NAMAZ

İslamiyet'de İ'tikad, İbâdet, Ahlâk, İtâat Hükümleri.
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


Namazların Mekruhları

474- Namaz içinde yapılması veya yapılmaması mekruh olan şeyler tahrîmî (harama yakın) ve tenzihi (helâla yakın) olmak üzere iki kısımdır. Şöyle ki: Bir vacibin terkini taşıyan bir iş tahrimen mekruhtur. Bir sünnetin terkini taşıyan bir iş de, tenzihen mekruhtur. Bununla beraber tenzihen mekruh olanlar da, önemleri bakımından ve tahrimen mekruhlara yakınlıkları yönünden birbirlerinden farklıdırlar. Örnek: Müekked bir sünneti terk etmek, bir vacibi terk etmek derecesine yakın bir keraheti taşır. Farzların, vaciblerin ve müstahabların ve bunların zıdlarının değişik olması gibi...

Namazda mekruh olan şeylerin başlıcaları şunlardır:

1) Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın bir direğe, duvara veya sopaya dayanmak mekruhtur.
2) Namazda bir sağa ve bir sola doğru meyletmek mekruhtur. Çünkü böyle bir hareket gereksiz ve huzura aykırıdır.
3) Bir özür olmaksızın namazda birbiri peşine olmamak üzere birkaç adım yürümek mekruhtur. Fakat görülen bir yılanı veya bir akrebi öldürmek gibi bir özür sebebiyle atılacak birkaç adım mekruh değildir. Bununla beraber bunları öldürmek, biraz yürümeye ve birkaç kez çarpmaya muhtaç olursa, bununla namaz bozulur. Ancak bu halde namazı bozmaya dinde izin vardır. Çünkü herhangi bir zararı kaldırmak için namazı bozmak caizdir. Bir kimseyi ölümden kurtarmak için veya bir malı, değeri bir dirhem olsa bile, zayi olmaktan kurtarmak için namaz bozulabilir; bu mal ister namaz kılana ve ister başkasına ait olsun farketmez.
4) Namazda bit veya pire tutmak ve öldürmek veya kovalamak mekruhtur. Karınca ve pire gibi bir şeyin ısırmasından rahatsız olan kimsenin namaz içinde bunları yalnız tutup atmasında kerahet yoktur.
5) Namazda hoş bir kokuyu koklamak, tükrüğü atmak veya elbise ile bir iki kez yelpazelenmek, namazdan önce veya namaz içinde erkek için kolları dirseklere doğru toplamak mekruhtur.
6) Namazın kıyam, rükû ve secde hallerinde, bir özür bulunmaksızın elleri sünnet olduğu üzere konulması gereken yerler üzerine koymamak mekruhtur. Kıyam halinde elleri yanlara salıvermek gibi...
7) Namazda dizleri yere koymadan önce elleri yere koymak ve secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak mekruhtur. Ancak bir özür sebebiyle yapılabilir.
8) Namazda kıç üzerine oturup but ve bacakları yukarıya dikmek mekruhtur.
9) Erkeklerin secde ederken kolları tamamiyle yere döşemeleri mekruhtur.
10) Rükû veya secde yaparken, başlangıç tekbirinde olduğu gibi elleri yukarıya kaldırmak mekruhtur.
11) Namaz içinde bir özür olmaksızın bağdaş kurmak veya dizleri dikip oturmak mekruhtur.
12) Rükûda ve secdede, kavme ile celsede sükûneti terk etmek (duraklama yapmaksızın hareket halinde bulunmak) ve çok acele rükû ile secde yapmak mekruhtur.
13) Namazda gerinmek, esnemek ve el ile ağzı kapamak mekruhtur. Çünkü gerinmek bir gaflet ve tenbellik eseridir. Esnemek de bir gevşeklik nişanıdır. Eğer esneme halinde ağız yumulabiliyorsa, bu mekruh olmaz. Buna güç yetmiyorsa, namaz içinde sağ elin arkası ile, namaz dışında da sol elin arkası ile ağız kapatılmalıdır.
14) Namazda bir zaruret olmaksızın kendi arzusu ile öksürmek mekruhtur. Öksürüğü mümkün olduğu kadar gidermek, edebi gözetmek bakımından pek güzeldir.
15) Namazda sesi işitilmeyecek derecede üfürmek mekruhtur. Bu üfürme halinde, en az iki harften ibaret bir ses işitilecek olursa, namaz bozulur.
16) Namaz içinde verilen selâmı el ile veya baş işareti ile almak mekruhtur.
17) Namazda okumaya engel olmayacak miktarda ağıza altın, gümüş, inci ve benzeri erimez bir şey almak mekruhtur. Bunlar okumaya engel olursa namaz bozulur. Ağızda eriyen şeyler de böyledir.
18) Namazda, dişlerin arasında bulunan nohut tanesinden küçük bir yemek parçasını yutmak mekruhtur. Nohut tanesinden büyük olursa, namazı bozar.
19) Yenmesi yasak olmayan bir yemek hazır olduğu halde namaza başlamak mekruhtur. Bu yemek ister iştah çekici olsun, ister olmasın eşittir. Ancak vaktin çıkmasından korkulursa, o zaman önce namaz kılınır.
20) Namazda gözleri yummak, gözleri semaya doğru kaldırmak veya sağa-sola bakmak veya boynunu çevirerek sağa-sola bakmak mekruhtur. Bakılması caiz olmayan bir şeyi görmemek için veya tam bir saygı ile Yüce Allah'ın huzurunda bulunmaktan dolayı gözleri yummakta kerahet yoktur.
21) Namazda iki elin parmaklarını birbirine çatmak, parmak çıtlatmak veya çıtlayacak şekilde sıkmak ve elleri böğrüne koymak mekruhtur.
22) Namazda daha selâm vermeden terleri veya yüze dokunmuş olan toprakları silmek mekruhtur. Ancak bir zararı kaldırmak ve bir yarar sağlamak için silinebilir. Göze girip zahmet veren bir teri silmek gibi...
23) Rükû halinde sünnet üzere olan duruma aykırı bir şekilde başı yukarı tutmak veya aşağıya indirmek, imamdan önce rükûa veya secdeye gitmek ve ondan önce rükûdan veya secdeden baş kaldırmak mekruhtur. Fakat imam daha rükûa veya secdeye gitmeden, muktedi (imama uyan) rükûa veya secdeye gidip başını kaldırsa namazı bozulur. Ancak İmam daha selâm vermeden bu rükûu veya secdeyi imam ile veya ondan sonra iade ederse, bozulmaz.
24) Rükûda veya secdede tesbihleri terk etmek veya üçden az okumak mekruhtur.
25) Kıyamdan rükûa, rükûdan secdeye, secdeden kıyama geçiş hallerinde meşru olan tekbirleri ve zikirleri, bu intikallerden sonra okumak mekruhtur. Kıyamdan rükûa vardıktan sonra "Allahü Ekber" demek ve rükûdan kıyama tam döndükten sonra "Semi'allahü limen hamideh" demek gibi. Bu şekilde bu zikirlerin yeri kaybedilmiş olur.
26) Kırda namaz kılarken çakıl taşlarını el ile düzeltmek mekruhtur. Ancak üzerlerinde secde etmek mümkün değilse, yapılabilir. Bu durumda iki defalık bir düzeltme caizdir.
27) Başkasına ait olan bir yerde, sahibinin rızası olmaksızın kılanan namaz mekruhtur. Bir görüşe göre böyle bir yer, bir müslümana ait olup ekilmemiş ise, üzerinde namaz kılmakta kerahet yoktur.
28) Bir kimse başkasına ait olan bir yer ile herkese ait bir yol üzerinde namaz kılmak mecburiyetinde kalsa, bakılır: Eğer şahsa ait yer ekilmiş veya gayri müslime ait ise, o yol üzerinde kılması daha iyidir. Gayri müslimin bu namaza razı olmayacağı bilinen şeydir.
29) Namazı huzuru bozacak ve kalbi meşgul edecek şeylerin bulunduğu yerlerde kılmak mekruhtur. Çalgı ve eğlencelerin bulunduğu yerlerde namaz kılmak gibi. Mescidlerde çalınması düşünülecek olan ayakkabılar da arka tarafa bırakmak, huzuru bozacağından mekruh sayılmıştır.
30) Yanmakta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala karşı namaz kılmak mekruhtur. Muma, kandile, lâmbaya karşı namaz kılmak ise, mekruh değildir. Yine asılı bulunan Mushaf-ı Şerife veya bir kılıca karşı namaz kılmak da mekruh değildir. Çükü bunlara hiçbir kimse tarafından tapılmamıştır.
31) Bir insanın yüzüne karşı, arada engel olmaksızın namaz kılmak mekruhtur. Fakat bir insanın arkasına karşı namaz kılmak mekruh değildir. Ancak bu adamın konuşmasından dolayı şaşırmak umuluyorsa, mekruh olur.
32) Temiz olmayan şeylere karşı ve temiz olmayan şeyler yakınında namaz kılmak mekruhtur. Bunlar namaza olan saygıya aykırı hallerdir. Mezarlıkta, yol ortasında, hamamda, hayvan boğazlanan yerlerde namaz kılmak da böyledir. Fakat mezarlıkta veya hamam gibi yerde namaz için bir yer ayrılmışsa, kerahet olmaz.
33) Namazda bir gerek bulunmaksızın bir çocuğu yüklenmek veya kendisini meşgul edecek bir eşya taşımak mekruhtur.
34) Helaya (tuvalet) gitmek sıkıntısı olduğu halde namaza başlamak mekruhtur. Öyle ki, namaz içinde böyle fazla bir sıkıntısı gelip kalbi meşgul edecek olursa, vakit müsait olduğu takdirde namazı bırakmalıdır. Böylece namaz kalb huzuru ile kemal üzere kılınmış olur. Aksi halde namaz sahih olursa da, günah işlenmiş sayılır.
35) Namaz engel olmayacak mikdardan az bir pisliğin elbisede, bedende ve namaz yerinde bulunması mekruhtur.
36) Kirli elbiselerle, ev işlerinde giyilen elbiselerle namaz kılmak mekruhtur. Çünkü süs sayılan temiz elbiselerle namaz kılınması emrolunmuştur. Ancak başka elbise yoksa, bunlarla kılınabilir.
37) Bir özür olmaksızın elbiseyi giymeyip omuzlar üzerine alarak salıvermek suretiyle namaz kılmak mekruhtur.
38) Namazda, elleri çıkaracak bir aralık bırakmaksızın ihram gibi bir şeyin içine bürünmek mekruhtur.
39) Bir özür olmadan yalnız tek bir elbise ile (bir entari ile) namaz kılmak mekruhtur. Erkeklerin sıcak bölgelerde gömlek giymeyip yalnız şalvar ile namaz kılmaları da böyle mekruhtur.
40) Bir zaruret olmaksızın erkeklerin ipek elbise ile namaz kılması mekruhtur. (Kerahet ve İstihsan bölümüne bakılsın).
41) Elbiseyi topraktan veya diz yerinin belirmesinden korumak için rükûa veya secdeye giderken "az bir hareketle" yukarıya çekmek mekruhtur. Bilindiği gibi "çok hareket" namazı bozar.
42) Namazı gasbedilmiş bir elbise ile kılmak mekruhtur. Başka bir elbise bulunmasa, yine hüküm aynıdır. Çünkü başkasının malından sahibinin izni olmaksızın yararlanmak caiz değildir.
43) Erkeklerin secde ederken yere değmesin diye, bütün saçlarını arka tarafa toplayıp bağlamaları mekruhtur.
44) Erkeklerin uzatmış oldukları saçlarını, kadınlar gibi bağlayıp başlarının üzerinde bağlamış veya başlarının etrafına sarmış oldukları halde namaz kılmaları mekruhtur. Böyle bir şeyin namaz içinde kasden yapılması ise "çok hareket" olacağından namazı bozar.
45) Namaz içinde az bir hareketle insanın üzerinde elbise çıkarması, başındaki sarığı çıkarması veya böylece bir şeyi giyinmesi veya başını sarması mekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir hareketle yapılırsa, namaz bozulur. Namazda elbise ile veya vücudun organları ile gereksiz olarak oynamak da mekruhtur.
46) Namazda başın etrafına mendil gibi bir şey bağlayıp tepesini açık bırakmak mekruhtur.
47) Namazda tenbellikten ve gevşeklikten dolayı başı açık bulundurmak mekruhtur. Tenbellikten maksad, baş örtmeyi bir ağırlık saymaktır. Gevşeklikten maksad da, namazda baş örtmeyi önemsememektir. Halbuki bu bir sünnettir. Böyle olmayıp da özürden dolayı olursa, başın açık bulunmasında bir kerahet yoktur. Sadece sıcaktan veya hafiflemekten dolayı başı açık bırakmak ise, mekruh görülmüştür, bu bir özür sayılmaz.
Bir de namazda tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmakda bir kerahet yoktur, denilmiştir. Bununla beraber deniliyor ki, tevazu ve huşu bir kalb işidir. O halde kalb ile tevazu ve huşuda bulunup başı örtmek daha iyidir. Yine denebilir ki, tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmak, kalbdeki tevazu ve teslimiyetin bîr dış görüntüsüdür. Bunun için iyidir. Şu kadar var ki, namaza başlarken sadece tevazu ve huşu maksadı ile başları açık bırakacak kimseler pek az bulunur.
Şunu da ilâve edelim ki, biz namazlarımızı Peygamber Efendimizin kıldığı gibi kılmakla emrolunmuşuz. Çünkü bir hadîs-i şerîfde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız siz de öyle namaz kılın." Peygamber Efendimiz ise, namazlarını mübarek başları örtülü olarak kılmışlardır. Bu bir âdet işi değildir. Doğrusu namazda peygamberimizin uyguladığı sünnet işine uymak ve başkalarına benzemekten sakınmak meselesidir. İhramda başların açık bulundurulması başka bir hikmete bağlıdır. O, mahşer hayatının bir örneğidir. Namaz buna kıyas edilmez. İbadetlerde kıyas geçerli olmaz. Artık gerçek bir özür bulunmadıkça, başı güzel bir şekilde secdeye engel olmayan bir giysi ile örtmenin daha faziletli olduğu kesindir. Öyle ki, secde esnasında baştan düşen bir giysiyi (tek el ile) başa yerleştirmek faziletli görülmüştür. Fakat iki elle (çok hareket ile) yapılmaz.
Bu konuda kerahet ve fazilet erkeklere göredir. Kadınlara göre ise, başlarının namazda örtülü olması her halde şarttır. Başlarının açık bulunması, namazlarını bozar. Bu konu, din kitablarımızın bir çoğunda, özellikle "Bahr-i Raik" ile "Reddü'l-Muhtar" adlı eserlere ayrıntılı olarak yazılmıştır.
48) Namaz kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön tarafında veya kendisine yakın olmasa da, sağ ve sol tarafından hizasındaki duvar veya tavan üzerine çizilmiş veya asılmış büstümsü canlı yaratık şekillerin bulunması mekruhtur. Arka tarafda bulunması da çoğunlukça mekruh saymıştır. Fakat bunun keraheti nisbeten azdır.
Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan organları seçilemeycek kadar küçük olan veya başları kesilmiş veya yüzleri büsbütün silinmiş veya örtülüp yok edilmiş bulunan bir resmin bulunması, namaz bakımından keraheti gerektirmez.
Yine, kese ve cüzdan gibi şeyler içinde bulunan paralar üzerinde basılı bulunan resimler veya bir organda dövme suretiyle çizilip elbise ile örtülen şekiller veya yüzük taşına oyulup belirsiz halde kalan resimler namazın kerahetini gerektirmez.
Canlılara ait olmayan resimlerde de kerahet yoktur. Ağaç, bina, ay ve güneş resimleri bu kısımdandır. Çünkü bunların resimlerine ibadet edilmemiştir. Ancak namaz kılınan zihnini meşgul edecek bir durum bulunursa, kerahet olur. Bir de kuştan daha küçük olan bir şekil veya bir yerde bulunduğu halde ayakta iken bakılınca organlarının ayrımı belirsiz olan resim, namaz kılanın yanında bulunsa, keraheti gerektirmez.
49) Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması ve canlıya ait bir resim üzerine secde edilmesi mekruhtur. Fakat böyle bir elbisenin üzerine başka bir elbise giyerlerse, onunla namaz kılınmasında kerahet yoktur.
Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin, resim bulunmayan kısmında namaz kılınması ve secde edilmesi mekruh değildir.
Bilindiği gibi, öteden beri birçok kavimler, yalnız bir olan Allah'a iman inancını bırakıp şirke düşmüşler ve tasarladıkları canlı tanrılarının resim ve heykellerini yaparak onlara tapınmışlar, hürmet göstermişler ve ibadethanelerini onlarla doldurmuşlardır.
Bugün madde yönünden pek yüksek görülen nice milletler de henüz kendilerini böyle putlara tapmaktan kurtaramıyorlar. İslâm dini ise, insanlara tevhid (yalnız bir Allah'a ibadet) inancını tebliğ edip öğretmiştir. Allah'a ortak koşan kavimlerin bu putlara tapma hallerini çok fazla kötülemiştir. Artık ezelî ve ebedî olan, her şeye hakim bulunan bir yaratıcının varlığına inanan ve yalnız O'na ibadetle şeref kazanan İslâm toplumunun bu putlara tapanlara karşı bir ayrılık nişanı göstermesi gerekir. Yalnız bir Allah'a iman (tevhid) inancını daima göstermek için mabedlerini ve namaz kılacakları yerleri, bu gibi puta tapanları taklit ve onlara saygı anlamına gelecek şeylerden uzak bulundurmaları bir görev gereğidir.
Gerçekten hiç bir müslümanın bu gibi resim ve heykellere tapınmak hatırından geçmez. Fakat şu putperest milletlere karşı bir ayrılık eseri göstermek ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden namazgahlarını uzak bulundurmak dinimizin yüksek hikmetleri gereğidir.
50) Namazın mekruhlarının bir kısmı "İmamet ve Cemaat" konusunda, bir kısmı da "Kıraat ve Evkat-ı Salât" bölümünde ve diğer konularında yeri geldikçe anlatılmıştır.
51) Yanılma olmaksızın ve sehiv secdelerini gerektirmeksizin keraheti tahrimiye ile kılınan namazların iade edilmesi vacibdir. Fatiha sûresi yerine kasden başka bir ayet okunarak kılınan namaz gibi...
Tercih edilen görüşe göre, kerahetle kılınan önceki namazla farz yerine getirilmiş olup iade sureti ile kılınan namaz ise onun eksiklerini tamamlayıcı yerine geçmiş bulunur.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


Namazı Bozan ve Bozmayan Şeyler

475- "Fesad" bozulma ve "İfsad" da, bozma demektir. Bunların karşıtı "Salâh (Sıhhat)" ve "Islah" dır. İbadetlerde fesad ile "butlan" birdir. Fasid olan bir ibadete "batıl" da denir. Bir şeyi bozan sıhhat halinden çıkaran şeye de, "müfsid" denir. Çoğuluna "müfsidat" denir.
Bir namazın şart ve rükünlerinden biri bulunmamakla o namaz fasid olacağı gibi, bu şart ve rükünler üzere başlanıldıktan sonra bazı şeylerin bulunmasından dolayı da fasid olabilir. Namazı böyle bozan şeylere "Müfsidat-ı Salât" adı verilir. Bunların bir kısmı daha önce yeri geldiğinde anlatılmıştı.

Biz burada şart ve rükünleri ile başlanmış bir namazı bozacak şeylerin başlıcalarını yazacağız. Şöyle ki:

1) Namazda iki harfden ibaret dahi olsa, namaz kılanın işiteceği derecede söz söylemek namazı bozar. Bu hususta kasıd, yanılma, uyuma ve hata halleri eşittir.
2) Bir hastalık sebebiyle veya bir malın ve bir arkadaşın kaybolması gibi musibetten dolayı harfler belirecek şekilde sesle ağlamak veya "ah, uh, eh" diye inlemek, "öf demek, yahut bir toza üflemek veya bir şeyden bezginlik göstermek için "uf, tuh" demek namazı bozar.
Yüce Allah'ın korkusundan, cennet veya cehennemi hatırlamaktan dolayı ağlamak, ah ve iniltide bulunmak namazı bozmaz. Kendini tutamayacak derecede şiddetli hastalıktan dolayı bir ah ve inilti de namazı bozmaz.
3) Cemaattan biri, imamın okuduğu Kur'andan duygulanarak ağlasa veya "evet" dese, bakılır: Eğer bu bir huzur ve huşu eseri ise, namazı bozulmaz. Fakat sadece ses güzelliğinden lezzet duyma eseri ise namazı bozulur.
4) Bir özür veya makbul bir sebeb bulunmaksızın "eh, eh..." diye boğazı gürültü çıkararak temizlemek namazı bozar. Fakat zorlamayarak kendiliğinden gelen bir öksürme, bir özür sayıldığından namazı bozmaz. Sesi düzeltip güzelleştirmek için veya namazda bulunduğunu bildirmek için veya kendi imamının bir kıraat hatasını düzeltmek için bunun yapılmasında namaz bozulmaz. Çünkü bu boğaz temizliği doğru bir maksada dayanmaktadır. Sahih olan görüş budur.
5) Aksıran kimseye namazda "Yerhamükallah" denilmesi ve başkasının "Rahimekallah" demesi üzerine namazda "amin" denilmesi namazı bozar. Fakat aksıranın kendi nefsine karşı "Yerhamükallah" demesi namazı bozmaz. Yine, aksıran kimseye hamd etmesini hatırlatmak için namazda "Elhamdü lillâh" denilmesi, sahih olan görüşe göre namazı bozmaz. Çünkü bu sözün cevab yerinde olması benimsenmiş değildir. Bu yalnız bir hatırlatmadan ibarettir.
6) Namazda "Allah" ismi işitilmekle "Celle Celâlüh" denilse veya Peygamber Efendimizin şerefli ismi işitilmekle "sallallahu aleyhi ve sellem" denilse, bakılır: Eğer bununla bir cevap kastedilmiş ise namaz bozulur. Fakat yalnız bir övgü ve yüceltme kasdedilmişse, bozulmaz. Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş olur.
7) Namazda şeytani bir vesveseden dolayı "Lâ havle ve la kuvvete illâ billah" denilse, bakılır: Eğer bu vesvese ahiretle ilgili bir şey ise, namaz bozulmaz. Fakat dünya ile ilgili bir şey ise, namaz bozulur. Çünkü vesvese bir acıdır. Bu durumda dünyaya ait bir acıdan dolayı bu "Lâ havle" sözü söylenmiş olur.
8) Namaz kılmakta olan kimse, kendisini çağırana veya içeriye girmek için izin isteyene, namazda olduğunu anlatmak için "Elhamdü lillâh" veya "Sübhanellah" dese veya okuyuşunu aşikâr yapsa, bununla namaz bozulmaz.
9) Kur'an-ı Kerim'in içinde veya hadis-i şeriflerde bulunan bir duayı namaz içinde okumak, namazı bozmaz. Namazda: "Allahümme Ekremnî, Allahümme en'im aleyye, Allahümme aslih emri, Allahümmerzuknî'l-afıyete, Allahümmağfir lî ve livalideyye ve lilmüminine velmüminat" denilmesi gibi...
Fakat: "Allahümmeğfir liammî, Allahümmeğfir lihalî" gibi bir dua, namazı bozar. Çünkü, böyle bir dua Kur'anda ve hadislerde yoktur.
10) Namazda, insanların sözlerine benzer bir şekilde dua edilmesi ve insanlardan istenilmesi imkansız olmayan bir şeyin Yüce Allah'dan istenilmesi, namazı bozar. Allahümme at'imnî lahmen = Allah'ım bana et yedir." , "Allahümmekzi deyni = Allah'ım borcumu Öde," ve "Allahümmerzuknî zevceten = Allah'ım beni zevceyle rızıklandır" diye dua edilmesi gibi...
11) Namazda bir kimseye dil ile selam vermek veya başkasının selamını dil ile almak veya tokalaşarak selamlaşmak namazı bozar. Sadece Aleyküm denilmesi veya yanılarak selam alınması da böyledir.
12) Namazda el ile veya baş ile selam alınsa, sorulan veya istenilen bir şey için baş, göz ve kaş ile işarette bulunulsa, namaz bozulmaz. Fakat bir namaz kılana: "ileri git, yanında namaz kılacak kimseye yer ver" denilip, o da bu emre uyarak hareket etse, namazı bozulur. Çünkü namaz içinde Allah'dan başkasının emrine uymuş olur. Fakat kendiliğinden biraz çekilerek namaz kılacak kimseye safda yer vermesi namazı bozmaz.
13) Namaz içinde çok sayılan iş ve hareket, namazı bozar. Az sayılan iş bozmaz. Şöyle ki: Namaza ve namazı düzeltmeye ait olmayan ve çok hareket sayılan bir hareket namazı bozar. Çok iş ve hareket o işdir ki, onu işleyen kimseyi dışardan bir kimse gördüğü zaman, namazda olmadığından şübhe etmez. Bunun karşıtı az iştir ki, sahibini gören, onun namazda olup olmadığından şübheye düşer.
Örnek: Namaz kılmakta olan bir kimse, yerden bir taş alarak kuş veya benzeri bir şeye atacak olsa, namazı bozulur. Çünkü bu hareketi çok harekettir. Fakat yanında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa, namazı bozulmaz. Çünkü bu bir az işdir. Ancak namaz içinde başka bir şey ile uğraştığından dolayı günah işlemiş olur.
14) Bir kimse namazda, kendi imamından başka bir kimsenin okuduğu Kur'andaki yanlışlığı veya takıldığı yeri düzeltse namazı bozulur. Çünkü bu hareket bir öğretme ve öğrenme sayılır. Öğretme ve öğrenme ise, çok harekettir. Fakat kıraat maksadı ile okuyup da bunun sonunda o kimse için düzelme hasıl olsa, namazı bozulmaz.
Yine, kendi imamı için düzeltme yapsa, namazı bozulmaz. İmamın yeteri kadar Kur'an okumuş olması fark etmez. Çünkü bu aynı namazı düzeltmeye aitir. Fakat namaz kılan bir kimse, kendisi ile beraber aynı namazda olmayan kimsenin okuyuşunu düzeltirse, namazı bozulur, çünkü bu bir öğretme sayılır.
15) Bir kimse namazda iken vücudunu bir kere veya arka arkaya iki kere veya değişik rekatlarda birer, ikişer kere kaşısa, namazı bozulmaz. Fakat bir rekatta birbiri ardınca üç defa kaşısa, bozulur. Ancak bir organını, elini tekrar kaldırmadan birkaç defa kaşıması, bir defa kaşıma sayılır.
16) Namazda bir özür olmaksızın birbiri ardınca hiç durmadan en az üç adım atmak namazı bozar. Yine, bir şahsın çarpması üzerine, namaz kılanın elinde olmayarak yerden üç adım kadar yürümesi de namazı bozar. Namaz kılınan yerden tutup çıkarılmak da böyledir, namaz bozulur.
17) Namazda tekrarlama yapılmaksızın bir el ile baştan sarığı veya giysiyi kaldırıp yere koymak veya bunları yerden kaldırıp başa koymak, namazı bozmaz. Fakat bunları yerden kaldırıp başa koymak çok iş ve harekete muhtaç olursa, namazı bozar.
18) Namaz kılmakta olanın bir kimseye bir el veya bir kamçı ile vurması, namazı bozar. Çünkü bu, çok iş ve harekettir. Fakat hayvan üzerinde namaz kılanın bu hayvana arka arkaya üç defa vurması, namazını bozarsa da, bir veya iki defa vurması bozmaz. Sahih olan görüş budur.
Yine, hayvanın yürümesi için, bir ayağı iki defa hareket ettirmek namazı bozmaz. Fakat iki ayağı hareket ettirmek bozar, iki ayak, iki el yerinde sayılır.
19) Namazda iken hayvana binmek, namazı bozar, fakat namazda iken hayvandan inmek bozmaz.
20) Namaz içinde bir ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı bozar. Fakat ayağındaki ayakkabılarını ayaktan kolayca çıkarıvermek, namazı bozmaz.
21) Bir kimse yanılarak veya kasden bir buğday tanesi yese, bir damla su içse, gözüne sürme çekse, bedeninin herhangi bir yerine yağ sürse, baş ve sakalının saçlarını tarasa veya örse namazı bozulur. Çünkü bunlar birer çok iştir. Fakat bir elinde bulunan yağı veya benzerini diğer eline almaksızın başına veya başka bir organına sürse, bununla namazı bozulmaz. Çünkü bu az bir iştir.
22) Namazda çocuğu alıp emzirmek namazı bozar. Namaz kılmakta olan bir kadının memesini çocuk kendi başına tutup emecek olsa bakılır: Eğer süt çıkmaksızın bir iki defa emmiş olursa, namaz bozulmaz. Fakat süt çıkarsa veya süt çıkmaksızın iki defadan çok emerse, namaz bozulur.
23) Namaz içinde bulunan bir erkeği, zevcesinin öpmesi veya okşaması ile namazı bozulmaz. Ancak erkeğin şehveti uyanırsa, bozulur. Fakat bir kadının namazı, kocasının kendisini şehvetle okşaması ile veya ister şehvet olsun, ister olmasın öpmesiyle bozulur. Çünkü cinsel yaklaşma konusunda kocanın hareketi asıldır.
24) Bir kimse namazda iken, gözüne karşı gelen bir kitaba yalnız baksa yahut ne yazılmış olduğunu anlamak için bir göz atsa, sahih olan görüşe göre, namazı bozulmaz. Fakat karşısında bulunan bir Kur'an"ı Kerim'den yahut yazıları bulunan bir mihrabdan Kur'an-ı Kerim ayetlerini okuyacak olsa, bakılır: Eğer okuduğu ayetler, onun ezberinde idi ise, namazı bozulmaz. Fakat ezberinde yoktu ise, en az bir ayet okuyunca namaz bozulur; çünkü bu, bir öğrenme demektir. Bu mesele İmamı Azam'a göredir, iki imama göre, ziyade okumakla da bozulmaz. Ancak böyle bir okuma mekruhtur. Bunda, kitab ehline (Yahudi veya Hıristiyanlara) bir benzeyiş vardır.
25) Bir maksada bağlı olmayarak kalbe gelen kuruntular ve işler namazı bozmaz. Onun için, bir kimse namaz içinde dili ile söylemeksizin düşüncesi ile bir şiir veya bir hutbe düzenleyecek olsa, günah işlemiş olur. Çünkü böyle yapan kimsenin kalbi, namazda başka şeyle uğraşmış olur. Bununla beraber namazı bozulmaz.
26) Namaz kılmakta olan bir kimse, kaç rekat namaz kıldığına dair olan bir soruya cevab olarak elinin parmaklarını gösterecek olsa, namazı bozulmaz. Yine üç kelimeden az olmak üzere yazı yazsa, namazı bozulmaz. Ancak görenler, onun namazda olmadığını sanırlarsa, namazı bozulur.
27) Cemaatle namaz kılan kimse, bir özür sebebiyle, diğer bir görüşe göre de özürsüz de olsa, ön tarafa, sağ veya sol tarafa yahut kıbleden yüzünü çevirmeksizin arka tarafa bir rükün mikdarı, dura dura birer saf kadar gitse, mescidden çıkmadıkça veya kırda ise, saflardan ayrılmadıkça namazı bozulmaz. Çünkü mescidde ve sahrada safların bulunduğu kısım, tek bir yer sayılır. Bunun için kırda namaz kılanın ön tarafında saf bulunmazsa, secde yerinin önüne geçmesi ile namazı bozulur. Yine tek başına namaz kılanın da, secde yerini geçmesi ile namazı bozulur. Kadınlar için evleri, bir görüşe göre mescid, diğer bir görüşe göre kır hükmündedir.
28) Ağız dolusundan az olan bir kusuntu, elde olmayarak yutulursa, bununla namaz bozulmaz.
29) Namazda olan bir kimse, göğsünü özürsüz olarak kıbleden döndürse, namazı bozulur. Fakat bir organdan kan çıkmak gibi bir sebeble abdestsizlik meydana geldiğini yanlışlıkla zannetse de kıbleye arka çevirecek olsa, mescidden çıkmadıkça namazı bozulmaz. Fakat bu adam imam olur da yerine başkasını geçirirse, namaz bozulmuş olur.
30) Namazda bulunan kimseden burun kanaması veya kusuntu gibi, istekle olmayan abdesti bozacak bir şey meydana gelse, o kimse serbest olur: Dilerse abdest alıp yeniden namaz kılar. Buna namaza yeniden başlama (istinaf-ı salât) denir. Faziletli olan da budur. Dilerse, namaza aykırı hiç bir şeyle uğraşmaksızın en yakın yerdeki su ile abdest alır ve tek başına idiyse, bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza başlamış bulunduğu yerde namazının geri kalan kısmını tamamlar. Bir imama uymuş idiyse, evvelki yerine dönüp orada namazını tamamlar. İmama uymanın sıhhatine engel olacak bir yerde durup oradan tekrar imama uyamaz. Ancak cemaatla kılınan namaz bitmiş olursa, o zaman yalnız başına namaz kılan gibi hareket eder. Bu namaz kılışa da, başlanan namaza devam (bina-i salât) denir. Böyle bir kimse abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa gitse veya gidip gelirken Kur'an okusa veya bu arada avret yeri açılsa, artık namazı bina edemez (başladığı namazdan geri kalan kısmı kılamaz). Yeniden namaz kılması gerekir. (Lâhik bölümüne bakılsın.)
31) Namazı bozulan bir imamın, kendi yerine başkasını geçirmesi ittifakla caizdir. Şöyle ki: Bir imama, namaz kılarken burnu kanamak gibi (semavî) bir abdestsizlik gelse, cemaat içinden imam olmaya elverişli bir kimseyi işaretle veya elbisesinden tutarak mihraba geçirir. İmamla beraber yalnız bir kişi bulunmuş olsa, bu kimse imamete ehil ise, imamlığa geçmesi kararlaşmış olur. İmam böyle yerine bir adam geçirmeksizin mescidden çıksa veya sahrada ise safları geçmiş olsa, cemaatın namazı bozulur, imam tek başına namaz kılan hükmünde kalır. Dilerse abdest alıp namazı bina eder (bıraktığı yerden tamamlar), dilerse yeniden namazını kılar. Bu istihlâf (yerine başkasını geçirme) konusunda cemaatın bilgisi yoksa, istihlâf cihetine gidilmeyip namazın yeniden kılınması daha faziletlidir. Çünkü bu durumda namazın bozulmasını gerektiren bazı haller olabilir.
32) Dişlerin arasında kalmış olan bir kırıntı namaz içinde yutulsa, bakılır: Eğer en az nohut mikdarı ise namazı bozar. Bundan küçük ise namazı bozmaz.
33) Ağızda bulunan bir şeker parçasının, namazda çiğnenmediği halde tadı boğaza gitse, namazı bozar. Fakat namazdan önce yenmiş bir yemeğin ağızda kalmış olan tadı, namaz içinde tükürükle boğaza gitse, bununla namaz bozulmaz.
34) Namazda sakız veya Hindistan cevizi gibi bir şey, arka arkaya üç kez çiğnenecek olsa, namaz bozulur. Yutulmasa da böyledir. Fakat çiğnenmediği halde bunun küçük bir parçası boğaza gidecek olsa, bundan namaz bozulmaz.
35) Namaz içinde bayılma ve çıldırma halleri namazı bozar.
36) Dört rekatlı bir namazı bilmemezlikle iki rekat sanarak birinci oturuştan sonra selam veren kimsenin namazı bozulur. Yatsının farzını teravih, öğlenin farzını cuma veya sabah namazı zannederek birinci oturuşta selam verilmesi de böyledir. Fakat yanılarak böyle bir selam vermekle namaz bozulmaz.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

İskat-ı Salât (Namaz Borcunu Düşürme) Meselesi

476- Kazaya kalmış beş vakit farz namazlarla vitir namazlarının bağışlanması umudu ile yapılan bir sadaka verme işlemine "İskat-ı Salât" denilmektedir. Şöyle ki: Mükellef bir insan, farz ve vitir namazlarını, ima ile dahi olsa yerine getirmeye gücü olduğu halde, eda veya kazayı yapmaksızın ölse, bunların düşürülmesi için (bunların manevî sorumluluğundan kurtulması ümidi ile) bunlara karşı ödenmek üzere malının üçte birinden harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir. Buna göre ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden namazlar için fidye (bedel) verilir. Böylece bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.
477- İskat-ı Salât (namazların düşürülmesi) için vasiyette bulunmamış olan bir ölünün velisi (varislerinden biri) tarafından bağış yolu ile verilecek bir mal ile de, bu "İskat" işlemi yapılabilir. Ölünün bu yüzden bağışlanması Allah'ın rahmetinden umulur.
Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın bu konuda yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilaf vardır. Her halde, yabancı bir kimse tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevab ulaşır.
478- Bir kimse hastalığı sırasında kazaya kalmış namazlarını düşürmek için fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza etmesi ihtimali vardır. Vereceği bu fidye hiç bir zaman namaz yerine geçemez. Fakat bu hastalık halindeki namazlarını kaza etmek fırsatını bulamayacağını düşünerek vasiyette bulunsa, bu vasiyeti ölümünde, varisi varsa bırakmış olduğu malın üçte birinden, varisi yoksa malının tamamından (İskat-ı Salât olarak) yerine getirilir.
479- İskat-ı salât için ölünün miladi yıl olarak hayatı esas alınır. Şöyle ki: Ölü erkek ise on iki, kadın ise dokuz yaşından sonraki yaşadığı yıl hesab edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa dahi, bunların kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Örnek: Ölen bir erkeğin ömrü yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz karşılığında bir fitre mikdarı fidye verilir.
480- Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesap edilen namazların karşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla on fakire devir şeklinde verilebilir.
Örnek: Altmış iki yaşında ölen bir kimsenin elli senelik hayatı için devir yapılmak istense, fitre elli kuruş olduğu kabul edilerek namazların iskatı için de doksan lira ayrılmış bulunsa, bir aylık devir yapılır. Şöyle ki: Vitir namazı dahil, bir aylık namaz, otuz gün itibarı ile yüz seksen vakit eder. Bunun fidyesi de, elli kuruş fitre üzerinden doksan lira eder. Elli senede ise, altı yüz ay vardır. Bu durumda bu doksan lira on fakire veya birkaç birkaç fakire altı yüz defa devredilir. Eğer bu ayrılan para iki misline (180 liraya) çıkarılmış olursa, üç yüz defa devir yeterli olur. Eğer ayrılan para kırkbeş lira olursa, o zaman bin iki yüz defa devir gerekir. Böylece devir sayısı, ayrılan paranın mikdarına göre değişir.
481- Fidyenin devri yapılırken acele etmemelidir. Usulüne göre alıp verilmelidir. Şöyle ki: ölünün mükellef olan varisi (velisi), fidyeyi fakire verirken "Falan oğlu falanın namaz keffareti olmak üzere bunu al." deyip gerçekte fakire ait olarak bu parayı vermelidir. Fakir de: "Bunu kabul ettim," deyip aldıktan sonra kendi rızası ile veliye hibe ve teslim etmelidir. Veli de hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine bu şekil üzere o fakire veya başka bir fakire vererek kazaya kalan namazları karşılayıncaya kadar devir yapılıp bitirilmelidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de şefkat duygusunu göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi, geçmişi düzeltmeye gücü kalmamış olan din kardeşinin manevî sorumluluğunu azaltmak gibi, çok hayırlı bir maksada yönelik bulunduğundan, bu işlem büyük bir merhamet ve kardeşlik alametidir. Din kardeşleri arasındaki vefakarlık görevi unutulmamalıdır.
482- İhtilaftan kurtulmak için devir işlemini velinin kendisi yapmalıdır. Bunu kendisi yapamazsa, yerine başka bir kimseyi tam bir yetki ile vekil tayin etmelidir. Artık vekil olan kimse o parayı veli adına fakire vermeli ve o parayı veli adına fakirden bir aracı sıfatı ile o parayı hibe olarak kabul eylemelidir. Böyle olmazsa, o şahsın bu parayı başkasının mülkiyetine geçirmeye ve veli adına mülk edinmeye yetkisi olamaz.
Yabancının da ölü adına bağış yolu ile namaz için fidye verebileceğine inanan bazı fıkıh alimlerine göre ise, böyle devamlı bir vekalet alınmasına gerek yoktur. Başlangıçta fidyeyi vermeye veli tarafından vekalet verilen kimse bunu başkasının mülkiyetine geçirir ve fakirin de kendisine yapılan hibesini kabul ederek bunu kendi tarafından ölü adına fakire tekrar temlik eder (mülkiyetine geçirir). Bununla beraber birinci görüş tercih edilmiştir. Devirden sonra velinin veya vekilin eline hibe yolu ile gelen paradan, kendileri ile devir yapılan fakirlere, kalblerini hoş tutmak için bir mikdar verilir. Geriye bir mikdar kalırsa, o da başka fakirlere sadaka olarak verilir. Eğer bu para yerine mücevherattan bir şey konulmuş olursa, bunun kıymeti üzerinden sadaka verme işlemi yapılır.
483- Namaz fidyesinden sonra oruç keffareti, sonra kurban keffareti, sonra yemin keffareti için tekrar devir yapılır. Bir nafile olarak başlanıp da bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış olup da getirilmemiş adak namazlar ve kurbanlar için de bir mikdar devir yapılır. Hatta yapılmamış tilavet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı da fidye verilir. Namaz fidyesinin tümünü bir fakire bir günde vermek caizdir. Fakat oruç ve yemin keffaretleri böyle değildir. Bu fidyeler bir günde bir şahsa toptan verilemez. (Oruç ve yemin kefferati bölümüne bakılsın.)
484- Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, bunun varisler tarafından bağış yolu ile yapılmasından daha iyidir. Bir de bu fidye, daha ölü gömülmeden yapılmalıdır. Uygun olan budur. Bununla beraber gömüldükten sonra yapılması da caizdir. Ölünün velisi, ölü adına kazaya kalmış namazlarını kılamaz, oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin sevabından ölmüş bir müslümana hediye yapılabilir. Ölünün bundan faydalanacağı Allah'ın ihsanından beklenir.
485- İma ile de namaz kılamayan bir hasta, bu hal üzere ölse, bu hastalığı müddeti içinde kılamamış olduğu namazlar için vasiyet etmesi gerekmez. Çünkü bunları kaza etmekten sorumlu olacağı bir zamana ermemiştir. Bunun için bu namazlar, üzerine ödenmesi gereken bir borç olmamıştır. Bundan dolayı fidye verilmesi yoluna gidilmez.
486- Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma yoktur. Bu usul, delil ile sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul edilmiş değildir. Bu bir ihtiyat işidir. Hanefî müctehidleri bunu güzel görmüşlerdir. Bunun kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği kesin olarak ileri sürülemez. Ancak böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık eseridir, bir istiğfar nişanıdır. Bunun varis tarafından bağış yolu ile yapılması da, bir şefkat ve hayırseverlik alametidir. Kaza için de bir imkan kalmamıştır. Bu yönden bu Fidyenin kabulü Yüce Allah'ın rahmetinden umulmaktadır. Bunun için bu usul, bazılarının sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî merhum tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Doğrusu şudur ki, bu mesele Hanefî mezhebi üzere yazılmış en eski kitablarda da bu şekilde mevcuttur. Deniliyor ki:
Fidye ile oruç borcunun düşeceği üzerinde nass (kesin delil) vardır. Namaz da, Hanefî fıkıh alimlerinin istihsan görüşlerine göre oruç gibidir, oruçtan daha önemlidir. Bunun için kaza edilmesine imkan kalmamış olan namazlardan dolayı da fidye verilerek Yüce Allah'ın mağfiretine sığınmak, ihtiyatî bir iş olarak uygundur.
487- İmam Muhammed El-Şeybanî (Allah ona rahmet etsin) Ziyadat adlı kitabında "Namaz fidyesi" İnşallahü teala kifayet eder, demiştir. Demek ki, bunun afv ve mağfirete bir vesile olacağı Yüce Allah'dan umuluyor. Yoksa bunun üzerinde kesin bir delil yoktur. Eğer bu fidyenin namazlara kifayet edeceği kesin bir delile veya kıyasa dayansaydı, böyle Allah'ın dilemesi şeklinde söz söylenmezdi.
Fahrül-İslam Pezdevi'nun Usul kitabında şöyle deniliyor: Namaz hakkında fidyenin cevazına (yeterli olacağına), oruç hakkında hükmettiğimiz gibi hüküm veremeyiz. Ancak namaz hakkında fidyenin lütfen kabulünü Allah tarafından bir ihsan olarak isteriz. İbn'ül-Hümam gibi, içtihad derecesini kazanmış bir zatın da, Fethu'l-Kadir'deki ifadesine göre namaz, Hanefî imamlarının istihsanı ile oruç gibidir. Madem ki oruç ile fidye vermek, yemek yedirmek arasında bir denklik şeriatça sabit olmuştur. Buna göre bu denklik namaz ile fidye arasında da sabit olabilir. Eğer böyle bir denklik varsa, netice elde edilmiş olur. Değilse, namaz için fidye bir iyilik ve ihsandan ibaret kalır, iyilik ve ihsan ise, günahları giderir. Bir ayeti kerimede buyurulmuştur.
"İyilikler kötülükleri siler." (Hud: 114).
488- Fıkıh kitablarımızdan Kuhüstanî'de şöyle deniliyor: "Eğer ölü, namaz için fidye verilmesini vasiyet etmemiş ise, velisinin bağış yapması caizdir. Bunun müstahsen bir iş olduğu görüşünde ayrılık yoktur. Bunun sevabı ölüye ulaşır."
Doğrusu, hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş olacağını ileri süremeyiz. Fakat acizane verilecek sadakalardan dolayı da, Allah'ın ihsanına ulaşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Hiç bir hayır ve iyilik Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan vakıflardan dolayı müminin amel defterine daima sevab yazılır durur.
489- Bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri, geriye bırakmış olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele varisler fakir bulunurlarsa, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri fidye vermeye yöneltmek uygun olmaz. Bilhassa varisler arasında çocuklar ve yetimler bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz.
Bir de kendileri ile devir yapılacak fakirler arasında çocuk, bunak, deli, zengin ve gayri müslim bulunmamalıdır. Bu hususlara dikkat etmelidir.


Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Mescidlere Ait Hükümler

490- Mescid, İslam mabetlerine (ibadet evlerine) verilen bir isimdir. Lûgatta "secde edilecek yer" demektir. Çoğuluna "mesacid" denir. Mescidlerin büyüğüne "Cami" denir. Bunun çoğulu da "Cevami"dir.
Mescidler Yüce Allah'a ibadet için yapılmıştır. Bundan dolayı her mescidin büyük bir şeref ve fazileti vardır. Bu şerefi göstermek için her mescide Beytullah (Allah'ın evi) denmiştir. Onun için mescidlere hürmet edilir. Mescidlerde hiç kimse istediği gibi hareket edemez. Bir mescid kıyamete kadar mesciddir. Mescidlere saygısızlık etmek, taşkınlıkta bulunmak, Yüce Allah'ın hakkına saldırmaktır. Bunun sorumluluğu pek büyüktür.
491- Bir mescidin içi ve arsası mescid olduğu gibi, semaya kadar olan bütün üst tarafı da mescid hükmündedir. Onun için mescidlerin içlerinde yapılması mekruh ve yasak şeyler, bunların üstlerinde de mekruhtur.
492- Mescidlerin "Fina-i Mescid" denilen çevresi, mescidlere bitişik olup aralarında yol bulunmayan yerler de namaz hususunda mescid hükmündedir. Bu bakımdan oralardan imama uymak sahihdir. Saflar bu yerlere ulaşmasa bile hüküm aynıdır. Fakat diğer hususlarda mescid hükmünde değillerdir. Oralardan geçip gitmek ve oralara abdestsiz girmek caizdir.
Bayram ve cenaze namazgahları da, yalnız namaz hususunda mescid hükmündedirler. Bir kimsenin kendi evinde kendisi için mescid edindiği yer, asla mescid hükmünü kazanmaz.
493- Mescidlerin en faziletlisi Mescid-i Haram (Kâbe) ile çevresindeki sahasıdır. Sonra Medine-i Münevveredeki "Mescidünnebi"dir. Sonra "Beytülmakdis"dir. Sonra "Kuba" mescididir. Bundan sonra en eski mescidler, daha sonra da en büyük olan mescidler gelir.
(Malikîlere göre, mescidlerin en faziletlisi önce "Mescid-i Nebevidir. Sonra "Mescid-i Haram", sonra "Mescid-i Aksa'dır. Bunlardan sonra bütün mescidler eşittir.
Ancak insanın evine yakın olan mescidde namaz kılması, komşuluk hakkını gözetme bakımından daha faziletlidir.)
494- Bir kimsenin, kendi mahalle veya kabilesi mescidinde namaz kılması diğer mescidlerde namaz kılmasından daha faziletlidir, diğer mescidlerin cemaatı ister daha çok ve ister daha az olsun. Yalnız bir mescidin imamı daha salih ve alim olursa, orada namaz kılmak daha faziletlidir. Bu konuda Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevi'de kendilerine has bir özellik ve üstünlük vardır. Bunlarda kılınan namazların sevabları kat kat ziyadedir.
495- Bir mescid insanlara dar gelecek olsa, yanındaki yer sahibinden kıymeti ile arsa satın alınarak mescide katılır. Arsa sahibi razı olmasa bile bu işlem yapılır, çünkü buna bütün insanların ihtiyacı vardır. Böyle bir mescid veya cami, sonradan binaların durumundan anlayan yetkili kimselerin görüşlerine göre çok genişlemiş ise, içinde cuma ve bayram namazları kılınması gibi en büyük idareciden tekrar izin alınması gerekir.
496- Bir kimse, Yüce Allah'ın rızası için yaptırmış olduğu mescidin idaresine, tamirine, döşeme ve aydınlatılmasına ehil ise müezzinliğine ve imamlığına, başkalarından daha çok hak sahibidir. Kendisinden sonra da evladı ve aşireti, diğer insanlardan evladır. Bunlar müezzinliğe ve imamlığa ehil değiller ise, diledikleri uygun kimseleri müezzin ve imam tayin edebilirler. Ancak yapılan bu tayin işinde vakıf ile mahalle halkı arasında bir ayrılık olursa, bakılır: Eğer vakıfın seçtiği kimseler daha iyi veya halkın seçtiği şahıslara eşit ise, vakıfın, seçtiği tercih edilir. Değilse, halkın isteği geçerli olur.
497- Bir mescidin duvarlarını ve kubbesini birtakım nakış ve yaldızlarla süklemekte bir beis yoktur; fakat sade bir halde bulunması daha iyidir, özellikle kıble tarafının bakışları toplayacak şekilde ince ve zarif nakışlarla süslenmesi,
namaz kılanların dikkatini çekeceğinden ve kalblerinin huzurunu bozacağından mekruh görülmüştür. Bununla beraber bir kimse kendi malından bir mescidi süsleyebilir. Fakat mütevelli (mescidin bakımına memur olan kimse), bu gibi nakış ve süsleri, vakıfın malından yapamaz. Yaparsa, bedelini öder. Çünkü bunlar mescidin yapısına ve devamına ait şeyler değildir. Ancak gelir fazlasının zalimler eline geçip yok olacağından korkulursa bu gibi harcama yapılabilir.
498- Mescidlerin lambaları en fazla gecenin üçte birine kadar yakılabilir, bundan fazla yakılamaz. Çünkü vakfın malına tecavüz olur. Ancak vakıfın böyle bir şartı varsa veya adet öyle ise, tecavüz sayılmaz.
499- Mescid içinde kuyu kazılmaz. Eskiden beri varsa, olduğu gibi bırakılır. Abdest için hazırlanmış bir yer yoksa, mescid içinde abdest alınmaz.
500- Devamlı imam ve müezzini bulunan bir mescidde namaz kılındıktan sonra, tekrar cemaat halinde ezan ve ikametle namaz kılınması mekruhtur. Fakat tekrar ezan ve ikamet yapılmaksızın mescidin mihrabından başka bir tarafta bazı kimselerin tekrar cemaatla namaz kılmaları, sahih olan görüşe göre, mekruh değildir.
501- Bir mescidde ezan okunduktan sonra, içinde bulunan kimsenin o mescidi bırakıp başka bir mescide gitmesi, başka bir mescidde görevli değilse, mekruhtur.
502- Namaz kılanın önünden geçmek günahtır. Fakat mescidde ileri saflarda yer varken, arka saflarda namaz kılanın önünden geçmek ve ileri gitmek caizdir. Çünkü bu kimse, kendisine hürmet hakkını kaybetmiştir.
503- İtikâfa girmeyen kimsenin mescid içinde yemek yemesi ve uyuması mekruhtur. Fakat bir görüşe göre memleketinden uzak kalmış kimsenin mescid içinde yemesi ve uyuması caizdir. Ancak ihlilafdan kurtulmak için böyle bir garibin itikafa niyet etmesi daha iyidir.
504- Mescidlere abdestli olarak girilir. Namaz maksadı olmaksızın mescidlere çocukları ve delileri sokmak, zaruret olmadıkça yol gibi geçip gitmek caiz değildir.
505- Bir mescide girerken önce sağ ayağı ileri atarak girmeli ve hemen Peygamber Efendimize Salat ve Selam getirmeli: "Allahümmeftah aleyna ebvabe rahmetike = Ya Rabbi! Üzerimize rahmetinin kapılarını aç," diye dua etmeli. Çıkarken de önce sol ayağı dışarıya atmalı: "Allahümmeftah aleyna ebvabe fadlike = Ya Rabbi! Üzerimize lütuf ve kereminin kapılarını aç," diye duada bulunmalıdır.
506- Mescidlere gelişi güzel hareket ve davranışlarla girilemez. Kollar sıvalı, pallo omuzlara atılmış bir şekilde girmek uygun olmaz. Bir zaruret bulunmadıkça, mescidlerde dizleri dikmek veya ayakları uzatmak sureti ile rastgele oturulmaz. Bunlar caiz görülemez.
Yine, mescidlere serili sergiler üzerine kirli veya ıslak ayaklarla basılamaz. Mabedlerin temizliğine zarar veren işler yapılamaz. Herkes haline göre, mabedlere en temiz ve en güzel elbiselerini giyerek gitmeli. Cemaatı tiksindirici hallerden kaçınmalıdır. Bir ayet-i kerimede:
"Her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz," buyurulmuştur.
507- Mescidlerde yüksek sesle konuşmak mekruhtur. Ancak cemaata duyurmak için hatiblerin ve vaizlerin, din dersi veren hocaların seslerini yükseltmeleri caizdir. Başkalarının namazlarını karıştırmamak şartıyla, Kur'an okuyanların ve Allah'ı zikredenlerin seslerini yükseltmeleri de caizdir.
508- Mescidlerde gürültü yapmak, gereksiz yere dünya işlerini konuşmak, kaybolan eşyaları sorup araştırmak, zikir ve hikmet taşımayan şiirler okumak caiz değildir. Denilmiştir ki: "Ateşin odunu yemesi gibi, mescidde konuşulan sözler, iyilikleri yer, bitirir."
509- Mescidlerde suçlulara ceza uygulamak, alış-veriş yapmak caiz değildir. Yalnız itikâf halinde olanlar, kazanç sağlamak maksadı olmaksızın sadece ihtiyaçları kadar alış-verişte bulunabilirler.
(İmam Ahmed'e göre, mescidlerde nikah akdî yapılması sünnettir, İmam Şafiî Hazretlerine göre, bu akid yalnız, itikaf halinde bulunan için caizdir.)
510- Mescid içinde dilencilik yapmak haramdır. Bu dilencilere para vermek de mekruhtur. En ihtiyatlı görüş budur. Fakat hediye ve sadaka vermek yasak değildir.
511- Mescidleri pis ve kötü kokulu şeylerden korumak, vacib olan bir görevdir. Onun için mescid lambalarında temiz olmayan yağları kullanmak caiz değildir. Soğan ve sarımsak gibi, kokuları hoş olmayan şeyleri yemiş kimselerin cemaat arasına girmeleri de uygun değildir. Çünkü bunların kokusu cemaata eziyet verir.
512- Mescidlerde okunan Kur'an-ı Kerimi, hutbeleri ve yapılan vaazları tam bir hürmetle dinlemek gerekir. Mescidlerde oturup kalkma, gidip gelme edeblerine gereği üzere riayet edilmesi bir görevdir.
Bütün bunlar, mübarek mabedlere ait edeblerdendir. Bunlara aykırı hareket etmek, İslâm adabına aykırıdır. Böyle hoş olmayan bir hareket, İslâm mabedinin ne kadar kutsal bir makam olduğunu güzelce anlamamaktan ileri gelir. Kur'an-ı Kerime ve diğer saygı değer şeylere karşı yapılması gereken hürmeti bilmemekten ileri gelir. Sosyal terbiyeye ve din kardeşlerine karşı gösterilmesi gereken hürmet ve nezakete aykırı bulunur. Artık bu gibi yolsuz hareketlerden kaçınmalı, İslâm adabına yaraşır şekilde hareket etmelidir.
513- Mescid kapılarını namaz vakitlerinden sonra kapamak mekruhtur. Ancak içindeki eşyanın çalınmasından korkuluyorsa, kilitlenebilir.

Ek
514- Mescid ve cami inşa etmenin fazileti ve sevabı pek çoktur. Bunları yapmak, bunların inşaatına yardım etmek, bir iman ve hayırseverlik nişanıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerimde: "Yüce Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse bina ve imar eder," diye buyurulmuştur.
515- Mescidleri bina ve imar eden müminler hakkında büyük müjdeler vardır. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: "Her kim Yüce Allah'ın rızasını dileyerek bir mescid bina ederse, Allah da ona cennette bir ev bina eder.
Diğer bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: "Her kim helal malından, içinde Yüce Allah'a ibadet edilecek bir bina yaparsa, Allah da onun için Cennetde inci ve yakuttan bir bina yapar".
İşte helal maldan, görsünler ve işitsinler için değil de, yalnız Allah rızası için yapılan bir mabedin sevabı çok fazladır. Ne mutlu böyle hayırlı işler başaranlara!..
516- İnsanlar ölünce amelleri biter, amel defterleri kapanır. Artık bu defterlere sevab yazılmaz. Ancak mescid yapmış olmak gibi devamlı hayırları bulunan müminlerin amel defterleri kapanmaz. Onlara daima sevablar yazılır durur. Çünkü bir hadis-i şerifde buyurulmuşlur: "Bir mümine, öldükten sonra, amelinden ve iyiliklerinden ulaşacak şeylerden biri, öğrenip yaydığı ilim yahut geriye bırakmış olduğu salih evladı yahut miras bırakmış olduğu Mushaf yahut yapmış olduğu mescid yahut yolcular için yapmış olduğu ev yahut akıtmış olduğu ırmak yahut sağlık halinde hayatta iken malından çıkarıp verdiği sadakadır. Bunlar vefatından sonra kendisine (sevab olarak) ulaşır".
İşte bu hadis-i şerifin beyanına göre de, mescidleri yapan, medreseleri kuran, çeşmeleri akıtan ve benzeri hayırlı vakıfları yapan kimseler hakkında ne büyük bir müjdeyi kapsıyor.
517- Yüce Allah'ın rızası için yapılmış vakıflar birer sadaka-i cariyedir (devam edip giden hayırlardır). Şöyle ki: Mükellef olan bir müslüman, bir malının mülkiyet ve menfaatini insanların tasarrufundan engellerde, Allah yolunda bir hayır işine bağlarsa, onu vakfetmiş olur. Artık o mal, ancak Yüce Allah'ın mülkü hükmüne geçer. Onda hiç kimsenin mülkiyet hakkı kalmaz.
Herhangi bir vakfın geçerli hale gelebilmesi için usulüne göre mahkemede tescil edilmesi gerekir. Ancak bundan vakıf olan mescidler, mezarlıklar ve vasiyet suretiyle olan vakıflar müstesnadır. Şöyle ki:
Bir müslüman bir mescid yapar da, onu yoluyla beraber mülkiyetinden çıkararak içinde namaz kılınması için insanlara izin verirse, insanlarda orada cemaatla namaz kılarsa, o mescidin vakıflığı, tescile muhtaç olmadan tamamlanmış olur.
Yine, bir kimse bir malını, bir hayır yoluna vakıf olmak üzere vasiyet edip sonra o vasiyet üzerine vefat etse, bakılır: Eğer malının üçte biri bunu karşılıyorsa veya varisi yoksa veya varisleri olur da vasiyetin tümünü geçerli kabul ediyorsa, o mal, o hayır yoluna tamamen vakfedilmiş olur. Eğer geriye bırakmış olduğu malın üçte biri yetmeyip varisler de muvafakat etmiyorsa, terekesinin üçte biri kadar olan mikdar ancak o hayır işine konulan şartlarla vakfedilmiş bulunur. Bunun geçerliliği tescile bağlı değildir. Vakıflarla ilgili bilgi, "Hukuku İslâmiye ve Istılâhatı Fıkhiye" adındaki eserimizin dördüncü cildinde vardır.
518- Mescidlere, ibadet yapmak ve cemaatla namaz kılmak için devam etmek de, mescidleri sağlığa kavuşturmak ve imar etmek sayıldığından fazileti pek ziyadedir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: "Bir kimse, içinde cemaatla namaz kılınan bir mescide gidecek olsa, gidiş ve gelişlerinden atacağı adımlarından her biri ile bir günahı silinir. Diğer biri ile de kendisi için bir sevab yazılır.
Diğer bir hadis-i şerifde de: "Her kim evinde güzelce abdest alır da, sonra mescide giderse, o kimse Allah'ın ziyaretçisi olur. Ziyarette bulunana ikram ise, her ziyaret edilen zat üzerine bir haktır" diye buyurulmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur: "Gecenin karanlığında mescide yürüyen kimse, kıyamet gününde Yüce Allah'a nurlar içinde kavuşacaktır".
Ne büyük müjdeler!... Artık mescidlere devamlı bir ganimet bilmeli, cemaatla namaz kılmanın sevabını kaçırmamaya çalışmalıdır. Bu hususta muvaffak olmamazı Yüce Allah'tan niyaz ederiz.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Cenaze İle İlgili Vacipler ve Görevler

519- Cenaze ölü demektir. Ölmek üzere bulunan kimseye "muhtazar" denir. Muhtazarın yanında tevhid ve şahadet kelimelerini okumaya ve ölünün kabri başında yapılacak konuşmaya "Telkîn" denir.
Ölünün yıkanmasına "Gasl-i meyyit", ölünün yıkanmasından sonra kabre gömülmesine kadar yapılması gereken şeylere ve bunların temin etmeye de "Techiz" adı verilir. Ölüyü bilinen bezlere sarmaya da "Tekfin" denilmektedir.
520- Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek ve üzerine namaz kılıp bir kabre gömmek müslümanlar için bir farz-ı kifayedir. İnsanlar bu farzı yapmadıkları zaman, bundan hepsi Allah katında sorumlu olurlar. Bu görevi yapmaya imkânları yoksa, sorumlu olmazlar.
521- İslâm ölülerini hayır ile anmak, onların güzel hallerini söylemek ve kötülüklerini söylemekten kaçınmak müslümanlar için bir görevdir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: "Ölülerinizi güzel hallerini yad ediniz, kötülüklerini söylemekten çekininiz."
Öyle ki, bir İslâm ölüsünde görülüp iyi haline delâlet eden güzel koku veya yüzünün nurlanması gibi şeyleri söylemek müstahabdır. Fakat fena koku ve yüzünün kararması gibi şeyleri söylemek haramdır, gıybetten sayılır. Ancak ölü açıkta haram işleyen bid'at sahibi olarak tanınmış ve bu hal üzere ölmüş ise, fena halleri söylenebilir. Başkalarına ibret olmak için söylenmesi caiz olabilir.
522- Ölmek üzere olan kimseyi (muhtazarı), bir güçlük yoksa kıbleye doğru sağ yanı üzerine çevirmek müstahabdır. Ayakları kıbleye doğru olarak ve başı biraz yükseltilerek arkası üstüne de yatırılabilir. Adet haline gelen de budur. Bu halde, başı biraz yukarı kaldırılır ki, yüzü kıbleye yönelmiş olsun.
523- Ölüm haline giren kimseye Kelime-i Tevhid telkîn edilir. Bu bir sünnettir. Şöyle ki: Daha ruhu boğazına çıkmadan yanında Tevhid ve Şahadet kelimeleri okunur; fakat sen söyle, diye ona zorlanmaz. Hasta da bu kelimeyi bir defa okuyup başka bir şey söylemezse, artık telkine son verilir. Böylece son sözü tevhid kelimesi olur. Bu telkini, hastanın hoşlanmadığı bir kimse yapmamalıdır. Bu telkin, içine tevbeyi de alacak şekilde şöyle yapılabilir: "Estağfirullahel-Azim ellezi lâ İlâhe illâ hüvel-Hayyül Kayyüme ve etübu ileyhi = Şanı Yüce olan Allah'dan mağfiret diler ve ona tevbe ederim ki, O'ndan başka hak mabud yoktur. O, Hayy'dır, Kayyum'dur."
Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Her kimin son sözü 'Lâ İlâhe İllallah' olursa cennete girer."
Muhtazarın yanında Yasin ve Ra'd surelerini okumak müstahabdır.
524- Muhtazar ölünce gözleri yumdurulur, çenesi kapatılarak bir bez ile iyice çekilip tepesine bağlanır. Bunları yapan kimse şöylece dua etmelidir:
"Bismillâhi ve âlâ milleti Resûlillahi. Alahümme yessir aleyhi emrehu ve sehhil aleyhi ma ba'dehu ve es'idhu bilikaike vec'al ma harace ileyhi hayren mimma harece anhü = Yüce Allah'ın ismini zikir ile ve Resûlüllah'ın dini üzere ölmüş olsun. Ey Allah'ım! Bunun işini kolay et, kendisine ilerisini kolaylaştır, onu cemalinle mutlu kıl. Gitmekte olduğu âlemi ona, içinden çıktığı âlemden daha hayırlı yap."
525- Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır, yıkanması için hazırlanan bir yer üzerine konulur ve üstüne örtü çekilir. Şişmesine engel olmak için karnı üstüne bıçak gibi bir demir parçası konulur. Elleri yanlarına uzatılır. Kollan göğsünün üzerine konulmaz. Yanında cünub, hayız ve nifas hallerinde olanlar bulunmaz.
526- Ölünün yanında güzel kokulu bir şey bulundurulur. Yıkanmadıkça yanında Kur'ân okunmaz, okunması mekruhtur. Bu durumda başka bir odada Kur'ân okunabilir. Ölünün bulunduğu yer geniş olup üzerinde de tam bir örtü bulunduğu takdirde, kendisine yakın oturulmaksızın gizlice Kur'ân-ı Kerîm okunması da kerahet olmayabilir.
527- Ölünün komşularına ve yakınlarına vefat haberi verilir. Bunlar da, ölüye karşı son görevlerini yapmaya koşarak sevab kazanırlar.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Cenazelerin Yıkanması

528- Cenazelerin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve kabirlerine konulması müstahabdır. Bunun için önce cenaze teneşir denilen tahtadan bir sedir üzerine, ayakları kıbleye doğru olarak arka üzeri yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Göbeğinden dizleri altına kadar olan avret yerleri bir örtü ile örtülüp elbiseleri tamamen çıkarılır.
529- Cenaze yıkayan erkek veya kadın yıkayıcı, farz olan yıkama görevini yerine getirmeyi niyet etmeli ve Besmele ile başlamalıdır. Yıkama bitinceye kadar da: "Gufraneke ya Rahman! = Ey Rahman olan Rabbim, senin mağfiretini dilerim" demelidir.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlayarak önce cenazenin yüzünü yıkar. Ağzına ve burnuna su vermez. Yalnız dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün olduğu kadar siler. Ondan sonra elleri ile kollarını yıkar. Sahih olan görüşe göre, başını da meshedip ayaklarını da geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece abdest verilmiş olur.
Namazın ne olduğunu henüz anlamayacak bir yaşta olan çocuk ölünce, buna böyle bir abdest verilmez.
530- Cenazenin abdest işi tamamlanınca, üzerine ılık ve tatlı su dökülür. Saç ve sakalı taranmaksızın, varsa "hatmî" denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek önce sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol yanlan üçer defa yıkanır. Daha fazla yıkanabilirse de israf olmamalıdır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayıcının göğsüne veya eline ve dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest ve vücudun tamamını yıkamaya gerek yoktur. Fakat şişip dağılmak üzere bulunan bir ölünün üzerine yalnız su dökülerek yetinilir. Ona abdest vermek ve üç defa yıkamak gerekmez.
531- Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez. Sünnet olmamışsa, sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şeyle kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına "hanut" denilen kâfur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yerleri olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklara da kâfur konur.
532- Ölünün yıkanacağı yer kapalı olup yıkayıcı ve yardımcılarından başkası onu görmemelidir. Bir ölüyü, ona en yakın olan kimse veya takva sahibi güvenilir kimse yıkamalıdır. Bu yıkamak parasız olmalıdır. Çünkü bu bir din görevidir. Öyle ki, yıkayıcı olarak bir kimseden başkası bulunmasa, bunun yıkama ücreti alması caiz olmaz. Fakat başka yıkayabilenler varsa, o zaman ücret alınabilir.
533- Erkek olan ölüyü erkek, kadın olan ölüyü de kadın yıkar. Bu yıkayıcılar taharet üzere bulunmalıdırlar. Bunların cünüb, haiz, nifas halinde olmaları ve yıkayıcının gayri müslim olması mekruhtur. Ancak müslüman bir erkek hakkında gayri müslimden başka bir erkek ve müslüman bir kadın hakkında gayri müslim bir kadından başka kadın bulunmadığı zaman bunlar yıkayabilirler.
534- Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın, iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam halinde sayılır. Fakat bir erkek, ölmüş bulunan zevcesini yıkayamaz. Çünkü erkeğe iddet gerekmez. Karısı ölünce, aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak onu yıkayacak bir kadın bulunmazsa, koca zevcesine teyemmüm verir.
(Üç İmama göre, kocanında zevcesini yıkaması caizdir.)
535- Erkekler arasında ölmüş olan bir kadına mahremi varsa, bu mahremi ona eli ile teyemmüm ettirir. Mahremi yoksa, yabancı bir erkek eline bir bez alarak ve gözlerini kapayarak teyemmüm ettirir.
536- Su bulunmadığı zaman yine teyemmüm ile yetinilir. Bir cenaze için teyemmüm yapılıp namazı kılındıktan sonra su bulunacak olsa, yeniden yıkanır, namazı tekrar kılınıp kılınmayacağı hakkında İmam Ebû Yusuf'un iki görüşü vardır.
537- Henüz büluğ çağına yaklaşmamış (müştehat olmayan) bir kız çocuğunu erkek yıkayabildiği gibi, henüz mürahik (buluğ çağına ermemiş) bulunan bir erkek çocuğunu da kadın yıkayabilir.
538- Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları (husyeleri) çıkarılmış erkek ile organı tam erkekler arasında fark yoktur. Bu gibileri de erkekler yıkar.
539- Suda boğulmuş olan bir müslüman, yıkamak niyeti ile üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması, hayattaki müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten kurtarmaz.
540- Bir müslümanın akrabası veya zevcesi olan bir gayri müslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse, sünnet üzere olmaksızın yıkanır ve sarılarak gömülür, yukarda açıklandığı üzere mü'minlere yapılan işlem buna yapılmaz.
541- Ölen bir müslümanın, gayri müslimden başka akrabasından bir velisi bulunmasa, cenazesi gayri müslimlere verilmez. Çünkü bunun teçhiz ve tekfini ile ilgili bütün görevler müslümanlar üzerine bir farz-ı kifayedir.
542- Ölü olarak düşen bir çocuk, bir bez parçasına sarılarak gömülür, yıkanması gerekmez.
543- Erkek mi, kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine "hünsa-i müşkil" denilen kimse ölünce teyemmüm ettirilir, yıkanmaz. Kefenlenme hususunda kadın sayılır.
544- Ölmüş olan bir müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır; kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuş olsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.
545- Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Cenazelerin Kefenlenmesi

546- Ölen erkek veya kadın her müslümanı bedenini örtecek şekilde bir giysi ile kefenlemek farzdır. Bu farz görevini yapmayan müslümanlar günahkâr olurlar. Ölünün kefenlenmesi üç şekilde olur:
Birincisi, "Sünnet üzere olan kefenleme"dir ki, erkekler için Kamis, İzar ve Lifafe'den ibaret olmak üzere üç kattır. Kadınlar için ise, bu üç parça ile beraber bir baş örtüsü ile bir göğüs örtüsünden ibaret beş kattır.
İkincisi, "Kefen-i Kifayet"dir ki, erkekler için İzar ve Lifafe olur. Kadınlar için de bunlarla beraber bir baş örtüsü olur.
Üçüncüsü, "Kefen-i Zaruret'dir ki, hem erkekler için, hem de kadınlar için yalnız bir kattır. Bu durumda ölü, bulunabilen bir parça elbiseye sarılır. Fakat bir zaruret bulunmadıkça böyle bir kat kefen ile yetinilmez.
547- Kamis, bir gömlek yerindedir. Boyun kısmından ayaklara kadar uzun olur. Yen ve yakası bulunmaz, etrafı da oyulmaz. İzar ise bir don ve bir eteklik yerindedir ki, baştan ayağa kadar uzun bulunur. Lifafe ise, bir sargı yerinde olup baştan ayağa kadar uzun bulunmakla beraber, baş ve ayak tarafları düğümlenir. Böylece İzar'dan daha uzun bulunmuş olur.
548- Kefenin beyaz renkte pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Gelenek olarak da beyaz patiskadan yapılmaktadır. Kefenin yenisi ve yıkanmışı birdir. Kadınlar için ipekten kefen ve zaferan ile usfur denilen boyalarla boyanmış bezlerden de kefen yapılabilir.
Kefenler mümkün olduğu kadar güzel ve ölünün varlığına uygun olmalıdır. Erkeklerin kefenleri, cuma ve bayram günlerinde, kadınların kefenleri de babalarını ziyaret edecekleri günlerde giydikleri elbiselere kıymet bakımından uygun bulunmalıdır. Bu bir ölçüdür. Sünnet mikdarı olan kefenden daha fazlasını seçmek mekruhtur. Hele varisler arasında muhtaçlar veya çocuklar bulunursa, hiç benimsenemez.
549- Kefenler daha ölülere sarılmadan önce tek adet olarak birkaç defa güzel kokulu şeylerle tütsülenir. Önce Lifafe tabut içine veya hasır ve kilim gibi bir şey üzerine serilir. Onun üzerine de İzar yayılır. Sonra da ölü Kamis (kefen gömleği) içinde olarak İzar'in üstüne konur. Bu durumda ölü erkek ise, İzar önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır. Ondan sonra Lifafe de aynı şekilde sarılır. Açılmasından korkulursa, kefen bir kuşak ile de bağlanır.
Ölü kadın olunca, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinde göğsü üzerine konur. Bunun üzerine, yüzünü de örtecek şekilde başörtüsü konur. Sonra üzerine İzar sarılır. İzar'ın üzerinden de göğüs örtüsü bağlanır. Daha sonra Lifafe sarılır. Göğüs örtüsü Lifafe'den sonra da bağlanabilir.
550- Kefen konusunda, büluğ çağına yaklaşmış erkek çocuklarla kız çocuklar, büluğ çağına ermiş büyükler hükmündedir. Henüz büluğ çağına yaklaşmamış çocukların kefenleri yalnız İzar ile Lifafe'dir; yahut bir kat olarak yapılır. Üç kat yapılması daha iyidir.
551- Her şahsın kefeni kendi malından karşılanır. Kefen harcamaları, borçtan, yapılan vasiyetten ve varis hakkından öncedir. Ancak borç karşılığı olarak bırakılan rehin maldan kefene harcama yapılmaz. Rehin alanın hakkı daha önde gelir. Geriye mal bırakmamış olan bir ölünün kefen masrafı, hayatta iken, nafakasını vermekle yükümlü bulunduğu kimselere aittir. Böyle bir kimsesi bulunmazsa, hazine tarafından karşılanır. Bu da mülkün olmazsa, müslümanlar tarafından kefen ihtiyacı karşılanır.
552- Kadınların kefenleri, zengin olsalar dahi, kocalarına aittir. Fetva buna göredir. İmam Muhammed'e göre, yalnız mal bırakmayan kadınların techiz ve tekfin masrafları, nafakalarını vermekle yükümlü olan kimselere aittir. Eğer kadınların mallan varsa, masraflar o maldan karşılanır. (İmam Şafiî'ye göre de böyledir.)
553- Bir ölünün techiz ve tekfinini varislerinden biri yerine getirse, bu masrafları terekesinden alabilir. Fakat varis olmayan yabancı bir kimse, ölünün akrabasından olsa bile, varislerin iznini almaksızın bu harcamaları yapsa, yaptığı masrafı terekesinden alamaz. İsterse yapacağı masrafı ölünün geriye bıraktığı maldan (terekesinden) alacağına dair şahid tutsun, ister tutmasın, hüküm aynıdır.
554- Bir ölünün mezarı açılıp kefeni çalınmış olursa bakılır: Eğer cenaze bozulmamışsa (kokup çürümemişse), yeniden kefene sarılır. Bu kefen, terekesi henüz bölünmemiş ise, bu maldan karşılanır. Terekesi bölünmüş ise varisleri tarafından temin edilir.


Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Cenaze Namazları

555- Yıkanıp hazırlanan müslüman bir ölü, ön tarafa konarak onun namazı kılınmak üzere müslümanların abdest almaları ve kıbleye yönelmiş bulunmaları farz-ı kifayedir.
556- Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyetle ölünün kadın veya erkek, kız çocuk veya oğlan olduğu tayin edilir, imam olan zat, Allah Teala'nın rızası için, hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza başlar, imamete niyet etmesi gerekmez; ister cemaat arasında kadın bulunsun, ister bulunmasın.
Cemaattan her biri de, Allah rızası için o cenaze namazını kılmaya ve onun için duaya ve imama uymaya niyet eder.
Ölü erkek ise, "şu erkek için", kadın ise "şu kadın için" diye duaya niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir. Cemaattan biri, ölünün erkek mi, kadın mı, büyük mü, küçük mü olduğunu bilmediği zaman, "üzerine imamın namaz kılacağı ölüye, imamla beraber namaz kılmaya ve dua etmeye" diye niyet eder.
557- Cenaze namazının rükünleri kıyam ile tekbirdir. Sünnetleri de, hamd ve sena etmek, salat ve selam getirmek, hem ölüye hem de diğer müslümanlara dua etmekten ibarettir. Duanın rükün olduğunu söyleyenler de vardır. Namaz şöyle kılınır: Cenazeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır, niyet edilir. İmam olan zat, ellerini namazda olduğu gibi bağlar. Cemaat da gizlice tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tekbir bir bakıma bir rükündür, bir bakıma da bir şarttır. Bu tekbirin arkasından hem imam, hem de cemaat "Sübhaneke"yi okurlar. (Buna: "Ve celle senaüke"yi de eklerler). Sonunda ellerini kaldırmaksızın "Allahü Ekber" diye imam aşikâre tekbir alır. Cemaat da, ellerini kaldırmaksızın gizlice tekbir alır. Bundan sonra hepsi gizlice "Allahümme Salli ve Allahümme Barik" dualarını okurlar. Tekrar aynı şekilde "Allahü Ekber" diye tekbir alınır. Bu defa da ölüye ve diğer müminlere gizlice dua edilir. Bu duadan sonra yine "Allahü Ekber" denilip tekbir alınır ve arkasından önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa imam yüksek sesle, cemaat da gizlice selam verirler. Böylece namaz tamamlanmış olur. Bu vacib olan selam ile ölüye, cemaata ve imama selam verilmesine niyet edilir. Bazılarına göre bu selamda ölüye niyet edilmez.
(Cenaze namazında Fatiha süresinin okunması, Şafiîlerce bir rükündür. İlk tekbirden sonra okunması daha faziletlidir. Hanbelîlerce de bu bir rükündür. Birinci tekbirden sonra okunması vacibdir. Malikîlere göre okunması tenzih yolu ile mekruhtur.)
558- Erkek cenaze namazında şöyle dua edilmesi naklolunmuşutur: ("Allahümmeğfir lihayyina ve meyyitina ve şahidina ve ğalbina ve zekerine ve ünsane ve sağirina ve kebirina. Allahümme, men ahyeytehu minna feahyihi alelislam. Ve men teveffeytehu minna feteveffihi alel-iman ve husse hazelmeyyite birrevhi verrahati velmağfireti verrıdvan. Allahümme in kane muhsinen fezid fî ihsanihi ve in kâne müsî'en fetecavez anhü ve lakkıhi'l-emne vel-büşra velkeramete vel'zülfa. Birahmetike ya erhamerrahimîn!.."Anlamı: "Allah'ım! Dirilerimizi, ölülerimizi, mevcut olanlarımızı, gaib olanlarımızı, erkeğimizi dişimizi, çocuklarımızı ve büyüklerimizi mağfiret buyur. Allah'ım! Bizden yaşattıklarnıı islam üzere yaşat, bizden öldürdüklerini de iman üzere öldür. Özellikle bu ölüyü kolaylığa, rahata, mağfirete ve rızana erdir.Allah'ım! Eğer bu ölü muhsin ise (iyilik etmiş kimselerden ise) ihsanını artır. Eğer günahkar ise, onu bağışla, ona güven ile sevinç ve iyilik ver, onu rahmetine yakın kıl; ey merhamet edenlerin en merhametlisi!..")
559- Ölü, erkek çocuk ve aslen mecnun ise Yukardaki duada geçen: "Ve men teveffeytehu minna feteveffihi alel-iman" cümlesinden sonra şöyle dua edilir: (Allahümmec'alhü lena feretan. Allahümmec'alhü lena ecren ve zuhren. Allahümmec'alhü lena şafi'an müşeffe'a..."
Anlamı: "Allah'ım! Onu bize, önden gönderilmiş bir sevab sebebi kıl, onu bize bir hazırlık yap, onu bizlere bir şefaatçi ve şefaati kabul edilmiş yap.")

560- Ölü erkek değil ise, duadaki zamirler müennes (dişi) zamirleri olarak şöyle değiştirilir.
561- Cenaze namazında öteden beri nakledilen duaları bilmeyenler, kolaylarına gelen başka uygun duaları okuyabilirler. Bunlar arasında: "Rabbenâ âtina fiddünya haseneten..." ayetini okusalar kafi gelir.
Şöyle dua edebilirler: ("Allahümmeğfir-lî ve lilmeyyiti ve li-sairi'l-müminine ve'l-müminât."
Anlamı: "Ey Allah'ım! Beni ve bu ölüyü ve diğer erkek ve kadın müminleri bağışla...")

562- Cenaze namazının asıl rüknü olan tekbirler, anlatıldığı gibi, üçtür. İlk tekbirle beraber hepsi dört tekbir etmiş olur. İmam bir beşinci tekbir daha alacak olsa, cemaat buna uymaz.
563- Cenaze namazında cemaatın bulunması şart değildir. Yalnız bir erkeğin veya yalnız bir kadının cenaze namazını kılması ile de bu farz yerine getirilmiş olur. Cenaze namazı cemaatla kılındığı zaman imam olmaya en çok hak sahibi bulunan, en geniş yetkiye sahib idarecilerdir. Bunlardan sonra cuma namazını kıldıran imam gelir. Sonra iyi bir hal sahibi bulunan mahalle veya kabile imamıdır. Daha sonra da ölünün veraset sırasına göre velisi bulunanlardır.
564- Bir veli, namaz kılma sırası kendisine gelmişse, başkalarına namaz kıldırma iznini verebilir. Derecesi önde olmayanlardan başkası velinin izni olmadıkça namaz kıldıramaz. Eğer kıldıracak olsa, veli de yeniden namaz kılar ve başka bir cemaata da kıldırabilir. Fakat başkası yeniden kıldıramaz ve dereceleri eşit olan velilerden biri kıldırınca veya kıldırmasına izin verince, diğerlerinin artık kıldırmaya yetkileri kalmaz. Çünkü velayet hakkı, her birine tam ve eşit olarak ayrı ayrı sabit olmuştur.
Ölen bir kadının velisi bulunmazsa, namazı kıldırmaya kocası, sonra komşuları hak sahibidirler. İmamı Azam'dan bir rivayete ve Ebû Yusuf'un görüşüne göre, ölünün namazını kıldırmak görevinde, velisi herkesden önce gelir.
(İmam Şafiî'nin görüşü de, İmam Ebû Yusuf'un görüşü gibidir.)
565- Bir ölünün namazını yalnız kadınlar kılacak olsalar, bu caiz olur ve farz yerine gelmiş olur.
Kadınların cemaat halinde cenaze namazını kılmaları da caizdir, fakat teker teker kılmaları müstahabdır.
566- Birkaç cenaze bir araya gelse, bunların ayrı ayrı namazlarını kılmak daha iyidir. Hangisi önce getirilmişse, onun namazı önce kılınır. Hep beraber getirilmişlerse, en faziletlisi öne alınır. Bununla beraber hepsine bir namaz da yetişir. Böyle topluca namazları kılınınca, imamın önünde erkek ölü bulundurulur. Diğer ölüler de saf halinde veya birbiri hizasında göğüsleri imama karşı olarak sıraya konurlar. Şöyle ki: imama karşı önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar ve daha sonra da kız çocukları konur.
567- İmam, ölünün göğsü hizasında durur. Cemaat da hiç olmazsa üç saf bağlar. Cenaze namazında safların en faziletlisi en arkada olanıdır.
568- Cenaze musalla'ya (namaz için hazırlanan yere) baş tarafı imamın soluna gelecek şekilde konulmuş olursa namaz caiz ise de, günah işlenmiş olur.
569- Cenaze namazına başlandıktan sonra gelip cemaata katılan kimse, hemen tekbir alır, noksan kalan tekbirlerini de dua okumaksızın birbiri peşinden alır, böylece cenaze musalladan kaldırılmadan tekbirlerini tamamlayıp selam verir.
Yine, imamın dördüncü tekbirinden sonra cemaata katılan kimse, hemen tekbir alarak imama uyar, imamın selamından sonra da üç tekbiri kaza eder. Fetva bu şekildedir. Diğer bir görüşe göre, imamın alacağı tekbir beklenir, imam tekbir almadıkça cemaata katılmak olmaz.
570- Şiddetli yağmur gibi bir özür bulunmadıkça cenazeyi cami içine alarak namazını orada kılmak tenzihen mekruhtur. Cenaze mescidin ön tarafına konularak imam ile cemaatın bir kısmı cenaze ile beraber, bir kısmı da mescid içinde durur, saflar da bitişik olursa, kılınacak namaz mekruh olmaz. Birçok büyük camilerde de adet bu şekildedir. Bundan Mescîd-i Haram müstesnadır. Onun içinde her türlü namaz kılınır. Cenaze namazını kabristanda kılmak da uygun görülmemektedir.
571- Cenaze namazında kadınlar erkeklerin arkasında saf bağlar, çünkü kadınlar için safların en hayırlısı, en geride bulunan saftır. Bununla beraber bir kadın erkeğin yanında durarak cenaze namazını kılsalar, namazları bozulmaz. Çünkü bu namaz mutlak (rûku ve secdeli) bir namaz değildir.
572- Kıble yönü araştırılıp ona göre namaz kılındıktan sonra, hataya düşüldüğü anlaşılırsa, namaz iade edilir. Fakat cemaatın abdestsiz bulunduğu anlaşılırsa, namaz iade edilmez; çünkü imamın namazı sahih olunca, bununla cenaze, namazının farziyeti yerine gelmiş olur.
573- Güneşin doğması, batması ve zeval yaklaşması vakitlerinde cenaze namazı kılmak mekruhtur. Bununla beraber bu vakitlerde kılsalar, iade gerekmez. Bu vakitlerde cenazeyi gömmek mekruh değildir.
574- Huzurda bulunmayan (gaib) bir ölü üzerine namaz kılmak caiz değildir. Çünkü kıble yönünden sapma hali olur. Doğu tarafında bir ölü olsa, namaza kıbleye doğru durulunca, ölü arkada veya solda kalır. Ölüye doğru dönülünce de kıbleden sapılmış olur.
(Malikîlere göre de ölünün huzurda bulunması şarttır. Fakat Şafiîlere göre, gaib üzerine de namaz kılınabilir. Çünkü Peygamber Efendimiz Necaşî'nin cenaze namazını bu şekilde kılmıştır. Buna cevab olarak deniliyor ki, bu Peygamber Efendimize mahsus bir iştir. Onun için bazı özel hallerin bulunması mümkün olan şeylerdir. Hanbelîlere göre de, aradan bir aydan fazla geçmemiş olunca gaib üzerine cenaze namazı kılınabilir.)
575- Namazı kılınmayarak gömülen ve üzerine toprak atılmış bulunan, bir cenazenin henüz dağılmamış olduğuna dair kuvvetli bir kanaat varsa, ölünün hakkını ödemek için kabri üzerine namazı kılınır. Yıkanmadan gömülmüş olsa da, yine böyle yapılır. Fakat çürüyüp dağıldığına dair kuvvetli bir zan varsa, artık namazı kılınmaz. Çürüyüp çürümemek üzerinde kuvvetli olan görüş esas alınır.
(Cenaze namazının farziyeti icma ile sabittir. Bu icmâ'nın delili de: "Ve salli aleyhim = Müslüman cenazeler üzerine namaz kıl' ayeti kerimesi ile Hazret-i Peygamberin uygulamasıdır. Malikî fıkıh alimlerinden Aliyyü'l-Adevî, haşiyesinde diyor ki: Cenaze namazının Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi, meşru kılındığı üzerinde bazı fıkıh alimlerinin tereddüdü vardır. Bazı hadis-i şeriflerin zahirine bakılırsa, Medine-i Münevvere'de meşru kılındığı anlaşılmaktadır. Resulü Ekremin Medine-i Münevvere'de Bera ibni Ma'rur'un kabrini ziyaret ederek üzerine ilk cenaze namazını kılmış olduğu rivayet edilmektedir.)
576- Diri olarak doğduğu bilinen veya bedeninin çoğu diri olarak çıkan bir çocuk yıkanıp namazı kılınır. Böyle olmayınca, yalnız yıkanır, üzerine namaz kılınmaz.
577- Bir ölü yıkanmadan veya unutularak yalnız bir organı yıkanmadan kefene sarılacak olsa, kefen açılır ve yıkanması tamamlanır. Üzerine namaz kılınmış idi ise, namaz iade edilir. Kabre konulup da üzerine henüz toprak atılmamış olduğu takdirde de hüküm böyledir. Fakat toprak atılmış bulunursa, artık kabirden çıkarılması haramdır. Yıkanma işi üzerinden düşer. Yalnız kabri üzerine tekrar namazı kılınır. Benimsenen görüş budur. Kefensiz olarak kabre konulduğu zaman da, artık kabri açılmaz.
578- İntihar eden (kendini öldüren) üzerine namaz kılınır. İmam Ebû Yusuf'a göre, intihar hata ile veya şiddetli bir ağrıdan dolayı olmadıkça, intihar edenin namazı kılınmaz.
579- Anasını veya babasını haksız olarak kasden öldüren kimsenin namazı kılınmaz.
580- Savaş halinde öldürülen eşkiya ve yol kesiciler yıkanmaz ve üzerlerine namaz kılınmaz. Fakat ortadan kaldırıldıktan sonra öldürüldükleri takdirde yıkanır ve üzerlerine namaz kılınır. Recim (taşla öldürülme cezası) ile veya kısas yolu ile öldürülenlerin de cenazeleri yıkanır ve üzerlerine namaz kılınır.
581- İrtidat ettiğinden (İslâm'dan çıktığından) dolayı öldürülen bir kimsenin cenaze namazı kılınamayacağı gibi, cesedi de ne İslâm mezarlığına ve ne de döndüğü millet mezarlığına gömülür. Boş bir arazide kazılacak bir çukura gömülür.
582- Bir müslümanın nikahında bulunan ehl-i kitabdan bir kadın, gebe olduğu halde ölse namazı kılınmaz; bunda icma vardır. Kabrine gelince, onun için ayrıca bir mezar yapmak ihtiyattır. Bir görüşe göre de, çocuğa uyularak İslam mezarlığına gömülür. Diğer bir görüşe göre de, çocuk henüz ondan bir cüz bulunduğu için, ana çocuğa bağlı olmadığından kendi milletine ait bir mezarlığa gömülür.
583- Müslümanlarla müslüman olmayanların cenazeleri birbirine karışık bir halde bulunsa, bakılır: Eğer müslümanlara mahsus bir işaret ve belirti varsa ona göre işlem yapılır. Bir alamet bulunmadığı taktirde, hepsi yıkanır ve müslümanlara niyet edilerek hepsinin üzerine namaz kılınır. Fakat gayri müslimler çok bulunursa, yalnız yıkanırlar, hiç birinin üzerine namaz kılınmaz. Çünkü çoğunlukta tüm hükmü vardır. Sayıları eşit olduğu zaman bir görüşe göre üzerlerine namaz kılınır, diğer bir görüşe göre kılınmaz. Gömülmeleri işine gelince, bu da ihtilaflıdır. Bir rivayete göre bunlar ayrı bir mezarlığa gömülürler. Kabirleri yükseltilemez, düz yapılır.
584- Kimliği bilinmeyen bir kimse, İslâm yurdunda öldürülmüş bir halde bulunsa, bakılır: Eğer üzerinde bir nişan varsa ona göre işlem yapılır. Nişan yoksa, sahih olan bir görüşe göre, İslâm yurduna bağlı kalınarak yıkanıp üzerine namaz kılınır. Böylece İslâm ülkesi sayılmayan yerde ölü olarak bulunan kimse de, müslüman olduğuna dair bir nişanı olmayınca, bulunduğu yere bağlı kılınarak gayri müslim sayılır.
585- Cenaze namazını kıldıracak imamın, buluğa ermiş ve akıl sahibi olması şarttır. Diğer namazları bozan şeyler, cenaze namazını da bozar.
586- Ölünün alnına veya sargısına veya kefenine, kendisinin iman üzere, ezeli ahd üzerinde sabit olduğuna dair "Ahidname" denilen bazı mukaddes kelimeler yazılması takdirinde Yüce Allah'ın mağfiretine kavuşulacağı umulur, denilmiştir. Fakat kelime-i tevhid gibi mübarek kelimelerin mezar içinde kalıp zamanla çiğnenmesi veya cenazeden akacak sıvılar içinde kalması düşüncesi ile yapılması benimsenmemektedir.
Ölü yıkandıktan sonra, kefenlenmeden önce alnına mürekkeble değil de, yalnız şehadet parmağı ile: "Bismillahirrahmanirrahîm" ve göğsü üzerine de: "La ilâhe illallah" yazılması daha uygun görülmüştür.
587- Cenazeyi teşyi' etmek (arkasından mezara kadar takip etmek) sünnettir. Bunda büyük sevab vardır. Öyle ki, akraba veya komşulardan veya iyi halleri bilinmiş zatlardan olan bir cenazeyi takip etmek, nafile ibadetten daha faziletlidir; değilse nafileler daha faziletlidir.
588- Hazırlanmış olan cenazeleri bir an önce götürüp kabirlerine gömmek iyidir. Cuma günü sabahleyin hazırlanmış olan bir cenazeyi, cemaati çok olsun diye cuma namazından sonraya bırakmak mekruhtur. Ancak cuma namazının kaçırılması korkusu ile yapılabilir. Bayram namazı vaktinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı da, bayram namazından sonra hutbeden önce kılınır.
589- Cenazenin taşınmasında sünnet olan, dört kimsenin dört taraftan onu yüklenmesidir. Her tarafından on adım kadar yüklenmek müstahabdır ki, hepsi kırk adım eder. Bunun büyük sevabı vardır. Şöyle ki: Bir müslüman cenazeyi önce ön tarafından sağ omuzuna, sonra ayak tarafından sağ omuzuna alır. Sonra ön tarafından sol omuzuna, daha sonra da ayak tarafından sol omuzuna yüklenir. Böylece her birinde on adım yürür. Uygun olan budur.
590- Cenazeleri omuzlarda taşıyarak kabirlerine kadar götürmek, onların haklarında gösterilen en büyük hürmet ve saygı nişanıdır. Böyle bir hareket, insanlığın şeref ve kıymetini gösteren bir davranıştır. Bir insanı eşya taşır gibi, ahiret evinin kapısına kadar götürmek, insanın duyarlı kalbini incitebilir. Bunun için bir zaruret olmadıkça, cenazeyi arkaya almak veya hayvan ve arabaya yüklemek mekruhtur. Cenaze sarsıntı verilmeksizin omuzlar üzerinde çabukça taşınmalıdır. Çocuk olan bir cenazenin de, el üstünde götürülmesi, hayvan üzerine yükletilmesinden daha iyidir. Çocuk cenazesini tek bir kişinin yaya veya binitli olarak eli üzerinde götürmesinde bir sakınca yoktur.
591- Cenazeyi takip edenler, cenazenin arkasından yürümelidir. Faziletli olan budur. Bununla beraber önünden yürümekte de kerahet yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek, binitli olarak takip etmekden daha faziletlidir. Binitli olan, cemaata eziyet vermemek için arkadan yürür. Çok ilerden de yürüyebilir.
592- Cenazeyi takip edenler, hayatın sonunu düşünmeli, tevazu içinde bulunmalıdırlar. Uygun olan budur. Bunların gülüp konuşmaları, dünya laflarına dalmaları doğru olmaz. Öyle ki, zikir etmek veya Kur'an okumakla sesi yükseltmek bile tahrimen mekruhtur.
593- Cenazeleri buhur kokuları, gürültü ve iniltilerle takip (teşyi) etmek mekruhtur. Cenazeyi takip edenler, bu gibi şeyleri engellemelidirler. Ancak bunu yapamazlarsa geri de dönmezler.
(Hanbelilere göre, cenaze ile beraber hoş olmayan bir şey bulunur da, takip eden kimse bunu engellemekten aciz kalırsa, böyle bir cenazeyi takip etmesi haram olur. Çünkü bunda, günahı kabullenme vardır.)
594- Cenaze için göz yaşları dökerek ağlamakta ve kalben üzülerek kederlenmekte bir sakınca yoktur. Yeter ki, yersiz sözler söylenmesin. Cenaze için yüksek sesle ağlamak, yaka yırtmak, yüz tırmalamak, saç yolmak, dizlere vurmak gibi şeyler haramdır. Allah'ın takdirinde isyandır.
Bir ölü, aile ve akrabasının ağlamalarından dolayı kabrinde azab çekmez. Fakat onlara vasiyet etmişse çeker.
595- Cenazeyi takip edenler, onun namazı kılınmadan geri dönmemelidirler. Dönmek ihtiyacı olursa, cenaze sahibinin izni alınmalıdır. İyi hareket budur.
Hele cenazeyi takip eden müslümanlardan bir kısmı cenaze namazını kılarken, diğer bir kısmının seyirci kalması kadar acınacak ve garibsenecek bir davranış olamaz.
596- Cenaze için ayağa kalkmak, başka milletlere kendini benzetmek hükmünde olduğundan mekruhtur, yasaktır. Bir engel yoksa, ayağa kalkıp cenazeyi takip etmelidir. Kabirlerine götürülen cenazelere el kaldırıp selam vermek de hiç bir esasa bağlı değildir.
597- Kadınların cenazeleri takip etmeleri tahrimen mekruhtur. Bundan dolayı sevaba değil, günaha girmiş olurlar.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Cenazelerin Kabirlerine Konulması

598- Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince, bir engel olmadığı zaman cemaat oturur. Bundan önce oturmaları mekruh olduğu gibi, bundan sonra ayakta durmaları da mekruhtur.
599- Kabrin bir insan boyu kadar derin ve yarım boy kadar enli olması güzeldir. Yarım boy mikdarı derin olması da yeterlidir. Kabirlerde faziletli olan lâhiddir. Şöyle ki: Toprağı sert olan bir kabrin içinde kıble tarafı oyulur. Ölü buraya konulur. Önüne de tahta, kamış veya kerpiç benzeri şeyler konur. Bu durumda toprak, tam ölünün üzerinde değil, bu şeyler üzerine atılmış olur. Bu ölüye karşı bir saygıdır.
Fakat kabrin yeri yumuşak veya ıslak olup da, lâhit kazılması mümkün olmazsa, dere gibi çukur kazılır. Buna "Şakk = Yarma" denilir. Gerek duyulursa, iki tarafı kerpiç ve tuğla gibi bir şeyle örülür. Sonra ölü bunların arasına konulur. Üzerine de, ölüye dokunmayacak şekilde kerpiç veya tahtalar ile tavanımsı bir örtü yapılır.
600- Kabrin dibi ıslak ve yumuşak olduğu zaman cenaze tabut ile gömülebilir. Öyle ki, bu durumda tabutun taştan veya demirden yapılmış olması caizdir. Fakat böyle bir hal olmayınca, tabut ile gömmek mekruhtur. Bazı fıkıh alimlerine göre, kadınların tabut ile gömülmeleri, toprak yumuşak olmasa bile, güzeldir. Dibi ıslak olan bir kabrin içine toprak döşenmesi sünnettir.
601- Cenaze, kıble tarafından kabre konur. Sağ tarafı üzerine kıbleye döndürülür. Bağı varsa çözülür. Sırt üstü yatırılmaz. Cenazeyi kabre koyanlar, "Bismillahi ve âlâ milleti Resûlillâh" ("Yüce Allah'ın ismi ile Resûlullah'ın milleti (dini) üzerine seni gömüyoruz." demektir.) derler.
Cenazeyi kabre koyacak olan kimselerin sayısı, ihtiyaca göre değişir. Kadınları kabre koyacak olanların, neseb yönünden ona mahrem olmaları daha iyidir. Bunlar bulunmazsa, yabancılardan iyi halleri bilinen kimseler seçilir. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üzerine bir perde çekilir.
602- Bir kimse: "falan zat beni yıkasın, namazımı kıldırsın veya kabre koysun," diye vasiyet ederse onu yerine getirmek gerekmez. Ancak veli olanlar buna rıza gösterirlerse, vasiyet yerine getirilir.
603- Cenazeyi taşımak veya kabri kazdırmak için ücretle adam tutmak caizdir.
604- Bir mezarlıkta, bir kimsenin hazırlamış olduğu bir mezara başka bir ölü gömülecek olsa, bakılır: Eğer mezarlık geniş ise, bunu yapmak mekruhtur. Geniş değilse caizdir; ancak kazı masraflarını ödemek gerekir.
605- Bir kimsenin kendisi için mezar kazıp hazırlaması, bir görüşe göre mekruhtur; çünkü hiç kimse kendisinin nerede öleceğini bilemez. Fakat kefen hazırlamakta kerehat yoktur. Çünkü buna ihtiyaç genellikle bulunmaktadır.
Hazret-i Ebu Bekir efendimiz (Radıyallahu Anh), kendisine bir mezar kazıp hazırlayan bir adama şöyle buyurmuştur: "Kendin için kabir hazırlama, kendini kabir için hazırla."
606- Bir müslüman kabrinde gömüldükten sonra orada, bir deve boğazlanıp paylaşılacak kadar bir zaman bekleyip Kur'ân okumak güzel görülmüştür. Çok kez "Mülk, Vakıa, İhlâs ve Muavvizeteyn sûreleri, sonra Fatiha ile Bakara sûresinin başı okunur. Sevabı da, cenazenin ve diğer iman sahihlerinin ruhlarına bağışlanır. Ölünün bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir. Cenaze toprağa gömülür gömülmez din kardeşlerinin hemen oradan dağılmaları uygun değildir. Cenazenin ruhu, onların bulunuşu ile alışkanlık kazanır, yöneltilecek sorulara hazırlanmış olur ve Yüce Allah'ın mağfiretini gözetlemiş bulunur.
Resulü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir cenaze gömüldükten sonra hemen geri dönmezdi. Bir müddet mezarı başında durur ve cemaata karşı şöyle buyururdu: "Kardeşiniz için Yüce Allah'dan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet ihsan buyurmasını dileyiniz. O, şimdi sual görecektir."
607- Mükellef çağına girip de gömülen bir müslümanın mezarı başında "Telkîn" verilmesi meşru görülmüştür. Şöyle ki: Mezara gömüldükten hemen sonra, iyi hal sahibi bir kimse kalkıp ölünün yüzüne karşı durur. Ona hitaben: Ya falan; Yebne fülane! (Ya Osman! Ya Zeyneb'in oğlu, gibi) diye üç kez seslenir. Ölünün ve anasının adlarını bilmezse: Yâ Abdellah; Yebne Havva! denilir. Sonra da şöyle ("Ya Abdellah! Yebne Zeyneb; Üzkür ma künte aleyhi min şehadeti en lâ ilahe illallah ve enne Muhammeden Resûlüllah ve enne'l-cennete hakkun vennare hakkun ve ennelba'se hakkun ve ennessaete atiyyetün lâ reybe fîha ve ennellahe yebasü men fil kubûr. Ve enneke rezîta billahi Rabben ve bil-İslâmı dinen ve bi-Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) nebiyye'en ve bilkur'ani imamen ve bilkâbeti kıbleten ve bilmü'minine ihvana. Rabbiyellahu lâ ilâhe illâ hü. Aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbü'l-Arşi'l-azîm."
Anlamı: "Ey Abdullah! Ey Zeyneb oğlu! Hayatında inandığın ve devam ettiğin şekilde: "Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve enne Muhammeden Resûlüllah" şehadet kelimesini söyle. Şübhesiz cennet hakdır (mevcuttur). Cehennem hakdır, öldükten sonra dirilmek hakdır, kıyamet haktır; bunda şübhe yoktur. Yüce Allah kabirlerde olanları diriltip mahşer yerinde toplayacaktır. Sen hatırla ki, Allah'ın Rab olduğuna, dinin İslâm oluşuna, Muhammed Aleyhissalatü vesselamın peygamber olduğuna, Kur'ân'ın imam, Kabe'nin kıble ve mü'minlerin kardeş olduğuna razı bulunmuş idin.)
söylenir.
Üç kez de şöyle denilmesi ("Ya abdellah! Kul lâ ilâhe illallah. Kul Rabbiyellahu ve diniyel-İslâmü ve nebiyyi Muhammedün. Aleyhi's salâtü vesselam. Rabbi, lâ tezerhü ferden ve ente hayrül-varisin."
Anlamı: "Ey Abdullah; De ki: Allah' dan başka ilâh yoktur. De ki, Rabbim Allah'dır. Dinim İslâm'dır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm'dır. Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın.")
âdet olmuştur:
Umulur ki, bu gibi okuyuşlar ve telkinler sebebiyle Yüce Allah ölüyü bağışlar ve kabir sualinin cevabını kolaylaştırır.
Hanefi fıkıh alimlerinin bir görüşüne göre, gömüldükten sonra telkîn yapılması ne emredilir, ne de yasaklanır.
(Malikîlere göre, telkîn ölüm döşeğinde mendubdur. Gömüldükten sonra yapılması mekruhtur. Şafiîlerle Hanbelîlere göre telkîn yapılması müstahabdır.)
608- Bir müslüman kıldığı namazın, tuttuğu orucun, okuduğu Kur'ân'ın, verdiği sadakanın sevabını, ister hayatta olsun ve ister olmasın, bir müslümana veya bütün müslümanlara hediye edebilir; bu caizdir. Bu sevab onlara verilir ve her birinin aynı sevaba kavuşacağı Allah'ın ihsanından beklenir.
609- Kabirden çıkan toprağın fazlasını kabrin üzerine atmak mekruhtur fakat İmam Muhammed'e göre bunda bir sakınca yoktur. Definde bulunanların kabir üzerine üçer avuç toprak atmaları ilk defasında: "Minha halaknaküm (sizi topraktan yarattık)", ikincisinde: = "Ve minha nuîdüküm (sizi toprağa çevireceğiz)", üçüncüsü: = "Ve minha nuhricüküm tareten uhrâ (diğer bir defa daha sizi topraktan diriltip çıkaracağız)", demeleri müstahabdır.
Kabir üzerine su serpmekte de bir sakınca yoktur.
Kabirler topraktan birer karış veya daha az yükseltilir. Deve hörgücü gibi yapılması mendubdur. Düz bir şekilde yapılmaz ve kireçlenmez. Fakat dağılan bir kabir toprak ile düzeltilebilir.
610- Cenazelerin gündüzün gömülmesi müstehabdır. Geceleyin gömülmeleri de mekruh değildir. Ancak zorunlu bir hal olmadıkça geceleyin gömülmemelidir.
611- Gemide ölen bir kimse, eğer uzaklık veya herhangi bir sebeble karaya çıkarılamayacaksa ve beklemesi ile bozulacağından korkuluyorsa, yıkanır ve kefenlenir. Sonra üzerine namaz kılınarak sağ tarafı üzerine kıbleye karşı denize bırakılır.
(İmam Ahmed'den nakledildiğine göre, böyle bir ölüye ağır bir şey de bağlanır ki, denizin dibine gidebilsin. İmam Şafiî Hazretlerinin açıklamasına göre de, eğer İslâm ülkesine yakın ise, ölü iki tahta arasına sıkıca bağlanıp denize atılmalıdır ki, sular onu bir sahile atsın da müslümanlar tarafından alınarak gömülsün. Bize de böyle nakledilmiştir.)
612- Ölmüş veya öldürülmüş olan kimseyi, bulunduğu yerin mezarlıklarından birine gömmek müstahabdır. Gömülmeden önce, bir ve iki mil uzaklıkta bulunan başka bir mezarlığa götürülmesinde de bir sakınca yoktur. Daha uzak yere götürülmesi konusunda ihtilâf vardır. Bir görüşe göre, sefer müddetinden daha uzak bir yere gömülebilir. Bunda kerahet yoktur. Fakat gömüldükten sonra artık çıkartılıp taşınamaz; ancak başkasının yerine gömülmüş olmak gibi zaruri sebeblerle olabilir.
(Malikîlere göre bir ölü gömülmeden önce de, sonra da başka bir yere, şu şartlarla götürülebilir: Ölü taşınırken durumu bozulmamalı, hürmette aykırı ve haraketi mucib bir hal olmamalı. Ayrıca naklini gerektiren sebeb olmalı. Su baskını korkusu, ailenin ziyeret edebilmesi için yakın olma düşüncesi ve gideceği yerin bereketi gibi bir sebeb bulunması... Bu üç şarttan hiç biri bulunmazsa, taşınması haram olur.
Hanbelîlere göre de, sahih bir maksada dayanarak cenazelerin gömülmelerinden önce de, sonra da başka yere taşınmaları caizdir. İyi bir kimsenin yanına veya mübarek bir yere taşınması gibi... Yeter ki, kokusunun değişmeyeceği kanaatına varılmış olsun.
Şafiîlere göre, cenazeleri başka yerlere taşımak esasen haramdır. Eğer ölülerini kendi beldelerinden başka bir yere gömmeyi âdet edinmişlerse, oraya taşıyabilirler. Bir de Mekke-i Mükerreme'ye, Medine-i Münevvere'ye Beytü'l-Makdis'e ve iyi kimselerin mezarlığına yakın bir yerde ölenlerin, rayihaları değişmedikçe buralara taşınmaları sünnettir. Bununla beraber bunların taşınmadan önce yıkanıp kefenlenmesi ve üzerlerine namaz kılınmış olması gereklidir. Değilse taşınmaları haramdır. Gömüldükten sonra taşınmaya gelince, bu ancak zaruret halinde olabilir. Haksız yere ele geçirilmiş bir araziye ölüyü gömmek gibi. Sahibinin isteği üzerine oradan başka bir yere götürülmesi caiz olur.
İmam Maverdî'nin açıklamasına göre, yıkanmadan gömülmüş olmak, gömülen yeri su basmak ve rutubet çekmek de, kabrin açılmasını ve ölünün başka bir yere taşınmasını gerekli kılan sebeblerdendir.
613- Ölünün velisi, ölünün gömülmesinden bir gün sonra yedinci güne kadar kolayına gelen şeyi fakirlere sadaka vererek sevabını ölüye bağışlamalıdır. Bu, bir sünnettir. Buna gücü yetmezse, iki rekat namaz kılarak sevabını ölüye bağışlamalıdır. Fakat ölü sahiblerinin birinci ve üçüncü günlerde veya bir hafta sonra ziyafet vermeleri mekruhtur. Ancak ölünün komşularının veya uzak akrabasının yemek hazırlayarak ölü sahiblerine ikram etmeleri ve yemelerine ısrarda bulunmaları müstehabdır. Çünkü cenaze sahibleri kendileri için yemek hazırlayamayacak bir halde bulunabilirler.
614- Ölü sahiblerinin, yapılacak taziyeleri kabul için, üç gün kadar evlerinde oturmaları caizdir. Bununla beraber oturulmaması da iyidir. Cenazenin gömülmesinden sonra, en son üç güne kadar bir defa olmak üzere taziye yapılması müstahabdır. Eğer taziye edilecek kimse ortada yoksa veya uzakta bulunuyorsa, o zaman üç günden sonra da taziye yapılabilir.
Taziyelerin kabristanda veya ölünün kapısı önünde yapılması bidat ve mekruh görülmektedir. Taziyenin tekrarı da mekruhtur. Böyle bir musibete uğrayana: "Allahü Teâlâ size güzel sabır ve bol mükâfat ihsan buyursun," gibi sözlerle taziye edilir, teselli verilir. Musibete uğrayan kimse de: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun = Biz Allah'dan geldik ve Allah'a döneceğiz," diye Allah'a teslimiyet göstermelidir.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Kabir ve Makbereler

615- Kabirleri ve kabristanları (mezarlıkları) güzel korumak, temiz tutmak ve ağaçlarla süslemek, hayatta olanlar için bir görevdir. Kabirleri çiğneyip üzerlerinden geçmek mekruhtur. Böyle bir davranış ölü hakkında bir saygısızlıktır. Onların haklarını çiğnemek gibidir. Onun için böyle yapmaktan mümkün olduğu kadar sakınmalıdır. Fakat mezarlığa ait başka bir yol bulunmayınca, Kur'ân okumak, tesbihde bulunmak ve dua etmek şartı ile, kabirlerin aralarından ve üzerlerinden gitmek ve kabirlerin kenarlarına oturmakta kerahet bulunmadığını söyleyenler vardır.
616- Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun ve ne kadar ihtiyaç dışı bulunursa bulunsun, yine kabristan olarak korunması gerekir. Böyle bir kabristanı satmak veya üzerinde herhangi bir tesis kurmak, içinde bulunan ölü kemiklerini ve topraklarını başka bir mezarlığa götürmek caiz görülmemektedir. Ölülerin hakları, dirilerin hakları kadar, belki ondan daha fazla saklıdır. Bu hakları gözetmek insaniyet için yapılması gereken bir görevdir. Geçmişlerinin haklarını gözetmeyen bir nesil, kendi evlâd ve torunlarından ne yüzle korunma hakkı bekleyebilir?
617- Su basmakta olan veya yabancı bir millet elinde kalan bir mezarlığı başka bir yere taşımak caiz görülmüştür. Böyle bir mezarlığı mümkün olduğu kadar korumaya çalışmalıdır.
618- Bir cenaze kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra artık kabir açılmaz, kabrinden çıkarılmaz. Bu caiz değildir. Artık Yüce Allah'a teslim edilmiş ve cemaatın ellerinden çıkmış olur. Ancak bir mecburiyet hali bulunursa olabilir. Şöyle ki: Bir cenaze haksızlıkla ele geçirilmiş (gasbedilmiş) bir yere gömülse veya başkasına ait elbiselerle kefenlenerek gömülse veya satın alınıp gömüldüğü yere şuf'a (komşuluk) yolu ile bir kimse sahib çıksa, cenazenin çıkarılması caiz olur. Çıkarıldığı takdirde, yer sahibi kabri düzelterek üzerine dilediği şeyi ekebilir. Elbise sahibi de, elbisenin kıymetini almakla yetinir.
Yine, cemaattan birinin bir eşyası kabre düşmüş olsa, ölüye dokunmaksızın kabrinin toprakları açılarak o eşya çıkarılır, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü o malın bir değeri vardır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, malları yok etmekten insanları yasaklamıştır. Bir malın boş yere mezarda kalması, değeri olan bir malı yok etmekten başka bir şey değildir. İşte bu esasa ve hikmete dayanarak kabirlerin süslenmesi, kabirlerde mum ve kandil yakılması da uygun görülmeyip israf sayılmaktadır. Ancak çevresindeki bir yolu aydınlatmak için mezarlıkta lâmba yakılabilir.
İşte İslâm dininin mala verdiği kıymet! İşte her davranışın bir şuura ve bir yarara dayanmasını isteyen bu İlâhi dindeki büyük hikmet!...
619- Kabirlerin yanında uyumak, çevrelerini kirletmek, yaş ağaçlarını ve otlarını kesip koparmak mekruhtur. Mezarlıktaki ağaçlar ve otlar yaş bulundukça bir nevi hayat sahibidirler. Bunlar yaratılış halleri ile Yüce Allah'ı tesbih ederler. Bu sebeble orada yatmış bulunan iman sahiblerinin Allah'ın rahmetine kavuşacakları umulur.
Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz bir kabristanda bulunan iki mezar sahibinin azab çekmekte olduklarını anlamışlar. Mübarek ellerine aldıkları yapraksız bir yaş hurma dalını ikiye bölüp bir kısmını bir kabrin ve diğerini de öbür kabrin başına dikmiş ve: "Umulur ki, bunlar kuruyuncaya kadar, bu kabir sahiblerinin çekmekte oldukları azab hafifleyecek," buyurmuşlardır. Bunun içindir ki, bazı yerlerde kabirlerin üzerlerine Mersin ağaç dallarını koymak âdet olmuştur. Fakat bu hususta asıl olan, yaş ağaçların dikilmesidir. İmam Buharî'nin hadis kitabını açıklayan merhum Aynî dediği gibi, "Kabirlerin üzerine sadece yaş dalları, güzel kokulu çiçekleri ve yeşillikleri koymak bir şey değildir. Sünnet olan ağaç dikmektir." Ağaçların sağlık bakımından da yararları bilinmektedir.
Gerçekte kabirlerin üzerine birkaç parça gül, reyhan gibi yaş çiçekler de konulabilir. Fakat bu hususta israf edilmesi, boşuna solup gidecek geçici çiçeklere birçok paralar harcanması uygun görülmez. Hele başka milletleri taklit sebebi ile olursa, bu asla caiz olmaz.
620- Kabirleri haftada bir gün, özellikle cuma ve cumartesi günleri, ziyaret etmek erkekler için mendubdur. Salih kimselerin kabirleri teberrük için ziyaret edilir. Uzak bir yerde bulunmuş olsalar dahi, bu yolculuğa katlanmak mendubdur.
Yaşlı kadınlar da ibret almak için, teberrükte bulunmak için mezarları ziyaret edebilirler, bunda bir sakınca yoktur. Bir fitne korkusu halinde ziyaretleri doğru olmaz.
Ziyaretçi, ayakta kıbleye doğru veya ölünün yüzüne karşı durarak dua etmeli ve şöyle demelidir.
"Esselâmü aleyküm, ey mü'minler yurdunun sakinleri! Bizler de inşaallah sizlere kavuşacağız. Yüce Allah'dan bizim ve sizin için afiyet (her türlü kederden selâmet) dilerim."
Peygamber Efendimiz (Medine'deki) Baki mezarlığını ziyaret ederken böyle selâm verirlerdi.
621- Kur'ân okuyacak kimsenin, kabir kenarında oturmasında, tercih edilen görüşe göre, kerahet yoktur. Oturup "Yasin" sûresini okumak da çok sevabdır. Bu yüzden Allahü Teâlâ'nın ölülerimize kolaylık vereceği, okuyana da, ölüler sayısınca sevab yazılacağı İmam Ali'den ve Hazret-i Enes'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet olunmuştur.
622- Kabirleri üzerine oda veya kubbe gibi şeylerin yapılması ve yazı yazılması, İmam Ebû Yusuf'a göre tahrimen mekruhtur. Bütün müslümanların yararına olarak vakfedilmiş veya ölülerin gömülmesi için bırakılmış olup kimsenin mülkiyetinde bulunmayan bir mezarlıkta ise, mezarlar üzerine bina yaparak başkalarının faydalanmasını engellemek haramdır.
Bununla beraber alimlerden, iyi kimselerden ve yüksek mevki sahiblerinden olan zatların kabirleri kaybolmasın diye, yanlarına taş konmasında ve isimlerinin yazılmasında bir sakınca yoktur. Diğer ölülerin de eserleri kaybolmamak ve zillet halinden korunmak için başları ucuna birer taş dikilip isimlerinin yazılmasında bir sakınca görmeyenler vardır. Hiç bir zaman bu taşlara ayeti kerime yazılmamalıdır. Çünkü zamanla taşların kırılıp dökülmesi mümkündür.
(Malikîlere göre, kabir üzerine Kur'ân yazılması haramdır. Ölünün adı ile ölüm tarihinin yazılması mekruhtur. Şafiîlere göre, bunlara, ne türlü olursa, olsun, yazı yazmak mekruhtur. Ancak bir alimin veya salih bir kimsenin adını ve kendini tanıtacak bir vasfını yazmak mendubdur. Hanbelilere göre, herhangi bir ayırım olmaksızın yazı yazmak mekruhtur.)
623- Bir kimseyi, öldüğü ev içindeki bir yere gömmek mekruhtur. Çünkü böyle bir işlem ancak Peygamberlere özel olan bir iştir. Yer altında mahzenler yapıp ölüleri oralara tabutlarla koymak, birçok sakınca sebebiyle mekruh görülmüştür. Bu yerlere "Füseka" denilir.
624- Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça, onun kabri açılarak yerine başkası gömülemez. Fakat başka bir yer bulunamayınca, ölünün kemikleri toplanır ve oraya gömülecek olanla kendi arasında topraktan veya kerpiçten bir engel konur.
625- Bir ölü yanlışlıkla kıbleye aykırı bir şekilde gömülmüş olsa, bundan dolayı kabri açılmaz. Çünkü cenazenin sağ tarafına yatıralarak kıbleye doğru bulundurulması bir sünnettir. Buna riayet edilmediğinden dolayı kabri açmak uygun olmaz.
626- Bir zaruret bulunmadıkça, birkaç cenazeyi bir mezara koymak caiz değildir. Zaruret halinde ise konulur. Aralarına da bir engel (perde) olsun diye toprak doldurulur. Uhud şehidleri böyle gömülmüşlerdir.
Cabir İbni Abdullah (Radıyallahu Anhüma) demiştir: "Uhud savaşında ilk şehid olan zat, benim babam idi. Onu, diğer bir şehidle (Amr İbnu'l Cümuh ile) beraber bir kabirde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, sanki kabre koyduğum gündeki gibi taptaze bir halde buldum ve onu çıkarıp başka bir kabire yalnızca gömdüm."
627- İslâm yurdunda bulanan gayri müslimlerin mezarlarına da tecavüz edilemez. Çünkü onlara hayatlarında eziyet verilmesi haram olduğu gibi öldükten sonra da kabirlerine tecevüz etmek, kemiklerini kırmak ve yerlerini dümdüz etmek haramdır. Onlarla bir sözleşme yapılmıştır, bu sözleşmeye her halde riayet etmek gerekir. Fakat yeni fethedilen bir yerde, ihtiyaç görülürse, müslüman olmayanların kabirlerini açmak ve kemiklerini kaldırıp yerlerini başka bir hizmete ayırmakta bir sakınca yoktur.

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: NAMAZ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

Şehidler ve Onlara Ait Hükümler

628- Şehidlik büyük bir derecedir. Allah yolunda canını veren bir müslümana "Şehîd" denir, çoğulu Şüheda'dır.

Böyle bir adama şehîd denilmesi, ya cennete gireceğine şahidlik yapıldığı veya ölümü anında birtakım rahmet meleklerinin hazır bulunduğu veya kendisi Yüce Allah'ın manevî huzurunda hazır olarak rızıklanacağı içindir.

Şehîd kelimesi, Şahid sözüne denk olup hazır manasını taşır. Şehîdler üç kısma ayrılırlar:
1) Hem dünya, hem de âhiret bakımından şehid olanlar. Bunlar birer hükmî şehiddirler.
2) Yalnız dünya bakımından şehid olanlar. Bunlar da birer hükmî şehiddirler.
3) Yalnız âhiret bakımından şehid olanlar. Bunlar da birer hakîkî ve uhrevî şehiddirler. Böylece şehidler üç kısımdır.

1) Mükellef ve taharet üzere bulunduğu halde, kendisine haksız yere yapıldığı bilinen bir tecavüzle öldürülmüş olan ve bundan dolayı da varislerine diyet olarak bir mal verilmesi gerekmeyen herhangi bir müslümandır. Gayrimüslimlerle veya yol kesicilerle yapılan çatışma sonunda öldürülüp cünüb bir halde bulunmamış olan akıl sahibi ve büluğ çağına ermiş bir müslüman, böyle bir şehiddir.
2) Savaş meydanında gözünden kan gelmiş olmak gibi, üzerinde öldürülme alâmeti olduğu halde ölü bulunan bir müslüman da böyle bir şehiddir.
Yine, malını, canını, ırzını ve diğer müslümanları veya müslümanların koruması altında bulunan gayrimüslimleri korurken kılıç ve kama gibi parçalayıcı bir silâhla haksız yere derhal öldürülmüş bulunan mükellef ve tahir bir müslüman da böyledir.
Bu gibi şehidler birer kâmil şehiddir. Hem dünya, hem de âhiret bakımından şehiddirler. Bunlardan her birine "Hükmi Şehid" denir. Bu gibi şehidlerin hükmü, yıkanmaksızın, yalnız namazları kılınıp elbiseleri ile gömülmektir.
Bu muhterem şehidlerin Allah katında dereceleri pek yüksektir. Hak yolunda şehid olanlar, sonsuz bir hayata sahibdirler. Bunlar sonsuz bir âlemde daima rızıklandırılacaklardır. Bunların bu özellikle ve seçkinliklerinden dolayıdır ki, ayrıca yıkanmaları gerekmemekte ve kanlı elbiseleri kendileri için bir seçkinlik nişanı bulunmaktadır. O kan bir ibadet eseridir, giderilemez. Ancak kendilerine dışardan bir pislik değmişse, o giderilir. Bir de kefen olmaya elverişli bulunmayan kürk, palto, ayakkabı ve kalpak gibi kaba şeyler üzerinden alınır. Zırh ve silâhları da çıkarılır. Geri kalan elbiseler sünnet mikdarından fazla ise, azaltılır. Elbiseleri noksan ise sünnet miktarına çıkarılır.
Bu, İmam Azam'a göredir. İki İmama göre, bu şekilde öldürülmüş olan bir müslüman, henüz mükellef ve tahir bulunmamış olsa da, yine ona aynı işlem yapılır. Savaş halinde öldürülen büluğ çağına ermemiş müslüman bir çocuk veya cünüb bulunmuş olan bir İslâm askeri gibi...
(Üç İmama göre, böyle bir hükmî şehid yıkanmayacağı gibi, üzerine namaz da kılınmaz. Uygun görülen elbiseleri ile gömülmesi gerekir.)
2) Kalbinde nifak bulunduğu halde görünüşte müslüman sanılan ve savaşta müslümanların safında bulunurken düşman tarafından öldürülen bir şahıstır. Bu da bir "hükmî şehid" dir. Buna da dünya ahkâmı itibariyle şehid denir. Bunun da görüş hali esas alınarak yıkanmaz, üzerine namaz kılınıp elbisesi ile gömülür.
(Şafiîlere göre ganimet için veya gösteriş için savaşan veya ganimet mallarından çalan bir müslüman da, savaş esnasında öldürülürse, yalnız dünya şehidi sayılır. Aynı zamanda Allah'ın tevhid kelimesini yüceltmek için savaşsa da hüküm aynıdır. Bunun hakkında da görünüş haline bakılarak şehid işlemi yapılır.)
3) Kâmil şehidde aranılan şartların bazılarını toplamayarak ölümü, yalnız âhiret ahkâmı itibariyle şehid sayılan bir müslümandır.
Örnek: Hata yolu ile öldürülüp varislerine diyet adı altında bir mal verilmesi gereken bir müslüman, âhirette sevaba kavuşma yönünden şehid sayılırsa, da dünya ahkâmı bakımından şehid sayılmaz. Bunun için diğer ölüler gibi yıkanır, kefene konur ve namazı kılındıktan sonra gömülür.
Yine, gayri müslimlerle veya yol kesici şakilerle savaşırken yaralanıp savaş bittikten sonra bir tarafa çekilerek biraz yeyip içtikten, konuştuktan, uyuduktan, ilâç kullandıktan veya aklı başında olarak üzerinden bir namaz vakti geçtikten sonra vefat eden bir müslüman da, bu hükme girer. Bu şekilde ölen bir mü'mine "Mürtes" denir.
Suda boğulan, ateşte yanan, enkaz altında kalan, veba, taun, ishal, sıtma, zatülcenb hastalıklarından biri veya akreb sokması ile ölen; nifas halinde veya gurbet elinde veya ilim yolunda veya cuma gecesinde ölen bir müslüman da aynı hükümdedir.
Sevabını Allah'dan bekleyen bir müezzinin ve doğru alışveriş yapan müslüman bir tüccarın, ailesinin geçimini kazanmak için hak üzere bir çalışma sonunda ölmesi de bu tür şehidlerdendir.
Bütün bunlara, âhiret ahkâmı bakımından "Şehid" denir. Bu yönden herbirine "Hakikî Şehid" denilmektedir. Bunlar din görevlerine bağlı kimseler ise âhiret ahkâmı bakımından birer şehiddirler. Fakat dünya ahkâmı bakımından şehid sayılmazlar. Bunun için diğer ölüler gibi yıkanırlar, kefenlenirler. Namazları kılındıktan sonra da mezarlarına diğer müslümanlar gibi gömülürler.
Evinde veya başka bir yerde öldürülmüş bir halde bulunan bir müslüman hakkında da böyle işlem yapılır. Çünkü onun zulmen öldürülmüş olduğu kesinlikle bilinemez.
Sonuç: Şehidlik büyük bir nimettir. İnsanın iyi hal üzere yaşayıp şehid olarak ölmesi, onun hakkında pek büyük bir saadettir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Şehidliğe ermesini Yüce Allah'dan ihlâsla dileyen kimseyi, Yüce Allah şehidler derecesine eriştirir; isterse döşeğinde ölsün..."
Bütün bunlar ihlâsın ve güzel niyetin yüksek derecelere ulaşma sevgisinin bir mükâfatıdır.
Allahû Teâlâ Hazretleri, hepimizi, din görevlerini gereği üzere yerine getirmeye muvaffak kılsın, güzel niyetlere sahib olan ve şehidlerden sayılan iyi kulları arasına katsın amîn. . .
"Sonuç müttakilere ve hamd Âlemlerin Rabbına mahsustur."
"Her kim sıdk ile Allah'dan şehid olmayı dilerse yatağında ölse dahi Allah onu şehidlerin durağına eriştirir."

Kaynak: Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhî Bilmen
Resim
Cevapla

“►Fıkıh ~ İlmihal ~ Hukuk ~ Akaid◄” sayfasına dön