İFTARa ADAnan SİYAH ZEYTİN!....

Kendi yazdığınız Hikaye, Makale ve Yazıları paylaşalım.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

İFTARa ADAnan SİYAH ZEYTİN!....

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
Resim


Z-E-Y-T-İ-N

Z
-eyTİNin döllenir çiçeği, yaz sıcağında! başlar zerrenin YOLculuğu
E -n zor şartlarda yeşille başlar serüveni zehir zıkkımken YOLunda!
Y-enmek için şifası sofrada, ne açılar çeker önce kırma olurken
T-abaklarda çizmesi her aşaması ÇİLE ÇÖLÜ yarı yeşil yarı morken
İ-nişinin muteşemliği ile SİS sarar ZEYTİNi, olmazsa olmazı SİS ileyken
N-idaları yükselir avaz-avaz, yağmur ve SİS eşliğinde! KAPKARA olurken!....


Nur-ye

22.11.08
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ZEVK 3341

Zeytin Dalının Duâsı, dişi-erkek bilmez Çiçek!
Cudî Resim Ced’dir, Sinâ Resim Sîne!. Çile Çıkını Çekirdek!
Musa’ya Muhabbet Aynası! İsa’ya Aşkın Azığı!..
Muhammedî Emin Belde!. “Ve’z-Zeytuni!..” Sırrı gerçek!..


06.10.08 14:28
Gölbaşı-ankara



وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
وَطُورِ سِينِينَ
وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ
أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ

"Vettiyni vezzeytuni : Andolsun o incire, o zeytine,
Ve turi siyniyne : Sinin (Sina) dağına.
Ve hazelbeledil'emiyni: Ve bu emin olan beldeye.
Lekad halaknel'insane fiy ahseni takviymin: Biz insanı en güzel biçimde (kıvamda) yarattık.
Sümme redednahü esfele safiliyne: Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.
İllelleziyne amenu ve amillus salihati felehum ecrun gayru memnunun: Ancak iman edip yararlı işler yapan kimseler başka; onlar için kesilmez bir mükafat vardır.
Fema yükezzibuke ba'du biddin: Öyleyse bundan sonra, hangi şey sana dini yalanlatabilir?
Eleysellahu biahkemil hakimin: Allah hakimlerin hakimi değil mi?”
(Tîn 95/1-8)
Resim
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Resim

ÖZdeki NAZımızdan, ÖZETteki NİYAZımızın hürmetine ''Nurun ala Nur''u Bilenlerden - Bulanlardan - Olanlarda ve YAŞAyanlardan olmamız duası ile
Rıza Gülzârında Kemâl Gülü açsın da yol bulalım İnşaALLAH!...


Güzellikler yaşatmaktasınız- yasıtmaktasınız Allah razı olsun!

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Mecnun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 681
Kayıt: 23 Ara 2007, 02:00

Mesaj gönderen Mecnun »

Resim
ÖZdeki NAZımızdan, ÖZETteki NİYAZımızın hürmetine ''Nurun ala Nur''u Bilenlerden - Bulanlardan - Olanlarda ve YAŞAyanlardan olmamız duası ile
Rıza Gülzârında Kemâl Gülü açsın da yol bulalım İnşaALLAH!...

Güzellikler yaşatmaktasınız- yasıtmaktasınız Allah razı olsun!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/imza4.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

"Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir." (Nur Suresi, 35)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Bismillahirrahmanirrahim

35- Allah, göklerin ve yerin nurudur. Bütün âlemi meydana koyan, kâinatı gösteren, hakikati bildiren, gözleri gönülleri şenlendiren O'dur. O olmasaydı, hiçbir şey bulunmaz, hiçbir hakikat sezilmez, hiçbir neşe duyulmazdı.

Âlemde görünen âyetlerin en belirgini, duygu ve idrakimizi en çok kapsayanı, görüşümüzde bir etken olan ışık olayıdır. Işığın gözümüze teması anında dışımızdakiler ile özümüzdekilerin birbirine ulaşıp birleşmesi halinde parlayan ve genişlettiği cisimlerin dış yüzeylerini açığa çıkaran saydam ve güzel tecellisine de nur denilir ki, ışığın bir özel görünüşü olmak üzere, ışıktan farklı ve bazen ona karşıt olarak kullanılır. Şu halde nur, güzel tecellî âyeti olan hoş bir ışık tecellisidir. Ve bundan dolayı, her zaman övme yerinde kullanılır.

Bununla beraber aslı, görüşle ilgili karanlığın zıddı olan nur kavramı, Ragıb'ın Müfredat'ında dediği gibi ışık kavramından daha geneldir. Işığa ve ışığın gösterişli kırılmasına ve ışığın yansımasına da söylenildiği gibi, gerek duyguya ait ve gerekse akıl ve idrake ait her çeşit karanlıkların zıddı olan vicdan ve sezgide ortaya çıkan dış ve iç tecellî ve doğuşların hepsine de nur denilir. Hatta Allah Teâlâ'ya mecazen de olsa ışık demek caiz olmadığı halde, bu âyette Nur ism-i şerîfi geçmiştir. Halbuki En'am Sûresi'nin başında; "Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur." (En'âm, 5/1) âyeti, Allah'ın, nurun kendisi değil, var edicisi ve zıddı olan her çeşit karanlık ile nur O'nun var ettiği, yarattığı eseri olduğunu bildirmişti ve nuru Allah'a denk tutanları "Sonra kâfir olanlar, kendilerini yaratan, besleyip büyüten Rableri ile bir tutuyorlar" (En'am, 5/1) azarlaması ile sakındırmıştı. Bundan dolayı Allah'a nur denilirken, bu noktadan habersiz bulunmamak ve müteşabih bir mânâ olduğunu bilmek gerekir.

İlk önce bu iki âyetin karşılaştırılmasında ilk akla gelen mânâ "Allah, göklerin ve yerin nurunun var edicisidir." meâlinde olmasıdır. Onun için tefsircilerin birkısmı bunu ismi fâil sigası ile, yani "gökleri ve yeri nurlandıran, aydınlatan; gerek cisme ve gerekse ruha ait nurlar ile nurlandıran" diye ifade etmişlerdir. Çünkü nur, aydınlatıcıdır. Bu ifade âyetteki nurun olay mânâsına değil, fâil mânâsına; göklere ve yere izafetinin de, mef'ûlüne izafet olduğunu göstermesi itibarıyla bir anlam ifade ediyorsa da münevvirin, nurun yapıcısı olması gerekmeyeceğinden eksiktir. Halbuki Allah'ın, nurun yaratıcısı olduğu Kur'ân'da açıkça belirlenmiştir. Bundan dolayı, müfessirler burada daha birçok açıklamalarda bulunmuşlardır. Felsefeciler ve sofiler de işrakıyye (sûfistâiyye) nazariyesine temas eder gibi gördükleri bu âyet hakkında uzun bahisler yapmışlar. Hatta Gazalî, bu âyetin tefsiri için adında bir eser yazmıştır ki, bazı noktalarını özetleyelim; şöyle ki:

Nur ismi, lügatte güneşten, aydan, ateşten şu uzayda yer tutan şu cisimlerin dış yüzlerine vuran hale konulmuş bir isimdir. Ve bilinmektedir ki, bu halin şeref ve faziletine özelleştirilmesi, gözle görülen şeylerin bu sebeple ortaya çıkıp görülmesi itibariyledir. Sonra şu da bilinmektedir ki, bütün bu görülen şeyleri idrak etmek, onların ışık almalarına bağlı olduğu gibi görecek gözün var olmasına da bağlıdır. Çünkü gözle görülen şeyler, ışık aldıktan sonra dahi körlere gözükmez. O halde gören ruh, ortaya çıkma ve görünmede vazgeçilmez bir rükün olmakta, görünen ışığa denktir, eşittir. Sonra şu yönden ona tercih de edilir. Çünkü gören ruh, idrak edici, yani anlayıcıdır; idrak onunla mümkündür. Dışardaki ışık ise idrak edici değildir. Kendisiyle idrak olunan yani idrake sebep olan değil, belki idrak anında bulunandır. Ve o halde gösterme vasfı, görülen nurdan fazla gören nurun hakkıdır.

Bunun için nur ismini, gören göz nuruna, tereddüt etmeden, kullandılar da "nur-ı aynım" (gözümün nuru), "falanın nûr-ı basarı zayıflad" (Filan kimsenin görmesi zayıfladı) ve gözleri görmeyen kimse hakkında "nûr-i basarını kaybetti" (gözünün görme özelliğini kaybetti) dediler. Bu böyle olunca şunu da söyleyelim ki, insanın bir basarı, yani gözü; bir de basireti, yani idraki vardır.

Basar, yani göz; ışığı ve renkleri algılayan gözdür. Basiret de idrak ve akıl kuvvetidir. Bu iki idrakten ikisi de idrak edilenin görülmesini gerektirir. Bundan dolayı ikisi de nurdur. Fakat göz nurunda bazı kusurlar saymışlardır ki, bu kusurlar akıl nurunda yoktur. Netice olarak görme duygu ve gücü, kendisini ve idrakini ve diğer gözle görülen parçalar ile akılla bilinen parçaları ve her şeyi, geçmişi ve geleceği göremediği halde; akıl duygu ve gücü, hem kendini, hem idrakini, hem âletlerini, hem her şeyi idrak eder. Ve göz idrak ve duygusundan çok ilerilere ve derinliklere gider.

Bu sebepten, nur isminin gözün algılamasından çok, akıl algılamasına daha uygun olduğu ortaya çıkar. Bununla beraber aklî nurlar da kusur ve hatadan tamamen kurtulmuş değildir. Önce hallerin tam olarak bilinmesinde, bulunması gerekli olan ve yaratılıştan gelen düşünceler, insan cevherinin gereklerinden değildir, beraber doğmaz; bebek bunları elbette bilemez. "Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı" (Nahl, 16/78) Bu fıtrî nurlar sonradan ortaya çıkmaktadır. Buna isabette bir sebep gerekir. Bütün sebepler de netice olarak Allah'a dayanır.

Nazarî düşüncelere gelince, bunda da insanın yaratılışına çoğunlukla hata isabet ettiği muhakkaktır. Dolayısıyla akıl, bir yol göstericiye, bir mürşide muhtaçdır. En yüksek mürşid ise Allah kelâmıyla peygamberlerin irşadıdır. Ve gerçekte akıl ve basiret gözünde Kur'ân âyetleri, madde gözünde güneş ışığı yerindedir. Güneşin ışığına nur denildiği gibi Kur'ân'a da nur denilmesi daha önceliklidir. Ve işte bununla "Allah'a Peygamberine ve indirdiğimiz, o nura(Kur'âna) inanın" (Teğabün, 64/8), "Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik." (Nisâ, 4/174) âyetlerinin mânâsı ortaya çıkar.

Bu bakımdan, Peygamberin açıklamasının, güneşin ışığından daha kuvvetli olduğu ortaya çıkınca, onun kutsal nefsinin, nurlulukta güneşten daha yüksek olması gerekir. Nitekim Allah Teâlâ "Onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay yarattı." (Furkan, 25/61) diye güneşi yalnızca bir çerağ (kandil) olmakla vasıflandırdığı halde, Resul-i Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v)'yı da "Nurlu bir kandil" (Ahzab, 33/46) diye sıfatlandırmıştır. Demek ki âlemde bulunan cisimlerden güneşin diğer bir cisimden faydalanmaksızın başkalarına nur vermesi özelliği, peygamberde daha kuvvetlidir. Peygamberlik nuru, diğer beşerî şahıslardan istifade etmeksizin diğerlerine nur verir. Fakat güneşin gökyüzündeki diğer kuvvetlerle alakası yok olmadığı gibi, şu da aklî ve naklî delillerle bilinmektedir ki, peygamberlerin ruhlarında meydana gelen nurlar dahi meleklerin ruhlarında meydana gelen nurlar ile ilgilidir. Nitekim: "Allah melekleri ruh ile, kullarından istediği kimseye kendinden bir vahiy ile gönderir" (Nahl, 16/2), "Onu, Ruhu'l-Emin, senin kalbine indirdi." (Şuarâ, 26/193), "De ki: Onu Ruhu'l-Kudüs, Rabbinin katından hak ile indirdi." (Nahl, 16/102), "O vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu kuvvetlinin kuvvetlisi Cebrail öğretti." (Necm, 52/4-5) buyurulmuştur.

Yani gerçek olarak bilinmektedir ki, gökyüzü cisimleri çeşitli olduğu gibi semavî ruhlar da çeşitlidir. Bazısı faydalı, bazısı faydalanandır. Nitekim Allah Teâlâ, Cebrail (a.s)'in vasfında "Kendisine uyulan emin'dir" (Tekvir, 81/21) buyurmuştur. O meleklerin itaat olunanı, boyun eğileni olunca şüphe yoktur ki, itaat edip boyun eğenler onun emri altındadır. "Bizden herbirimiz için belli bir makam vardır" (Sâffât, 37/164) âyetince her birinin bilinen bir yeri vardır. Şu halde aynı sebeble bunlarda da faydalanılan, faydalanandan daha çok "nur" ismine hak kazanmıştır. Ve bu şekilde ruhlar âlemindeki nurların derecelerine, cisimler âleminde de bir misal vardır. Mesela güneşin ışınları aya varıp oradan bir evin içine girerek duvardaki bir aynaya düşse, sonra bundan diğer duvardaki bir aynaya aksetse, sonra ondan su dolu bir tasa düşse, daha sonra bundan evin tavanına yansısa, bunların en büyüğü kaynak olan güneşteki nur, ikinci olarak aydaki, üçüncü olarak birinci aynadaki, dördüncü olarak ikinci aynadaki, beşinci olarak sudaki, altıncı olarak tavandakidir. Ve hepsinde ilk çıkış noktasına yakın olan, uzak olandan daha güçlüdür. Bunun gibi gökyüzü nurlarında da derece derece istifade edilen nurun doğup parlaması, istifade edenden daha kuvvetlidir. Ve bütün bu nurlar, artarak ve yükselerek en büyük nurda sona erer ki, bu da Allah Teâlâ indindeki yeri itibariyle ruhların en büyüğü olan ruhtur ki, "Ruh ve meleklerin saf saf olup durduğu gün" (Nebe, 78/38) ilâhî kelâmındaki ruhtan maksat odur. Gerek aşağıdaki ateşlerin ışığı gibi bayağı ve gerek yukardaki güneş ve ay ve yıldızların ışığı gibi yüce ve ulvî olsun, bütün bu duygularla elde edilebilen nur ve ışıklar ve bunun gibi gerek yerdeki peygamberler ve velilerin ruhları ve gerek semâvî nurlar olan melekler olsun bütün bu aklî nurların hepsi, O'nun zatı dolayısıyla mümkünler cümlesindendir. Başkasının sebebiyle var olan da kedi kendine kalınca yokluğa hak kazanmış olur. Varlığı kendinden değil, başkasındandır. Halbuki, yokluk zulmet ve karanlık, varlık nur ve aydınlıktır. Buna göre Allah'tan başka her şey O'ndan sebep karanlıktır, yoktur .Ve ancak Allah Teâlâ'nın nurlandırmasıyla, nurludur, O'nun var kılmasıyla vardır. Varlıklarından sonra meydana gelen bilinişlerinin hepsi de Allah'ın varlığından meydana gelir. Yokluk karanlığında iken onları varlık ile ortaya çıkaran ve bilinmemezlik karanlığında iken üzerlerine bilinme nurlarını gönderen ancak Allah Teâlâ'dır.

Özet olarak, her şeyin ortaya çıkışı ve bilinmesi ancak O'nun açığa çıkarması ve bildirmesiyledir. Nur'un özelliği de ortaya çıkma, parlama ve bulunmadır. O halde açıkça ortaya çıkar ki, gerçekte mutlak nur, Allah Sübhânehû ve Teâlâ'dır. Ve O'ndan başkasına nur demek mecazdır. Fakat Allah gerçekten nur ise ispatında delile neden ihtiyaç duyuluyor? Bunun cevabını önce göze ait görünen nura göre anlamak kolaydır. Bir gündüz ışığında baharın yeşilliğini gördüğün zaman hiç şüphesiz bilirsin ki, sen renkleri görüyorsun ve çok defa sen renkler ile birlikte başka bir şey görmüyorsun zanneder de yeşilliğin yanında yeşillikten başka bir şey görmedim dersin, ışığı farketmezsin. Fakat güneş batarken o rengin üzerine ışığın düştüğü hal ile düşmediği halde mecburen fark edersin de şüphesiz tanırsın ki nur, renkten başka bir mânâyadır. Renkler ile beraber algılanır ve idrak olunur. Kuvvetli birleşiminden dolayı farkedilmez, açıklığının şiddetinden dolayı gizli kalır. Açıklık, böyle bazan gizli kalmaya neden olur.

Bu bilinmiş olunca şimdi şunu da bilmek gerekir ki, her şey, göze açık ışık ile göründüğü gibi, yine batınî basirete de her şey Allah ile gözükür. Allah'ın nuru her şey ile beraber bulunur da fark edilmez. Ancak bunda diğerinden bir farklılık vardır: Görünen nurun güneşin batması ile kaybolup gizlendiği düşünülür. Fakat her şeyin kendisi ile ortaya çıktığı ilâhî nurun batması veya kaybolması düşünülemez ve değişmesi imkansız olduğundan eşya ile daima beraber kalır. Ayırmakla delil getirmek yolu, kesilmiş olur. Onun kaybolmasını düşünsen gökler ve yerler yıkılır, kendinden geçersin. O zaman zarurî ilim meydana gelecek bir fark idrak olunur.

Fakat eşyanın hepsi yaratıcının varlığına şahitlik yapmakta bir ifade üzere eşit olduklarından ve bazısı değil, her şey, bazı zaman değil, her vakitte O'na hamd ile tesbih eylediklerinden ayrılık kalkmış, gizli yol kalmıştır. Zira marifette görünen yol, eşyayı zıddıyla tanımaktır. Bundan dolayı, hiç zıddı olmayan ve hiç değişmeyenin gizli kalması uzak görülmemelidir. Onun gizliliği, açıklığının şiddetindendir.

"Açıklığının şiddetinden dolayı yaratıklardan gizlenen ve nurunun parlaması sebebiyle onlara karşı perdelenen Allah'ın şanı ne yücedir!"

Gazâlî'nin bu nurlu sözleri hoştur. Fakat araştırıldığında neticesi şu oluyor ki: Allah'ın nur olmasının mânâsı bütün âlemin ve âlemdeki bütün duygularla algılanan nurların ve bilinen kuvvetlerin yaratıcısı ve mücidi, yani nurun yaratıcısı olması ve bundan dolayı nurdan asıl istenilen, nurlandırma ve meydana çıkarma, belirme ve açığa çıkma mânâlarının hakikatinin özü nurdan ve nuru bulandan çok nuru yapana ait olacağından nur isminin Allah'a daha uygun bulunmasıdır. Yalnız bu son noktada Gazâlî, izafî karşılığı olan hakikat ile mecaz karşılığı olan hakikati karıştırmıştır. Şüphe yok ki nuru yapan, nurun fevkındadır, yani ondan üstündür. Fakat bundan dolayı nuru yaratana nur denilmesi dilbilgisi yönünden hakiki mânâsında değil, mecaz olur. Hakikati o nurun sahibi olmasıdır. Böyle düşünmesi uygun değil yanlıştır.

Gerçek budur ki, yanlış bir düşünceye meydan bırakmamak için âyetin kendisi bunun, bir teşbîh-i beliğ ile temsilî bir ifade olduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki; nurunun misali, burada nurun Allah'a muzâaf kılınması da gösterir ki, öncekindeki mânâsı zahirine hamledilmediği gibi göklere ve yeryüzüne izafeti de hakikî sahibine izafet değildir. Yani gökleri ve yeryüzünü aydınlatan ve gerçek sahibi Allah olan nurun, varlık nurunun, hidayet nurunun, peygamberlik nurunun, Kur'ân nurunun, iman nurunun hayret verici vasıflarının temsili, yani benzetmesi şudur:

Sanki bir mişkât, yani arkasına nüfuz edilmez dairevî veya çokgen bir pencere. Dikkat edilirse gökyüzünde her cismin vucudu böyle arkası kapalı, önü özel bir uzaklık içinde açılmış bir pencere, bir hücre halinde yükselir. Ki içinde bir mısbâh vardır.

MISBÂH: "Sabah ve Sabâhat" maddesinden ism-i alettir ki, sabah gibi hoş ve kuvvetli aydınlık veren lamba demektir. Kur'ân'da güneşe sirâc denilmiş olduğu halde, burada misbah denilmiş olması, bunun yanında güneşin normal bir kandil kadar kalacağına işaret eder. O mısbah, bir billurda sırça, yani billur, sanki inciye benzer bir yıldız. İncimsi yıldız, zühre ve müşteri gibi inci saflığı ve güzelliği ile parıldayan bir yıldız. Öyle berrak, öyle güzel, öyle hem göklerin, hem yerin güzelliklerini kendinde toplayan bir cam. Mişkât da o camın içindeki lamba mübarek bir ağaçtan, öyle bir zeytinden tutuşturulur ki doğuya da, batıya da nisbet edilemez. Bunda başlıca iki mânâ vardır:

Birincisi, yalnız öğleden önce güneş gören doğuda değil, yalnız öğleden sonra güneş gören batı tarafında da değil hem doğuya, hem batıya bakan tepenin tam ortasında. Çünkü böyle bir yerde bulunan zeytinin yağı son derecede saf ve güzel olur.

İkincisi, yön şüphelerinden uzak, yani bildiğiniz dünya zeytinlerinden değil, mekanı olmayan bir zeytin demek olur. Önceki mânâ kendisine benzetilenin herkesce düşünülebilecek bir özelliği olmasından dolayı temsilde terşih, ikinci mânâ ise benzetilenin özelliğine işaret etmek yönünden bir tecrid ifade eder. Terşihin faydası benzetmeyi bir açıklama ile kuvvetlendirmektir. Tecridin inceliği de benzetilenin belirgin bir yönüne işaretle kendisine benzetilene üstünlüğünü ve bundan dolayı benzetmenin yanaşamayacağı bir hakikat noktasını ortaya koymaktır.

Netice olarak öyle bir zeytin ki yağı, neredeyse, kendisine bir ateş dokunmasa bile ışık verir. Bir elektrik gibi hemen yanmaya hazır; o derece saf ve parlaktır. Özet olarak Allah nuru, nur üzerine nurdur. Yani temsilden zannolunacağı gibi sınırlı beş kat değil, birisi veya tamamı da değil, sınırsız olarak her nurun kat kat üzerinde, sınırlanması ve bilinmesi mümkün olmayan bir nurdur. O halde onu niye herkes bulamıyor? İstenilene niye eremiyor? denilirse Allah, o nuruna veya o nuruyla dilediği kimseyi hidayet eder. Dolayısıyla herkes hak delili göremez, hak âyetlerini bilemez, hakkın isteğine eremez. Herkes peygamber veya velî veya mümin veya arif veya iyi bir kul olamaz. Ve onun için peygamberlik nurundan, Kur'ân nurundan, iman nurundan, ilim nurundan herkes faydalanamaz. Ve Allah insanlara (işte böyle) misaller verir. Doğrudan doğruya anlayıp idrak edemeyecekleri hakikatleri, duygularla algılanabilen misaller ile tasvir ve temsil ederek anlatır, bu da hidayeti cümlesindendir. Nitekim duygular, hayaller, lisanlar, teşbihler yalnız hakkı anlatmakaydası benzetmeyi bir açıklama ile kuvvetlendirmektir. Tecridin inceliği de benzetilenin belirgin bir yönüne işaretle kendisine benzetilene üstünlüğünü ve bundan dolayı benzetmenin yanaşamayacağı bir hakikat noktasını ortaya koymaktır.

Netice olarak öyle bir zeytin ki yağı, neredeyse, kendisine bir ateş dokunmasa bile ışık verir. Bir elektrik gibi hemen yanmaya hazır; o derece saf ve parlaktır. Özet olarak Allah nuru, nur üzerine nurdur. Yani temsilden zannolunacağı gibi sınırlı beş kat değil, birisi veya tamamı da değil, sınırsız olarak her nurun kat kat üzerinde, sınırlanması ve bilinmesi mümkün olmayan bir nurdur. O halde onu niye herkes bulamıyor? İstenilene niye eremiyor? denilirse Allah, o nuruna veya o nuruyla dilediği kimseyi hidayet eder. Dolayısıyla herkes hak delili göremez, hak âyetlerini bilemez, hakkın isteğine eremez. Herkes peygamber veya velî veya mümin veya arif veya iyi bir kul olamaz. Ve onun için peygamberlik nurundan, Kur'ân nurundan, iman nurundan, ilim nurundan herkes faydalanamaz. Ve Allah insanlara (işte böyle) misaller verir. Doğrudan doğruya anlayıp idrak edemeyecekleri hakikatleri, duygularla algılanabilen misaller ile tasvir ve temsil ederek anlatır, bu da hidayeti cümlesindendir. Nitekim duygular, hayaller, lisanlar, teşbihler yalnız hakkı anlatmak için birer mesel oldukları gibi, bu âyetteki temsil de böyledir. Bundan dolayı misallere hakikat diye bağlanıp kalmamalı, onlardan gerisindeki gerçeği sezmelidir.

Ve Allah her şeyi bilir. Aklen olanı da, hissen olanı da bilir; açığı da, gizliyi de, gerçek olanı da, temsilî olanı da bilir. Dolayısıyla her kesin duygu ve anlayışını ve faydalanma derecesini ve takip ettiği gaye ve maksadını ve tekvin ve teşride layık olup olmadığı dine yol göstermeyi ve ona göre herbirine yapacağı muameleyi de bilir.


http://www.muhammedinur.com/modules.php?name=kuranmeal
Elmalılı Muhammed Yazır tefsirinden
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Z-enginlik mi istersin istediğin ilim ise!
E-vvel ve ahirin muhabbet aynasının aşk azığından
Y- âr’ini Yâd et düşlediğin ilim deryasında!
T-ecellinin sinâsının sinesinde sabrın denenirken,
İ-drâk edilende, Muhammedî Emin Belde!.
N-iceler gelip geçti-geçecek çile çıkını çekirdekten!

NUR-ye




ZEYTİN beldesinde yaşadığımız ve FARKına varamadığım ve şu anımda FARKETTİĞİM….. 12 bilinçli yıllarımı değerlendirdiğimde DÖRTlü sistemde güzellikler saymakla bitmez……

1-sevgili anamın babamın sevgi ocağında
2-sevgili güzel yürekli eşim ocağında
3-sevgi hamurlu oğlumla
4- sevdam Nazım-Niyazımla sonsuz SEVGi evinde

Muhabbet hamuruyla yoğrulmuş alemimizin her yerinde Özel bir hava vardır. Deryadan gelen şifalı esintiyle olgunlaştır güzelim zeytin tanelerini. Her çekirdekten binlerce zeytin mühteşemliğinle Yıllarca iç içe yaşadığım bakım ve toplama işleriylede uğraştığım aşama aşama hepsinde bulunduğum en çetin kış aylarında mahsül ağaçta kalmasın diye parmaklarımızın soğuktan hisini kaybettiği yarım metre kar içinde topladığımız çetin bir iştir ZEYTİNcilik.
Anlıyacağınız NUR- ZOR-tir……Farkında olmadan senelerce nice güzel muhteşem veriler toplamışım. O zamanlar bu bilinçte olmadığımdan biraz kırıntılarında anlamını çözemediğimiz yıllarda ‘’ne işime yarar gibi sanki’’ fakat şu anda bakış açımı gereksiz biran önce bitsin de kurtulalım dediğim çetin iş bana neler neler katmış tabi o zamanlar gençlikte var ne bilecektim ki terekkürde ZEYTİNin yerini Her zaman daima söylediğim bir söz vardır yaşamımda yaşayacağım yerde zeytin ve deniz olmalı. Zeytin ağacının güzelliğini gözlerim görmeli köydeki evde zeytin odununda pişen yemekleri yemeliyiz ve o kendine has güzel kokusunu içime doya doya çekmeliyim. Denizin o değişken muhteşem mubarek maviliğini gözlerim her sabah seyretmeli. Bazen şehir değiştirmek gelsede içimizden gitsekte desek deriz ki; gitmekte olmaz toprağın altında ve üstünde nice canlarımız var SADAKATımız ve SAMİMİYETimiz SABIR ile denenirken! bize bahşedilen İMKAN ile İMTİHAN sahamızda!

Yazılan tüm cümleler Dua niyetiyle Zülcelalin huzurunda kabul olanlardan olsun...(Amin)...

MUHAMMEDİ MuHABBetlerimİZle!....
En son nur-ye tarafından 15 Haz 2009, 10:55 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

EUZUBİLLAHİMİNEŞŞEYTANİRRACİM

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

VE-T'TÎN-İ VE'Z-ZEYTUN
VE TUR-İ SÎNÎN
VE HÂZA'L-BELEDİ'L-EMÎN
LEKAD HALAKNA'L-İNSÂNE FÎ EHSENİ TAKVÎM
SUMME RADEDNÂHU ESFELE SAFİLÎN
İLLE'L-LEZÎNE ÂMENU VE AMİLU'S-SÂLİHATİ FELEHUM ECRUN GAYRU MEMNÛN
FEMÂ YUKEZZİBUKE BA'DU Bİ'D-DÎN
E LEYSA'LLAHU Bİ AHKEMİ'L-HÂKİMİN
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

sevgi canımız zeytin zevklerini hazzla okumaktayız.
gönül güzelliklerini seyretmekteyiz.
BİZ BİRiz..
sevgiyiz..


KESRET – VAHDET…

Tevhidi tekmili “Tîn” in
Zevk-i zâhiri “Zeytin” in
Emin Belde, Tûr-i Sînin
“Öz” deki “Kurbet” Efendim…


*

En güzel kıvamda insan
“Benlik Sırrı” “Cam” da insan
Esfel-i akşamda insan
Gönülde gurbet Efendim…


*

Kalbim Muhabbet Mihrabı
Teknesi Tevhid Turabı
Şuûru, Şe’en Şarabı
Şırası, şerbet Efendim…


*

Tahkik iman Salih amel
Dost Muhammed dini güzel
Verir “ecr” in Zâtı ezel
Minnetsiz elbet Efendim…


*

Kul İhvâni Hakk seninle
Ahkâmü’l-Hâkim’i dinle
İster sükût - ister inle!
Sıdk ile sabret Efendim…


28/04/ 2000 17:35
Dergâh-Antalya



وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
وَطُورِ سِين
وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ
أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ

“Vettiyni vezzeytuni. Ve turi siyniyne . Ve hazelbeledil'emiyni. Lekad halaknel'insane fiy ahseni takviymin. Sümme redednahü esfele safiliyne. İllelleziyne amenu ve amillus salihati felehum ecrun gayru memnunun Fema yükezzibuke ba'du biddin Eleysellahu biahkemil hakimin : İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.. Artık bundan sonra, ceza günü konusunda seni kim yalanlayabilir? Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?” (Tîn 95/1-7)

Kesret : Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.

Vahdet : Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) * Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması. * Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali

Kurbet : Yakınlık. * Fık: Allah'a manevî yakınlığa sebeb olan amel-i sâlih.

Gurbet :
Gariblik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el.

Minnet : İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Bera bin Azib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) seferde iken yatsı namazını birinci rekâtinde Vettini Vezzeytuni suresini okudu.”

İbni Hibban (1838) Buhari (771) Müslim (464/175) Ebu Avane (2/155) Ebu Davud (1221) Nesei (2/173) Tirmizi (310) İbni Mace (834) Begavi (598) Malik (1/790) Ahmed (4/284)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Bütün güzellikler,bütün sırlar perde ardında saklı.Cevher derinlere gömülü.Öz;aşağıların aşağısına atılmış ki;yukarıya hasret olsun.Hasret çeken yönelir sevgiliye.Uçan kuş ne bilsin,kafesteki kuş özler hürriyeti.Gönül,Ten Kafesine mahkum bir süre,fark etsin,özlesin,gayret etsin diye..


…

İlminin hâliyle hâllenen,Aşkın rengine boyanan,Hikmet pınarından bengisu akıtan birleştirir,özde bir olduğunu fark ettirir. Ötelerde arananın yanı başında,içinde olduğunu söyler de hayret ettirir. Hayret edenin adı;Salih kimsedir.


İncir;çok çekirdekli-Zeytin tek çekirdekli: İncir Kesret(Çokluk Alemine) işaret ediyor.Tek meyvede yüzlerce çekirdek barındırıyor.Zeytin ise tek çekirdekli.Zeytin bu haliyle ilk planda Vahdet Alemini (Teklik-Tevhid Boyutunu) çağrıştırıyor.

Kesret;yaşanacak boyutların ilki.Yaşadığımız alem;kesret alemi.İnsanın kendini içinde hazır bulduğu ilk boyut kesret.Vahdeti temsil eden zeytin,incirden sonra geliyor.Burada gizli bir hedef koyma ve yönlendirme söz konusu.Adeta Rabbimiz,yürümemiz gereken yolu çiziyor ve:”Kesret boyutunda kalmayın,kesret içinde vahdeti bulmaya çabalayın.Hedefiniz Tekliğe ermek olsun”,diye gönlümüze hitap ediyor.

Vahdete ermeye bakınız!...Bir ererseniz o sırra ne boyutlar açılır sizde!...Ne farklı manalarla projektör olursunuz kendinize ve insanlığa...Vahdete erince sabunlanmış gibi temizlenirsiniz Şirkten. Arınırsınız.
Arınmakla kalmaz çevrenize de arıtıcı olursunuz...

İncir;dalından alınıp,doğrudan kullanılır-Zeytin;birtakım işlemlerden geçmeden kullanılmaz: İncir olgunlaşır,toplanır,gıda olur.Zeytini dalından alıp da yiyin bakalım,yiyebilirseniz.Isırmanızla çıkarmanız bir olur.Zeytin,bir takım işlemlerden geçmeden yenmez..Sıkılır yağ olur,eritilir ateş görür de sabun olur...

Kesreti yaşamak kolaydır.Dalından alıp incir yer gibi rast gele kesret boyutunu yaşarsınız.Ne düşünce lazım,ne duygu,ne akletme!..Bedeni boyutta nefsiniz ne diyorsa onu yapar,yuvarlanır gidersiniz.

İçgüdülerin yaşamıdır Kesret. Hırs,öfke,takıntı,haset sahibi,dedikoducu insanların basit hayat tarzıdır.

Vahdet öyle mi?!..Vahdeti öyle ucuza vermezler insana.. Vahdet lezzetine erebilmeniz için bir takım aşamalar görmeniz lazım...Sıkılacaksınız önce...İmtihanlar göreceksiniz...Belalar kuşatacak sizi.Sonra biraz da yanacaksınız ki,nefsiniz erisin şöyle..Nefsiniz sıkılıp eridikçe RIZA yağı çıkacak özünüzden.
Ne lezzetlidir o yağ!...Neye katsan tadına doyum olmaz.İbadet de,hayat da tat vermez Rızasız.Yağsız yemeğin yavan oluşu gibi.Rızaya erince,kemâlâta yol açılır,insan-ı kamilden ışık alınır.

Rızaya erene Rabbinden selam gelir.(Yasin-58)Selam; kurtuluş,selam; barış, selam, iç huzuru,selam; kendiyle barışık olmak demektir.Cennetin kapısındaki meleğin adı RIDVAN;Çok hoşnut,çok razı olmuş kimse anlamına gelir.O halde;Razı olan yaşar dünyada cenneti…

Erimek için ateş,yağ çıkarmak için sıkmak gerek.Ateş;aşk,sıkmak;çiledir.Zeytini korumak için salamura şart sonra.Tuz yani,acı şeyler yani...Vahdet bilinci diri kalsın diye sürekli bela lazım desek çok mu ileri gideriz? Mevlevi dervişler ayrılırken birbirlerine:“Belân Bol Olsun Kardeşim” derlermiş.Vahdet yaşamını en üst düzeyde yaşayan Nebi-Rasüller en fazla belaya uğrayan kimseler olmuşlar.Yurtlarından sürülmüşler,savaşlar yapmışlar,hatta can vermişler o uğurda.Sonra Veliler çekmiş bu ıstırapları.
Yanmışlar, kavrulmuşlar, erimiş benlikleri…Yananlar ve ıstırap çekenler çağlar ötesine ışık saçmışlar.

Aşk deyince Mecnun’u, İnsan Sevgisi deyince Mevlana’yı konuşuyoruz asırlardır.Onlar benliklerini rafine ederek özü bulmuşlar.Rafine için ateşe,darbeye,bin bir işleme maruz kalmaya gönüllü razı olmuşlar.<Altın asitte saflaşır.Demir dövüle dövüle kılıç olur.Kaya yontula yontula tuğla olur.Ağaç kesilip biçildikçe döşeme olur.” demişler.

Kesretten vahdete geçişin doğası bu.Çile-Ateş-Istırap ve Bela.Onlar olmadan hakikati kavramak,işi tıkırında giderken Hakka ermek neredeyse hiç görülmüş değil!...Hasret,ayrılık,dert çoğaldıkça artarmış aşk ateşi.Ateş arttıkça pişer,yandıkça olgunlaşırmış insan.

Veysel Karani yıllarca yanmış Rasül diye.Medine’ye gelmiş görememiş Onu.Görse dayanamazdı belki de.Ama ayrılık ateşi onu öyle bir noktaya getirmiş ki; Rasül, sahabesine:” Benden sonra Veysel size gelecek,duasını almaya bakınız!” buyurmuş. Hz.Ömer günlerce beklemiş Veysel’in gelişini…

Yananlar,ayrılık çekenler ilham olmuş nesillere..İnsanlığın vazgeçilmez gıdası olmuş Evliyalar-Aşıklar Silsilesi…





sevgini pınar eyle gönlümüze YAVEDUD.....C.C
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Kul İhvani BİLdirmiş=
ZEVK 3322

VAHDETteki ZEYTİN ZEVKİm! KESRETte kendi NÂR Tanem!
Nur-u KÂFın Nur-u MÎMi! Nur-u CÎMdeki NÛR Tanem!
ÂLEM-İ SUGR KÂİNÂT! ÂLEM-İ KÜBR ÂDEM’DİR!
Kara GÜLüm! Mor Sünbülüm! TENde NURumuz BİR Tanem!

17.09.08. 01:14
A n t a l y a
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
Bismillahirrahmanirrahim

*Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 35)


Bir başka yorum; Nur Suresi'ndeki bu ayette ışık veren bir nesneden bahsedilmektedir. Işık veren cisim ise bir yıldıza benzetilmektedir. Ayette yıldıza benzetilen ışık veren nesnenin yakıtının doğuya veya batıya ait olmaması ise, bu cismin fiziksel boyutta bulunmadığına bir işaret olabilir. Yakıtın kaynağının enerji boyutunda olduğu düşünülürse, ayette tarif edilen yakıtın elektrik enerjisine, ışık veren cismin de elektrik ampulüne işaret ediyor olması muhtemeldir.

Ampul ayetteki tariflere son derece mutabık olan, cam içinde, yıldız gibi parlayan ve ışık saçan bir cisimdir. Ampul, kandil, gaz lambası benzeri aydınlatıcılar gibi yağla yakılmamaktadır ve ampulde ayetteki tariflere uygun olarak ateş olmadan bir yanma gerçekleşir. Ampulün içindeki ısıya dayanıklı tungsten telinin atomları arasındaki titreşim sonucu, 2.000 °C'nin üzerinde ısı oluşur. Diğer ****lleri eriten bu sıcaklık o kadar yüksektir ki, gözle görülür güçlü bir ışık ortaya çıkmasına sebep olur. Ancak bu yüksek ısıya rağmen, ampulün içinde oksijen bulunmadığı için ayetteki tariflere mutabık olarak yanma gerçekleşmez. Ayrıca ampulün ortasında parlayan tel de parlak bir yıldızın uzaktan görünümüne çok benzemektedir.

Elektriğin dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri olduğu, dünyanın hemen hemen tümünün elektrik enerjisiyle çalışan ampuller vasıtasıyla aydınlatıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, ayetin bu önemli keşfe işaret ettiği düşünülebilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bu konuyla ilgili bir diğer izah da yıldızlardaki nükleer reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan ışık olarak düşünülebilir. Yıldızlar, nükleer reaksiyonlardan kaynaklanan çok büyük miktarlarda ısı, ışık yayan, son derece sıcak, parlak, döner gaz kütleleridir. Yeni oluşan büyük yıldızlar çoğunlukla kendi çekim kuvvetleriyle büzülmeye başlarlar. Bunun sonucunda merkezleri daha yoğun ve daha sıcak olur. Yıldızın merkezindeki madde yeterince ısındığında -en az 10 milyon oC olduğunda- ise nükleer reaksiyonlar başlar.56Bir yıldızın içinde gerçekleşen olay, hidrojenin dev bir enerji ile (füzyonla) helyuma dönüşmesidir. Yıldızlarda kütlenin büyüklüğünden kaynaklanan çekim kuvveti, 4 hidrojen atomunu 1 helyum atomu oluşturmak üzere kaynaştırmaktadır. Bu esnada açığa çıkan enerji, kütlenin yüzeyinden ışık ve ısı halinde dışarı yayılır. Hidrojen tükendiğinde, yıldızda aynı şekilde daha ağır elementler oluşturmak üzere helyum yanmaya (füzyona) devam eder. Bu reaksiyonlar yıldızın kütlesi tükenene kadar devam eder.

Ancak yıldızlardaki reaksiyonlarda oksijen kullanılmadığı için, yanan odunda olduğu gibi sıradan bir yanma gerçekleşmez. Yıldızlarda dev alevler şeklinde görünen yanma da, gerçekte ateşten kaynaklanmaz. Nitekim ayette de bu tür bir yanma şekline işaret edilmektedir. Ayrıca ayette bir yıldızdan, onun yakıtından ve ateş olmayan bir yanmadan -yani reaksiyondan- bahsedildiği düşünülürse, ayetin yıldızlardaki ışık oluşumuna ve yanma şekline işaret ettiği şeklinde de düşünülebilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Resim
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Muhammedî Emin Belde!. “Ve’z-Zeytuni!..” Sırrı gerçek!..
İ-nişinin muteşemliği ile SİS sarar ZEYTİNi, olmazsa olmazı SİS ileyken!

ZEYTİNin YAĞı sarsın bizi!...
SIRRı ışık ışık aydınlatsın hepimizi!.......
Göremeyen gözlerimizi gördürsün, duyamıyan kulaklarımızı duydursun, konuşamıyan ağzımızı konuştursun inşallah....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Mecnun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 681
Kayıt: 23 Ara 2007, 02:00

Mesaj gönderen Mecnun »

NuruM yazdı:
Muhammedî Emin Belde!. “Ve’z-Zeytuni!..” Sırrı gerçek!..
İ-nişinin muteşemliği ile SİS sarar ZEYTİNi, olmazsa olmazı SİS ileyken!

ZEYTİNin YAĞı sarsın bizi!...
SIRRı ışık ışık aydınlatsın hepimizi!.......
Göremeyen gözlerimizi gördürsün, duyamıyan kulaklarımızı duydursun, konuşamıyan ağzımızı konuştursun inşallah....

Nur-ye kardeşim ellerine sağlık!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/imza4.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Eleysellahu biahkemil hakimin: Allah hakimlerin hakimi değil mi?” (Tîn 95/8)
ankakusu yazdı:Resim---------------Resim
----EL HAKÎMÜ (Zâtî)----------- EL HAKEMÜ (İnsanî)


Hükm (iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek, hükmetmek, yargıda bulunmak) masdarından sıfat isim.

Hakîm ismi, Kur'ân-ı Kerîm'de 97 âyette geçmektedir.
5 âyette Kur'ân-ı Kerîm'e nisbet, 1 âyette Kur'ân-ı Kerîm'in indirildiği mübârek gecede tesbit edilen her emrin sıfatı olarak bildirilmiştir.
91 âyette ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmiştir.
Aynı kökten türeyen hikmet kelimesi de 10 âyette ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmiştir.
El Hakîmü ismi, El Azîzü, El Vâsi'u, El Alîyyü, El Hamîdü ve Et Tevvâbü isimleriyle birlikte âyet sonlarında buyurulmuştur.
El Hakîmü ismiyle El Alîmü, El Habîru, El Vâsi'u, El Bedi'u isimleri arasında anlam örtüşmesi vardır.

El Hakemü ismi de hükm kökündendir ve kanun koyuculuğu da içerdiğinden daha kapsamlıdır.

Hüküm kelimesi ve türevleri Kur'ân-ı Kerîm'de 210 âyette geçmektedir.
Bunlardan 27 si fiil kalıplarıyla ve 17 si de hükm şeklinde ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmiştir.
3 âyette Hayrü'l- Hakîmin, 2 âyette Ahkemü'l- Hakîmin şeklindedir.
ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e izâfe edilen Hakemlikler (hüküm ve hikmet bileliği) içinde âhiretteki Hakemlik de elbette önemlidir.


Resim--- Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), künyesi "Ebu'l-Hakem" olan Hânî ibni Yezîd'e: "Hakem, sadece ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL dir, her türlü hüküm O'na aittir." buyurunca künyesini "Ebu Şüreyh" olarak değiştirmiştir.
(Ebu Davûd, Edeb, 70-4955; Nesâî, Kudât 7,8-276,277)


El Hakemü ismiyle; El Mâni'u, El Hakîmü, El Kâdiru, El Kaviyyü, El Metinü ve El Muktediru isimleri arasında anlam örtüşmesi vardır.

Yine hükm masdarından türeyen "hikmet" kelimesi de "ihkam" (engellemek, sağlam olmak) masdarıyla da ilişkilidir.
Hikmet ve hüküm, genellikle bilmeyi, bilerek hükmetmeyi, anlamayı ve lâzım ve lâyıkı yerli yerince kullanmayı da kapsarlar.
"hükm" dışa, "hikm" ise içe yöneliktir.
Bu hüviyyet ve mâhiyyet bilmekliği ve anlamaklığı, anlatımla anlatıştan ziyâde Muhammedî Tasavvuf'un her hususunda olduğu gibi bizzât birebir yaşayışla bilinir, bulunur ve olunur İnşâallah.
Yine de gençlerimize elimizden gelen her türlü kemâl kültürünü arzetmeye azmimiz var hamdolsun.
Biliyorum ki nice prof. cübbeli benlikçiler çıkacak ve ahkam kesecekler de neden doyurucu bir eser yazamadıklarını düşünmeyecekler.
Azîz gençler, hiç unutmayınız ki biz hasbî ve habibî hizmette isimsiz ilkleriz ve gençlerimizi kendimize değil de Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izine ve "BİZ"ine çağırıyoruz.
Hedefimizde yalnızca ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in rızasını ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in gönül hoşnutluğunu kazanmak kemâli vardır.

Hikmet Kur'ân-ı Kerîm'de 20 âyette geçer ve 10 âyette kitab kelimesi ile birliktedir.
Muhammedî Edeb anlayışıyla ilmi kullanış yolu hikmettir.
Bilmek, anlamak ve uygulamak uygunluğu ve disiplini olan hikmet ve hikmet ehli oluş şuûru…
Kendinde gizli gerçeğin farkına varış ve faydalanış hikmeti, insanın özündeki sebeb-sonuç arasındaki amaç anlayışıdır.
Bu ise açılan ilham penceresinden İlâhî ilham rüzgârının girmesi ve derûni duyuş damlalarıdır.
Muhammedî Mârifet meşkidir…
Teoridekinin pratikte işleniş sanatı…
Yazılan şeker kelimesi de, sözle söylenen şeker de ve elde tutulan şeker de, şeker değildir.
Şekerin, yenilen ve her hücrede var olanın "BİZ"le "BİLE" oluşunu anlayıştan ötede bizzât yaşayış mutluluğunun sırrı hikmet…
İnsan aklının bâtınî (iç) tasavvur bilgisiyle (teorik), zâhirî (dış) tasdik uygulayışı edebinin (pratik) kemâlâtı hikmetin hâl-i hazırıdır.
İlimde iffet, edebde şecâat, hükümde hikmet, ahdinde sebât ve fiilde adalettir Muhammedî Şuûr hikmeti…
Nefsin (aklın) kendini, hayatı ve kâ inâtı kendi özünden seziş ve yaşayış hikmeti…
Aklın ve naklin umut uygunluğu…
Derûnî duyuş (hakk) ve uyuş (hayr) davranışı...


El Hakîmü : Hikmet sahibi olup, başkasını müdahale ettirmeden hükmeden ve idâre eden; Gâlib olup Hak ve adâlet üzere yürüten, her işi lâzım, lâyık ve yerli yerinde olan.
Hakîm-i Mutlak. Mutlak hikmet sahibi Alîm ve Hakîm olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Hüküm ve hikmet sahibi, hükmünü hikmetle uygulayan ve uygulatan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

El Hakemü : Haklı-haksızı tek ayırıcı ve son hükmü verecek olan Hakem.
Mutlak hükmedici ve uygulatıcı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Haküme : Hâkim olmak. Hikmetli olmak.
Hakeme : Hükmetmek. Yönetmek. İdâre etmek. Birini istediğinden alıkoyup menetmek.
Tehakeme : Tahakküm. bir işte tasarruf edip isteğince hükmetmek.
Hikmet : Hikmet. Felsefe. Adâlet. İlim. Hilim. Nebîlik. Kur'ân-ı Kerîm. İncil. Veciz söz.


EL HAKÎMÜ (celle celâluhu) ZEVKİ:

İlim ve irfânın zirvesi hikmete vesiledir.
Hikmete hâmil hakikatidir.




KUL İHVANİ
-ESMÂLAR-
Resim
Cevapla

“►Kendi Yazdıklarınız◄” sayfasına dön