçıları, hased duygusunu ortadan kaldırmanın veyâ etkisinden korunmanın bazı yollarına işâret ederler. Bunun için öncelikle hasedi doğuran sebeblerin bilinmesi gerekir. er-Râzî hasedi, cimrilik ve aşırı ihtirasın birleşmesinden doğan psikolojik bir hastalık olarak görür ve ahlâk eğitimcilerinin kötü insanı.: "Başkalarının zarara uğramasından zevk duyan kişi" diye tanımladıklarını hatırlatarak bu tanımda hasedin esâs alındığını söyler. (Ebû Bekir er-Râzî; et-Tıbbü'r-rûhânî, Beyrut 1402/1982, s. 48.)

Gazzâlî ise hasedin sebeblerini şöyle sıralar: Düşmanlık ve kin gütme, üstünlük duygusu, kibir, böbürlenme, ulaşılmak istenen şeylerden mahrum kalma korkusu, makam ve mevki tutkusu, nefsin kötülük ve çirkinliği. (Gazzâlî, İhyâ', III, 242-243.)

Hased, bir tür ruh hastalığı olduğu için bu, öncelikle kıskanan kimsenin kendisine zarar verir. Çünkü onu mutsuz kılar. Kindî, hasedi bir üzüntü ve mutsuzluk sebebi olarak gösterir. Hased, ruhu kirleten bir kusurdur ve şerlerin en fenâsıdır. Hased, başkasının zarar görmesini isteme duygusu olduğundan, bir kötülük sevgisidir. Kötülüğü sevenin kendisi de kötüdür; insanların en kötüsü de dostlarının zarara uğramasına sevinendir. (Kindî, el-Hîle li-def’i1-ahzân, (nşr. A. Bedevî), Beyrut 1983, s. 17; Ebû Bekir er-Râzî, a.g.e., s. 51.)

Hased Hastalığının ilim ve amelle tedavi edilebileceği belirtilir. (Meselâ bk. Âl-i İmrân 3/120; en-Nisâ 4/89; el-Haşr 59/9.)

Çeşitli âyetlere dayanılarak, hasedçiden gelebilecek zararlardan korunmak için hangi tedbirlere başvurulması gerektiğine ilişkin öneriler sıralanmıştır. Bunların yanında ALLAH'ın maddî ve manevî lütuflarına mazhar olan kişinin, davranışlarını başkalarının kıskançlığına sebeb olmayacak şekilde ayarlaması gerekmektedir. Bu hem dinî bir görev hem de insana karşı bir nezâket kuralıdır.. (Çağrıcı, Mustafa; "Hased", DİA, XVI, 378-380.)

Akrabalar arasında hased, çok daha yıkıcı ve üzücü bir hâl alır. Kâbil'in ilk cinâyeti işleyip kardeşini öldürmesi, dar dâirede en yakınımız olan kardeşlerden tutun, ta en uzak akrabaya kadar ne derece tahripkâr olabilecek bir problem olduğunu gösterir..

Resim 15-) KiN TuTMak.:

Kin.: f. Gizli düşmanlık. Garaz. Buğz. Adâvet..
Kin-i Muzmer.: Gizli kin..


Âciz oluşlarından dolayı intikam alma gücünde olmayan kimseler, hiddetlerini içlerinde saklarlar. Bu durum kin halini alır. İçinden nefret eder, kızar durur ve fırsat kollar. Bu hal mü’mine yakışmaz. Rasûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), hiçbir zaman kendi nefsi için değil, ALLAH Haklarından biri ihlal edildiğinde intikam alırdı.

Âişe radiyallahu anha Vâlidemiz.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kendisi için asla kin tutup öç almamıştır. Ancak ALLAH'a karşı hürmetsizlik edilmesi hâriç. Bu takdirde işlenen hürmetsizlik sebebiyle ALLAH için öfkelenir, intikam alırdı." buyurmuştur.
(Buhârî, "Edeb", 80.)

Mü’min kin tutmaz, ama aynı hataya bir daha uğramamak için de unutmaz. (Buhârî, "Edeb", 83.)

Kin ve hiddet, intikam hırsından doğar. Kinden, hased, gıybet, dedikodu gibi hastalıklar meydana gelir. Her şey zıddıyla tedavi edilir. Kin duygusu, bu hususların zıddıyla tedavi edilebilir..

KİN: Kalbte yerleşen, öç almaya yönelik şiddetli düşmanlık. Arapça'da “hıkd, gıll ve bağdâ” gibi kelimelerle karşılanır. Kin tutmak, kin beslemek, kin gütmek, kin bağlamak gibi deyimler düşmanlık duygusunun kalbte yerleştiğini ve süreklilik gösterdığını dile getirir.
Kin, kötü ahlâka ait niteliklerdendir. Bu nedenle İslam'ın onaylamadığı, ortadan kaldırmayı amaçladığı huylardandır. Karşıtı olan bağışlama (af) ise güzel ahlâkın niteliklerindendir; Islâm tarafından teşvik edilen davranışlar arasında yer alır. Kin kötü bir duygu ve huy olduğu kadar birçok kötü tutum ve davranışın da başlıca nedenidir.
Kur'ÂN-ı Kerîm'e göre kinin başlıca kaynağı sapkınlık ve azgınlıktır. Bu nedenle öncelikle kâfirlere özgü bir niteliktir. Hristiyanlara ilişkin bir âyette bu ilişki şöyle açıklanır.:
"Biz Hristiyanız diyenlerin de sözünü almıştık, ama uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin (bağda') saldık. Yakında Allah onlara bu yaptıklarını haber verecektir."

وَمِنَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّا نَصَارَى أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّهُ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ
“Ve minellezîne kâlû innâ nasârâ ehaznâ mîsâkahum fe nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî fe agraynâ beynehumu’l- adâvete ve’l- BAGDÂe ilâ yevmi’l- kıyâmeh (kıyâmeti) ve sevfe yunebbiuhumullâhu bimâ kânû yasnaûn (yasnaûne).: Ve muhakkak ki biz “nasârâyız/hıristiyanlarız” diyenlerden mîsâklarını aldık, gene de uyarıldıkları hususlardan (kendilerine hatırlatılan şeyden) bir pay almayı (nasiblerini) unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık, KİN ve nefret saldık. ALLAH yakında, onlara yapmış olduklarını haber verecek.” (Mâide 5/14)

Kin tutmanın ilacı konuşup afvetmektir ki Kur'ÂN-ı Kerîmimizde;
"Sizin affetmeniz takvâya daha yakındır."

وَإِن طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ إَلاَّ أَن يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَأَن تَعْفُواْ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَلاَ تَنسَوُاْ الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Ve in tallaktumûhunne min kabli en temessûhunne ve kadfaradtum lehunne farîdaten fe nısfu mâ faradtum illâen ya’fûne ev ya’fuvellezî bi yedihî ukdetun nikâh (nikâhı), ve en ta’fû akrabu li’t- takvâ ve lâ tensevul fadla beynekum innallâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Ve onlar için bir mehir taktir ettiyseniz ve eğer onlara dokunmadan önce boşarsanız, o zaman onlar için (farz olarak) takdir edilen mehirin yarısını vermek size farz kılınmıştır. (Kadınların) bunu affetmesi (vazgeçmesi) veya nikâh ahdi elinde bulunanın (erkeğin) affetmesi (diğer yarısını da kadına bağışlaması) hariç. Sizin affetmeniz (diğer yarısını da vermeniz) takvâya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Bakara 2/237)

"Onların göğüslerindeki kini çıkarıp atmışızdır; (hepsi) kardeşler olarak köşkler üzerinde karşı karşıya oturur."

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ
“Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min GILLin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn (mutekâbilîne).: Ve onların göğüslerinde KİNden ne varsa çekip çıkardık. Onlar, kardeş olarak karşılıklı tahtlar üzerindedirler.” (Hicr 15/47)

"Göğüslerinden kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akmaktadır."

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ وَقَالُواْ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلا أَنْ هَدَانَا اللّهُ لَقَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُواْ أَن تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min GILLin tecrî min tahtihimul enhâr(enhâru), ve kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li nehtediye levlâ en hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).: Onların göğüslerinde, (nefsin kalbindeki) afetlerinden(KİN, ADAVET, HASED, gibi nefsin kalbinin afetleri) ne varsa çekip aldık. Onların altlarından nehirler akar. “Bizi buna hidâyet eden ALLAH'a hamdolsun. ALLAH'ın, bizi hidâyete erdirmesi olmasaydı, biz hidâyete ermezdik. Andolsun ki RABBimizin resûlleri hak ile gelmiştir.” dediler. “Yapmış olduklarınızdan dolayı vâris kılındığınız CENNEt işte budur.” diye nidâ olunurlar.” (A'râf 7/43)

Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem üç defa.: “Şimdi cennetlik biri yanınıza çıkıp gelecek!.” buyurmuş ve her seferinde aynı kişi (Sa‘d b. Ebi Vakkas radiyallahu anhu) gelmiştir.
Bunun üzerine Abdullah b. Amr b. As radiyallahu anhu bu kişiyi cennetlik kılan amellerini merak etmiş ve konuyu araştırıp öğrenmek için bu kişinin evine misâfir olmuştur. Neticede bunun nedenini öğrenmiştir.
Sa’d b. Ebî Vakkâs ona şöyle demiştir.:
“Gördüklerin dışında bir şey yapmıyorum, fakat içimde hiçbir Müslümana KİN beslemiyorum ve ALLAH’ın verdiği bir hayırdan dolayı kimseyi kıskanmıyorum.”
(Müsned, 3/166; Abdürrezzâk, Musannef, 11/287)
Müsned’in muhakkiki Şuayb el-Arnaût rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir. (bk. Müsned, 20/124-125)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ey Ukbe, dikkat et, sana Dünya ve Âhiret Ehlinin en üstün ahlâkından haber vereyim. Gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve sana kötülük edeni BAĞIŞLAmandır." buyurmuştur.
(Ibn Ebi'd-Dünya).

Müreysî Gazvesi'nden sonra meydana gelen İfk Hadisesi'nde, Hz. Âişe radiyallahu anha ile ilgili dedikodunun yayılması olayına, Hz. Ebu Bekir'in (radiyallahu anhu), akrabalık ilişkisi ve fâkirliği sebebiyle koruduğu Mistah b. Üsâse (ö. 34/654)'nin adı karıştı ve iffetli bir kadına zinâ isnadında bulunma fiilini işlediği sabit görüldüğü için Resûl-i Ekrem aleyhisselâm tarafından diğer suç ortaklarıyla birlikte kendisine had uygulandı. Hz. Ebû Bekir de artık Mistah'a yardımda bulunmayacağına yemin etti. Ancak =>"İçinizden fazîletli ve servet sâhibi kimseler akrabaya, yoksullara, ALLAH YOLU’nda göç edenlere mallarından vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. ALLAH'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? ALLAH çok bağışlayandır, çok merhametlidir" mealindeki âyetin (Nûr 24/22) nâzil olması üzerine Hz. Ebû Bekir (radiyallahu anhu) bu kararından vazgeçti.: "Evet, severim Ya RABBi!." diyerek infâkına devâm edeceğini açıkladı ve âyetin bildirdiği şekilde faziletli olanı yaptı. (Tirmizî,"Tefsîr", 25; Algül, Hüseyin; "Mistah b. Üsâse", DİA, XXX, 188.)

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve lâ ye’teli ulul fadlı minkum ve’s- seati en yu’tû uli’l- kurbâ ve’l- mesâkîne ve’l- muhâcirîne fî sebîlillâh (sebîlillâhi), ve’l- ya’fû ve’l- yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve sizden (içinizden) fazilet ve servet sâhibi olanlar, yakınlarına, miskinlere, ALLAH YoLunda hicret edenlere vermeye karşı (vermemeye) yemin etmesinler. Ve artık affetsinler ve hoşgörsünler. ALLAH'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Ve ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret edendir) Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).” (Nûr 24/22)

Âlimler burada, günahkâr bile olsalar, SıLâ-i Rahim'i kesmeme gerektiğine dâir işâretler vardır, derler.(Nevevî, Şerhu Müslim, XVII, 118.)

En doğrusu, kızdığına karşı yine eski samimiyeti yaşatmak, hatta şeytanı körletmek için daha fazla ihsânda bulunmaktır. (Gazzâlî, İhyâ', III, 195.)

Şeytan, Kıble'ye dönen mü’minlerin artık kendisine ibâdet etmesinden ümit kesmiştir ama onları birbirlerine düşürmekte halâ ümitlidir. (Tirmizî, "Birr", 25.)

Kur’ÂN-ı Kerîm'de öğretilen DUÂlardan biri de mü’minlere karşı kalblerde olabilecek kinin giderilmesi ile ilgilidir.: "Bunların arkasından gelenler şöyle derler: RABBimiz! Bizi ve bizden önceki gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalblerimizde iman edenlere karşı hiç kin bırakma!."

وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِن بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm (rahîmun).: Ve onlardan sonra gelenler: “RABBimiz bizi ve bizden önce îmân ile geçmiş (göç etmiş) olan kardeşlerimizi mağfiret et. Ve kalblerimizde imân edenlere karşı kin bırakma. RABBimiz, muhakkak ki Sen; Raûf'sun, Rahîm'sin.” derler.” (Haşr 59/10)

Hadiste Din Kardeşliği ve sosyal barış için gerekli görülen hususlar şu şekilde sıralanır:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Dedikodunun peşine düşmeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın, birbirinize hased etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, kin gütmeyin. Ey ALLAH'ın kulları, kardeş olun!" (Buhârî, "Edeb", 57, 58; Müslim, "Birr", 24, 28, 30, 32.)

Bu da, "şayet bu yasaklanan şeylerden kaçınırsanız kardeş olabilirsiniz. Yok, eğer terk etmezseniz aranızda düşmanlık oluşur." demektir. Burada, "mü’minler ancak kardeştir." (Hucurât 49/12) âyetine işâret vardır.
İbn Abdilberr der ki.: "Bu hadîs, müslümana buğz etmeyi ve yüz çevirmeyi, şer’î bir özür olmadıkça alâkayı kesmeyi ve ALLAH'ın ona verdiği ni’metin yok olmasını istemeyi haram kılar. Aynı şekilde eksik ve kusurlarını araştırmak ta haramdır. Ona neseb kardeşi gibi muâmele edilmesi gerekir. Bu konuda ise hâzır ile gâib, ölü ile diri arasında fark yoktur." (İbn Hacer, Fethu'l-bârî, XXII, 276.)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
* İnneme’l- mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn (turhamûne).
* Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû hayren minhum ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayren minhunn (minhunne), ve lâ telmizû enfusekum ve lâ tenâbezû bi’l- elkâb (elkâbi), bi’se’l- ismu’l- fusûku ba’de’l- îmân (îmâni), ve men lem yetub, fe ulâike humu’z- zâlimûn (zâlimûne).
* Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran mine’z- zanni, inne ba’da’z- zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh (kerihtumûhu), vettekullâh (vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm (rahîmun).:

* Ey iman edenler Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olunuz. Muhakkak ki ALLAH, tövbeleri kabul eden ve RAHÎM olandır.
* Mü'minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Umulur ki, böylece siz rahmet olunursunuz.
* Ey iman edenler! Bir kavim, (başka) bir kavimle alay etmesin. Belki onlar (alay edilenler) diğerlerinden daha hayırlıdır. Ve kadınlar da diğer kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden (diğerleri) daha hayırlıdırlar. Ve birbirinizi ayıplamayın. Kötü lâkablarla çağırmayın. Îmândan sonra fâsık isimler ne kötü. Ve kim tövbe etmezse, işte o zaman onlar zâlimdirler.”
(Hucurât 49/10-11-12)

Sosyal Yaşam formunda, ferdler arasına bu duygunun girmemesi için gösterilen gayret, akraba ilikilerinde çok daha fazlasıyla gösterilmelidir. SıLâ-i Rahim Bağının kesintiye uğramasında kin'in etkisi büyük olabilir. Bu nedenle küçük meseleler büyütülmeden, SEVgi YOLu SEÇİLmelidir..
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim C-) Kat’-ı Râhim'in SonuçLarı.:

Resim 1-) SıLâ-i Rahim'i Terkeden, CeNNet'e Giremez.:

"Onlar ki söz verip anladıktan sonra ALLAH'a verdikleri sözü bozarlar. ALLAH'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağını) keserler. Ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır."


الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh (mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fî’l- ard (ardı) ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Onlar ki, söz verip andlaştıktan sonra ALLAH'a verdikleri sözü bozarlar. ALLAH'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır.” (Bakara 2/27)

ALLAH-u TeALÂ insanlar arasında birçok râbıtalar kurulmasını emretmiştir. Akrabalık ve SıLâ-i Rahim Râbıtası, bütün insanlarla ilgili râbıta ve bütün bu bağların mihverini teşkil eden inanç kardeşliği.. Bu râbıtalar koparıldığı takdirde bütün bağlar çözülmüş, yeryüzüne fesât yayılmış ve Dünyâya anarşi hâkim olmuş demektir.

Neseb konusunda bilgi ve tecrübesiyle tanınan Sahâbî Cübeyr b. Mut'im'den (radiyallahu anhu) rivâyete göre Peygamber aleyhisselâm, müttefekun aleyh bir Hadîs-i Şerîfte, akrabalık ilişkisini kesenleri, CeNNete giremeyecek kimseler arasında göstermiş ve şöyle buyurmuştur.:
Akrabasıyla ilgisini kesen kimse CeNNete giremez."
(Buhârî, "Edeb", 11; Müslim, "Birr", 18, 19; Ebû Dâvûd, "Zekât", 45; Tirmizî, "Birr", 10.)

Âlimler buna.: "Akraba ziyâretini kesenin CeNNete girememesi, bunu helâl sayması i’tibâriyledir"
şeklinde bir izah getirirler. Akrabayla alâkayı koparmayı helâl gören kimse, kâfir olur ve CeNNete giremez. Bir kimse bunu helâl saymıyor ve fakat akrabayı da ziyâret etmiyorsa, CeNNete ilklerle beraber giremeyecek, cezâsını çektikten sonra girecektir. (Davûdoğlu, Ahmed; Sahîh-i Müslim Terceme ve Şerhi, İstanbul 1983, X, 498.)

Bu hadîsteki "CeNNete giremez" ifâdesini, "düşmanlık yaparak ve haklarından mahrum ederek akrabasını terk eden kişiler, Cenâb-ı HAKk, bunlar hakkındaki vaîdi uygularsa CeNNete giremezler" şeklinde yorumlarlar. Sılanın en düşüğü olan selâm vb. şeyleri yapanlar, kâtı' sayılmazlar. (İbn Battâl, Şerhu Sahîh-i Buhârî, IX, 203.)

Konuyla ilgili olarak Nevevî de şunları söyler.: "CeNNete giremez" diyen hadîsler, iki şekilde yorumlanır.:
"Haram olduğunu bile bile Kat'-ı Rahmi helâl kabûl etmesidir. Bu küfürdür ve sâhibini CeNNetten mahrum eder. İkincisi ise, ilk girenlerle beraber giremez. Cezâsı kadar azâb gördükten sonra girer. Zirâ SıLâ-i Rahimi inkâr etmemiş, yalnız gereğini yapmayarak günahkâr olmuştur. İmanını kurtaran bir kimse er geç mutlaka CeNNete girer."
(Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 113. )

Resim 2-) Kat’-ı Râhim, AmeLLerin KabûL OLmama SebebLerindendir.:

DUÂ ların kabûl olmama sebeblerinden birisi de, akraba ile bağını koparmayı düşünmek ve onların darılmasına yol açan bir şeyi istemektir. (Müslim, "Zikr", 92.)

ALLAH-u TeALÂ varlıkları yaratınca akrabalık bağı ayağa kalkar, Arş-ı Alâ'ya sarılır ve.: "Beni koruyup gözeteni ALLAH da koruyup gözetsin. Benden ilgisini keseni ALLAH da ilgisini kessin!." diye DUÂ eder. (Buhârî, "Edeb", 13.)

İsnâdı hasen ve kimilerince zayıf kabûl edilen bir hadîse göre.: "Her Perşembe akşamı insanların yaptığı işler Cenâb-ı HAKk'a arz edilir; fakat akrabasıyla bağını koparanların yaptığı iyilikler kabûl görmez. Her Cuma gecesi (Perşembe akşamı), Âdemoğlunun amelleri (ALLAH'a) arzolunur. Yalnız, SıLâ-i Rahimde bulunmayanların amelleri kabûl olunmaz." (Müsned, II, 483, 484; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII, 151; Buhârî, el-Edebü'l-müfred, s. 61.)

Bunun bir hikmeti, akrabalık bağının, Arş-ı Alâ'ya sarılarak yaptığı o DUÂ olabilir. Tâbiînden bazıları Perşembe günü ağlarlar ve şöyle derlerdi.: "Bugün amellerimiz ALLAH'a (celle celâlihu) arz olunuyor." (Hanbelî; Ravâiu't-tefsîr, Dârü'l-âsıme, Riyâd 1422, I, 224.)

Deylemî'nin rivâyetinde.: "ALLAH celle celâlihu, Kıyâmet Gününde, SıLâ-i Rahimi kesenlerin ve kötü komşunun yüzüne bakmaz!" buyrulur.
Resûl-i Ekrem (aleyhisselâm), hısım ve akrabası ile bağlarını kesen toplumlara meleklerin inmeyeceğini belirtir.: "Şüphesiz melekler, SıLâ-i Rahimi kesen bir topluluğa gelmezler." (Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII, 151; İbn Hacer, Fethu'l-bârî, X, 415.)

Konuyla ilgili olarak Münâvî şöyle der.: "Akrabalara yapılan kötülük ve SıLâ-i Rahimi terk neticesinde, her ne kadar başka salîh amelleri olsa da, bunu yapanın amellerine sevâb yoktur. Sahîh bir amelin, normal şartlarda kabûl olması gerekirken kabûl olmaması, çok şiddetli bir tehdiddir." (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, II, 540; Sübülü's-selâm, VIII, 208.)

İbn Mes'ûd şöyle der: "Semânın kapıları, Kat'-ı Râhim yapana kapalıdır." (Taberânî, el-Kebîr, IX, 158; Beyhakî, Şuabü'l-îmân, VI, 224; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII, 151. )

Resim 3-) Kat’-ı Râhim'in Cezâsı Peşinen VeriLir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, akrabalık bağını sürdürmenin müsbet neticelerinin sür'atle görüleceğini söyleyerek SıLâ-i Rahimi en güzel ifâdelerle teşvik etmiş, ve yine bu bağın koparılması durumunda bunun menfî neticelerinin hızlı bir şekilde görüleceğini bildirerek Kat’-ı Râhim'den de gayet açık ve net bir şekilde sakındırmıştır. (el-Kasîr, Tezkîru'l-en'âm, s. 17.)

İslâm Toplumunun mutluluğa erişebilmesi, toplum ferdlerinin, İslâm'ın koyduğu kurallara aynen uymasıyla mümkündür.
Toplumun düzenini bozan, insan haklarını ve yasakları çiğneyen kimseler ukûbâtı (cezâ) hak edecekleri için Kur’ÂN bunlarla ilgili hükümleri de kapsar. (el-Mufassal fî ahkâmi'r-ribâ, III, 221; Saka, Şevki; "Âcil", DİA, I, 326.)

SıLâ-i Rahim, cezâdan kurtuluş sebeblerindendir; onu terketmekse, dünyâ ve âhirette ukûbet sebebidir. Bu hadîste, iki şeyin, hem Dünyâda hem de ukbâda cezâsının bulunduğu, bununla beraber Dünyâda da hızlı bir şekilde karşılık bulacağı bildirilir. Bunlar, SıLâ-i Rahim ve bağy'dır. Sözlükte =>"haktan ayrılmak, zulmetmek, haddi aşmak" anlamına gelen "bağy", bir fıkıh terimi olarak, Meşrû Devlet Başkanına silâhla karşı koyma, isyan etme gibi bir siyasî anlamı da içerir. Bunun yanı sıra, "ALLAH'a karşı gelme, dinin çizdiği sınırları aşma" mânâsında dinî-ahlâkî bir terim olarak da kullanılır. (Şafak, Ali; "Bağy", DİA, VI, 451, 452, (1991).

Resim 4-) Kat’-ı Râhim, Kıyâmet ALâmetLerindendir.:

Kıyâmet Alâmetleri ortaya çıkış zamanı, önemi ve mâhiyeti dikkate alınarak değişik tasniflere tâbi tutulmuştur. Ortaya çıkış zamanına göre Kıyâmet Alâmetleri, zuhur edip sona eren uzak (geçmiş) alâmetler; zuhur etmekte olan ve artarak devâm eden orta alâmetler; zuhurunun hemen ardından kıyâmetin kopacağı yakın alâmetler olmak üzere üç gruba ayrılır. Konumuzla ilgili olan "SıLâ-i Rahim"in kesilmesi meselesi de orta alâmetler arasında
sayılır. Bu orta alâmetler şunlardır.:
Ahmak ve alçakların Dünyânın en mutlu insanları olması,
Kötülük ve fuhşun yayılması,
Çocuğun ebeveynine isyan etmesi,
Oyun ve çalgı aletlerinin ortaya çıkması,
Fâsıkların toplumun efendisi haline gelmesi,
Gasb olaylarının çoğalması,
SıLâ-i Rahimin kesilmesi gibi ferdî ve içtimaî alanda bozuluşun vukû' bulacağına ilişkin olaylar...
Bunların bir kısmı hadislerde zikredilen alâmetlerle örtüşüyorsa da çoğu lafız olarak erken devir hadis literatüründe yer almamaktadır..

SıLâ-i Rahimin kesilmesi, komşuluk ilişkilerinin bozulması, fesâdların ortaya çıkışı ِطي َعة ال َّر ِحِم " .gösterilir olarak alâmetlerinden kıyâmet َحتَّى يظهر الفحش والتَّفاحش وقَ الَ تَق و م ال َّسا َعة و َالمجاورة ٌوء ٌس - Fuhuş, tefâhuş, Kat’-ı Râhim ve kötü komşuluk ortaya çıkmadan kıyâmet kopmaz." (Müsned, II, 162; X, 26-31; Müstedrek, I, 75.)

Görüldüğü üzere, cinsî suçlar ve davranış bozukluklarını ifâde eden büyük günahlar, hayâsızlık, edebsizlik ve iffetsizlik gibi olumsuz durumlarla beraber, SıLâ-i Rahimin terk edilmesi, akraba ziyâretlerinin kesilmesi ve komşuluk ilişkilerinin bozulması gibi sosyal ve ahlâkî bozuluşu gösteren haberler kıyâmet alâmetleri arasında sayılmaktadır. Bu tür olaylar kaynaklarda, kısmen zuhur eden ve kıyâmete doğru artma ve yaygınlaşma temayülü gösteren emareler (küçük alâmetler) olarak da değerlendirilmektedir. (Çelebi, İlyas; "el-Fiten ve’l-Melâhim", DİA, XIII, 149 vd.)

Resim 5-) Kat’-ı Râhim Yapan TopLuLuğa Rahmet İnmez.:

Bir Hadisde.: "Kat’-ı Râhim yapan topluluğun üzerine rahmet inmez." buyrulur.
(Muttakî el-Hindî; Kenzü'l-ummâl fî Süneni'l-akvâl ve'l-ef'âl, Thk. Bekrî Hayâtî, Safvet es-Sekâ, Müessesetü'r-risâle, 5. Baskı, 1981, III, 367, (6978); Buhârî, el-Edebü'l-müfred, thk. M. Fuâd Abdülbâkî, Daür'l-beşâir el-İslâmiyye, Beyrut 1989, I, 36.)

Münâvî bu hadisi şöyle yorumlar: "Burada Kat’-ı Râhim edenlerden maksad, bunu ezâ ve cefâ ederek yapanlardır. Ayrıca bu hadîste, "kavim" kelimesi ile, akrabalık bağlarının kesilmesinin ve çözülmesinin, toplum olarak birbirlerine destekle bu işi yapmaları hususuna işâret vardır. Yâni işâret umumadır. Rahmetten murad, ya yağmurdur, ya da meleklerdir. Bu günah yüzünden yağmurlar kesilir. Bu büyük bir vaîddir, (cezâ). Kat’-ı Râhim büyük günahlardandır. Melekler, yeryüzünde dolaşan rahmet ve ziyâret melekleridir." (Münâvî; Feyzü'l-kadîr, el-Mektebetü't-Ticâriyye, 1. Baskı, Kâhire 1937, II, 340. )

"Kavim kelimesi, bu günah hususunda yardımlaşma olduğunu gösteriyor." diyerek, aynı yoruma İbn Hacer de katılır. (İbn Hacer el-Askalânî; Fethu'l-bârî, (nşr. Abdülazîz b. Bâz), Dârü'l-Mârife, Beyrut 1379, X, 415.)

Hâdimî de, el-Berîka’da, bu sözlerle, umûmî bir mahrûmiyete işâret edildiğini söylemiştir. (el-Hâdimî, Ebû Saîd, (ö. 1156, h.); Berîka-i Muhammediyye, Matbaa-i Halebî, 1348, IV, 152.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM.: Resim YAKIN VE UZAK AKRABALARLA İLETİŞİM.:


Resim C-) Kat’-ı Râhim'in SonuçLarı.:

Resim 1-) YAKIN VE UZAK AKRABALAR.:

Kişinin en yakın kan hısımları arasında birinci sırayı fürûu, yâni çocukları, torunları ve torunlarının çocukları olmak üzere kendi zürriyetinden gelen kimseler teşkil eder. İkinci sırada usûlü, yâni ana ve babası, dedeleri, nineleri, ve onların da anaları ve babaları olmak üzere zürriyetinden geldiği ataları yer alır. Üçüncü sırada kardeşleri ve kardeşlerinin çocukları ve torunları vardır. Dördüncü sırayı ana ve babanın kardeşleri, yâni amcalar, halalar, dayılar, teyzeler ve onların çocukları teşkil eder. Dedelerin ve ninelerin kardeşleri olan büyük amcalara ve büyük dayılara hısım denilirse de bunlar mirasçılık hakkı bulunmayan hısımlardır. (Aktan, Hamza; "Kan Hısımlığı" md., 531. İ.İ.G.Y.A., II,)

Resim A-) ÂiLenin Önemi ve ÂiLe İçi İLetişim.:

İnsan, diğer canlılardan farklıdır. İnsan, insanlık tarihi boyunca, âilevî ihtiyaçlarını, bilinçli ve amaçlı olarak kurdukları âile düzeni ve disiplini içinde karşılayagelmiştir.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar, RABBiniz'e karşı takvâ sâhibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem aleyhis selâm'dan) yarattı. Ve ondan Zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O'nunla (O'nun adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun ve rahimlerden (Akrabalık Haklarından) sakının. Muhakkak ki ALLAH, sizin üzerinizde murakıbtır (sizi kontrol edendir).” (Nisâ 4/1)

Kur’ÂN'da işâret edildiği gibi ve Peygamber aleyhisselâm’ın de vurguladığı gibi, (İbn Mâce, "Nikâh", 1.) bu kurumun birinci amacı, sağlıklı nesiller yetiştirmek sûretiyle insan soyunun devâmına katkıda bulunmaktır. Her ne kadar insanlar da diğer canlılar gibi evlenmeden çocuk sâhibi olabiliyorlarsa da, çocukların bedensel ve ruhsal gelişiminin, annenin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar uzun ve zahmetli bir bakımı gerektirmesi yanında, insanın bir kültür varlığı oluşu da âile kurumunu gerekli kılmıştır. Zirâ inançlar, değerler, gelenek ve göreneklerle iyi alışkanlıklar öncelikle ve en sağlıklı bir şekilde âilede kazanılır. Kur’ÂN-ı Kerîm'de de işâret buyurulduğu gibi,

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeh (rahmeten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve O'nun âyetlerinden olarak sizin için nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.” (Rûm 30/21)

Âile Kurumunun belki de en önemli işlevi sevgi odaklı bir ilişkiler Dünyâsı oluşturmasıdır. Âile kurumu toplumsal düzenin sağlıklı işleyişine de katkıda bulunur. Âile kurumu ve onun çevresinde oluşturulmuş kurallar, kadın-erkek ilişkisine biyolojik tatminlerin ötesinde değer ve anlamlar katar. İslâmiyet'in bir yandan zinâyı ağır yaptırımlarla yasaklarken bir yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebebi de budur.

Erdemli ve mükemmel bir toplum yapısı gerçekleştirmenin en önemli şartı olan hak ve sorumluluk bilinci, toplumun çekirdek birimi olan âile için de vazgeçilmez bir önem taşır. Peygamber aleyhisselâm, âile bireylerinin haklarını ihmal etmek pahasına nâfile namaz kılmaya, oruç tutmaya vb. ibâdetler yapmaya bile izin vermemiştir. (Buhârî, "Savm", 55.)

İslâm Ahlâkçıları, kural olarak diğer bütün insanların ve Müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde söz konusu olan hak ve yükümlülüklerden âile bireylerinin de birbirlerine karşı sorumlu olduklarını belirtmişler; ayrıca onların kendi aralarında âile kurumuna özgü hak ve sorumluluklarının da bulunduğunu ifâde etmişlerdir. (TDVY, İlmihâl II, s. 526; Aydın, M. Akif; "Âile", DİA, II, 196-200. 325 TDVY, İlmihâl II, s. 526; Aydın, M. Akif; "Âile", DİA, II, 196-200.)

Toplum içinde olduğu gibi âile içinde de haklara riâyet edilmesi ve sorumlulukların yerine getirilmesi için belli bir düzen ve disiplinin kurulmasına, rollerin belli olmasına ihtiyaç vardır.

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا
“Er ricâlu kavvâmûne alâ’n- nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fe’s- sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun li’l- gaybi bi mâ hafizallâh (hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fî’l- medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ (sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ (kebîran).: Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve ALLAH'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici, idare edicidirler). Bu bakımdan sâlih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar, ALLAH'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz.Ve (sonra da) yataklarında yalnız bırakınız.Ve (hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki ALLAH Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).” (Nisâ 4/19)

Âyeti, âile reisliği yetki ve sorumluluğunu, koyduğu genel ahlâk ve adalet ilkeleri çerçevesinde erkeğe vermiştir. Hadislerde de erkeğin bu konumuna işâret eden ve kocaya saygılı olmayı öğütleyen açıklamalar bulunmaktadır. (Buhârî, "Ahkâm", 1; Ebû Dâvûd, "Nikâh", 40; İbn Mâce, "Nikâh", 4.)
Bununla birlikte, tamamen âile düzeninin sağlıklı işleyişini temin maksadıyla erkeğe tanınan âile reisliği işlevi, ona asla kadın üzerinde bir baskı ve zorbalık imkânı vermez; ahlâk ilkeleriyle çelişen, Kur’ÂN'ın Peygamber'e bile tanımadığı bu imkânı sıradan insanlara tanıması imkânsızdır.

فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ
“Fezekkir innemâ ente muzekkir (muzekkirun).: Artık zikret (hatırlat), sen sadece müzekkirsin (hatırlatıcısın).” (Gâşiye 88/21)

لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ
“Leste aleyhim bi Mûsâytır (Mûsâytırın).: SEN onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.” (Gâşiye 88/22)

Dolayısıyla kadının kocasına saygısı da cebrî değil, ahlâkî bir saygıdır. Kur’ÂN da, "Kadınlarla iyi geçininiz" buyurur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُواْ النِّسَاء كَرْهًا وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisû’n- nisâe kerhâ (kerhen). Ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh (mubeyyinetin), ve âşirûhunne bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrahû şey’en ve yec’alallâhu fîhi hayran kesîrâ (kesîran).: Ey iman edenler! (Eşi vefât eden ve yakınınız olan) kadınlara zorla (kerhen) vâris olmanız size helâl değildir. Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir kısmını (onlardan) almak için, onları sıkıştırmayın, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi geçinin. Fakat eğer onlardan hoşlanmadınızsa, o takdirde umulur ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkında ALLAH pek çok hayır kılar.” (Nisâ 4/19)

Peygamber aleyhisselâm da insanların en iyisinin eşlerine karşı iyi davrananlar olduğunu ifâde eder. (Tirmizî, "Radâ'", 11.)
Kınalızâde Ahlâk-ı Alâî'de, kocanın eşine karşı görevlerini özetle şu şekilde sıralar: "Erkek karısına karşı iyi davranmalı, haklarını gözetmeli; gücü ölçüsünde güzel ve değerli elbiseler giydirmeli; evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin dâhilî işlerini ve hizmetçilerin yönetimini ona bırakmalı; kadının akrabasına saygı ve ikramda bulunmalıdır. Karısıyla yetinip üzerine evlenmemelidir; çünkü iki evlilik kıskançlık ve geçimsizlik doğurur." (Kınalızâde, Ahlâk-ı Alâî, II, 23; TDVY, İlmihâl II, s. 527 vd.)

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, anne baba hakkı ve çocuk hakları üzerinde ısrarla durmuş, ancak tavsiyelerinin çoğunu da çocuklara yapmıştır. Çünkü anne babanın çocuğa olan sevgisi fıtrî, çocuğun ana babaya olan sevgisi daha çok irâdîdir. Anne baba evladına olan sorumluluklarını yerine getirirken bir huzur ve zevk duyar. Ancak evlâd anne babaya hizmet ederken, bu mânevî zevkleri unutup, bunu bir yük ve dert olarak görebilir. Bu yüzden Peygamber aleyhisselâm, anne baba hakkı üzerinde titizlikle durmuştur. Netice olarak âile içi iletişimde, ebeveyn ve çocuklar arasında, saygı-sevgi ve hoşgörünün hâkimiyeti olmalıdır. .
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »



Resim C-) EbeveynLe/Ana-Baba İLe İLetişim.:

Kişinin, varlık âleminde ilk olarak iletişime geçtiği kimse, anne ve babasıdır. Anne baba ve çocuklar arasındaki bu fıtrî ve duygusal bağın kuvvet ve değeri, Kur’ÂN-ı Kerîm'de, Hz. Mûsâ'nın (aleyhisselâm), Firavun tarafından öldürülmesinden korkan annesinin çektiği sıkıntı ve çabalar, Hz. Nûh'un inkârcı oğlu için çırpınışları gibi,

إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى
“İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.: Vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik.” (Tâhâ 20/38)

أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي
“Enıkzifîhi fî’t- tâbûti fakzifîhi fî’l- yemmi felyulkıhi’l- yemmu bi’s- sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh (lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.: (Onu sandığa koymasını, sonra onu denize (Nil Nehri'ne) bırakmasını (vahyetmiştik). Böylece deniz, onu sahile atsın, BENim ve onun düşmanı, onu alsın. Ve gözümün önünde (korumam altında) yetiştirilmen için sana, Kendimden muhabbet (sevgi) verdim.” (Tâhâ 20/39)

إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى
“İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluh (yekfuluhu), fe reca’nâke ilâ ummike key takarre aynuhâ ve lâ tahzen (tahzene), ve katelte nefsen fe necceynâke mine’l- gammi ve fetennâke futûnâ (futûnen), fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ kaderin yâ mûsâ.: Kızkardeşin (seni izleyerek) yürüyordu. (Seni saraya aldıkları zaman onlara şöyle) diyordu: “Size, ona kefil olacak (emzirip, bakacak) birisine delil olayım mı (bulmanızda yardım edeyim mi)? Böylece seni, annene döndürdük. Onun, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın diye. Ve birisini öldürmüştün. O zaman (da) seni, gamdan (üzüntüden) kurtarmıştık. Ve seni, sınavlarla imtihan ettik. Böylece Medyen halkı içinde senelerce kaldın. Sonra kaderin gereği (takdir edilen zamanda buraya) geldin ya Mûsâ!” (Tâhâ 20/40)

وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ
“Ve evhaynâ ilâ ummi mûsâ en erdıîh (erdıîhi), fe izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fî’l- yemmi ve lâ tehâfî ve lâ tahzenî, innâ râddûhu ileyki ve câılûhu minel murselîn (murselîne).: Ve Mûsâ (aleyhisselâm)'ın annesine şöyle vahyettik: "Onu emzirmesini ve onun için korktuğu zaman onu nehre atmasını (bırakmasını). Ve sen korkma, mahzun olma (üzülme). Muhakkak ki BİZ, onu sana döndüreceğiz. Ve onu mürselinlerden (resûllerden) kılacağız." (Kasas 28/7)

فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ
“Feltekatahû âlu fir’avne li yekûne lehum aduvven ve hazenâ(hazenen), inne fir’avne ve hâmâne ve cunûdehumâ kânû hâtıîn (hâtıîne).: Böylece firavun âilesi onu, onlara düşman ve başlarına dert olarak bulup aldı. Muhakkak ki firavun, Haman ve o ikisinin ordusu, kasten suç işleyenlerdi.” (Kasas 28/8)

وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِّي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
“Ve kâletimraetu fir’avne kurretu aynin lî ve lek (leke), lâ taktulûhu asâ en yenfeanâ ev nettehızehu veleden ve hum lâ yeş’urûn (yeş’urûne).: Ve hanımı firavuna şöyle dedi.: "Bana ve sana göz aydın olsun, onu öldürmeyin belki bize faydası olur veya onu evlât ediniriz." Ve onlar, (gerçeğin) farkında değillerdi.” (Kasas 28/9)

وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِن كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَن رَّبَطْنَا عَلَى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve asbaha fuâdu ummi mûsâ fârigâ (fârigan), in kâdet le tubdî bihî lev lâ en rabatnâ alâ kalbihâ li tekûne mine’l- mu’minîn (mu’minîne).: Ve Mûsâ (aleyhisselâm)'ın annesi gönlü boş olarak sabahladı. Mü'minlerden olması için onun kalbini BİZE bağlamasaydık (rabıta kurmasaydık), az daha (durumu) açıklayacaktı.” (Kasas 28/10)

وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
“Ve kâlet li uhtihî kussîhi fe besurat bihî an cunubin ve hum lâ yeş’urûn (yeş’urûne).: Ve (Mûsâ (aleyhisselâm)'ın annesi) onun ablasına: "Onu takib et." dedi. Böylece onlar farkında değilken, onu uzaktan gözetledi.” (Kasas 28/11)

وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ
“Ve harremnâ aleyhi’l- merâdıa min kablu fe kâlet hel edullukum alâ ehli beytin yekfulûnehu lekum ve hum lehu nâsıhûn (nâsıhûne).: Ve daha önce ona (başka) süt annelerini haram kıldık (süt emmemesini sağladık). (Onun ablası, firavunun âilesine): "Ona kefil olacak (bakımını üstlenecek) bir âileye sizi ulaştırmak için delâlet (yardım) edeyim mi? Ve onlar, onu (bebeği) iyi yetiştirir." dedi.” (Kasas 28/12)

فَرَدَدْنَاهُ إِلَى أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
“Fe redednâhu ilâ ummihî key tekarra aynuhâ ve lâ tahzene ve li ta’leme enne va’dallâhi hakkun ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Böylece onu annesine geri verdik, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın ve ALLAH'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Ve lâkin onların çoğu bilmezler.” (Kasas 28/13)

وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَب مَّعَنَا وَلاَ تَكُن مَّعَ الْكَافِرِينَ
“Ve hiye tecrî bihim fî mevcin ke’l- cibâli ve nâdâ nûhunibnehu ve kâne fî ma'zilin yâ buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun meal kâfirîn (kâfirîne).: Ve o (gemi) onlarla, dağ gibi dalgalar içinde yüzüyordu. Ve Nûh, ayrı bir yerde duran oğluna seslendi.: “Ey oğulcuğum, bizimle beraber bin ve kâfirlerle beraber olma!” (Hûd 11/42)

قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
“Kâle seâvî ilâ cebelin ya'sımunî mine’l- mâ' (mâi) kâle lâ âsımel yevme min emrillâhi illâ men rahim (rahime), ve hâle beynehumal mevcu fe kâne mine’l- mugrakîn (mugrakîne).: (Nûh (aleyhisselâm)'ın oğlu şöyle) dedi.: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” Nûh (aleyhisselâm): “Bugün ALLAH'ın Emrinden koruyan bir koruyucu yoktur. (ALLAH'ın) rahmet ettiği kimseler hariç.” dedi. Ve ikisinin arasına dalga(lar) girdi ve böylece boğulanlardan oldu.” (Hûd 11/47)

Bâzı Peygamberlerin hayatında misâlleriyle önümüze sunulmuştur. Hadîs Kaynaklarında, Kitâbü'l-Edeb ve Kitâbü'l-Birr gibi başlıklar altında ele alınan ilk konu ebeveyne karşı görevlerdir. Bazı hadislerde, "ukûk" kavramıyla, anne babaya isyanın cezâlarından bahsedilirken, bir kısım hadislerde de, "birrü'l-vâlideyn, ihsân" kavramlarıyla onlara itâat, iyilik ve güzel muâmele üzerinde durulur.

Ebeveyne itaat etmek, onları hoşnut etmek, DUÂlarını almak, onlara saygılı davranmak.. isyan etme bir yana onlara "öff" bile dememek, onlar hayattayken görevlerimizden bazılarıdır. Vefâtlarından sonra da, onlara DUÂ edip istiğfar etmek, varsa vasiyetlerini yerine getirmek, onların akrabaları ile ilgilenmeyi sürdürmek de büyük bir fırsat olarak bize sunulmuştur. Ayrıca, ölümlerinden sonra, ebeveynin dostlarıyla da irtibâtı sürdürüp, hal ve hatırlarını sormak, ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak da önemlidir ve bunlar SıLâ-i Rahim içerisinde mütâlaa edilir. Bir hadiste,

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Şüphesiz ki, iyiliğin en iyisi (iyiliklerin en mükemmeli), evlâdın, baba dostlarına sıla yapması, onları görüp gözetmesidir." buyrulmuştur.
(Müslim, "Birr", 11-12, İbn Mâce, "Edeb", 11; Ebû Dâvûd, "Edeb", 120, 129.)

Kur’ÂN-ı Kerîm'de ve hadislerde çoğunlukla ALLAH'a kulluk vecîbesinin hemen ardından ana babaya saygılı olma ve iyi davranmanın bir görev olduğuna dikkat çekilir.: En'âm 6/151-153; İsrâ 17/22-37..

قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â (şey’en), ve bi’l- vâlideyni ihsânâ (ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak (imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan (batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bi’l- hakk (hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).: De ki.: “Gelin, RABBinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fâkirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu ALLAH haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.” (En'âm 6/151)

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Ve lâ takrebû mâle’l- yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh (eşuddehu), ve evfû’l- keyle ve’l- mîzâne bi’l- kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. ALLAH'ın Ahdini yerine getirin (ifâ edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (ALLAH) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.” (En'âm 6/152)

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh (fettebiûhu), ve lâ tettebiû’s- subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn (tettekûne).: Ve muhakkak ki; bu, BENim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o takdirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takvâ sahibi olursunuz.” (En'âm 6/153)

Hz. İbrâhim aleyhisselâm ile babası Âzer arasındaki bir diyalogu aktaran âyetler (Meryem 19/41-88)
evlâdın ebeveynine karşı saygısına örnek olması açısından ilgi çekicidir. Burada Hz. İbrâhim aleyhisselâm, Âzer'e her sözünün başında "babacığım" diye söze başlar; babası müşrik olmasına, gerçekten kaba ve tehdidkâr davranmasına rağmen yine de o saygısını korur, "Selâm olsun sana! RABBimden senin için af dileyeceğim" der. .

Peygamber aleyhisselâm da en önemli amelleri, ALLAH Katı’ndaki değerine göre.: "Vaktinde kılınan namaz, ebeveyne iyilik ve ALLAH YOLU’nda cihâd" şeklinde sıralar.
(Buhârî, "Edeb", 1; Müslim, "Îmân", 137.)

Hadiste, "kebâir" (büyük günahlar) diye bilinen kötülüklerin en büyükleri.: "ALLAH'a ortak koşmak, ebeveyne âsî olmak ve yalan yere şâhidlik yapmak" şeklinde geçer.
(Buhârî, "Edeb", 1, 6; Müslim, "Îmân", 38, 143, 144; Tirmizî, "Tefsîr", 5.)

Ana Babaya iyilik edip onları incitmekten kaçınmanın önemine dâir pek çok Âyet ve Hadisin yanında, Ahlâk Kitaplarında da konuya büyük önem verilmiş; onların, birer insan olarak tabii haklarının yanında; evlâdların onlara karşı yerine getirmeleri gereken birçok görevden söz edilmiştir: Maddî ve Mânevî ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmak, onları incitmemek, haram olmayan konularda isteklerini gerçekleştirmek, hayır ve ibâdetlerine yardımcı olmak, vasiyetlerini yerine getirmek, dostlarıyla ve sevdikleriyle ilişkiyi devâm ettirip hâtıralarını yaşatmak, nihâyet dinin ve örfün gerekli veyâ güzel bulduğu diğer hususlarda lâzım geleni yapmak.. (TDVY, İlmihâl II, s. 521.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »



Resim D-) ÇocukLarLa İLetişim.:

Peygamberimiz aleyhisselâm, çocukları ve torunlarıyla yakından ilgilenmiş, onlara sevgi ve sorumlulukla yaklaşmış, şefkatle muâmele edip, babalık ve dedelik konularında ümmetine en güzel örnek olduğunu açıkça göstermiştir. Torunlarını, evde, bazen sırtına, bazen de karnının üzerine alıp eğlendirmiş,(Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, IX, 182.) gerektiğinde çocuk ve torunlarını öpüp, okşayarak, fiziksel temasla güven duygusunu aktarmıştır.

Hz. Fâtıma aleyhisselâm için Hz. Âişe radiyallahu anha.: "Konuşma ve söz söyleme bakımından, Babasına, Fatıma'dan daha çok benzeyeni görmedim. Babasının yanına girdiği zaman Babası ona kalkıp merhaba eder, onu öper ve oturduğu yere oturturdu. Peygamberimiz aleyhisselâm da, O’nun evine geldiği zaman, O, Babasına kalkıp elini tutar, merhaba eder, onu öper ve kendi oturduğu yere Babasını oturturdu." buyurmuştur. (Müslim, "Fezâil", 97-99.)

Baba-Evlâd arasındaki duygusal ilişkiyi vurgulama açısından dikkat çekici bir hadiste Peygamberimiz aleyhisselâm, Ali kerremallahu vechehu'nin Fâtıma aleyhisselâm üzerine evlenmesi için yapılan bir girişime kesin bir tavırla karşı çıkıp.: "Çünkü Fâtıma, BEN’den bir parçadır; O’nu endişelendiren BENi endişelendirmiş olur; O’na ezâ veren BANA da ezâ vermiş sayılır!" buyurmuştur..” (Buhârî, "Fezâil", 12; "Nikâh", 109; Müslim, "Fezâilü's-sahâbe", 93, 94.)

Bu gibi rivâyetler, âile içi iletişimde çocuklar ve ebeveyn arasındaki karşılıklı tutumun nasıl olması gerektiğini bize gösterir.
Netice olarak Peygamberimiz aleyhisselâm, küçüklere şefkat duyup merhamet etmeyenlerin, büyüklere karşı saygı göstermeyenlerin, kendisinden olmadığını ifâde buyurmuşlardır. (Tirmizî, "Birr", 4.)

Abdullah b. Amr b. el-Âs radıyallahu anhuma'dan merfû olarak rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.” buyurmuştur.
(Tirmizî rivâyet etmiştir; Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir; Ahmed rivâyet etmiştir.)

Her çocuk, âile için bir mutluluk ve sevinç kaynağıdır. Ama aynı zamanda bu, büyük bir sorumluluktur. Ebeveynin bu konudaki başlıca görevleri şunlardır.:

1-) Çocukların beslenme, barınma, giyim kuşam ve sağlık gibi maddî ve bedensel ihtiyaçlarının karşılanması âilenin başta gelen görevidir. Hadiste.: "İnsanın âile bireylerini sefil bırakması günah olarak kendisine yeter" denir ve kişinin hayır yolunda harcadıkları içinde sevâbı en bol olanının, âile bireylerine yaptığı harcamalar olduğu belirtilir. (Dâvûd, "Zekât", 45.)

2-) Peygamberimiz aleyhisselâm’ın, gerek kendi çocukları ve torunlarına gerekse diğer çocuklara karşı son derece şefkat, merhamet ve sevgi hisleri duyması, onları bağrına basıp okşaması, öpmesi, hatalarını bağışlaması, şakalaşması, hatta oyunlarına katılması ile ilgili pek çok hadis vardır. Onun çocuklara olan bu tutumunu yadırgayan birini.: "ALLAH senin kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yaparım!." diyerek eleştirir. (Buhârî, "Edeb", 18.)

Sevgi ve Şefkat gibi mânevî ilgi, en az maddî ilgi kadar önemlidir. Bu ilgiden yoksun kalan çocuklar, uyum problemleri yaşar ve onların suç işleme eğilimleri daha güçlü olur. Ayrıca, çocuğun anne sütüyle beslenmesi hem bedensel hem de ruh sağlığı açısından çok yararlıdır.

3-) Âile ortamı, aynı zamanda eğitim yuvasıdır. Büyükler, eğitim sırasında onların düzeyine inip, onları anlamaya çalışmalı ve davranışlarıyla onlara iyi örnek olmalıdırlar. Onlara daima doğru ve tutarlı bilgiler verilmelidir. Hoşgörü ilkesinin ölçüsü iyi ayarlanmalı, çocukların şımarıp arsızlaşmasına yol açılmamalıdır. Çocuğun dinî, ahlâkî ve meslekî eğitimi âilenin en zor ve en önemli görevidir. "Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim" (İbn Mâce, "Mukaddime", 17.)

Diyen Peygamberimiz aleyhisselâm, eğitimin, bir Peygamber Mesleği olduğunu belirtir Eğitimin temel amacı, çocukların bilgi ve ahlâkta donanımlı olmalarını sağlamaktır. "Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir miras bırakamaz!" (Tirmizî, "Birr", 33.) hadîsi, bunu açıkça ifâde eder. (TDVY, İlmihâl II, s. 520. 71.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »



Resim E-) KardeşLer Arası İLetişim.:

Din kardeşliğinin en az nesebî kardeşlik kadar önemli olduğu bilinmekle beraber, İslâmî literatürde "kardeşlik" karşılığında kullanılan Arapça "uhuvvet" kelimesi, aynı ana babadan veyâ bunlardan birinden Dünyâya gelenler arasındaki kan bağını belirtir. Görüldüğü üzere bu kelime, hem din kardeşliği, hem de nesebî, yâni gerçek kardeşler için de kullanılır.. (Râgıb el-İsfahânî, et-Müfredât, "eh" md.; Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu'l-gayb, XXVIII, 129.)

Kur’ÂN'da kardeşlik kavramının farklı ilişki biçimlerini ortaya koyduğu görülmektedir. Neseb ilişkisi, miras, evlenme gibi fıkhî düzenlemeler üzerinde durulurken kardeşlerden söz edilmesi yanında ahlâkî açıdan Âdem aleyhisselâm’ın oğullarından Kâbil'in kıskançlık ve menfaat duygularına mağlûp olarak kardeşi Hâbil'i öldürmesi.. (Mâide 5/ 27-31)

Yine kıskançlık yüzünden Hz. Ya'kûb'un oğullarının kardeşleri Yûsuf'a ihânet etmeleri anlatılır.. (Yûsuf 12/8-15)

Bazı âyetlerde Müslümanların, putperest akrabalarıyla ilişkileri çerçevesinde kardeşlerden de söz edilir ve bunları dost kabul etmemeleri gerektiği bildirilir.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbûl kufre alâ’l- îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humuz zâlimûn (zâlimûne).: Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları velî edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.” (Tevbe 9/23)

قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
“Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâratun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye'tiyallâhu bi emrihî, vallâhu lâ yehdî’l- kavmel fasikîn (fasikîne).: De ki: “Şâyet babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve zevceleriniz ve aşîretiniz ve kazandığınız mallarınız, kesada uğramasından (satışının durmasından) korktuğunuz ticaret ve razı olduğunuz (hoşunuza giden) evler, ALLAH'tan ve O'nun RESÛLÜnden ve O'nun (ALLAH'ın) yolunda cihad etmekten size daha sevgili ise artık ALLAH, Emrini getirinceye kadar bekleyin. Ve ALLAH, fasıklar kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.” (Tevbe 9/24)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi ve’l- yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: ALLAH'a ve ahiret gününe (ölmeden önce ALLAH'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, ALLAH'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşîretleri olsa bile. İşte onlar ki, (ALLAH) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. ALLAH, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (ALLAH'tan) razı oldular. İşte onlar, ALLAH'ın taraftarlarıdır. Gerçekten ALLAH'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?” (Mücâdile 58/22)

Kur’ÂN'daki Peygamber kıssalarında kardeşler arası ilişkilere dâir her insanın başına gelebilecek menfî vak’alarda olayın seyrini değiştirecek müspet verilere rastlamak mümkündür. Hz. Yûsuf ile ilgili kıssada Şeytan’ın kardeşler arasını bozması ve bundaki mahâreti..

وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّواْ لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَا أَبَتِ هَذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا وَقَدْ أَحْسَنَ بَي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ وَجَاء بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاء إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
“Ve refea ebeveyhi ale’l- arşı ve harrû lehu succedâ (succeden), ve kâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ (hakkan), ve kad ahsene bî iz ahrecenî mine’s- sicni ve câe bikum minel bedvi min ba’di en nezegaş şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne rabbî latîfun limâ yeşâ’ (yeşâu) innehu huve’l- alîmu’l- hakîm(hakîmu).: Ve anne babasını tahtın üstüne çıkarttı. Ona secde ederek eğildiler. , (aleyhisselâm) şöyle dedi: “Ey babacığım! Bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim onu hakikat kıldı (gerçekleştirdi). Ve beni zindandan çıkardığı zaman bana en güzelini yaptı (Benim için en güzelini dizayn etti). Ve şeytan, benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra sizi çölden getirdi. Muhakkak ki; benim RABBim, dilediğine lütuf sahibidir. Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (en iyi hüküm veren, hikmet sahibi) olan muhakkak ki; “O” dur.” (Yûsuf 12/100)

فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn (hâsirîne).: Bunun üzerine nefsi, onu, kardeşini öldürmeye kandırdı (kolay ve zevkli gösterdi). Böylece onu öldürdü, sonra hüsrana uğrayanlardan oldu.” (Mâide 5/30)

Hz. Mûsâ'nın Cenâb-ı ALLAH'ın kendisiyle tekellüm edip Peygamber seçtiğini bildirmesinden sonra yardımcı olarak kardeşi Hârûn’u istemesi.:

يَفْقَهُوا قَوْلِي
وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي
هَارُونَ أَخِي
“Yefkahû kavlî. Vec’al lî vezîren min ehlî. Hârûne ahî.: Sözlerimi idrak etsinler. Ve âilemden bana bir yardımcı kıl. Kardeşim Hârûn'u.” (Tâhâ 20/28-33)
sonra, onun yardımcısı olarak İsrâiloğullarına gönderilmesi.. ve sonrasında Hz. Mûsâ, Tûr dönüşü kavminin buzağıya taptığını görünce Hârûn'a.: "Ey Hârûn, onların saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel oldu? Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?" demiş, saçından sakalından tutarak onu çekip sarsmış, bunun üzerine Hârûn.: "Ey anamın oğlu, saçımı başımı tutma! Ben senin, İsrâiloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın diyeceğinden korktum!" diyerek gerekçesini açıklamış ve Hz. Mûsâ'nın kardeşine karşı sert girişimlerine Hz. Hârûn yatıştırıcı bir tavır sergilemiştir..

قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا
أَلَّا تَتَّبِعَنِ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي إِنِّي خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي
“Kâle yâ hârûnu mâ meneake iz reeytehum dallû. Ellâ tettebian (tettebiani), e fe asayte emrî. Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi re’sî, innî haşîtu en tekûle ferrakte beyne benî isrâîle ve lem terkub kavlî.: (Mûsâ aleyhisselâm): “Ey Hârûn! Onların dalâlete düştüğünü gördüğün zaman (onları uyarmaktan) seni ne men etti?” dedi. Niçin bana tâbî olmadın? Yoksa emrime isyan mı ettin? (Hârûn aleyhisselâm): “Ey annemin oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma (çekme). Gerçekten ben, senin, “İsrailoğulları arasında fırkalar oluşturdun (ikilik, düşmanlık çıkardın) ve sözümü tutmadın (emrimi yerine getirmedin)” demenden korktum.” dedi.” (Tâ-Hâ 20/92-94) ()

Bütün bunlar, bu meyânda gösterebilinecek örneklerdendir. Kardeşler arasındaki akrabalık bağı, İslâm hukukunun çeşitli alanlarında karşılıklı hak ve yükümlülüklere ve bazı özel hükümlere konu teşkil eder. Sütkardeşiliği de özellikle evlenme engelleri bakımından önem taşır. Kişinin usûl ve fürû’u dışındaki akrabasına zekât verip veremeyeceği konusu tartışmalıdır. (Yaran, Rahmi; "Kardeş", DİA, XXIV, 484 vd.; Çağrıcı, Mustafa; "Kardeşlik", DİA, XXIV, 485 vd.)

Kardeşler, birbirlerini SEVmeli, birbirlerine yardım edip hürmet ve şefkatte bulunmalıdır. Kardeşlerin arasında pek kuvvetli bir bağ vardır. Bunu daima korumalıdır. Hele büyük kardeşler, ana baba yerindedirler. Onlara karşı büyük bir saygı göstermelidir. Maddî menfaat yüzünden birbirine düşman kesilen kardeşler, iyi kimseler sayılmaya layık olamazlar. Birbirine tutkun olan kardeşler, hayatta daima muvaffak olurlar.. (Bilmen, Ömer Nasuhi; Büyük İslâm İlmihâli, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul, s. 466.)

Resim F-) Kız KardeşLerLe İLetişim.:

Hadîs-i Şerîflerde, kız kardeşlerle olan iletişime ayrı bir vurgu yapılır.: Bir rivâyette.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kızı, ya da üç kız kardeşi veyâ iki kızı ya da iki kız kardeşi olup da onlar hakkında ALLAH'tan korkup, onlara ihsân eden kimse, CeNNete girer.." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Birr", 12; Ebû Dâvûd, "Edeb", 130.)

"İyilik eder" ifâdesiyle ilgili olarak.: "Buradaki iyilikten kasıd, evlendikten sonra sıla ve ziyâret gibi iyiliklerdir." şeklinde yorum getirilir.. (Azîmâbâdî, Avnü'l-ma'bûd, XIX, 56.)
Yine bununla ilgili olarak Münâvî şöyle diyor.: “Gıda, giyim, barınma gibi ihtiyaçlarını görür, onlara minnet ettirmez, onlara karşı bıkkınlık ve usanma göstermez, yapamayacakları şeyi onlara yüklemez..” (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, V, 362.)
Benzer bir rivâyette,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her kim üç kızın geçimini üzerine alarak onları terbiye eder, evlendirir, evlendikten sonra da iyiliğini sürdürürse onun için CeNNet vardır." buyurmuştur.. (Ebû Dâvûd, "Edeb", 120.)

Sehl b. Saîd'in rivâyetinde aynı mükâfat kız kardeşin geçimini üzerine alanları da kapsamaktadır. (Ebû Dâvûd, "Edeb", 121.)

Kur’ÂN'da iki kız kardeşin bir nikâh altında birleştirilmesinin haram olduğu ifâde edilir.:

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللاَّتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَآئِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللاَّتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَآئِكُمُ اللاَّتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ فَإِن لَّمْ تَكُونُواْ دَخَلْتُم بِهِنَّ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلاَئِلُ أَبْنَائِكُمُ الَّذِينَ مِنْ أَصْلاَبِكُمْ وَأَن تَجْمَعُواْ بَيْنَ الأُخْتَيْنِ إَلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve halâtukum ve benâtul ahi ve benâtul uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve ehavâtukum miner radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum min nisâikumullâtî dehaltum bihinn (bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu ebnâikumullezîne min aslâbikum, ve en tecmeû beynel uhteyni illâ mâ kad selef (selefe). İnnallâhe kâne gafûran rahîmâ (rahîmen).: Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kızkardeş kızları, sizi emzirmiş olan (süt) anneleriniz, süt anneden kızkardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olup, evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Fakat eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, o takdirde (onlarla evlenmenizde) sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve sizin sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri (kadınları) ve iki kızkardeşi bir arada (nikâh altında) toplamanız. Geçmişte olanlar hariç. Muhakkak ki, ALLAH Gafûr'dur, Rahîm'dir.” (Nisâ 4/23)

Peygamberimiz aleyhisselâm de bir kadının, halası veyâ teyzesiyle birlikte aynı erkeğin nikâhında olmasını yasaklamıştır. (Buhârî, "Nikâh", 27.)
Bunun sebebini de.: "Böyle yaparsanız şüphesiz akrabalık bağlarını kesmiş olursunuz (Kat’-ı Râhim)" şeklinde açıklamıştır. (İbn Hibbân, es-Sahîh, VI, 166.)

İslâm Hukukçuları bundan hareketle, akrabalarla iyi ilişkiler içinde olmanın (SıLâ-i Rahim) farz olduğunu belirtmişler ve bu derecede yakınlığı bulunan iki kadının aynı kişinin eşi pozisyonunda genellikle birbirleriyle iyi ilişkiler içinde olamayacağını, dolayısıyla SıLâ-i Rahim gibi bir farzın yerine getirilmesine engel teşkil edecek durumun aklen de haram olması gerektiğini söylerler. Ancak buradaki evlenme engeli geçicidir. Erkeğin, karısı ile arasındaki nikâh bağının sona ermesi halinde bu nikâhtan doğan evlenme engeli de ortadan kalkar. (Ünal, Halit; "Cem", DİA, VII, 276, 277.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim II. CİVAR AKRABALARLA İLETİŞİM.:

Bu çalışmamız, baştan sona, Hadîs-i Şerîflere göre akrabalar arası hak ve görevler, ve bunların önemini anlatmaya çalışmaktadır. Özellikle son bölümde ise, hadîslerde vurgulananlara ilâveten, örnek kabîlinden olmak üzere, bizzât Peygamberimiz aleyhisselâm’ın kendi yaşantısından, birtakım küçük anekdotlar aktarılmaktadır. Burada ise, "civâr akrabalarla iletişim" adı altında, iki başlık halinde bazı bilgiler sunulacaktır.

Resim A-) AkrabaLar Arası HakLar ve GörevLer.:

Genel olarak müslümanlar ve bilhassa komşular arasında söz konusu olan iyilik ve ikram, yardımlaşma, dayanışma, ziyâretleşme, hoşgörü, iyi ve kötü günleri paylaşma, dâvete icâbet, hasta ziyâreti, bayramlaşma, tebrikleşme, tâziye gibi sosyal ve ahlâkî görevler akrabalar arasında da geçerli ve gereklidir. Ancak bütün bunlar öncelikle akraba ile ilişkileri sürdürmeyi gerektirdiği için gerek hadislerde gerekse ahlâk kitaplarında bu konuya "SıLâ-i Rahim" başlığı altında özel bir önem verilmiştir.

Bir kudsî hadiste ALLAH TeALÂ, kim akrabalık ilişkisini yaşatırsa kendisinin de o kuluna ilgisini sürdüreceğini, akrabasını terkedenlerden de ilgisini keseceğini bildirmiştir. (Buhârî, "Edeb", 13)
Peygamberimiz aleyhisselâm da konuyla ilgili pek çok hadisinden birinde.: "Bütün faziletlerin en üstünü, senden ziyâreti kesen akrabanı ziyâret ederek ilişkiyi yaşatmandır" (Müsned, III, 438.)
buyurmuş; ziyâretleşmenin rızkı bollaştıracağını; (Buhârî, "Edeb", 12; Müslim, "Birr", 20, 21.)
akrabaya mal yardımında bulunmanın başkalarına yapılan yardımın iki katı sevâb kazandıracağını bildirmiş; (Nesâî, "Zekât", 82; Tirmizî, "Zekât", 26.)
hatta bir hadiste akrabalık ilişkisini kesenler, CeNNete giremeyecekler arasında gösterilmiştir. (Buhârî, "Edeb", 11; Müslim, "Birr", 18, 19.)
Neseb bakımından uzak olan akrabalarla da karşılıklı ziyâretleşmede bulunarak SıLâ-i Rahim yapmak gerekmektedir. Araplar'ın dört ana kolundan biri olan Mudar (Benî Mudar) (Diğerleri: Rebîa, Kudâa ve Yemen.); bkz. Küçükaşçı, Mustafa; "Mudar", DİA, XXX, 358.) kabilesinin elçileri, kendisi de Mudar'ın en önemli kolu Kureyş kabîlesinden olan Peygamberimiz aleyhisselâm'ı ziyârete geldiklerinde, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mudar'dan olan bu cemaatin üzerlerinde abadan (Abâ.: Müslümanların çoğu tarafından giyilen önü açık bir üstlük ve bu üstlüğün yapıldığı kaba kumaş. Hadislerde "yoksulların giydiği kaba bir elbise" olarak târif edilir.) Uludağ, Süleyman; "Aba", DİA, I, 4, 5.)
başka bir şeyleri olmadığını (Küçükaşçı, Mustafa; "Mudar", DİA, XXX, 358; Uludağ, Süleyman; a.y).
ve bunların fâkirliğini görünce yüzünün rengi değişmiş, ashabını toplamış ve onlara akrabalık bağlarını vurgulayan en-Nisâ sûresinin birinci âyetini okumuştur. (Müslim, "Zekât", 69; Tezkîru'l-en'âm, s. 25.)

Resim B-) Amca, HaLa, Dayı ve TeyzeLerLe İLetişim.:

Bundan sonraki bölümde, amca, hala, dayı ve teyzelerle iletişim konusunda Peygamberimiz aleyhisselâm’ın hayatından bazı örnekler sunacağız. Ancak burada kısaca şunları belirtmek gerekir: Amca kelimesinin Arapça'sı amm'dır. Kökünde "şümûl" mânâsı bulunan bu kelime "kalabalık topluluk" anlamına da gelir. Amcanın İslâm hukukuna göre çeşitli hak ve vazîfeleri vardır. Şahıs hukukunda amca, hukukî temsil açısından önemlidir. Babanın erkek kardeşidir. Türkçe'ye de "emmi" şeklinde geçmiştir. "Amme" ise babanın kız kardeşi, yâni hala'dır. (İbn Manzûr, Lisânü'l-'Arab, "amm" md., XII, 423-424; Râğıb, Müfredât, s. 349; Fîrûzâbâdî, Besâir, IV, 98; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu'l-muhît, "amm" md., s. 1472-1473.)
Annenin erkek kardeşine "hâl-dayı", kızkardeşine ise "hâle-teyze" denir. (Fîrûzâbâdî, a.g.e., "hvl" md., s. 1287.)
"Amm-amme" ve "hâl-hâle" kelimeleri çeşitli şekillerde Kur’ÂN-ı Kerîm'de geçmektedir.:

لَّا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ فِي آبَائِهِنَّ وَلَا أَبْنَائِهِنَّ وَلَا إِخْوَانِهِنَّ وَلَا أَبْنَاء إِخْوَانِهِنَّ وَلَا أَبْنَاء أَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ وَاتَّقِينَ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا
“Lâ cunâha aleyhinne fî âbâihinne ve lâ ebnâihinne ve lâ ihvânihinne ve lâ ebnâi ihvânihinne ve lâ ebnâi ehavâtihinne ve lâ nisâihinne ve lâ mâ meleket eymânuhun (eymânuhunne), vettekînallâh (vettekînallâhe), innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ (şehîden).: (Peygamber Eşleri'nin); babalarına, oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlara ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyelere) görünmeleri hususunda, onların üzerine günah yoktur. ALLAH'a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki ALLAH, herşeye şâhidtir.” (Ahzâb 33/55)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون
“Leyse alel a'mâ haracun ve lâ alel a'raci haracun ve lâ ale’l- marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te'kulû cemîan ev eştâtâ (eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehıyyeten min indillâhi mubareketen tayyibeh (tayyibeten), kezâlike yubeyyinullâhu lekumu’l- âyâti leallekum ta'kılûn (ta'kılûne).: Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sâhib olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize ALLAH'ın Katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece ALLAH, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.” (Nûr 24/61)

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللاَّتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَآئِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللاَّتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَآئِكُمُ اللاَّتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ فَإِن لَّمْ تَكُونُواْ دَخَلْتُم بِهِنَّ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلاَئِلُ أَبْنَائِكُمُ الَّذِينَ مِنْ أَصْلاَبِكُمْ وَأَن تَجْمَعُواْ بَيْنَ الأُخْتَيْنِ إَلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve halâtukum ve benâtu’l- ahi ve benâtu’l- uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve ehavâtukum mine’r- radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum min nisâikumullâtî dehaltum bihinn (bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu ebnâikumullezîne min aslâbikum, ve en tecmeû beyne’l- uhteyni illâ mâ kad selef (selefe). İnnallâhe kâne gafûran rahîmâ (rahîmen).: Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kızkardeş kızları, sizi emzirmiş olan (süt) anneleriniz, süt anneden kızkardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olup, evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Fakat eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, o takdirde (onlarla evlenmenizde) sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve sizin sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri (kadınları) ve iki kızkardeşi bir arada (nikâh altında) toplamanız. Geçmişte olanlar hariç. Muhakkak ki, ALLAH Gafûr'dur, Rahîm'dir.” (Nisâ 4/23)


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk (meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil mu’minîn (mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke haraç (haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, ALLAH'ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları, (diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, Biz biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/50)

Arapça asıllı olan hala kelimesi (hâle, çoğulu hâlât), "dayı" anlamındaki hâl'in müennesi olup "annenin kız kardeşi" demektir. Ancak Türkçe'de bu anlamda değil, Arapça'da amme (çoğulu ammât) kelimesiyle ifâde edilen "babanın kız kardeşi" anlamında kullanılır. Kur’ÂN'da üç yerde çoğul olarak birlikte zikredilen bu iki kelime,

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللاَّتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَآئِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللاَّتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَآئِكُمُ اللاَّتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ فَإِن لَّمْ تَكُونُواْ دَخَلْتُم بِهِنَّ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلاَئِلُ أَبْنَائِكُمُ الَّذِينَ مِنْ أَصْلاَبِكُمْ وَأَن تَجْمَعُواْ بَيْنَ الأُخْتَيْنِ إَلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve halâtukum ve benâtul ahi ve benâtul uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve ehavâtukum miner radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum min nisâikumullâtî dehaltum bihinn(bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu ebnâikumullezîne min aslâbikum, ve en tecmeû beynel uhteyni illâ mâ kad selef(selefe). İnnallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).: Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kızkardeş kızları, sizi emzirmiş olan (süt) anneleriniz, süt anneden kızkardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olup, evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Fakat eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, o taktirde (onlarla evlenmenizde) sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve sizin sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri (kadınları) ve iki kızkardeşi bir arada (nikâh altında) toplamanız. Geçmişte olanlar hariç. Muhakkak ki, Allah Gafur'dur, Rahîm'dir.” (Nûr 24/23)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون
“Leyse alel a'mâ haracun ve lâ alel a'raci haracun ve lâ alel marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te'kulû cemîan ev eştâtâ(eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehıyyeten min indillâhi mubareketen tayyibeh(tayyibeten), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum ta'kılûn(ta'kılûne).: Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah'ın katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.” (Nûr 24/61)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk(meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil mu’minîn(mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke harac(haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, Allah'ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları, (diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, Biz biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve Allah, Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/50)

Hadîslerde de geçer. (bk. Wensinck, el-Mu'cem, "hvl", "amm" md.leri.)
İslâm hukukunda hala, muharremât vb. konularda söz konusu edilir. Devâmlı evlenme yasağı bulunan kan hısımlarından biri de, haladır. (Nisâ 4/23)

Kişinin izinsiz girebileceği evlerden biri de halasının evidir. (Nûr 24/61; Akyüz, Vecdi; "Hala", DİA, XV, 221.)

Teyzelerle ilgili olarak, "Teyze, anne sayılır" (Buhârî, "Sulh"; 6; Tirmizî, "Birr", 3.)
Hadîsini de hatırlamakta fayda vardır.

أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاء إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِن بَعْدِي قَالُواْ نَعْبُدُ إِلَهَكَ وَإِلَهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِلَهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
“Em kuntum şuhedâe iz hadara ya’kûbe’l- mevtu, iz kâle li benîhi mâ ta’budûne min ba’dî kâlû na’budu ilâheke ve ilâhe âbâike ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ilâhen vâhidâ (vahiden) ve nahnu lehu muslimûn (muslimûne).: Yoksa siz Yâkub (aleyhisselâm), öleceği zaman (ona): “şâhid mi oldunuz?” O (Yâkub a.s.), oğullarına: “Bundan (ben öldükten) sonra neye (kime) kul olacaksınız?” demişti. (Onlar): “Senin ilâhına ve senin ataların İbrâhîm (aleyhisselâm), İsmâil (aleyhisselâm) ve İshâk (aleyhisselâm)'ın ilâhı olan tek İlâh'a kul olacağız. Ve biz, O'na teslim olanlarız.” dediler.” (Bakara 2/133)

Hz. İsmâil onların babaları olmadığı halde, "كِ َائَآب "kelimesinin içine, amcaları olan İsmâil’i de (aleyhisselâm) katmıştır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem amcası Hz. Abbas’la ilgili olarak Hz. Ömer'e: " مَّع َنَّ َ َما َش َع ْر َت أ َ أ ال َّر ج ْي ِه ِل ِص ِ ب َ و أ ْن - Bilmiyor musun Ya Ömer, amca, babanın yarısıdır." demiştir. (Müslim, "Zekât", 3.)

Buradaki "sınv", aslı bir olan dal demektir. "بِ ْْلَ ِة ا لَ ِ ِ َمنْز ب مُّع َال - Amca, baba sayılır." rivâyeti de vardır. (Tefsîru İbn Kesîr, IV, 370.)

Nevevî; bu söz, "babası gibidir", demektir ve amca hakkının önemini gösterir, der. (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, VII, 57.)
Münâvî ise, amcaya saygı, tıpkı babaya saygı gibidir; amcaya eziyet de, tıpkı babaya eziyet gibidir; bu sözde, amcaya itâat ve ona karşı gelmeme konusunda teşvik vardır, şeklinde yorum getirir. (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, IV, 359. 76.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM.:

Resim
I. SILA-i RAHİM'de PEYGAMBER ALEYHİSSELÂM'ın ÖRNEKLİĞİ.:


Resim A-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm.:

Peygamberimiz aleyhisselâm, yakınlarına ve âilesine düşkün bir kişiydi. Onun insanlık sevdalısı bir kişi olarak öncelikle akrabalarını uyarmakla işe başlaması ve âile bireylerini asla ihmal etmemesi bunun açık kanıtıdır. Pek çok âyet-i kerîmede akrabalarla iyi geçinmesi emredilmiştir.:

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“İnnallâhe ye’muru bil adli ve’l- ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munkeri ve’l- bagy (bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki ALLAH, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (ALLAH'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû kû enfusekum ve ehlîkum nâren vakûduhâ’n- nâsu vel hicâretu aleyhâ melâiketun gılâzun şidâdun lâ ya’sûnallâhe mâ emerehum ve yef’alûne mâ yu’merûne.: Ey inananlar! Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve âilenizi koruyun. Onun üzerinde çok güçlü ve çok sert (acımasız) melekler vardır. ALLAH'ın onlara emrettiği şeyde, ALLAH'a asi olmazlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.” (Tahrîm 66/6)

وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى
“Ve’mur ehleke bi’s- salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ (rızkan), nahnu nerzukuk (nerzukuke), ve’l- âkıbetu li’t- takvâ.: Ve ehline (âilene ve etrafındakilere) namazı emret ve onun üzerinde (namazda) sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız. Akibet (en güzel sonuç) takvâ sâhiblerinindir.” (Tâhâ 20/132)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, dâvet ve çağrısına önce akrabalarından başlamıştı.:

وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
“Ve enzir aşîreteke’l- akrebin (akrebîne).: Ve en yakının olan aşîretini uyar.” (Şu’arâ 26/214)

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“Vahfıd cenâhake li menittebeake mine’l- mu’minîn (mu’minîne).: Ve mü'minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.” (Şu’arâ 26/215)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, akrabalarına son derece düşkündü, onların diğer problemleriyle ilgilendiği gibi, dinî yaşantılarıyla da çok yakından ilgilenirdi. Hiçbir zaman onlarla ilişkiyi kesmedi. SıLâ-i Rahim üzerinde her zaman ısrarla durdu. Amcası Ebû Tâlib başta olmak üzere yakınlarının Müslüman olması için ümidini yitirmeyerek sonuna kadar uğraştı. Akrabalık ilişkilerini her zaman sürdürdü ve yakınlarından da bunu istedi. O, anne baba sevgisi üzerinde de ısrarla durmuş, sütannesini, sütkardeşini, baba dostunu sevmeyi ısrarla istemiş, kendisi de onlara gereken ilgiyi göstererek en güzel örnekliği sunmuştur. SıLâ-i Rahim konusunda, O'nun (aleyhisselâm) hayatında en güzel örnekler vardır.
Biz, misâl sâdedinde bazılarını buraya alacağız.:

Resim B-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâmve ANNEsi Hz. ÂMİNE.:

Dinimizin anne baba hakkına verdiği önemin bir yansıması olarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, anne baba hakkı konusunda uyarıcı pek çok söz söylemiştir. Çalışmamızın geçen bölümlerinde kısaca onlara değindik. Onlara ek olarak biz, en güzel örneği, yine onun hayatından, annesi ile olan bağından verelim.

Âmine bint Vehb (ö. 577 m.), doğumundan sonra evlâdı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i bir süre yanında tutmuş, ardından da sütanneye vermiştir. Muhtemelen dört yaşlarında onu tekrar yanına almış ve iki yıl daha onunla beraber kalmıştır. Altı yaşlarında iken Annesi Âmine, onun doğumundan önce vefât eden babası Abdullah'ın Medine'de bulunan kabrini ve dedesi Abdülmuttalib'in annesi dolayısıyla âilenin dayıları sayılan Neccâroğulları'nı ziyâret etmek üzere oğlu ve câriyesi Ümmü Eymen'le birlikte Medine'ye gitmiştir, (Bazı rivâyetlerde Abdülmuttalib'in de bu yolculukta onlarla birlikte olduğu kaydedilir).
Ancak, Medine'de bir ay kaldıktan sonra Mekke'ye dönerken Ebvâ'da, çok genç yaşta vefât etti ve oraya defnedildi. Ebvâ, Mekke-Medine yolu üzerinde Medine'ye daha yakın bir yer olup Bedir'den sonra Sukyâ ile Cuhfe arasında, Medine'ye yaklaşık 190 km. uzaklıktadır. (Zehebî (ö. 748; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, Thk. Şuayb Arnaût, Müessesetü'r-risâle, 2. Baskı, 1985, I, 202; Fayda, Mustafa; "Ebvâ", DİA, X, 379.)
Hz. Âmine'nin kabri buradadır. Ölümünde Âmine henüz otuz yaşında genç bir kadındı.
Son anlarında başucunda duran altı yaşındaki oğluna bakıp şunları söylemişti.: "Her canlı ölümlüdür. Her yeni eskir. Her yaşlanan yok olur. Ben de öleceğim, ama hep anılacağım. Çünkü temiz bir oğul doğurmuş, arkamdan hayırlı bir hatıra bırakmış bulunuyorum."

Hicretin 6. yılında (628) Peygamberimiz aleyhisselâm, Hudeybiye'ye giderken Ebvâ'ya uğradı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH, Annesinin kabrini ziyâret etmesi için MuhaMMed'e izin vermiştir" (İbn Sa'd, Tabakāt, I, 116-117; Müslim, "Cenâ'iz", 105, 106; Müsned, V, 355; Nesâî, "Cenâiz", 101.)
Deyip, yıllar sonra, küçük yaşta kaybettiği annesini hatırlamış ve kabrini ziyâret etmişti. Eliyle kabri düzeltmiş, onun rikkat ve şefkatini hatırlayarak gözyaşlarını tutamayıp ağlamıştı. Onun ağladığını gören Sahâbîler de ağladılar. Kendisine niçin ağladığı sorulunca.: "Annemin şefkat ve merhameti gözümün önüne geldi de onun için ağladım" cevâbını verdi. (Diyârbekrî; Târîhu’l-hamîs fî ahvâli enfüsi’n-nefîs, Dârü's-sâdır, Beyrut, I, 229; II, 4.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in bu ziyâretinde anne hasreti ile dopdolu, vefâlı bir evlâd ve duygulu bir insan görmekteyiz. Yukarıdaki bu bilgiyi nakleden İbn Sa'd, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın annesi için mağfiret dilemesine izin verilmediğini, fakat Annesinin kabrini ziyârete müsâade edildiğini belirten bir hadîsi nakleder. (Müslim, "Cenâ'iz", 105, 106; et-Tabakāt, I, 116-117.)
Kâmil Miras, Peygamberimiz aleyhisselâm’a istiğfar için izin verilmemesinin Annesinin kâfir olarak öldüğü anlamına gelmediğini, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Anne ve Babasının fetret ehlinden olduklarını belirtir. (Tecrîd Tercemesi, IV, 536-552.)
Âmine, Abdullah'ın vefâtından sonra bir daha evlenmemiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den başka çocuğu olduğu da bilinmemektedir. Onun, dinî sorumluluğu bulunmayan Fetret Ehli Statüsünde kabul edilmesi mümkün olduğu gibi Peygamberimiz aleyhisselâm’ın özel DUÂsına mazhar olması ihtimali de vardır. (Topaloğlu, Bekir; "Âmine", DİA, III, s. 63, 64; Fayda, Mustafa; "Ebvâ", DİA, X, 379.)

Resim C-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâmve SÜT ANNEsi.:

Hz. Âmine, çocuğunu fazla emzirememişti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i doğumundan sonra ilk olarak bir süre Ebû Leheb'in câriyesi Süveybe emzirdi. Ebû Leheb, doğum haberini getiren kölesi Süveybe’yi azâd etmişti. Peygamberimiz, Süveybe'yi hiç unutmadı,

Mekke'de iken onu ziyâret eder ve ona ikramlarda bulunurdu. Hicret edince Medine'den ona giyecek gönderirdi. Mekke Fethinde onun oğlunun durumunu sorup araştırdı; onun annesinden önce vefât ettiğini öğrendi. Peygamberimiz daha sonra Halîme'ye verildi. Çocukluğunun ilk iki yılını Sütannesi ve Sütbabası Hâris, Sütkardeşleri Abdullah, Üneyse ve Şeymâ ile geçirdi. Halîme iki yıl sonunda çocuğu âilesine teslim etmek üzere Mekke'ye götürdü. Ancak Âmine, çöl havasının oğluna yaradığını gördüğü (bazı rivâyetlere göre ise o sırada Mekke'de vebâ salgını bulunduğu) için onun bir müddet daha Halîme'nin yanında kalmasını uygun buldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem dört veyâ beş yaşına kadar sütannesinde kaldı.

Halîme ve Âilesinin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i yanlarına aldıktan sonra bolluğa kavuştuktan başka olağanüstü nitelikte bazı olaylarla karşılaştıkları bilinir. Halîme Essa'diyye'nin Müslüman olduğunda hemen bütün kaynaklar ittifâk eder. Peygamberimiz aleyhisselâm, sütannesi Halîme Hatunu gördükçe.: "Benim Annem!. Benim Annem!." der, kendisine içten sevgi ve saygı gösterir, omuz atkısını serip üzerine oturtur, bir dileği varsa hemen yerine getirirdi. Hz. Hatice ile evlendiğinde, Halîme bir kıtlık yılında Mekke'ye Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i ziyârete gitmişti. Peygamberimiz onu ağırlamış, Hz. Hatîce de ona kırk koyun ve bir deve hediye etmişti. Peygamberimiz aleyhisselâm, Mekke Fethi'nde Halîme'nin kız kardeşini görüp sütannesini sordu; vefât ettiğini öğrenince ağladı. Süt teyzesine ikramda bulundu, ayrıca para verdi. Kadıncağız şöyle dedi.: "Sen küçükken de, büyük iken de ne güzel kefîl olunan, bakılansın!." (Çubukçu, Asri; "Hâlime", DİA, XV, 338.)

Resim D-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâmve SÜTKIZ KARDEŞİ.:

Hicretin 8. yılında, Huneyn Savaşında esir düşen sütkız kardeşi Hz. Şeymâ, Ci'râne mevkiinde Peygamberimiz aleyhisselâm'ın yanına getirilmişti. Efendimiz ona "hoş geldin" demiş, izzetü ikramda bulunmuş ve onu, elbisesinin üzerine oturtmuştu. O esnâda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in gözleri dolu dolu olmuş, ona sütanne ve sütbabasını sormuş; onların ölmüş olduklarını öğrenmişti. Daha sonra Şeymâ'ya, "İstersen sevgi ve saygıyla yanımda kal, istersen yararlanacağın mallar verip seni kavmine döndüreyim" önerisinde bulunmuştu. O, ikinci teklifi kabul etmiş ve Müslüman olup kavmine dönmüştü. Onun bu davranışında 60 yıl kadar sonra bile devâm eden vefâsını görüyoruz. Kaynaklar, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Halîme'den sütkardeşleri olan Abdullah, Üneyse ve Şeymâ'nın müslüman olduklarını kaydeder. (Çubukçu; "Hâlime", DİA, XV, 338; Algül, Hüseyin; "Hâris b. Abdüluzzâ", DİA, XVI, 194, 195; Halebî, İnsânü'l-'uyûn, I, 140, 144-156. 80.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »



Resim E-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve EşLeRi.:

Resim 1-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. HATİCE aleyhasselâm.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yirmi beş yaşında ilk evliliğini yapmıştır. Bu evliliğini 40 yaşlarında, dul ve çocuk sâhibi bir kadın olan Hz. Hatice aleyhasselâm ile gerçekleştirmiştir. (İbn İshak, es-Sîre, s. 229.)

O (sallallahu aleyhi vesellem), vefât edinceye kadar da sâdece onunla evli kalmıştır. O’nun vefâtının akabinde, 53 yaşından sonra bazı hanımlarla evlenmiştir. Hanımlara güzel davranmayı teşvik eden Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizin en hayırlınız âilesine karşı iyi davrananınızdır. Ben âileme karşı en iyi davrananınızım. Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı iyi davrananlardır." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Radâ’", 11.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli ahlâkî bakımdan en güzel olan ve âilesine şefkat ve mülâyemetle davranandır." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Îmân", 6; Müsned, VI, 47, 99.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kadınlara karşı hep hayır tavsiye edin. Zirâ onlar sizin yanınızda birer emânettir." buyurmuştur.
(Tirmizî, "Radâ’" 11; İbn Mâce, "Nikâh", 4; Müsned, V, 72-73; Nesâî, "Işretü'n-Nisâ", 167.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Eşlerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, sakın onları dövmeyin ve onları incitecek çirkin sözler söylemeyin." buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, "Nikâh" 40-41.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Eşinin ağzına verdiğin bir lokma dâhil olmak üzere iyilik olarak yaptığın her harcama sadakadır." buyurmuştur.
(Buhârî, "Vesâyâ", 2; Müslim, "Vasıyye", 5, 8.1403)

O, Yüce ALLAH'ın "Kadınlarla iyi geçinin".:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُواْ النِّسَاء كَرْهًا وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisûn nisâe kerhâ (kerhen). Ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh (mubeyyinetin), ve âşirûhunne bil ma’rûf (ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrahû şey’en ve yec’alallâhu fîhi hayran kesîrâ (kesîran).: Ey îmân edenler (ALLAH'a ölmeden önce ulaşmayı dileyenler)! (Eşi vefât eden ve yakınınız olan) kadınlara zorla (kerhen) varis olmanız size helâl değildir. Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir kısmını (onlardan) almak için, onları sıkıştırmayın, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi geçinin. Fakat eğer onlardan hoşlanmadınızsa, o takdirde umulur ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkında ALLAH pek çok hayır kılar.” (Nisâ 4/19)

Emrini en mükemmel bir biçimde uygulamıştır. O, eşleriyle en güzel bir şekilde geçinmiş, onlara her konuda yardımcı olmuş, ev işlerinde ortak olmuş, onlara asla bir fiske vurmamıştır. Onları hayatlarında ve vefâtlarında her zaman hayırla anmıştır.
O.: "Ey Âişe, bu gece bana, RABBime ibâdet için izin verir misin?"
(Buhârî; "Teheccüd", 6; Müslim, "Sıfatü'l-münâfikîn", 79.)
Diyerek nâfile ibâdet için eşlerinden izin isteyecek kadar ince bir ruha sâhibdir. Hicretin 10. yılında, 23 yılda insanlığa tebliğ ettiği dinin özeti mesâbesindeki Vedâ Hutbesinde Resûl-i Ekrem, Arafat'ta 100.000'den fazla müslümana hitâben.: "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta ALLAH'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, emânet olarak aldınız; onların namus ve iffetlerini ALLAH adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır..." buyurdu.
(İbn Hişâm, II, 350; Komisyon, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yay., İstanbul 1993, I, 542.)

Resûl-i Ekrem, Hz. Hatice aleyhasselâm'ın vefâtından sonra çeşitli hanımlarla evlendiği halde onu hiçbir zaman unutmamış, eşinin fedakârlık ve dostluğunu her fırsatta anmış, evde koyun kesildiği zaman Hatice aleyhasselâm'ın eski dostlarına ondan birer parça göndermeyi ihmal etmemiştir. Bir defâsında Hatice aleyhasselâm'ın kız kardeşi Hâle'nin içeri girmek üzere izin istediğini duyan Peygamberimiz aleyhisselâm, onun sesini ve izin isteme tarzını Hatice aleyhasselâm'ın ses ve tavrına benzeterek heyecanlanmış ve.: "ALLAHım, bu Hâle'dir!" demişti. Bu vefâ duygusunu ve sevgiyi kıskanan Resûl-i Ekrem'in genç eşi Hz. Âişe, bizzât itiraf ettiği gibi hayatında en çok Hatice'yi kıskanmış, ölüp gitmiş bir kadını ne diye hâlâ anıp durduğunu, üstelik ALLAH'ın kendisine ondan daha hayırlısını verdiğini söyleyerek bu duygusunu ifâde etmiştir. Hatice aleyhasselâm'ın aleyhinde konuşulmasından rahatsız olan Resûl-i Ekrem, Âişe'nin kendisini ondan daha hayırlı görmesini tasvip etmemiş, davasına kimsenin inanmadığı günlerde onun inandığını, halkın kendisini yalanladığı sırada onun tasdik ettiğini, hiç kimsenin kendisine bir şey vermediği dönemde onun davasını malıyla desteklediğini, üstelik diğer eşlerinden çocuğu olmadığı halde ALLAH'ın kendisine ondan çocuk verdiğini söylemiştir. Ayrıca onun bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı olduğunu belirtmiştir.

Nitekim bir defâsında Cebrâil (aleyhisselâm) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek Hatice aleyhasselâm'ye hem ALLAH'ın hem de kendisinin selâmını söylemesini ve ona içinde hiçbir gürültü ve çalışıp yorulmanın bulunmadığı oyulmuş inciden yapılma bir köşk verileceğini müjdelemesini bildirmiştir. (Buhârî, "Umre", 11, "Enbiyâ'", 45, "Menâkıbü'l-ensâr", 20, "Nikâh", 108, "Edeb", 23, "Tevhîd", 32; Müslim, "Fezâ'ilü's-Sahâbe", 69, 71-78.)

Hatice aleyhasselâm, hayatta iken bir başka kadınla evlenmeyen Peygamberimiz aleyhisselâm -Hz. Âişe'nin (radiyallahu anhu) belirttiğine göre-, Hatice aleyhasselâm'ın hâtıralarını yâdedip onun için istiğfarda bulunmaktan büyük haz duyardı. Kızı Zeyneb'in kocası Ebü'l-Âs Bedir'de esir düşünce, evlendiği gün annesinin kendisine hediye ettiği gerdanlığı onu kurtarmak üzere fidye olarak göndermişti. Peygamberimiz aleyhisselâm Hatice aleyhasselâm'ın gerdanlığını görünce duygulandı ve ashaptan gerdanlığın tekrar Zeyneb'e gönderilmesini rica etti. Resûl-i Ekrem, Mâriye'den doğan İbrâhim dışındaki bütün çocuklarının annesi olan Hatice aleyhasselâm'ı hayatı boyunca minnet ve sevgiyle anmıştır. (Kandemir, M. Yaşar; "Hatice", DİA, XVI, 465, 466.)

Resim 2-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. ÂİŞE radiyallahu anha.:
Peygamberimiz aleyhisselâm onu çok sevdiği için kendisine “Ayşe, Uveyş ve Âiş” diye de hitap ederdi. Kendisine Peygamberimiz aleyhisselâm’ın “Humeyrâ” diye hitap ettiği de rivâyet edilir. Hz. Ali kerremallahu vechehu bir hadis rivâyetinde ondan "Resûlullah'ın Sevgilisi" diye söz etmiş, tabiînden Mesrûk ise, Hz. Âişe radiyallahu anha'den rivâyet ettiği hadislerin senedinde.: "ALLAH'ın sevgilisinin sevgilisi, semâdan inen âyetle temize çıkan" ifâdesini kullanmıştır. Hz. Âişe radiyallahu anha ile Peygamberimiz aleyhisselâm arasındaki âile bağı, sevgi, anlayış ve hürmet esâsı üzerine kurulmuştur. Kendisine büyük yakınlık ve sevgi gösteren Peygamberimiz aleyhisselâm ile koşu yaptığı, onun omuzuna dayanarak Mescid-i Nebevî'de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşliler'i seyrettiği ve Peygamberimiz aleyhisselâm’a nazlanmaktan hoşlandığı bilinir. Resûl-i Ekrem de onunla bir arada bulunmaktan, bilhassa gece seyâhatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, dâvetlere onunla birlikte katılmaktan, (Müslim, "Eşribe", 139.) sorularına cevâb vermekten pek memnun olurdu.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hanımları arasında Hatice aleyhasselâm'den sonra en çok O'nu sevmiş, Dünyâda en çok kimi sevdiği sorusuna karşılık olarak onun adını vermiş ve bu sevgisini dile getirmiştir. Hanımları içinde yalnızca Hz. Âişe radiyallahu anha ile birlikte bulunduğunda kendisine vâhiy geldiğini açıklaması, onun diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu ve Peygamberimiz aleyhisselâm’ın ona duyduğu sevginin, Zehebî'nin dediği gibi İlâhî Kaynağa dayandığını gösterir. (Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, II, 141, 143.)

Hz. Âişe radiyallahu anha, Peygamberimiz aleyhisselâm’a karşı beslediği derin sevgi yanında ona itâat ve emirlerine dikkat etmekle de temâyüz etmişti. (Fayda, Mustafa; "Âişe", DİA, II, 201-205.)

Resim 3-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. SAFİYYEradiyallahu anha.:
Nadîr oğullarıyla Hicretin 7. yılında yapılan Hayber savaşında babası ve kocası öldürülerek esir düşen, daha sonra da Peygamberimiz aleyhisselâm'le evlenen Hz. Safiye binti Huyey radiyallahu anha.: "Babamın ve kocamın öldürülmesine neden olduğu halde ALLAH'ın Rasûlü beni hoşnut etti." diyerek Peygamberimiz aleyhisselâm’ın güzelliklerini özetler. Nitekim Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem iki dizini birleştirerek durur ve eşi Hz. SAFİYYEradiyallahu anha O'nun dizlerine basarak devesine binerdi. (İbn Sa'd, et-Tabakāt, VIII, 122, 123; Müslim, "Nikâh", 87; Zehebî, a.g.e., II, 231 vd.)

Resim 4-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. ÜMMÜ SELEME radiyallahu anha.:
Hudeybiyye anlaşmasında bir yönüyle darda kalan Peygamberimiz aleyhisselâm, Eşi Ümmü Seleme radiyallahu anha ile istişâre etmiş ve onun teklifi doğrultusunda hareket etmiş ve problem böylece çözülmüştü. Hz. Resûl-i Ekrem'in, hanımları ile arasında ufak tefek tartışmalar olmuş, ama onların hepsini en güzel bir şekilde tatlıya bağlamasını bilmiştir. Eşleri onun yanında rahatlıkla fikirlerini söyleyebilirlerdi. (Zehebî, a.g.e., II, 38, 52.)
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön