YA SEN KİMİNLEYDİN???
-
- Dost Üye
- Mesajlar: 98
- Kayıt: 30 Eyl 2007, 02:00
YA SEN KİMİNLEYDİN???
İzmirde yağan yağmuru seyrederken; Allahın sonsuz rahmeti geldi aklıma.
Havada; Hidrojen, Azot, Oksijen bulunduğu ve her an HNO3 formülündeki kezzap yağması için tüm koşullar mevcut olduğu halde, her seferinde su yağması rahmetten başka nedir ki??
Ünlü bir kimyacı: Her hava kapandığında, benzim solar, korkudan tir tir titrerim, her an kezzap yağabilir diye, ama ne mucizedir ki her zaman su yağıyor.
Sonra halime bakıyorum, böyle merhametli, şefkatli Rabbin için ne yaptın??
Cevap, kocaman bir "HİİİÇ!.."
Tamam, Onun hiçbir şeye muhtaçlığı yok, ama en azından Ondan gafil yaşamasaydın.
Sonra Şeyh Şıbli'nin ahiretteki suallerden bahseden vaize: Vâiz efendi! Suâllerin en mühimini unuttunuz! Allâh Teâlâ kısaca soracak ki: Ey kulum! Ben her an seninleydim, sen kiminleydin? sözü geldi aklıma.
Mâsivayla, nefsaniyetimizle öyle birlikteyiz ki, öyle meşgulüz ki acaba gün içinde en azından bir ANımızı Allah ile geçirebiliyor muyuz?
Namazda dahi Onunla mıyız?
Yoksa, alışverişte veya dünyalık işlerde mi??
Ben ne yazık ki; Allah ile olmayı başaramayan gariplerdenim.
Ah! Gafil Nefs, her AN Allah ile olduğun bilincine varsan, her halin ibadet olacak, bir idrak etsen Ondan uzak olarak büyük bir gaflette olduğunu
Geçen yaz, Oğlumun ve eşimin ısrarıyla Fethiyede bir otele gitmiştik.
Bir yeryüzü cenneti sayılabilecek Ölü denizde her şey dahil bir otel, hizmetliler emrine amade, yediğin önünde yemediğin arkanda bir yer.
Ama ben, orada ruhumun cenderede sıkışıp, ezildiğini hissettim.
İçimden dedim ki, demek ki cenneti cennet eden Allahın, Resulünün ve onun varisleri olan evliyaullahın varlığıdır, onlarsız, köşkü, gılmanı, huriyi neyleyeyim
Eşime, konuyu açıp, burada daraldığımı, namazlarımda dahi huşu bulamadığımı söylediğimde, benim hiçbir şeyden zevk almadığımı ve nankörlük ettiğimi söyledi.
O kadar kötü oldum ve kendimi bir an o kadar yalnız hissettim ki..
Sanki gurbetteyim, kendi vatanımı özlüyorum.
Neyse ki yanımda dost olarak, Geylaninin Fütuhul Gaybı, ve de Hazreti İnsan kitabım vardı.
Plaja iki metre mesafede, bir ağaç altında gizlenmiş, Fütuhul Gayb okuyan bir kadın
Gören olsa belki de deli olduğumu düşünürdü.
Geylani Hazretleri, kitabı açtığımda sanki halimi anlamışçasına öğüt veriyordu.
Dünya tuzağı, öldürücü zehirleri ile düşkünlerine verilmiştir.
Gafletle Dünyayı, zahirdeki güzelliği ile görürsen aldanma...
O, hilesi, dokunanı derhal öldürür.
Onda sadakat, onda vefa diye bir şey yoktur.
Ona iyi gözle bakıp hoşlanma; şöyle ol: Sahrada bir adam çırılçıplak kazayı hacete oturmuş.
Hem edep yeri görünüyor, hem de koku geliyor.
Sen mecbursun; hem burnunu tutacak, hem de gözünü kapayacaksın.
İşte dünyanın hali.
Ondan kurtulmak için hem gözünü kapa, hem de burnunu tut...
Dünyaya ihtiyacın kadar bağlan! kalpten sevme; Nasibin ne ise gelir üzülme..!
Bir ara Hazreti İnsan kitabına geçtim.
Onu okurken, aklıma rahmetli oğlum geldi.
Tatile gelmeden az önce onu rüyamda görmüştüm.
Karanlık bir yerde uyuyordu, nedense yanına giderken beni tanımayabilir, düşüncesiyle gittim.
Yanına vardığımda, gözlerini açıp bana baktı, bakışlarından beni tanımadığını hissettim.
Bana: "Siz, temsilcilerden misiniz?" diye sordu.
Ben de, annenim demek yerine öyle olmadığı halde gayri ihtiyari: Evet temsilcilerdenim, bir isteğin mi var? Dedim.
"Şeyyy dedi, bu gün Saraylı çıkabilir mi acaba?"
Ben de tamam, konuşayım, dedim.
Uyandığımda, aklımda iki soru vardı.
Temsilciler kimdi? Saraylı neydi?
O günün akşamı, karşı komşum kapıyı çaldı ve elinde torunu için okuttuğu mevlitte ikram etmek üzere yaptığı bir tatlı tabağı vardı.
Eşim, tatlıyı görünce bana, bizim oralarda bu tatlıya Saraylı derler, bilir misin? Dedi.
Saraylının ne olduğunu öğrenmiştim ama temsilciler kimlerdi, asıl bunu merak ediyordum.
Gözlerim Ölü denize dalmıştı, sessiz sözsüz gönül diliyle o an Rabbime sordum:
Allahım, oğlumun bahsettiği bu temsilciler kimlerdir acaba?
İçimde cevap alacağıma dair güçlü bir hisle kitaba döndüm.
Okuduğum sayfanın son satırlarındaki cümle hemen gözüme çarptı.
Diyor du ki: İnsan-ı Kamiller Allahın yeryüzündeki TEMSİLCİLERİDİR." Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı.
Öyle ürpermiştim ki, tüm samimiyetimle sorumu Allaha yöneltmiştim ve cevapta hemen gelivermişti.
Gözlerim doldu: Allahım dedim sen hep benimleydin, bense yalnızım, gurbetteyim diye sızlanıp duruyordum!"
Nefsimle öyle meşguldüm ki, senin benimle her an beraber olduğunu unutup gitmişim.
Demek ki cenneti yaşamak için ahirete gerek yok, seninle olduğumu idrak etmek, bana şah damarımdan daha yakın olduğunu hissetmek cennetin ta kendisi.
Bu kelimelerle ifadesi mümkün olamayacak kadar muhteşem bir duygu.
Anladım ki, insan her an Allah ile olduğunun idrakiyle yaşadığında cenneti, nefsine uyduğu zaman ise cehennemi yaşıyor.
Her an cenneti yaşamak varken, nefsin türlü kirlerinden, kinlerden, nefretlerden, hasetlerden, düşmanlıklardan ötürü hep cehennemi yaşıyoruz.
Dünyamızı kendi ellerimizle zindan ediyoruz.
Bunca yük ile bu yolda nasıl yürünür?
Nasıl vuslata erilir?
Uzay mekiği bile her katmanda yüklerinden kurtulup, özüyle merkeze ulaşıyor.
Bir yazıda okumuştum: Benliği ortada dimdik dururken, Allah a ulaşmayı dileyen kişinin hali, kuyruğunu yakalamaya çalışan kedinin haline benzer. diyordu.
Allah cümlemize, bu yüklerden kurtulup, dünyasını da ahirini de cennet eyleyenlerden olmayı nasip eder, inşallah!..
- MINA
- Özel Üye
- Mesajlar: 2740
- Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00
Kimi dosta varır dosta bend olur
Kimi nefse uyar kahrolur gider
Kimi gülistanda gonca gül olur
Kimi gonca güle hâr olur gider.
Kimi tevbe eder esfiya olur
Kimi inat eder eşkıya gider
Kimi Ahmed seni uzaktan tanır
Kimi yaklaşır da kör olur gider.
Hikâyesi
Şair Ahmedin Denizlide dostları vardır ve bu dostlarından bir tanesi şairin elinde olmadan şaire küser. Şaire acıklı bir mektup yazar. Mektubu alan şair, derhal Denizliye varır. Ama dostu, dost olmaktan uzak kalır. Der ki: Sen köprü olsan seni o kadar çok severim ki üzerine basıp geçemem ama dostluğumuz bu kadar...
Ne yapsın şair, eli böğründe geri döner. Ders alınacak ve bu sözler zuhura gelecektir ya önce söz vardır diyenlerin tersine önce olay gerçekleşir. Sonra olayın sözü gelecektir.
Çünkü insan gördüğünü anlamaya meyillidir ve somut olanı sever. Uzun zaman geçmiştir. Şair, Mahmutpaşadaki kravatçı dükkanı ile Fatih-Kıztaşı arasında gider gelir Bu gidip gelmelerin birinde Denizlide bıraktığı dostu ile Beyazıt Camisinin önünde denk gelir.
Gelir gelmesine ama dostu sevdiği şaire yüz çevirir. Şairi görür görmez yüzünü döner. Ne yapsın şair? Bir umutla dosta kavuşma beklemesi hüsran bağrına uğrar. Eve gelir ve bu sözler dökülür kalemine. Gönül yaralıdır. Bu hikâyeyi dinlediğimde acının ilk günkü gibi taze olduğumu anladım. Acı bitmez denen şey böyle olsa gerek. Küllenir küllenir ama kül bir kez yeniden yakılmaya görsün ateş senelerin, ayların birikimiyle daha fazla yakar.
Zaten bunca yazılan ve söylenen şey hâle yansıması için değil mi? Her şey aslında kendimize döndürmek için değil mi?
Hem ne demiş Nesimi:
Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime
Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni
Sofular haram demişler bu aşkın badesine
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne
Nesimi'ye sormuşlar yarin ilen hoş musun
Hoş oluyum olmuyayım o yar benim kime ne
Kimi nefse uyar kahrolur gider
Kimi gülistanda gonca gül olur
Kimi gonca güle hâr olur gider.
Kimi tevbe eder esfiya olur
Kimi inat eder eşkıya gider
Kimi Ahmed seni uzaktan tanır
Kimi yaklaşır da kör olur gider.
Hikâyesi
Şair Ahmedin Denizlide dostları vardır ve bu dostlarından bir tanesi şairin elinde olmadan şaire küser. Şaire acıklı bir mektup yazar. Mektubu alan şair, derhal Denizliye varır. Ama dostu, dost olmaktan uzak kalır. Der ki: Sen köprü olsan seni o kadar çok severim ki üzerine basıp geçemem ama dostluğumuz bu kadar...
Ne yapsın şair, eli böğründe geri döner. Ders alınacak ve bu sözler zuhura gelecektir ya önce söz vardır diyenlerin tersine önce olay gerçekleşir. Sonra olayın sözü gelecektir.
Çünkü insan gördüğünü anlamaya meyillidir ve somut olanı sever. Uzun zaman geçmiştir. Şair, Mahmutpaşadaki kravatçı dükkanı ile Fatih-Kıztaşı arasında gider gelir Bu gidip gelmelerin birinde Denizlide bıraktığı dostu ile Beyazıt Camisinin önünde denk gelir.
Gelir gelmesine ama dostu sevdiği şaire yüz çevirir. Şairi görür görmez yüzünü döner. Ne yapsın şair? Bir umutla dosta kavuşma beklemesi hüsran bağrına uğrar. Eve gelir ve bu sözler dökülür kalemine. Gönül yaralıdır. Bu hikâyeyi dinlediğimde acının ilk günkü gibi taze olduğumu anladım. Acı bitmez denen şey böyle olsa gerek. Küllenir küllenir ama kül bir kez yeniden yakılmaya görsün ateş senelerin, ayların birikimiyle daha fazla yakar.
Zaten bunca yazılan ve söylenen şey hâle yansıması için değil mi? Her şey aslında kendimize döndürmek için değil mi?
Hem ne demiş Nesimi:
Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime
Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni
Sofular haram demişler bu aşkın badesine
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne
Nesimi'ye sormuşlar yarin ilen hoş musun
Hoş oluyum olmuyayım o yar benim kime ne
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''
Hacc / 78
Hacc / 78
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
- MINA
- Özel Üye
- Mesajlar: 2740
- Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00
Bir mümin kulun gönlü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-e ne kadar muhabbetle dolarsa o kadar azâb-ı ilâhîden uzaklaşmış olur. Bu Cenâb-ı Hakkın yüce bir vaadidir. Âyet-i kerîmede buyrulur: (Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde iken Allâh onlara azâb edecek değildir!.. (el-Enfâl 33)
KAİNATIN SOLMAYAN GÜL'ünün KOKUsu ÜZERİmize, ŞEFAATİ BİZimle OLsun....
İNŞALLAH!...
İnşa eden Allah..(c.c)
****
Aşkla bakmak; yürekle bakmak demektir. Göz sadece bir fonksiyonu yürütür; ama fonksiyonun içini dolduran, onu sanata dönüştüren gönüldür. Biz gözümüzle bakarız; ama gören gönüldür. Gönlümüzde aşk varsa, gözün gördüğü güzeldir.
Aşık olan kişiler deli olagan olur,
Aşk nedir bilmeyenler âna gülegan olur,
Sakın gülme sen âne , deli değildir sane,
Kişi neye gülerse başa gelegân olur,
Aşık Yunus sen dahi, incitme aşıkları,
Aşıkların duası kabul olagan olur .
AŞK-ı DUA ile..
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''
Hacc / 78
Hacc / 78
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Değerli mukarreb cankardeşim,
Derunî dilinizi dinlemekten ve ÖZdeşleşip Muhammedî SEV-iyede,
BiZ-BiR-iZ OL-maktan HaZZ Duymaktayız..
Gönlünüze Selâm-et DUAmızla..
LeB-LeB-i
SeBeB-i
cÂN-da CÂN-ÂN
Mu KaRReB-i
ZEVK 4114
Kulli ŞEYin SeBeBâ Hayy!.. SON-UÇ-a sAKLI SeBeB-i!
ARZ-dan ARŞ-a İnsAN-cıklar!.. AĞ-zında DeMiR LeB-LeB-i
SıRR-ı SıFıR sAHrası-nda!.. şAŞKın-tAŞKın-AŞKın ÂŞIK!..
İnsÂN-ı KâMiL KALB-inde!.. Mükerrem-in MuKaRReB-i!..
28.04.10 12:50
h-ayy-da..
إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا
İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şeyin sebebâ(sebeben) :Gerçekten, biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik. (Kehf 18/84)
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Ve lekad KERREMNÂ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ(tafdîlen) :And olsun ki, biz Âdem oğullarını aziz, saygıdeğer-MÜKERREM kıldık; karada ve denizde onları taşıyacak araçlar (imâl etme yeteneğini) verdik; onları yararlı, temiz ve iyi nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık da kıldık. (İsrâ 17/70)
يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ
Yeşheduhul MUKARREBÛN (mukarrebûne) :O kitabı, Allah'a yakın- MUKARREBÛN OL-AN-lar görür. (Mutaffifîn 83/21)
- meryemnur
- Özel Üye
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00
mukarreb yazdı:
...İçimden dedim ki, demek ki cenneti cennet eden Allahın, Resulünün ve onun varisleri olan evliyaullahın varlığıdır, onlarsız, köşkü, gılmanı, huriyi neyleyeyim
...Neyse ki yanımda dost olarak, Geylaninin Fütuhul Gaybı, ve de Hazreti İnsan kitabım vardı.
Plaja iki metre mesafede, bir ağaç altında gizlenmiş, Fütuhul Gayb okuyan bir kadın
Gören olsa belki de deli olduğumu düşünürdü.
Geylani Hazretleri, kitabı açtığımda sanki halimi anlamışçasına öğüt veriyordu...
...Gözlerim doldu: Allahım dedim sen hep benimleydin, bense yalnızım, gurbetteyim diye sızlanıp duruyordum!"...
İman sahibinin ferahı yalnız Allah'la olur; başkası iman sahibini sevindiremez. Dünyada ferahlanacak bir şey varsa, sevin. Şayet dünyayı Hakk'ın tâatinde kullanıyorsan ve dünyalık sayesinde Hakk'a hizmet yolunu tutuyorsan sevin. Kulları, yaptıkları tâatte iyiye yöneltebilirsen sevin. Gece gündüz korkuyu bırakma. Tâ sırrına ve kalbine, Korkmayın, ben sizinleyim; işitiyorum ve görüyorum. (Tâhâ, 20/46) müjdesi gelinceye kadar korkmayı bırakma. Bu kelâm, Harun ve Musa Peygambere Hak tarafından söylenmişti.
*
Hakk'ın takdir ettiği şeylere uy. O şüphesiz, seni iyi şeylere ulaştırır ve başarı verir. Sana lütfünü yağdırır, omuzundan ağırlığı alır. Dünyada ve âhirette şefkatini eksik etmez.
İman sahibinin imanı kuvvet bulursa; artık ona, İkan sahibi denir. İkanı kuvvetli olursa ona, Arif denir. İrfanı sağlam olana, Âlim denir. İlmi son haddine varana, Muhabbet ehli derler.
Muhabbeti tam olan ise Mahbûb olur. Bu da sağlam olursa cana yakın ülfet ehli olur. Hak ona bu kere hikmet ve ilim sırlarına karşı anlayış verir. Zât âlemine geçme bilgisini, emir ve kader gizliliklerini o kula belletir. Bu hâller, kulun kabiliyet ve istidadına göre tecelli eder. Kalbin kuvvetine ve genişliğine göre bu hâller kula verilir. Bu hâlleri benliğinde bulan o kul, Hak'la kaim olur. Kalbi ile halk âleminden ayrılır.
İlâhî bilginin ezelî sırrı, bir kula ezelden mukadder olan nasiple gelir. Bu nasip; yemek, içmek, giymek ve evlenmeye dair olabilir.
Hangi kul için gelmiş ise onu bulur. Bir nasibin gereği hangi kulda infaz edilecekse onu bulur. Başkasına gidemez. Nasip sahibi nerede olsa, Hak Teâlâ onu bulur.
Kulun kısmeti gelince, Hak tarafından verildiği için alır, yer. Yersiz varlığı yok olur. Ve yeni baştan dirilir. Manevî bir hayat dahi yaşasa, geçmişte hüküm veren bilginin gereği için diriltilir. İlâhî ilmin icabına noksan gelmemesi için bu işler böyle yapılır. O kul irade ve arzularını kaybetmiş bir durumda ise, bir sibyana yedirilen lokma gibi yedirilir. Nasıl bir ana, hurma ezmesini yavrusuna yedirirse o kulun kısmeti de kendisine öyle yedirilir. Kısmetler iner, o iradesiz yemeğe devam eder. O kulun hâli, hasta adamın habersiz ilaç içip kuvvet aldığı gibidir. Nasibini yer, içer, kuvvet alır. Bu hâllerde iman sahibini ezelî ilim terbiye eder.
İş bu sıfatlar; iman, irfan, ikan sahibi olan ve Hakk'ın zâtına varan, iyilik ve kötülüğü almaya ve atmaya gücü yetmeyen bir kişinin sıfatıdır. O kişiyi rahmet eli çeker. Sağa ve sola o el çevirir... Daha açık tabirle, onu sadece lütuf coşturur ve her yanını ihata eder.
Şah-ı Geylani
En son mukarreb tarafından 05 Kas 2013, 22:56 tarihinde darbelendi.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6