KADİR GECESİ

Dinimizde mübarek gün ve geceler hakkında bilgiler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

KADİR GECESİ

Mesaj gönderen Gariban »

Resim

KADİR GECESİ-I

Şeyh Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin (ks)

Çevirmenin Notu:

Sevgili okuyucular, Bawa (ks)’nin bu yazısı Ramazan Orucu adlı kitabın içinden Kadir gecesi ile ilgili olan bir bölümdür.
Kadir gecesinin ve orucun önem ve mânâlarına işaret etmektedir.
Bu yazı, Bawa Muhyiddin (ks)’in öğrencileri ile yaptığı ramazan sohbetlerinden bir alıntıdır. Bu sohbetler böyle her ramazan gecesi devam etmiş ve bunlar bu Ramazan Orucu kitabını meydana getirmiştir.
Halkımız için faydası olacağı umuduyla...


Selâm Sevgi ve Muhammedi Muhabbetle
Barbaros Sert

Orijinal Kitap İsmi: Fast of Ramadan : Ramazan Orucu
Çeviri tarihi : 20 Subat 2008

14. BÖLÜM

KADİR GECESİ

7 Ağustos 1980
Resûlullah (sav), 27 gün Hira dağında kaldı ve 27.günün sonunda bu bolüm, bu Leyletül Kadr denilen Nur indi.
Dış dünya bunu bugün kutlamaktadır fakat, hakikatte bunu her bireyin iç kalbi kutlamalıdır.
Tıpkı Resûlullah (sav)’in Nuru aldığı gibi, BİZ de sevinçle Kur’ânı iç kalblerimize almalıyız.

Sadece bu Nur iç kalblerimize girdiği zaman, ALLAH’ın sınırsız üç dünya servetini alabiliriz.
Bu serveti içimizde doğdurmalıyız. Bu iman-islam’dır. İslam saflıktır.
Bu Nur tamamlandığı zaman bu İslam’dır.

KADİR GECESİ

As selâmu aleyküm ve rahmatullahi ve berekatühu külluhu.
ALLAH’ın tüm selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun!

Bütün hamd ve sena ALLAH’a dır.
Bizlere rahmet ve hayr ihsan etsin.
Hamd ve sena etmek hak sahibi olarak O’na, sadece O’na aittir.
O’nun bu namutenahi rahmeti ve kıyaslanamaz sevgisini hayr olarak bizlere bağışlasın ve böylece bize rahmet etsin. Âmin!
ALLAH’ın bütün selâm, bereket ve inayeti üzerinize olsun!
Ramazan ayında üzerine odaklanarak, niyetle, imanla,
ve güvenle, ALLAH’ın adı ile ve büyük bir istikrar ile oruç tutmuş bütün çoçuklara,
Bu ramazan orucunu iç kalblerinde tutmuş olanlara,
Onu vücudları ile ve iç kalbleri ile uygulamış olanlara,
Onu iç kalbleri ile ve niyetleriyle icra etmiş olanlara,
Oruc tutmuş olanlara,
Ve hastalık sebebiyle tutamamış olanlara,
ALLAH’ın niyetine göre hareket ettiklerinden dolayı kalbleri erimiş olanlara,
Ve şu iman sahiplerine,
ALLAH bu ramazan ayında O’nun üç âleminin servetini ihsan etsin.
Onlar yaşamlarında, canlarında ve âhirette ALLAH’ın rahmetine kavuşsunlar.
ALLAH üç âleminin servetini bize bağışlasın ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Bize hastalıksız bir hayat versin,
Elemsiz bir iç kalb versin,
Sıkıntısız ve sarsıntısız (endişesiz) huzurlu bir hayat versin,
İç sabır versin, şükür versin, tevekkül versin, ve teslimiyet versin.
Bize bu üstün bağışı, bu sabrı ihsan etsin ki bu sabır O’nun hükümranlık asa’sıdır.
Bize onun güzel niteliklerini versin ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

İç kalblerimize huzur ve itidal versin ve bu dünya da ve âhirette huzurlu sükun bir yaşam versin ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Hayatlarımızı uzatsın, yasadığımız günleri saflaştırsın, iç kalblerimizi nur saçan kalbler yapsın,
ve imanımızı güçlendirsin, ve bize ALLAHU TE ‘ALA ya ruh RUH’a ibadet etmemiz için kararlılık versin
ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Ya ALLAH.
Rabbül Âlemin!
İç kalblerimize, yüzlerimize, vücutlarımıza ve niyetlerimize irfan ve nur bağışlasın.
Yüzlerimize, kalblerimize ve vücutlarımıza göz kamaştırıcı güzellik ve nurunu tecelli ettirsin ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin.

Saflık içinde yaşayalım, saflık içinde kalalım, ve dünyadan saflık içinde ayrılalım diye bize O’nun kerim rahmetini versin.
Bu dünya da nur olarak yaşayalım, nur olarak geri dönelim, ve ALLAH’ın kürsüsünde ve rahmetinde nur olarak kaybolalım diye bize O’nun kerim rahmetini versin.

Benim değerli, gözlerimin mücevher nurları,
Bu dünyada gördüğümüz cehennemleri öldükten sonra görmeyelim diye ALLAH bize rahmetini ihsan etsin.
ALLAH bize, cehennemi huzurlu bir şekilde arkada bırakmamız ve cennette yaşamamız için, bu dünyada metanet ve saflık versin.
Âmin!.

ALLAH’in cömert rahmetinde daima mutluluk ve sükûnete erişelim.
O’nu burada görenler için,
O’nu, O’nun peygamberlerini, O’nun kâmil varlıklarını, ve O’nun Resûlunü (sav) görenler için,

İç kalblerinde onları görenler için,
Onları iç kalblerinde farkedenler için,
Ve iç kalblerinde onlarla konuşmuş olanlar için,
Denilir ki ALLAH, Tek Olan ki O El-Melik (yöneten) ve yaşamı devam ettiren,
Cehennemi onlardan uzak tutacaktır.
ALLAH bu dünya da ve âhirette cehennemi bizden uzak tutsun ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Bize O’nun servetini, yüce niteliklerini, iç sabrını, şefkatini, sabır ve O’nun hayrının (şefkat ve sevgisinin) niteliklerini ve fiillerini versin ve böyle rahmet etsin.
Âmin!. Âmin!.

Ey Âlemlerin Rabbi,
Allah’ın bütün selâm, bereketi ve ihsanları üzerinize olsun.
Elhamdulillah.


Bismillâhir-Rahmanir-Rahim

Benim değerli, gözlerimin mücevher ışıkları, şimdi niyet etmiş olduğunuz orucun amaçları hakkında konuşacağız.
Allah kendisi gelmeli ve O’nun rahmetini konuşmalı.
Tıpkı ALLAH’ın kendisinin Resûl (sav)’e gelip konuştuğu gibi, sorulara cevap vermek için, gelmek zorunda ve açıklamalar temin etmek zorunda olacaktır.
ALLAH’ın sözlerini ALLAH’ın kendisi konuşmalıdır.
Bu Ramazan ayında, bu orucun yirmi yedinci gecesinde, ALLAH, Leyletül Kadr olarak bilinen Kur’ân-ı Resûl (sav)’e gönderdi.
Şimdi, bu rahmet hakkında ALLAH kendisi konuşmalıdır.
Hepimiz ellerimizi uzatalım, bu rahmeti alalım ve anlayalım. Âmin!. Âmin!.

İlk önce biraz Âmin’e’ye bir çocuk olarak gelen Muhammed Mustafa Resûl (sav)’den konuşacağız.
Onun hikayesinin bir kısmına ve onun Âmin’e (ra) ve Abdullah’ın oğlu olarak dünyaya nasıl gönderildiğine değineceğiz.

Mekke şehrinde, Âmin’e (ra) ve Abdullah fakir ve çocuksuz olarak birlikte yaşıyorlardı. Âmin’e (ra) bu halde iken ALLAHU TE’ALA hakkında üç rüya gördü.
Bu rüyalarda ALLAH ona, “Âmin’e, bir çocuk sahibi olacaksın.
Bu çocuk üç âlemin serveti olacak.
O’nun eline üç âlemi açan anahtarları yerleştirdim.
Ben bu çocuğu ruhlar âlemindeki (evvel), âhiretteki ve bu dünya daki bütün peygamberlerden daha büyük bir NUR olarak yarattım.
Ben bunu başlangıç ve son için bir NUR olarak yarattım.
Bu Nur’u saf ruhlar (ervah) âleminde tutarak, bütün diğer nurları ve ruhları çağırdım ve onlara:
“Herkes bu NUR’a baksın! Bu NUR’u kim kabul edecek?” dedim.

Dağlar, okyanuslar, ve kıyılara bu soru sorulduğunda, Nur bütün diğer nurları yuttu, ve her biri cevap Verdi:
“Ya ALLAH, bu Nur bütün nurlarımızı yuttu. Biz bu Nur’u bizde tutamayız. O bizi yutar”
ALLAH bütün nurlara, peygamberlere, ve kâmil olanlara bir kez daha sordu, fakat bu asl olan (kendine özgü, esas olan), nur saçan, İlahî NUR bütün diğer palak nurların hepsini tesirsiz hale getirdi (onlara baskın çıktı).
ALLAH soruyu bir kez daha sorduğu zaman, toprak çıkarak:
“Ya ALLAH, bu NUR’u ben kabul edeceğim” dedi.
Sonra ALLAH, Tek olan ki O yönetir ve yaşamı devam ettirir, dedi ki:
”Ey toprak, bu NUR Ben’den çıktı (garb etti), Ben onu Benim iç kalbimden çıkardım.
O benim iç kalbimden doğdu, ortaya çıktı, ve BANA “Bismillâhir-Rahmanir-Rahim “ diyerek secde etti.
O bu ismi ve bu rahmeti söyledi.
Bu Nur diğerlerinin kavrayamadığı şeyleri anlayacak.
Simdi Kabul ettiğin Nur bu dur.”

“Ey toprak, bu Nur mükemmel şekilde saf!
Ve sen bu Nur’u Kabul edeceğim dediğinden dolayı, sana onu bir emanet olarak veriyorum.
Bu emanet olarak verilmiş olan bu saf Nur’u, Bana daha sonra geri döndürmek zorunda olacaksın.
Ben bu Nur’u senden yaratılmış olan her hayata emanet edeceğim, ve sen hem anne hem baba olmak zorunda olacaksın.
Sana Âdem ismini vereceğim.
Senden, senin toprağını ve senin nurunu–topraktaki özü alacağım ve Âdem ve Havva’yı yaratacağım.
Onların alınlarına senin Kabul ettiğin Nur’u basacağım (mühr gibi basmak).
Onların alınlarındaki bu Nur, Nuru Muhammedi olacaktır.
Beni gören rahmet bu dur.
Ben onu alnın merkezindeki marifet gözüne (kursi) yerleştireceğim.
Bu kursi ile, onlar arşı, kursiyi, İlahî kalemi, cenneti ve bozulmamış korunmuş levhayı (el-levhü’l- mahfuz) anlayabilecekler.

“Bu Nur ile 18000 âlemi, bütün cehennemleri, ve yedi cenneti anlayabilirsin.
Bu toprağın Nuru ve ziyneti olacaktır.
Senden yaratılan her insanın alnına yerleştirdiğim bu Nur olacaktır.
Bu Nur’un güzelliği insanda ALLAH’ın güzelliği olacaktır.

Bu Nur irfan olarak, iç sabır olarak, şükür olarak, rahmet olarak ve üç dünyanın (âlemin) serveti olarak orada olacaktır.
Bu Nuru sen alacaksın; sen bunu kabul ederdim dedin.
Bununla birlikte, eğer en sonunda, bu emanet edilen hazineyi
Bana mutlak saflığı ile geri döndüremezsen, kendi yıkıntına sebep olmuş olacaksın.
Ey Âdem, onu sana veriyorum şimdi.”

Bu Nur’dan doğru, ALLAH toprağa, ateşe, suya ve havaya kelimeyi (Lâ ilâhe İllâ Allah) teyid ettirdi.
Ve bunu yaptıktan sonra, Âdem (as)’ı topraktan yarattı ve bu Nur’u onun alnına bastı.
Bu kursidir, alınlarımızdaki marifet gözüdür ki o iç kalbi, yüzü ve alnı nur saçan bir halde tutar.
ALLAH Âdem (as)’ı ve Nur’u yarattıktan sonra, bizi, insanlık ailesini yarattı.
O aileyi genişletti, ve aile çoğaldığı sırada, Âmin’e (ra)’nın Muhammed (sav)’e (Bu Nur) son suretinde (şeklinde) doğum yapmasına karar Verdi.
ALLAH, Âdem (as)’ın çocukları için, son peygamber olarak Muhammed (as) ile birlikte 124000 peygamber yarattı.
ALLAH Muhammed (sav)’ı O’nun kurallarına (ilkeler, hükümler v.b.) şahit tuttu.
Sonra O Âmin’e (ra)’ye bu kuralları gösterdi ve dedi ki:
“Âmin’e, sana bu çocuğu benim esas öz Nurumu, son olan olarak veriyorum.
O üç dünyanın serveti olacaktır.
Bu çocuğun ellerine, ruhlar âlemini, bu dünyayı ve âhiretin kilitlerini açabilecek olan anahtarı yerleştiriyorum.
Bu çocuk doğduğu zaman, ona Muhammed olarak isim verin!”
ALLAH’ın söylediği şey buydu.

Âmin’e (ra) aynı rüyayı üç kez gördü ve Abdullah’a gördüğü bu şeyden bahsetti.
Sonra bir gün ‘Abdullah Âmin’e (ra) ile birlikte iken, çocuk bir Nur olarak vardı ve Âmin’e’nin (ra) karnına girdi.
Dört ay sonra Abdullah iş seyahati üzerine uzakta iken vefat etti .
Göksel varlıklar, melekler, ve Arş melekleri Âmin’e’nin (ra) çocuğunun yetim olduğunu bildirdiler.
“Bir fakir olarak ve bir babasız olarak doğacak dediler.”
Fakat, Tek olan, yöneten ve yaşamı devam ettiren ALLAH’ın sesi işitildi:
“Muhammed bir yetim değildir.
O üç dünyanın servetine sahip bir çocuk olacaktır.
O hepinize lider olacaktır, azimli imana bir Nur, saflık ve mükemmel saflık (din) nuruna bir tamamlayıcı olacak ve Âdemin çocuklarına bir lider olacaktır.
Âdem’in bütün çocukları Muhammed’in takipçileri olacaktır.
Ben Muhammed’e böyle bir servet verdim. O bir yetim değildir.”

ALLAH’ın sesine göre, dokuz ay geçti, onuncu ay vardı, ve Âmin’e (ra) çocuğu doğurmaya başladı.
Sonra ALLAH, Tek olan ki O yönetir ve yaşamı devam ettirir, rezone etti:
“Âmin’e (ra), bu gün bir çocuk doğuracaksın.
Bu çocuk üç âlemin servetini ellerine almış birisi olacak.”
Âmin’e bunu işitir işitmez, Muhammed olarak bilinen Nur doğdu.

Mükemmel saflığın beyaz ipeği ile giydirilmiş (örtülmüş) olarak doğdu.
Çocuk doğumu ile ilişik bir kan yoktu, ve bir dişi tarafından doğurulduğuna dair bir kanıt yoktu.
O kan bağları olmaksızın, saflık ve ipek elbisesi ile giydirilmiş bir şekilde doğdu.
Cennetsel huriler, göksel elçiler, ve melekler çocuğu doğurtmak için vardılar.
Doğum anında Âmin’e (ra) bilinçsiz hale getirildi, ve çocuk yere dokunmadan evvel (diğer) eller tarafından taşındı.
Çocuk, bir çocuk doğumuna dair bir işaret olmayan bir doğum ortasında belirdi, ve derhal cennete götürüldü.
Sekizinci cennet süslendi (donatıldı), ve yedi cehennem kitlendi.
Cennetsel huriler ve melekler çocuğu taşıdılar ve ona yedi cenneti gezdirdiler (gösterdiler). Bebeği cennetin güzel irfan suyu ile yıkadılar.
Cennetsel huriler “Din, din” diye bağırdılar ve melekler ve arş melekleri dualar okudular. Peygamberler ve kâmil varlıklar orada selâm ve salavat getirerek duruyorlardı.

Çocuk enfes (çok güzel, mükemmel) bir ipek urba içinde sekiz cennet etrafında gezdirildi. Başına Dersu’l- Enbiyâ olarak bilinen taç yerleştirildi ve:
“Sen cennetteki bütün peygamberlerin aslısın,
Sen Nuru Muhammed olarak bilinen Nur olacaksın.
Sen dünyaya gidecek ve Benim kurallarımı açığa çıkaracaksın (risal edeceksin).
Son peygamber olarak sana, diğer peygamberlere vermiş olduğumun hepsini ihsan edeceğim.
Herkesi bir baba ve anneye getir (bir anne ve babalı bir aile yap).
Onların Beni farketmelerini sağla.
Sana bir amaç, bir iman, ve İman-İslam [1] olarak bilinen bir kelime vereceğim.

[1] İman-İslam: Saf kalb halidir ki, bütün şerri kesip uzaklaştırarak, iman denilen cesur kararlılığı üzerine alıp, Allah’ın parıltısında parlar. Allah’ın parıltısı (ihtişamı) insanların kalbinde bütünlük (mükemmellik) olarak görüldüğünde, buna iman-islam denilir.

Bütün yaşamların bu kelimeyle huzur bulmasını sağla.
Bütün ikiliğe son ver, ve birlik meydana getir.
Allah’ın Bir oluşunun kesinlik kazanmasını sağla.
İnsanlara Benim tek İlah olduğumu ve Âdem’ın çocuklarının hepsinin bir tek aile olduğunu kanıtla.
Herkesi saf ve pırıl pırıl yap.
Sana verdiğim “kelime” Nur’un birisidir.
Eğer kelime insanın iç kalbine yerleştirilirse, o daima mükemmel bir nur olacaktır.
Sana kelime olan Nur’u veriyorum, her bir kalbi bu Nur ile doldur.
Kelime’nin saf Nur’u Ben’den başlangıç etti (orijin noktası Benim) ve senden doğru zuhur etti.
Yâ Muhammed, sen Bana “BismillâhirRahmânirRahîm” diyerek, Benim yaratıcı, koruyucu, ve yaşamı devam ettirici olduğumu teyid ederek secde ettin.
Bu yüzden, bu tamamlayıcılığı herkese sen vermelisin.
Sen Bana Kendimi farkettirdiğin için, bütün iç kalblerde kal, onları nur ile doldur, ve onların Beni farketmelerini sağla.
Ben seni Nur olarak, Ahamad olarak onların kalblerine (Ahamlarına) yerleştiriyorum.
Fakat dünyada, Ben seni Âmin’e’nin çocuğu olarak yarattım.
Seni Muhammed olan Nur ile doldurdum.
Ben sana bu güzelliği gözlerde, alında, burunda, yanakta, dudaklarda ve ağızda verdim. Âdem’in çocuklarında bu, yüzün ziyneti (güzelliği) olacaktır.
Bu güzellik ve kalb ne zaman temiz olur, bu çocuklar Benimle o zaman BİZ-BİR olurlar. Onlar Benim çocuklarım olurlar.
Onlar Benim hükümranlığımın yöneticileri, prensler olurlar.
Bu çocuklara git, ve Benim hükmümün ve imanın onlarda doğmasını sağla.

Yâ Muhammed, onlara peygamberlere, kâmil varlıklara, meleklere, ve arş meleklerine inanmalarını söyle.
Onların Sorgu Günü’ne (kıyamet), Yargı Günü’ne ve ölüm gününe inanmalarını sağla.
Onlara yargı dağıtacak olanın Ben olduğumu göster.
Onların 6 hükmü açık şekilde anlamalarını sağla.
Hükümler, ve güneş, ay, yıldızlar, toprak, ateş, su, hava ve esir onların hepsine ait ortak bir servet olarak verilmiştir.
Onların bunu farketmelerini sağla.
Her iç kalbe bunu ilham et (bildir).
Ben bütün rahmetimi hepsine ait servet olarak verdim.

Her biri ortak serveti paylaşsın, bir aile olarak yaşasın, aynı tabaktan yesin, birlikte yaşasın ve bir olarak birleşsin (birlik olsun).
Padişah ve dilenci, zengin ve fakir arasında farklılık olmadan, onların birlikte bir aile olarak yaşamaları ve Bana ibadet etmeleri için onlara yardım et.
İyi ve kötü zamanlarda birlikte yaşamalarını sağla.
Eğer birisi aç ise, bırak bir diğeri bu açlığı gidersin.
Eğer birisi zorlukta ise, bırak diğeri ona yardım için gelsin.
Eğer birisi elemli ise, bırak diğeri rahatlık sunsun.
Eğer birisi çalkantıda ise, bırak diğeri onu kalb kalbe kucaklasın ve sakinleştirsin.
Ölümde, doğumda, acıda, iyi zamanlarda, ve kötü zamanlarda, bırak diğerleri kucaklasın, yardım etsin, ve rahatlık sunsun.
Ümmetine bunu söyle.
Onlara bu kelime’yi bildir ve saf bir iç kalb geliştirmelerini sağla.
Bu amaçla, sana kelime’yi, mükemmel saflığı veriyorum.

Bu hali yerleştir. Onlara ALLAH’ın tek servet olduğunu kanıtla.
Onlara de ki Ben rahmetimi, Benim sınırsız rahmetimi, ağaçlara, çalılara, çimenlere, suya, havaya, güneşe, ve aya yerleştirdim. Her şeyi rahmetimle doldurdum.
Ümmetinin anlamasını ve kendileri ondan pay alırken bu rahmeti diğerleriyle de paylaşmasını söyle.
Ben bu ortak serveti bütün yaşamlara eşit bir şekilde dağıttım.
Bu ortak servet birisinin kişisel mülkü olmamalı.
Hiç kimse onu mülk edinmemeli yahut hiç kimse onun kendilerinin olduğunu iddia ederek onu yönetim altına almamalı.
Eğer onlar bunu yaparlarsa ve bir diğer hayatı ikindi de(Asr’da) [2] incitirlerse, onlardan akşam (Magrib) namazından önce bir birlerini birlik içinde kucaklamalarını ve bir birlerine selâm vermelerini iste.
Söyle onlara, saflık yolunda (dinu’l- islam) kıskançlık ve hainlik olmamalıdır.
Hatta mükemmel saflıkta bir zerre dahi kusur olmamalıdır.
Onları buna ikna et!
[2] Asr: İkindi namazı vakti. Aynı zamanda insandaki beş devrin üçüncüsüdür.

Ben peygamberlere, insanın bir adımdan sonrakine ilerlemesine yardım edebilsinler diye, böyle talimat ettim.
Âdem’in zamanından beri Ben 124000 peygambere adım adım açıklamalar vererek öğrettim. Yâ Muhammed, şimdi sana onların bütününe verilen öğretileri her bir hikayeyi onun tam suretinde veriyorum.
Ben Hikayemi sana yerleştiriyorum, ve Ben bunun yanında sana senin hikayeni veriyorum ki o Bende idi .
Git ve bu hikayeleri bildir!”

ALLAH Muhammed (sav)’e daha bir çok açıklamalar verdi.
Onlar hakkında detaylı bir şekilde konuşamayız şimdi.
Sadece belirli noktaları ortaya koyacağım.
(Muhammed SAV’in doğumuna geri dönüyoruz)

Sonra cennetsel huriler, gözlerini çabucak açtığında Âmin’e (ra)’nın önünde durdular ve bebeği ona verdiler.
Âmin’e haykırdı, “Ey ALLAH’ın serveti, rahmetim, rahmetül-âlemin!, ALLAH tarafından verilen servet, bana üç âlemin serveti olarak gelen hazine, sen bu dünya için ve ruh-âlemi için eksiksiz (tam) bir servet olacaksın.
ALLAH bana bütün yaşamlara şefkat ihsan edecek bir hazine verdi.
“Âmin’e (ra) bebeği kollarına aldı, onu göğsüne bastırdı ve “Gel, benim gözlerimin değerli mücevher nuru” diyerek onu öptü.
Bebeği öptü ve onu dizine koydu.
Cennetsel huriler iki ellerinide dua için açtılar, saygı içinde eğildiler, ve çocuğu öptüler.
Melekler, arş melekleri, ve İlahî âlemdeki peygamberler çocuğu öptüler. Kâmil varlıklar çocuğu Nuru öperek onu alnından öptüler.
Çocuğu öpmeleri üzerine, herkes bebeği Âmin’e’nin ellerine bıraktı ve kayboldu.
Âmin’e, Muhammed olarak bilinen Nuru büyüttü.
Fakir ve hiç bir mülk sahibi olmamalarına karşın, kalbleri fakirleşmiş (kuvvetten düşmüş) değildi.
Amcası Ebu Talib Muhammed (sav)’in bakımını üstlendi.
Bu eski günlerde, Resûlullah (sav) anne sütünden başka bir şey içmezdi.
Bu sırada, Kulay kasabası 12 yıldır çok şiddetli bir kıtlık geçirmekteydi, ve bir çok yoksul kadın şimdi Mekke’ye süt annelik yapmaya ve yaşamlarını böyle kazanmak için geldiler.
Bu kadınlardan birisi Halime idi.
Yoksulluk yüzünden iki çocuğunu geride bırakarak, bir bebeğe süt annelik yapmak ve ailesini desteklemek maksadıyla para kazanmak üzere Mekke’ye varmıştı.
Fakat Halime, onun bir göğsü daima kuru olduğundan dolayı sadece tek bir göğüsüyle emzirebildi.
Mekke’de süt anne olarak bir iş arayarak her tarafı gezdi, fakat diğer sağlıklı kadınlar iş bulurken o iş bulmakta başarısız olmuştu.
Sonunda, birisi Halime’ye Âmin’e (ra)’yi ziyaret etmesi için fikir verdi.
Âmin’e (ra)’nin evinde, Ebu Talib ona sordu:
“Ne oluyor? Siz neden buradasınız? “.
Halime cevap Verdi:
“Biz Kulay kasabasından, 12 yıllık bir kıtlıktan kaçarak buraya geldik. Senelerdir yağmur yağmadı.
Bir çoğumuz buraya süt anne olarak para kazanmak için geldik, ve şimdi benim haricimde herkes iş sahibi oldu.
Bana burada bir çocuğun olduğu söylendi, ve bu yüzden geldim.”
Ebu Talib cevapladı:
“Erkek kardeşimin çocuğu burada. Erkek kardeşim vefat etti.
Onun eşi Âmin’e (ra)’nın bir çocuğu var. Fakirler, para ve mülke sahip değiller.
Sahip oldukları tekşey ALLAH. Onların durumları bu.
Dilersen, onlara sütünden suna bilirsin, fakat sana verebilecek paraları yoktur.”
Halime’de tedirginlik büyümeye başladı:
“ALLAH başka herkese (diğer süt anne olanlara) servet ve gösterişli evler verdi, fakat O beni bu fakir eve küçük bir çocuğu beslemem için yönlendirdi.
Ben ne yapmalıyım şimdi?” O bunu kocasıyla istişare etti:
“ALLAH’ın bizim için ne sakladığını bilmiyoruz.
Bizim için ne rahmet ayırdığını bilmiyoruz.
Hadi, en azından ayrılmadan evvel bir kez olsun çocuğa bakalım” diye kendi kendilerine düşündüler.
Ve böylece: “Çocuğu bize getir. Hadi en azından onu ayrılmadan evvel görelim ve kucaklıyalım!”

Ebu Talib, Âmin’e (ra)’ye gitti ve ona bir süt annenin çocuğu görmek üzere geldiğini bildirdi. Âmin’e (ra), Muhammed (sav)’i dışarı taşıdığı sırada Nur, Halime’nin yüzüne parladı, onu 35 yaşında birinden 15 yaşındaki biri haline dönüştürerek, yüzü gençlik açtı.
Çocuğa derin bir duygu ile uzanarak:
“Bu çok muhteşem,” dedi, bebeği kucakladı ve onu göğsüne bastırdı.
Derhal 16 yaşında bir genç kıza dönüştürüldü.
Vücudu sağlamlaştı, kuru göğsü doldu, ve her iki göğsündende süt akmaya başladı.
Halime kocasına dedi ki:
“Vücudum değişti. Göğsüm artık kuru değil.” Bebeği beslemek için yaklaştırdı.

Muhammed (sav), onun iki çocuğunun emdiği göğüsten içmedi, fakat daha evvel kuru olmuş olan göğse doğru kımıldadı.
ALLAH’ın sesi işitildi:
“Yâ Muhammed, seni yarattığım zaman, Halime’yi zaten yaratmıştım.
Onun göğsünü kuru ve tükrük değmemiş olarak muhafaza ettim.
Onu şimdi senin için serbest bıraktım. Bu sütü içebilirsin.”
Sonra Muhammed (sav) ağını onun göğsüne yerleştirdi, ve onun mükemmel tamamlılığından dolayı, Halime’nin iç kalbi neşe ile titredi. Üç âlemin servetini aldığını biliyordu.
İç kalbi bu ilmin bütünlüğüne sahipti.
Âmin’e (ra)’e doğru eğildiği sırada:
“Başka bir servet istemem, Ben üç âlemin servetini kabul ettim,” diyerek bunu belirtti ve uzun bir süre için çocuğu beslemeye devam etti.
Bir süre sonra Âmin’e (ra)’ye:
“Biz rahmet teslim aldık, ALLAH bize bunu verdi.
Fakat komuş kasabada bakmam gereken iki çocuğum daha var.
Bu çocuğun artık süte ihtiyacı kalmayacağı zamana kadar benimle kalmasına izin ver.
Onu memleketime götüreyim, yetiştireyim ve sana geri getireyim.”

Âmin’e (ra) cevap Verdi:
“Eğer ALLAH’ın niyeti bu ise, çocuğu kesinlikle alabilirsin.”
Muhammed (sav) gülümsedi, ve Âmin’e (ra) “Bırak onu bir kez daha tutayım ve sonra onu götürebilirsiniz.” Dedi.
Çocuk Âmin’e’nin (ra) yüzüne baktı ve gülümsedi.
Âmin’e (ra) ve Ebu Talib çocuğu öptüler, ve bebek bütün üç âlemden doğru yayılmış gibi görünen öyle bir güzellikle tekrar gülümsedi.
Mavi bulutlar, o gülümsediği sırada gözlerinin içine düştü, dudakları mercanlar gibi gül pembesine döndü, ve ağzı inciler gibi parladı.
Âmin’e (ra) çocuğu sevinçle kucakladı ve “Elhamdülillah.
Bu gizemi (SIRRI) sadece ALLAH bilir.
Bu çocuğu veren ALLAH onu koruyacaktır da” diyerek onu Halime’ye uzattı.

Halime’yi Kulay’dan getiren deve, yaşlı, çökük, aç, zayıf ve bir deri bir kemik bir hayvandı. Halime bebeği devenin üzerine yerleştirip deveye tırmandığı sırada, Halime’nin kocası onun dizginlerini tutuyordu.
Aniden deve inanılmaz bir şekilde filizlendi, dolgun, çok genç ve güzel olarak serpildi. Harika bir görüntüydü.
Halime hayretle:
“Biz tam bir hazineyi teslim aldık! Deve değişti ve altı aylık seyahatimiz şimdi sadece bir ay sürecek !” dedi.
Halime’nin kocası devenin karnının altına, elbiseden bir hamak bağladı ve onun içine tırmandı, Halime ve Muhammed (sav) üstte sürüyorlardı; ve deve üçünü birden taşıyarak seyahate başladı.

Yolculuğa başladıktan on beş gün sonra, deve Abdullah (ra)’in vefat ettiği yere geldiğinde durdu. ALLAH’ın sesi işitildi:
“Yâ Muhammed, baban burada gömülü.”
Çocuk maksatlı bir şekilde bu yere baktı, gülümsedi, tekrar baktı, kıkırdadı ve bir kez daha baktı.
Deve gözlerini defin yerine dikmiş olarak, dimdik yirmi dakika kadar orada durdu.
Sonra, bir ayağını kaldırdı ve ileri doğru hareket etti.

Yolculuğa devam ettikleri sırada, kuraklıktan kurumuş ve kavrulmuş her iki yandaki ağaçlar, zeytin ağaçları, hurma ağaçları ve diğer meyve ağaçları filiz vermeye ve açılmaya, meyve verip olgunlaşmaya başladılar.
Ağaçlar az sonra sulu meyvelerle yüklü hale geldiler.
Bu ne muhteşemdi! Her iki toprak settede çıplak olan ağaçlarda meyve belirdi.
Halime ve kocası hayret etmişlerdi.
Meyveler yendiklerinde yetmiş çeşit lezzet vermekteydiler.
Bütün etrafta harika olaylar oluyordu.
Onlar Kulay kasabasına ulaşır ulaşmaz, yağmur yağmaya başladı.
Kulay’dakı ağaçlar mucizevi şekilde meyve vermeye başladılar.
Kıtlık sona ermişti!..

Para ve servet getiren bu çocuğu herkes görmeye geldi.
İnsanlar sur halinde görmeye gelip, öptükleri, ve çocuğu kuçakladıklarında para dökülüyordu.
Hasta olanlar çocuğu kucakladığında hastalıkları iyileşiyordu.
Topal olanlar çocuğu taşıdıkları ve kucaklardıklarında, derhal yürüyebiliyorlardı.
Körler geldiğinde, tekrar görüş kazanıyorlardı.
Dilsizler vardıklarında konuşmaya başlıyorlardı.
Koku alamayanlar, koklama duyularını yeniden kazanıyorlardı.
Sağır olanlar geldiklerinde işitme yeteneklerini yeniden kazanıyorlardı.
Kolları ve bacakları sakat olanlar vardıklarında iyileştiler.
Kulay kasabasında bir çok mucizeler oldu.
Kral kendi kendisine düşündü:
“Halime geriye bir çocuk getirdi, ve onun hesabına biz kırallığımızı yitirebiliriz.
Bu çocuk krallığımızı elimizden alabilir.
Bu çocuk tedavi edilemez hastalıkları tedavi ediyor.
Her çesit hastalık, astım, kanser, karmık hastalıklar, ve cüzzam iyileşti.
Çocuk güler gülmez hastalıklar iyileştiriliyor.
Çocuk taşınır taşınmaz, vücutlar değişiyor.”
Kral ve vezirleri çocuğu kendileri görmeye karar verdiler.
Çocuğu taşıdılar ve ani şekilde gençlik doldular, vücutları değişmeye başladı.

Kral düşündü: “Bu çocuk benim krallığımı ele geçirecek. Onu alıp götürmem lazım.” Halime’ye sordu: “Çocuğu bize verirmisin ? Çocuğu krallığımızda, sarayımızda yetiştirelim. Ona bir çok servet veririz.”
Fakat Halime cevapladı: “Ben bu çocuğu üç âlemin serveti olarak kabul ettim. Onu vermeyeceğim.”
Kral, Halime’ye çocuğun ağırlığı kadar altın sundu fakat o red etti.
Bir kez daha kral tatlı dille ikna etmeye çalıştı: “Sana çocuğun ağırlığı kadar mücevher taşları verelim.”
Fakat onun teklifi geri çevrildi.
Bir yıl boyunca, kral her çesit hile ve kurnazlığı ile çocuğu yakalamak yahut incitmek için çaba gösterdi, fakat başarısızdı.

Bu sırada, kıtlık artık son bulmuştu, fakat Halime’nin kalbindeki korku büyümüştü.
“Kral çocuğuma ne yapacak? Ya Muhammed, Ben sensiz yaşayamam.” diye endişelendi.
Bu sırada, Halime halen Muhammed (sav)’i sağ göğsünden ve kendi çocuklarını ise sol göğsünden besliyordu.
Onun sütü bol olarak akıyordu.
Yıl sonu geldi, ve çocuk onun özlemini çeken Âmin’e (ra)’ye geri döndürülmek zorundaydı.
Fakat Halime, Kulay Kralının yapabileceği şeylerden korktuğundan dolayı seyahate çıkmaya dair gönülsüzdü.
Şimdi konuşa bilen çocuk yumuşak bir şekilde konuştu:
“Allah varken, bana hiç bir şey olmaz. Anne, O’nun muhafazası var olduğu müddetçe, korkmanıza gerek yok.”
Halime soruşturdu: “Seyahatimize bizimle bir çok insan götürecekmiyiz? (Götürsek) Onlar bizi koruyabilirler.”
Çocuk cevap Verdi: “Hayır, Sadece ALLAH bizimle birlikte olacak.
Bırak sadece yanımıza ALLAH’ı alalım:
“Ve böylece Halime, onun kocası ve bir yaşındaki Muhammed (sav) yolculuğa çıktılar.

Kulay, Mekke ve Medine arasından seyahat ettikleri sırada, bir muz ağacı altında dinlendiler.
Halime deveden indi kucağındaki çocuğu emzirmek için ağacın altına oturdu.
Çocuğu emzirirken, gök yüzünü kara bulutlar sardı, ve geniş bir bulut düşerek birden Muhammed (sav)’ı kucakladı ve onu götürdü.

Halime’nin aklı başından gitti. Başını ve göğsünü yumruklamaya, “Ya Muhammed, nereye gittin?” diyerek bağırmaya başladı. Fakat yapabileceği bir şey yoktu. Kendi kendini dövdü, yerde yuvarlandı, ve feryad ederek “Ben şimdi Âmin’e’ye ne diyeceğim? Ya Allah, sen çocuğumu benden kopardın. Nereye gitti bu çocuk?”. Başını ve göğsünü döverek çığlık attı, ağladı, ve bağırdı.

Bu sırada o civarda dolaşan bir Arab soruşturdu:
“Ey karı koca, neden ağlıyorsunuz? Hatta deve bile ağlıyor! Ne oluyor?”
Halime cevap Verdi:
“Muhammed olarak bilinen çocuğum, Âmin’e’nin oğlu, bana Allah tarafından üç âlemin serveti olarak verildi.
Biz bu serveti aldığımız zaman, bütün yoksulluğumuz ve hastalığımız sona ermişti.
Biz çocuğu öz annesine geri döndürmek için yolumuzda idik, fakat ben çocuğu emzirmek üzere otururken kucağıma siyah bir bulut düştü.
Ben bulutu gördüm, ve tekrar göz kırptığımda çocuğumu göremedim.”
“Öyle mi “ diye sordu adam.
“Evet, çocuğu şimdi göremezsin. Fakat benimle gelin. Yol üzerinde ilerde büyük bir tapınak var. Tapınaktaki ilahtan rica ederseniz, çocuğu geri alırsınız. İlah size çocuğun nerede olduğunu söyleyecektir.”

Böylece tapınağa gittiler, ilah heykeline (puta) doğru yürüdüler, ve saygılı bir şekilde rica ettiler:
“Ey ilah, ben emzirirken bir bulut indi ve çocuğumu götürdü. Çocuğumun nereye gittiğini bilmiyorum. Lütfen bana çocuğumun nerede olduğunu söyle. Lütfen çocuğumu bana geri döndür.”
Put konuşmadı. Onlara eşlik eden adam: “Çocuğunun isminden bahset, onun ismini söyle” dedi.
Halime: “Muhammed, çocuğun ismi Muhammed” dedi.
Put derhal parçalara ayrıldı, kolları, başı, ve bacakları yere düşüp yuvarlandılar.
Onlara eşlik eden adam çok şaşırdı.
“Bu ne” diye nida etti.
“Bu, büyük bir ilah, büyük bir tanrı ki o bize bağışlar yapar ve bize konuşur, fakat senin oğlunun ismini işittiğinde parçalara ayrıldı.
Eğer tanrının kendisi bu şekilde aşağı düşerse, senin oğlunun başına gelen tehlike de nedir ki? Ona hiç bir şey olmaz. Neden ağlıyorsun ki? Ağlamana gerek yok. Seyahatine devam et. Devam edin. Çocuğu ilerlediğiniz sırada bulacaksınız.”

Biraz ileride, çocuğu meyve bahçesinde ipek bir kilim üzerinde uzanıyor olarak buldular.
Beş başlı bir kobra yılanı, çocuğu güneşten muhafaza etmek için başını kabartmıştı, ve çocuk orada gülümser bir şekilde uzanıyordu.
Kasaba insanları hayretlerini ifade ederek: “Bizim meyve bahçemizdeki bu nur saçan çocukta kim ?” dediler.
Ağaçlar süratli bir şekilde çiçek açıyor, muzlar, portakallar ve limonlar olarak meyve veriyordu.
Bütün kasaba insanları bu harika görünüme şahit olmak için meyve bahçesi etrafında toplandılar, fakat yılan kimsenin çocuğun yanına gelmesine izin vermedi.
Halime çocuğu görmek için ne zaman meyve bahçesine yaklaştı, o zaman Allah’ın sesi işitildi:
“Halime, bu rahmet çocuğu, buraya getirilmek zorundaydı çünkü melekler ve cennet hurileri onu görmek istediler.
Çocuk buraya bu sebepten ötürü getirildi.
Muhammed’e hiç bir şey olmayacak.
Neden ağlıyorsun? Seni hiç bir şeyin rahatsız etmesine izin verme.
Kral’dan korktuğun için buraya geldin, fakat orada Muhammed’i öldürecek hiç kimse yok. Allah onu koruyor.”

Halime çocuğa yaklaştığı sırada, o (çocuk) ellerini ve ayaklarını neşe ile sallayarak gülümsüyordu.
Yılan uzaklaştı, ve Halime çocuğunu aldı ve Mekke’ye doğru ilerledi.
Bebeği Âmin’e (ra)’ye teslim etti, ve anne neşe ile gülümsedi, ve çocuğunu öpüp kucakladı. Bebeği bir kaç gün kendisiyle muhafaza etti sonra çocuğu Halime’nin bakımına verdi.


Devam edecek inşâallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Resim

Şeyh Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin (K.S)

Orijınal Kitap İsmi:
Fast of Ramadan : Ramazan Orucu
Çeviri tarıhi : 20 Subat 2008
14. Bölum 2.Kısım

KADİR GECESİ-II

14.Bölüm 2.Kısım
....
4 yıl geçti, ve bir gün Halime iki çocuğuyla dışarı çıkmayı planlıyordu. Muhammed (SAV)
“ Benimde seninle gitmem lazım” dedi. Yaşı daha büyük olan iki çocuk koyun ve keçileri otlatmaya gidiyorlardı, ve Muhammed (SAV) onlara katılmak istedi. Halime , ”Ey oğul, Muhammed, sen benim hayatımsın. Sen oraya gitmemelisin. Orada kayalar, dikenler, hayvanlar ve yılanlar var” dedi...
[Bawa Muhaiyaddeen : Bunun hakkında uzun bir şarkı var ama şimdi söyleyemem. Sadece manasını ve açıklamalarını vericem.]
4

Muhammed (SAV) cevap verdi, “Hayır. Neden dikenler onları incitipte, beni incitmemeliler ki? Eğer onlar yılanların arasına gidebiliyorsa, ben niye gitmemeliyim ki? Ben farklımıyım? Eğer onlar için zor ise, neden benim içinde zor olmamalı ki? Anne, bu böyle olmamalı.” Muhammed (SAV) ağzını açtı ve bu sözleri şarkı olarak söyledi. Onun sesi bütün bu âlem üzerinde ve ruh-âlemi üzerinde yankılandı, melekler ve arş melekleri tarafından işitildi. Muhammed (SAV)’in ses ve sedasını herkes işitti ve onu işitir işitmez selam ve selavatlar ile Allah’a hamd ettiler.

Halime cevap olarak hiç bir şey söylemedi, ve böylece Muhammed (SAV)’ı diğer iki çocuk ile dışarıya gönderdi. Çocuğu mücevherle süslü bir battanıyeye yerleştirip , çocuklarına
“ Genç kardeşinizi de sizinle götürün. Çocuk için burada biraz yiyecek var. Yiyeceği, gölgeli bir noktaya yerleştir, ve onu uygun zamanda besledığınizden emin ol. Yürümesine izin vermeyin. Koşmasına izin vermeyin. Çok dikkatli olun! O benim hayatım. O sizin ve benim hayatımız. Ona hiç bir zarar gelmemeli. Ona çok dikkat edin.”

Böylece Halime, keçilerle ayrıldıkları sırada, Muhammed (SAV)’i onun iki çocuğunun bakımında çocuklarına emanet etti. Çocuklar koyunları meraya götürdüler ve sonra Muhammed (SAV) için battaniyeyi sererek onu beslemeye başladılar. Çocuk gülümseyip oynadığı sırada, koyun ve keçiler otlamayıp gittikçe battaniyeye doğru çekiliyorlardı. Kurtlar, kuşlar, ve ormandaki yırtıcı hayvanlar hışırdayıp, bağırarak etrafta sürü haline geldiler. Bölgede her yaşayan yaratık Muhammed (SAV)’i çevreleyerek yakına cezbedildiler. İki çocuk başarısız bir şekilde hayvanları kovalayıp onların otlamaya gitmelerini sağlamayı denediler. Hayvanlar bir kez Muhammed (SAV)’e bakışlarını çevirdiler mi, ona odaklı şekilde ayakta sabit duruyorlardı. Mikail ve İsrafil’de bu sırada ellerinde bir kılıç ve bir sürahi su taşıyarak geldiler. Öyle büyüklerdi ki bir araya gelmiş olan çocuklar süratli bir şekilde uzaklaştılar. Muhammed SAV, diğerlerini izlemeye hazır olarak ayağa kalktı, fakat iki varlık onu tutup kucaklayarak, “ Ey Muhammed, gel “ dediler. Onu bir Uva ağacına taşıdılar, ve ağacın altına bir kulübe yaptılar. Muhammed (SAV)’i kulübeye yerleştirdiler. Sonra onun göğsünü yardılar ve safra kesesini çıkardılar. İki varlık onun safra kesesini çıkardıklarında çocuk gülüp oynuyordu. “Ya Muhammed, üç âlemin serveti, Allahu Teâlâ bizden sana Selamlarını iletmemizi istedi.” Sürahiden su serptikleri ve Muhammed (SAV)’in vücuduna sürdükleri sırada, ” O bizden, sana Rahmetul-‘âlemiyn-Âlemlerin rahmeti ismini vermemizi istedi,” dediler.

Göğsü herhangi bir yara izi yahut yırtık izinden eser bile kalmamış şekilde tamamıyle iyileşti.


Resim
Uva Ağacı: Uva, meyveleri sulu, bir kaç çekirdekli ve ince derili üzümler şeklinde olan bir ağaç turu.

Melekleri görmeleri üzerine iki çocuk kaçıp, bütün bu işlemleri saklanarak izlediler. “Muhammed’in göğsünü yardılar. İki haydut geldi ve bunu yaptı” diye ağlayarak eve koştular. Halime’nin tuyleri urperdi, ağladı, göğsünü dovdü ve koşabileceği kadar hızlı koşup çığlık atarak, “ Ya Muhammed, kim öldürdü seni?” Hurma palmiyelerine doğru koştu ve onlara yalvardı, “Ey hurma palmiyeleri söyleyin bana, oğlumu Muhammedimi kim öldürdü.” Hurma palmiyeleri cevap verdi, “Halime, oğlunu kimse öldürmeyecek. Onu kimse incitmeyecek. Ağlama. Oğluna git.”

Halime üzerine doğru koştu ve kanat çırpan bir güvercin sürüsu gördü. “Ey yaban güvercinleri,” diye bağırdı, “Muhammedimi öldürenleri gördünuz mu? Onun nerede olduğunu gördünuzmu? Söyleyin bana onu kim öldürdü! Söyleyin bana!” Güvercinler , ”Halime, oğlunu kimse öldürmeyecek. Oğlun, âlemlerin Nuru Muhammed’dir. Allah kendisi, senin oğlunu korur. Neden ağlıyorsun? Sakinleş ve ilerle.”

Halime dağlara seslenerek yürüdü, fakat aynı cevap ile karşılaştı. Geyik sürüleri geçti ve Halime onlara yakardı. “Evet, biz ormanda yaşarız, fakat oğlunu hiç kimse öldürmedi. Biz hiç bir şey görmedik,” diye cevap verdiler. Daha ilerde bazı kurtları gördü ki onlarda, ”Bütün ormanlık bizim diyarımız. Çocuğunu kimse öldürmeyecek. Eğer biz senin çocuğunu görürsek saygı ile eğiliriz. Biz Ona sade secde ederiz, biz katil değiliz.”

Sonra Halime bir kuyuya gitti ve suya oğlunu görüp görmediğini sordu.
“Şu yönde git “ diyerek yönlendirdi su , “Senin çocuğun orada.” Halime üzerine doğru yürüdüğünde battaniyeyi gördü. Battaniyeyi aldı onu (battaniyeyi) öptü ve hayretle, “ Ey oğul, neredesin sen? “ Etrafa bakınca, çocuğu Uva ağacının altında göğe bakıp gülümser bir şekilde gördü. Oraya gitti ve onu kaldırıp, kucakladı. “Seni kim öldürdü? Seni kim yardı (kesip açtı)?” diye sordu. Çocuk göğe baktı ve cevapladı, “Beni hiç kimse öldürmedi. Ben Allah’a bakıyordum. Sonra, O’nun iki elçisi geldiler. ve onlara baktım. Beni hiç kimse incitmedi.” Halime “Ne söylediler, oğlum? Ben onlar senin göğsünü yarıp açtılar diye işittim!” diye onun vücudunu inceleyerek sorusturdu fakat hiç bir yara bulamadı. “ Oğul, ne oldu?” diye sordu. Çocuk gülümsedi, “ Onlar bana Allah’ın Rahmetul-âlemiyn ismini vermış olduğunu söylediler. Bana O’nun selamlarını ilettiler.” Sonra çocuk şarkı söylemek için ağzını açtı, ve onun sesini işittiklerinde, bütün ağaçlar ve bitki gövdeleri neşe ile açıldılar. Halime , ”Muhammed ağzını yine aç ve öyle dur bakayım.” Arş, kursi, kalem, cennet, 18000 âlem, bu dünya, âhiret, melekler, arş melekleri, kamıl varlıklar, Mekke, Medine, Halime, Amine (r.a), ve Abdulllah (r.a) hepsi onun ağzında görülebiliyordu. Bütün kara ve okyanuslar orada görülebildiler. Halime hayretle , “ Ben senin ağzındayım. Herşey senin ağzında. Hepsi orada!” diyerek onu kucakladı ve ağladı. Onu kaldırdı, kucakladı, eve götürdü ve çocuklara söyledi, “ Çocuklar, siz ve Ben, bu dünya ve gelecek olan, hepsi Muhammed’in ağzında. 18000 âlem ve sekiz cennet oradadır.” Muahmmed (SAV)’e donerek, “Oğul, aç ağzını göster onlara!” dedi. Sonra herşey onun ağzında görüldü bu dünyadakı herşey ve ruh âlemindeki herşey. “ Ne kadar harika!” diye hayret etti.

(Gözlerimin değerli mücevher nurları, size bir kaç açıklama veriyorum.)

Muhammed (SAV)’in altıncı yaşında, Amine (r.a) vefat etti. Muhammed (SAV) Halime ile büyüdü ve sonra Mekke’ye geldi. Bir süre, Ebu Cehil ve diğer tüccarlar gibi insanlarla çalışarak, iş adamları (tüccar) ile Roma ve Yemen gibi yerlere seyahat etti. Bu zamanda, çok varlıklı Hatice (r.a) isimli bir kadın Muhammed (SAV)’e aşık oldu.

Bunda çok büyük sırlar vardır, fakat onu simdi anlatmayacağım.

Hatice (r.a)
“Ben, Muhammed olarak bilinen bu Nur’a güveniyorum!” dedi. Yirmi-sekiz yaşında idi ve daha once evlilik yapmıştı; Muhammed SAV ise yirmi-besindeydi. ‘Ebu Talib oğlunu alıp Hatice’yi (r.a) görmeye gitti. O onları büyük bir saygı ile hoşgeldin etti, ve onların onuruna para, mücevherler, ve sahip olduğu herşeyi dağıttı. Ebu Talib’e yalvararak, “oğlunu istiyorum. Lütfen onunla konuş ve onu ikna et,” dedi. Ebu Talib cevap vererek, ”Muhammed’e sorup karar vereceğiz ” dedi.

O zaman ilahi ses işitildi,
“Senin için kader olarak belirlediğim şey bu. Bunu Kabul et! Buna izin verildi.”

Muhammed SAV hakkında bir sır vardır, Onun vücudu asla görülmemiştir. Hatice (r.a) onu hiç görmedi, Ayşe (r.a) ‘da onu hiç görmedi. Onu koruyan bir bulut örtüsüne sahipti, ve toprakta, taşlarda, yahut kumda yürüdüğü zaman ayak izi olmazdı. Asla bir sidik kalıntısı yahut dışkı kalıntısı olmazdı, toprak herşeyi yuttu ve onu gizli tuttu. Yürüdüğü zaman, toprak her şeyi iz biz eser bırakmadan gizlerdi, ve ipucu araştıran insanlar hiç bir şey bulamadılar. Böyleydi işte-bir sır dı. Muhammed (SAV)’in omuzunda bir nur vardı ki o bu âlemi ve ruhlar âlemini aydınlattı. Bu nur ile o, önünü ve arkasını görürdü. Onun her şeyi görmesine imkan veren bu nur, o bir lokma et parçasındaydı.

Hatice (r.a) ile evlenen Muhammed (SAV) işte böyleydi. O (Muhammed SAV) daha sonra onun (Hatice r.a) bütün servetini fakirlere bağışlattırdı. Çok varlıklı bir hanımdı, fakat serveti süratle dağıtıldı. Bir avuç buğdayı olsa, hemen açlara verilirdi. Sadece kapıda hiç aç insan kalmayınca onun bu bir avuç doluşu buğdayı pişirmesine izin verilmişti. Ve hatta buğday pişirildikten sonra, Muhammed (SAV) etraftan yaklaşan herhangi bir dilencinin olup olmadığını kontrol ederdi. Muhammed (SAV) sadece o zaman yerdi. Muhammed (SAV) 40 yaşına varıncaya kadar hayatlarını bu şekilde geçirdiler.

İlahi sesler ve rahmet ona gelmeye devam etti. İlahi sesleri, rezonansları, melekleri ve Arş meleklerini algılayabiliyordu. Gözleriyle Çebrail A.S, Mikail A.S, İsrafil A.S ve bütün diğer melekleri görebiliyordu, fakat melekleri gördüğü her seferinde biraz endişeli idi. Hatta öyle olmasına rağmen evi bırakıp ormana, Hira dağına doğru Allah’a ibadet için gitmek zorunda olduğunu biliyordu, O tek olana ibadet için ki O El-Meliktir ve Er-Rezzaktır (yaşamı idame ettirir). Mesajı işitmişti:


“Hira dağına git! Dağa git! Dağa git!”. 27 gün dağın üzerinde Allah’a hamd ve ibadet ederek oturdu, 27. günde bu sûret (ilk sûre olan Alak sûresi bir nur olarak), bu Leylet-ül-Kadr denilen sûret ona dua ettiği (SALL direkt ulaşım, namaz, dua) sırada iken geldi.

İşte bu ayni zaman periyodu simdi oruç periyodu oldu. Hatice (r.a) 27 gün boyunca Resul’e aksam geç saatlerde, ikindi ve aksam namazları geçtikten sonra , yatsı namazı vaktinde, yiyecek getirirdi.Bazen Muhammed (SAV) ikindi vaktinde yerdi ve bazen yemezdi. Ve işte bu böylece 27.geceye, Tek olan El-Melik ve Er-Rezzak (yaşamı devam ettiren) olan Allah, Leyletul Kadr sûretini, Sûret-ül İkra’yi indirene kadar, devam etti. Bu sûret bir nur ziyasıydı. İnecek olanların ilkiydi. Cebrail A.S bu kısmı indirdi ve dedi ki
“ Ya Muhammed, orucunun bu gününde, erimiş kalb ile yapılan duaların (ibadetlerin) yüzünden, Allah ki O Tek olan yöneten ve idame ettiren, benden bu sûret –ul-ikra’yi (Alak Sûresi) sana vermemi istedi. Benden bu Nuru sana vermemi istedi.” Muhammed SAV sordu, “Ben ümmiyim, bu âyeti nasıl okuyacağım?” Cebrail cevap Verdi: ”Söyle onu! Kabul et bu Nuru! Allah benden bunu sana vermemi istedi!”. “Fakat ben hiç bir şey tahsil etmedim, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum!” diye hayret etti.

İlk tesebbüste, Allah Cebrail’e “Onu sıkıca tut!” dedi. Cebrail A.S onu sıkıca tuttu, öyle ki Muhammed SAV bütün kemikleri eziliyormuş ve bütün sinirleri sıkıştırılmış gibi hissetti.
” Nasıl okuyacağım bu âyeti! Onu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum” diyerek feryad etti.

Cebrail a.s
“ Allah bana, sana bu Nuru vermemi söyledi. Bu Leylet-ül-Kadr’dir, Nur, parlaklıktır. Allah seni bu Nuru Kabul etmekle görevlendirdi (talimat etti)” . Cebrail a.s , Muhammed SAV’i ikinci kez sıkı tuttu ve ona bu âyeti okumasını söyledi. “Ben bir şey anlamıyorum! Bana bir şey oluyor! Anlamıyorum!.” Muhammed SAV sûreyi tekrar edemediği için ağladı. Üçüncü kez Cebrail a.s onu çok sıkı bir şekilde tuttu ve vücuduna sıkıca bastırdı. Sonra, ezici bir ses ile kayalı taşlar, kibir, vehim, karma[3], bütün bağlılıklar ve dünya tamamıyle ezildi ve içeriye Nur girdi. “Şimdi, söyle onu!” diye Cebrail okuttu (talim ettirtdi), ve sonra Muhammed SAV sûreyi okudu.

[3] Karma (Tâmilce): Akla, vehme ait sıfatlar; beş unsurun (hava, su, toprak, ateş ve esir) özüne ait sıfatlar; aklın sıfatları; cehenneme ait sıfatlar. Altı kötülük: arzu, öfke, hırs, bağ, bağnazlık ve kıskançlık ile diğer beş kötülük: sarhoşluk, şehvet, hırsızlık, adam öldürme ve yalan söyleme.

Bu Muhammed SAV’in Hira’daki ibadetlerinin 27. gecesiydi. Bu gün (Ramazan’ın 27. Günü) Nur’un Resulullah SAV’e indiği o günün anısınadır. Bu işte 6666 âyetten (oluşan Kurandaki sûrelerden) Nur olarak inen ilk sûre idi. Leylet-ül Kadr olarak bilinir. Allah, Muhammed SAV’e dedi ki “Bugün , sana ilahi hükümranlığımın (âhiret) bu mükemmel Nuru’nu veriyorum.”

Bu esnada Muhammed SAV ummi idi ve hiç birşey kavrayamamışdı, fakat Nur içeriye girdikten sonra her âyet tamam oldu ve bundan sonra Cebrail’den doğru gelen her âyeti alabildi. Muhammed SAV sonra, 18000 âlemi , Arşı, kursiyi, kalemi, göğü, hayrı ve şerri, haramı ve helali, sırr ve sıfatı, cennet ve cehennemi, her şeyi gördü ve anladı. 6666 âyet ona bu şekilde geldi. Kendisine
“İman” ve “kelime” verildi. “Kelime (kelime-i tevhid)”; sadece bir tek ilahin olduğunu, erkek ve kız kardeşlerden oluşan tek bir aile olduğunu, Ruhlar âlemi-bu âlem-ve âhiret âlemi için tek bir ilah olduğunu, ve Tek olan –yöneten-ve idame ettiren Allahu Teâlâ’dan başka ibadet edilecek başka bir ilah olmadığını teyid etti. İrfan ehli olanlar için Allah onların ilmindedir, irfana sahip olmayanlar içinse O bilinmeyen (gaybi) bir âlemdedir. İrfan ve İmanı olanlar için Allah kalbtedir. İrfan ve İmana sahip olmayanlar için Allah bilinmeyen bir âlemde, kimsenin anlayamadığı bir yerdedir. Bütün bu Muhammed SAV’e açıklandı, ve oruç bu açıklamaya göre meydana çıktı.

Leylet-ül Kadr olarak bilinen Nur, Allah’ın rahmeti olarak indikten sonra, Allah’ın rahmeti, bütün peygamberlerden doğru gönderilen her şey Muhammed SAV’e öğretildi. Allah her bir peygamberin tarihini ve önemini açıkladı, ve üç âlemi açan İman anahtarını onun eline verdi: Ruhlar âlemi, bu geçici dünya ve ilahi hükümranlık. Kelime’den doğru bu İman anahtarı verildi , ve Elif ve Lam’ın anahtarlarıyla kalbler açıldı. La ilahe illallah Muhammeder Resulullah anahtarı ile, bu İman anahtarı ile insanların iç kalbleri açıldı.

Kitli olan kalbleri,
“Allah’tan başka ilah yoktur!” teyidini yapan “La ilahe illallah” anahtarını yerleştirerek açtı. Kalbler saflaştırıldı ve İman ile doldu. Allah; insana gösterdi ki BİRlik ancak, bir eşitlik, barış, sükunet, itidal hayatı yaşayarak bütün yaşamları, bütün açlığı ve üzüntüyü kişinin kendisininmiş gibi bilerek kazanılabilir.

Allahu Te’ala İslam’ın amacını tanımladı. İslam kardeşliktir erkek ve kız kardeşlerin birliğidir. Biz insanlık binlerce yıldır burada olmamıza rağmen, kardeşliğe ihtiyacımız vardır. Peki kardeşlik ne dir? Eğer birisi elemli ise o kişinin elemini içinizde hissetmektir. Eğer birisi neşeli ise , o kişinin neşesini kendi içinizde deneyim etmektir. Eğer birisi aç ise bu açlığı kendiniz açmışsınız gibi deneyim etmektir. Eğer birisi güçlükte ise , sizde o sıkıntıyı yaşarsınız. Bu fanı hayatta, bir diğerini kucaklamak, birlik kazanmak, bir baba ve bir anne ile tek bir aile olarak yaşamaktır. Bu İslam’dır. Bu Kelime’dir. Bu, İman-İslam’dır.

Bu kararlı (azimli) İmanı uygun bir usulde kendinde kurabilen kişiler saflığa (İslamı) ulaşırlar. İman-İslam olarak bilinen bu dur. İslam, mükemmel kardeşliği gösterir. Bir diğer kişiyi kalbinizde kucaklamak demektir, boynunuzu bir yana eğmek ve bir başkasını kucaklamak, ve sonra doğrulmaksızın diğer tarafa eğilip diğer taraftakıni kucaklamaktır. Bir olarak kucaklaşmış iki kalb, ciğerleri kucak açan ciğerler, ve göğsü kucaklayan göğüstür. Doğrudan bir kucaklayışta iki kalb BİRleşir. Yüz yüze kucaklayışta iki yüz BİR olur. Iki el birleştığınde, bu kız ve erkek kardeşliğinin BİRliği dir. İki çift göz buluştuğunda her biri diğerinin duygularını deneyim eder, ve kardeş olurlar. Varlığın bu hali İslam olarak bilinir.

Allahu Te’ala bunu adım adım Resulullah’a öğretti ve İslam’a mükemmellik ve İman-İslam saflığını verdi. Bu (mükemmel saflık)hali İslam olarak bilinir. Bize bu mükemmelliğe ulaşabilmek için gerekli olan talimatlar, açıklamalar ve Resulullah SAV tarafından tutulan oruç verildi. Muhammed SAV tarafından yapılan erimiş kalb ibadetine oruç denilir. O kendisini ibadetlere ve Allah’a olan hamde daldırdı ve Allah’ı onun tek gıdası olarak kabul etti, ve bağlılıkla kendisini tamamen Allah’a sundu. Buna oruç denilir. Biz bu hali kanaat ile kavramalı ve bugünden başlayarak bu orucu kabul edip uygulamalıyız. Bunu fark etmeliyiz.

Benim değerli çocuklarım, gözümün mücevher nurları, buna oruç denilir. Bununla birlikte, bu orucu uygun bir şekilde tutmayanlar bulunduğundan dolayı, ibadeti doğru bir şekilde yapmazlar, Allahu Teâlâ’dan başka ibadete lâyık bir başkasının olmadığını farketmezler, eşitlik, barış ve kardeşlik halini alamazlar, yalnız Allah’ın ibadete değer olduğu anlayışından doğru niyet ve İmanlarını güçlendirmezler. Allah daha başka esaslarıda açıkladı.

“Ya Muhammed, Ben her şeyi senin ve ümmetin için müşterek yarattım”dedi. “Güneşi, ayı , yıldızları, ağaçları, bitkileri, meyveleri, çemen, çalı ve sütü (keçilerden ve ineklerden)bencil olmaksızın herkes tarafından paylaşılmak kaidesiyle yarattım. Ümmetinin bu örneklere bakmasını sağla. Su, ateş hava, okyanuslar, ve kara eşit bir biçimde herkese ait olunması için yaratıldı. Bunu 124000 peygambere açıkladım. Bu ortak değerler, bireyler tarafından ,’ben, ben’ diyerek sahip çıkıldılar. İmanlarını kuvvetlendirmekte başarısız olanlar, diğerlerinin mülklerine sahip çıktılar. Ben okyanus yaşamlarına hürriyetlerini ihsan ettim, ve orman yaşamlarına da evler, ağaçlar ,mağaralar ve gerekli şeyleri ihsan ederek onların hürriyetlerini de verdim. Sürüngenler ve karıncalar için açık alanlar ve evler halk ettim, termitlere yaşamaları için yerler verdim, ve yılanlara yaşayacak yerler verdim. Ben her varlığı, ona vücut, barınak ve rızık
[4] temin ederek korurum. Ümmetine bunu söyle.

[4]Rızık: Allah tarfından verilen hakiki besindir. Dünyada temin edilen diğer besinler, bizim isteklerimiz için bir samandır. Allah tarafından bize verilen bir atom miktarı besin ise bizim rızkımız, hakiki ihtiyacımızdır. O İman için bir besindir ve Allah’tan direct olarak gelen bir güzelliktir.

“Çemen, çalılıklar, ağaçlar ve bitkiler bir çok yönden faydalıdır, değil mi? Kendilerini insanlar için feda ederler. Onlar hayatlarını söylediklerime göre yaşarlar.

Güneş, ışınlarını insanlara bağışlar,

Ay, nurunu insanlar üzerine döker,

Ağaçlar, meyvelerini insanlara verir,

Ve çemen kendisini insanlara ve ineklere verir.

Rızk olarak yarattığım her şey herkes tarafından paylaşılmalıdır. Ve bütün bu rızka hissedar olan insana, en büyük ihtişamın irfanını ihsan ettim. Ben ona muhakeme etme becerisi, latif (ince) irfanı, ilahi tahlili irfanı, ve ilahi parlayan irfanı verdim. Hayvanlara algılama, bilinçlilik ve zeka verdim fakat insana dört daha fazla irfan verdim. Ümmetinin bunu fark etmelerini sağla. Tıpkı ağaçlara, çemen ve balığa verdiğim gibi, dağıtması için her insana da rızık verdim. Her birey rızkını çeşitli yollarla alır, fakat bunu diğerleri ile paylaşmak İman-İslam’dır. Size verilmiş olan şeyi diğerlerine dağıtmak İman-İslam’dır. Paylaşmak, iç kalbten (Fuad’dan) gelir. İnsanlar verilmiş olanı, iç kalbi iç kalb ile kucaklayarak, göğüs göğüse kucaklayarak, birbirlerini incitmeksizin paylaşsın, yoksulları besleyerek bir diğerinin açlığa düşmesine göz yummasın diye Rahmetimi ihsan ettim. Eğer insan İman-İslam olacak ise bu Rahmeti anlamalıdır. Bunun yerine insan bu rahmeti sade kendisi için alır, İman-İslam diyerek bir diğerinin servetine, bir diğerinin yaşamına, bir diğerinin evine, bir diğerinin özgürlüğüne ve bir diğerinin mutluluğuna sahip olmak için hatiplik taşlar. Ya Muhammed, halkına bunu söyle. Onlara zekat vermelerini söyle. İmanlarının , Benim üç âlemin serveti ve TEK SERVET olduğumu farketmelerini sağla. Onların şunu kavramalarını sağla ki:

İbadete lâyık olan yalnız BİR TEK BENim ve Hüküm verici olan BİR TEK BENim. BENim ortak servetim herkes tarafından paylaşılsın.

Fakat taş kalbli, sadece çeyrek-İman yahut yarım-İman kazanmış olanlar, temel arzulara, putlara, ineklere, keçilere, kopeklere, tilkilere, yılanlara, eşeklere, kedilere, farelere, atlara ve domuzlara ilah olarak ibadet eden varlıklara dönüştüler. Onlar bunun yanında balık ve belli bazı kuşları-tavukları, horozları, tavus kuşlarını ve kargaları ilah edindiler. Bu yüzden, İmanı doğru bir şekilde tahakkuk ettiremediklerinden dolayı, hayaletleri ve iblisleri ilah edindiler.

Ya Muhammed bu insanlara konuş, onların kalblerini tasfiye etmelerini sağla, "Kelime"yi erit ve ilerleye bilmeleri için onlara ver. Kelimeyi süzüp onlara ver. Onların bu İmanı içmelerini sağla, o onların iç kalblerinin aydınlanmasını sağlayacaktır." böylece Allah konuştu.

Fakat hatta bu zamanda bile, bazıları bunu kabul etti ve bazısı etmedi. Çoğunda, kesirli bir İman ve şüphe bolluğu vardı. Bu insanlara , Allah daha başka açıklamalar verdi, çünkü bütün mülkün ve eşyanın kendilerinin olduğunu iddia ederek diğerlerini incitiyorlardı. Onlardan zekat vermeleri istendi. Allah kararlaştırılmış beş görevi buyurdu.

İlk görev İman, ikincisi namaz, ve üçüncüsü zekattır. "Söyle onlara, sahip olduklarından başkaları için infak etsinler, paylaşsınlar" dedi Allah, " ve bunu halen anlamayanlara söyle (dördüncüsü) , orucu tutsunlar. Oruçtan doğru anlayış kazanmalarını sağla, ve sonra mallarını kardeşleriyle paylaşmalarını sağla".

Beşinci görev Hacc'dır; ölmeden evvel ölmek, temel arzuları
ve açlıkları bırakmak, mülk ve unvanları yoksula verdikten sonra Mekke ve Medine'ye doğru Haccı tamamlamaya gidilir. Söyle onlara, Benimle ölüm giysisini giymiş halde ve ölüm halinde buluşsunlar. Bana tevekkül ederek, dünyayı ölüme koysunlar, ve Beni görmek için ileri çıksınlar (dünyadan sıyrılarak çıksınlar). Söyle onlara, dünyaya ait olanları dünyaya geri vermek için, ve cömert bir şekilde erkek kardeşlerine, kız kardeşlerine, fakır ve ihtiyaç sahiblerine vermek için, dünya mülklerine (masivayı) bağlılıkları öldürsünler. Benim Servetimi kabul etmek için insana TEK başına gelmesini söyle. Söyle ona, benim olan üç âlemin servetini almak için azimli İmanını ve mükemmel saflığı getirsin. Ya Muhammed , hiç bitmeyen serveti alabilsinler diye ümmetine bunu söyle" dedi Allah. Bunlar, beş emredilmiş görevdir.

O günlerde (bu görevler başlatıldığında) insanlar sürekli olarak, inekleri, keçileri, ve tavukları diledikleri gibi öldürerek, hayvanları kurban ediyorlardı. Bu gelişi güzel öldürmelerin bir sonucu olarak, her gün 50-60 milyon hayvan öldürülüyordu. Sonra Allahu Te'ala Resul'e dedi ki, "Ya Muhammed, Ben bütün yaşamlara şefkat bağışlayanım. Git şimdi ve saf İmana sahip olanların diğer yaşamlara karşın şefkat sahibi olmalarını sağla. Bunu yapabilenler için Ben bir çok çeşitte rızık yarattım. Onlar bununla birlikte bilmeliler ki, tükettikleri herşeyin nitelikleri onlarda büyüyecektir. Onların fiillerinin günahları onlar içlerinde birikecektir. Su an, onların fiilleri dünyayı istila edecek kadar çok kan ırmakları yaratmakta. Yaşayan varlıkları kan ırmaklarına çevirmekteler. Her yerde, bin, iki bin, ya da on bin varlık kurban ediliyor ve kara (diyar) boyunca kan akmakta.

Ya Muhammed onlara buna izin verilmediğini, haram olduğunu söyle. Yargı hükmü verecek olan BİR Allah'dır. Bu nedenle O’na güven, ve hayvanı izin verilmiş bir usulle kurban et. Allah’ın tanımladığı metod ile yap onu. İlk olarak iç kalblerinizi kurban edin, aşağı arzularınızı (nefsani arzularınızı), açlıklarınızı, ve düşüncelerinizdeki şerri kurban edin.

Kendinizi saflaştırın ve sonra hayvanları kurban etmeye çabalayın. Peki ya bu kurban etme işi nasıl yapılmalı? 40 tane tavuk yerine bir tane keçi öldürün. Kırk tane keçi yerine bir tane inek öldürün. 40 tane inek yerine 10 deve öldürün. Onları uygun bir usulle öldürün ve herkesle paylaşın. Bir tavuğu doğru bir şekilde öldürebilmek için, birisinin belli bir uzunluk, sap ve keskinlikte bir bıçağa sahip olması gerekir. Bir ineği öldürmek
için, bıçağın keskin kısmı bir kubitin
[5] üzerinde bir uzunluğa ve bunun yanında aşırı şekilde keskinliğe sahip olmalıdır.

[5]Kubit: Eski bir olçu birimi. Yaklaşık bir kolun dirsekle bileği arasındaki uzunluğu kadardır.

Hayvanı kurban edecek kişinin beş vakit namazlarını kılan birisi olması gerekir. Hayvanı kesilirken tutacak beş vakit namaz kılan iki yardımcının "kelime" söylenirken ve hayvan üzerine su serpilirken hayvanı tutuyor olması gerekir. Sonra, deveyi öldürecek kişinin deveye bakması ve

"Subhanallahi vel hamdu lillahi, ve la ilahe ill-Allahu vallahu ekber, ve la havle ve la kuvvete illa billahi, ve huval -'a liyyul-'azım..: ALLAH noksanlarda uzaktır ve Hamd onun içindir.İyilikleri yapabilmek ve kötülüklerden kaçınabilmek için gerekli mevcud ve potansiyel güç-kuvvet O çok Yüce ve Büyük ALLAH’tandır." diyerek bıçağı boynuna yerleştirmelidir.

Bu kelime hayvanı kurban etmeden söylenmelidir, ve sonra, 3 darbede , deve öldürülmelidir. Şah damarı kesilmelidir. Hayvan kusmamalı ya da çığlık atmamalıdır. Eğer kusarsa yahut herhangi bir ses yayarsa, bu haram olur.

Deve kesilirken, kişiye bakıyor olmalıdır, ve kişide ona bakıyor olmalıdır. Hayvan öldürüldüğü (Allah rızası için) zaman, hayvana bakmaya devam eden kisi, ruh bedenden ayrılana kadar "zikir"
[6] yapmalı ve Allah'a dua (salat) etmelidir. "Kelime" bıçak yıkanırken yine okunmalıdır. Sonra, diğer bir hayvan (Allah rızası için) öldürülebilir. Bir kez daha, ruh bedenden ayrılıncaya kadar Zikir yapılmalıdır. Hayvanları (Allah rizası için) öldüren kişi "Lebbe (dini bilen kasab)" yahut "Muezzin" olmalıdır.

[6] Zikir: Allah’ı hatırlamaktır. Allah’ın 99 esmasından her hangi biri ile ona yakararak söylenilebilir. En yuce zikir , "La ilahe ill-Allahu" beyanıdır.

Kurbanı bu metod ile kesmenin ardındaki sebeb şu dur:
Kasabın beş vakit namazların her biri arasında otuz dakikalık boş vakti olacaktır, ve eğer bu metod izlenirse, 30 dakika içinde sadece beş yada altı hayvan kurban edilebilir. Böylece, 100 milyon hayvan yerine sade altı hayvan kurban edilecek, ve aksam namazından sonra ise kurban etmeye izin verilmeyecektir. Sabahleyin, salatlardan (namaz, dualar v.b bütün salatlar) sonra lebbe sabah saat dokuza kadar câminin işlerine katılmak zorundadır.

Sonra , yemek yedikten sonra, sadece 09:00 ile 11:00 arasında hayvan kesebilir. Çünkü öğlen namazından önce ezan okumak zorundadır. Öğlen yemeğinden sonra gelecek namazdan önce bir diğer iki saati daha vardır, ve ikindi namazından sonra artik hayvan kesmek için vakti kalmaz. Böylece bir gün içinde yaklaşık 25 hayvan kesebilir. Yarım milyon hayvanın kesilmesi böylece 25 hayvana indirilmiş oldu. Kurban etmeler, öldürmeler ve günahlar azaldı, ve kesilen hayvanlar paylaşılmak için (Allah rızası için) öldürüldüler. Resulullah SAV bunun Allah’ın emri olduğunu beyan etti.

İrfan sahibi insanlar düşündükleri zaman, bunun açıklama olduğunu anlayacaklardır. Biz kurbanın (kurban etme emrinin) maksadını anlamalıyız, onun emrediliş sebebi hayvan öldürmeyi azaltmaktır. O günlerde, bin dörtyüz yıl önce, sebzeler kolayca buluna bilirdi. Et, hurma, sut, yağ, ve ekmek temel yiyecekler idi. Bu şartlar altında ,
Muhammed SAV insanlara et yememelerini emretseydi, onu öldürmüş olurlardı. İnsanlar onu başka zamanlarda da öldürmeye çalıştılar, fakat bu emir büyük bir sansasyon (kızgınlık) yaratmış olurdu.

Bu nedenle, Muhammed SAV, onun irfanında, Allah’ın emirlerini yavaş bir şekilde tanıttı. O insana, hayvanın ruhu bedenden çıkana kadar hayvana bakmasını ve dua etmesini söyledi. O bunu böyle belirtti ki insan, hatta bir taş kalbli insanı bile eritebilecek olan hayvanın akmakta olan kanına, dökülen göz yaşlarına, ve vücudundaki titremeye bakmak zorunda kalsın. Bazı hayvanlarda göz yaşları onların gözlerinden doğru akar, diğerleri ağlıyormuş gibi bakarlar, ve kan vücutlarından sel gibi akarken, bir çok hayvanın vücutları canları ayrılana kadar seyirirler.
Taş kalbli olanların kalbleri bu görüntüleri gördüklerinde erirdi ve hepten kurban kesme işini durdururlardı diye umuldu.

Hayvanların ölmesini izlemeye dayanamayan milyonlarca insan kurban kesmeyi durdurdu (burda anlatılan herhalde fazladan hayvan öldürme eylemlerini putlara vesaireye yahut aşırı et tüketimini yahut aşırı hayvan öldürmeyi durdurdular azalttılar demek istiyor olabilir belki), kesme işini durdular. Bu metod Allah’ın emri ile , ölümleri azaltmak için tayın edildi. Taş kalbli bir insan bir hayvanın ölümünü izlediği sırada zikir yaptığı zaman, merhamet kazanmaya başlayacak, özellikle eğer keçi, inek yada deve gibi kendisinin beslediği bir hayvan ise. Allah’ın emirlerinden biri olarak kurbanın buyurulmasının nedeni bu dur. Bu sebeten dolayı Allah Muhammed SAV'e kurbanı kesme ile ilgili, kıbleye yönelmeyi, zikir yapmayı, hayvana bakmayı ve bunun gibi ayrıntıları verdi.

Bununla birlikte, bu uygulama sadece irfan sahibi insanlar için etkin olacaktır. Sadece saf bir iç kalb şefkat ile eriyecek, bir diğerinin kanını görünce zangırdayacak (tüyleri ürpererek), bir diğerinin acısında titreyecek, bir diğerinin aç olduğunu bildiğinde ürperecektir. Kalbin bir diğerinin gerginliğine karşı bu titreyişi, saf İman-İslam olarak adlandırılır (bilinir). Saf İmana sahip olanların kalbleri bir diğerinin acısını gördüğünde eriyecek, şefkat yağdıracak ve derhal o anda teselli edeceklerdir. Bu halde olanlara İman-İslam denilir. Onlar kararlı (azimli, tereddütsüz, kuvvetli) İmana sahip olanlar olarak bilinirler.

Allah, böyle şefkat, sevgi, birlik, sabır, ve vakar niteliklerini gösterenlerin İslam olduklarını bildirdi. Bu açıklamaları Resulullah SAV’e verdi.

İnsan Allah’ın hükümlerini yerine getirmeye çabaladığında, Allah’ın sayısız esasları inzal ettiğini ve üç âlemin servetinin bir SIRR olarak var olduğunu farkedecektir. İlahi ilim, üç âlemin serveti (mubarakat) ve Allah’ın rahmetinin sınırsız serveti saflıktır. Bu saflık servetini elde eden insan tüm yaşamlarda hayat, bütün hastalıklarda hastalık, bütün açlıklarda açlık olacak ve böylece hizmet edip bütün yaşamları kucaklıyacaktır. O bunu iç sabır ile, şükür ile, Allah’a tevekkül ve teslimiyet ile yapacaktır. Her şeyin Allah’ın dilemesiyle olduğu inancıyla Allah’a tevekkül edip bütün yaşamları kucaklayacaktır. Bu; orucun manası ve özü olan İman-İslam’dır. Bunu elde etmeliyiz.

Değerli çocuklar, gözümün mücevher ışıkları, Allah yolunda her birimiz bunu anlamalı ve kabul etmeliyiz. İman-İslam’ı anlamalıyız. İç kalblerimiz, 124 bin peygamberin öğretilerini bütünüyle anlamalıdır. Allah 124 bin nebi yarattı ve ilk önce onlardan 25 tanesini açıkladı,ve sonra onların arasından ( tanesini açıkladı, son olarak da onların bütün geçmişlerini hep birlikte bir tek olana koyup yoğuşturdu ve bu bütünlüğü mükemmel (kusursuz) bir bütünlük olarak Muhammed SAV’e verdi. Bu Tiru Marai
[7], Tiru Kur’an [8] ve Kur’an olarak bilinir. Bu mükemmel bütünlük Kur’an olarak isimlendirilir. O gerçek yazıttır. Hakikat yazıtsal bir koddur (şifre, anahtar, dizgi, kanun v.b). İç kalblerini bu yazıtsal kodlar ile dolduranlar saf olan İman-İslam olanlardır.

[7]Tiru Marai: Tiru Marai’nin mânâlarınısi kudsal yazıtlardır.
Tiru Marai yada Tiru Kur’an her din ve yazıtlara referanstır.
Allahın doğruluk ve adaletinin bütün insanlığa insan davranışına yol gösterici ilkeler ve Hakka kavuşmanın mânâlarınısini açıklayıcı ilkeler olmak üzere, her çağda her millete tecellisidir. ALLAH insanda her ÂN hazır ve nazır bulunan Hakikat’dır.
Tiru Kur’an Allah’ın parlak irfanından, Nur’dan çıkan vahyidir

[8]Tiru Kur’an :
Orjınal ilk Kur’ân. Tiru Tamılce de üçlü demektir.
İnsan’ın İç Kalbine başlangıçta yazılan İlahî yazıt.
İlahi sözlerin açıklamaları ki bunlar İç Kalbde sonsuza dek var olurlar.
Tiru Kur’ân içinde, Allah, üç dünyanın (başlangıç, bu dünya ve âhiret), O’nun rahmetinin (Zât’ınn özü) özü hakkındaki açıklamaları, O’nun üçlü radyansının (Allah-Nur-Muhammed ya da Elif-Lâm-Mim) ve hilkatinin (sıfat) bütün sır ve özlerini gömdü.
Bu üçlü radyans başlangıçtan beri daima O’nunla beraber idi, üçü birden aynı yerde var idi.
Yaratılmışın olmadığı bir hâlden, (Kudretullah)
Allah’tan Nur açığa çıktı, (Leyletü’l-Kadr-Kudret Nuru)
Sonra bu Nur’dan MUHAMMED açığa çıktı ve bundan bütün HİLKAT meydana geldi.
Tiru Kur’ân, Kur’ân-ı meydana getiren aynı 28 harften oluşmuştur ki bu 2 harf insanın latif vücudunu meydana getirmiştir.
Bu 28 harfden doğru Thiru Kur’ân-ın 6666 âyetinin mânâları açığa vurulur.
Herşeyin hepsi Allah döktükçe ondan yayılır.
(Sanki Türkçe ifadeyle DİRİ KUR’ÂN...)


Onlar Allah’a güvenir ve O’nu severler. Bunun hakkında düşünelim. Değerli çocuklarım, gözümün mücevher nurları, size bütün geçmişi (tarihi) anlatamam. İlk sûre, Leyletul Kadr , orucun yirmi yedinci gecesinde inzal edildi, buğun orucumuzun yirmi yedinci gecesi olduğundan dolayı orucun bazı esaslarından kısaca konuşuyorduk. Bunları bütünüyle anlayıp, iç kalblerimizi saflaştıralım. Bu Nuru, bu mükemmel bütünlüğü alıp, bütün yaşamları kendimizinkiymiş gibi kucaklayalım ve onlara huzur getirelim. Bu İman-İslam’dır. Hayatimizi iç sabır, şükür, Allah’a tevekkül ve tam teslimiyet ile yaşamak, Allah’ı nasıl hamdettiğimizdir.Bu hamdi farketmek ve hamdetmek, İman-İslam’dır. Bu özü anlamak, İslamın tayın edilmiş bir görevidir. Oruç, beş belirlenmiş (kararlaştırılmış) görevden birisidir.

Resulullah SAV Hira dağında 27 gün kaldı, ve 27. Günde bu sûre, bu Leyletul Kadr denilen nur indi. Dış dünya bunu bugün kutluyor, fakat hakikatte her bireyin iç kalbi bunu kutlamalıdır. Tıpkı Resulullah SAV’in Nuru aldığı gibi, bizlerde Kur’anı iç kalblerimize sevinç ile kabul etmeliyiz. Sadece bu Nur iç kalblerimize girdiği zaman Allah’ın uç âleminin sınırsız servetini kazanabiliriz. Bu serveti içimizde gün gibi doğdurmalıyız.

Bu İman-İslam’dır.

İslam saflıktır.

Bu Nur tamam hale geldiği zaman bu İslam’dır, diğer yaşamları öldürmemek, incitmemek ve onlara sataşmamaktır. Allah , Resulullah SAV’e rahmeten lil âlemin ismini verdi. Bu rahmet kendi iç kalblerimizde doğmalıdır. Eğer bu serveti alabilirsek, bu bütün âlemlerin rahmet serveti olacaktır. Bu hali kazanmak için sebat ile didinmeli, çabalamalıyız.

Değerli çocukların, gözümün mücevher nurları, size bu orucunuzun 27. günü hakkında, bu Leyletul Kadr olarak bilinen günden biraz bahsettim. Hepiniz orucunuza büyük bir azimle niyet edin. 30 gün oruç tutun. Allah’a sena edin ve ibadet edin. O’na hamdedin. Her bir nefeste ona SALAT edin. O’nun üzerinde tefekkür edin. Her bir nefeste O’nu zikretmeye çabalayın. O’na ibadet edin ve eriyen bir kalble O’na Salat edip hayat ve ölümünüzü O’nunla birleştirmeye (kaynaştırmaya) çaba gösterin. Bu iste, güzellik, itibar,ve Allah’ın sınırsız rahmet servetini kazanacağınız haldır. Bu, İman-İslam olacaktır.

Âmin.

Esselamu Aleyküm ve rahmatullahi ve berekatuhu küllühu.

Allah’ın bütün selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

Allah her şeye kâfidir.

O’na hamd edelim.

Âmin.
Resim
Cevapla

“Mübarek Gün ve Geceler” sayfasına dön