10. sayfa (Toplam 21 sayfa)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 12 Eki 2018, 19:38
gönderen kulihvani
Resim

OLur!. OLmaz!. =>NEFSin HAKkı
OLAN=>HÜKMü=>HALKın HAKkı
==>KANLı KAFES-in ==>NEFESi
=>HÂL-i HAZIR=>HAKk’ın HAKkı!.


ZEVK 9037

SEBBEHa SIRR-ı SEMÂ’da =>ZEVK-i ZERRe KOŞUsunda
HAZIR-NÂZIR HUZURUnda>NÂZ-NiYÂZ NEZİR CEM’inde
CÜMMLe CihÂNı->CEMÂ’da =>SEVK-i KÜRRe KOŞUsunda
“CÂN ÖZü CÂNÂN CEM”-inde =>VELED-i VEZİR CEM’inde!.


11.10.18 13:14.
brsbrsm..veledivezircâmimizz..


BAŞtan OKU!. SonUÇ>ECEL
ÇEKen>KOKu>SEBEB>EMEL
=>CÂNLar CENGi Şu ÂLEMde
YOKu-ÇOKu=>TEVHİD TEMEL!.



YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Resim---Ebû Hüreyre radiyallahu anhu: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Cum'a Gününün faziletini anlatarak: “Cum'a Günü öyle bir ÂN var ki, müslüman bir kimse o VAKİTte namaz kılar, ALLAH'tan bir şey isterse ALLAH celle celâlihu mutlaka istediği şeyi ona verir.” buyurdu ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem eliyle o vaktin kısa bir süre olduğuna işâret etti.” buyurmuştur.
(Buharî, Cum'a, 11/37; Müslim, Cum'a, 7/13)


Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



Resim Bir ZamANLar..

VELED-İ VEZİRİ CÂMİsi.:


Veled-i Veziri Câmii.: Vezir tarafından yaptırıldığı için de Veziri Câmii olarak da adlandırılmıştır. Pınarbaşı, Tahtakale ve İvazpaşa mahallelerinden gelen yolların kesiştiği noktada, İnebey Semtinde, Veziri Caddesi üzerinde bulunan bu câmi Sultan II. Murad döneminde yapılmıştır. Câminin banisi II. Murad’ın vezirlerinden Üzeyr Efendi’dir. İnşa tarihi 1421-1451 dönemi olarak belirtilmektedir. Câminin haziresinde bulunan bir mezar taşında “Hamza Bali sene 933 (1526)” ibâresi vardır. 7.90 x7.90 metre iç ölçülerinde kare planlı câminin gövdesi üç sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşı ile işlenmiştir. Kirpi saçaklı ve sekizgen kasnaklı kubbesi kurşun kaplanmıştır.
Son cemaat yeri câminin doğu-batı yan duvarları arasında iki ahşap direğin taşıdığı üç sivri kemerlidir. Burası sonradan camekânla kapatılmıştır. İbadet mekanı dıştan sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekanını aydınlatan pencerelerin bazıları örülmüş, bazıları da dolap şekline sokulmuştur. Mihrab beşgen biçiminde olup, üzeri mukarnaslarla süslenmiştir.

3.65 metre derinliğindeki üç gözlü son cemaat yeri camekanla kapatılmış ve câminin saçağından daha alt seviyede ahşap çatı ile örtülmüş durumdadır. Câminin kuzeybatısında yer alan minâreye son cemaat yerinden çıkılmaktadır. Caminin kuzeybatısında yer alan miânareye son cemaat yerinden çıkılmaktadır. Minâre kaidesi sekizgen olup, bunun üzerinde tuğla gövdeli silindirik minâre yükselmektedir.
Minârenin kaidesi üç sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşı, petek kısmı moloz taş, gövdesi de tamamen tuğla ile örülmüştür. Yapının içi gayet sadedir. Kubbeye geçiş elemanları olan Türk üçgenleri ve duvarlar beyaz kireç ile badanalıdır. Kubbe eteğinde Barok kalem işi süslemeli bir şerit göze çarpar. Ahşab minber ve mahfil ile alçı mihrabın hiçbir özelliği yoktur.
Câminin haziresinde Sultan II.Murad’ın adamlarından Vezir Üzeyr’e ait 1585 tarihli mezar taşı bulunmaktadır.

(Baykal, Bursa ve Anıtları, 82-83; Bursa Ansiklopedisi, Cilt 4, 1688; Kaplanoğlu, Bursa Anıtlar Ansiklopedisi, 124)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 19 Eki 2018, 15:59
gönderen kulihvani
Resim

bEN ATEŞİ”n KAVRULurken
AYNı NOKTAda>VAR-YOKum

->KÜLüm GÖĞE SAVRULurken
HİÇim>HEPim.. AZım>ÇOKum!.


ZEVK 9045

YEVMü’L- CUMÂ CEMÂ’sında =>HAYyeLe’L- İLÂH’ı DUYduk
=>“YUSEBBiHu SEMÂ’sı”nda =>HAYyeLe’s- SELÂH’ı DUYduk
KELÂMuLLAH RESÛLuLLAH
BİZ BİR-İZ-de Bî-İZNiLLAH
KÛN feyeKÛN KEMÂ’sında
KÜLLî ŞEYy’in=>ŞEMÂ’sında=>HAYyeLe’L- FELÂH’a=>UYduk!.


19.10.18 13:24.brsbrsm..yeşilcâmimizzde..


BeN>KARA SEVDÂyı SEVdim
MeCNÛNum LEYyLÂyı SEVdim
MuhaMMedî =>MEŞKte AŞKta
=>BURAsı BURSA’yı=>SEVdim!.



Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..



Resim

BURSA YEŞİL CÂMİİ:

Bursa’da ilk dönem Osmanlı mimarisinin önemli örnekleri arasında yer alan bir tarihi yapı. Câminin ünü, çini kaplamalarından gelir.
Câmi, adını verdiği Yeşil semtindedir; Yeşil külliyesi yapılarındandır. “Yeşil” adını, bir zamanlar minarelerinde bulunan yeşil renk ağırlıklı süslemelerinden aldığı düşünülür. Halen aktif olarak kullanılan câminin kapasitesi 2000 kişidir.
Kuzey cephe ortasındaki taç kapısında bulunan Arapça kitabeye göre mimarı Hacı İvaz b. Ahî Bayezıt (Hacı İvaz Paşa); bitirildiği tarih Aralık 1419’dur. İç mekanda, hünkar mahfili üzerinde yer alan yazıttan anlaşıldığı kadarıyla yapının nakkaşı, “Nakkaş Ali” olarak da bilinen Ali b. İlyas Ali’dir (ünlü divan şairi Lâmiî Çelebi’nin babası) ; süslemelerinin tamamlandığı tarih 1424'tür. Osmanlı sultanlarından Çelebi Mehmet’in emri ile yapılan câmi; Sultan’ın ölümü üzerine II. Murad devrinde tamamlanmıştır.
Yeşil Câmii, Çelebi Mehmet tarafından aynı zamanda hükümet konağı olarak inşa edilmiş iki katlı, iki kubbeli görkemli bir yapıdır.
Câmi, ters T planlıdır. Kronolojik sıraya göre bu plandaki yapıların, Orhan Gazi Câmii ile Yıldırım Câmii'den sonra üçüncüsüdür. Câminin büyük ve olağanüstü oyma süslemeleri bulunan ana kapısı kuzey cephede yer alır. Kapıdan yan odalara açılan dar bir koridora girilir. Asıl ibadet alanına Bizans başlıklı iki sütunun ortasındaki alçak bir kapıdan girilir.
İbadet mekanın iki yanındaki simetrik odalar, sancaklardan gelenlerin meselelerinin görüşüldüğü yerler olarak yapılmıştı. Doğudaki oda Anadolu Beylerbeyliği’nden gelenler için, batıdaki oda Rumeli Beylerbeyliği’nden gelenler için kullanılıyordu. Daha sonraları bu odalar mahkeme salonu olarak kullanılmıştır. Girişin iki yanındaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Yapının üst katında ortada hünkar mahfili, iki tarafında saray daireleri bulunur.
İbadet mekanı, aynı eksen üzerinde üzerli birer kubbe ile örtülü iki ana mekandan oluşur. Kubbelerin çapı 13metre, yerden yüksekliği ise 25metredir. Her iki kubbe büyük bir kemer ve kilit taşı ile birleştirilmiştir.


Mermer İŞçiLiği:

Câminin yapımında Marmara Adası’ndan getirilen mermer kullanılmıştır; eser, Bursa’da yapılan ilk mermer abidedir. Eserin ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir.

ÇiniLeri:

Câmi, mimari özellikleri yanında çini süslemeleri ile de büyük bir öneme sahiptir. Özelikle iç mekânda eyvanlar, müezzin mahfilleri, hünkar mahfili, tabhaneler, şahnişinler ve mihrap çini süslemenin yoğun olarak kullanıldığı bölümlerdir. Bunlar arasında bütünüyle çini ile kaplanmış mihrap zengin süslemeleriyle dikkat çeker.
Mihrap, eserin güney cephe ortasındadır. 1067 cm. yüksekliğinde ve 628 cm. genişliğindedir ve sır tekniğinde çinilerle kaplanmıştır. Erken Osmanlı döneminin ilk çini süslemeli mihrabıdır. Ağırlıklı olarak bitkisel motif ve kompozisyonlara sahip çinilerle kaplanmıştır. Yeşil Câmii’indeki çinileri yapan usta, "Mecnun Mehmet’tir".


AHşap İŞçiLiği:

Yeşil Câmii’nin giriş kapısı ve pencere kapakları, devrin ahşap işçiliğinin güzel örneklerindendir. Mihrabın batısında bulunan, tepesi altıgen külahla örtülü minber de özenli bir ahşap işçiliğinin ürünüdür.

Hat ESeRLeri:

Mihrap eyvanının doğu ve batı pencereleri üzerinde duvara asılmış birbirinin eşi olan daire biçiminde iki yazı levhası bulunur. Levhalarda “Amme suresi” yazılıdır.[4] Biri yeşil, biri kırmızı olan bu yazılardan birinde Bursa’da 19. yüzyılda valilik yapmış Ahmet Vefik Paşa’nın adı geçer.

MinareLeri:

Câminin minarelerinin birisi kuzeybatı, diğeri güneybatı köşesindedir. Minareler yapının 1855 depreminin ardından, 19. yüzyıl sonlarına doğru yapılmıştır. Orijinal minarelerin câmiye adını veren yeşil çinilerle kaplı olduğu düşünülür.

KüLLiye YAPıLarı:

Yeşil Câmii'nin inşasından sonra batısına medrese, doğusuna imaret yapılmıştır. Medrese, “Sultaniye Medresesi” olarak anılırdı. Medrese binası, günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılır.
Câminin karşısında Bursa'nın en değerli anıtsal yapılarından biri olan Yeşil Türbe bulunur.
Bursa’daki “Sultan Han” ve “Fidan Han” adlı hanlar, Yeşil Câmii’nin inşasından sonra Çelebi Mehmet’in isteği ile Hacı İvaz Paşa tarafından Yeşil Câmii’ye gelir sağlamak için inşa edilmiştir.

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2018, 18:47
gönderen kulihvani
Resim

YERsiz YURtsuz YELLer İLe
BAŞ AYAKsız>BULut BULut
=>UÇURUR İÇİMi =>ÇİLLe
KANatLarım=>KORku UMut!.



ZEVK 9050


Bî-İSMi ALLAH RAHMÂN RAHîM =>SIRR-ı BESMELe>“Be”-sinde
“NOKTA”sı =>EDEB-i EHL-i BEYt =>“İMÂM ALİ =>NEFESi”-nde
İNSÂN =>ASLın>fASLın>ÖZü
KÛN EMRi-n=>feyeKÛN>SÖZü
=>CUMÂ-mızı>CEM’ EYyLedik!. =>“EMİR SULTÂN TÜRBESİ”-nde!.


26.10.18 13:18.
brsbrsm..emirsultÂNcum’acem’ii..


Resim nOt.:
CUMÂ CEM’im için EMiR SuLtÂN CÂMisine azm ettim.. Vakit az ama, niyyetim sağlamdı.. Üç ayakla koşarak EzÂNLa girdim câmiye.. Her yer dopdoluydu.. Aradan yürüdüm.. Türbe kapısına geldim ki, türbeye giriş odası bomboştu.. Bencileyin yamuk, bir kaç cÂN vardı içerde.. TEKBİR aldım.. Tâmirat dolayısıyla hanım kardeşlerimizi almamışlar câmiye.. Namaz İŞimiz bitince, açılan türbeye daldım.. Kıbleye diz çöküp TÜMM ÜMMet-i MuhaMMed aleyhisselâm adına YÂ-SÎnimİZ takdim EYyLedim hamd OLsun CÂN Dostlar!.


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..

Âmin! Yâ Muîn! YâRabbenâ!..


ResimMuhaMMedi MuhabbetLerimİZle...

Resim



EMİR SuLTÂN kaddesallahu sırrahu..:

(1368 - 1430) Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa'da yaşamış İslam ve tasavvuf dünyasında tanınmış düşünce adamı.
Hicri 770
(1368) yılında Buhara'da doğdu. 833 (1430) tarihinde Bursa'da vefât etti. Soyu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in torunu Hüseyin'e dayanır. İsmi, Muhammed bin Ali, lakabı Şemsüddîn'dir. Ona, Buhara'da doğduğu için "Muhammed Buhârî", Seyyid olduğu için "Emîr Buhârî", Yıldırım Bayezid Hanın damadı olduktan sonra da "Emîr Sultan" denilmiştir.
Bursa'ya 1391'de göç etmiş ve Yıldırım Bayezıd'in kızı Hundi Hatun'la evlenmiştir. 1430'da Bursa'da vefat etmiştir. Türbesi Emir Sultan Camii avlusu içindedir..


Resim

EMiR SuLTÂNn CÂMİi.:

Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.
Bursa'nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa'nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede
"Emir Sultan mezarlığı"nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804'te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tâmir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır.
Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır..


ResimCEM' AVLUmuzz..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 02 Kas 2018, 15:21
gönderen kulihvani
Resim

BURSA BÂZÂRı=>BURAsı
SIRR-ı SIRF SEFÂsın GÖRdüm!.
BÜLBÜLün ÇİLLe CURÂsı
>YÂD ELLer CEFÂsın GÖRdüm!.
AŞK ZÂRın>YAZı TURAsı
=>ERENLer VEFÂsın GÖRdüm!.


ZEVK 9056

YOKLuk ÇOKLuktan>TEK-Liğe=>ZITLarın ZEVKİnde ZAHMEt
ALLAHu zü’L- CELÂL =>EMRi =>MURADı =>KULuna RAHMEt
AKLım =>İKİ YÜZün->TEKLe
NAKLen Nİ’METULLAH BEKLe
CÂNÂN’ın =>CÂNda CÜNBÜŞü =>CUMÂ CEM’i ABDAL MEHMEt!.


02.11.18 13:14.
brsbrsm.. cumacemmi..abdalmhmdcâmimİZzz..


EBRÂR EBDÂLLa bULuştum
=>AKIL AYNAmızı SİL!.dik!.
AHYÂR AHRÂL-La bULuştum
VAKT-imiz RABB-imiz BİLdik!.


Cura.: Cura, Yörük halk çalgılarından biridir. Akdeniz ozanları tarafından çoklukla kullanılan bu çalgının uzunluğu 55–60 cm. kadardır ve bağlama ailesinin en küçük çalgısıdır. Cura genellikle altı, beş, dört ya da üç tellidir. İki telli curalar da vardır.
Cünbüş.: Cümbüş telli çalgılardan bir tanesidir. Cümbüş bir türk tarafından ilk olarak yapılmış ve yapan kişinin soy ismini almıştır. İlk Cümbüş Zeynel Abidin Cümbüş tarafından yapılmıştır. Türlü renklerin oluşturduğu karışım..


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.


Resim


Resim


ABDAL MEHMET CÂMİİ

Demirtaşpaşa Mahallesi Cumhuriyet Caddesi Abdal Sokak.. Osmangazi/Bursa

Abdal caddesi, Tahal Caddesi ve Gül Sokak’ın birleştiği kavşakta yer alan câmi, II. Murad devrinin tanınmış sufîlerinden olan Abdal Mehmed’in adına Başçı İbrahim tarafından inşa ettirilmiştir. Dikdörtgen planlı câminin üzeri iki oval kubbe ile örtülüdür. Câminin yanında Türbesi ve çeşmesi de bulunmaktadır.
(Kazım Baykal, Bursa ve Anıtları,113. ;, Bursa Ansiklopedisi, Cilt I, 11.)

Resim

Bursa'da Abdal Mehmed 'in adını taşıyan Câmi; XV. yüzyılın ikinci yansına ait olup bazı kayıtlara göre Başçı İbrahim tarafından tesis edilmiştir. Câmi, çift kubbeli bir harem, üç bölmeli son cemaat yeri ve bir minâreden teşekkül eder. 15.20 m. x 7.70 m. ölçüsündeki çift kubbeli iç mekân enlemesine tertiplenmiş, orta yere büyük bir kemer atılmıştır. Bu yüzden mihrab, kemerin ayağı içinde kalmış, giriş de mihrab mihveri üzerine konulamayıp kemer ayağının yanlarına iki kapı açılmıştır. Kubbelerin örttüğü hacimler kare olmayıp 7.70 m. x 7.00 m. ölçülerinde dikdörtgendir. Dolayısıyla kubbeler hafif beyzîdir. Kubbelere geçiş pandantifler ile yapılmıştır. Son cemaat yerinin üç bölmesi de kubbelidir.

Resim

Üç “B”nin (Buhara-Bursa-Bosna) ortasında bulunan Bursa Şehri Osmanlı’ya başkentlik yapması hasebiyle bünyesinde onlarca tarihi mekan barındırırken aynı zamanda bir hayli “Gönül Mimarı”nı da barındırır. Bu gönül ehli zâtlardan biri de Abdal Mehmed kaddesallahu sırrahu Efendidir. Biz bu yazımızda onun adına yapılan câmiyi ve kısaca da olsa kendisini tanıtmaya çalışacağız.
Bursa Demirtaş Endüstri Meslek Lisesi’nin karşısından giden Tahıl caddesi ile Abdal Caddesi, ve Gül Sokağı’nın kesiştikleri köşedeki câmi, Abdal Mehmed Câmiidir. Kitabesi yoktur. Bazı kaynaklarda, Fatih döneminde yapıldığı, bazı kaynaklarda ise H.854/M.1438 yılında türbeyle beraber II. Murad döneminde yapıldığından bahsedilir. Konuyla ilgili kaynakların verdiği bilgiye göre câmii Abdal Mehmed’in yakın arkadaşı Başçı İbrahim tarafından yaptırılmış.

Câmimizin etrafı taş duvarlarla çevrili. Câminin giriş kapısının da bulunduğu son cemaat yeri, üç kubbeli. Önden bakıldığında iki ayak üzerindeki sivri kemerli üç bölüm, camekanlı. 5,56 metre derinlik, 15,47 metre genişlikteki son cemaat bölümünün yanlarına duvar örülmüş. Her iki yandaki duvarda birer pencere var. Kemer ayakları dikey ve yatay şekilde iki sıra tuğla örgülü kesme taştan yapılmış.
Câminin iç mekanı 8,19 m x 15,34 metre ölçülerinde dikdörtgen planlı. Doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı olan bu ana mekân; ortada sivri kemerle birbirinden farklı iki bölüme ayrılır. Bu kemerin son cemaat yerindeki ayağının her iki yanında birer girişi var. Aynı zamanda bu ayak, son cemaat yerinin mihrabı görevini yapan üç köşeli bir mihrap haline getirilmiş. Büyük kemerin ayırdığı her iki bölümün boyutları eşit ve kare olmadığından üzerlerini kaplayan kubbeler de ovaldir. Üzerleri kurşun kaplı olan kubbeler, yan yana köşelerde kürevi üçgenlere oturur. Kubbe kasnağı sekizgendir.
Câminin mihrabı kubbelerin oturduğu kemer ayağına yapıldığından oldukça dar. Etrafındaki ince çerçevede geometrik motifli kalem işleri ve Ayet-el Kürsî hemen gözünüze çarpar. Mihrabın üst kısmında beş dilimli bir tepeliği var. Ufak ve basit olan minberi ise yanlarda büyük geçmelerle süslenmiş. Câmi üç sıra pencereyle aydınlatılır. Bu pencereler duvardan 10 santimetrelik bir girinti içerisinde ve sivri kemerli, kapakları ise düz meşe ağacından yapılmış.

Duvarlar alttan 3 metreye kadar moloz taş; üst kısımlar, kubbe, kasnaklar, ayaklar iki sıra tuğla bir sıra kesme taştır. Araları da dikey tek tuğla örgülü. Batı yönünde, bitişik olan minâreye son cemaat yerindeki bir kapıdan çıkılmakta. 1955 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından yapılan onarımda bugünkü şeklini alan câmi, toplam 300 kişilik cemaat kapasitesine sahiptir.

Resim

Abdal Mehmed’in türbesi de Câmii’nin karşısında bulunuyor. Türbenin giriş kapısı üzerinde sülüs yazı ile Arapça yazılmış 80 cmx 50 cm. ölçüsünde tek satırlık bir kitabe var. Bu kitabeden anlaşıldığına göre türbe II. Sultan Murad tarafından 1450 yılında yaptırılmış. Türbeye sivri kemerli, kenarları kapalı bir eyvandan geçilerek girilir. Türbe 6.20x5.85 m. ölçüsünde, kareye yakın planlıdır. Üzeri sekiz köşeli bir kasnağın taşıdığı kubbe ile örtülmüş. Duvarlar 3 sıra tuğla, bir sıra kesme taş ve araları da dikey tek tuğla ile işlenmiş. Girişte kemerin üstündeki tek satır Arapça kitabenin altında, tek sıra ve altı köşe tuğla süsleri vardır. Türbe altta 5, üstte 3 olmak üzere iki sıra pencere ile aydınlanır. İçinde Abdal Mehmed’in sandukası vardır..

Evliya Çelebi burası için: “Ana cadde üzerinde güzel bir türbe vardır. Gelip geçenin dinlendiği ve ibadet ettiği safalı bir yerdir” diye bahseder. Türbenin bahçesinde ufak bir mezarlık bulunmakta. Ayrıca türbenin kuzeyinde Hasırpuş Dede diye birinin kabrinin olduğu söylenir. Döneme ait kaynaklar; burada postnişinliğini şeyh Hasan Halife’nin yaptığı bir Nakşibendî tekkesinden bahseder. 1599 yılında, Yavuz Selim Bursa’ya ilk gelişinde bu tekke ile ilgilenir ve kandiller için 200 akçe verir. Ancak tekke günümüze gelememiş. Bugün mevcut değildir.

Kaynaklarda Abdal Mehmed’in kimliği hakkında değişik bilgiler var. Bazı kaynaklar onun II. Murad devri mutasavvıflarından olduğunu, bazıları ise Emir Sultan âşıklarından bir meczub olup Şeyh Eşref-i Rûmî ile ilgisi olduğundan bahseder. Hayatı hakkında değişik şeyler anlatılsa da, bizim anladığımız Allah Dostu kerâmet ehli muhterem bir zâttır. Bir hayli menkîbesi anlatılır.

Bir ramazan günü, oruçlu ağızla sohbet ederlerken Abdal Mehmed’in canı köfteli çorba ister. Müridi olan Eşref-zâde Abdullah’a: “Molla, canım iftar için köfteli çorba istedi, bak bakalım aşçılarda bulabilecek misin?” der. Genç mürid eline bir tas alır. Bütün aşçıları dolaşır. Fakat günümüzdeki gibi Ramazan ayında bütün aşçı dükkanları açık değil hepsi kapalıdır. Abdullah eli boş olarak tekkeye dönmek zorunda kalır. Bundan sonra Abdal Mehmed, içi çamur dolu bir leğenin önüne oturur ve çamurları köfte şeklinde yuvarlayıp, ocak üzerinde kaynayan suya atar. Aradan biraz zaman geçer.
“Gel bakalım Mollam. Demek ki köfteli çorba bulamadın ha!. Bakalım benim köftelerimi beğenecek misin?. Haydi gel de iftar edelim!." der.
Bundan sonra ne zaman çorbalı köfteden bahsedilse, Molla Eşref-zâde gayri ihtiyâri olarak: “Ah, o cennet taamı, ah o cennet taamı!.” der dururmuş.

Abdal Mehmed’in tekkesine bir gün Anadolu’dan kalabalık bir misafir gurubu gelir. Hazret hiç beklenmedik misafirler karşısında ikramda kusur edeceğim diye kara kara düşünürken bir anda kapı açılır. Gelen Başçı İbrahim’in çırağıdır. Çırak, içi haşlanmış kelle dolu büyükçe bir tepsiyi Abdal Mehmed’e verir. Bundan ziyâdesiyle memnun olan Abdal, o gece bir dua eder ve Başçı İbrahim’in kazanı, kepçesi altın ile dolar. Sabah yatağından kalkan Başçı İbrahim, büyük kazanın ve kepçenin altınla dolu olduğunu görünce: “Pirimiz mürşidimiz, Abdal’ın duası bereketiyledir” diye düşünür. Bundan sonra zengin olan Başçı İbrahim, az önce bahsettiğimiz Abdal Mehmed Câmiini yaptırır.
1940’lı yıllara kadar bayramların ikinci günleri Bursa’nın bütün dervişleri, şeyhleri Abdal Mehmed’in Çatalfırın’daki tekkesinde toplanır, kudüm vurur, ney üfler, köfteli çorba kaynatıp içerlerdi.

RûHu Şâd ve hiMMeti Hâzır OLsun İnşâe ALLAH!.

Resim

Osmanlı Beyliği’nin kuruluş aşamasında, Gâziyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm ve Bâciyân-ı Rûm dediğimiz manevî şahsiyetlerin önemli rolleri olduğu bilinmektedir. Abdal Musa, Abdal Murat, Doğlu Baba ve Geyikli Baba gibi Abdal Mehmet bunların en meşhurlarıdır. Bunlardan başka Bursa Evliyâsı denilen bu kimselerin içinde daha birçok Hakk ERENLerin de olduğunu unutmamak gerekir, yeri geldikçe onlardan da bahsedilecektir. Baldırzade Selisi Şeyh Mehmet Efendi’nin Ravza-i Evliya adlı eserinde: “Sâhib-i keşf ü kerâmât, menba-ı vecd ü hâlât, meczûb-ı Hak, mahbûb-ı mutlak” şeklinde tarif edilen Abdal Mehmet, Bursa’nın evliyâsındandır.
Emir Sultan hazretlerinin çağdaşıdır ve onun ile çok sohbette bulunmuştur. Bugün, kendi adıyla anılan mahalledeki câminin avlusundaki çınar ağacının dibinde oturur, oradan geçerken elini öperek dua isteyen insanlara dualarda bulunurmuş. Emir Sultan hazretlerinin, haftada bir gün, Yeni Kaplıca yakınlarındaki Akça Hamam’a gitmek âdetleri varmış, Emirsultan Mahallesi’nden kalkıp da Sırameşeler-Sıcaksu bölgesindeki Akça Hamam’a giderken yol üzerindeki Abdal Mehmet’e de uğrar ve onunla derin muhabbet ve sohbet bulunurlarmış. Fakat yanına gelmeden önce bir adam gönderir ve eğer Abdal Mehmet’in cezbe ve istiğrak hali çok fazla ise oraya uğramayıp aşağı yoldan giderlermiş. O mahallede Başçı İbrahim adında bir esnafın başçı dükkânı vardır, Başçı İbrahim aynı zamanda Abdal hazretlerinin müridlerindendir ve ona hergün pişmiş bir kelle verir ve her türlü hizmetini görmektedir. Başçı İbrahim, kendi adına bugün Maksem semtinin alt tarafındaki câmi, zâviye, imâret ve hamamdan oluşan Başçı İbrahim Külliyesi ve çok sevdiği Abdal Mehmet’in adına da bugünkü câmi ile türbeyi inşa ettirmiştir. Başçı İbrahim öldüğünde külliyesinin haziresine defnedilmiştir. Abdal Mehmet Hazretlerinin birçok kerametlerinden bahsedilmektedir. Baldırzâde diye meşhur olan Selisi Mehmet Efendi’nin Bursa’da Bâb Mahkemesi kâtipliği yaparken yaşadığı bir olay kayıtlara geçtiğinden burada bahsetmek gerekmektedir:
“Bir gün adamın biri, mahkemeye gelir ve: “Abdal Mehmet Mahallesi’ndeki bir şahısta alacağım vardır, bana bir yardımcı verin de gidip o adamı alıp mahkemeye getireyim” der ve mahkeme görevlilerinden birini alıp gider. Görevli ile birlikte borçlu adamı evinden alıp mahkemeye gelirlerken, mahkeme görevlisi türbenin önünde durup aziziz ruhuna bir Fâtiha okumak ister, tam o sırada borçlu kişi görevlinin elinden kurtulup türbeye girerek Abdal Mehmet’in sandukasına sarılır ve: “Ey azîzim! Beni kurtar!.” diye feryad ü figân eder. Mahkeme görevlisi içeri girip adamcağızı oradan alıp zorla dışarı çıkararak götürürken orada bulunup da olaya şâhid olanlar, görevliye: “Gel zora baş vurma, zorla götürme, sonra bir zarar görürsün ve nâdim olur yürürsün!” demelerine rağmen görevli, bu uyarılara kulak asmayıp adamı yaka paça mahkemeye götürür ve Kadı Efendinin huzuruna çıkarır. Bursa Kadısı Azmi-zâde Efendi, adamı muhakeme eder ve onu hapse yollar. Bir hafta sonra yine aynı günde Kadı Efendi, âdet olduğu üzere kabir ziyaretlerine çıktığında Abdal Mehmet Türbesine de gelir ve atından inerek dua için türbeye girer. O sırada, mahkeme görevlisi de dışarıda atın yanında onun çıkmasını beklerken, atın bir çiftesiyle yere yığılıp kalır ve evine götürürlerken de yolda ruhunu teslim eder..

Türbe kapısının iki yanında iki küçük odası bulunan genişçe bir türbedir. 5.85 x 6.20 metre boyutlarındaki türbe sekizgen bir kasnağa oturtulmuş kurşun kaptı bir kubbe ile örtülüdür. Duvarlar üç sıra tuğla, bir sıra kesme taş ve aralarında dikey tuğla olacak şekilde örülmüş olup, kirpi saçakla sonlanmaktadır..
Altta beş, üstte üç pencere ile aydınlatılan türbenin içinde Abdal Mehmed’in sandukası bulunmaktadır. Bursa kemerinin altında yer alan sivri kemerli, beşik tonozlu kapalı bir eyvandan türbeye girilir. Türbenin bulunduğu yer eskiden mescit ve dergâh olarak kullanılmıştır. Evliya Çelebi, Abdal Türbesini yoldan geçenlerin dinlenip ibadet ettikleri güzel bir binâ olarak târif eder.

Bir diğeri de şöyledir ki:
“Kutbü’l-ârifîn, gavsü’l-vâsilîn Şeyh Abdullah bin Eşref bin Mehmet el-Mısrî el-Kadirî el-İznikî yani halk arasında bilinen adıyla İznikli Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri de bütün cihanda Bursa Sultânîsi diye meşhur olan, Çelebi Mehmet’in inşa ettirdiği külliyenin bir yapısı olan Yeşil Medrese’de öğrenci iken aynı zamanda Abdal Mehmet Efendi’nin müridlerinden imiş. Bir medreseden arkadaşları ile birlikte Mehmet Efendi’nin huzurunda otururken Efendi ona döner ve: “Medreseden danişmendler var, hadi bize köfteli çorba getir!.” demesi üzerine, Eşrefzâde hemen çarşıya gider, her yere sorduğu halde bir türlü köfteyi bulamayıp sadece çorbayı alıp döner. Ortaya konan çorbada köfte olmadığını söylemeleri üzerine Abdal Mehmet hemen yan taraftaki arsadan bir parça toprak alır, balçık haline getirir ve onlardan küçük parçalar halinde köfteler yaparak çorbanın içine atar ve: “Hadi buyurun” demeleri üzerine o yemekten yiyenler nefis bir köfte olduğunu görürler. Emir Sultan Hazretlerinin sağlığı bozulduğunda ve eceli yaklaştığında, yakınları ve sevenleri, Hazret-i Emir’in huzuruna çıkarak: “Sizden sonra biz kime tâbi olalım ve kimin eteğine sarılalım da feyz alalım?” diye sorduklarında: “Ben vefât ettikten ve bu fânî âlemi terk ettikten sonra halifemin kim olacağını Abdal Mehmet Hazretlerine sorup öğrenin ve o Azîz Efendi kimi işâret ederse ve kimi tâyin ederse onun gösterdiği kişiye tâbi olun!..” diye emir vermişlerdir. Emir Sultan hazretlerinin vefâtından sonra da o insanlar Abdal Mehmet’e giderek durumu ve kendilerine sultanın vasiyetini anlatmaları üzerine, Mehmet Efendi, hepsini etrafına toplar, her birine tek tek bakar ve sonunda kendilerine Hasan Hoca’nın halife olması gerektiğini ve ona uymalarını söyler. Hasan Halife, Abdal Mehmet Hazretlerinin manevî işâretiyle Emir Sultan’ın halifesi olmuştur.
Molla Fenârî Hazretleri de, çoğunlukla Abdal Mehmed’in mahallesinden geçer ve onu gördüğün de atından inerek ona hürmet edermiş..


Resim

DÖRt ÂLEMin->BAHt-ı YARı
ŞE’ÂNuLLAH -->ŞEHSUVARı
Resim EBDÂL-EBRÂR
Resim AHYÂR-AHRâR
->AŞK ÂLEMin ->ANAHTARı!.


EBDÂL-Lar: En Bedel olanlar, tebdil olanlar. Büdelâlar. AŞK u CEZBe Ehlidirler.
EBRÂR-Lar: En İyi Olanlar, özü-sözü dosdoğrular.. Birr u Takvâ, ZüHD ü TaKVâ Ehlidirler.
AHYÂR-Lar: En Hayırlılar, En zor yolun Rehberleri. SıDK u HuŞû Ehlidirler.
AHRÂR-Lar: En HüRRler, halka karşı fütursuzlar. HaVF u RECÂ Ehlidirler..



Resim

EBDÂL-Lar: En Bedel olanlar, tebdil olanlar. Büdelâlar. AŞK u CEZBe Ehlidirler.

Ebdâlların ahlâkî ve mânevî kişilikleri hakkında söylenenler, her Müslümanda bulunması gerekli vasıflardır. Buna göre ebdâllar, bütün insanlara karşı iyi, kendilerine kötü muamele edenleri bağışlayan, kaza ve kadere gönül hoşnutluğuyla boyun eğen, haramlardan kaçan, ibâdetlerini ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, sevgi, şefkat ve ahlâkî vasıflarla donanmış kişilerdir.
Maneviyat büyüklerinden bir kısmına, bedel kelimesinden türeyen ebdâl denir. “Üçler-Yediler-Kırklar” Ebdâl Tâifesindendir..

Bedel: Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvâz..
Tebdil: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
EBDÂL: (Bedil veya Bedel. c.) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemâat. Arapçada halkın lüzumlu işlerinin tasarrufuna memur bir cemâata denir. Mâsivâ alâkasından mücerred ve Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetinde fâni ve müstağrak olan zâtlar..
B-D-L: LutfuLLAH daîmiyyeti BiLE-liğidir..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim Meşrebi üzerinde, yedi kişi Musa meşrebi üzerinde, bir kişi de Muhammed Meşrebi üzerinde bulunur. Bunlar mertebelerine göre insanların efendisidir.” buyurdu.
(İmam Ahmed b. Hanbel’in "Kitabu’z Zühd"ünde sahih, hatta mütevâtir olarak belirtilmektedir. Ayrıca bk. Süleyman Ateş, ‘Sülemi ve Tasavvufi Tefsiri’, İstanbul, 1969, s. 200)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Halkın içinde üç yüz kişi Âdem’in kalbi üzere/meşrebi üzerindedir, kırk kişi Musa’nın meşrebi üzerindedir, yedi kişi İbrahim’in meşrebi üzerindedir, beş kişi Cebrail’in meşrebi üzerindedir, üç kişi Mikail’in meşrebi üzerindedir; bir kişi de İsrâfil’in meşrebi üzerindedir.” buyurdu.
(Aclunî, Keşfu’l-hâfâ, 1/26; Suyutî, el-Havî li’l-fetavî, 2/298)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu ümmetin Ebdâlleri otuzdur. Hepsi de Halilu’r-Rahman gibidir (yani ALLAH’a olan sevgi ve dostluğunda çok samimidirler). Her ne zaman onlardan biri ölse, ALLAH onun yerine bir başkasını getirir.” buyurdu.
(Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z- zevâid, 10/62)

Resim---İmam Ali kerremâllahu vechehu, Irak’ta iken, bir gün yanında Şam halkından bahsedildi. Bazıları, onları lânetlemesini istediler. Bunun üzerine İmam Ali kerremâllahu vechehu, Resûlüllah (aleyhisselâm)’tan şunları işittiğini söyledi: “Ebdâller kırk kişi olup Şam’da ikamet ederler. Onlar sayesinde yağmur yağar, onlar sayesinde düşmana karşı zafer kazanılır ve onlar sayesinde Şam halkından azap uzaklaştırılır.” buyurdu.
(İmam Ahmed b. Hanbel , Müsned, 1/112)

Resim---Şurayh b. Ubeyd el-Hımsî şöyle demiştir: “İmam Ali kerremâllahu vechehu, Irak'ta iken yanında Şam ehlinden bahsedildi. Ona: "Ey mü’minlerin emiri! Onlara lânet et!" denilince şu
cevâbı verdi: “Hayır! Ben Rasûlullâhın (aleyhisselâm) şöyle buyurduğunu işittim: "Abdâl kırk kişidir ve Şam'da bulunurlar. İçlerinden birisi öldüğünde ALLAH onun yerine bir başkasını koyar. Yağmura onlar vasıtasıyla kavuşulur, düşmanlara onlar vasıtasıyla galip gelinir, onlar vesilesiyle Şam ehlinden belâ (başka bir rivâyette azab), uzak tutulur."
Şurayh'tan diğer bir rivâyette bu son kısım: "Yer ehlinden belâ ve boğulma onların (duaları) sebebi ile kaldırılır" buyurulmuştur.

(İ.Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Tahk. Muhammed Abdulkâdir Atâ, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2008, c. I, s. 320 (hadis no: 908)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ebdâl Şam'da bulunur. Kırk kişidirler. Bunlar yüzünden yağmur görürsünüz. Bunlar yüzünden düşmana galip gelirsiniz. Bunlar yüzünden arzın batmasından, sizlere belâ gelmesinden kurtulursunuz.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 95/6 Râvi: Hz. Ali kerremâllahu vechehu)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimin Ebdâlı Cennete amelleriyle girmez. Lâkin onlar, ALLAH'ın rahmeti, nefislerinin cömertliği, göğüslerinin (gönüllerinin) selâmeti ve bütün Müslümanlara merhametleri sebebiyle girerler.” buyurdu..
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 110/5, Râvi: Hz. Ebû Said radiyallahu anhu)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu ümmet içinde Ebdâllar otuz kişidir. Bunların kalbleri İbrahim (aleyhisselâm)'ın kalbi gibidir. Onlardan biri vefât edince ALLAHü Teâlâ, onun yerini başka biriyle doldurur.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 187/4, Râvi: Ubâde İbni Samit radiyallahu anhu)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimde Ebdâller otuzdur. Dünya onlar sayesinde ayakta durur. Yine onlar sayesinde yağmur yağdırılır. Ve ALLAH Teâlâ’nın yardımı, onlar sâyesinde gelir.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 187/5, Râvi: Ubâde İbni Samit radiyallahu anhu)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ebdâllar Şamdadırlar. Kırk kişidirler. Biri vefât ettiğinde ALLAH Teâlâ onun yerine başkasını getirir. Onlar sayesinde yağmur yağdırılır, düşmanlara karşı galip gelinir ve yine onlar sayesinde Şam ehlinden azab kaldırılır.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 187/6 Râvi: Hz. Ali kerremâllahu vechehu)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ebdâllar kırk erkek, kırk da kadındır. Bunlardan bir erkek vefât ettiğinde, ALLAH Teâlâ onun yerine bir erkek ve kadın vefât ettiğinde de ALLAH Teâlâ onun yerine bir kadın getirir.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 187/7, Râvi: Hz. Enes radiyallahu anhu)]


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ebdâllar Şam ehlindendir. Onların sâyesinde yardım görülür; ve onlar sâyesinde rızıklanılır.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 187/8, Râvi: Avf İbni Mâlik radiyallahu anhu)]


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ebdâllar altmış kişidir. Onlar sözü çok derinleştirmezler. Bid'at sahibi değildirler. Batıl ve günah sözlere dalmazlar. Ve ucub sahibi (kendini beğenmiş) de değildirler. Onlar nail oldukları bu dereceye çok namaz kılmak, çok oruç tutmak ve sadaka vermekle ulaşmamışlardır; lâkin nefislerinin cömertliği, kalblerinin selâmeti/gönüllerinin paklığı, yöneticilerine/insanlara yaptıkları nasihatler sâyesinde elde etmişlerdir. Ey Ali! Onlar ümmetimin içinde kibrit-i ahmerden daha azdır.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 187/9 Râvi: Hz. Ali kerremâllahu vechehu)]


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Üç şey bir kimsede bulunursa o kimse Ebdâller/kırklardandır. Ki dünya ve dünya halkının kivâmı onlarladır (onların yüzü suyu hürmetine yaşarlar): Kazaya rizâ, ALLAH’ın haram ettiği şeye sabır etmek, ALLAH’ın hakkından ötürü gazab etmek/Nefsin için pireye bile kızmayacaksın.” buyurdu.
(Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis, 264/1, Râvi: Muaz radiyallahu anhu)]



Resim

EBRÂR-Lar: En Birr Olanalar, özü-sözü dosdoğrular, en İYİler… Birr u Takvâ, ZüHD ü TaKVâ Ehlidirler.

BiRR: Temizlik. Günahtan çekinmek. Takvâ. İn'âm ve ihsan etme. * Amel-i sâlih, iyi amel. Koyunu sevketmek. Gönül, kalb.
BeRR: (c.: Ebrâr) Va'dinde sâdık. Sözünde duran. Muhsin. Keremkâr. Nimetleri herkese, umuma ihsan eden. Gerçeklik, sıdk. Susuz, kuru yerler. Toprak. Yeryüzü, yer.
EBRÂR: (Berr. c.) Özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. Sâdıklar. İyiler.

ALLAHu zü’L- CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde;


رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلإِيمَانِ أَنْ آمِنُواْ بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ
Resim ---Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî li’-l îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ mea’l- EBRÂR (ebrâri): Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz’e imân edin” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik. Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrâr olan (RABBın'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefât ettir.”
(ÂL-i İmrân 3/193)

لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلاً مِّنْ عِندِ اللّهِ وَمَا عِندَ اللّهِ خَيْرٌ لِّلأَبْرَارِ
Resim ---Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh (indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun li’l- EBRÂR (ebrâri): Fakat Rab'lerine karşı takvâ sahibi olanlar...Onlar için altlarından nehirler akan, içinde ebediyen kalacakları cennetler, Allah tarafından ziyâfet sofraları vardır.Ve Allah’ın katında olan şeyler, ebrâr kullar için daha hayırlıdır.”
(ÂL-i İmrân 3/198)

إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا
Resim ---İnne’l- EBRÂRa yeşrebûne min ke’sin kâne mizâcuhâ kâfûrâ (kâfûren):
Muhakkak ki ebrâr olanlar, içinde kâfur bulunan kadehlerden içecekler.”
(İnsân 76/5)

إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
Resim ---İnne’l- EBRÂRe lefî naîm (naîmin): Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni’metler içindedir.
(İnfitâr 82/13)

كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ
Resim ---Kellâ inne kitâbe’l- EBRÂRi le fî illiyyîn (illiyyîne): Hayır, muhakkak ki ebrar olanların kitabları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin’dedir”
(Mutaffifin 83/18)

إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
Resim ---İnne’l- EBRÂRe le fî naîm (naîmi): Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni’metler içindedir.”
(Mutaffifin 83/22)



Resim

AHYÂR-Lar: En Hayırlılar, En zor yolun Rehberleri. SıDK u HuŞû Ehlidirler.

Hayr: Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevâblı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbâdet, adalet, ihsan, mal gibi ni’met. KuLun, enfüsündeki-ÖZündeki RuBubiyyet>Rusûliyyet BİZ BİR-İzliğini YAŞAmak Hakikkatı…
Hayru’l- Beşer: İnsanların en hayırlısı olan Hz. MuhaMMed aleyhisselâm.
Hayru’l- Beriyye: İnsanların en iyisi-seçkini olan Hz. MuhaMMed aleyhisselâm.
Hayru’l- Verâ: (Hayr-ül Enam) Halkın hayırlısı. Mahlukatın en hayırlısı olan Hz. MuhaMMed aleyhisselâm..
AHYÂR: EN Hayırlılar.


وَإِنَّهُمْ عِندَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ
Resim ---Ve innehum ındenâ le mine’l- mustafeyne’l- AHYÂR (ahyâri): Ve muhakkak ki onlar, katımızda, gerçekten "hayırlılardan ve seçilmişlerden"dir.”
(Sâd 38/47)

وَاذْكُرْ إِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ وَكُلٌّ مِّنْ الْأَخْيَارِ
Resim ---Vezkur ismâîle velyesea ve ze’l- kifl (kifli), ve kullun mine’l- AHYÂR (ahyâri): Ve İsmail (aleyhisselâm)’ı ve İlyas (aleyhisselâm)’ı ve Zülkifli (aleyhisselâm)’ı da zikret. Hepsi hayırlı olanlardandır.”
(Sâd 38/48)



Resim

AHRÂR-lar: En HüRRler, halka karşı fütursuzlar. Havf u Recâ Ehlidirler..

HüRR: Kimsenin baskısı, zorlaması olmadan meşru' dairede istediği gibi yaşayabilen. Esir veya köle olmayan. Serbest.
Hürriyyet: Serbestlik, hür oluş. Adalet kanununda ve te'dibte, başka hiç kimse, kimseye taarruz ve tahakküm etmemesi ve herkesin hukukunun meşru' olarak korunması, herkesin meşru' hareketlerinde tam serbest olması
AhRâR: (Hür. c.) EN Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler. Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar. Hürriyetçiler.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAHın öyle kulları vardır ki, onlar ne peygamberdir, ne de şehittirler ama, hem peygamberler, hem şehidler onlara gıbta etmektedirler. Kıyamet günü onlarin ALLAH katındaki makamları , bu gıbtaya sebeb olmaktadır.”
Bunun üzerine soruldu: “O bahtiyar kişiler kimlerdir?”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Onlar, aralarında akrabalık ve birbirine mal verme konusu olmaksızın, ALLAH için birbirlerini severler. ALLAH'a and olsun ki onların yüzleri nurdur. Onlar NUR üzerindedirler. İnsanlar korktuğunda, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülduğunde, onlar üzülmezler.
Haberiniz olsun ki, ALLAH dostları üzerinde hiçbir korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir de.....”
buyurdu.

(Ebu Davûd)]


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’ın öyle kulları vardır ki, peygamber olmadıkları, şehid olmadıkları halde, kıyamet günü ALLAH’ın katındaki dereceleri sebebiyle; peygamberler de, şehidler de onlara imrenirler. Bunlar öyle bir grup insanlardır ki, aralarında ne bir akrabalık ve ne de bir menfaat alış verişi olmadığı halde, sırf ALLAH rizâsı için birbirilerini severler. ALLAH’a kasem ederim ki; yüzleri nur kaplıdır ve kendileri nurdan bir minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmanzlar, insanlar mahzun oldukları zaman onlar mahzun olmazlar.” buyurdu.
(Ebû Davûd.. Gönül Erleri İstanbul Ve Anadolu Evliyaları 1992 Sabri Yılmaz C1/2 Giriş)]


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mutlaka ALLAH’ın kullarından, nebilerin ve şehidlerin, kendilerine gıbta edecekleri kullar vardır.” Buyurunca, sahabeler tarafından denildi ki: Onlar kimlerdir Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bize haber ver ki onları sevelim.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onların bu isteği üzerine, şöyle buyurdu: “Onlar öyle bir topluluktur ki, aralarında mal (ticarî ilişki) ve akrabalık olmaksızın birbirlerini severler. Onların yüzleri nurdur. Nurdan minberler üzerindedirler. Halk korktuğu zaman korkmamayı sürdürürler. İnsanlar mahzun oldukları zaman onlar üzülmezler.”
buyurdu
ve sonra:

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim ---E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne): Muhakkak ki ALLAH’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil”
(Yûnus 10/62) Âyetini okudu.”
(Tefsiru’l Kurani’l-Azîm II, 422; Hak Dini IV, 2731; Riyazu’s- Sâlihin s. 874)


Bu konuşmayı Ömer radiyallahu anhu’den de rivâyet olarak öğrenmekteyiz. Yani ALLAH dostlarının tanımının doğruluğunu farklı birçok kanattan tesdik etmekteyiz.
(Mecma‘ût-Tefâsîr (Lubâbu’t-Te’vîl) III, 267; Hak Dini IV, 2731; Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm, II, 422-423; III, 291 Nur Sûresi 35. âyeti tefsir edilirken, Nur üzerinde olan kimse hakkında: “kelâmı nurdur, ameli nurdur, medhali nurdur, mahrecleri nurdur, kıyamet gününde dönüşü nura cennetedir” açıklaması yapılır. Ayrca bk. Hak Dini IV, 2730; Yûnus, 64. âyeti ile ilgili olarak yüzleri nur, nurdan mimberler üzerinde olan mü’minlerden, ALLAH’ın evliyasından bahsedilmektedir.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’ın veli kulları öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman ALLAH’ı hatırlatırlar” buyurdu.
(El-Hakim, İbn Abbas radiyallahu anhu’dan)


Resim---Enes İbnu Mâlik radiyallahu anh anlatiyor: "Halası Rubeyyi', bir genç kızın on dişini kırmıştı. Ondan affetmesini taleb ettiler, kabul etmediler; diyet teklif ettiler, bunu da kabul etmediler. Resûlullah aleyhisSalâtu vesselâm'e gittilerse de, kız tarafı kısas talebinde direndiler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bunun üzerine kısas emretti.
Enes İbnu'n-Nadr: "Rubeyyi'nin dişi kırılır mı? Hayır! Seni hak ile gönderen Zat-i Zu’l- Celâl'e yemin olsun, onun dişi kırılmaz!" dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"ALLAH'ın öyle kulları var ki, (bir iş için) ALLAH'a yemin etse, ALLAH onu boş çevirmeyip dilediğini yerine getirerek yemininde hanis kılmaz" buyurdu.

(Buharî, Diyat 19, Sulh 8, Tefsir, Bakara 23, Tefsir, Mâide 6; Muslim, Kasame 24, (1675); Ebu Davud, Diyat 39, (4595); Nesaî, Kasame 16, (8, 27)
Hanis: Sinen, dönen.



>AŞK u CEZBe EBDÂLLARına HUu!
ZüHD ü TaKVâ EBRÂRLARına HUu!
>SıDK u HuŞû AHYÂRLAR ına HUu!
->Havf u Recâ AHRâRLaR ına HUu!.. celle celâlihu..


Resim


3. SALÂVÂT-I ŞERÎFEmİZ : İmâm-ı Alî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe:


Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


Resim MMM MuHABBetLerimLe..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 09 Kas 2018, 14:55
gönderen kulihvani
Resim

Resim

CÂMİLer ŞEHRidir BURSA
ALTı PÂDİŞÂH GÖRmüştür!
HİZMETLer NEHRidir BURSA
HERBİRi BiR CÂMi ÖRmüştür!.


ZEVK 9074

GELECEK’in TEMELidir =>GEÇmiş GİTmiş DEğiL =>MÂZi
İMÂNın İSBAtı AMEL =>EL HAKk =>HAk-HAYıRdan RÂZi
BURSA’mın İLk CÂMİSİnde
CÂNda>CÂNÂN CUMÂ CEM’i
İ'LÂ-yı KELİMETuLLAH ŞÂHı CENNet MekÂN OSMAN GAZİ!.


09.11.18 12:54.
brsbrsm..orhangazicumacem’i..



SARAYsız SULTÂNLar KURdu
OLdu->HAKk ERENLer YURdu
=>Kim KESti YEŞİLin BURSAm
=>BU HÂLin =>İÇİM KAVURdu!.



Resimİ'LÂ-yı KELİMETULLAH.:

İ'LÂ-yı KELİMETULLAH.: Allah Kelâmının, İslâmiyetin Ulvîyetini ve Hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve İmâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmaktır. Her bir mü'min her zaman İ'Lâ-yı KeLiMetuLLAH ile mükelleftir..

CİHAD.: (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiille, malla ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. ALLAHu zü’L- CeLÂL YOLunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı İmânîyye ve Esasât-ı Dinîyyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'lâ, küfr-ü mutlakın ve küffarın (süfyân ve deccâlın) fitnelerini def ile hâkimiyet-i HAKkı te'min eylemektir..


ResimCÂMİLer ŞEHRidir BURSA
ALTı PÂDİŞÂH GÖRmüştür!.:


Yeşili katledilmekye devam edilen Bursamız'da 6 padişah, 20 şehzâde yatmaktadır..

1-) OSMANGAZİ.:
Doğum: 1258
Ölüm: 1326
Saltanatı: 1281 - 1326
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, kalb yetmezliğinden vefât etti.

Türbesi Tophane'de bulunuyor. Türbede ayrıca oğlu İbrahim ile Sultan 1. Murad'ın oğlu Savcı Bey ile Asburçe Hatun'un mezarları yer alıyor.

2-) ORHANGAZİ.:
Doğum: 1281
Ölüm: Mart 1362
Saltanatı: 1326 - 1359
82 yaşında, felç nedeniyle vefât eden 2. Padişah Orhangazi'nin türbesi de Tophane'dedir. Türbede eşi Nilüfer Hatun, oğlu Şehzade Kasım Çelebi, kızı Fatma Sultan, Yıldırım Bayezid'in oğulları Musa Çelebi ve Şehzade Korkut ile Cem Sultan'ın oğlu Şehzade Abdullah'ın mezarı var.

3-) SULTAN I. MURAD.:
Harp sahasında şehid düşmüştür. Birinci Kosova Savaşı’nın sonunda, Sırp Kralı Lazar’ın damadı Miloş Obroneviç, padişahın huzuruna çıktığı sırada göğsünde sakladığı hançeri Sultan I. Murad’a saplayarak şehid etmiştir.
Doğum: 29 Haziran 1326
Ölüm: 28 Haziran 1389
Saltanatı: 1359 - 1389
Sultan I. Murad'ın külliye ve türbesi Çekirge semtinde. Mezarının 2 yanında torunları Süleyman Çelebi ile Musa Çelebi'nin mezarları var. Oğlu Yakup Çelebi, Süleyman Çelebi'nin oğlu Orhan, Sultan II. Bayezid'ın oğlu Şehzâde Mehmet'in mezarı.

4-) YILDIRIM BAYEZİD.:
Doğum: 1360
Ölüm: 8 Mart 1403
Saltanatı: 1389 – 1403
1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur’a esir düşen Bayezid, bu durumu hazmedememiştir. 8 Mart 1403’te yüzüğündeki zehri içerek intihar etti.
Sultan Yıldırım Bayezid'in türbesi, adını da verdiği Yıldırım İlçesi'nde yer alıyor. Türbede padişahın oğulları İsa ve Kasım Çelebi'lerin mezarları bulunuyor.

5-) I. MEHMED.. ÇELEBİ MEHMED.:
Doğum: 1382
Ölüm: 26 Mayıs 1421
Saltanatı: 1413 – 1421
Edirne’de yüksek tansiyon yüzünden beyin kanaması geçirdi ve vefât etti. Osmanlı padişahları içinden ölüm haberi ilk gizlenen padişahtır.
Sultan Çelebi Mehmed'in türbesi Yeşil semtinde bulunuyor. Türbede oğulları şehzâde Mustafa, Mahmud ve Yusuf, kızları Selçuk Hatun, Sitti Hatun ile Ayşe Hatun ve dadısı Daya Hatun'nun cenâzeleri yan yana yatıyor.

6-) SULTAN II. MURAD.:
Şiddetli baş ağrısı ile yatağa düştü ve 3 gün sonra öldü. Ölüm sebebi tümör veya beyin kanaması.
Doğum: Haziran 1404
Ölüm: 3 Şubat 1451
Saltanatı: 1421 – 1451
Sultan II. Murad'ın türbesi Muradiye Külliyesi içinde yer alıyor. Türbesi ziyaretçi akınına uğrayan Şehzâde Mustafa'nın mezarı da bu külliyede bulunuyor. Şehzâde Mustafa'nın oğlu Mehmet'in mezarı da babasının yanında yer alıyor..



Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..





Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.


Resim


Resim

ORHAN GAZİ BEY CÂMİİ:

Orhan külliyesinin içindeki câminin kapısı üzerindeki kitabede binânın 1339 yılında II. Osmanlı Sultanı Orhan Gazi Bey tarafından yaptırıldığı, Karamanoğlu Mehmed Bey tarafından 1413 yılında yaktırıldığı, Çelebi Sultan Mehmed döneminde 1417 yılında onarıldığı belirtilmektedir. Bursa’daki ilk zâviyeli plan şemâlı câmidir. Mihrab ekseninde arka arkaya kubbeyle örtülü iki mekan, yanlarda iki tane eyvan ve son cemaat mahalli ile plan tamamlanmıştır. Câmi’nin ana ibâdet mekanının üzerinde sekizgen kasnağa oturan iki kubbe ile yandaki eyvanların üzerinde daha küçük kubbeler bulunmaktadır. Duvarları değişik biçimlerde bir araya getirilen moloz taşı ve tuğla ile örülen Câmi’nin tek minâresi kuzeydoğudadır. Tuğladan yapılmış kirpi saçaklar ve duvarlardaki rozetler binâya özgünlük kazandırmaktadır. Duvarları üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taş ile örülen beş gözlü son cemaat yerinin önünde kesme taştan yapılmış altı adet ayak, sivri tuğla kemerlerle birbirine bağlanmıştır; yan cephelerinde ise ana kemerin ortasında, devşirme Bizans başlıkları olan birer sütun kullanılarak ikişer kemer elde edilmiştir. Son cemaat yerinin üzeri ortada üç kubbe, iki yanda tonozla örtülüdür. 1855 depreminde büyük ölçüde tahrip olan Câmi birkaç kez tamir edilmiş, 1905 yılında Vali Reşid Paşa dönemindeki tâmir sırasında daha önce bulunmayan doğu kapısı açılmıştır.

(Bursa Kültür Varlıkları Envanteri: Anıtsal Eserler, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları,162)

Resim

Osmanlı Devleti'nin ilk devir yapılarından ve "T" planlı câmilerin ilkidir.
Yığma taş, kesme taş ve tuğla örülmüş olan câminin beş bölümlü son cemaat yeri ortada üç küçük kubbe, yanlarda birer aynalı tonoz ile örtülüdür. Cephelerde tuğla rozet, güneş kursu, iki katlı kirpi saçaklar ve iki katın pencerelerle zengin bir görünüm kazandırılmıştır. Bizans sütun ve sütun başlıkları gibi devşirme malzemelerin yer alması, arkaik bir hava verir. Câmide yer alan motifler sadedir. Mihrab üzerinde 14.yy.'ın en güzel alçı süslemeleri vardır. Karamanoğlu II. Mehmed Bey'in 1413 yılında Bursa'yı işgali sırasında büyük ölçüde tahrip gören yapı, Çelebi Sultan Mehmed döneminde 1417 yılında Vezir Beyazıd Paşa tarafından onarılarak ibadete açılmıştır. Cephedeki alt pencereler 1904 yılında, tuğla minâre 1905 yılında onarılmıştır.

Orhan Câmisi'nin han, hamam, aşhane, imâret, zâviye, mekteb, medreseden oluşan külliye halinde olması gerekirken bugün onarılan han ve hamamdan oluşan başka, diğer yapı grupları mevcut değildir.


Resim

Banisi Orhan Gazi olan Bursa Orhan Câmii'nin inşasına kapısındaki kitabeye nazaran H. 740 (1339) tarihinde başlanılmıştır. Câmi XV. yüzyıl başlarında Karamanoğulları tarafından yakılmış, Çelebi Sultan Mehmed 'in emriyle 1417'de Beyazıd Paşa tarafından restore edilmiştir. 1855 depreminde yine tahrip olan binâ, XIX. yüzyılın ikinci yarısında tekrar esaslı bir tamirden geçmiştir.
Orhan Gazi Câmii'ne beş bölmeli bir son cemaat yerinden girilir. Son cemaat yerinin üç orta gözü kubbeli, yan gözleri aynalı çapraz-tonozla örtülüdür. Orta yerdeki kolona oturan ikiz kemerli uçları açıktır. Son cemaat yerinden kubbeli küçük bir giriş sofasına, buradan da yüksek kubbeli bir merkezî hacime geçilir. Burası kubbeli olmakla beraber kare olmayıp dikdörtgen biçimindedir. Kuzey tarafına 1.40 m. eninde bir kemer atılarak kareye yakın bir taban sağlanmıştır. Merkezî hacmin güneyine düşen ve iki basamak ile çıkılan mihrablı hacim de dikdörtgen biçiminde olup 9.30 m. x 8.66 m. ölçülerindedir. Bu yüzden burayı örten kubbe dairevî değil beyzîdir. Orta hacim ile mihrablı kısım arasında büyük bir kemer bulunur. Yanlarda da kemerli boşluklar gerisinde ve orta hacimden bir basamak yüksekte iki eyvan merkezi salona açıktır. Bu eyvanlar da kubbeli fakat dikdörtgen biçimindedir.
Kubbe, uzun yanlarda dikdörtgeni kareye tahvil eden kemerler üzerine oturur. Yan hacimlerin Kuzeyinde köşelere iki oda yerleştirilmiştir. Kubbesiz olan bu odalara yan eyvanlardan geçilebildiği gibi giriş sofasından doğrudan doğruya da girilebilir.

Câminin içerisinde birbirine açılan kubbeli hacimler arasında kubbe çapı ve döşeme seviyesi bakımından farklar olduğu gibi kubbe yükseklikleri ve kubbeye geçiş sistemleri bakımından da farklar görülür. Orta salonun 8.45 m. çapındaki kubbesi en yüksek kubbedir, döşemeden kilit altına 16 metre irtifaında bulunur. Kubbe, pandantifler ile hazırlanan kaide üzerine konulan üçgenli kuşağa oturur. Üçgenli kuşak, pencereler arasına yerleştirilmiş sivri uçları üst tarafta toplanan ters yelpaze biçiminde sekiz tane panodan teşekkül eder. Çapı daha büyük olan mihrablı namaz eyvanının kubbesi 13.50 metreye kadar yükselir. Burada kubbeye geçiş içi kırık üçgen şekillerle süslenmiş kürevî tromplarla yapılmıştır. İki yan eyvanın kubbeleri ise çok daha basık olup bunlarda kubbeye geçiş kürevî pandantif iledir. Dört kubbe de dışarıdan sekizgen kasnaklar ile çevrilmiştir.

Orhan Gazi Câmii'nin minâresi yenidir. Beden duvarları kirpi saçaklar ile biten tuğla hatıllı kaba moloz taştır. İnce uzun pencere boşlukları, kârgir işçiliği, yer yer yarım-kubbe kemerler, tuğla ile işlenmiş motifler ve rozetler yapıda Rum ustaların çalışmış olduğuna işaret etmektedir Son cemaat yerinin yan kolon ve başlıkları da Bizans menşelidir..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 16 Kas 2018, 14:37
gönderen kulihvani
Resim AŞKkkk..

AŞK KIZIL KOR
SEViLmek ZOR
SEVen SIRRın
BİLene SOR!.

SU GiBi AKıYOR ZamÂN
SANALa BAKıYOR İnsÂN
DEVR-i DEVRÂN

SEYR-i SEYRÂN
CEVL-i CEVLÂN
HAYR-i HAYRÂN
OLsun!. OLmasın!.Lar=>OLAN!.

Resim

ÂHiR VAKit GÖNüL YURDum
BAGRIna->YUVAMı KURDum
BURSAma =>KARTAL BAKIŞı
SEYRÂNda>DİVÂNa DURDum!.


ZEVK 9080

GÖKÇe DEREm KEREM AĞZı=>SU-yun TAKSiM YERi=>MAKSEM
=>NİCe =>ERENLer YATAĞı ==>ÖZEL =>EZEL-BERi=>MAKSEM
RABBu’L- ÂLEM HUZURUnda
CUMÂ CEM’i=>MİM NURUnda
ZÂHİR>BÂTIN=>BİZ BİR-İZ-de AŞKın MEŞK MAHŞERi=>MAKSEM!.


16.11.18 13:14.
brsbrsm..maksemcâmimizcumacemi..


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....


=>BUrası =>BURsa =>MAKSEMi!.:

ResimMaksem câmimİZ..

MAKSEM ki;

Kul ihvÂNi sefilin TEKe TEK tERas TeKkesi, üçkollu çınarı ve dalları arasında Maksem Câmisi ve meşhur Yokuşuyla Rabbımın bir ni’metidir Maksem..

Eski Bursa'nın konum itibarıyla en yüksek yerinde bulunan bu mahalle Ulu Câmiye 7 Dakikadır yürüyüşle..
Adını yine burada bulunan "su taksim edilen"- "Su Maksemi"nden almaktadır. Civarındaki yerleşme ve câmi de aynı adla anılmaktadır. Hemen yakınındaki Temenye (Temenyeri-Hıdırillez duaları-temennileri edilen mesire yeri) her mevsim cıvıl cıvıl kuş sesi ve yürüyüş ve piknik yapan insanlarla doludur.. Uludağ'dan gelen kaynak suları, ilk önce burada bulunan maksemde toplanır ve ardından da, şehrin muhtelif semtlerine dağıtımı yapılırmış.


Resim


MAKSEM: ULU DAĞdan gelen Suların Taksim NOKTAsı/YERi..
GÖKçe DERE: Bursamızın Maksem-Arkların AYRım yeri mahallesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle, 7 mevsim cANyoldaşım bir dereciktir..

Bu Yeşillik DiyÂRımızın İÇinden 7 mevsim akan GÖK-GÖKçe DEREm, Bursamızın Maksem-(Arkların AYRım yeri) Mahllaesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle cANyoldaşım bir dereciktir.. TEKe TEK tERas TeKkemİZde 3 yÖNden apaçık pencerelerimden nice seherler pırıl pırıl Temenyeri, kördümanlı Kesiş Dağı-ULU Dağ ve Gökçe Derem sesinde nice ZEVKLer nefesler KAYDa geçmiştir/mektedir elhamdulillahirabbilâlemîn..


Resim

MAKSEM (Düstürhan) CÂMİİ.:

Pınarbaşı Caddesi'nde bulunan, Düstürhan Câmii adıyla da bilinen Maksem Câmii, 1479 yılında Düsturhan lakaplı Yahya Hüseyin oğlu Yahya tarafından yaptırılmıştır. Câmi, devrinin tüm özelliklerini taşımaktadır. taş ve tuğlayla örülü, tek kubbeli, kirpi saçaklı tipik bir Bursa câmisidir..
7,10X7,59 metre iç ölçülerinde olan caminin girişinde, 3,39 metre derinliğinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Asıl ibadet alanı tek kubbeyle örtülüyken son cemaat yeri tonozla örülmüştür. 18 pencereyle içerisi aydınlanan caminin duvarları tuğla ve moloz taşı ile örtülmüştür. Kubbe köşeliklerinde bademler kullanılmıştır. Ayakları Bursa kemerlidir.
Birçok kez onarımdan geçen câmi halen sağlam olup ibâdete açık durumdadır.
Caminin avlusunda, Bursa'nın en yaşlı çınarlarından biri (ÜÇ KOLLU ÇİLLE ÇINARIM) bulunmaktadır. CÂminin batısında ise iki eski ev bulunmaktadır..
(Baykal (1950) s.79; kütük ııı. s.195; vakıflar (1983) ııı. s.121; mirat-ı bursa (1905) s.34; Yalman (1984) s.109 ; Ayverdi ııı. (1973) s.79)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 23 Kas 2018, 17:11
gönderen kulihvani
Resim

İNKÂRı BEN-Lik KAYGuSU
İNÂNmak ALLAH DUYguSU
İSTer GÖZde ->İSTer ÖZde
İŞin ASLı ->BiR DAMLa SU!.


TEMENYERİ’in =>AĞAÇLarı
GÜZ SARISIn KUŞANmışLar
BEBEk AVUÇLu =->TAÇLarı
BENCİLeyin=>BOŞANmışLar!.


ZEVK 9085


MERHÂMEt->HİDÂYEt EYyLe =>KULLarına =>YüCe RABBım!
ZENGiN-FÂKiR DÜNYÂRERESt =>ROBOt gİbİ HÂLLer HARAB!
FİTNE YANGINInda EYyVAHh!
HASed FESad HIRSLa TAMAh!
SEYREyLedim>DEM Bu DEMi!.=>CUMÂ CEM’i=>MOLLA ARAB!.


23.11.18 13:44.
brsbrsm..cumâcemimollaarabcâmimizz..


DEVRÂNda SEYRÂNın HÜRü
Bu ÂLEMde>TEk GERÇEKLik
CEVLÂNda HAYRÂN ÖZGÜRü
Şu BURSAmda->TEKe TEKLik!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



Resim

MOLLA ARAB CÂMİsi:

Bursa, Yıldırım, Molla Arap Mahallesi Balabancık Caddesi’nde bulunmaktadır.16.yüzyılın ilk çeyreğinde “Molla Arap” ünvanlı Mevlânâ Mehmet bin Ömer bin Hamza tarafından yaptırılmıştır.
Cami dikdörtgen bir plan üzerine oturtulmuş olup, asıl ibadet alanı üzerinde ardı ardına Dokuz kubbeli olan cami, Bursa Ulu Câmi’den sonra gelen çok kubbeli câmilere örnek teşkil etmektedir. Dört büyük fil ayağı üzerine oturtulmuştur. Câminin duvarları üç sıra tuğla ve moloz taşı ile örülmüştür.
19.yüzyılda meydana gelen bir deprem sonucu câmi kısmen yıkılmış, aksına rastlayan iki kubbe ve kubbeyi taşıyan ayakları sağlam kalmıştır. Ampir üslubunda bir tâmir ile câmi kullanılır hale gelmiş ve üst kısmı dokuz kubbe ile örtülmüştür. Kuzeybatı köşesindeki minâre tuğla gövdeli olup sekizgen kâideden üçgenler aracılığı ile silindirik gövdeye geçilmektedir. Minârenin külahı, Bursa’daki hiçbir minârede benzeri olmayan şekilde boğuntulu ve sivridir. Câminin önünde büyükçe bir avlu vardır.
Câminin yakınında, Molla Arap’a ait olduğu bilinen türbesi mevcuddur.



Resim

MOLLA ARAB
Kaddesallahu sırrahu..


İslâm âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Vâ’iz Muhammed bin Ömer bin Hamza Antâkî olup, lakabı Muhyiddîn’dir. Haleb’den Bursa’ya gelmiş olduğundan dolayı Molla Arab dendi. Bu isimle şöhret buldu. Antakya’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 938 (m. 1552) senesi Muharrem ayında Bursa’da vefât etti. Kabri, Bursa’nın kıble tarafında, dağa yaslanmış ve kendi adıyla anılan mahallededir. Kabrin bulunduğu yerden bir sokak sonra Molla Arab Câmii bulunur. Bu câmi, 1955 senesinde Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından bugünkü şekline getirilmiştir.
Şimdi iki kubbeli ve tek minareli olan bu câmi, eskiden dokuz kubbeli ve üstü kurşun kaplı idi. Zelzelede kubbeler çökünce, iki tanesinin duvarları ve bir kısım kemerleri ile, dışarıda bir minaresi kalmıştır.
Molla Arab’ın dedesi, büyük âlim Teftâzânî’nin talebelerinden olup, Mâverâünnehr’den Antakya’ya geldi. Babası da âlim, sâlih bir zât idi. Molla Arab, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi, Kenz ve Şâtıbî ve ba’zı eserleri ezberledi. Fıkıh ilmini fazilet sahibi babasından, usûl-i fıkh, kırâat ve Arabî ilimleri, amcaları Şeyh Hasen ve Şeyh Ahmed gibi âlimlerden öğrendi. Hocalarının feyz ve bereketleri ile, ilimde üstün bir dereceye yükseldi. Daha sonra Tebrîz diyarına gitti. Birkaç yıl kalıp, Tebrîzli Mevlânâ Mürîd’den ilim öğrendi. Sonra Antakya’ya döndü. Haleb ve Kudüs’deki âlimlerle görüştü. Çok şey öğrendi. Şöhreti her yere yayıldı. Hacca gitti. Bir müddet mücavir olarak kaldı. Sonra Mısır’a gelip, İmâm-ı Süyûtî ve Şa’bî’nin derslerinde bulundu. Hadîs ilminde icâzet (diploma) aldı. Va’z, ders ve fetvâ verdi. Mısır’daki Çerkez sultanlarından Kayıtbay, onun sohbetlerine katıldı ve va’zlarını dinledi. Ona çok hürmet etti ve sevgisi sebebiyle Mısır’dan ayrılmasına müsâade etmedi. Onu vâ’iz ve müftî ta’yin etti. Molla Arab, fıkıh ilmine dâir “Müstesfâ” ve “Dürer Gurer” kitablarındaki mes’eleleri içinde toplayan “Nihâyet-ül-Fürû’” adlı eseri yazıp, Sultan’a hediye etti. Herkesten hürmet ve saygı gördü.

901 (m. 1495) senesinde Sultan Kayıtbay vefât edince, Molla Arab Bursa’ya gitti. Orada halk ve ileri gelenlerden çok hürmet gördü. Va’z edip, devamlı ALLAHu TeâLâ’nın emir ve yasaklarını bildirdi. Halka, haram ve günahların öldürücü zehir olduğunu anlattı. Sonra İstanbul’a gitti. Burada da va’z ve irşâd ile meşgul oldu. Sultan ikinci Bâyezîd Han, Molla Arab’ın şöhretini işitip dersine geldi. Va’zını dinleyip te’sirli konuşmalarına hayran oldu. Çok defa ziyâretine gelip devletin bekâ ve devamı için duâlarını taleb etti. Molla Arab, “Tehzîb-üş-Şemâil”, “Hidâyet-ül-İbâd ilâ sebîl-ir-reşâd” adlı eserlerini yazıp, Sultan Bâyezîd Hân’a hediye etti. Ayrıca Sultan’ın gazâ sevâbına kavuşmasını istedi. Kur’ÂN-ı kerîm’de, Nisâ Sûresi 95. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlar bir olmazlar. Allah, mallarıyla ve canlarıyla savaşanları, derece bakımından oturanlardan çok üstün kıldı. Bununla beraber Allah, ikisine de Cenneti va’detmiştir. Fakat Allah, savaşanlara, oturanların üstünde pek büyük bir mükâfat vermiştir” buyurulduğu üzere, Sultan’ı gazâya teşvik etti. Ve ordu, Yundu seferine çıktı.


لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim--- "Lâ yestevî’l- kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari ve’l- mucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim. Faddalallâhu’l- mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alâ’l- kâidîne dereceh (dereceten). Ve kullen vaadallâhu’l- husnâ. Ve faddalallâhu’l- mucâhidîne alâ’l- kâıdîne ecran azîmâ (azîmen).: Özür sahibi olmayan mü'minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile ALLAH’ın yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir (eşit) değildir. ALLAH, mallarıyla ve canlarıyla cihâd edenleri derece bakımından, oturanların üstünde faziletli kıldı ve ALLAH hepsine “Hüsnâ”yı vaadetti. Ve ALLAH mücahidleri, oturup kalanlar üzerine “büyük ecir” ile üstün kıldı.” (Nisâ 4/95)

Molla Arab, Metan Şehrinin fethine sebeb oldu. Kaleye ilk giren mücâhidler arasında idi. Gazâdan dönüşünde, İstanbul’da va’zlarına devam etti. Sonra ehl ve ıyâliyle (çoluk-çocuğuyla) Haleb’e gitti. Orada Çerkes beylerinden Hayr Bey’den çok hürmet gördü. Hayr Bey onun bütün ihtiyâcını karşılamak istedi. Fakat o, takvâsından, onun zerre miktarı bir şeyini kabûl etmedi. Haleb’de üç yıl kadar va’z, hadîs ve tefsîr ile meşgûl oldu. Bid’at ehli ve bozuk fırkaların zararlarını anlattı. Daha sonra İstanbul’a döndü..

Yavuz Sultan Selim Hân’ı, şiirlerle cihâda teşvik ve tahrik eyledi. Bu maksadla “Es Sedâd fî fedâili’l- Cihâd” kitabını yazdı. Çaldıran seferine katılıp, askere va’z ederek cesâret verdi. Muharebede duâ eder, Pâdişâh: “Âmin!.” derdi. Sarayköy ve Üsküp’te de on sene va’z ve nasihat ederek, çok kâfirin hidâyetine sebep oldu. Sultan Süleymân Hân ile de Engürüs Seferine katılıp, zafer için yaptığı duâları makbûl-i ilâhî oldu. Sonra Bursa’ya gelip, çeşitli kitaplar yazdı. Kimya bilgisi de çoktu.
İki mescid, iki de câmi yaptırdı. Nafakasını ticâret yaparak kazanırdı. Kimseden birşey kabûl etmedi. Hâfızası çok kuvvetli idi. Meşhûr altı hadîs kitabından hadîs-i şerîfleri bilirdi. Âlim, faziletli, mücâhid bir zât idi. Sîret-i Nebevî’yi bildiren “Tehzîbü’ş- Şemâil” ve “El Mekâsıd fî fedâili’l- Mesâcid” adlı kitabları meşhûrdur.

Asıl adı Muhittin Mehmet olmasına rağmen, "Mehmet Molla" ve "Arap Molla" lakabıyla meşhur olmuştur. Kendisine "Arap Va’izi" de denirdi.
Arap diyarından geldiği düşünülerek kendisine bu lakap takılmıştır. Molla Arap hazretlerinin dedesi Hamza, Ailesi ile Türkistan’dan Antakya’ya göç etmiş ve muhtemelen Molla Arap 1460 yıllarda burada dünyaya gelmiştir.
Çocukluğunda Antakya’da , babası Ömer Efendi ile amcalarından ders alan Molla Arap, daha sonra Hasankeyf , Diyarbakır ve Tebriz’de tahsilini devam ettirdi. Tebriz dönüşünde Haleb’de verdiği vaaz, ders ve fetvaları ile ünü her tarafa yayıldı. Ardında Kudüs ve Mekke’de bir müddet tahsil gördü, bu arada Hac görevini yerine getirdi. Daha sonra Kahire’ye geçerek devrin meşhur bilgini Celaleddin es- Suyutî’den ders aldı. Burada yazdığı “en Nihâye” adlı eserini okuyan , vaaz ve sohbetlerine katılan Memlük Sultanı Kağıtbay’ın takdirini kazandı. Sultan’ın ölümüne kadar Mısır’da kaldı. Molla Arap, 1497 yılında Mısır’dan döndü ve Bursa’ya yerleşti.
Etkili vaazları ile Bursalıların sevgi ve beğenisini kazandı. Ardından İstanbul’a giderek vaazlarına orada da devam etti. II. Beyâzıd’ın takdirini aldı. Beyâzıd, Mora Seferine giderken Molla Arap’ı da beraberinde götürdü. Modon Kalesi’nin fethinde kaleye ilk giren gaziler arasında Molla Arap bulunuyordu.

İstanbul’a dönüşünde bir müddet vaazlarına devam eden Molla Arap, âilesi ile birlikte tekrar Halep’e gitti ve orada hadis ve tefsir dersleri okuttu. Vaazlarını sürdürdü. Şah İsmail aleyhtarlığı, onun Osmanlı Ülkesine dönmesine sebep oldu. Yavuz Sultan selim’i Şark Seferine iknâ etti ve Yavuz Sultan Selim ile İran Seferine katıldı.
Daha sonra Rumeli’ye geçen Molla Arap Üsküp’te bir mescid, Saraybosna’da bir câmii ve medrese yaptırdı, 10 yıl boyunca burada tefsir okuttu.

1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte Macaristan Seferine katıldı. Sefer dönüşünde Bursa’ya yerleşti 9 kubbeli olarak Molla Arap Câmii’nin inşasını başlattı fakat tamamlayamadan 18 ağustos 1531 de vefât etti. Câminin haziresine defnedildi. O hazireden günümüze yalnızca Molla Arap mezarı kaldı. Mahalle de, ” Mollaarap Mahallesi” adını aldı. Molla Arap, seyâhate meraklı biri idi. Herkese kendini sevdirir , vaktini ders ve nasihatle geçirirdi. Sevimli bir simâya, tatlı bir ifâdeye sahipti. Tefsir, hadis gibi dini ilimler yanında kimya ilminde de engin bir bilgiye sahipti. Kimya ile ilgili kitabı da vardır. Geçimini ticâretle sağlardı. Bir çok öğrenci yetiştirdi ve hayır müesseseleri kurdu.. radiyallahu anhu..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 30 Kas 2018, 18:15
gönderen kulihvani
Resim

KUDSî RÛHun KABı İnsÂN
VAHY-in MUHATABı İnsÂN
Her ÂN YAZan KÛN KALEMi
=->FeyeKÛN KİTABı İnsÂN!.
RABB’ımın=>DUÂ MAHREMi!.


ZEVK 9092

MAHŞERi SoN NEFEs BİLip=>GİYen KURBİYyet KEFENi
ÖMÜR BOYu ÇIKARMA!.mak>BEZM-i ELESt VÂDE CEM’i
=>BURA =>ŞEHÂDEt ÂLEMi
CÂNda CÂNÂN DOStun DEM’i
CÂN EVim =>CUMÂ CÂMİsi... ==>HOCAALİZÂDE CEM’i!.


30.11.18 13:21.
brsbrsm..hocaalizadecamicumacemi…


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.



Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....


Resim

HOCAALİZÂDE CÂMİSİ.:

Hocaalizâde Mahallesi Alioğlu Sokak Osmangazi/Bursa..

Bursa merkez Osmangazi İlçesi'nde, aynı adla anılan mahallede câmi. Hacı Ömer oğlu Hoca Ali tarafından 843 H. 1439 yılında yaptırılmıştır. Giriş kapısı üzerinde bulunan 50 X 74 santimetre boyutlarındaki Arapça yazıtında şöyle denilmektedir (Türkçeleştirerek):
"Bu mübarek mescid-i şerifin yapılmasını (Allah rızası için, mal ve evlâdın fayda vermediği, ancak iyi kalp ile gelmenin fayda verdiği güne (kıyamet) kavuşmayı istediğinden) Hacı Ömer oğlu Hoca Ali (Allah taksiratını affetsin) Bayezit oğlu Mehmet oğlu Murat zamanında emretti. Sene 843 H (1439)"
Revak kısmı yangın geçirdiğinden dolayı bozulmuştur. Yanları ve örtü kapalı üstü ahşap çatı ile örtülüdür. Batısındaki minâresi bir mimarî şaheseridir. Gövde üçgen mermer ve tuğla küplerle örülmüştür. 16 dilimli, üç bileziklik ve beş stalaktitli şerefesi ile övgüye değerdir. Batıdaki minâresi sekizgen kaidelidir. Sekiz sivri kemerli kitabe, üçgen mermer ve tuğla küp, silindirik gövde, üç bilezik, on altı dilimli ve beş stalaktitli şerefesiyle bir mimarlık başyapıtı olarak kabul edilir.
Asıl ibâdet yeri 8.69 X 8.97 mette boyutlarındadır. Üstü kurşun kaplı kubbe ile örtülüdür. Kubbe sekiz köşeli kasnak üzerine oturmaktadır. İçerisi 18 pencere ile aydınlatılmaktadır. Sâde bir mihraba sahiptir. Duvarlarındaki yazıların deneyimli hattatların elinden çıktığı anlaşılmaktadır. 1955 yılında orijinaline uygun olarak onartılmıştır.
Duvarları, bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğla biçimindedir. Ayrıca aralarla birer dikey tuğla konmuştur. Bahçesinde kaliteli mezar taşları vardır. Bunlardan biri Hoca Ali Oğlu Hoca Ömer'e aittir.


Hocaalizâde Mahallesi.:

Bursa'nın eski mahallelerden biridir. Mahalleye Hocaalioğlu adı verilmektedir. Kız Lisesi civarında olan mahalle, halen halk arasında aynı adla anılmaktadır. Mahalleye adını veren Hocaalizade Câmii, 1439 yılında Hoca Ali oğlu Ömer adlı bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Bu tarihten sonra da mahalle olarak varlığını sürdüren Hocaalizade Mahallesi, bugün sadece bir sokak olarak varlığını sürdürmektedir. 1530 yılında 46 hâne bulunan mahallede, 1573 yılında 83 hâne yaşıyordu. 1924 yılında, nüfusu azaldığı için Hocatabib, Selçukhatun, Sarıabdullah, Hoşkadem ve Hacılar Mahallesi ile birlikte bir muhtarlığa bağlanmıştır. 1863 yılındaki yangında dereyi aşan yangın, bu mahalleyi de tahrip etmiş. Mahalle civarında Fransız kilisesi vardır. XIX. yüzyılda yapılmış olan bu kilise, oldukça sağlam durumdadır. Mahallede, 1914 yılında yapılmış olan Hocaalizade Muallimhanesi vardı. 1905 yılında Hocaalizade Câmi karşısında musluklu iki adet çeşme vardı. Nasuhpaşa Hamamı'nın kıble yönünde bulunan Hoşkadem Mescidi ise bu tarihte harabeye yüz tutmuş iken Uzunçarşı'da Hacı Halil Efendi'nin gayretiyle tamir edilmiş ve namaz kılınmaya başlanmıştır. (BOA. Temettuât Defterleri, no.7539)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 07 Ara 2018, 14:49
gönderen kulihvani
Resim

NEFes NEFes DEM Bu DEMi
CÂN CeNNeti – CeheNNEMi
=>ŞE’ÂN=>ŞEHÂDEt ÂLEMi
MecNÛN LEYyLÂ MuHAREMi!.


ZEVK 9099

ZERRe KÜRRe RAKs EDiYOR=>YuSEBBiHu SIRR SEMÂsı
AL-VER NEFes NÂZ-NiYÂZda>HÂL-i HAZıR HAYy HUMÂsı
“AŞK AYNASI”n ÖNü=>SEVDÂ
SIRRın SİL-SEN=>ARDı LEYyLÂ
SİVASÎLer CÂMİSi-nde=>CÂNda=>CÂNÂN CEM’ CUMÂsı!.


07.12.18 12:54.
brsbrsm..sivasiLercâmisicumâcem’imizz..




Resim


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihu!.



Resim


Resim


Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



Resim

TAHTALı CÂMi..
SİVASîLer CÂMisi.:


Gökdere Cad. No: 1, İbrahimpaşa Mahallesi Osmangazi/Bursa..

BUrası BURSAm Osmanlı Devletinin Beşiği olduğu kadar Hak ERENLer yatağı da olmuştur..
Belki de dünyada 200 yılda bu kadar çok câmi yapılan şehir yoktur..
Tasavvufta Özellikle Melâmette pek çok Hak Dostu Bursada yaşamış ve bazıları da eserler yanında acı hatıralar da bırakmışlardır..

Bizim Maksem yokuşumuzun sonundaki SİVASîLer CÂMisi ya da TAHTALı CÂMi, pek çok kere tamirat görmüş ve bu gün restore edilmiş çok feyiz doludur.. Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî Hazretleri zamanından beri hizmettedir..
SivâsîLer ise, son yüz yıllara damgasını vuran bir tarikat kavgasının masum tarafıdır..

Osmanlı İmparatorluğunun son yüz yıllarında başlayıp alevlenen devleti ele geçirip fayda sağlayaan Medreseli ham Sofularla, Halkın içinden çıkmayan TEKkeli Sırf SUFîLer arasında sürtüşmeler artmıştır.
Acı olan ise daima gariban Dervişler ezilmiş, sürülmüş ve başları kesilmiştir..

Ben de Bursa için çok önemli gördüğüm bu geçmiş zulmü hatırlatmak için derlemeler yaptım..
Rahmetli Niyazî Mısrî BaBam kaddesallahu sırrahu da bu tezgahtan geçmişti.. RÛHu şâd OLsun!.


Resim

Bursa Ulucâmi tarih boyunca pek çok güzelliğin yaşandığı bir mekandı. Özellikle Kadir gecesi gibi mübarek gecelerde manevî füyuzattan istifade etmek isteyenlerin akıllarına ilk gelen yer Ulucâmi’ydi.

Burada Kadir gecelerinde zekatlar dağıtılır, fakirler sevindirilirdi. Sabaha kadar süren zikirlerle cemâat feyiz dolu anlar yaşardı. Ancak 1692 yılı Kadir gecesi, Ulu Câminin unutamadığı bir gece oldu. Fitne ateşi can aldı. İmamın üstüne yürüyen cemâatin nasıl provoke edildiğine şâhid olundu. Ulu bir mâbedin içinde, galeyana gelmiş bir halk kitlesinin kudsal olanı /kudsal alanı umursamayacağı hakikati bir kez daha görülmüş oldu. Aslında olay bir kaç on yıl önce ortaya çıkan, kökü ise yüzyıllar öncesine dayanan bir Selefî akımın Osmanlıda Kadızâdeliler adıyla yeniden ortaya çıkması ve bidatlerle mücadele adına bugün hiç yabancısı olmadığımız görüşleri koyu bir şekilde savunmasıyla başlamıştı. Bu yüzden Ulu Câmideki olayı ve ayrıntılarını aktarmadan evvel o güne kadar gelen süreci iyi anlamamız gerekmektedir.

1600’lerin Osmanlısında dinî bir hareket olarak başlayıp zamanla sosyal ve siyasî yönleri de olgunlaşmaya başlayan Kadızâdeliler hareketi bugünki Selefî / Vahhabî görüşleri andıran düşünceleri benimsemiş vaizlerin oluşturduğu bir hareketti. Mutasaavvıfların görüşleriyle koyu bir şekilde mücadele eden bu hareket Sufilere hayat hakkı tanımayacak ve tekkeleri yakıp yıkacak kadar da ileri gidebilecekti. Osmanlıda Selefî- Sufi çatışmasının adı daha çok Kadızâdeli – Sivasî çatışması isimleriyle bilindi. Çünkü 4. Murat dönemi vâizlerinden Kadızâde Mehmed Efendi ile Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî bu kavgaya isim babalığı yapmışlardı. Ve takipçileri arasında bu tartışmalar bir sonraki yüzyıla kadar sürmüştü. Kadızâde Mehmed Efendi ve onun takipçileri, Hz. Peygamber döneminden sonra ortaya çıkan birtakım âdet ve uygulamaları bid‘at olarak nitelemiş ve şiddetle reddetmişti. Dolayısıyla Kadızâdeliler hareketinin kendilerince amacı, İslâm’ı Kur’ân-ı Kerîm ve Resûl-i Ekrem’in sünneti dışındaki bid‘at sayılan unsurlardan arındırmak ve bu anlayışı devletin bütün kademelerine yaymak olarak nitelendirilebilir. (Semiramis Çavuşoğlu, Kadızâdeliler maddesi, DİA)

Kadızâdeliler 1651 yılında Sadrazam Melek Ahmed Paşa’dan bir buyruldu alıp Demirkapı yakınlarındaki Halvetî Tekkesi’ni basarak devran eden dervişleri dağıtmışlardı. Daha sonra bir müddet sükûnet sağlandıysa da bu defâ Üstüvânî Mehmed Efendi’nin liderliğinde Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi’den semâ ve devranın haram olduğuna dair bir fetvâ aldılar. Üstüvânî, Abdülmecid Sivâsî’nin halifelerinden Abdülkerim Çelebi’ye gönderdiği mektupta semâ ve devranın menedilmesinin vâcib olduğunu, Abdülkerim Çelebi’nin tekkesini basıp kendisini ve takipçilerini öldüreceklerini, bu tekkenin temelini kazıp toprağını denize dökmedikçe orada namaz kılmanın câiz olmadığını bildirdi.

Kadızâde Mehmed Efendi’nin vefâtından sonra onun taraftarları olan bir kısım kürsü vâizleri de şer‘an haram olduğu kesin delillerle sabit olmayan bazı şeylerin haramlığını iddiaya devam ettiler ve bunları yapanları küfürle suçladılar; cemâatle nâfile namaz kılanlara, makamla salavat getirip na’t-ı şerif okuyanlara, tasavvuf ehlinin semâ ve devranına şiddetle karşı çıktılar. Saraydaki baltacılar, bostancılar ve kapıcılardan bazılarını da etkileri altına alıp onlar vasıtasıyla kızlar ağası ile vâlide sultana kadar ulaştılar ve siyasî güç sahibi oldular. Hareketin bu ikinci safhası, Sultan İbrâhim’in hükümdarlığının son yılları ile henüz yedi yaşında tahta çıkan IV. Mehmed’in saltanatının ilk yıllarına rastlar. Tarihçi Naîmâ’ya göre Kadızâdeliler sadece Halvetîler, Mevlevîler ve diğer tarikatlara mensup olan dervişleri değil onların tekkelerine giden halkı da küfürle suçluyorlardı.

Kadızâdeliler’in saraydaki nüfuzu, hâmilerinin çoğunun katledildiği Çınar Vak‘ası’na (1066/1656 Vak‘a-i Vakvakiyye) kadar sürdü. Naîmâ’ya göre Çınar Vak‘ası’ndan sonra sadrazamlığa getirilen Boynueğri Mehmed Paşa, tâyin işlerinde ulemâ ve vâizlere danışmaya karşı çıkıp bunları bizzat kendisi yapmaya başlamış, bundan müteessir olan Kadızâdeliler de Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı abluka altına almasını fırsat bilerek bu durumun zulmün, rüşvetin artmasından, bid‘atların çoğalmasından, vezirle müftünün tarikat ehlini himayesinden kaynaklandığı yolunda vaazlarla halkı tahrike başladılar (Târih, VI, 225).
Ardından Köprülü Mehmed Paşa’nın sadâretinin sekizinci günü Fâtih Câmii’nde müezzinler cuma namazı sırasında na’t-ı şerif okurken Kadızâdeliler bunlara engel olmak için harekete geçtiler, fakat bu teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı. Daha sonra Kadızâdeliler toplanarak İstanbul’da bulunan bütün tekkeleri yıkmaya, rastladıkları dervişlere “tecdîd-i îman” teklif edip kabul etmeyenleri öldürmeye, hep birlikte padişaha gidip bid‘atları kaldırmak için izin istemeye, selâtin câmilerinde tek minare kalacak şekilde diğer minareleri yıkmaya karar verdiler. Ertesi gün ellerinde taşlar ve sopalarla taraftarlarını toplayarak Fâtih Câmii’nde bir araya geldiler. Sadrazamın adam gönderip isyancılara nasihat etmesi fayda vermedi. Köprülü Mehmed Paşa devrin tanınmış âlimlerini toplayıp Kadızâdeliler hakkındaki görüşlerini sordu. Meclisin kararını padişaha sunan sadrazam padişahtan Kadızâdeliler’in katli için ferman aldı. Ancak bu ceza sürgüne çevrilerek hareketin liderleri olan Üstüvânî, Türk Ahmed ve Divane Mustafa Kıbrıs’a sürüldü, böylece hareketin ikinci safhası sona erdi. (Çavuşoğlu, agm.)

Dün de bugün de bu hareketlerin revaç bulmasının sebebi olarak, başımıza gelen her türlü olumsuzluğun nedeni doğru olarak tesbit edilemeyince neden olarak, Allah ve Rasulünün bozulmamış-hiç değişmemesi gereken dininden/şeriatından uzaklaşmamız gösterilmiştir. O yüzden şu tesbitler bi hayli önemlidir: Tarihte bu tür hareketlerin genellikle bunalımlı sosyal ve siyasal şartlarda ortaya çıkmış olması gibi Kadızâdeliler hareketi de Osmanlı Devleti’nin XVII. yüzyılda içinde bulunduğu karışıklıklar, merkezî idaredeki zaaflar, artan ekonomik bozukluklar, Avrupa ve İran ile olan sürekli savaşlar ve toprak kaybı, yoğun nüfus hareketleri ve çıkan isyanlar gibi bir istikrarsızlık ortamı içerisinde doğup gelişme imkânı bulmuştur. (Çavuşoğlu, agm.) Kadızâdeliler’in fikrî öncüsü tahmin edilebileceği gibi bu günkü Rabistandaki Vahhabîliğin de piri olan ünlü âlim İbn Teymiyyedir. İbn Teymiyye mektebinden etkilenen Birgivî Mehmed Efendi (ö.1573) de Kadızâdeliler arasında yaygın biçimde okunan Risâle-i Birgivî (Vasiyetnâme) adlı bir ilmihal kitabının yazarıdır. Gerçi Birgivi Mehmet Efendi bu Selefî düşünce akımının Osmanlıdaki öncüsü gibi görülse de aslında bir tarikat müntesibi olarak farklı bir portre çizmektedir. (dipnot 4- Emrullah Yüksel, BİRGİVÎ maddesi, DİA)
Birgivî’de görülen İbn Teymiyye’nin etkisi bu harekete ismini veren Kadızâde Mehmed Efendi’nin eserlerinde de dikkat çeker. Mehmed Efendi’nin, İbn Teymiyye’nin “es-Siyâsetü’ş-şer’iyye fî ı’lâ’i’r-râ’î ve’r-ra’iyye” adlı kitabının genişletilmiş Türkçe tercümesi olan “Tâcü’r-resâil ve minhâcü’l-vesâil”i hazırlamış olması bu tesiri açıkça gösterir.
Kadızâde Mehmed Efendi semâ ve devran, aklî ilimlerin tahsili, ezan, mevlid ve Kur’ân’ın makamla okunması, tasliye ve tarziye, türbe ve kabir ziyareti, cemâatle nâfile namaz kılınması, tütün ve kahve içilmesi, musâfaha ve inhinâ konusunda olumsuz bir tavır almış, bunların tamamını bid‘at ve haram saymıştır. Ayrıca Hızır’ın hayatta olmadığını, Resûl-i Ekrem’in ebeveyninin ve İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğunu, Firavun’un imanının geçersizliğini, devlet katında yapılan bazı işler karşılığında alınan paranın rüşvet değil ücret olduğunu, Yezîd’e lânet gerektiğini ileri sürmüştür. Abdülmecid Sivâsî ise söz konusu meselelerde genel olarak aksi yönde görüş belirtmiştir. (Çavuşoğlu, agm.)


SULTANLARIN SİYASETİ.:

Hareketin ilk kıvılcımları tartışma seviyesinde önce câmilerde ve padişah meclislerinde meydana çıktı. Meselâ Kadızâde ile Sivâsî arasında, “Eşyanın tesbihi hâl ile mi yoksa kâl ile midir?” tartışması vaaz kürsüsünden padişah huzuruna kadar taşınmıştı. IV. Murad’ın siyasî düzeni bozmamaları kaydıyla sûfîlerin faaliyetlerine karşı çıkmadığı ve Kadızâdeliler ile Sivâsî taraftarları arasında bir denge politikası izlediği dikkati çeker. Kendisinden önceki birçok padişah gibi IV. Murad’ın da tarikatlarla yakın ilgisi vardı. Ayrıca padişahın Sivâsî’ye, kendisine bağlı dervişlere müdahale edilmeyeceğine dair teminat verdiği de bilinmektedir. Bu meselelerin çoğu ve bid‘at konusu aslında yeni bir durum olmayıp daha önce İslâm âlimleri arasında tartışılmış ve çeşitli eserlerde genişçe işlenmiştir. Kadızâdeliler, yaşadıkları dönemde tenkit ettikleri meselelere tasfiyeci bir tutumla yaklaşıp bütün bid‘atları gerekirse şiddet kullanarak ortadan kaldırmayı amaçlamışlardı. Ancak emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l- münker prensibini zorla uygulamaya çalışmaları devlet düzenine tehdit teşkil edince siyasî otorite buna izin vermemiştir.

HADİSELERİN BURSA’YA İNTİKALİ.:

1656’da Kadızâdeli terörünün yatıştırılmasının ardından vâiz Vanî Mehmed Efendi döneminde üçüncü safha başladı. (1663) İstanbul’a gelen Vanî, Sultan Selim Câmii’nde vaaz vermeye başladı. IV. Mehmed’in himayesiyle önce padişahın, ardından Şehzâde Mustafa’nın hocası oldu. Padişah ve sadrazamın üzerindeki etkisiyle saraydaki nüfuzu artan Vanî Mehmed Efendi sûfîlere karşı tavır aldı. 1077’de (1666) Mevlevîler’in yaptığı semâ ve Halvetî dervişlerinin Kadızâdeliler tarafından “tahta tepmek” olarak adlandırılan âyinleri onun etkisiyle padişah tarafından yasaklandı. 1081’de (1670) yine sultanın çıkardığı bir fermanla meyhaneler yıktırıldı. Vanî Mehmed Efendi’nin karşı çıktığı diğer bir uygulama olan kabir ziyareti de 1078 (1667) yılında padişahın emriyle yasaklandı. Hatta Osmanlı maliyesinde birçok örfî vergi bid‘at olduğu gerekçesiyle kaldırıldığı gibi diğer vergilerin kütüb-i şer‘iyyeye göre toplanması emredildi. (Çavuşoğlu, agm.)
Vanî Efendinin Bursa’ya sürgün edilmesiyle birlikte de (mezarı Kesteldedir) tartışmalar Bursa’da hararet kazandı. Mehmed Efendi’nin takipçileriyle mutasavvıf Niyâzî-i Mısrî’nin taraftarları arasında 1103’te (1692) Bursa Ulucâmii’nde Kadir gecesi cemâatle namaz kılınırken meydana gelen bir hadise, Kadızâdeliler hareketinin tesirlerinin Vanî Mehmed Efendi’nin vefâtından (1096/1685) sonra da sürdüğünü gösterir.


BURSA ULU CAMİ’de O KADİR GECESİ NE OLDU?.:

İşte Kadızâde hareketinin Osmanlı tarihindeki en etkili isimlerinden olan Hace-i Sultani (padişah hocası) Vanî Mehmet Efendi’nin torunu Sultaniye müderrisi Vanizâde, bir mevlid esnasında bidat işlendiği gerekçesiyle Ahmed Gazzi nin damadı ve Ulucâmi imamı Abdurrahman efendi üzerine halkı kışkırtmış ve câmide çok ciddi bir kargaşa çıkmıştı. Abdurrahman Efendiyi korumaya çalışan Süleyman isimli bir derviş vefât etmiş, imam ise canını kıl payı kurtarmıştı. Tartışma cemâatle nafile namaz kılmak konusunda idi. Abdurrahman Efendi Kadir Gecesi namazının cemâatle kılınmasını savunduğu için linç edilmek istenmişti ama olay bununla münhasır değildi. Zaten yıllardır benzeri tartışmalardan oldukça gergin olan ortam, Vani Mehmet Efendi taraftarlarıyla Niyazi Mısrî/Ahmet Gazzi taraftarları arasındaki husumetin neticesinde bi hayli yükselmişti. Bursada benzer bir tartışma O gece ki olaydan önce de yaşanır. Kadı Mehmet Efendi mevlid kandilinde câmide okunan mevlidin “Vilâdet bahri” okunurken ayağa kalkmamış, kendisine niçin ayağa kalkmadığı sorulduğunda “bu gibi şeylerin İslam’da yeri yoktur bidattir ve hıyanet suçu işlenmektedir” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Câmii Kebir vaizi Şeyh Ahmet Gazzi: “Bu nasıl haldir? bu âdemlerde hiç insaf yok mudur?.. Câmilerden tutun ,yemek, içmek, giymek hususlarında şüknamıza varıncaya kadar hangisi sünneti şerifeye muvafıktır. Câmilerde âlet dersleri okutmak, teezzin etmek, halılar, hasırlar, seccadeler, duvarlara yazılar, levhalar koymak, mahfiller , kürsüler, kitaplar, medreseler vs. bunların hangisi bidat değildir?” diye hissiyatını aktarmıştır.
[İ](Bursa Ulu Câmi İmâmlığı Ve İmâmları, M. Asım Yediyıldız T.C. Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17, Sayı: 2, 2008 S. 121-145 )[/İ]

Resim

17'nci yüzyılın ilk yarısı... İstanbul halkı bir dini tartışma yüzünden ikiye bölündü... Türk tarihinin en tutucu dini hareketi olan Kadızâdeler "Dinde yoktur" diye birden fazla minaresi olan câmilerin minarelerini yıkmaya kalkmışlardı.

16. yüzyılın sonlarından itibaren değişen dünya şartları Osmanlı İmparatorluğu'nda büyük bir buhrana sebep oldu. Buhran hem halkı hem de yöneticileri derinden etkiledi. Osmanlı aydınları kitaplar yazarak buhranın sebebini ortaya koymaya çalıştı. 17. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan ve Kadızâdeliler diye adlandırılan gruba göre problemin asıl sebebi, dini emirlerin terkedilip Hazreti Muhammed döneminde bulunmayan birçok uygulamanın dine sokulmasıydı.


DEVLET BUNALIMDAYDI.:

Türk tarihinin en tutucu düşüncelerinden biri olan Kadızâdeliler hareketinin öncüsü Kadızâde Mehmed Efendi, fikirlerini 16. yüzyılın önemli isimlerinden Birgivi Mehmed Efendi'nin eserlerine dayandırıyordu. Birgivî'nin eserlerindeki Hazreti Peygamber'den sonra ortaya çıkan her şeyin reddedilmesi fikrini benimseyen Kadızâde Mehmed, usta bir hatipti ve İstanbul câmilerinde vaazlar vermekteydi. 17. yüzyılın ilk yarısı devletin bunalımda olduğu, halkın sıkıntı çektiği bir dönemdi. Kadızâde: "zenginlerin zevk-ü sefâya daldığını, taşranın yanıp yıkıldığını, halkın dağlara çıktığını, çiftçinin perişan hale geldiğini, rüşvetin alıp yürüdüğünü, şarabın ve afyonun salgın haline geldiğini ve tek çarenin şeriatta olduğunu" söylemeye başladı. Dönemin önemli tarikatları olan, Halvetî ve Mevlevîler'i "tahta tepenler, düdük çalanlar" diye aşağılayıp, semânın haram olduğunu söyledi.
Kadızâdeliler'e göre, dertlerin sona ermesi için yapılması gereken iş, dine sonradan sokulan uygulamaların ortadan kaldırılmasıydı. Bu yapıldığında tüm dertlerin devası bulunacak ve İslamiyet'in en iyi şekilde yaşandığı Asrı Saadet, yani Peygamberimiz'in dönemi tekrar yaşanabilir hale gelecekti. Kadızâdeliler, dine sonradan sokulan uygulamaların yaygınlaşmasındaki en büyük sorumluluğun tarikatlarda olduğunu iddia ediyorlardı. Semâ ve raksın âyinlerinde önemli bir yer tuttuğu Halvetiye ile Mevlevîye tarikatları ise en başta gelen düşmanlarıydı.
Kadızâdeliler, hareketlerinin kurucusu Mehmed Efendi'nin ölümünden sonra daha da etkin oldu. İstanbul câmilerinin çoğunun kontrolünü ellerine geçirdiler. Osmanlı yöneticileri, Kadızâdeliler'in dini telkinlerini, halka sıkıntılarını unutturacak geçici bir vasıta gibi görmüştü. Özellikle Dördüncü Murad katında itibar sahibi olmuşlardı.


SİVASÎLER'LE MÜCADELE.:

Kadızâde ve taraftarları, belirli bir üstünlük sağladılarsa da, karşılarında diğer tarikatların kuvvetli bir direnişini de buldu. Sivasî Abdülmecid Efendi'nin başını çektiği bir grup onların fikirlerine karşı çıktı. Halveti Şeyhi Abdülmecid Sivasî'nin taraftarlarına “Sivasîler” deniliyordu. Artık İstanbul'un her yerinde Kadızâdeliler'le, Sivasîler arasında tartışmalar ve siyasi üstünlük kurma yarışı yaşanıyordu.
Vakanüvis, yani resmi tarihçi olan Naima'nın tarihinde Kadızâdeli vaizlerden birisi olan Türk Ahmed'e yöneltilen sorular ve bunlara verilen cevaplar Kadızâdeliler'in zihniyetini bize yansıtır: Kadızâdeliler'in önde gelenlerinden Türk Ahmed: "Hazreti Peygamber zamanında kaşık olmadığı için de yemeğin elle yenmesi gerektiğini" iddia eder.


KÖPRÜLÜ GÖREVE GELDİ.:

Bozulan devlet otoritesini yeniden tesis etmesi için Köprülü Mehmed Paşa, 1656'da sadrazamlığa tayin edildi. Köprülü, devlet otoritesini tesis etmeye çalışırken, Dördüncü Murad döneminden itibaren İstanbul'da büyük bir güç haline gelen Kadızâdeliler, onun sadrazamlığının sekizinci günü, 2 Ekim 1656'da aleyhtarlarını sindirmek ve devlet yönetiminde söz sahibi olmak için harekete geçtiler. Kadızâdeliler: "İstanbul'daki bütün tekkeleri yıkıp, buraların şeyh ve dervişlerine imanlarını tazelemelerini teklif etmek ve kabul etmeyenleri öldürmek; Padişahın huzuruna çıkarak, Peygamber'den sonra ortaya çıkmış dindeki bütün yeni uygulamaların kaldırılmasını istemek; Padişahların ve ailelerinin yaptırdığı Selatin câmilerinin minârelerinin biri dışındakileri yıkmak" istiyorlardı.

BİR GÜNDE BİTTİ.:

Kadızâdeliler, bu isteklerini yerine getirmek için silahlanıp, halkı yanlarına davet ettiler. Sadrazamın onları bu hareketten vazgeçmeleri yönündeki uyarılarına kulak asmadılar. İsteklerinin yerine gelmesinde direttiler. Bunun üzerine Köprülü Mehmed Paşa, Kadızâdeliler'in isteklerini reddetti.
Kadızâdeliler'in mallarına el koyup, hareketin liderleri olan Üstüvanî Mehmed, Türk Ahmed ve Divâne Mustafa'yı tutuklatarak Kıbrıs'a sürdü. Yıllarca İstanbul'da istediklerini yaptıran, devlet işlerine müdahale eden Kadızâdeliler bir günde bitirilmişti. Bu hadise, dışarıdan zayıf gibi görünen devletin gerektiğinde ipleri nasıl kolaylıkla eline alabildiğini de gösteriyordu.

“Selefî Düşünce”nin Osmanlı toplumunda filizlenmesi mahiyetinde görülebilecek olan Birgivî'nin fikri alt yapısını inşa ettiği bu düşünceler, kendisinin ardından talebeleri tarafından tevarüs edilecek ve Birgivî mektebinin iki kuşak sonraki öğrencilerinden Kadızâde Mehmed Efendi (ö. 1045/1635) ile daha iddialı bir şekilde gündeme gelecektir. Babasının mesleğinden ötürü Kadızâde lakabıyla anılan Mehmed Efendi, bir müddet klasik metinleri okutmakla uğraşmış, daha sonra Osmanlı' da vâizlik mesleğinin zirvesini teşkil eden Ayasofya Câmii'ne vâiz olarak atanmıştır. Etkili vaazları sayesinde ilk günlerden itibaren kendine has bir dinleyici kitlesi oluşturmuş ve kısa sürede namını bütün İstanbul' a duyurmayı başarmıştır. Ancak esas şöhretini, Birgivî ekolünün öngördüğü ihyâ hareketini geniş bir tabana yaymak slıretiyle, kendi ismiyle anılacak bir harekete öncülük ederek kazanacaktır. İşte bu hareket, Selefîliğin Osmanlı toplumuna tipik bir şekilde uyarlandığı izlenimini veren önemli ipuçlarını ihtiva etmektedir. Kadızâde Mehmed Efendi, siyasi idaredeki yönetim zafiyetinden toplumun ahlaki yapısındaki bozulmaya varıncaya kadar pek çok sahada kendisini hissettiren yozlaşmanın, dine muhalif tutumlar sergilemenin kaçınılmaz bir neticesi olduğunu ve bu muhalefet devam ettiği müddetçe meselenin çözülemeyeceğini vâizlik kariyeri boyunca sürekli anlatmıştır. Kendisine göre buradaki temel problem, toplumun birçok bid'at ve hurafeyi, onlara dini bir hüviyyet atfederek sahiplenmesidir. Tam da bu noktada onun, bid'at ve hurafelerin yayılmasından bütünüyle mutasavvıfları sorumlu tutması, tasavvuf karşıtlığıyla tebarüz etmiş Selefîliğin, Osmanlı toplumundaki bir izdüşümü olarak görülebilir. Mehmed Efendi'nin tasavvuf şeyhlerine yönelttiği itham ve suçlamalar, mutasavvıflar cenâhında muhalif bir blok oluşturmuş ve taraflar arasında gerilimli münakaşalara sebebiyet vermiştir. Kadızâde ve onun karşısında yer alan Abdülmecid Sivasî Efendi'ye (ö. 1049/1639) nisbetle “Kadızâdeli-Sivasî Çekişmesi” olarak anılan bu tartışmalar, birkaç nesil boyunca devam etmiş, devletin ve toplumun yoğun ilgisine mazhar olmuştur.
(Ahmet Yaşar Ocak, "XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dinde Tasfiye (Pürütanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış, "Kadızâdeliler Hareketi", Türk Kültürü Araştırmları, 1983, Ankara, XXIXXI/1-2, s. 212.)

İlk tasfiyeci hareketin İbn Teymiyye ile başladığı, daha sonra XVI. yüzyılda Osmanlı' da Birgivi ile, XVII. yüzyılda Kadızâdeliler ile, XVIII. yüzyılda ise Vehhabiler ile temsil edildiği ifade edilmiştir.
(Bk. Ocak, "Kadızâdeliler Hareketi", s. 208, 213.)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 14 Ara 2018, 16:31
gönderen kulihvani
Resim AŞKkkk..

AŞK KIZIL KOR
SEViLmek ZOR
SEVen SIRRın
BİLene SOR!.

SU GiBi AKıYOR ZamÂN
SANALa BAKıYOR İnsÂN
DEVR-i DEVRÂN

SEYR-i SEYRÂN
CEVL-i CEVLÂN
HAYR-i HAYRÂN
OLsun!. OLmasın!.Lar=>OLAN!.

Resim

TEKe TEK VATANım MAKSEM
AŞK NARIn ATANım MAKSEM
BÜLBÜLün=>GÜLü=>GÜNEŞi
DOGANım BATANım MAKSEM!.


ZEVK 9102

DEHRin=>ZamÂN VAKTİ-ndeyiz =>ŞE’ÂNında=>ÂN>DEMdeyiz
NÂZ-NİYÂZ NAHNU SIRRI-nda=>CÂNımda=>CÂNÂN CEM’deyiz
BULut =>GÖLgesiyLe GEZer
İNSÂN=>EMEL>ECEL SEZer
=>TEKe TEK TEKKEme KOMŞu =>CUMA CEM’i=>MAKSEMdeyiz!.


14.12.18 05:35.
brsbrsm..maksemcamicumacemi..


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



=>BUrası =>BURsa =>MAKSEMi!.:

ResimMaksem câmimİZ..

MAKSEM ki;

Kul ihvÂNi sefilin TEKe TEK tERas TeKkesi, üçkollu çınarı ve dalları arasında Maksem Câmisi ve meşhur Yokuşuyla Rabbımın bir ni’metidir Maksem..

Eski Bursa'nın konum itibarıyla en yüksek yerinde bulunan bu mahalle Ulu Câmiye 7 Dakikadır yürüyüşle..
Adını yine burada bulunan "su taksim edilen"- "Su Maksemi"nden almaktadır. Civarındaki yerleşme ve câmi de aynı adla anılmaktadır. Hemen yakınındaki Temenye (Temenyeri-Hıdırillez duaları-temennileri edilen mesire yeri) her mevsim cıvıl cıvıl kuş sesi ve yürüyüş ve piknik yapan insanlarla doludur.. Uludağ'dan gelen kaynak suları, ilk önce burada bulunan maksemde toplanır ve ardından da, şehrin muhtelif semtlerine dağıtımı yapılırmış.


Resim


MAKSEM: ULU DAĞdan gelen Suların Taksim NOKTAsı/YERi..
GÖKçe DERE: Bursamızın Maksem-Arkların AYRım yeri mahallesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle, 7 mevsim cANyoldaşım bir dereciktir..

Bu Yeşillik DiyÂRımızın İÇinden 7 mevsim akan GÖK-GÖKçe DEREm, Bursamızın Maksem-(Arkların AYRım yeri) Mahllaesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle cANyoldaşım bir dereciktir.. TEKe TEK tERas TeKkemİZde 3 yÖNden apaçık pencerelerimden nice seherler pırıl pırıl Temenyeri, kördümanlı Kesiş Dağı-ULU Dağ ve Gökçe Derem sesinde nice ZEVKLer nefesler KAYDa geçmiştir/mektedir elhamdulillahirabbilâlemîn..


Resim

MAKSEM (Düstürhan) CÂMİİ.:

Pınarbaşı Caddesi'nde bulunan, Düstürhan Câmii adıyla da bilinen Maksem Câmii, 1479 yılında Düsturhan lakaplı Yahya Hüseyin oğlu Yahya tarafından yaptırılmıştır. Câmi, devrinin tüm özelliklerini taşımaktadır. taş ve tuğlayla örülü, tek kubbeli, kirpi saçaklı tipik bir Bursa câmisidir..
7,10X7,59 metre iç ölçülerinde olan caminin girişinde, 3,39 metre derinliğinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Asıl ibadet alanı tek kubbeyle örtülüyken son cemaat yeri tonozla örülmüştür. 18 pencereyle içerisi aydınlanan caminin duvarları tuğla ve moloz taşı ile örtülmüştür. Kubbe köşeliklerinde bademler kullanılmıştır. Ayakları Bursa kemerlidir.
Birçok kez onarımdan geçen câmi halen sağlam olup ibâdete açık durumdadır.
Caminin avlusunda, Bursa'nın en yaşlı çınarlarından biri (ÜÇ KOLLU ÇİLLE ÇINARIM) bulunmaktadır. CÂminin batısında ise iki eski ev bulunmaktadır..
(Baykal (1950) s.79; kütük ııı. s.195; vakıflar (1983) ııı. s.121; mirat-ı bursa (1905) s.34; Yalman (1984) s.109 ; Ayverdi ııı. (1973) s.79)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 21 Ara 2018, 20:01
gönderen kulihvani
Resim


NiYÂZ-NAKış>NAKKAŞLarın
AŞKın=>BİZ BİR-İZi BURSA!.
DAMLa DAMLa GÖZ YAŞLarın
BİZ BİR-İZ DENİZi=>BURSA!.


ZEVK 9103

hER SEBEBin>SonUÇu VAR =>hER SonUÇun BiR SEBEBi
BEZM-i ELESt=>KÂLÛ BELÂ!.. =>AĞIZda DEMiR LEBLEBi
=>OTUZİKİ DİŞi DÖKen
BEDENden CÂNLarı SÖKen..
YEŞİL CÂMi CUMÂ CEM’i... SULTÂN HAN MEHMED ÇELEBi!..


21.12.18 13:14.yeşiLcamicumacemimhmtkdriye..

BiR SEHER SEYRi>BURSAmdan
GÖRDü GÖZüm SÖZden SEVdim
GİDemem=>GAYRi BURSAmdan
DELi GÖNLüm =>ÖZden SEVdim!.



Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..



Resim

BURSA YEŞİL CÂMİİ:

Bursa’da ilk dönem Osmanlı mimarisinin önemli örnekleri arasında yer alan bir tarihi yapı. Câminin ünü, çini kaplamalarından gelir.
Câmi, adını verdiği Yeşil semtindedir; Yeşil külliyesi yapılarındandır. “Yeşil” adını, bir zamanlar minarelerinde bulunan yeşil renk ağırlıklı süslemelerinden aldığı düşünülür. Halen aktif olarak kullanılan câminin kapasitesi 2000 kişidir.
Kuzey cephe ortasındaki taç kapısında bulunan Arapça kitabeye göre mimarı Hacı İvaz b. Ahî Bayezıt (Hacı İvaz Paşa); bitirildiği tarih Aralık 1419’dur. İç mekanda, hünkar mahfili üzerinde yer alan yazıttan anlaşıldığı kadarıyla yapının nakkaşı, “Nakkaş Ali” olarak da bilinen Ali b. İlyas Ali’dir (ünlü divan şairi Lâmiî Çelebi’nin babası) ; süslemelerinin tamamlandığı tarih 1424'tür. Osmanlı sultanlarından Çelebi Mehmet’in emri ile yapılan câmi; Sultan’ın ölümü üzerine II. Murad devrinde tamamlanmıştır.
Yeşil Câmii, Çelebi Mehmet tarafından aynı zamanda hükümet konağı olarak inşa edilmiş iki katlı, iki kubbeli görkemli bir yapıdır.
Câmi, ters T planlıdır. Kronolojik sıraya göre bu plandaki yapıların, Orhan Gazi Câmii ile Yıldırım Câmii'den sonra üçüncüsüdür. Câminin büyük ve olağanüstü oyma süslemeleri bulunan ana kapısı kuzey cephede yer alır. Kapıdan yan odalara açılan dar bir koridora girilir. Asıl ibadet alanına Bizans başlıklı iki sütunun ortasındaki alçak bir kapıdan girilir.
İbadet mekanın iki yanındaki simetrik odalar, sancaklardan gelenlerin meselelerinin görüşüldüğü yerler olarak yapılmıştı. Doğudaki oda Anadolu Beylerbeyliği’nden gelenler için, batıdaki oda Rumeli Beylerbeyliği’nden gelenler için kullanılıyordu. Daha sonraları bu odalar mahkeme salonu olarak kullanılmıştır. Girişin iki yanındaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Yapının üst katında ortada hünkar mahfili, iki tarafında saray daireleri bulunur.
İbadet mekanı, aynı eksen üzerinde üzerli birer kubbe ile örtülü iki ana mekandan oluşur. Kubbelerin çapı 13metre, yerden yüksekliği ise 25metredir. Her iki kubbe büyük bir kemer ve kilit taşı ile birleştirilmiştir.


Mermer İŞçiLiği:

Câminin yapımında Marmara Adası’ndan getirilen mermer kullanılmıştır; eser, Bursa’da yapılan ilk mermer abidedir. Eserin ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir.

ÇiniLeri:

Câmi, mimari özellikleri yanında çini süslemeleri ile de büyük bir öneme sahiptir. Özelikle iç mekânda eyvanlar, müezzin mahfilleri, hünkar mahfili, tabhaneler, şahnişinler ve mihrap çini süslemenin yoğun olarak kullanıldığı bölümlerdir. Bunlar arasında bütünüyle çini ile kaplanmış mihrap zengin süslemeleriyle dikkat çeker.
Mihrap, eserin güney cephe ortasındadır. 1067 cm. yüksekliğinde ve 628 cm. genişliğindedir ve sır tekniğinde çinilerle kaplanmıştır. Erken Osmanlı döneminin ilk çini süslemeli mihrabıdır. Ağırlıklı olarak bitkisel motif ve kompozisyonlara sahip çinilerle kaplanmıştır. Yeşil Câmii’indeki çinileri yapan usta, "Mecnun Mehmet’tir".


AHşap İŞçiLiği:

Yeşil Câmii’nin giriş kapısı ve pencere kapakları, devrin ahşap işçiliğinin güzel örneklerindendir. Mihrabın batısında bulunan, tepesi altıgen külahla örtülü minber de özenli bir ahşap işçiliğinin ürünüdür.

Hat ESeRLeri:

Mihrap eyvanının doğu ve batı pencereleri üzerinde duvara asılmış birbirinin eşi olan daire biçiminde iki yazı levhası bulunur. Levhalarda “Amme suresi” yazılıdır.[4] Biri yeşil, biri kırmızı olan bu yazılardan birinde Bursa’da 19. yüzyılda valilik yapmış Ahmet Vefik Paşa’nın adı geçer.

MinareLeri:

Câminin minarelerinin birisi kuzeybatı, diğeri güneybatı köşesindedir. Minareler yapının 1855 depreminin ardından, 19. yüzyıl sonlarına doğru yapılmıştır. Orijinal minarelerin câmiye adını veren yeşil çinilerle kaplı olduğu düşünülür.

KüLLiye YAPıLarı:

Yeşil Câmii'nin inşasından sonra batısına medrese, doğusuna imaret yapılmıştır. Medrese, “Sultaniye Medresesi” olarak anılırdı. Medrese binası, günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılır.
Câminin karşısında Bursa'nın en değerli anıtsal yapılarından biri olan Yeşil Türbe bulunur.
Bursa’daki “Sultan Han” ve “Fidan Han” adlı hanlar, Yeşil Câmii’nin inşasından sonra Çelebi Mehmet’in isteği ile Hacı İvaz Paşa tarafından Yeşil Câmii’ye gelir sağlamak için inşa edilmiştir.

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 28 Ara 2018, 20:31
gönderen kulihvani
Resim

GÜNdüzü NÛR->GECEsi NÛR
SEHER SEYRiyse SıRf SüRÛR
EZÂNı ULU DAĞdan>OKUnur
=>BURSA CÂMiLeri MEŞHUR!.


ZEVK 9107

SEVen <=> SEViLen =>SEVgiLi =>İkİ DAMLa GÖZ YAŞımız
AZBun-FURat>MİLHun-UCÂC=>MARECE'L- BAHREYNi CUMÂ
ANA RAHMi =>KADER =>KADAR =>SonUÇta MEZÂR TAŞımız
DEHR-ü-ZamÂN>ŞE’ÂN>Şu ÂN>BİZ BİR-İZ BERR BEYNi CUMÂ!.


28.12.18 13:13.
brsbrsm..arapmehmetcâmicumacemihmahmt..


MekÂN ZamÂN İkİ KANAt
=>İNSÂN KUŞUnu UÇURan
ANA RAHMinden =>KÂiNat
=>MEZÂR TAŞLarına VURan!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Resim---Ebû Hüreyre radiyallahu anhu: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Cum'a Gününün faziletini anlatarak: “Cum'a Günü öyle bir ÂN var ki, müslüman bir kimse o VAKİTte namaz kılar, ALLAH'tan bir şey isterse ALLAH celle celâlihu mutlaka istediği şeyi ona verir.” buyurdu ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem eliyle o vaktin kısa bir süre olduğuna işâret etti.” buyurmuştur.
(Buharî, Cum'a, 11/37; Müslim, Cum'a, 7/13)


Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَّحْجُورًا
Resim--- "Ve huvellezî merace’l- bahreyni hâzâ azbun furâtun ve hâzâ milhun ucâc (ucâcun), ve ceale beynehumâ, berzehan ve hıcran mahcûrâ (mahcûran).: Ve iki denizi serbest bırakan O’dur; biri lezzetli ve tatlı, diğeri tuzlu ve acı. İkisinin arasına berzah (engel) kıldı. (Böylece onları) engelleyerek (birbirine karışmalarına) mani oldu.” (Furkân 25/53)



Resim

ARAP MEHMET CÂMİİ.:

Arap Mehmet Câmi, Ali Paşa Mahallesi Maksem Caddesi Osmangazi/Bursa..

Arap Mehmet Câmisi, 1490 yılında, Arap Mehmet adlı bir tüccâr tarafından yaptırılmıştır. 8,65 x 8,65 metre iç ölçülerinde bulunan caminin girişinde, 3,90 metrelik bir son cemaat yeri vardır. Asıl ibâdet mekanının üzeri, 8,65 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür, üç bölümlü son cemaat yeri, ortada daha dar ve yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. İki yan bölümlerin üzerileri ise aynalı tonozlarla örtülüdür. Kemer aralıkları demir doğramalı camekânla kapatılmıştır. Câminin batısında bulunan minare tek şerefeli, silindirik tuğla gövdeli, tuğla süslemeli ve sivri külahlıdır. Giriş bölümünün alınlığı üçgen olup, ahşaptan önünde bir – iki metrelik sundurma vardır. Üç bölümlü son cemaat yeriyle tipik tek kubbeli cami örneklerinden olan yapı 1968 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından aslına uygun olarak onarılmıştır. Son cemaat yeri de muhtemelen bu onarımda kapatılmış.


nOt.:
"TEKe TEK TEKKemiz"den aşağı SALLanıp da, ULU CÂMimiz'de SALLa YOLLanırken bâzen, Maksem YOKuşunda EZÂNımız OKUnur da, her köşede var OLan tarihî camilerden birisinde TEKBİRLerizz..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 04 Oca 2019, 20:16
gönderen kulihvani
Resim

MutLak İMaM RASÛLuLLAH
CÂN CEMÂAtı =->ABDuLLAH
=>NÛRun ALâ NÛR=>KÂiNÂt
NÛR-u MuhaMMed NÛRuLLAH!.

celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


ZEVK 9111

=>GEÇen ÖMRümüz =>ÂHİRi =>BEZM-i ELESt AKT-indeyiz
GEÇmiş GELecek=>ŞuÂNda=>AKLen-NAKLen NAKT-indeyiz
GÜNEŞLe <-> IŞIğı =>GiBi
SEVen<->SEViLen=>SEVgiLi
=>AYNALı CUMÂ CEM’inde =>VASL-ı VUSLÂt VAKT-indeyiz!.


17.11.17 12:48
brsbrsm..aynalıcâmicumacemi..


BEDEN>NEFeS>KALBin>RÛHu
ASLın>fASLı =>BiR DAMLa Su
=>HAKk’ın HALİFEsi=>İNSÂN
EN YÜCe MAKAM=>ABDuLLAH!.



Resim

Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla ->Her YERde ->Her ÂNda ->Her HÂLde->Her NEFeste ->HABLi'L- VERiD->LüBBü'L- LÜBBümüzde LûTFet -> CÂNda CÂNÂNımız ->CEM’ et CUMÂMIza İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..



Resim
Resim
Resim

Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu..


Resim

Resim

HOCA TABİB (AYNALI CÂMİİ..ÇAPRAZ CÂMİİ)

Kayhan Mahallesi Ünlü Caddesi Osmangazi/Bursa..


Setbaşı'na giderken solda, bir sokak içinde yer alan AYnaLı Câmi, SuLtan II. Murad döneminde Yıldırım Darüşşifâsı'nda Müderris olan Hoca Tabib Hüsnü Efendi tarafından 15. yüzyılın ilk yarısında 1467 yılında yaptırılmıştır.
Câmi, minâresi şerefesinin altında sıralanmış daire formu dizilmiş aynalar bulunduğu için "Aynalı Câmii"olarak adlandırılmıştır. Fakat 1981 yılı onarımında şerefesindeki aynalar kaldırılmıştır. Dikdörtgen planlı câmii kuzey-güney doğrultusunda uzanan ard arda iki kare mekandan oluşmaktadır.
Biri 6,96x7,00 metre, diğeri 8,20x8,23 metre iç ölçülerinde iki bölümü olan câminin üzeri, yanyana iki kubbe ile örtülüdür. Yapının duvarları üç sıra tuğla, bir sıra moloz taşı ile örülmüştür. Her iki bölümün duvar örgüsü ile işçiliğinin farklı olması, bu yapıların ayrı dönemlerde yaptırıldığını çağrıştırmaktadır.
Önce mescid olarak yapılıp 17.yüzyılda minber eklenerek câmiye çevrildiği bilinmektedir. Câmi 1958 yılında Bursa eski eserleri sevenler kurumu tarafından onarılıp ibâdete açılmıştır..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 11 Oca 2019, 15:04
gönderen kulihvani
Resim

AKıYOR ZamÂN->SU GiBi
AYNı NOKta =>TEPe-DİBi
KULLuğun KEMÂL NOKtası
SEV!.SEViL!. KUL PRENSİBi!.


ZEVK 9113

ÇİLLe ÇÖLÜn DEVEKUŞU =>BENLik BAŞIn SOKma>KUMa
MECNÛN>ÇÖLün KAF KALEsi=>LEYLÂ ANKa>LEYLÂ HUMa
DERVİŞLik ELESt AHTında
TEVHiD TECELLî TAHTında
BURAsı =>BURSA BAHTında =>MOLLA FENARİ’de=>CUMA!.


11.01.19 13:14.
brsbrsm..moLLa feNÂRicâmimizzdecemm…


AŞKın ADı =>KUL İHVÂNim
MEŞKin TADı>KUL İHVÂNim
=>KARA SEVDÂyı->SEN GiBi
=>KiM YAŞADı KUL İHVÂNim?!.



Resim
FenarîninSELvisi..


not: Molla Fenari Câmisi, sEPetçi BaBanın secdeGÂhı idi. ufacık evciği hemen yanındadır.. Cuma Çıkışı Hacı Ramazan Efendi: “kimsiniz?” deyince.. “Hiçç.. Sepetçi Babaya gelirdim buralara da, Molla Fenari Câmisinde CUMA edeyim diye çekti içim!” dedim.. bir ahh çekti “Beyim benim komşumdu Sepetçi DeDe, cenazesine birileri geldi de, yanımda Medineye telefon açtı: sEPetçi BaBa GÖÇtü Dua edelim! dedi..” dedi..de…

YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



Resim

MOLLA FENÂRî CÂMİsi.:

MollaFenarî Mh. 12. Dilek Sk. (Fenerli Cd.) Osmangazi/Bursa.

Çelebi Sultan Mehmet döneminin bilgin ve kadılarından olan Molla Şemseddin Mehmet Fenarî (d. y.1350, Maveraünnehir - ö. 1430, Bursa) Din âlimi, bilim adamı, müderrris, birinci Osmanlı Devleti müftüsü/şeyhülislamı..

Asıl adı Şemsettin bin Hamza olan Molla Fenarî, Osmanlı Devletinin en büyük âlimlerinden olup, Osmanlı Devletinde ilk Şeyhülislâm olan zattır. Hicri 754 de Fenar adında bir köyde dünyaya gelen Molla Fenarî Hazretleri, Mevlânâ Alâedin Esved ve Şeyh Cemâlettin Aksarayî ile zamanında bulunan diğer büyük âlimlerden ilim okuduktan sonra tamamlamak için Mısıra gitmiş, Şeyh Kemâleddin Mevlânâ Ahmedi ve Hacı Paşaya talebelik etmiştir. Dini ilimlerde olduğu gibi Fizik, Matematik, diğer aklî ve naklî ilimlerde üstün bir dereceye geldikten sonra Anadolu’ya dönerek, Yıldırım Beyazid Han ve Çelebi Mehmed zamanlarında Bursa’da tedris ile meşgul olmuştur.
Adı ve şöhreti her tarafa duyulup Sultanlar, Kumandanlar ve Büyüklerin yanında hürmet ve itibar görmüştür. Çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Zühdü, takvâsı çok, tasavvufta payı vardır. Medine’de vefât eden Şahı Nakşibend‘in halifesi Muhammed Parisa‘nın cenâzesinde bulunmuştur. Molla Fenarî Hazretleri, Hicri 828 de Sultan İkinci Murat zamanında Şeyhülislam olmuştur. Altı sene fetvâ işlerini tam bir adaletle ve hakkaniyetle idare ederek, Devletin mühim islerinde kendisiyle istişare edilerek ilminden görüşünden istifade edilmiştir Bir ara gözleri görmez olmuş iken, açılınca şükür olarak Şam yoluyla hacca gitmiştir. Hacdan döndükten sonra Hicri 834 yılında vefat eylemiştir. Bursa’da bir câmi ve medrese yaptırmıştır. Vefatında on bin ciltten fazla kitap bırakmıştır.
Molla Fenarî Câmi 15. yüzyılın başında yaptırılmıştır.15 Mayıs 1969 da Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından ve halkın ve mahalli derneğin yardımıyla onarılmıştır.
Molla Fenarî Hazretleri‘nin Doğum tarihi 1350 olup Ölüm tarihi ise 1431 yada 1441 dir. Resimlere bakarsanız câminin kapı girişinde ki mermer de 1431 yazıyor ama kabrinde ki mermer de ise 1441 yazıyor, bu nasıl bir şeydir bilmiyorum. Kimse fark etmiyor mu yine bilmiyorum…

Resim

Bursa merkez Osmangazi llçesi'nde aynı adla anılan yerde câmi. Bayezit I Yıldırım ve Mehmet I Çelebi ve Murat II dönemi devlet ve bilim adamlarından Molla Fenârî (b. bak.) tarafından, XV. yüzyıl başlarında yaptırılmıştır. 1855 depreminde büyük hasar gören câmi, 1969'da Vâkıflar Genel Müdürlüğü ve Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu'nun ortak girişimiyle onarılmış; son cemaat yeri, burada bulunan mezarlar bahçeye çıkarılmak sûretiyle genişletilmiştir. Günümüze câminin özgün yapısından yalnızca minâresinin bir bölümü ile güney duvarının bir bölümü kalmıştır.
Eski câminin temel kalıntılarından yararlanılarak yenilenmiş bulunan câmi, 15-30 X 6.70 metre boyutlarında dikdörtgen planlı olup; Bursa kemerli bir açıklığın birbirinden ayırdığı iki bölüm halindedir. Güney bölümü yuvarlak, kuzey bölümü çapraz tonoz örtülüdür. Girişi doğu cephesindendir. Altı altlık ve beş üstlük pencere ile iç aydınlanması sağlanmıştır. Kâzım Baykal'ın belirlemesine göre XVI. yüzyıl işi olan mihrab çinileri, daha sonra yenileriyle değiştirilmiştir.
Kuzeydoğu köşesine bitişik minâresinin sekizgen kaidesi, iki sıra taş ve tuğla ile örülmüştür. Silindirik gövdeye üçgenlerle geçişlidir.


Resim

Molla Fenarî Câmisinin Tarihçesi.:
Bursa'nın güney yamaçlarında kendi adı ile anılan semtedir. Büyük bir avlu içinde bulunan câmiyi Yıldırım Bâyezid ile Çelebi Sultan Mehmed dönemi bilgin ve kadılardan olan Molla Şemsüddin Mehmed Fenâri XV. yüzyıl başlarında yaptırmıştır.
Devrin Şeyhülislâmı olan Molla Şemsüddin Mehmed Fenâri'nin kabri câminin bahçesinde bulunmaktadır.
838 H. (1434) yılında vefat etmiş, ayak ucundaki h. 845 / m. 1441.)
855 H. (1451), 866 H. (1461) tarihli mezarlar ise oğlu ve kızlarına aittir.
Arka bahçede selviler arasında tanınmış kişilerin mezarları bulunmaktadır. «Zübdetül-Vekayi Der Belde-i Celile-i Bursa» adlı “Bursa Tarihi”nin yazarı Raşid'in kabri de buradadır. Kabrinde:
Câminin karşısında bulunan Molla Fenâri Medresesi, bu gün bozularak ev haline dönüştürülmüştür.


Molla Fenarî Câmisinin Mimarisi.:
Bugün eski duvarların temellerinden istifade edilerek moloztaşlarla örülmüş, güneydeki bölüm yuvarlak, kuzeydeki bölüm ise çapraz tonoz örtülüdür.
Beden duvarlarında bulunan 10 adet pencere ile içerinin aydınlığı sağlanmıştır. Yapı dıştan üzeri kiremitle örtülü olup iki sıra kirpi saçaklıdır. Taş ve tuğladan yapılmış duvar kalınlıkları 0,67-0,80 metre arasında değişiklik gösterir. Minâreye asıl ibadet yerinden, yuvarlak kemerli bir kapıdan çıkılır.
Sekizgen kaidesi, ikişer sıra taş ve tuğlalarla örülmüş, silindirik gövdeye geçiş üçgen yüzeylerle sağlanmıştır.


Molla Fenarî Câmisinin Planı.:
Câmi 13,80x5,40 m. boyutlarında, dikdörtgen bir plana sahiptir. Dikdörtgen şeklindeki asıl ibâdet yerini, Bursa tipi kemer ikiye ayırmıştır.

Molla Fenarî Câmisinin Restorasyonları:
XIX. asırda meydana gelen depremde geniş ölçüde hasar görmüş, 1969 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından onarılmıştır.

Molla Fenarî Câmisinin Motifleri:
Kirpi saçağın altında tuğla ile yapılmış zincir motifi yer alır.

Molla Fenarî Câmisinin Minâresi:
Câmide halen orjinal bünyesinden sadece minârenin bir kısmı ve güney duvarında bir bölüm kalabilmiştir..

Resim nOt.:
Osmanlı’dan günümüze kadar devam eden bir gelenek Bursa’da hâlâ yaşatılyor. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in doğum günü olarak kabul edilen Rebiul Evvel ayının 11. gecesi, dünyaya geldiği saat olan 03.00'te Molla Fenarî Câmisi’nde okunan mevlid-i şerif'e çok sayıda vatandaş katılmakta, Kur'an-ı Kerim ve salâvâtların okunup, program sabah namazına kardar devam ederken dâvetlilere geleneksel ikram olarak süt dağıtılmaktadır..


Resim
baŞ taŞında"muLLa feNari hazretleri"YAZmakta..

Molla Şemsüddin-i Fenari.:
(d. y. 1350, Maveraünnehir - ö. 1430, Bursa)


Din alimi, bilim adamı, müderrris, Osmanlı Devletinin İLK şeyhülislamı/ müftüsü.
Molla Şemsüddin-i Fenari yaklaşık 1350 yıllarında Maveraunnehir'de doğmuş ve Anadolu'ya göç etmiştir.

Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı ve büyük velî. İsmi Muhammed olup, babasınınki Hamza'dır. Nisbeleri Rûmî ve Fenârî, lakabı Şemsüddîn'dir. 1350 (H.751) senesinde Maveraunnehir'de Fener köyünde doğdu. Bu köyde doğması veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûliyetinden dolayı
"Fenârî" nisbetiyle meşhur oldu.

Babası Muhammed Hamza, zamânının büyük velîlerindendi. Molla Fenârî küçük yaşta babasından tasavvuf yolunu öğrenmeye başladı. Mevlânâ Alâüddîn Esved, Şeyh Cemâleddîn Aksarâyî, Şeyh Hamîdüddîn-i Kayserî'den ve zamânında bulunan diğer birçok büyük âlimden ders okudu. İlim tahsîli için Mısır'a gidip, orada bulunan meşhûr Hanefî fıkıh âlimi Kemâleddîn-i Bâbertî'den ilim öğrendi.

Molla Fenârî, İskender Târihi'ni nazm eden meşhur şâir Ahmedî ve tıpta Şifâ kitabının sâhibi tabîb Hacı Paşa ile birlikte, Mısır'da Ekmeleddîn-i Bâbertî'nin huzûrunda ders arkadaşı idiler. Bir gün bir velîyi ziyârete gitmişlerdi. Bu zât, onlara bakıp, Mevlânâ Ahmedî'ye;
"Sen, vaktini şiirde harcarsın." Hacı Paşaya; "Sen ömrünü tıpta harcarsın.", Molla Fenârî'ye ise; "Sen de, din ve dünyâ reisliğini, ilim ve takvâyı birlikte bulundurursun." buyurdu. Gerçekten de, bu zâtın buyurduğu gibi oldu. Din ilimleri yanında fizik, matematik ve astronomi de öğrenen Molla Fenârî, tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra Anadolu'ya dönerek Bursa'ya yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı.

Molla Fenârî, bir ara Bursa'daki hizmetlerini bırakıp Konya'ya gitmişti. Karaman Beyi ona çok iltifat ve ihsânlarda bulundu. Ders okutması için ricâda bulundu. Orada da ders verip talebe yetiştirdi. Burada, Yâkub-i Asfâr ve Yâkûb-i Esved gibi zâtlar ondan istifâde edip, ilimde yüksek dereceye ulaştılar. Molla Fenârî, bu iki talebesiyle dâimâ iftihâr ederdi. Karaman Beyinin kızı Gül Hâtun ile evlenerek, iki oğlu, iki kızı oldu. Sonra Osmanlı Sultânının dâveti üzerine tekrar Bursa'ya geldi. Eski hizmetlerine devâm etti. İki oğlu da, kendisi gibi âlim olarak yetişti. Onlar da Bursa'da kâdılık yapmışlardır.

Molla Fenârî, uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hâmid-i Aksarâyî'den de ilim ve feyz aldı. Büyük bir velî ve yüksek âlimlerden olan Somuncu Baba, önceleri Bursa'da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenârî de Bursa'da kadılık yapıyordu. Somuncu Baba'nın ilimdeki ve velîlikteki üstünlüğünü bilenlerdendi. Sultan Yıldırım Bâyezîd, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi inşâ ettirmeye başlamıştı. İnşâat sırasında, câmide çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba karşılamıştı. Câminin inşâsı bittiğinde, açılış günü Cumâ hutbesini okumak üzere Pâdişâhın dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan hazretlerine vazife verilmişti. O gün orada, Molla Fenârî ile berâber büyük bir âlim topluluğu da vardı. Tam Cumâ vakti gelince, Emîr Sultan Hazretleri:
"Sultânım, zamânımızın büyüğü burada bulunurken, bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu câmii şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık zât, şu kimsedir!" diyerek Somuncu Baba'yı işâret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, Pâdişâhın emri üzerine mimbere doğru yürüdü. Emîr Sultân'ın yanına gelince: "Ey Emîr'im! Niçin böyle yapıp, benim hâlimi ele verdiniz?" dedi. Emîr Sultan da: "Sizden daha üstün bir kimse göremediğim için böyle yaptım" cevâbını verdi. Cemâat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba'nın okuyacağı hutbeyi merakla beklemeye başladılar. Mimbere çıkan Somuncu Baba, öyle güzel bir hutbe îrâd buyurdu ki, o zamana kadar cemâat böyle bir hutbeyi hiç kimseden dinlememişti. Hutbede: "Ulemâdan bâzısının, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı bulunmaktadır. Onun için, bugünkü hutbemizde bu sûrenin tefsîrini yapalım." buyurdu. Fâtiha sûresinin 7 türlü tefsîrini yaptı. Bu konuda nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa'da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kâdı Molla Fenârî: "Somuncu Baba, önce bizim bu sûrenin tefsîrindeki müşkilimizi halletti. O, bunun büyük bir kerâmetiydi. Çünkü, Fâtiha'nın birinci tefsîrini bütün cemâat anlamıştı. İkinci tefsîrini, cemâatin bir kısmı anladı. Üçüncüsünü anlayanlar çok azdı. Dördüncü ve sonraki tefsîrlerini, içimizde anlıyan yok gibiydi." demekten kendini alamamıştı.

Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Baba'yı ilk ziyâret eden Molla Fenârî oldu. Bu ziyâret sırasında ona:
"Efendim, bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat anlıyamadığım bâzı yerleri vardı. Bu hutbeniz ile, anlıyamadığım yerleri açıklamış oldunuz. Medresede, hizmetlerimizin karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Helâl olmasında hiç şüpheniz olmasın. Kabûl buyurursanız, bunu size hediye etmek ve ayrıca sizin talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh edip duâ eyledi. Molla Fenârî, çok feyz ve mârifetlere kavuştu. Yazdığı tefsîrlerinde bu ince mârifetleri beyân eyledi. Bir cild büyüklüğündeki Fâtiha Tefsîri, bu ince bilgilerle doludur.

Bu hâdiseden sonra büyüklüğü herkes tarafından anlaşılan Somuncu Baba:
"Sırrımız ifşâ oldu. Herkes bizi tanıdı." diyerek Bursa'dan ayrılmak istedi. Bir sabah erkenden, Gaves Paşa Medresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba'nın Bursa'yı terk etmekte olduğunu haber alan Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip, Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu. Fakat, kabûl ettiremedi. Sonunda Bursalılara duâ etmesini taleb etti. Bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek, feyizli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti. Birbirine vedâ ederek ayrıldılar. "Duâ Çınarı" denilen bu ağaç, Bursa'nın Ankara yolu çıkışındadır.

1419 (H.822) yılında, ilk defâ Hicaz'a gidip hac yaptı. Hacdan dönerken, Mısır Sultânı Melik Müeyyid, Mısır'da kalarak ders vermesini ricâ etti. Bir müddet kalıp, ders okuttu. Birçok ulemâ ve evliyâ ile sohbet etmiş ve çeşitli meseleleri muhâsebe ve müzâkere etmişlerdir. Bu yolculuğu esnâsında Kudüs-i şerîfi de ziyâret etmişti. Çelebi Sultan Mehmed Hân dâvet edince, Bursa'ya geldi. Bu haccında Medîne-i münevverede iken, orada vefât eden büyük velî Şâh-ı Nakşibend'in halîfesi Muhammed Pârisâ'nın cenâze namazında bulundu.

1424 (H.828) yılında Sultan İkinci Murâd Hân, onu ilk şeyhülislâm olarak tâyin etti. Bu vazifeyi, adâlet ve hak üzere 6 sene yaptı. Devletin mühim işlerinde, sultanlar ve devlet adamları kendisiyle istişâre ederek, ilminden ve isâbetli görüşlerinden istifâde etmişlerdi. Ders okutması yanında, fetvâ işlerini ve Bursa kadılığını da yürüten Molla Fenârî, bir mahkeme esnâsında, sultan Yıldırım Bâyezîd Hânın şâhidliğini dahî kabûl etmemiştir. Şöyle ki: Mahkemede dâvâ konusu olan bir hâdisenin şâhidi olarak pâdişâhın da dinlenmesi îcâbetmişti. Kâdı Molla Fenârî, huzûrunda duruşmaya çıkan Pâdişâhın şehâdetini, İslâmiyetin aradığı şâhidlik şartlarından biri kendisinde bulunmadığı için red etmişti. O da, namazlarda Pâdişâhın cemâatte görülmemesiydi. Çünkü dînimizde, cemâat ile namaz kılmayı terk edenin mahkemedeki şâhidliği makbûl değildir. Bunun üzerine Yıldırım Bâyezîd Han hemen oturduğu sarayın yanına bir câmi inşâ ettirerek, beş vakit namazı, cemâati hiç terk etmeden kılmağa başladı.

Bursa'da müderrislik ve kâdılık yapan Molla Fenârî, kazzazlık (ipekçilik) yaparak da nafakasını temin etmeye çalıştı ve kazandığı paralar ile çok hayrât ve hasenâtta bulundu. Kale'de, Manastır mahallesinde ve Debbâglar semtinde olan mescidler ile, Pınarbaşı'ndaki Dâr-ül-hadîs, onun yaptırdığı eserlerdendir. Kudüs'te de bir medreseyi satın alıp, masraflarını, Anadolu'da yaptığı vakıfların gelirinden karşılamıştır. Vefâtında, çok para ve on binden çok kitap bıraktı.

1431 (H.834) senesi Receb ayında Bursa'da vefât etti. Kabri, Bursa'da Keşîş Dağı eteğinde, Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyâret edilmektedir. Kabri, Bursa'nın en yüksek semtinde bulunmaktadır. Câminin yanında bir de medresesi vardır. Ayrıca birçok hayır işleri de gerçekleştirmişti.

Molla Fenârî, Tasavvufta Zeyniyye tarîkatına mensûb idi. İpekçilikten çok iyi anladığından, kendisine yetecek kadar parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Süslü elbiselerle dolaşmaktan hiç hoşlanmazdı. Gâyet mütevâzî giyinir, başında bir dolama ile dolaşırdı. Böyle giyinmesinin sebebini soranlara;
"Elimin kazancı, daha fazlasına yetmiyor." cevâbını verirdi.

Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerinin en büyük halîfesi Şeyh Abdüllatîf-i Makdisî, Anadolu'yu şereflendirdiğinde, Molla Fenârî onun gelişini parlak bir manzûme ve güzel bir şiirle kutlamıştı. Zeynüddîn-i Hâfî de, aynı bahr ve vezinde bir karşılık söyleyerek, pekçok övücü sözler yazmış ve Molla Fenârî'ye göndermişti.


Eserleri çok kıymetlidir. Başlıcaları şunlardır:
1) Ayn-ül-A'yân: Fâtiha sûresinin tefsîridir.
2) Füsûl-ül-Bedâyi' fî Usûl-iş-Şerâyi',
3) Îsâgûcî Şerhi: Mantık ilmine dâir, bir günde yazdığı çok kıymetli şerhtir. Îsâgûcî'ye yaptığı bu şerhi, mantık ilmini çok güzel açıklamaktadır. Buna, bir gün sabahleyin başlamış, güneş batarken bitirmiştir. Bu mantık kitabı, medreselerde uzun zaman ders kitabı olarak okutulmuştur. 1886 (H.1304) yılında İstanbul'da basılmıştır.
4) Enmûzecü'l-Ulûm: Yüze yakın ilme âit meseleyi ihtivâ eden ansiklopedik bir eserdir. Bu eser, oğlu Muhammed Şâh tarafından şerh olunmuştur.
5) Ferâiz-i Sirâciyye Şerhi,
6) Şerh-i Mevâkıb üzerine Ta'likât,
7) Esâs-üt-Tasrîf,
8) Esmâ'il-Fünûn,
9) Es'ile,
10) Risâletü Ricâl-il-Gayb,
11) Risâletün fî Menâkıb-iş-Şeyh Behâüddîn-i Nakşibendî,
12) Şerhu Usûl-il-Pezdevî,
13) Şerhu Telhîs-il-câmi' el-Kebîr: Fıkıh ilmine dâirdir.
14) Şerhu Telhîs-il-Miftâh: Me'ânî ilmine dâirdir.
15) Şerh-ur-Risâlet-il-Esîriyye fil-Mîzân,
16) Şerhu Fevâid-il-Gıyâsiyye: Me'ânî ve beyân ilimlerine dâirdir.
17) Şerhu Mukatta'ât.
18) Şerh-ul-Mevâkıb: Kelâm ilmine dâir bir eserdir.
19) Hâşiyetün alâ Şerh-ış-Şemsiyye: Seyyîd Şerîf Cürcânî'nin eserine yaptığı kıymetli bir hâşiyedir.
20) Hâşiyetün alâ Dav'ıl-Miftâh,
21) Şerh-ul-Misbâh: Nahiv ilmine dâirdir.
22) Hâşiyetün alâ Şerhây-is-Seyyid ves-Sa'd lil-Miftâh,
23) Uveysât-ül-Efkâr fî İhtiyâri ülil-Ebsâr: Aklî ilimlere dâir yazdığı bir eser olup, fen ilimlerinde zor problemlerin çözüm şekillerine karşı îtirâzları inceler.
24) Misbâh-ul-Uns, Beyn-el-Ma'kûl vel-Meşhûd fî Şerh-i Miftâh-i Gayb-il-Cem'i vel-Vücûd: Sadruddîn-i Konevî'nin Miftâh-ul-Gayb adındaki eserinin şerhidir.
25) Mukaddimet-üs-Salât.

Bunlardan başka birçok metinlere, şerh ve hâşiyeleri ve tâlikâtı var ise de, tedrîs, kâdılık ve müftîlik işleriyle meşgûliyeti, eserlerinin çoğunu temize çekmeye müsâade etmeyip, müsvedde hâlinde kalmıştır.

NAMAZINI BEN KILDIRAYIM.:
Büyük İslâm âlimi Mevlânâ Şemseddîn Fenârî'nin ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Sultanın vezîri olan Hacı İvâz Paşa bir konuda Molla Fenârî'ye kızmıştı. Gözleri görmez olunca, laf olsun diye; "Dilerim ki, o âmâ ihtiyârın namazını ben kıldırayım." demişti. Bu söz Molla Fenârî'nin kulağına ulaşınca; "Ol kimse câhildir. Cenâze namazını kıldırmayı beceremez. Cenâb-ı Hakk'ın kapısından ümîdim şudur ki, bana hemen şifâ buyurup, onu âmâ eyleye ve ben onun namazını edâ edeyim." dedi. Bir süre sonra, bir gece rüyâsında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; "Tâhâ sûresini tefsîr eyle!" diye buyurdukta; "Yüksek huzûrunuzda, Kur'ân-ı kerîmi tefsîr etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor." demişti. Peygamberlerin tabîbi olan Resûlullah efendimiz mübârek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübârek tükrüğü ile ıslattıktan sonra gözleri üzerine koydu. Molla Fenârî uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde buldu, kaldırınca, görmeye başladı. Allahü teâlâya hamd ve şükretti. Pamuk ipliklerini saklayıp, öldüğü zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etti.Tam bu günlerde, vezîrin gözleri görmez oldu. Vezir bir süre sonra vefât etti ve cenâze namazını Molla Fenârî kıldırdı. Gözlerinin açılmasının bir şükrânesi olarak, 1429 (H.833) senesinde Şam yolu ile ikinci defâ hacca gitti. Bu esnâda Mısır'a ve Kudüs-i şerîfe de uğradı. Bir çok âlim ile sohbet edip onlardan istifâde etti.

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 18 Oca 2019, 18:52
gönderen kulihvani
Resim

DUYduk UYduk HAKk’a TAPtık
AKLı =>NAKLe YUVA EYyLedik
AKLın ÇİFt SECDEsin =>YAPtık
==>EL AÇtık==>DUÂ EYyLedik!.


ZEVK 9124

NÛR’un TOHUMu ABDULLAH=>TEVHiD TARLası EMİNE
NÛR-u MuhaMMed MAHŞERi =>YEDi KAt GÖĞe ZEMİNe
VAKit ZARf OLdu>vÂSILa
ASLIna>KUL OLdu hASILa
KARAŞEYH CÂMİsi CEMÂN=>CÂN-CÂNÂN CUMÂ CEM’ine!.


celle celâlihu..
aleyhumusselâm..


18.01.19 13:12
brsbrsm..karaşeyhcâmisi cumâcem'i..


ELESt MAHŞER KANat VERiR
SALL-ü-SELLi>YERde GÖKte

TEK TOHUM>YEDi Kat VERiR
KESREtin =>VÂHDEti KÖKte!.:


مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Resim---“Meśelu-lleżîne yunfikûne emvâlehum fî sebîli(A)llâhi kemeśeli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mi-etu habbe(tin)(k) va(A)llâhu yudâ’ifu limen yeşâu va(A)llâhu vâsi’un ‘alîm(un).: Mallarını ALLAH yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. ALLAH, dilediğine kat kat arttırır. ALLAH (ihsanı) bol olandır, bilendir.” (Bakara 2/261)



Resim

Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..

Âmin!. Yâ Muîn!. YâRABBenâ!..


ResimMuhaMMedi MuhabbetlerimİZLe...


37. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :
Gavsu'l-Azam Abdülkadîr Geylânî (kaddasallahu sırrehu)'nun salâvâtı (2)


Resim

TÜRKÇESİ: Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ behcetil kemâli Resim Ve tâcil celâli ve behâil cemâli Resim Ve Şemsil visâli Resim Ve ubukil vucûdi Resim Ve hayâti küllü mevcûdin Resim İzzi celâli saltanâtike Resim Ve celâli izzi memleketike Resim Ve meliki sun'i kudretike Resim Ve tirâzi safvetissafveti min ehli safvetike Resim Ve hulâsatil hâssâti min ehli kurbike sirrullahil a'zami Resim Ve Habibullahil ekremi Resim Ve Halilullahil mükerremi Resim Seyyidunâ ve Mevlânâ Muhammedun sallallahu Tealâ aleyhi ve sellem.

MÂNÂSI: Güzel ALLAH'ım! Kemâl behçeti (kemâlâtın yüz akı, cem' in hak oluş sevinci, hayrın şe'en şirinliği), celâl tacı (celâl tecellîsinin câmi' tacı), cemâl behâsı (cemâl tecellîsinin övünç ve bilelik kaynağı), visâl şemsi (ulaşımın kavuşum güneşi), el vücûdun ubuki (VAR (celle celâlehu)'nun, mevcûdu var kıldığı müştak merkez, gerçek vücûdun varlık kokusunu neşredip duran Muhammedî mevcûd) ve küllü mevcûdların hayat kaynağı (iyelik iksiri), Subhanî saltanatıyın celâl izzeti (değeri, kıymeti, şerefi, hürmeti), Mâsivâ (ALLAH'tan başkası) Memleketiyin celâl izzeti (celâl tecellîyin tek tecellî odağı), sonsuz kudretini sergileyip icrâ' eyleyişine ilk sahib olan (Muhammedî Melik), Senin saffet (en halis, en hayırlı, en saf ve en iyi) ehlinden saflarıyın saflık (mâsivâdan arınmış, duru, saf, sırf, hak ve hayr üzere oluş) tırazı (arınmışlıkda en akdesi, aşk nakışı); EL AZÎM ALLAH (celle celâlehu) sırrında Sana yakın ehliyin (olanlardan) seçkinleriyin hülâsâsı (özünün özü, zuhûrat zübdesi), ALLAH (celle celâlehu)'nun Kerîm Habibi (Sır Sevgilisi, Habbe Habibi), ALLAH (celle celâlehu)'nun Mükerrem Halili (ikrâma, hürmete, ta'zime ermiş ve saygı değer dosdu) Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)'e salât-ü-selâm eyle! (teslimiyet ve istikamet ulaşım arzumuza izin, inâyet ve hidâyet eyle! Şefâatını şifâmız et!)



Resim

KARAŞEYH CÂMisi:
Atatürk Caddesinden Başak Caddesine dönüldüğünde hemen sağdadır. XVI. yüzyılda, Karaşeyh ünvanlı bir kişi tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Mescidin yanında bulunan mezar taşında şu yazılıdır: “Merhum
ve mağfula cennetmekân ferdus-u âşiyân Kara Şeyh Abdullah Efendi, sene 1215-1820”
Mescidi Söle Mehmet Paşa ünvanlı birinin yaptırdığı da söylenir.
Ama Söle Mehmet Paşanın Bursa da üç mescit yaptırdığı bilinse de bu bilinmemektedir.
8,35X8,25 metre iç ölçülerinde kare planlı olan mescidin girişinde, 4.10 metre derinliğinde bir son cemaat yeri vardır. Yapının girişi Bursa kemerli olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Taş ve tuğlayla örülü, tek kubbeli, kalkan duvarlı tipik bir Bursa câmisi. Mescidin duvarları ise moloz taşı ve tuğla ile örülmüştür. Uzun süre çocuk kütüphanesi olarak kullanılan mescidin içi 12 pencere ile aydınlatılmaktadır. Tek minareli Mescit, halen sağlam olup ibadete açıktır. Câmi 16. yüzyılla tarihlendiriliyor. Kara Şeyh lâkaplı bir kişi tarafından yaptırılmış. câmi bir zamanlar çocuk kütüphanesi olarak kullanılmış.
Bu gün BUrası BURSA'mda KARAŞEYH CÂMİmizde CUMÂmızı CEM’ ettik çok şükür ve de hamdolsun RABBımız TeÂLÂ’ya..

Bursa Heykel’in az sağında ilk yukarı çıkışta, Nalbantoğlu Altgeçit çarşısının hemen başında yer alan câmi, Karaşeyh Câmi olarak adlandırılmaktadır.Karaşeyh Câmi, 16. yüzyılda Karaşeyh ünvanlı bir kişi tarafından yaptırıldığı söylenmektedir.Karaşeyh Câmi, kare planlı olmakla beraber iç ölçüleri 8,25 x 8,25 metre ölçülerindedir. Son cemaat yeri üç bölümlü olup, 4,3 metre derinliğindedir.
Karaşeyh Câmisi kalkan duvarlı câmiler türündendir.Bunun amacı yangın gibi felaketlerden korumak içindir.Câminin kubbesi sekizgen bir kasnağa oturmaktadır.Son cemaat yerinin orta kısmı Bursa kemerli üzeri ise sivri kemerlidir ve son cemaat yerinin üzerleri de kubbelidir. Karaşeyh Câminin duvarları moloz taşı ve tuğla ile örülmüştür…

GEÇmiş zamÂN OLur ki;
Çocukluğum Bursa'da geçti. Heykel'de, Kafkas Pastanesi'nin az yukarısındaki Karaşeyh Câmii hayatımda tanıdığım ilk çocuk kütüphanesiydi. Tek Parti devrinde Bursa'da kapatılan ve ev, dükkan, depo vs. yapılan câmileri öğrenmek isteyenler Kâzım Baykal'ın "Bursa ve Anıtları" adlı eserine bakabilirler. Heykel Meydanı'nda bulunan sapasağlam Sarı Câmi'nin 1939'da "kör kazma"yla yıktırılışının hazin hikâyesini günün birinde anlatırım nasipse.

Bu arada halkımızın câmiler kapanmasın diye nasıl canla başla çabaladığını şu örnekten daha vurucu bir şekilde ortaya koyamazdım herhalde: Torunu Gürbüz Işık'ın verdiği bilgiye göre Bulgaristan muhacirlerinden Hafız Ahmed adlı imam, emekli olduktan sonra sırf câmiler kapanmasın diye Bursa'daki Bitpazarı ve Davutkadı câmilerinde birden fahri imamlık görevini üstlenmiş ve ölene kadar da bunun için koşturup durmuştu. O devirde imamların, câmileri kadro dışı bırakılıp kapatılmasın diye tanıdıklarına haber göndererek ara sıra da olsa câmiye gelmelerini rica ettiklerini bilenler biliyor.

Mustafa Armağan

O zamanlar öyleydi Sarı Abdullah Câmii’sinin yerinde YELLer esiyor!.
bU zamanlar da böyle Karaşeyh Câmisinde CuMâ kILdık hamd olsun!.

Resim

ResimBursa’da 1939’lara kadar ayakta duran Sarı Abdullah Câmii’nin şuursuzlarca yıkılmasından önceki bir fotoğrafı!.

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 25 Oca 2019, 17:21
gönderen kulihvani
Resim

KuL İHVÂNi AŞK HUMÂsı
ULU DAĞ’ın =->ULUsunda
CÂN CÂNÂN CEM’in CUMÂsı
=>ULU CÂMi =>AVLUsunda!.


ZEVK 9134

NEFS-i EMMÂREni HAYy EYyLe =>HEVÂLarın ZİKRe ÇEViR!
HÂL-i HAZIR =>HIZIR HÂLİ’n =>HEVESLerin FİKRe ÇEViR!
HAKk’tan GELENe TAHAMMüL->HAKk’a HAYRa SABRa ÇEViR!
=>VAKTini BİL!.=>RABBını BİL!.=>ŞEKVÂLarın ŞÜKRe ÇEViR!.


25.01.19 13:14.
brsbrsm..uLucâmicumâcem’imizz..


Resim

BUrası BURSa ULU CÂMi.:

Çok süratli, atılgan ve cesaretli bir kişiliğe sahip olduğu için "Yıldırım" lakabıyla anılan Bayezid Han, 1389 yılında babası Murat Hüdavendigar 1. Kosava savaşında şehid düşünce, onun yerine Osmanlı Devleti'nin dördüncü padişahı olarak başa geçmiş ve 1402 Ankara Savaşına kadar devletin başında kalmıştır.

Yıldırım Bayezid, Anadolu Türk beyliklerini birer birer Osmanlıya bağlayarak Anadolu'da Türk Birliğini tesis etmeye çalışırken, diğer yandan da İstanbul kuşatmalarını gerçekleştiriyor, bu arada Balkanların Fethine de önem veriyordu.

Büyük bir askeri dehaya sahip olan Yıldırım Bayezid Han'ın Balkanlardaki faaliyetleri bütün Avrupa ülkelerine, Haçlı ittifâkına yöneltmiş ve Türkleri Balkanlardan atmak isteyen Haçlı Ordusu ile 1396 yılında Niğbolu Savaşı yapılmıştır.

Bu savaş öncesi Yıldırım Bayezid, ALLAH 'a dua edip niyâzda bulunmuş, zafer müyesser olursa yirmi câmi yaptıracağı vaadinden bulunmuştu. Niğbolu Savaşı'nda müttefik Haçlı Ordusunu ALLAH 'ın inâyetiyle mağlub eden Yıldırım Bayezid Han, Bu savaşta çok büyük ganimet elde etmişti. Elde ettiği bu ganimetlerle Zaferin şükrünü ifâ niyetiyle ve adağını da yerine getirmek üzere yirmi câmi yaptırmak istemişti.

Yıldırım Bayezid Han bu niyetini damadı olan Seyyid Emir Sultan Hz. Açtı. Emir Sultan "Hünkarım, yirmi câmi yerine, Müminlerin toplanmasına vesile olacak Cuma namazlarının kılınacağı yirmi kubbeli bir câmi yaptırsanız…" deyince, padişah bu teklifi uygun gördü.

Kaynaklarda belirtildiğine göre; Câminin nereye yapılacağı araştırmaları devâm ederken, Emir Sultan bir rüya görür. Rüyasında bir zat –Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem olduğu rivâyet edilir- câminin yerini parmağıyla çizer Emir Sultan rüyadan sonra işaret edilen yere gidip bakar ve orada daha önce olmayan otların bittiğini görür. Bunun üzerine câminin yeri tespit edilmiştir.

Emir Sultan 'ın, câminin nasıl ve nerede olacağını belirlemesi üzerine, "Beşinci Makam" olarak nitelendirilen, "Câmi-i Kebir-i bî-nazir" "Benzeri olmayan büyük câminin" inşasına başlanır.


ULU CâMİ’nin İNŞAASI.:

Anadolu'daki bütün ULu Câmi'lerin en büyüğü ve en görkemlisi olan Bursa Ulucâmi 'nin yapılış tarihi hakkında farklı görüşler vardır. Fakat üzerinde ittifâk edilen konu, Niğbolu Zaferinden sonra yapılmış olmasıdır. Câminin yapımına başlama tarihi olarak kaynaklar, h.799/1397 yılını verirler.

ULU CAMİ'nin İNŞÂASI ve ŞENGÜL HAMAMI.:

Emir Sultan 'ın aldığı manevi işaret üzerine yer tespiti yapıldıktan sonra, Yıldırım Han'ın emriyle hemen inşaata başlanır. İnşaatta çalışan usta ve işçiler gâyet halis bir niyetle ve gayretle inşaatı yapmaya çalışırlar. Bu arada inşaat devâm ederken, Bir işçi aldığı taşı götüreceği yere kadar götürüp tekrar geri getirerek yerine koyar. Bu böyle birkaç defa tekrar edince ustanın dikkati çeker ve sebebini sorar. Meğer işçi boy abdesti ihtiyâcından dolayı böyle yapmaktadır. İşçi, gusül abdesti alınmadan taşınmadan taşınan bir taşın câmi duvarına konmasını uygun görmeyecek kadar hassasiyet göstermiştir. Durum Padişaha iletilir. Câmi inşaatına ara verilerek derhal câminin kuzey kısmına bir hamam yaptırılır bu hamamın ismi Şengül Hamamı 'dır. Bu gün bu hamamın yerinde Gümüşçüler Çarşısı vardır..

ULU CAMİ’nin MİMÂRI.:

Osmanlı 'nın ilk büyük yapılarından biri olan Ulu Câmi gibi muntazam bir eserin mimarı, kesin olarak bilinmemektedir. Bilinen isimler de tereddütle karşılanmaktadır. Bazı kaynaklar Yeşil Câmi'yi yapan Hacı İvaz'ı gösterirken, diğer bazıları Ali Neccâr ismi üzerinde dururlar. Şurası bir gerçek ki; Ulu Câmi, mimarlık yönü itibariyle belki mükemmel sayılmayabilir ama manevî yönü itibariyle önemli bir eserdir. Câmi inşasının bitiş tarihi üzerinde ihtilaf yoktur. Bu tarihi, câminin muhteşem minberinin taç kapısına yazılmış, kabartma yazıdan öğreniyoruz. Bu yazıda câminin "Murat Han oğlu Yıldırım Han’ın emriyle 802 senesinde" tamamlandığı ifâde edilmektedir. Buradaki tarih, hicri takvime göredir bu tarih miladi takvime göre 1399 yılıdır.

ULU CAMİ ‘nin UĞRADIĞI TAHRİBAT.:

Ulu câmi ibâdete açıldıktan kısa bir süre sonra kötü bir durumla karşılaşacaktır. 1402 Ankara Savaşı 'nda Yıldırım Bayezid Han Timur'a yenilince, Osmanlı Devleti dağılma tehlikesi geçirdiği gibi, ülke toprakları maddî ve manevî bakımdan büyük tahribat görür. Devletler arası savaşın beraberinde getirdiği yıkım, üzücü bir şekilde bu ulu mâbede de tesir eder. Zira, Ulu câmi, bir müddet Timur'un Moğol Komutanları tarafından ot ambarı ve ahır olarak kullanılmış ve Bursa 'yı terk etmeden evvelde Timur’un adamları câmiyi yakarak tahrib etmiştir. Bunun bir delili olarak Kazım Baykal eserinde, 1855 depremini gören ihtiyârların anlattıklarına dayanarak zelzele sonrası yıkılan kubbe enkazının kaldırılması sırasında kubbe sıvalarının altında yoğun bir is tabakasının mevcudiyetinden bahsetmektedir.
Timur'un askerleri Bursa 'dan gitti derken bu sefer Karamanoğlu II.Mehmed'in 1411'de Bursa'yı işgali sırasında Ulu Câmi bir tahribata daha sahne olmuştur. Karamanoğlu, Yıldırım Bayezid 'e büyük bir kin ve nefret duyduğundan akla hayale sığmayacak kötülükler yapmıştır. Orhan Câmiini yaktırdığı, Yıldırım Bayezid 'in kabrine türlü hakaretler yaptığı yetmiyormuş gibi Ulu Câmi'nin dış kısmını tavana kadar yığdırdığı odunla ateşe vererek yaktırır. Çelebi Mehmed döneminden 1950 'lere kadar kalın bir beyaz sıva tabakasının ardına gizlenen Ulu Câmi, 1958 Büyük Çarşı yangınında kuzey avlusunun da yanmasından sonra 1959-1961 onarımında sıvası kaldırılarak asli haline döndürülür. Hala taşlarda yangının eseri olan isleri görmek mümkündür.

Ulu Câmi ayrıca bu istilaların haricinde deprem, yangın ve lodos gibi felaketlerden de çok zarar gömüştür. Özellikle 1855 depreminde iki kubbesi hariç bütün kubbeleri çökmüştür. 1889 yangınında minarelerin külahları yanmış ve bunun üzerine bugünkü boğumlu kagir külahları yapılmıştır. Ayrıca câmi, çeşitli tarihlerde şiddetli lodos nedeniyle de zarar görmüştür.



Resim

zÂHir-Bâtın HUu!
ARA-KESitte cÂNn..


DÜNDEN BUGÜNE ULU CAMİ 'nin TÂMİRATI.:

Ulu Câmi 'yle alakalı kaynaklardan ilk tamiratın 1494 miladî yılında yapıldığı ve 10.000 akçe para sarf edildiği anlaşılıyor. Bu tarihten günümüze kadar 1503, 1551, 1563, 1572, 1668, 1670, 1724, 1815, 1855 ve 1961 yılarında büyük çapta tamirat yapılmıştır. Yapılan onarımlar sonucu Ulu Câmi bugünkü görünüme kavuşmuştur.

Özellikle 1855 depremi sonrası büyük bir tamirata ihtiyâç duyan câmi için dönemin Sultanı Abdülmecid Han hazineden para aktarmış, görevliler yollamıştır. Bu tamirat, dönemin Bursa Valisi Namık Paşa'nın da bizzat sırtından enkazı dışarı çıkararak halkı teşvik etmesiyle üç yılda tamamlanabilmiştir.

Bu deprem sonrası padişah tarafından görevlendirilen büyük hattatlar M. Şefik Bey ile Abdülfettah Efendi câmideki yazıları tamir edip, yeni yazılar da ilave ederek bugünkü muhteşem hat koleksiyonunu ortaya çıkarmışlardır. Fakat sonraki dönemlerde özellikle boya ile yapılan süslemeler zevksiz bir batı özentisinin ürünü olarak câmi içindeki uyumu kısmen bozmuştur.

1959-1961 yılları arasında yapılan restorasyonla câminin dış sıvaları sökülmüş, bugünkü vaziyete getirilmiştir. Kubbelerden yağmur sularının içeriye sızması ve hem yazıları hem de iç sıvalar bozması nedeniyle 2002 yılında kubbelerin kurşunları yenilenmiştir..


Resim

“VaV” HARFİ iLe İLGİLİ UYARI.:

Câminin içinde, güneybatısında, Câminin kuzeyine doğru bakan cephesinde, Kâbe resminin (levhasının) altında, bir “ALLAH Celle Celâlühü” yazısı bulunmaktadır. Bu ALLAH lafzının altında ise, halkın bir çok menkıbeye dayandırarak, mistik bir mana verdiği, hatta bazılarının özellikle bu “VAV” harfine karşı namaz kılmaya özen gösterdiği güzel celi sülüs bir yazı ile, yeşil bir “VAV” harfi vardır.
Bu “VAV” ile ilgili rivâyetlerde, ziyâretçilerin, bu “vav” harfine değer vermesinin sebebi, olarak da, Hızır aleyhisselam ile ilgili menkıbeler anlatılmaktadır. Rivâyetlere göre Hızır aleyhisselam, bazı vakitlerde bu “VAV“ harfinin önünde namaz kılarmış. “Vav” harfi, ALLAH’ın yemin ifâdelerin kullanıldığı bir harf olduğu gibi, Vahdeti, Vahdaniyeti yani ALLAH’ın birliğini temsil etmesi bakımından hat sanatında bir sembol olarak çokça kullanılmıştır.
Bu harfin ne zaman ve kim tarafından yazıldığını bilmiyoruz. Ancak 1717 Yılında Rukiye Hanım isminde bir hayırsever, nesih hatla yazılmış büyük bir Kur’ÂN-ı Kerim’i, Ulu Câmi’ye vakfederken, bu yeşil “VAV” yakınında okunup, sevâbının kendi ve akrabalarının ruhlarına gönderilmesini istemiş ve câmiye bağışlamıştır. Kaynaklardaki bu ifâdeden, harfin çok önceki tarihlerden beri burada mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Günümüzde “VAV” harfi ile ilgili, Dini inançlarımıza ters düşen bazı uygulamalar vardır. Bunların bir türlü önüne geçilemiyor. Şöyle ki: Gerek Bursa’dan, gerekse Bursa dışından, Câmiyi ziyârete gelen ziyâretçilere, gezdiren veya rehberlik eden kimseler tarafından, yeşil VAV ile ilgili yanlış bilgiler verilmekte ve yanlış yönlendirilmektedir. Ziyâretçilere: “Bursa Ulu Câmi’ye gittiğinizde, Câminin içinde, minberin sağında batı tarafında kıble yönünde Yeşil bir “VAV” var. Hızır Aleyhisselam orada bulunmaktadır. Eğer bu VAV’ın önünde namaz kılar, dua eder ve isteklerde bulunursanız, Her türlü isteğiniz kabul olur.” Deniliyor, ziyâretçilerde, bu söylenenlere inanarak, aynı şeyi yapıp, bilerek veya bilmeyerek hata işliyorlar, Yapılan uyarıları da kabul etmiyorlar.

Hatalı olan Uygulama nedir, doğrusu nasıl olmalıdır. Hızır aleyhisselam bir velî (ALLAH dostu)dur. Ama, her şeyden önce ALLAH’ın yarattığı bir kuldur. Yüce ALLAH, Kur’ÂN-ı Kerim’de, Her namazda okuduğumuz “Fâtiha” Sûresinde “Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz.” buyuruyor. Âyeti okuyan herkesin bilmesi gerektiği gibi, ALLAH’tan başka kimseye ibâdet edilemez ve yardım istenemez, ALLAH’tan başkasına ibâdet edip yardım isteyenlerin, ALLAH’ın bu âyetine göre şirke ve günaha gireceğini bilmesi ve düşünmesi gerekir. Hızır Aleyhisselam’da ALLAH’ın bir kulu olduğundan ona karşıda ibâdet edilmez ve meded beklenmez. O halde orada namaz kılmakla Câminin herhangi bir yerinde namaz kılmak arasında bir fark yoktur. Yeter ki kılınan namaz ta’dil-i erkân üzere kılınsın ve yeter ki yapılan dualar samimî olsun.

Şunu da eklemekte fayda var, Hızır aleyhisselam, her zaman Yeşil “VAV”ın yanında beklemiyor, orada olup-olmadığı da belli değildir. Ne zaman geldiğini veya ne zaman geleceğini de bilen yoktur..


Resim

Esas OL-ÂN ise;
HIZIR aleyhisselâm her ÂN Huzurda Hazır..
Sen Hazırsan!. HüLÂsa-yı KeLÂM..
BUrası BURSA'ya Es SeLÂMm!


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..

Ve'l-hamdu li'llâhi RABBi'l-âlemîn.


MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....

Resim

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 01 Şub 2019, 19:08
gönderen kulihvani
Resim

EZÂNLar NEFESi BURSa
EZÂNLarın>SESi BURSa
ULU DAĞdan YANkıLanır
EZÂNLar BESTESi BURSa!.


EMİR SULTÂN’ın AVLUsu
KUMRULar =>KuKuRikusu
KARGALArın =>kAHkAHası
Yâ VEDÛD Yâ HAYyu’L-HUsu!.


HEMDEMinde SUBHÂN’a DOSt
HÂL-i HAZıR>HANNÂN’a DOSt
BURSAmda=>NÂSiB-KISMEtim
MİNNEttÂRım MENNÂN’a DOSt!.


ZEVK 9050


=>“YUSeBBiHu SEMÂ’sı”-nda =>TECELLî TAHtında SUBHÂN
NÛR-u MîM>NÛR-u NûN>NAHNU>İMtihÂN BAHtında İNSÂN
DEM Bu DEMde DOSt’un DEM’i
CÂNda=>CÂNÂN>CUMÂ CEM’i
BUHARA =>BURSA VELÎsi =>EZEL =>EBED =>EMİR SILTÂN!.


26.10.18 13:18.
brsbrsm..emirsultÂNcum’acem’ii..


KELÂMuLLAH->RASÛLuLLAH
=>İkİ ELimi =>TUTAN DOSt!
RABBu’L- ÂLEMîn HAYy ALLAH
KÜLLî ŞEYyLeri=>YUTAN DOSt!.


FARZı =>VÂCiB->SÜNNetine
RABBıma->RASÛLüne UYdum
UÇtum =>FİRDEVs CENNetine
GONCA GÜL KOKUsun DUYdum!.


celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..
kaddesallahu sırrahu…


ResimFiRDEVs CeNNeti Kur'ÂN-ı KeRîMimizde;

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًاۙ
Resim--- “İnne-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti kânet lehum cennâtu-lfirdevsi nuzulâ(n).: Hakıykaten îman edib de iyi iyi amel (ve hareket) lerde bulunanlar (a gelince): Onların konakları da Firdevs cennetleridir.” (Kehf 18/107)

اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Resim--- “Elleżîne yeriśûne-lfirdevse hum fîhâ ḣâlidûn(e).: Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde ebedi olarak kalacaklardır.” (Müminûn 23/11)

Resim---Ebu Hüreyre radiyallahu anhu'dan: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim ALLAH'a ve elçisine îmân eder, namazı kılar, zekâtı verir ve ramazânı oruçlu geçirirse; ister ALLAH yolunda hicret etsin, isterse doğduğu yerde otursun; ALLAH'ın onu cennete koyması kendisi için bir haktır.”
Sahabaleri: "Yâ Resûlullah, bunu insanlara müjdelemeyelim mi?" diye sordular.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Cennette yüz derece vardır ki; ALLAH TeÂLÂ bunları ALLAH yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derece arasında gökle yer arası kadar mesafe vardır. ALLAH'tan istediğiniz zaman FİRDEVS'i isteyiniz. Muhakkak ki o, CENNETin ortası ve en yüksek yeridir. Onun üstü RAHMÂN’ın ARŞI’dır ki CeNNet Irmakları oradan kaynar!.”
buyurdu.
(Buharî, Tavhid, 22; Müslim, İmâre, 46)



Resim nOt.:
CUMÂ CEM’im için EMiR SuLtÂN CÂMisine azm ettim.. Vakit az ama, niyyetim sağlamdı.. Üç ayakla koşarak EzÂNLa girdim câmiye.. Her yer dopdoluydu.. Aradan yürüdüm.. Türbe kapısına geldim ki, türbeye giriş odası bomboştu.. Bencileyin yamuk, bir kaç cÂN vardı içerde.. TEKBİR aldım.. Tâmirat dolayısıyla hanım kardeşlerimizi almamışlar câmiye.. Namaz İŞimiz bitince, açılan türbeye daldım.. Kıbleye diz çöküp TÜMM ÜMMet-i MuhaMMed aleyhisselâm adına YÂ-SÎnimİZ takdim EYyLedim hamd OLsun CÂN Dostlar!.

Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..

Âmin!. Yâ Muîn!. YâRabbenâ!..


ResimMuhaMMedi MuHABBetLerimİZLe..

Resim



EMİR SuLTÂN kaddesallahu sırrahu..:

ALLAH’a ÂŞIKtır VELî
SÖNmeyen IŞIKtır VELî
MUte KABLe EN TEmutu
ÖLÜMe =>BEŞİKtir VELî!.


(1368 - 1430) Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa'da yaşamış İslam ve tasavvuf dünyasında tanınmış düşünce adamı.
Hicri 770
(1368) yılında Buhara'da doğdu. 833 (1430) tarihinde Bursa'da vefât etti. Soyu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in torunu Hüseyin'e dayanır. İsmi, Muhammed bin Ali, lakabı Şemsüddîn'dir. Ona, Buhara'da doğduğu için "Muhammed Buhârî", Seyyid olduğu için "Emîr Buhârî", Yıldırım Bayezid Hanın damadı olduktan sonra da "Emîr Sultan" denilmiştir.
Bursa'ya 1391'de göç etmiş ve Yıldırım Bayezıd'in kızı Hundi Hatun'la evlenmiştir. 1430'da Bursa'da vefat etmiştir. Türbesi Emir Sultan Camii avlusu içindedir..


Resim

EMiR SuLTÂNn CÂMİi.:

Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.
Bursa'nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa'nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede
"Emir Sultan mezarlığı"nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804'te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tâmir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır.
Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır..


ResimCEM' AVLUmuzz..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 08 Şub 2019, 15:59
gönderen kulihvani
Resim

EL VEDÛD celle celâlihu..

RABBen BİLmek
VAKTın BİLmek..
HABBen BİLmek
"AKT"ın BİLmek..


ZEVK 9149

SIRR-ı SIFIRın SÂMİsi =>“ALLAH!.” YAZmış>DAĞa-TAŞa
HÂL-i HAZIRın HÂMİsi ==>TEVHİDin =>TÂÇ ETmiş BAŞa
BURAsı BURSAM YÂR YOLu
İ’TİDÂLde=>SAĞı<->SOLu
HUŞÛ’ DOLu>HUZÛR DOLu
CÜMMLe CİHÂN CUMÂ CEM’i=>ÇANDARLIOĞLu ALİ PAŞA!.


celle celâlihu..

08.02.19 13:25.
brsbrsm..cumacem’imizçandarlıalipaşacamimiz..


ULU DAĞ’dan YANKILanan
RÛHumda =>CUMÂ EZÂNı
ÖZDEkin>SÖZde YAŞAnan
MEŞK-i MuHABBET MİZÂNı!.


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim


Resim


ALi Paşa Câmisi:
(Bursa- Osmangazi)

Ali Paşa Mahallesi, Eski Sokak’ta bulunan Ali Paşa Câmisini, Yıldırım Beyazıt zamanında Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Yıldırım Beyazıt’ın veziri Ali Paşa yaptırmıştır. XIV.yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir.

Ali Paşa Mahallesi, Eski Sokak’ta bulunan Ali Paşa Câmisini, Yıldırım Beyazıt zamanında Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Yıldırım Beyazıt’ın veziri Ali Paşa yaptırmıştır. XIV.yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir.

Ali Paşa Câmisi, ters T veya tabhaneli (zâviyeli) câmiler grubundandır. 1854 depreminde büyük ölçüde zarar görmüş ve sonra yeniden onarılmıştır. Son cemaat yeri câminin yan duvarları ve birbirlerine kemerlerle bağlı dört sütunun oluşturduğu beş bölümlüdür. Üzeri kubbeli olan bu bölümlerden ortadaki diğerlerinden daha büyüktür.

İbâdet mekanı tabhâneli câmiler planına uygun olarak birbiri ekseninde üzeri kubbeli iki bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin iki yanında dikdörtgen şeklinde yan kanatlar bulunmaktadır. Günümüzde orta bölümlerdeki kubbelerin yerine ahşab bir tavan yapılmıştır. İki yan kanatlar tamamen yıkılmıştır. Bunların üzerlerinin tonozlu olduğu izlerden anlaşılmaktadır.

Câminin ilk yapılışında minâre yapılmamış, bugünkü minâre yenidir. Câminin batısındaki medrese ve imâret ise yıkılmış, yerlerine evler yapılmıştır..

Çandarlı Ali Paşa:

Çandarlılar (Çandarlı âilesi), yetiştirdikleri dört büyük sadrazam ile Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Döneminde gerek askerî ve gerek idarî ve siyasî alanda teşkilatlandırılmasında birinci derecede rol oynayarak büyük emekleri geçmiş, İstanbul'un fethi öncesindeki yaklaşık yüz yılın isimleriyle birlikte anılmasına yol açmış bir âiledir. 15. yüzyıl sonlarında âilenin bir diğer ferdi de kısa bir süre için sadrazamlık yapmıştır. Âilenin kökeni Ankara'nın Nallıhan ilçesinin Cendere köyüne uzanmaktadır.

Çandarlı Ali Paşa (d.? - ö.18 Aralık 1406, Ankara) 22 Ocak 1387'de babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın ölümü üzerine yerine geçerek, 18 Aralık 1406 tarihinde vefâtına kadar, I. Murat ve Yıldırım Bayezid için Ankara Savaşı'na kadar 15 yıl 6 ay ve Fetret Devri döneminde Süleyman Çelebi'nin yanında 4 yıl 4 kusur ay vezir-i azamlık yapmış ve Osmanlı Devleti'nin kuruluş sürecinde önemli rol oynamış bir Osmanlı devlet adamıdır..

Hayatı:
Tarihe Çandarlılar âilesi olarak geçmiş olan âilenin mensubu olup Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın büyük oğludur. Medrese eğitimi gördü ve ilmiye sınıfına intisab etti. 1386'dan önce kazaskerlik yaptığı bilinmektedir.

I. Murad Dönemi:
I. Murad Karamanoğlu Alaaddin Bey üzerine sefer hazırlığı içinde iken Vezir olan babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın beklenmedik şekilde 22 Ocak 1387'da ölümü üzerine vezirliğe getirildi. O zamana kadar tek bir vezir varken, Karaman seferinden sonra bu seferde çok gayreti görülen Kara Timurtaş Paşa'ya da vezir payesi verildi. Böylece Çandarlı Ali Paşa da "vezir-i azam" pâyesini aldı.
1389'da Vezir-i Azam ünvanlı Çandarlı Ali Paşa, komutasında 30 bin kişilik bir kuvvet ile Rumeli'de mütteffiklik kuran vasal devlet hükümdarları olan Sırp Despotu Lazar ve Bosna Kralı Tvrtko, Hırvat prensleri ile Arnavutluk prensleri üzerine bir sefere başladı ve Tırnova ve Şumnu'yu ele geçirdi. I. Murad Anadolu'da yeni bir ordu kurdu ve çok geçmeden Rumeli'den de takviyelerle Bulgaristan'a girdi. Bunun üzerine Bulgar Kralı Şişman Hıristiyan müttefiklerinden ayrılıp teslim oldu. I. Murad ordusunun bir kısmı Tuna boylarında Niğbolu ve Silistre kalelerini ele geçirdi. Haziran sonuna birleşen Osmanlı ordusu Kratova'da toplanmaya başladı ve I. Murad başkanlığında yapılan harp meclisinde Hristiyan müttefikler ordusu üzerine gitme kararı verildi. Şehzade Beyazid, Şehzade Yakup ve diğer deneyimli komutanlara görev belirtilerek bir muharebe planı hazırlandı. 28 Haziran 1389'da Hristiyan Sırp, Bosna, Eflak, Macar ve Hırvat müttefikler ordusu ile Osmanlı ordusu Üsküp'ün kuzeyinde Kosova Ovası'nda bir meydan muharebesine giriştiler. I. Kosova Savaşı'nda Hristiyan ordusu büyük bir mağlubiyete uğratıldı. Fakat ya muharebe bittikten sonra veya muharebe sırasında I. Murad, Sırp Miloš Obilić tarafından hançerlenerek şehid edildi. I. Kosova Muharebesi'nde I. Murad şehid olduktan sonra büyük oğlu Yıldırım Beyazıt vezir-i azam Çandarlı Ali Paşa desteğiyle tahta geçirildi .

Yıldırım Beyazıt Dönemi:
Yıldırım Beyazıt'ın saltanat döneminin tümünde veziriazam olarak görev yaptı ve babası gibi teşkilatçı ve kuvvetli bir idâreci olduğunu gösterdi. Yıldırım Beyazıt'ın 1391'deki Istanbul kuşatmasına ve 25 Eylül 1396'daki Niğbolu Savaşı'na sağ cenâh komutanı büyük şehzâde Süleyman Çelebi yanında iştirak etti. Bulgaristan'ın fethinde mahir bir kumandan olduğunu gösterdi. Çandarlı Ali Paşa 1402'de “Ankara Muharebesi”ne de sol cenâh komutanı şehzâde Süleyman Çelebi yanında katıldı. Yıldırım Beyazıt'ın Timur ile doğrudan savaşmadan önce, çete ve müdafaa harbi yapmak suretiyle, hareket üssünden çok uzakta olan Timur kuvvetinin yıpratılmasını tavsiye etti ise de Yıldırım Beyazıt bu görüşünü kabul etmemişti.
Ankara Muharebesi'nde hem Osmanlı sağ cenâhının ve hem de sol cenâhının geri çekilme zorunda kalmaları ile Osmanlı ordusu mağlubiyete uğradı ve orta cenâh komutanı Sultan Yıldırım Beyazıt çenbere alınıp Timur'a esir düştü.

Süleyman Çelebi'ye Veziriazamlik:
Bu yenilgiden sonra Yıldırım Beyazıt'ın veziriazamı olan Çandarlı Ali Paşa, yanında Süleyman Çelebi ile birlikte önce Bursa'ya gidip sonra Rumeli'ye geçmek amacı ile kaçmaya başladılar ve Timur birliklerinin yakın kovalaması altında kaldılar. Çandarlı Ali Paşa ile Süleyman Çelebi önce Bursa'ya ve orada tutunamayıp Gemlik yoluyla Edirne'ye vardılar. 1402'de Edirne'de Süleyman Çelebi, Osmanlı Devleti tahtına geçtigini ilan edip ve Rumeli'de adına hutbeler okuttu. Başveziri Çandarlı Ali Paşa aracılığı ile Süleyman Çelebi sivil ve asker kadroların desteğini kazandı. 1403 başında Süleyman Çelebi ile Bizans Imparatoru taht nâibi VII. Yannis Palaiologos, Venedik, Genova, Rodos San Jean Şövalyeleri, Sırp Despotu Stefan Lazeraviç ve Latin Naksos Dükü arasında bir barış anlaşması imzalandı. Süleyman Çelebi resmen meşru Osmanlı Devleti hükümdârı olarak kabul edildi.
Süleyman Çelebi kardeşi İsa Çelebi'ye askeri destek vererek onu Bursa'ya gönderdi ise de, 1406'da İsa Çelebi, Bursa'da hüküm sürmeye başlayan Çelebi Mehmet tarafından öldürtülüp bertaraf edildi. Süleyman Çelebi tekrar Anadolu'yu ele geçirip Osmanlı devletini birleştirmeye karar verip harekete geçti. Rumeli'deki Osmanlı kuvvetlerini toplayıp Bizans yardımı ile Anadolu yakasına geçti. Çelebi Mehmet'in Bursa'da bulunmamasından istifâde eden Suleyman Çelebi, hemen hücuma geçerek Bursa'yı eline geçirdi. Çelebi Mehmet Amasya'ya çekildi. Takiben Suleyman Çelebi Anadolu'ya yürüdü; Veziriazam Çandarlı Ali Paşa'nın entrikası ile Ankara'yı aldı. Çelebi Mehmet'in geride bıraktığı arazileri talan edip Bursa'ya döndü. Bir dönem hem Rumeli ve hem Anadolu'nun hükümdarı olan Süleyman Çelebi barışcı bir tutumla buradan devleti idâreye devam etti. Çelebi Mehmet, Süleyman Çelebi'nin barışcıl tutumundan fırsat bularak tekrar Bursa üzerine yürüdü. Süleyman Çelebi ve Çelebi Mehmet orduları Yenişehir ovasında karşı karşıya geldiler. Fakat Süleyman Çelebi'in veziriazamı olan Çandarlı Ali Paşa Çelebi, Mehmet ordusunun danışmanları ile önceden gizli konuşmalara başladı ve onları Çelebi Mehmet'ten ayrılmaya inandırdı. Böylece savaşa girmeden ordusunun dağılması üzerine Çelebi Mehmed ordusuz tekrar Amasya'ya kaçmaya mecbur oldu.
Böylece Fetret Dönemi sırasnda Çandarlı Ali Paşa, Süleyman Çelebi'nin vezir-i azamı olarak ve bütün idâreyi kendisine bırakmış olan şehzâdenin adına bir hükümdâr gibi faaliyette bulundu. Eyâlet-i Rum yani Sivas, Amasya, Tokat tarafları hariç olarak Süleyman Çelebi egemenliğini Anadolu ve Rumeli'de korumayı başardı.
Çandarlı Ali Paşa 18 Aralık 1406'da Ankara'da öldü. Onun ölümüyle Süleyman Çelebi'nin taht adayı kardeşler içindeki üstün konumu bozuldu.
Çandarlı Ali Paşa'nın cenâzesi İznik'te babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın türbesine defenedildi.

Değerlendirme:
Osmanlıların aşiret teşkilatını devam ettirmesini isteyen, hazine ve askeri teşkilatına aleyhtâr olan tarihler istisnâ edilecek olursa, diğer yabancı ve Türk tarihçiler Çandarlı Ali Paşa'nın üstün yeteneklerinden bahsetmektedirler. Bir modern Osmanlılar biyografi eserinde şöyle değerlendirilmektedir:
“Âlim; değerli ve tedbirli bir vezir; teşkilatcı bir komutan, kudretli bir devlet adâmı, iyi bir diplomat (idi). Fakat dünya zevklerine düşkün biri (idi).”
Tarihler değerini ve hizmetini takdir etmekle beraber Sultan Beyazıt'ı içkiye alıştırmasından dolayı kendisini kusurlu görürler. Çok cömert olduğunu tarihler yazarlar. Bu dönemde âilenin servetinin hükümdâr âilesinin servetine eşdeğer hâle geldiğini de burada belirtmek gerekir.
Yıldırım Beyazıt zamanında, Çandarlı Ali Paşa'nın tavsiyesiyle, kadılara baktıkları davalardan muayyen bir ücret tahsis edilerek rüşvet almaları önlenmiştir..

Eserleri:
İznik'te Yeşil Câmi adı verilen câmii ile imâreti, Gelibolu'da ve Serez'de câmileri vardır. Çandarlı Ali Paşa'nın evlâdı olmadığından Bursa'da yaptırmış olduğu câmii ile zâviyesinin mütevelliliği ve nazırlığını Bursa kadılarına bırakmıştır.
Osmanlı saraylarında ve vezir dâirelerinde içoğlanı adıyla hademe bulunmasını Ali Paşa ihdas etmiştir..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 15 Şub 2019, 20:30
gönderen kulihvani
Resim GÖKçe DEREm..
TEK NEFES DEHRi BURSA’mda
NÂZ-NİYÂZ NEHRi BURSA’mda
UMUDum ==>DAMLAda DENİZ
ÂŞIKLar ŞEHRi==>BURSA’mda!.


ZEVK 9153


EL=>ELe =>ELLer ALLAHa =>RASÛLuLLAH SIRRDAŞInda
KÜLLî ŞEYy SU-dan VAR OLdu>HAk ÂŞIKLar GÖZ YAŞInda
VAKTini BiL=>RABBini BİL!
ÜZme! ÜZÜLme! SEV! SEviL!
CÂNÂN =>CÂNda =>İLe-BİLe =>CUMÂ CEM’i SETBAŞInda!.


06.07.18 13:05
brsbrsm..setbaşıcâmisicumacemii..



ÇİLE ==>CELÂLin ANAsı
=>İLE =>KEMÂLin ANAsı
NÛRun ANAsı=>NÂRımsın
=>BİLE =>KEMÂLin ANAsı
HEPLikte>HİÇLik VARımsın
İHVÂNim>HEMMÂLin ANAsı!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



Resim

SETBAŞI (Karaçelebi-Kurdoğlu) CÂMİSİ:

Kayhan Mah. Cumhuriyet Cad. Ahmetdahi Sokak No: 1 Osmangazi/Bursa


Bursa Setbaşı Köprüsü karşısında, Atatürk Caddesi'nde bulunan Setbaşı Câmisi XVI. yüzyılın ikinci yarısında Karaçelebizâde Hüsameddin Efendi tarafından yaptırılmıştır.
Kara Çelebi'nin torunu olan Müftü Abdülaziz ile torunlarından Aziz Ahmet Paşa'nın Bursa'ya birçok hizmetleri olmuştur.

XVI.yüzyıl eseri olan câmi 8.80x14.15 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir yapı olup, kuzeyine 3.30 m derinliğinde bir son cemaat yeri yapılmıştır. Câminin ve son cemaat yerinin üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Câminin ibadet mekanı 8 pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrab beş köşeli olup üzeri kademeli biçimde daralmaktadır.

Câminin minâresi kuzey doğu köşesindedir. Kare kaideli minâre tuğladan silindirik gövdelidir. Yapılışından bu yana değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır..
Câminin önünde iki adet tarihi çınar ağacı vardır..


SETBAŞI KÖPRÜSÜ.:

Gökdere üzerinde yer alan Setbaşı Köprüsü, Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlar. Biri küçük, biri büyük iki sivri kemeri bulunmaktadır. Ne zaman yapıldığı ve yaptıranı belli olmamakla birlikte, kadı sicillerine yansıyan onarımlardan en azından 15. yüzyıl sonlarından bu yana kullanıldığı, 1565, 1585, 1680, 1681, 1738 ve 1847 yıllarında onarım gördüğü bilinmektedir. Cumhuriyet Dönemi’ne kadar döşemesi ahşap olan köprü, 1920 yılından sonra taş ayaklar üzerinde beton tabliyeli olarak yeniden yapılmış, daha sonra da köprü genişletilmiştir..


Resim Yâ RESûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..

Bu salâvât-ı şerîfeyi uykuya yatacağı zaman okuyan kimseye
"cümle peygamberlerin ona şefâatçı olacağına dair" hadis-i şerîfe vardır.
Ve önemli bir salâvât olup
3 defa okunması tavsiye edilmiştir.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin Resim Ve Âdeme ve Nûhin ve İbrâhîme ve Mûsâ Resim ve İsâ Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin Resim Salâvâtullahi ve Selâmuhu Tealâ aleyhim ecmaîn.

MÂNÂSI: ALLAHım! Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e salât-ü selâm et! Ve Âdem (aleyhisselâm)’a ve Nûh (aleyhisselâm)’a ve İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Musa (aleyhisselâm)’a ve İsa (aleyhisselâm)’a ve aralarında gelen tüm nebîlere ve mürsellere de! ALLAHU Tealânın salât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun!”

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 22 Şub 2019, 14:33
gönderen kulihvani
Resim

PARMAKLa YÜZÜK =>İLEsi
ET İLe =>TIRNAk =>BİLEsi
BURAsı BURSAm>MAKSEMde
=>ÇEKiLmekte=>CÂN ÇİLEsi!..


ZEVK 8772


BURAsı>BURSAm BÂZÂRI =>MAKSEM BİZim MekÂNımız
=>ÜÇ KOLLu ÇİLe ÇINARIm DALInda =>GARiB YUVAmız
=>SIRR-ı SIFIR SILÂMıza =>“vASL-ı vUSLat VATANı”mız
“ELESt”in>MAHŞER EYyLEDiKk MAKSEMde CUMÂ DUÂmız!.


16.03.18 13:09
brsbrsm..maksemcâmimizcumâcem’ii..



YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



->BUrası ->BURsa >MAKSEMi!.:

ResimMaksem câmimİZ..

MAKSEM ki;

Kul ihvÂNi sefilin TEKe TEK tERas TeKkesi, üçkollu çınarı ve dalları arasında Maksem Câmisi ve meşhur Yokuşuyla Rabbımın bir ni’metidir Maksem..

Eski Bursa'nın konum itibarıyla en yüksek yerinde bulunan bu mahalle Ulu Câmiye 7 Dakikadır yürüyüşle..
Adını yine burada bulunan "su taksim edilen"- "Su Maksemi"nden almaktadır. Civarındaki yerleşme ve câmi de aynı adla anılmaktadır. Hemen yakınındaki Temenye (Temenyeri-Hıdırillez duaları-temennileri edilen mesire yeri) her mevsim cıvıl cıvıl kuş sesi ve yürüyüş ve piknik yapan insanlarla doludur.. Uludağ'dan gelen kaynak suları, ilk önce burada bulunan maksemde toplanır ve ardından da, şehrin muhtelif semtlerine dağıtımı yapılırmış.


Resim


MAKSEM: ULU DAĞdan gelen Suların Taksim NOKTAsı/YERi..
GÖKçe DERE: Bursamızın Maksem-Arkların AYRım yeri mahllaesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle cANyoldaşım bir dereciktir..

Bu Yeşillik DiyÂRımızın İÇinden 7 mevsim akan GÖK-GÖKçe DEREm, Bursamızın Maksem-(Arkların AYRım yeri) Mahllaesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle cANyoldaşım bir dereciktir.. TEKe TEK tERas TeKkemİZde 3 yÖNden apaçık pencerelerimden nice seherler pırıl pırıl Temenyeri, kördümanlı Kesiş Dağı-ULU Dağ ve Gökçe Derem sesinde nice ZEVKLer nefesler KAYDa geçmiştir/mektedir elhamdulillahirabbilâlemîn..


Resim

MAKSEM (Düstürhan) CÂMİİ.:

Pınarbaşı Caddesi'nde bulunan, Düstürhan Câmii adıyla da bilinen Maksem Câmii,, 1479 yılında Düsturhan lakaplı Yahya Hüseyin oğlu Yahya tarafından yaptırılmıştır. Câmi, devrinin tüm özelliklerini taşımaktadır. taş ve tuğlayla örülü, tek kubbeli, kirpi saçaklı tipik bir Bursa câmisi..
7,10X7,59 metre iç ölçülerinde olan caminin girişinde, 3,39 metre derinliğinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Asıl ibadet alanı tek kubbeyle örtülüyken son cemaat yeri tonozla örülmüştür. 18 pencereyle içerisi aydınlanan caminin duvarları tuğla ve moloz taşı ile örtülmüştür. Kubbe köşeliklerinde bademler kullanılmıştır. Ayakları Bursa kemerlidir.
Birçok kez onarımdan geçen câmi halen sağlam olup ibâdete açık durumdadır.
Caminin avlusunda, Bursa'nın en yaşlı çınarlarından biri (ÜÇ KOLLU ÇİLLE ÇINARIM) bulunmaktadır. CÂminin batısında ise iki eski ev bulunmaktadır..
(Baykal (1950) s.79; kütük ııı. s.195; vakıflar (1983) ııı. s.121; mirat-ı bursa (1905) s.34; Yalman (1984) s.109 ; Ayverdi ııı. (1973) s.79)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 02 Mar 2019, 17:24
gönderen kulihvani
Resim

EL VEDÛD celle celâlihu..

İLLİYyîn =>AŞK İKLİMinde
ESFELîn =->NÛR-u MİMinde
CeNNet CeHeNNeM>CihÂNda
CÂNda CÂNÂN CEM’-CEM’inde!.


ZEVK 9165

ŞEHZÂDe ERTuGRuL BEYde->CÂNda CÂNÂN AKt EYyLedik
CUMÂ CEM’i KÜLLî ŞEYyde =>VUSLÂt ÂNın VAKt EYyLedik
HAKk’ın HAYR YOLu BURSAmda
HAKk EREN DOLu =>BURSAmda
SES>SEMÂ’da.. DUDak=>NEYde ÇİLLEmizi NAKt EYyLedik!.


01.03.19 13:14.
brsbrsm..ertugrLbeycâmisicmacem’i..



Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim


Resim


ERTUĞRUL CÂMİİ.:
(Bursa- Osmangazi)

Ertuğrul Bey Câmii: Cumhuriyet Caddesi üzerinde, Sipahiler Çarşısı yakınında bulunan yapı, Yıldırım Bayezid döneminde (saltanatı 1389-1402), oğlu Ertuğrul Bey adına yaptırılmıştır. Ertuğrul Bey Aydın sancakbeyi iken 1398 yılında vefât etmiş ve naaşı Bursa’ya getirilerek bu Ertuğrul Bey Câmiisinin haziresine defnedilmiştir..
Ertuğrul Bey, Yıldırım Bayezid'in ilk oğlu olup, çeyiz yoluyla Kütahya'dan gelen Germiyanoğlu Yakub Bey'in kızından olmadır ve 1390 Çorum Savaşı'nda 15 yaşında ölerek buraya gömülmüştür. Çelebi Mehmet o sırada 1 yaşındaydı henüz..
Tarih içinde birçok defa yanarak onarılan ve değişikliğe uğrayan câmi 1855 depreminden de az hasarlı olarak kurtulmuştur. Beden duvarları moloz taş ve tuğla dizileriyle örülmüş, kareye yakın dikdörtgen planlı câminin ana ibâdet mekanı 9.97 x10.40 metre, kuzey cephesinde bulunan kapalı tipteki son cemaat yeri ise 5.00 x10.00 metre boyutlarındadır. Kuzey cephesinde ahşap sütunlar, ortada dar, iki yanda geniş üste doğru sivrilen kemerlerle birbirine bağlıdır. Kiremitle örtülü ahşap çatılı ana ibâdet mekanı altta ve üstte toplam on sekiz pencere ile aydınlatılmaktadır. Kaidesi iki sıra tuğla ve moloz taş, gövdesi külaha kadar sıvalı minâresi batı duvarına bitişiktir.

Ertuğrul Bey Câmii; 1550, 1860, 1892, 1954. yıllarında onarım görmüştür ayrıca câminin haziresinde yer alan Ertuğrul Bey'in kabrinin mermer sandukası ve mezar taşları da yenilenmiştir 2014. yılında UNESCO dünya mirası olarak ilan edilen alan içerisinde yer almaktadır.
Eski Yeni Han, Karacabey Çarşısı, Kazasker Hamamı, altı dükkan ve sekiz odanın bu câminin vakfı olduğu bilinmektedir.
(Baykal, Bursa ve Anıtları, 107; Bursa Ansiklopedisi, Cilt 2, 661; Kaplanoğlu, Bursa Anıtlar Ansiklopedisi, 53)

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 08 Mar 2019, 15:11
gönderen kulihvani
Resim


HeR KÖŞesinde BiR CÂMi
EZÂNLar SESi BURSAmda
HAKk’a HÂMi HALka SÂMi
SEVDÂ NEFESi BURSAmda!.


ZEVK 9168

GÜBReden>GÜL.. BoKtan>BOSTAN.. İNKÂR>İKRÂR.. NÛRu>NÂRda
ZITLarın ZEVKi Bu ÂLEM.. =>AŞK =>>ATEŞte.. =>SEVgi =>ZÂRda
MiS KOKar=>PiSten KURTULan
HAKk’a İNÂNıp=>HAYRı BULan
CÂN =>CÂNÂN =>CUMÂ CEM’imİZ =>HATİCE İSFENDİYÂRda!.


07.03.19 21:49
brsbrsam..haticesLtncâmicumacem’ii..


BURSA’yı SEVdirdi RABBım
=>“BATINî VATAN”ım OLdu
LUTFen KeReM VERdi RABBım
=>ALANım =>SATANım OLdu!.


Resim

BAHAsı=>MecNÛNLa LEYyLÂ
>BÂZÂRda SATıLmaz GÜLüm!.
=>İSter SALÂt=>İSter SEVDÂ
=>ATEŞ>ANLATıLmaz GÜLüm!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



Resim

HATİCE İSFENDİYÂR SULTÂN CÂMİSİ:

Bursa herkesin bildiği gibi evliyâlar şehridir. Osmanlının kuruluşu boyunca ve sonrasında bir çok esere sahiplik yapmıştır. Bursa’nın Osmangazi İlçesinin Gökdere Semtimde hem eski câmiler hem de türbeler bulunmaktadır. Eskiden bu bölgeye pek giren çıkmaz olmazdı, kendine has ve her yasak işin döndüğü kapalı bir mahalleydi. 2008 yılında başlayan çalışmalar neticesinde bu mahalle dağıtılmış ve “Kamberler Parkı”na dönüşmesiyle bu tarihi mekanlarda gün yüzüne çıkmış oldu..

Hatice Sultan Türbesinin kitâbesinde yazdığına göre; Babası İsfendiyaroğlu İbrahim Bey, annesi Sultan Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun‘dur. Eşi, Fatih Sultan Mehmed döneminin Sadrazamı Mahmud Paşa 1474’de öldürülünce, Hatice Sultan Bursa’ya yerleşti. 1502’de Bursa’da vefât etti. Hatice Sultan; Bursa’da eskiden, Orahan Gazi Câmisi yanında olan "At Pazarı"nın, câmi yapılırken buraya taşınmasıyla "At Pazarı" da denilen bu alanda, kendi adına bir mescid ve Emir Sultan'da kâgir bir okul yaptırmıştır. Vakıflarına oğlu Süleyman Bey’i mütevelli tâyin etmiştir. Yaptırdığı mescidinin önündeki YAPaYALNIZ türbesinde RAHMetler içindedir inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Hatice Sultan Türbesi, fotoğrafta da görüleceği gibi bir mezâr ve etrafı demir parmaklarla çevrili sıradan bir kabir görünümünde, eskiden de mi böyleydi bilmiyoruz ancak, oldukça sâde görüntüsü değişik ve acı olan ise baş taşı bile yokkk!..

Bursa, Gökdere’de Kamberler Mahallesinde, burada eskiden herkesin bildiği bir câmi vardı ama kimse ne câmisi olduğunu, adını sanını bilmezdi. Belediyenin Kamberlerde ki evleri istimlak edip, meydan düzenlemesi yapmasıyla gün yüzüne kavuşan bu güzel câmi, Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu meşhur Yeşil Türbe’de yatmakta olan Çelebi Mehmed’in torunu Hatice Sultan'a ait câmidir..
Kitabesinde yazdığına göre, Fatih Sultan Mehmed döneminde 1500 yılında Hatice Sultan tarafından yaptırılmıştır. Hatice Sultan’ın babası İsfendiyaroğlu İbrahim Bey, annesi Sultan Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun'dur. Eşi ise, Fatih Sultan Mehmed döneminin Sadrazamı Mahmud Paşa’dır. Kubbe ile örtülü, kare planlı câminin girişinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Duvarları tuğla ve taşla örülüdür. Osmangazi Belediyesi tarafından yürütülen “Kamberler Tarih ve Kültür Parkı Projesi” (2008) kapsamında çevresindeki eski yapılardan ayıklanarak bugünkü görünümünü kazanmıştır.

Bahçesinde Osmanlı İmparatorluğunun ilk 6 padişahının heykelleri olan Hatice Sultan Câmi ya da Hatice İsfendiyar Câmi olarak ta geçen câmiye yolunuz düşer ise, enfes bir reyhan kokusu duyarsınız ve huşû içinde SALL edersiniz inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.



Resim

Kamberler Parkı içinde yer alan Hatice İsfendiyar Câmisini, Çelebi Sultan Mehmet’in kızı Selçuk Hatun ile İsfendiyaroğlu İbrahim Bey’in kızı Hatice Sultan yaptırmış. 15. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilen câmi, Fatih döneminde yaptırılan tek kubbeli câmilerden bir örnek olarak zor da olsa günümüze gelebilmiş. Zor da olsa diyorum çünkü bir dönem özel kişi mülkiyetine geçen câmi, odun deposu olarak kullanılmış. Son cemaat yeri yıkılmış, cümle kapısı örülerek kapatılmış, pencereleri kapı olarak kullanılmış, minaresi yıkılmış… 1977 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kamulaştırılarak onarılmış ve yapıya tekrar asıl işlevi kazandırılmış.
Câmi duvarlarında taş ve tuğla kullanılmış. Minarenin kaidesinde de taş ve tuğla kullanılırken, gövdesi tamamen tuğlayla örülmüş.
Hatice İsfendiyar Câmii ve Sitti Hatun Câmii’nin içinde yer aldığı Kamberler, kargacık burgacık evlerin olduğu berbat bir mekândı. Osmangazi’de son 30 yıl boyunca göreve gelen tüm belediye başkanları burayı âbâd etme sözü vermişler ancak bir türlü vaadlerini yerine getirememişlerdi. Osmangazi Belediye başkanı verdiği sözü tuttu, buradaki 378 binayı kamulaştırarak yıktı ve bu alanı 55 bin m2 metrekarelik büyük bir park haline getirdi. Su oyunları havuzu, dinlenme alanları, anfi tiyatro, spor sahaları, kafe ve otoparklardan oluşan Kanberler Tarih Parkı’na, kabri Bursa’da bulunan Osmanlı’nın ilk 6 padişahı ve kılıç kalkan gibi önemli şahsiyet ve ögelerin heykelleri de konuldu. Kamberler Tarih Parkı, 2008 sonunda açıldı. Fotoğrafın çekildiği tarihte çevre düzenlemeleri halen devam ediyordu… (24/ 05/ 2009)


Mustafa CAMBAZ
Gazetci..

(15 Temmuz 2016 Fetö Darbe girişiminde Şehîd olmuştur.. CÜMMLesine RahmetLer OLsun!.)



Resim

KAMBERLER MAHALLEsi.:

Bursa'da, Kızyakup Mahallesi olarak bilinen, daha açık tanımıyla, Çingene olarak anılan vatandaşlarımızın ikâmet ettigi bir yerleşim yeri idi..
Ne yazıktır ki, burada yaşayan İnsanlar ve bu Mahalle, 1980 yılına kadar kerhâne yeri olarak kullanılıp hep süistimâl edilmiştir. Çok eskilerden beri Bursa'da yaşayanların çocuklarının girmesi büyükleri tarafından yasaklanan mahallelerden idi..

Derme-çatma ve gecekonduvari evlerden oluşan mahalle, isitmlak/kamulaştırılıp temizlendikten sonra,
şimdilerde “Kamberler Tarih ve Kültür Parkı" adıyla anılır oldu.. İki câmi, bir tarihî hamam ve bir adet de medrese bulunmaktadır..

Eskilerde, kılık kıyafeti yerinde olanlara yapışıp: “Hap var!. Ot var!.” deyip gülüşen kadınlar yok artık!.. Kamberlerin Sâkinleri; Düğün, Sünnet Düğünü günlerinizde, gelirler çalarlar, oynarlar ve giderler.. Eski zamanlarda bolca düğün ve kavgalar varmış!. Ama şimdilerde, artık IpISsız Kamberler..



KANBERLER ve DELİ AYTEN..

ResimDELİLere SeLÂM OLsun!.

ResimResimAŞKın Resim MEŞK MaSALLı..ResimResimResim


Deli Ayten’in hikâyesi aşkından deli olmuş bir kadının yüreğinin hikâyesidir. Sevmek insanın aklını da başından alır kalbini boğazından yaşatır ne zaman ismi çınlasa kulaklarında ya da dudaklarının ucunda belirse adı gene düğüm düğüm olur o boğaz.
Sabahları çarşıya hep aynı saatte gelirdi Ayten. Esnaf çok severdi Ayten’i. Sabah ona poğaça alırlar ardından Ayten de yola düşerdi. Akşam da hep aynı saatte geri dönerdi. Her gün böyleydi. Sonra bir gün gelmemeye başladı. Öğrendik ki evinde bir başına ölmüş.
Ayten 1935 te Kamberler’de geldi dünyaya..1992 de gene Kamberler’de göçtü bu dünyadan. Öldükten sonra mezarı Bursa esnafı tarafından yapıldı. Pınarbaşı’ndan kaldırılan cenâzesine üç bin kişi katıldı.
Ayten’e toplum deli gözüyle baktı. Aşk için delirecek kaç kişi var ki aramızda?. Ayten deli değildi, onu bir şey deli etti, aşkı için hayatını fedâ etti. Ayten divâne gibi Bursa sokaklarında dolaşıyordu ama aslında o, “Hasan”ını arıyordu..

Deli Ayten, diğer adıyla Ayten Şenışık. 1935 yılında fakir bir roman ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. 3 yaşında menenjit geçirip, hastalık tedâvisizlikten dolayı gittikçe artarak beyinde hasarlar yaratmıştı. Bu nedenle çocukluğu garip geçen Deli Ayten 13-14 yaşına gelince kendi gibi garip bir alkolik Cümbüş Hasan’a sevdâlanmış. Ailesi: “Bu kız zaten garip, bir de alkoliğe varırsa nice olur hali!.” diye düşünerek: “Hayır Cümbüş Hasan’la evlenemezsin!.” demişler. Ayten, bu olaydan sonra iyice dellenip kontrol edilemez hale gelmiş. Nice doktorlar, hocalar görmüş fakat bir çare bulamamışlar. Herkes: “Sevdâdandır, kara sevdâ çekiyor; vermezseniz Cümbüş'e iyice gider bu kız!.” deyince “OLur!.” demiş ailesi..

Ayten evlenmiş evlenmesine de, onun derdi koca değil, kafaymış aslında. Dellenmesi devam etmiş bir de Cümbüş Hasan’ın alkolikliği derken evlilikleri hiç iyi gitmemiş. Cümbüş Hasan; bir yandan yoksulluk, berduşluk, alkol bağımlılığı diğer yandan Deli Ayten derken meyhâneden çıkmaz olmuş. 1,5 yıl zor dayanmış. Bir sabah almış başını gitmiş Cümbüş Hasan. Gitmiş gitmesine de durumu Ayten’den farklı değilmiş. O da meyhânelerden çıkmaz olmuş. Kısa bir süre sonra meyhâne masalarından ölmüş. Haber tez gelmiş Ayten’e, ve bir kez daha yıkılmış.. “Şenışık” soyadı iyice unutulmuş. Bir marka yaratmış Bursa için “Deli Ayten” diye. Renk renk çantalar asar omzuna, yemeniler kap kacak vs..
Ramazan ayları gündüz gece demeden davuluyla dolaşır dururmuş Bursa sokaklarında. Zararsız, kendi halindeymiş. Ama çarşı esnafı rahat durmaz, kızdırır dururmuş Deli Ayten’i. Zâten esnaf, bu halini görmek için yaparmış bunları. Derken 12 Mart 1992 gününde Kızyakup Mahallesi’ndeki garip kulübesinde ölü bulunur. Ahmet Dâi Câmi’sinde kılınan cenâze namazından sonra Pınarbaşı Mezarlığına defnedilmiştir..

Aşkı için deliren Ayten’in doğup büyüdüğü yerler hep park oldu şimdi, Kanberler Parkı.. Ayten de, bir başına o parkta, hiç durmadan gece-gündüz Bursa’yı seyrediyor!..”
Sebebi AŞK olacaksa DELİrmenin,
Bir parça DeLi AYten cesâreti lâzım gönüllere.
SevdÂyla YANacaksa kaLbim,
Bırak, Sebebi Cümbüş Hasan OLsun!..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 15 Mar 2019, 18:52
gönderen kulihvani
Resim

=>YÜRüYORum->ÜÇ AYAKLa
YAVAŞça =>YAMuR YAĞıYOR
HAKk’tan=>HAKk’a
HAKk’ta =>HAKk’La
GÖKLerden RAHMet SAĞıYOR!.


ZEVK 9113

CEVR-i CİHÂN=>ÇARk-ı ÇİLLe =>KÂR-ü-BELÂ=>KİSB-ü-KÂRı
RABB>SÖZü =>RASÛL’ün SESi =>HAKk ÂŞIKLar=>AH-ü-ZÂRi
YOKLuk YOKuşun TIRMANdık
ZAHMEt’in>RAHMEt’in KANdık
=>“ULU DAĞ’ın SÎNEsi”-nde =>CUMÂ CEM’i =>MOLLA FENÂRi!.


15.03.19 13:18.
brsbrsm..moLLa feNÂRicâmimizzdecemm…


AŞKın ADı =>KUL İHVÂNim
MEŞKin TADı>KUL İHVÂNim
=>KARA SEVDÂyı->SEN GiBi
=>KiM YAŞADı KUL İHVÂNim?!.



Resim
FenarîninSELvisi..


not: Molla Fenari Câmisi, sEPetçi BaBanın secdeGÂhı idi. ufacık evciği hemen yanındadır.. Cuma Çıkışı Hacı Ramazan Efendi: “kimsiniz?” deyince.. “Hiçç.. Sepetçi Babaya gelirdim buralara da, Molla Fenari Câmisinde CUMA edeyim diye çekti içim!” dedim.. bir ahh çekti “Beyim benim komşumdu Sepetçi DeDe, cenazesine birileri geldi de, yanımda Medineye telefon açtı: sEPetçi BaBa GÖÇtü Dua edelim! dedi..” dedi..de…

YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



Resim

MOLLA FENÂRî CÂMİsi.:

MollaFenarî Mh. 12. Dilek Sk. (Fenerli Cd.) Osmangazi/Bursa.

Çelebi Sultan Mehmet döneminin bilgin ve kadılarından olan Molla Şemseddin Mehmet Fenarî (d. y.1350, Maveraünnehir - ö. 1430, Bursa) Din âlimi, bilim adamı, müderrris, birinci Osmanlı Devleti müftüsü/şeyhülislamı..

Asıl adı Şemsettin bin Hamza olan Molla Fenarî, Osmanlı Devletinin en büyük âlimlerinden olup, Osmanlı Devletinde ilk Şeyhülislâm olan zattır. Hicri 754 de Fenar adında bir köyde dünyaya gelen Molla Fenarî Hazretleri, Mevlânâ Alâedin Esved ve Şeyh Cemâlettin Aksarayî ile zamanında bulunan diğer büyük âlimlerden ilim okuduktan sonra tamamlamak için Mısıra gitmiş, Şeyh Kemâleddin Mevlânâ Ahmedi ve Hacı Paşaya talebelik etmiştir. Dini ilimlerde olduğu gibi Fizik, Matematik, diğer aklî ve naklî ilimlerde üstün bir dereceye geldikten sonra Anadolu’ya dönerek, Yıldırım Beyazid Han ve Çelebi Mehmed zamanlarında Bursa’da tedris ile meşgul olmuştur.
Adı ve şöhreti her tarafa duyulup Sultanlar, Kumandanlar ve Büyüklerin yanında hürmet ve itibar görmüştür. Çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Zühdü, takvâsı çok, tasavvufta payı vardır. Medine’de vefât eden Şahı Nakşibend‘in halifesi Muhammed Parisa‘nın cenâzesinde bulunmuştur. Molla Fenarî Hazretleri, Hicri 828 de Sultan İkinci Murat zamanında Şeyhülislam olmuştur. Altı sene fetvâ işlerini tam bir adaletle ve hakkaniyetle idare ederek, Devletin mühim islerinde kendisiyle istişare edilerek ilminden görüşünden istifade edilmiştir Bir ara gözleri görmez olmuş iken, açılınca şükür olarak Şam yoluyla hacca gitmiştir. Hacdan döndükten sonra Hicri 834 yılında vefat eylemiştir. Bursa’da bir câmi ve medrese yaptırmıştır. Vefatında on bin ciltten fazla kitap bırakmıştır.
Molla Fenarî Câmi 15. yüzyılın başında yaptırılmıştır.15 Mayıs 1969 da Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından ve halkın ve mahalli derneğin yardımıyla onarılmıştır.
Molla Fenarî Hazretleri‘nin Doğum tarihi 1350 olup Ölüm tarihi ise 1431 yada 1441 dir. Resimlere bakarsanız câminin kapı girişinde ki mermer de 1431 yazıyor ama kabrinde ki mermer de ise 1441 yazıyor, bu nasıl bir şeydir bilmiyorum. Kimse fark etmiyor mu yine bilmiyorum…

Resim

Bursa merkez Osmangazi llçesi'nde aynı adla anılan yerde câmi. Bayezit I Yıldırım ve Mehmet I Çelebi ve Murat II dönemi devlet ve bilim adamlarından Molla Fenârî (b. bak.) tarafından, XV. yüzyıl başlarında yaptırılmıştır. 1855 depreminde büyük hasar gören câmi, 1969'da Vâkıflar Genel Müdürlüğü ve Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu'nun ortak girişimiyle onarılmış; son cemaat yeri, burada bulunan mezarlar bahçeye çıkarılmak sûretiyle genişletilmiştir. Günümüze câminin özgün yapısından yalnızca minâresinin bir bölümü ile güney duvarının bir bölümü kalmıştır.
Eski câminin temel kalıntılarından yararlanılarak yenilenmiş bulunan câmi, 15-30 X 6.70 metre boyutlarında dikdörtgen planlı olup; Bursa kemerli bir açıklığın birbirinden ayırdığı iki bölüm halindedir. Güney bölümü yuvarlak, kuzey bölümü çapraz tonoz örtülüdür. Girişi doğu cephesindendir. Altı altlık ve beş üstlük pencere ile iç aydınlanması sağlanmıştır. Kâzım Baykal'ın belirlemesine göre XVI. yüzyıl işi olan mihrab çinileri, daha sonra yenileriyle değiştirilmiştir.
Kuzeydoğu köşesine bitişik minâresinin sekizgen kaidesi, iki sıra taş ve tuğla ile örülmüştür. Silindirik gövdeye üçgenlerle geçişlidir.


Resim

Molla Fenarî Câmisinin Tarihçesi.:
Bursa'nın güney yamaçlarında kendi adı ile anılan semtedir. Büyük bir avlu içinde bulunan câmiyi Yıldırım Bâyezid ile Çelebi Sultan Mehmed dönemi bilgin ve kadılardan olan Molla Şemsüddin Mehmed Fenâri XV. yüzyıl başlarında yaptırmıştır.
Devrin Şeyhülislâmı olan Molla Şemsüddin Mehmed Fenâri'nin kabri câminin bahçesinde bulunmaktadır.
838 H. (1434) yılında vefat etmiş, ayak ucundaki h. 845 / m. 1441.)
855 H. (1451), 866 H. (1461) tarihli mezarlar ise oğlu ve kızlarına aittir.
Arka bahçede selviler arasında tanınmış kişilerin mezarları bulunmaktadır. «Zübdetül-Vekayi Der Belde-i Celile-i Bursa» adlı “Bursa Tarihi”nin yazarı Raşid'in kabri de buradadır. Kabrinde:
Câminin karşısında bulunan Molla Fenâri Medresesi, bu gün bozularak ev haline dönüştürülmüştür.


Molla Fenarî Câmisinin Mimarisi.:
Bugün eski duvarların temellerinden istifade edilerek moloztaşlarla örülmüş, güneydeki bölüm yuvarlak, kuzeydeki bölüm ise çapraz tonoz örtülüdür.
Beden duvarlarında bulunan 10 adet pencere ile içerinin aydınlığı sağlanmıştır. Yapı dıştan üzeri kiremitle örtülü olup iki sıra kirpi saçaklıdır. Taş ve tuğladan yapılmış duvar kalınlıkları 0,67-0,80 metre arasında değişiklik gösterir. Minâreye asıl ibadet yerinden, yuvarlak kemerli bir kapıdan çıkılır.
Sekizgen kaidesi, ikişer sıra taş ve tuğlalarla örülmüş, silindirik gövdeye geçiş üçgen yüzeylerle sağlanmıştır.


Molla Fenarî Câmisinin Planı.:
Câmi 13,80x5,40 m. boyutlarında, dikdörtgen bir plana sahiptir. Dikdörtgen şeklindeki asıl ibâdet yerini, Bursa tipi kemer ikiye ayırmıştır.

Molla Fenarî Câmisinin Restorasyonları:
XIX. asırda meydana gelen depremde geniş ölçüde hasar görmüş, 1969 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından onarılmıştır.

Molla Fenarî Câmisinin Motifleri:
Kirpi saçağın altında tuğla ile yapılmış zincir motifi yer alır.

Molla Fenarî Câmisinin Minâresi:
Câmide halen orjinal bünyesinden sadece minârenin bir kısmı ve güney duvarında bir bölüm kalabilmiştir..

Resim nOt.:
Osmanlı’dan günümüze kadar devam eden bir gelenek Bursa’da hâlâ yaşatılyor. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in doğum günü olarak kabul edilen Rebiul Evvel ayının 11. gecesi, dünyaya geldiği saat olan 03.00'te Molla Fenarî Câmisi’nde okunan mevlid-i şerif'e çok sayıda vatandaş katılmakta, Kur'an-ı Kerim ve salâvâtların okunup, program sabah namazına kardar devam ederken dâvetlilere geleneksel ikram olarak süt dağıtılmaktadır..


Resim
baŞ taŞında"muLLa feNari hazretleri"YAZmakta..

Molla Şemsüddin-i Fenari.:
(d. y. 1350, Maveraünnehir - ö. 1430, Bursa)


Din alimi, bilim adamı, müderrris, Osmanlı Devletinin İLK şeyhülislamı/ müftüsü.
Molla Şemsüddin-i Fenari yaklaşık 1350 yıllarında Maveraunnehir'de doğmuş ve Anadolu'ya göç etmiştir.

Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı ve büyük velî. İsmi Muhammed olup, babasınınki Hamza'dır. Nisbeleri Rûmî ve Fenârî, lakabı Şemsüddîn'dir. 1350 (H.751) senesinde Maveraunnehir'de Fener köyünde doğdu. Bu köyde doğması veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûliyetinden dolayı
"Fenârî" nisbetiyle meşhur oldu.

Babası Muhammed Hamza, zamânının büyük velîlerindendi. Molla Fenârî küçük yaşta babasından tasavvuf yolunu öğrenmeye başladı. Mevlânâ Alâüddîn Esved, Şeyh Cemâleddîn Aksarâyî, Şeyh Hamîdüddîn-i Kayserî'den ve zamânında bulunan diğer birçok büyük âlimden ders okudu. İlim tahsîli için Mısır'a gidip, orada bulunan meşhûr Hanefî fıkıh âlimi Kemâleddîn-i Bâbertî'den ilim öğrendi.

Molla Fenârî, İskender Târihi'ni nazm eden meşhur şâir Ahmedî ve tıpta Şifâ kitabının sâhibi tabîb Hacı Paşa ile birlikte, Mısır'da Ekmeleddîn-i Bâbertî'nin huzûrunda ders arkadaşı idiler. Bir gün bir velîyi ziyârete gitmişlerdi. Bu zât, onlara bakıp, Mevlânâ Ahmedî'ye;
"Sen, vaktini şiirde harcarsın." Hacı Paşaya; "Sen ömrünü tıpta harcarsın.", Molla Fenârî'ye ise; "Sen de, din ve dünyâ reisliğini, ilim ve takvâyı birlikte bulundurursun." buyurdu. Gerçekten de, bu zâtın buyurduğu gibi oldu. Din ilimleri yanında fizik, matematik ve astronomi de öğrenen Molla Fenârî, tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra Anadolu'ya dönerek Bursa'ya yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı.

Molla Fenârî, bir ara Bursa'daki hizmetlerini bırakıp Konya'ya gitmişti. Karaman Beyi ona çok iltifat ve ihsânlarda bulundu. Ders okutması için ricâda bulundu. Orada da ders verip talebe yetiştirdi. Burada, Yâkub-i Asfâr ve Yâkûb-i Esved gibi zâtlar ondan istifâde edip, ilimde yüksek dereceye ulaştılar. Molla Fenârî, bu iki talebesiyle dâimâ iftihâr ederdi. Karaman Beyinin kızı Gül Hâtun ile evlenerek, iki oğlu, iki kızı oldu. Sonra Osmanlı Sultânının dâveti üzerine tekrar Bursa'ya geldi. Eski hizmetlerine devâm etti. İki oğlu da, kendisi gibi âlim olarak yetişti. Onlar da Bursa'da kâdılık yapmışlardır.

Molla Fenârî, uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hâmid-i Aksarâyî'den de ilim ve feyz aldı. Büyük bir velî ve yüksek âlimlerden olan Somuncu Baba, önceleri Bursa'da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenârî de Bursa'da kadılık yapıyordu. Somuncu Baba'nın ilimdeki ve velîlikteki üstünlüğünü bilenlerdendi. Sultan Yıldırım Bâyezîd, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi inşâ ettirmeye başlamıştı. İnşâat sırasında, câmide çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba karşılamıştı. Câminin inşâsı bittiğinde, açılış günü Cumâ hutbesini okumak üzere Pâdişâhın dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan hazretlerine vazife verilmişti. O gün orada, Molla Fenârî ile berâber büyük bir âlim topluluğu da vardı. Tam Cumâ vakti gelince, Emîr Sultan Hazretleri:
"Sultânım, zamânımızın büyüğü burada bulunurken, bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu câmii şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık zât, şu kimsedir!" diyerek Somuncu Baba'yı işâret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, Pâdişâhın emri üzerine mimbere doğru yürüdü. Emîr Sultân'ın yanına gelince: "Ey Emîr'im! Niçin böyle yapıp, benim hâlimi ele verdiniz?" dedi. Emîr Sultan da: "Sizden daha üstün bir kimse göremediğim için böyle yaptım" cevâbını verdi. Cemâat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba'nın okuyacağı hutbeyi merakla beklemeye başladılar. Mimbere çıkan Somuncu Baba, öyle güzel bir hutbe îrâd buyurdu ki, o zamana kadar cemâat böyle bir hutbeyi hiç kimseden dinlememişti. Hutbede: "Ulemâdan bâzısının, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı bulunmaktadır. Onun için, bugünkü hutbemizde bu sûrenin tefsîrini yapalım." buyurdu. Fâtiha sûresinin 7 türlü tefsîrini yaptı. Bu konuda nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa'da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kâdı Molla Fenârî: "Somuncu Baba, önce bizim bu sûrenin tefsîrindeki müşkilimizi halletti. O, bunun büyük bir kerâmetiydi. Çünkü, Fâtiha'nın birinci tefsîrini bütün cemâat anlamıştı. İkinci tefsîrini, cemâatin bir kısmı anladı. Üçüncüsünü anlayanlar çok azdı. Dördüncü ve sonraki tefsîrlerini, içimizde anlıyan yok gibiydi." demekten kendini alamamıştı.

Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Baba'yı ilk ziyâret eden Molla Fenârî oldu. Bu ziyâret sırasında ona:
"Efendim, bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat anlıyamadığım bâzı yerleri vardı. Bu hutbeniz ile, anlıyamadığım yerleri açıklamış oldunuz. Medresede, hizmetlerimizin karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Helâl olmasında hiç şüpheniz olmasın. Kabûl buyurursanız, bunu size hediye etmek ve ayrıca sizin talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh edip duâ eyledi. Molla Fenârî, çok feyz ve mârifetlere kavuştu. Yazdığı tefsîrlerinde bu ince mârifetleri beyân eyledi. Bir cild büyüklüğündeki Fâtiha Tefsîri, bu ince bilgilerle doludur.

Bu hâdiseden sonra büyüklüğü herkes tarafından anlaşılan Somuncu Baba:
"Sırrımız ifşâ oldu. Herkes bizi tanıdı." diyerek Bursa'dan ayrılmak istedi. Bir sabah erkenden, Gaves Paşa Medresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba'nın Bursa'yı terk etmekte olduğunu haber alan Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip, Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu. Fakat, kabûl ettiremedi. Sonunda Bursalılara duâ etmesini taleb etti. Bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek, feyizli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti. Birbirine vedâ ederek ayrıldılar. "Duâ Çınarı" denilen bu ağaç, Bursa'nın Ankara yolu çıkışındadır.

1419 (H.822) yılında, ilk defâ Hicaz'a gidip hac yaptı. Hacdan dönerken, Mısır Sultânı Melik Müeyyid, Mısır'da kalarak ders vermesini ricâ etti. Bir müddet kalıp, ders okuttu. Birçok ulemâ ve evliyâ ile sohbet etmiş ve çeşitli meseleleri muhâsebe ve müzâkere etmişlerdir. Bu yolculuğu esnâsında Kudüs-i şerîfi de ziyâret etmişti. Çelebi Sultan Mehmed Hân dâvet edince, Bursa'ya geldi. Bu haccında Medîne-i münevverede iken, orada vefât eden büyük velî Şâh-ı Nakşibend'in halîfesi Muhammed Pârisâ'nın cenâze namazında bulundu.

1424 (H.828) yılında Sultan İkinci Murâd Hân, onu ilk şeyhülislâm olarak tâyin etti. Bu vazifeyi, adâlet ve hak üzere 6 sene yaptı. Devletin mühim işlerinde, sultanlar ve devlet adamları kendisiyle istişâre ederek, ilminden ve isâbetli görüşlerinden istifâde etmişlerdi. Ders okutması yanında, fetvâ işlerini ve Bursa kadılığını da yürüten Molla Fenârî, bir mahkeme esnâsında, sultan Yıldırım Bâyezîd Hânın şâhidliğini dahî kabûl etmemiştir. Şöyle ki: Mahkemede dâvâ konusu olan bir hâdisenin şâhidi olarak pâdişâhın da dinlenmesi îcâbetmişti. Kâdı Molla Fenârî, huzûrunda duruşmaya çıkan Pâdişâhın şehâdetini, İslâmiyetin aradığı şâhidlik şartlarından biri kendisinde bulunmadığı için red etmişti. O da, namazlarda Pâdişâhın cemâatte görülmemesiydi. Çünkü dînimizde, cemâat ile namaz kılmayı terk edenin mahkemedeki şâhidliği makbûl değildir. Bunun üzerine Yıldırım Bâyezîd Han hemen oturduğu sarayın yanına bir câmi inşâ ettirerek, beş vakit namazı, cemâati hiç terk etmeden kılmağa başladı.

Bursa'da müderrislik ve kâdılık yapan Molla Fenârî, kazzazlık (ipekçilik) yaparak da nafakasını temin etmeye çalıştı ve kazandığı paralar ile çok hayrât ve hasenâtta bulundu. Kale'de, Manastır mahallesinde ve Debbâglar semtinde olan mescidler ile, Pınarbaşı'ndaki Dâr-ül-hadîs, onun yaptırdığı eserlerdendir. Kudüs'te de bir medreseyi satın alıp, masraflarını, Anadolu'da yaptığı vakıfların gelirinden karşılamıştır. Vefâtında, çok para ve on binden çok kitap bıraktı.

1431 (H.834) senesi Receb ayında Bursa'da vefât etti. Kabri, Bursa'da Keşîş Dağı eteğinde, Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyâret edilmektedir. Kabri, Bursa'nın en yüksek semtinde bulunmaktadır. Câminin yanında bir de medresesi vardır. Ayrıca birçok hayır işleri de gerçekleştirmişti.

Molla Fenârî, Tasavvufta Zeyniyye tarîkatına mensûb idi. İpekçilikten çok iyi anladığından, kendisine yetecek kadar parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Süslü elbiselerle dolaşmaktan hiç hoşlanmazdı. Gâyet mütevâzî giyinir, başında bir dolama ile dolaşırdı. Böyle giyinmesinin sebebini soranlara;
"Elimin kazancı, daha fazlasına yetmiyor." cevâbını verirdi.

Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerinin en büyük halîfesi Şeyh Abdüllatîf-i Makdisî, Anadolu'yu şereflendirdiğinde, Molla Fenârî onun gelişini parlak bir manzûme ve güzel bir şiirle kutlamıştı. Zeynüddîn-i Hâfî de, aynı bahr ve vezinde bir karşılık söyleyerek, pekçok övücü sözler yazmış ve Molla Fenârî'ye göndermişti.


Eserleri çok kıymetlidir. Başlıcaları şunlardır:
1) Ayn-ül-A'yân: Fâtiha sûresinin tefsîridir.
2) Füsûl-ül-Bedâyi' fî Usûl-iş-Şerâyi',
3) Îsâgûcî Şerhi: Mantık ilmine dâir, bir günde yazdığı çok kıymetli şerhtir. Îsâgûcî'ye yaptığı bu şerhi, mantık ilmini çok güzel açıklamaktadır. Buna, bir gün sabahleyin başlamış, güneş batarken bitirmiştir. Bu mantık kitabı, medreselerde uzun zaman ders kitabı olarak okutulmuştur. 1886 (H.1304) yılında İstanbul'da basılmıştır.
4) Enmûzecü'l-Ulûm: Yüze yakın ilme âit meseleyi ihtivâ eden ansiklopedik bir eserdir. Bu eser, oğlu Muhammed Şâh tarafından şerh olunmuştur.
5) Ferâiz-i Sirâciyye Şerhi,
6) Şerh-i Mevâkıb üzerine Ta'likât,
7) Esâs-üt-Tasrîf,
8) Esmâ'il-Fünûn,
9) Es'ile,
10) Risâletü Ricâl-il-Gayb,
11) Risâletün fî Menâkıb-iş-Şeyh Behâüddîn-i Nakşibendî,
12) Şerhu Usûl-il-Pezdevî,
13) Şerhu Telhîs-il-câmi' el-Kebîr: Fıkıh ilmine dâirdir.
14) Şerhu Telhîs-il-Miftâh: Me'ânî ilmine dâirdir.
15) Şerh-ur-Risâlet-il-Esîriyye fil-Mîzân,
16) Şerhu Fevâid-il-Gıyâsiyye: Me'ânî ve beyân ilimlerine dâirdir.
17) Şerhu Mukatta'ât.
18) Şerh-ul-Mevâkıb: Kelâm ilmine dâir bir eserdir.
19) Hâşiyetün alâ Şerh-ış-Şemsiyye: Seyyîd Şerîf Cürcânî'nin eserine yaptığı kıymetli bir hâşiyedir.
20) Hâşiyetün alâ Dav'ıl-Miftâh,
21) Şerh-ul-Misbâh: Nahiv ilmine dâirdir.
22) Hâşiyetün alâ Şerhây-is-Seyyid ves-Sa'd lil-Miftâh,
23) Uveysât-ül-Efkâr fî İhtiyâri ülil-Ebsâr: Aklî ilimlere dâir yazdığı bir eser olup, fen ilimlerinde zor problemlerin çözüm şekillerine karşı îtirâzları inceler.
24) Misbâh-ul-Uns, Beyn-el-Ma'kûl vel-Meşhûd fî Şerh-i Miftâh-i Gayb-il-Cem'i vel-Vücûd: Sadruddîn-i Konevî'nin Miftâh-ul-Gayb adındaki eserinin şerhidir.
25) Mukaddimet-üs-Salât.

Bunlardan başka birçok metinlere, şerh ve hâşiyeleri ve tâlikâtı var ise de, tedrîs, kâdılık ve müftîlik işleriyle meşgûliyeti, eserlerinin çoğunu temize çekmeye müsâade etmeyip, müsvedde hâlinde kalmıştır.

NAMAZINI BEN KILDIRAYIM.:
Büyük İslâm âlimi Mevlânâ Şemseddîn Fenârî'nin ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Sultanın vezîri olan Hacı İvâz Paşa bir konuda Molla Fenârî'ye kızmıştı. Gözleri görmez olunca, laf olsun diye; "Dilerim ki, o âmâ ihtiyârın namazını ben kıldırayım." demişti. Bu söz Molla Fenârî'nin kulağına ulaşınca; "Ol kimse câhildir. Cenâze namazını kıldırmayı beceremez. Cenâb-ı Hakk'ın kapısından ümîdim şudur ki, bana hemen şifâ buyurup, onu âmâ eyleye ve ben onun namazını edâ edeyim." dedi. Bir süre sonra, bir gece rüyâsında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; "Tâhâ sûresini tefsîr eyle!." diye buyurdukta; "Yüksek huzûrunuzda, Kur'ân-ı kerîmi tefsîr etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor." demişti. Peygamberlerin tabîbi olan Resûlullah efendimiz mübârek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübârek tükrüğü ile ıslattıktan sonra gözleri üzerine koydu. Molla Fenârî uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde buldu, kaldırınca, görmeye başladı. Allahü teâlâya hamd ve şükretti. Pamuk ipliklerini saklayıp, öldüğü zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etti.Tam bu günlerde, vezîrin gözleri görmez oldu. Vezir bir süre sonra vefât etti ve cenâze namazını Molla Fenârî kıldırdı. Gözlerinin açılmasının bir şükrânesi olarak, 1429 (H.833) senesinde Şam yolu ile ikinci defâ hacca gitti. Bu esnâda Mısır'a ve Kudüs-i şerîfe de uğradı. Bir çok âlim ile sohbet edip onlardan istifâde etti.

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 22 Mar 2019, 19:19
gönderen kulihvani
Resim

RESÛLuLLAH’a =>ERENLer
ÖZ’ün=>SÖZünü DERENLer
“EZEL-EBED==>EMÂNet”Le
“ÖZÜ”nü>HAKk’a VERENLer!.


DEHR’in>ZamÂN.. ÂN’ın>VAKti
“ŞE’ÂN’da =>OLÂN”ın =>VAKti
“AKIL =>BÂZÂRI”-nın==>CÂNı
“NÛRU’nda =>CÂNÂN”ın>VAKti!.


DUYmak>UYmak>TEVHİD TEMEL
R E S Û L u L L A H ==>BEŞÂRETi
=>TAHKîK TEVHİD=>SÂLiH AMEL
=>“Ş E H Â D E T”-in ==>İŞÂRETi!.


ZEVK 9178

“Her İŞin BiR VAKti VARdır!.” =>KULLuğun VAKti>VÂDE-de
“EMEL TASI”-nda =>ECELi!. =>YARım NEFESLik=>BÂDE-de
ZİNCİRsiz ZİKKEsiz GEZen
AYNASız SIRRLarı=>SEZEN
=>MuhaMMedî MECZÛBLarLa=>CUMÂ CEM’i=>“ÜFTÂDE”-de!.


22.03.19. 13:01
brsbrsam..üftâdecâmimizcumacem’imizzz..


VAKtini BİL!. RABB’ın BİL ki
“NAHNU SIRRI”na=>EĞİL ki
=>HIZIR’ı>HAZIR BULURsun
SÎNEn PİSin-PASın ==>SİL ki!.


İHVÂNim =>HAYyat->HAYı’na
“RÛH’un =>BEDEN SARAYı”na
AĞZından =>ÇIKan-GİRen NE?.
SÖZ=>OKtur>DÖNmez YAYı’na!.


celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


nOt:
hava soğuktu.. Cuma namazı öncesi Üftâde Hazretlerini selâmladım Fatiha okudum. yanındaki çay ocağına yürüdüm hayrat pişi döküp dağıtıyorlar. Ben ise çay içeceğim. insanlar pişi alıp çay içmekteler. Yakın masadaki pişi yemekte olan birisi bana sertçe bakarak.: "Sıraya gir kısmetini ağlatma!." dedi. Hemen sıraya girip pişi alıp geldim masasına oturdum. İkimize de çay söyledim.. "Hacca gitmek istiyom ama nasıl olacak!." dedi. Ama konuşması kekeme ve anlaşılamıyordu. Bana: "Sen kaç kere gittin?." dedi. Ben de baştan savmaca 3 defa dedim. Birden kükredi: "5 defa.. Kerbelâ'dan da!." deyince apışıp kaldım ve gözlerinden anladım ki... Câmiye giderken: "Adımı unutma Feridun koymuşlar mış.. mışş!." dedi..

Resim

DUYmak>UYmak>TEVHİD TEMEL
R E S Û L u L L A H ==>BEŞÂRETi.:


Muhammedî olduğunu anlayan kimsenin; Söz, Fiil, Ahlâk ve Hâllerini Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i DUYması Lâzım UYması Lâyıktır ve de Şarttır.
KULLUK İMTİHANIn ASLı-Faslı da budur.


ALLAH celle celâluhu’nun Kur'ân-ı Kerimdeki TEBLİĞ, TENZİR, TEBŞİR, TEŞHİD 4 lüsü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Tek, Eşsiz, Mükemmel ve Mükemmil Mesleğidir, Mezhebidir, Meşrebidir ve Merciidir.

a-) TEBLİĞ.:

Tebliğ: Ulaştırmak. Götürmek. Bildirmek. Eriştirmek. Yetiştirme, eriştirmek.

c-) TEBŞİR.:
Müjdelemek!.
Tebşir: Uyananı CeNNetle, uyanmayanı CeheNNemle MÜJDElemek. Müjde verme, müjdeleme, muştulama. Hayır haber vermek.

d-) TEŞHİD.:
Teşhid: Uyanana da uyanmayana da ŞÂHİD olmak...

e-) DÂİYEN.:
Dâîyen-Munîrâ (Çağırıcı-Nur Saçıcı) :

f-) HİDÂYET REHBERİ.:

g-) MÜZEKKİR.:
Müzekkir: Öğütçü


Resim

DEHR’in>ZamÂN.. ÂN’ın>VAKti
“ŞE’ÂN’da =>OLÂN”ın =>VAKti
“AKIL =>BÂZÂRI”-nın==>CÂNı
“NÛRU’nda =>CÂNÂN”ın>VAKti!.:


وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
Resim---"Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr: Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. HALBUKİ HER İŞİN ULAŞACAĞI YERİ VARDIR. ''” (Kamer 54/3)

Mustakirr.: (Karar. dan) Karar bulan, bir yerde sabit ve sakin olan. Kararlı. Karargâh. Durulan yer..

Resim--- Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeten, ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh (iznillâhi), li kulli ecelin kitâb (kitâbun).: Andolsun, senden önce de elçiler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmaksızın (hiç) bir elçiye herhangi bir âyeti (mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tesbit edilmiş süre) için bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır.” (Ra’d 13/38)

Resim--- "Hüvellezi yuhyi ve yümit fe iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekun: O, hem dirilten hem de öldürendir. O, herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız «OL!» der, o da oluverir.''” (Mü’min 40/68)

Vakit öyle bir “şey” dir ki, “dehr”, “zaman”, “vakit” ve “ÂN”.. İnsana yaklaştıkça, yarım nefese kadar gelir yani, insan için en küçük zaman dilimi alıp verdiği nefes usturanın ağzı gibi, iğnenin ucu gibi, bir noktaya gelir sıkışır ve orada insanlık denenir. İnsan aklı kendisine BEDEL biçer, KIYASlar başka akıllarla, kendisine ŞART koşar ve sonunda bir SEBEB arar. SONUÇ bulmak ister. Ve bütün bunları yaparken ya kendi başına yüzme bilmeyen bir insanın denizin üstünde çırpınması gibi hayatın içinde çırpınır gider ya da, bu işi bilenler gibi DenİZe teslim olur ve yüzünde yüzer gezer batmaz..


Dehr: Zaman, çok uzun zaman, ebedi. Bin yıllık zaman. Dünya..


Resim

MuhaMMedî Gayretin Mecra’ı
MuhaMMedî Merhametin Menba’ı
MuhaMMedî MuhaBbetin Mebde’i
MuhaMMedî Hakikatın Mazharı ve Merci’i
RaSûLuLLAH sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize Sonsuz Sınırsız ve İLmuLLAHça SALLât ü SELLâm OLsun!.


Mecra’: Suyun aktığı yol. Su yolu. Kanal. ARK.. Cereyan eden yer. Bir haberin yayılma yolu. Bir şeyin dolaştığı yer.
Menba’: Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.
Mebde’: Baş taraf. Başlangıç. Başlama. Kaynak. Kök. Temel. Esas.
Mazhar: Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu, zuhur ettiği, çıktığı yer.
Merci’: Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer.


Resim


DUYmak>UYmak>TEVHİD TEMEL
R E S Û L u L L A H ==>BEŞÂRETi
=>TAHKîK TEVHİD=>SÂLiH AMEL
=>“Ş E H Â D E T”-in ==>İŞÂRETi!.:


ALLAH’ın “NahNu” =>VÂHiDi.:
“HAKk ZÂTı”nda =>ENÂ-ALLAHu Zü’L- CeLÂL!.:
HaLkında “NahNu” =>RABBu’l- ÂLeMîn celle celâlihu.:


Kâf ü NûN: KÛN feyeKÛN.. OL!. Hemence OLur!.
MuHitte.. “feyeKÛN-OLdu >sİZ”i.. ->ULuHiYyet “ENâ!.”sı >“BEN ALLAH’ım!.”
MeRKezde.. “KÛN!. OL!. BİZ”i ->RUBubiYyet “NahNu!.”su.:


“EnALLAH!”.:

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---“İNNENî ENAllâhu lâ ilâhe illâ ENÂ fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki BEN, yalnızca BEN ALLAH'ım. BENden başka ilâh yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl.”
(TâHâ 20/14)

فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtıı’l- vâdi’l- eymeni fîl buk’ati’l- mubâraketi mine’ş- şecerati en yâ mûsâ innî ENÂLLâHu RABBu’l- âlemin (âlemîne).: Oraya gelince kutlu yerde bulunan vâdînin sağ tarafındaki ağaçtan kendisine nidâ edildi: Ey Mûsâ, şüphe yok ki ben, âlemlerin Rabbi Allah'ım.”
(Kasas 28/30)

İnsÂN AKLının EReBİLdiği ve NAKLen BUYruLan ki, şU KÂiNÂt dediğimiz KüLLî ŞeYy -> NÛRuLLahtan -> NÛR-u MUhaMMed aleyhisselâmdır!.. Kısaca ZÂTuLLah ve NÛRuLLahtır YER ve GÖKLer İLe İÇİNdekiler ve’s- SeLÂM..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---"Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ
Resim---"İnnâ NAHNU nuhyî ve numîtu ve ileyne’l- masîru.: Muhakkak ki BİZ; BİZ diriltiriz ve BİZ öldürürüz. Ve dönüş BİZe’dir.”
(Kaf 50/43)

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ
Resim---"NAHNU a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.: Onların ne söylediklerini, en iyi BİZ biliriz. Ve sen onların üzerine, cabbar (zorlayıcı) değilsin. Öyleyse BENim vaadimden (vaadettiğim cezadan, azaptan) korkanları Kur’ân ile ikaz et.”
(Kaf 50/45)

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ
Resim---"NAHNU halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn (tusaddikûne).: Sizi BİZ, BİZ yarattık. Hâlâ tasdik etmiyorsanız.”
(Vâkıa 56/57)

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
Resim---"Ve NAHNU akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn (tubsirûne).: Ve BİZ, ona sizden daha yakınız fakat siz görmezsiniz.”
(Vâkıa 56/85)

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ تَنزِيلًا
Resim---"İnnâ NAHNU nezzelnâ aleyke’l- kur’âne tenzîlâ (tenzîlen).: Muhakkak ki BİZ, Biz sana Kur’ân’ı, tenzil ederek (âyet âyet) indirdik.”
(İnsân-Dehr 76/23)

“KUL”un->“ELESt”te > ÂHiDi.:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka) : Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!(Alak 96/1)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhid olduk, dediler.
(A’raf 7/172)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.”
(Kaf 50/16)

Kendinden de kendine Yakîn ve AKREB OLan RABBını MuhaMMedî GönüLLe görenler kendinen fen olur RABBına bekâ BULup ALLAHta fÂNi Olup kaybolur AKLen-nAKLen!.

“YÜReği -> Kur'ÂN OLÂN”-ın
Kur'ÂN’dır ->MAHŞeR ŞÂHiDi!.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kur’ân şefaat edicidir, şefaati kabul edilendir, şereflidir, tasdik edicidir. Kim O’nu önder edinirse O’nu cennete götürür. Kim de O’nu arkasına atacak olursa, cehenneme gönderir.” buyurdu.
(Süyûtî, el-İtkan fî ulûmi'l- Kur'ân; Keşfü'l- Hâfâ, II, 94.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kur’ân-ı kerim’i okuyun! Çünkü Kur’ân, onu okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir.” buyurdu.
(Müslim, Müsafirun 252)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mülk suresi (kabir azabına veya kabir azabına sebep olan günahla karşı) engeldir. Kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir azabından kurtarır.” buyurdu.
(Tirmizi Kur’ân 9)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:Kim kur’ânı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, Haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah (celle celâluhu) o kimseyi cennetine koyar, ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefatçı kılar.” buyurdu.

(Tirmizi Kuran 13, (nr 2905)


ZÂTuLLAH Resim SıFaTULLAH Resim ESMÂuLLAH Resim EŞYÂuLLAH..


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..

Âmin! Yâ Muîn! YâRabbenâ!..


ResimMuhaMMedi MuhabbetlerimLe...


ÜFTÂDE
kaddesallahu sırrahu..:


Manyaslı bir baba ile Bursa’nın Hamamlıkızık Köyü’nden bir annenin evladı olan Mehmet Muhyiddin Üftâde Hazretleri, 1490 yılında, Bursa’daki İnebey Çarşısı’nın üzerinde Araplar Mahallesi’nde dünyaya geldi.

Rivayete göre, Üftâde Hazretleri dünyaya geldiği zaman, annesi rüyasında oğlunu süt deryasına dalıp çıkarken görmüş ve rüyayı telaşla Üftâde’nin babasına anlatmış o da “İnşallah oğlumuzun ilim erbabı kâmil bir veli olacağına işarettir” demiş.

1580'de yine Bursa'da vefat eylemiştir. Hz. Üftâde, Bursa'da kurulup teşkilatlanan ve daha sonra Anadolu ve Balkanlar'a yayılan Celvetiye Tarikatı'nın Piri ve Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretlerinin de şeyhidir.

On altı yaşlarında, Ulucami'de fahri müezzinliğe ve muhtelif camilerde imamlığa başlayan Üftâde, bu vazifeleri on sekiz yıl sürdürdükten sonra, vaaz ve irşad hizmetlerine başlamıştır. Doğanbey, Namazgah ve Kayhan Câmilerinde hitabette bulunmuş, Azîz Mahmûd Hüdâyî de kendisini Kayhan Camii'nde tanıyarak intisab etmiştir.

Üftâde, halkın ısrarı ve Emir Sultan Hazretleri'nin rüyadaki ricası üzerine, Emir Sultan Camii Hatipliğine tayin edilmiş ve bu vazifeyi ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Aldığı maaşı da dervişlere dağıtmıştır. Fakat, daha sonraları dağın eteğinde yaptırdığı tekke ve bitişiğindeki camide, Celvetiye Tarikatı'nin talimiyle meşgul olmuştur.

Hz. Üftâde, hayatı boyunca ibadet, zühd ve takvaya son derece önem vermiş, şüpheli şeylerden uzak durmuştur. O daima halk içerisinde Hakk'ı aramış, uzlet yerine ‘celvet’i tercih etmiştir.
Üftâde Hazretleri,
Osmanlı pâdişâhlarından Kanunî Sultan Süleymân Hân zamanında, Bursa’da yaşayan evliyânın büyüklerinden. 895 (m. 1490) senesinde Bursa’da doğdu.. İsmi Muhammed olup, babası Manyaslı Mehmed Efendi’dir. Üftâde lâkabıyla meşhûr oldu. Bursa’nın çeşitli câmilerinde müezzin ve İmâm olarak vazîfe yaptı. 989 (m. 1581)’da Bursa’da vefât etti.
Muhammed Üftâde yeni doğduğunda, annesi bir rü’yâ gördü.. Çocuğu büyük bir süt deryasında yüzüyordu. Telâşla uyanıp, rü’yâyı kocasına anlattı. O da rü’yâyı: “Oğlumuz büyüyünce, inşâallah çok büyük bir âlim ve evliyâ olacak” diye ta’bir etti.
Mehmed Efendi, daha küçük yaşta bulunan oğlu Muhammed Üftâde’yi, ipek satan bir tüccârın yanına çalışmaya verdi. Muhammed Üftâde, orada çalışmaya başladı. Fakat bir hafta içinde, ustası ve babası vefât edince, çocuk yaşta ailesinin geçim yükünü omuzuna aldı. Hem çalışıyor, annesinin ve kardeşlerinin kimseye muhtaç olmadan geçinmelerini sağlıyor, hem de boş zamanlarında Bursa’daki medreselere gidip gelerek, zâhirî ilimleri öğrenmeye gayret ediyordu. Seneler sonra, zâhirî ilimleri öğrenerek, Bursa Ulu Câmii’nde müezzinlik yapmaya başladı. Daha sonra Doğan Bey Câmii’nde İmâm oldu. Senelerce bu vazîfeyi yaparak, insanların ibâdetlerini doğru olarak yapmasına vesile oldu. Muhammed Üftâde’nin, Ulu Câmi’yi medheden bir beyti, câminin batı kapısı çevresinde hâlen yazılıdır. Arabî olan beyt şöyledir:

Yâ Câmi’al-kebîr ve yâ mecma’alkibâr,
Tûbâ limen yezûrüke fil-leyli ven-nehâr..


Ma’nâsı:
Ey Ulu Câmi! Ey âlim ve evliyânın toplandığı yer!
Seni gece-gündüz ziyâret edenlere olsun müjdeler!.


Birgün rü’yâda Seyyid Emîr Buhârî hazretlerini gördü. “Bizim câmide va’z ve nasihat eyle” emri üzerine, sabahleyin Emîr Buhârî Câmii’nde va’z ve nasihate başladı.

Muhammed Üftâde, uzun boylu, müşfik bakışlı, devamlı tebessüm hâlinde olan bir zâttı. Görünüşü ile etrâfındakilere güven ve i’timâd telkin eder, herkesin takdîrine mazhar olurdu. Kur’ân-ı kerîm okurken, güzel sesinde sanki ağlıyormuş hâli müşâhede edilirdi. Kimsenin kalbini kırmaz, kalb kırarım korkusuyla kendine hakaret edenlere bile hiç karşılık vermezdi. Câmiye sabah herkesten önce gider, yatsı namazından sonra orada gece geç vakitlere kadar ibâdet ederdi. Ba’zı geceler evine giderken, ıssız sokaklarda bir sarhoşa rastlasa, ona yardım ederek evine kadar götürürdü. Herkese yardım ettiği için, Bursalılar onu çok severdi.

Vakitlerini hep ibâdet yaparak geçiren Muhammed Üftâde, tasavvuf büyüklerinin yolunda bulunmayı arzu ettiğinden, bir velînin yanında yetişmeyi çok ister idi. Bu sebeple, böyle bir velîyi hep arar durur idi. Birgün Karacabeyli Hızır Dede isminde bir velînin Bursa’ya geldiğini ve Ulu Câmi’nin yanında ikâmet ettiğini öğrendi. Onun huzûruna varıp, talebesi olmak istediğini bildirdi. O da kabûl ederek, Muhammed Üftâde’yi yetiştirmeğe başladı. Muhammed Üftâde, hocasının verdiği her vazîfeyi en güzel şekliyle yaparak hizmet ediyordu. Nefsini terbiye etmek için, nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapıyordu. Haramlardan şiddetle kaçıyor, şüpheli korkusuyla mübahların bile fazlasını terkediyordu. Bu şekilde hocası Hızır Dede’nin terbiyesinde sekiz yıl canla başla çalıştı. Onun vefâtından sonra da Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin rûhâniyetinden istifâde ederek kalb gözü açıldı, kemâle gelip olgunlaştı. Her nefes alıp vermesinde Allahü teâlâya hamd eder, cenâb-ı Hakkı bir an olsun hatırından çıkarmazdı. Lüzumsuz hiç konuşmazdı. Konuştuğu zaman da hikmetler saçar, dinleyenlerin herbiri, kabiliyeti kadar istifâde ederdi. Onun bu konuşmalarını talebesi Azîz Mahmûd Hüdâyî “Vâkı’ât” adlı eserinde topladı.

Muhammed Üftâde, hocasından sonra talebeleri yetiştirmek üzere dergâhta ders vermeğe başladı. Onların en iyi şekilde yetişmesi için gayret gösteriyor, hocasının kendisini yetiştirdiği gibi onları irşâd ediyordu.

Muhammed Üftâde hazretlerini sevenlerden fakir bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek ister, fakat gidecek pahası olmadığı için de bu arzusuna nail olamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Hanımı, yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü. Yine bir sene hac mevsiminde, parası olmadığı için gidemiyen bu fakir, bir gün üzüntüsünden aklı başından gitti ve hanımına: “Eğer bu sene de hacca gidemezsem, seni üç talak ile boşadım” dedi. Günler geçti. Kurban bayramı yaklaştı. Fakiri bir düşüncedir aldı. Hacca gidemezse, hanımı boş olacaktı. Bir yerden de borç bulup hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı birgün, aklına Muhammed Üftâde geldi. Hemen huzûruna gidip, ağlayarak durumunu anlattı. Muhammed Üftâde: “Bizim Eskici Mehmed Dede’ye git, bizim selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine derman olur” buyurdu. Fakir, sevinerek huzûrdan ayrıldı, sür’atle Mehmed Dede’nin dükkânına koştu. Mehmed Dede’ye hocasının selâmını söyleyip, derdini ona da anlattı. Mehmed Dede: “Ey fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma” dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendilerini Mekke’de buldular. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, fakiri bir anda kerâmet göstererek Hicaz’a götürmüştü. O gün, Arefe idi, hacılar Arafat’a çıkmışlardı. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip Arafat’a çıktılar. Ertesi günü Kâ’be-i Muazzamayı tavaf ettiler. Ziyâret edilecek yerlere gittikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar, hemşehrileri olan Mehmed Dede’yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir, birkaç hediye alıp, bir kısmını götürmeleri için hemşehrisi olan hacılara emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Aynı şekilde bir anda Mekke-i Mükerremeden Bursa’ya geldiler. Fakir, getirdiği ba’zı hediyelerle eve gelince, hanımı, birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve: “Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?” dedi. Kocası da: “Hanım ben hacca gittim ve geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke’den aldım” dediyse de, kadın: “Bir de yalan söylüyorsun. Üç-beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye vereceğim” dedi. Kâdıya giderek durumu anlattı ve: “Nikâhımızın fesh edilmesini istiyorum. Çünkü nikâhsız olarak yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum” dedi. O sırada Bursa kadısı, Azîz Mahmûd Hüdâyî isminde bir genç idi. Kâdı, hanımın kocasını mahkemeye çağırtarak onu da dinledi. Fakir, hacca gittiğini, Kâ’be-i mu’azzamada tavaf edip, ziyâret edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla görüşüp, getirmeleri için emânet dahî verdiğini iddia etti. Bu sebeble boşanmanın vâki olmadığını söyledi. Fakir, Mehmed Dede’yi şâhid gösterdi. Mehmed Dede de: “Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu hâlde, bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de, bir velînin bir anda Kâ’be’ye gitmesi niçin kabûl edilmez?” dedi. Kâdı hayret ederek, mahkemeyi diğer hacıların geleceği günlerden birine te’hir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar hacdan döndüler. Mahkeme gününde de, şâhid olarak fakirin hac vazîfesini yaptığını, hattâ emânet olarak verdiği şeyleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhidlerin verdiği bu ifâde ile, da’vâcı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti. Böylece, boşanma hâdisesi olmadı.
Kâdı Azîz Mahmûd Hüdâyî Efendi, bu hâdisenin günlerce etkisinden kurtulamadı. Nihâyet Eskici Mehmed Dede’nin yanına gidip: “Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için gelmiştim” deyince, o da: “Nasîbiniz bizden değil, Üftâde’dendir. Onun huzûruna giderek müracaatınızı bildirin” dedi. Kâdı, evine gitti. Hizmetçisine atının hazırlanmasını emretti. Kendisi de sırmalı kaftanını ve sarığını giyerek, hazırlanan atına bindi. Yanına seyisini de alıp, Üftâde hazretlerine gitmek üzere yola çıktı. Bugünkü Molla Fenârî Câmii’nin doğu tarafındaki sokağa geldiğinde, atının ayaklarının, bileklerine kadar kayalara saplandığını gördü. Ne kadar uğraştıysa da, atı ileri süremedi. (Bu kayanın üç kuzular semtinde olduğu da söylenmektedir.) Atından indi. Sırmalı kaftanıyla, Üftâde’nin dergâhına doğru yürüdü. Kâdı dergâha vardığında, Üftâde hazretlerinin üzerinde eski bir hırka olduğu hâlde, bahçeyi çapalamakta olduğunu gördü. Üftâde, gelenleri görünce doğruldu ve: “Ey Kâdı efendi! Herhalde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ki, biz fakirlik kapısının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sahibisin. Bu hâlde ikimiz biraraya gelip bağdaşamayız. Senin ilmin, malın, mülkün, şânın ve ma’mûr bir dünyân var. Bizim gibi kulların, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi yoktur” buyurdu. Bu sözler, Kâdı Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye o kadar te’sîr etti ki, gözlerinden iki sıra yaş döküldüğü hâlde: “Efendim! Her şeyimi mübârek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Yeter ki, talebeniz olabilmekle ve hizmetinizi görmekle şerefleneyim. Her ne emrederseniz yapmağa hazırım” dedi. Bu samimî istek üzerine, Üftâde hazretleri tane tane buyurdu ki: “Ey Bursa kadısı! Kâdılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Hergün de dergâha üç ciğer getireceksin!.” Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine söz veren Kâdı, derhâl kadılığı bırakıp, ciğer satmaya başladı. Aldığı ciğerleri Bursa sokaklarında: “Ciğerci! Ciğerciiii!” diye bağırarak satıyordu. Bursalıların hayret dolu bakışlarına, kadınların ve çocukların alay etmelerine hiç aldırmıyordu. Onu görenler: “Bursa kadısı Azîz Mahmûd Hüdâyî aklını oynatmış, tımarhânelik olmuş” diyorlardı. Bu şekilde nefsini kırıp, rûhunu yükseltmek için her türlü alaya alınmaya katlanıyordu. Her akşam! Üftâde’nin huzûruna geldiğinde hocası: “Bugün ne yaptın! Ciğerleri satabildin mi?” diye soruyor, o da, o günkü olanları anlatıyordu. Üftâde, bu şekilde yeni talebesinin nefsini kırıp terbiye ettikten sonra, Azîz Mahmûd Hüdâyî’yi, dergâhta hela temizleme işinde çalışmak üzere vazifelendirdi. Onu husûsî sohbetleri ve teveccühleri ile yetiştirmek, evliyâlık makamlarında yükseltmek için uğraştı. Nefsini terbiyede, kısa zamanda diğer talebelerden çok ileri geçtiğini gördü. Üç sene sonra ona icâzet (diploma) verdi. Yerine halîfesi, vekîli olduğunu bildirdi.
Üftâde, dergâhta talebelere ders verdiği zamanda, bir gece rü’yâsında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi gördü. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi buyurdu ki: “Talebelere bizim Mesnevî’den de okutunuz!” O da; “Farsçayı bilemiyorum” deyince, Mevlânâ hazretleri; “Sen başla bir kerre, Allahü teâlâ yardım eder” buyurdu. Ertesi sabah, hiç Fârisî bilmediği hâlde, kırk yıldır Farsça tahsili görmüş gibi Mesnevî’den va’z ve nasihat vermeğe başladı.

Osmanlı Sultânı Üçüncü Murâd Hân ile Üftâde, birgün sohbet ediyorlardı. Bir ara Üftâde, görünüşte lüzumsuz bir takım el kol hareketleri yapmağa başladı. Mübârek yüzünün rengi, hâlden hâle giriyordu. Sonra eliyle bir yer sıvarmış gibi yapmağa başladı. Pâdişâh, aniden yapılan bu hareketlere önce bir ma’nâ veremedi.

Sonra Üftâde’nin elinin siyahlaştığını da görünce; “Efendi hazretleri! Niçin böyle hareketler yapmağa başladınız! Elinizin siyahlaşmasına sebep nedir?” diye sordu. O da; “Sultânım! Teb’anızdan bir balıkçı tayfası Karadeniz’in sularında balık tutuyorlardı. Tekneleri su alacak şekilde delindi. Bizden yardım istediler. Biz de imdâdlarına yetişerek, teknelerinin deliğini ta’mir ettik. Bu sebeple elimiz karardı. Elhamdülillah müslümanların boğulmaktan kurtulmasına vesile olduk” buyurdu.

Üftâde Hazretleri birgün talebeleriyle beraber kıra gitti. Bir pınar başında oturup sohbete başladılar. Vakit ilerlemişti. Talebelerin ba’zıları acıkmışlar ve içlerinden: “Hocamız müsâade etse de bir yemek yesek” dediler. Onların bu düşüncelerini anlıyan Üftâde: “Yâ Rabbî! Bu talebelerime bir sini yemek ihsân eyle” diyerek içinden duâ etti. O anda getireni görünmeyen bir sini yemek ortaya konuverdi. Üftâde, talebelerine: “Haydi evlâtlarım, yemeklerimizi yiyelim” buyurdu. Besmele çekilerek yemek yendikten sonra, sini aniden kayboldu, ileri gelen talebelerinden Kemâl Dede: “Sini, suyun içine girdi!” diyerek sininin peşinden, suya girmeye başladı. Üftâde: “Suyun içine sakın girme!” diyene kadar, Kemâl Dede suyun içinde eli kılıçlı iki kimsenin kendisine doğru hücum ettiğini gördü. Sür’atle sudan çıkarak hocasının yanına doğru koştu. Hâdiseyi gören oradaki bütün talebeler şaşırıp kaldılar.
Birgün Üftâde hazretlerine bir kadın gelip: “Efendim! Bir oğlum vardı. Hiçbir suçu olmadığı hâlde iftiracıların şikâyeti ile hapse attılar. Hakkımızı arayacak kimsemiz yok. Ne olur bir duâ buyurun da, oğlumun suçsuz olduğu anlaşılsın” dedi. Bunu derken, kadının iki gözünden çeşme gibi yaş akıyordu. Kadının bu hâline dayanamayan Üftâde, ellerini açarak Allahü Teâlâya duâ etti. Kadına dönerek: “Evinize gidebilirsiniz” buyurdu. Kadın, merak içinde eve geldiğinde, oğlunun evde oturduğunu gördü. Oğlunun hasretiyle yanan kadın, evlâdına sarılıp gözlerinden öptü ve: “Yavrucuğum! Seni hapishâneden nasıl oldu da bıraktılar?” deyince, oğlu: “Ben de nasıl olduğunu bilemiyorum. Hapishânede otururken, bir anda bir el beni evimize koydu. Şaşırıp kaldım” dedi. Kadın, bunun Üftâde hazretlerinin bir kerâmeti olduğunu anladı.

Üftâde, bir gün katırına binmiş evine giderken, önüne ihtiyâr bir zât çıkıp, borçlu olduğunu, yaşlılık sebebiyle çalışamadığını, bu sebeple de borcunu veremediğini bildirdi. Sonra da bir miktar para istedi. Üftâde, adamın bu hâline acıdı ve: “Kimseye söylemezsen borcunu vereyim” buyurdu. Adam söz verince, Üftâde: “Şu taşı kaldır ve altındakileri al!” dedi. Adam taşı kaldırdı. Altındaki bir miktar parayı görünce, hayret ederek paraları cebine doldurdu. Üftâde hazretlerine teşekkür ederek oradan ayrıldı. Parayı saydığında, tam borcu kadar olduğunu gördü. Alacaklıya gidip borcunu verdikten sonra, tama’ ederek tekrar o taşın yanına geldi. Büyük bir heyecanla taşı kaldırdığında, hiçbirşey bulamadı. Bu işin, Üftâde’nin bir kerâmeti olduğunu anladı. Hemen huzûruna giderek talebesi olup, sohbetiyle şereflendi.
Bir gün Yalova’dan İstanbul’a bir gemi gidiyordu, İstanbul’a yaklaştıkları bir sırada, şiddetli bir rüzgâr esmeye başladı. Dalgalar gittikçe büyümeye, gemiye şiddetle vurmaya başladı. Öyle ki, dalgaların vuruşundan tahtalar gıcırdıyordu. Gemi, koca denizde bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalıyor, devrilecek gibi oluyordu. Yolcular ne yapacaklarını şaşırdılar. Herkes geminin bir tarafına birikince, tehlike daha da büyüdü. Kaptan, yolcuları teskin etmeye çalışıyor ve herkesin yerinde oturmasını tavsiye ediyordu. Herkes birbiriyle helâlleşiyor ve şimdiye kadar işlediği günahlarına tövbe ediyordu. Ba’zıları da, kurtulmaları için adakta bulunuyordu. Yolcuların arasındaki bir genç, Fâtiha-i şerîfe ve İhlâs sûrelerini okuyarak, hâsıl olan sevâbı; Peygamber efendimizin (aleyhisselâm), Eshâb-ı Kirâmın (radiyallahu anhum), evliyânın ve âlimlerin (rahmetullahi aleyhim) ve zamanın velîlerinden Üftâde hazretlerinin rûh-i şerîflerine hediye etti. Sonra da: “Yâ hazret-i Üftâde! Himmetinizi, yardımınızı istirhâm ediyorum” dedi. O anda, uzaklardan bir karaltı peyda oldu. Yaklaştıkça, bunun bir insan olduğunu, suyun üzerinde sür’atle kendilerine doğru geldiğini gördüler. Onun yürüdüğü yerlerde dalgalar hemen sâkinleşiyordu. Nihâyet o kimse, geminin yanına geldi ve gemiyi eliyle bir miktar tuttuktan sonra, geminin önünden yürümeğe başladı. Yürüdüğü yerlerde dalgalar yine sâkinleşiyordu. Bir müddet sonra gözden kayboldu. Kaptan, o kimsenin su üzerinde gittiği istikâmete göre, geminin dümenini ayarladı. Bir müddet sonra, selâmetle sahile vardılar. Herkes bu hâdise karşısında şaşırıp kaldı. Sâdece o delikanlı şaşırmamıştı. Yolcular sahile çıktıklarında, bir kimse karşılarına çıkıp onlara: “Ey yolcular! Üftâde hazretlerinin selâmı var. Sağ olduğum müddetçe, bu sırrı kimseye söylemesinler diye bana emretti” dedi.

Bir ikindi vaktinde, Muhammed Üftâde’nin yanına yaşlı bir kimse geldi: “Efendim! Bu sene çocuklarımla birlikte hacca gitmiştik. Vazifelerimizi yaptıktan sonra, maddî gücüm olmadığı için onları getiremedim. Yanlarına bir miktar para bıraktıktan sonra, ben geldim. Eğer onları buraya getirmek mümkünse, getirmenizi istirhâm edecektim” diye yalvardı. Üftâde de: “Sağlığımda kimseye söylemezseniz getirelim” buyurdu. O hacı da söylemeyeceğine söz verince, Üftâde hazretleri adamın yönünü kıbleye doğru çevirdikten sonra: “Şimdi bakınız! Kâ’be-i Muazzamanın yanındaki namaz kılan şu kimseler hanımın ve çocukların değil mi?” buyurdu. Adam hayretle, binlerce kilometre uzakta bulunan Kâ’be’nin yanındaki çocuklarını gördü. Üftâde, namaz kılan çocuklara hitâb ederek: “Annenizle birlikte, Harem-i şerîfin dışındaki deveye binip acele geliniz!” buyurdu. Çocuklar, namazlarını bitirir bitirmez annelerini aldılar ve dışarı çıktılar. Dışarda bir devenin beklediğini gördüler. Üçü birden deveye binip Bursa’ya doğru sürdüler. Devenin her adımı, gözün görebildiği uzaklığı kat ediyordu. Kısa bir zaman sonra deve, çocuklarla birlikte yanlarına geldi. Üftâde, deveye bir şeyler söyleyince, deve birden kayboldu. O, hacıya da; “Bunu sakın kimseye söyleme” diye tekrar tenbîh eyledi.
Bir kış günü akşamı, Üftâde hazretleri talebelerini toplamış sohbet ediyordu. Bir ara: “Dostlarım! Canımız taze üzüm istedi. Acaba bulmak mümkün müdür?” buyurdu. Talebeler içlerinden: “Bu kış günü, bu karda taze üzüm olur mu?” diye düşünürlerken, Azîz Mahmûd Hüdâyî de kendi kendine: “Mademki bu sözü hocam söyledi, mutlaka bunda bir hikmet vardır” diye düşünerek ayağa kalktı ve: “Efendim! Müsâade ederseniz bendeniz getireyim” dedi. Müsâade edilince sepeti aldığı gibi Bursa’nın Çekirge mevkiindeki bağa gitti. Bağ, karlar altında idi. Bir asma çubuğunun üzerinden karları temizlediğinde, salkım salkım üzümlerin sarkmakta olduğunu gördü. Bunun hocası Üftâde’nin bir kerâmeti olduğunu anlayıp, üzümleri sepete koymağa başladı. Asmadaki üzümler bittiğinde, sepet de ağzına kadar dolmuş idi. Sepeti omuzuna alarak dergâha doğru yürüdü. Hızlı hızlı yürürken, birden ayağı kaydı ve bir çukura düştü. Çukur derin olduğundan, çıkmak için çok uğraştıysa da başaramadı. Çaresiz kalınca hocası Üftâde’den yardım istemek hatırına geldi ve içinden: “İmdât! Yâ mübârek Hocam!” der demez, çukurun başından bir ses: “Ey Mahmûd! Uzat elini de yukarı çekeyim!.” dedi. Bu sesin sahibine baktı, fakat tanıyâmadı. Çukurun başındaki kimsenin kendisine gülümsediğini gördü. Utanarak elini uzattı. Yukarı çıktığında o kimseyi göremez oldu. Yine sepeti omuzuna alarak dergâha doğru sür’atle gitti. Hocasının huzûruna vardığında sohbet devam ediyordu. Omuzunda üzüm dolu sepeti gören talebeler şaşırıp kaldılar. Üftâde hazretleri, yardım edenin Hızır aleyhisselâm olduğunu söyledi. Talebeler hocaları Üftâde’nin, Allahü teâlânın katında yüksek bir velî olduğunu ve Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin hocalarına olan teslîmiyetini bir kere daha anladılar.
Birgün. Üftâde, talebeleriyle kıra çıkmıştı. Talebeler hocalarına takdim etmek üzere, çiçeklerden demet yaparak huzûra getirdiler. Herkesin çiçeğini kabûl etti. Üftâde, Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin getirdiği kırık saplı çiçeği görünce: “Evlâdım! Bütün arkadaşların demet demet çiçek getirdikleri hâlde, sen niçin kırık saplı bir çiçek getirdin?” diye sordu. Hüdâyî de: “Efendim, zât-ı âlinize ne takdim etsem azdır. Fakat hangi çiçeği koparmak için eğilsem, o çiçeğin: “Allah! Allah!” diye zikrettiğini gördüm. Ancak, bu gördüğünüz sapı kırılmış çiçeğin zikredemediğini görünce, onu size getirdim. Kusurumu bağışlamanızı istirhâm ederim” dedi. Bu cevap, Üftâde hazretlerinin çok hoşuna gitti ve Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye hayr duâlarda bulundu.

Muhammed Üftâde Hazretleri, 989 (m. 1581) senesinde Bursa’da hastalandı. Talebelerini başına toplayıp, onlara son nasîhatlarını yaptıktan sonra, Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Sağlığında kendi yaptırdığı câminin bahçesine defn edildi. Mezarının üzerine türbe yapıldı. Sandukasının başucundaki levhada şu şiir yazılıdır:

Bâğ-ı aşkın andelibi, Hazret-i Üftâde’dir.
Dertli âşıklar tabibi, Hazret-i Üftâde’dir..

Vâsıl-ı kâmil odur, tevhîd-i Zâta şübhesiz,
Gösteren râh-ı Hüdâî Hazret-i Üftâde’dir..

Eyleyen rûhundan istimdâd erişir matlûba,
Halleden her müşkilâtı, Hazret-i Üftâde’dir..

Sıdkile ol Hüdâî eşiğinde dâima,
Bil hakîkat kutbü’l- aktâb Hazret-i Üftâde’dir..


Andelib: Bülbül. Seher kuşu.
Râh: (Reh) f. Yol. Tarz. Usûl. Meslek.
İstimdâd: Medet ve yardım istemek.
Matlûb: İstek, istenilen şey. * Alacak. Ödünç verilmiş.
Müşkilât: Zorluklar, çetinlikler.
Kutbü’l- aktâb: Kutubların başı. Hilafet-i mâneviye-i Muhammediye (aleyhisselâm). Velâyet-i mâneviye makamlarının en yükseği, nübüvvet-i Muhammediyeye (aleyhisselâm) veraset makamı olup, bu makama ancak Cenâb-ı Hakkın bir atiyyesi olarak nâil olunur. Bu makamda bulunan zât, Hakikat-ı Muhammediyenin (aleyhisselâm) mazharı ve Esmâ-i İlâhiyenin câmi'idir. Her asırda bir tane bulunan bu zatların sonuncusu mezkur sıfatların en ekmeline mazhardır. Bu makam hakkında Gavs ve Kutbiyyet-i Kübrâ tâbirleri de kullanılır.


ESERLERİ.:
Hutbe mecmuası, Dîvân ve Vâkıa adlı üç eseri vardır.

Üftâde Hazretlerinin yazdığı ve halk arasında meşhûr olan bir şiiri:

Hakka âşık olanlar,
Zikrullahtan kaçar mı?.
Ârif olan cevherini,
Boş yerlere saçar mı?.

Gelsin ma’rifet olan,
Yoktur sözümde yalan,
Emmâreye kul olan,
Hayr-ü-şerri seçer mi?.

Gerçek bu söz yârenler,
Gördüm demez görenler,
Kerâmete erenler,
Gizli sırrın açar mı?.

Üftâde yanıp tüter,
Bülbüller gibi öter,
Dervişlere taş atan,
Îmân ile göçer mi?.


Resim


ÜFTÂDE CÂMİİ ve TÜRBESİ.:

Çakır Ağa Hamamından Yerkapı'ya oradan da Üftade Mahallesine gelinir. Cami ve Türbe surların yanında inşa edilmiştir. Üftade tarafından yaptırılan cami geçirdiği depremlerde tıkılmış ve 1869 yılında Serazkar Rıza Paşa tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1969 yılında da Cami derneği tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Caminin son cemaat yeri dört ayaklı önde 3 yanlarda birer olmak üzere beş kemerle bağlanmıştır. Üstü ortadaki büyük yanlardaki küçük olmak üzerekubbe ile örtülüdür. Kubbenin etrafı kurşunla kaplanmış düzlükten ibarettir. Mihrabı stelaktitlidir. Minber sonradan yapılmıştır. 36 pencere ile aydınlanmaktadır. Bina bazen 1 bazen 2 veya 3 sıra tuğla, bir sıra kesme taş ile örülmüştür. Türbe caminin doğusundadır. Kare planlıdır. 18692 da Rıza Paşa tarafından yenilenmiştir. Kitabede Üftâdenin 1580 yılında vefat ettiği kayıtlıdır. Tavandaki ahşap tavan göbeği ile batıdaki kitabesinden başka herşey yenidir. Türbe ve caminin kuzeyinde devrinin güzel mezartaşı örneklerinden çok azı günümüze gelebilmiştir.

Mehmed Muhyiddin Üftade 895 (1490) yılında Bursa'da dünyaya gelmiş, 988 (1580)'de yine Bursa'da vefat eylemiştir. Üftade, Bursa'da kurulup teşkilatlanan ve daha sonra Anadolu ve Balkanlar'a yayılan Celvetiye Tarikatı'nın Piri ve Aziz Mahmud Hüdayi'nin de şeyhidir..


Üftade Adını Alışı:
Gençlik yıllarında Ulucami ve Doğanbey Mescidi'nde fahri müezzinlik yapan Mehmed Muhyiddin'in sesi çok güzeldi. Halk O'nu dinleyebilmek için ezandan önce caminin etrafında erkenden toplanırlardı. Bir gün yaptığı bu hizmete mukabil caminin mütevellisi kendisine bir kaç akcelik maaş tayin etti. 0 gece rüyasında “mertebenden üftade oldun (düştün)” itabına maruz kalan Mehmed Muhyiddin, derhal maaşı terk ederek kendisine “Üftade” lakabını taktı. Daha sonraları da bazı şiirlerinde kullandığı sanılan “Muhyiddin” mahlasını bırakıp Üftade mahlasını kullanmaya başladı. Bu gün elimizdeki Divan'ı bu mahlasla kaleme alınmıştır.

Üftade Camisinin doğusunda yer alan türbede, 1589 yılında vefat eden Üftade, oğulları Mustafa, Mehmed, Hayreddin, Ahmed’e ait sandukalar ile kimliği belirsiz dokuz ahşap kabir bulunmaktadır. Kare planlı bir yapıdır. Türbe, 1866 yılında Serasker Hasan Rıza Paşa tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Ayrıca türbe ve caminin karşısında eski mezarlar mevcuttur.



Bursa, Pınarbaşı semti yamaçlarında bulunan Hz. Üftâde Camisi’ni Üftâde Mehmed Muhiddin XVI.yüzyılın sonlarına doğru yaptırmıştır.

Türbe ile camii yan yanadır.

Üftâde hazretleri hem büyük bir veli hem de bir kuvvetli şâirdir.

Üftâde hazretleri Celvetiye Tarikatı’nın kurucusudur.

Osman Bey ve Orhan Bey’in türbesini ziyaret edip, Tophane’de bir çay içiminden sonra, eski sokaklardan yürüyerek gitmek yolculuğunuza daha farklı bir mana katacaktır..

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Gönderilme zamanı: 29 Mar 2019, 18:46
gönderen kulihvani
Resim

HAKk’a ÜNLüYOR BURSAmız
HAKk’ı=>İNLiYOR BURSAmız
HAKk’tan>HAKk’ta
HAKk’a =>HAKk’La
HAKk’ı=>DİNLiYOR BURSAmız!.


ZEVK 9187

GEÇmiş=>TEVBE.. GELecek =>DUÂ.. Şu ÂNda=>KULLuk KAYGUsu
LÂ İLÂHe =>İLLÂ HUu =>ALLAH.. ==>DÂİMî =>DERÛN DUYGUsu
AHMEDî ŞEHÂDet ŞEREFi
=>ŞEFÂAt->ŞİFÂ HEDEFi
CUMÂ CEM’i=>YERKAPI’da.. =>CÂNÂN=>CÂN-CİHÂN=>NAHNUsu!.


29.03.19 12:48
brsbrsm..karaalicÂmisicumÂcemiii..


=>ŞE’ÂN-da =>ŞİFÂ İLÂCı
=>ŞEHÂDeti=>TEVHiD TÂCı
SELL-ü-SALLda>ABDULLAH’ın
=>MÎM-i MUHAMMED MİR’ÂCı..


HAKk’ın DAVÂsı =>ALLAH’ın
HAKk’a DÂVet RASÛLuLLAH’ın
ELLerin AÇç==>KUL İHVÂNim
=>HAKk’a DUÂ>ABDLuLLAH’ın!.



celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla ->Her YERde ->Her ÂNda ->Her HÂLde->Her NEFeste ->HABLi'L- VERiD->LüBBü'L- LÜBBümüzde LûTFet -> CÂNda CÂNÂNımız ->CEM’ et CUMÂMIza İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..



Resim
Resim
Resim

Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu..


Resim

Resim

YER KAPI CÂMİİ (Kara Ali Paşa)

Kavaklı Mahallesi Yerkapı Caddesi Osmangazi/Bursa

Hisar, Yerkapı'da bulunan bu câmi, XIV yüzyılın başlarında Sultan Orhan'ın kumandanlarından Timurtaş Paşa'nın babası Kara Ali Bey adına yaptırmıştır.
Câmi, tek kubbeli ve tek mekanlıdır. Minberi orjinaldir ve mihrabı 7 kademelidir. Yandan-doğudan girişli ve sağda minârelidir. Son cemaat yeri ve kapı sonradan yapılmıştır.
Duvar kalınlığı 1 metre olan câmi, 8,00X8,00 metre iç ölçülerinde olan câmide 5,00 metre derinliğinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Câminin üzeri bir büyük kubbe ile örtülmüş iken duvarları, moloz taşı ve tuğla ile örülmüştür..

Câmi, 1854 depreminde büyük hasar görüp kubbesi yıkılmıştır. Daha sonra yapılan onarımda yapının üzeri çatı ile örtülmüştür. 1967 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından yapılan onarımda yapının üzeri tekrar kubbe ile örtülmüştür.
Câmi yakınlarında bulunan Kireççi Emin Apartmanı'nın temelleri kazılırken büyük Bizans mozaikleri çıkmıştır. Bu zemin mozaiklerinde türlü renkte taşlar kullanılmış, güvercin, çiçek motifleri desenler, su yolları vardır. 1485 yılında burada bir Ermeni Kilisesi olduğu sanılıyor.
(Baykal (1950) s.58; vakıflar (1983) ııı. s.214; Ayverdi ı. (1966) s.274)

Karatimurtaş Paşa, Yıldırım Beyazid’ın Lâlâsıdır: Şehzâdeler 14 yaşından sonra Sancaklara Sancak Beyi olarak atanırken, onlara devlet idâresi öğrenimi için tecrübeli ve bilgili komutan ve âlimler degönderilirdi ki, en kıdemlisine “Lâlâ” denmekteydi. Sancak Beyleri, savaş çıktığında Kapıkulu askerleriyle katılırlardı.
Karatimurtaş Paşa sonradan başarılı bir Beyler Beyi olmuştur..

Karatimurtaş Paşa’nın dedesi, "Aykutalp" dir. Osmangazi’nin silah arkadaşlarındandır. 13. ve 14. yy’ın batı Anadolu’sunda Aykutalp gibi, Hasanalp gibi, Turgutalp gibi Alpler, gâziler ve Alp-gâziler önemli vazifelerde hizmet verdiler.
İşte bu kıymetli Alpler arasında önemli yeri olan Aykutalp, Karatimurtaş Paşa’nın dedesidir. Aykutalp’in oğlu Karaali Bey’dir. Karaali Bey’in oğlu Kara Timurtaş Paşa, Kara Timurtaş Paşanın çocukları, Oruç Bey, Umur Bey, Yahşi Bey ve Sitti Hatundur..

Kara Timurtaş Paşa, Bursalıların Demirtaş Paşa olarak tanıdığı kişidir ve Osmanlı Devletine çok büyük hiizmetler yapan bir âile zincirinin başıdır.. Timur, "demir" demektir. Bu yüzden Timurtaş Paşa, Demirtaş Paşa’dır. Timur ismi pek sık kullanılırdı 15. yy da. Bu yüzden Kara Timurtaş Paşa’yı, Cemal Nadir Caddesi’nde Kızılay’ın karşısında mezarı bulunan Timurtaş Paşa ile karıştırmamak gerekir, farklı kişilerdir. Kara Timurtaş Paşa Bursa’da belki en iyi "Demirtaş Paşa Hamamı"yla tanınır. Demirtaş Paşa Lisesi’nin karşısında, İnönü Caddesi’nin devamında, sağ tarafta yer alan Demirtaş Paşa Hamamı’nı bilirsiniz. En ilginci de hamamın hemen karşısında yer alan şadırvanlı minâredir. Altı şadırvan üstü minâre olan bu ilginç yapı eşi pek görülmeyen bir eserdir. İş bu eserleri yaptıran Kara Timurtaş Paşa Rumeli Beylerbeyi’dir. Sultan II. Murad’a vezir olacak kadar büyük bir devlet adamıdır. Kara Timurtaş Paşa’nın belki de en önemli özelliği ise Umurbey, Yahşi Bey ve Oruç Bey gibi Osmanlı’ya önemli hizmetleri geçmiş büyük Beylerin babası oluşudur.

ORUÇ BEY, UMUR BEY, YAHŞİ BEY..

Yahşi Bey, büyük ağabeyleridir, Niş fatihidir. Timur’la Yıldırım’ın meşhur Ankara Savaşı’nda şehid düşünceye kadar pek çok önemli hizmetlerde bulunmuştur..

Umur Bey ise, apayrı incelenmesi gereken önemli bir şahsiyettir. Bursa’da yaptırdığı câmisine kitaplar vakfedecek kadar aydın bir beydir. Ve tek şartı kitapları câmiden asla çıkarılmayacak.. Türkçeye kitaplar tercüme ettiren bilgin bir devlet adamıdır. Bursa’da ipekçilik caddesinden yukarıya çıkarken sol taraftaki arada bulunan Umur Bey Câmisi onun câmisidir. Bursa Gemlik’teki Celal Bayar’ın mezarını bulunduran Umur Bey köyü ise, mezkur Umur Bey’den almamıştır ismini. Oraya ismini veren kişi Lala Şahin Paşa’nın torunu olan Umur Bey’dir ki bu da karıştırılmamalıdır..

Oruç Bey de, Balkanlar’da Osmanlı’nın gelişmesine ve güçlenmesine önemli hizmetleri bulunan bir devlet adamıdır. Tıpkı babası ve kardeşleri gibi. Mezârı Bursa’da Hisar içinde bir evin altında yer almaktaydı ki çok değil bundan yaklaşık 8 yıl kadar önce ev yıktırılarak belediye tarafından kendisine yakışır bir türbe yapıldı..

SİTTİ HATUN VE ZAĞANOS PAŞA..

Kamberler Parkı’nı bilirsiniz; son yıllarda şehrimize kazandırılan güzel parklardan biri… Kamberler Parkı’nın ortasında tatlı bir câmi bulunur, dikkatinizi çekmiş olmalı; Sitti Hatun Câmii. Bu câmi, minâresinin külahıyla beni çocukluğuma götürür her görüşümde… Alaaddin’in Sihirli Lambası çizgi filmlerinde gördüğümüz Bağdat yapılarının kubbelerine benzer bu minarenin külahı. İşte bu tatlı câmi aynı zamanda önemli bir külliye halinde yapılmıştır. Câminin hemen yanında günümüze Osmanlı’dan ulaşmış en eski mekteb binâsı bulunuyor ve bu külliyeye ismini veren Sitti Hatun, Oruç Bey’in kızıdır. Peki kocası kimdir dersiniz? Fatih’in meşhur komutanı, veziri, sağ kolu Zağanos Paşa… Evet, yanlış okumadınız Zağanos Paşa, Oruç Beyin kızı Sitti Hatun ile evlendirdiği kişidir. Zağanos Paşa ve Sitti Hatun çiftinin, Bursalıların tanıdığı önemli bir çocukları vardır. Peki kimdir o?.

AYDEDE..

Uludağ yamaçlarına doğru baktığımızda vâdinin hemen yanındaki beyaz sevimli minâresiyle en yukarıda size göz kırpan câmiyi bilirsiniz; Aydede Câmisi. Peki kimdir bu câmiye ismini veren Aydede?. Yukarıda Zağanos Paşa ve Sitti Hatun’dan işte bu amaçla bahsettik. Bu önemli çiftin "Hamza" isminde bir çocukları olmuştu. Hamza, Hamza Bey… Hamza Bey ileride “Aydede” diye anılacağını bilemezdi elbet. Evet, Aydede’nin gerçek ismi Hamza Bey’dir. Mezar taşının üzerindeki büyük hilâlden dolayı Aydede ismi verildi zamanla Hamza Bey’e. Aslında bir devlet adamı, komutan. Ama Aydede ismiyle bir evliyâ talihini paylaşıyor şu anda. Şehrin her tarafından görülür Aydede (Hamza Bey) Câmii ve kabri. Benim size önerim bir gün Kamberler Parkına gidin, orada annesi Sitti Hatun’un oğlu Aydede’ye gururla nasıl baktığını seyredin. Görüntünün bir yanında Sitti Hatun imâretinin sevimli minâresi olsun, diğer yanda da Aydede olsun. Dağın yamaçlarından size doğru nasıl baktığını göreceksiniz… Burası BURsamda...
(Ömer Kaptan)