İLAHÎ ARMAĞAN

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

İLAHÎ ARMAĞAN

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



İman sahibi, dünyalık adamlar arasında bir garip kişidir. Zâhid olan, âhirette bir zavallı gibidir; çünkü onun arzusu âhiretin güzel liği değildir, efendisidir. İrfan sahibi ise, Zât-ı İlâhîden gayri her şe yi bir yana atar.

Bazı iman sahipleri dünyada bir zindan hayatı yaşar. Rızkı dar değildir. Çocukları mal içinde yüzer; etrafında dolaşır gülüşürler. Ama kendi iç âlemi hüzün içindedir. Dışından onlar gibi güler. İçi ise kederle doludur.

O insan dünyayı kalbi ile bilir, ne olduğunu anlar. Bu yüzden ona yol verir. Dünyanın tümüne birden yol vermez, sıra ile yapar. Birinci defa yol verir; bekler, bazı güçlüklerini yenebiliyorsa ikinci kısmını da bırakır. Buna da güçlü olduğunu anlayınca üçüncüsüne geçer ve bir daha kalbine koymamak üzere yol verir. Bütün varlığını öz âleme çevirir. Bu hâlinde samimidir. Samimiyeti sayesinde, Hak Teâlâ’nın nuru bir anda varlığını sarar. Dünya ona:

“Beni niye bıraktın?” diye sorar.

“Bu gayet basit, senden daha iyisini buldum da, ondan…” de yince dünya bir daha sorar:

“Beni niçin bıraktın?” O da tekrar şöyle der:

“Sen sonradan yaratıldın; fânisin, ömrün ölçülüdür. Sana bir suret verilmiş. Dışın süslü, ama için bozuk. İç âlemin bir başka. Onu anlıyorum. Seni terk etmemin yegâne sebebi budur.”

Bu anlayışla o irfan sahibi, marifetin aslını bulur, hür olur. Dün yada gezdiği hâlde kalbini dünyadan alır; bir garip kişi olarak gezer. Zaman olur âhireti de bırakır, her şeyi bırakır.

Artık dünya o zâta hizmet eder. Dünyayı, bütün tebaası ile hiz met eder görür, sevinir. Bu hizmetten daha fazla hizmet istemez. İyi işler tutmak için dünyadan faydalanır. Kafiyen ziynet eşyalarına gönül kaptırmaz. Hiç kimsenin yanına süslü olarak gitmez. Sebebi ise kimsenin dikkatini üzerine çekmemektir. Bu arada tek gayesi, Yaratan’ın gözüne girmektir. Büyük zâtlar bir şahsı severlerse ona hediyeler yağdırırlar, o bunu bilirdi. Ama esas maksadı hediye değil bizzat efendisi idi. Efendisinin sevgisini kazanmak, onun yegâne sevdiğidir. Efendisi onu sevince her şey onun olur. Kendi varlığı için seçer, her şey olur. Kendi varlığı için seçer, başkalarına vermez… O iman sahibi bunları iyi öğrenmiştir.

Rabb’ine dön. Bütün kalbinle O’na koş. Gelecek günü, geçmişin yanına bırak. Yarının gelmesini düşünme. İşlerini bugünde bitir. Yarın, sabah olduğunda, bu hayata veda etmiş olabilirsin.

Ey zengin, zenginliğin seni aldatmasın. Yarın, bütün malın telef olabilir; sen bir pula muhtaç fakir kişi olabilirsin.

Her şeyi bırak, hâlen bağlı olduğun şeylerin Hâlık’ı ile ol. O’na benzeyen yoktur. Kendini boş şeylerle avutmaya çalışma. Seni O’ndan gayrisi sevindiremez. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyu rur:
“İman sahibi, Yaratan’ına kavuşuncaya kadar rahat yüzü göremez.”

Kullarla aran açıldığı zaman Hak’la hoş olmaya bak; senin için seçtiğine itiraz etme. Hak Teâlâ’nın işlerine sabırla bakan çok hik metli lütuflarını görür. Her şey sabırla hallolur. Fakirlik hâline sab reden bir gün zengin olur. Fakirlik hâline sabır, para kazanmak yo lunda çıkan güç işlere dayanmakla olur. İyi düşünülürse, peygam berlerin çoğu çobanlık etti. Ve velî kulların ekserisi, kölelik yaptı.

Herhangi bir kul, Allah için gönlünü engin kılarsa, o yükselir. Hak için tevazu eden büyür. Aziz eden O’dur. Zelil eden O’dur. Yük selten ve yere batıran yine O’dur. Başarı veren ve işlerde kolaylık gösteren yine O’dur. Ne yazık ki, biz O’nun yüceliğine ermek için ma rifet sahibi olamıyoruz.

Ey yaptıkları işleri beğenenler, ne kadar cahilsiniz. O’nun başarı yardımı olmasa, siz nasıl o işleri yapardınız? O size yardım etme miş olsaydı, ne oruç tutabilirdiniz, ne de namaz kılabilirdiniz. Şimdi, bulunduğunuz hâl, şükür makamıdır; kendini beğenme makamı değildir. Kulların çoğu yaptığı ibadeti görür. Kulların övmesini bek ler; ibadeti, dünyalık toplamak için yapar. Bunun sebebi, nefsi ve boş duygusu ile yapmasıdır.

Dünya nefislerin sevgilisidir. Âhiret ise kalplerin… Aziz ve Celil olan Hak ise, sır âlemlerinin sevgilisidir.




İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani



En son meryemnur tarafından 28 Eyl 2010, 21:39 tarihinde düzenlendi, toplamda 5 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Devamı...

Hükümler verildikten sonra, kalbinize yerleşir. Evvelâ bir şey için hüküm verilir. Sonra, yerine gider. Hakkında bir hüküm veril meyen hiç bir şey makbul değildir. Her hükmü şeriat verir. Onda yer almayan şeyleri yapmak, dinden sapmaktır. Hak Teâlâ’ya Kitap ve Sünnet kanadı ile uç, elini Peygamber’e vererek Hak kapısından gir. Akıl danişmendin ve hocan O olsun. O’nun elini tutma; bırak saçlarını tarasın. O’na taarruzu bırak. Ruhlar âleminin terbiyecisi O’dur. Allah yolunu dileyenleri, o yetiştirir. Bütün yolcular, ilk sefer lerini O’na tahsis ederler. Salih kulların şahı O’dur.

Bütün hâli, makamı ve ruhaniyet hâllerini o büyük Peygamber (s.a.v) kullar arasında böler. Bu vazifeyi Hak Teâlâ O’na vermiştir.

Padişah tarafından gönderilen hediyenin, kumandan tarafından as kere taksim edildiği bir vakıadır.

Allah’ı tevhid etmek bir ibadettir. Kulları Hakk’a ortak koşmak herkesin âdeti oldu. Sen âdeti bırak, ibadete devam et. Âdeti yıkar san, senin için âdetlerin üstünde şeyler zuhur eder. Gayretli ol. Yan lış işlere karşı iyi duygu besleme, Allah Teâlâ da, seni o kötü şey lerden korur.

İç âlemini kötü hâlden al. Bugünkü perişan hâlini iyiye tebdil et. Bunu yapmayı arzu etmediğin zaman, Hak Teâlâ seni bulundu ğun hâlden zor kurtarır.

Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Allah hiçbir topluluğun halini değiştirmez; ancak onlar hal lerinde bir değişiklik yapmadıkça.” (er-Ra’d, 13/11)

Nefsini ve yaratılmışları kalbinden çıkar. Yerlerini Hak Teâlâ’nın varlığı ile doldur. Bu sayede sana tekvin sıfatı tecelli eder. Bu hâl gece namazı ve gündüz orucu ile gelmez. Kalp temizliği ve sır safiyeti ile gelir.

Bazı büyükler şöyle der: Oruç ve namaz, bazı yemekler için kullanılması zarurî sirke ve yeşillik gibidir; tam gıda sayılmazlar. Asıl gıda bunlardan başkası olur ki, o ‘doğruluktur.’ Oruç ve namaz her şeyden önce var olmalı dır. Ama yalnız bunların oluşu yeterli sayılmaz. Hiç bir zaman doğ ruluğu elden bırakma. Namaz ve orucunu doğrulukla kılarsan fay dası olur. Yemeğini ye. Yemeği hoş yemek için onu renklendirmeye bak. Sofranı güzel hazırlarsan iştahla yemek yersin.

Doğru ol. Namazını kıl, orucunu tut. Bunlar senin için baş gıdadır. Gıdanı aldıktan sonra her yanını nurda yıka. Çünkü Hakk’a vasıl olma faslı başlıyor. Ona hazırlık için iç âlemini, yani kalbini te mizle. Bu arada hayli uzun yolculuk başlayacaktır. Ülkeleri katedeceksin. Sana hayli güç vazife verilecek. Bölgeler sana teslim olacak. Bir kulun kalbi saf ve temiz olursa ona verilmeyecek şey yoktur. Hak yakınlığını benliğinde duyan zât, yeryüzünün sultanı olur. O kul, halkı Hakk’a davete memur edilmiştir. Onların ezasına sabırla karşı koymak vazifesidir. Hakk’a ve hakikate vakıf olan zât, yeryüzünde mevcut batıl işleri Hakk’a çevirmek için elinden geleni yapar.

O kul, halkı zengin etmek için mal dağıtır. O, bir kimseye iyilik yapınca sonsuz zengin olur.

Onun kalbi hikmetlerle doludur. Hak Teâlâ’nın tecellisi, sâlih kullarının kalbini donatır. İrfan sahibi kulların iç âlemlerinde hik met çağlayanları coşar. Arş ve ilim denizinden kaynaklar geçer. Ora dan kaynayan kaynaklar, ölü kalpleri diriltir. Hayata kavuşturur. Hak’tan kaçan tenler, o çağlayan ve ırmaklar sayesinde diriliğe erer.

Ey evlat! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise varlı ğına can katar. Bir lokma vardır, kalbini karartır. Bir lokma vardır, derununa nurlar saçar. Bir lokma vardır, yeyince dünyaya dalarsın. Bir lokma vardır, yeyince bu âlemin ötesine geçersin. Ama bunlardan daha üstün bir lokma vardır ki, onu yiyen dünyayı da âhireti de bırakır. İşte bu lokma seni tabiatın Yaratıcı’sına ulaştırır.

Haram yemek, seni dünya ile uğraştırır, hataları sevdirir. Mu bah olan şeyleri yemek, kalbi âhiret âlemine iter ve tâatla meşgul eder. Helâl yemek ise, Yaratan’a yaklaştırır. Bu yemekler irfan duy gusu ile bilinir. Hak Teâlâ için kalbinde irfan duygusu taşıyanlar, bunu benliklerinde sezerler.

Marifet kalpte olur. Defter ve kitaplarda olmaz. Bu marifet duy gusunu Hak Teâlâ verir. Kullar veremez. Bu duygunun kalbe yer leşmesi için Hakk’a ibadet etmek gerekir. Doğru olmak ve doğruluğu tasdik ettirmek irfan duygusunu arzulayan için çok önemlidir. Ay rıca fâni varlıkları kalpten atmak en lüzumlu bir iştir.

Sen, yalnız yemeyi, içmeyi vb. kötü arzularını tatmin etmeyi dü şünmektesin. Bu durumda sana irfan sahibi olmak nasıl nasip olur ki? Kaldı ki, yediğin ve içtiğini nereden temin etmek zorunda ol duğunu bilmez olmuşsun.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurur:
“Bir kimse ki, yediğini ve içtiğini nasıl elde ettiğini düşün mez, Hak Teâlâ ona rahmet nazarı ile bakmaz. Cehennemin hangi kapısından girerse girsin, düşünmez.”

Kâinatta var olan hiç bir şeye kalbini bağlama. Kalp yüzünü on lara tebessüm dahi ettirme. Seni Hak’tan alıkoyan olmasın. Halk se ni alıp Hak’tan kaçınmasın. Kullar arasına pek girme. Yalnız, kul ları iyiye çağırmak için dilinin döndüğü ve onların anladığı kadar konuş. Ufak tefek hataları olursa itiraz etme, idare et. Onlarla iyi geçin. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyurur ki: “İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır.”

Allah’ın sana verdiği iyi huyları kullara da öğret. Sana verilen güzel şeyleri onlara da ikram eyle. Onlarla iyi arkadaş ol. Yumuşak davran. Allah’ın kullarına karşı dik omuzlu olma.

Huylarını daima güzelleştir. Bütün işlerin Allah’ın emrine uygun olsun.

İnsanlar için iki önder vardır; biri ilim, diğeri ise hikmet taşır.

Kullar arasından çıkacak herhangi bir önder, ancak Hak kapısı yakınına götürebilir.

Senin için, iki kapı vardır; bunların ikisinden de geçmen lâzım: Hak kapısı ve halk kapısı. Bunlara, dünya, âhiret kapısı da dene bilir. Birini diğerinden ayırt etmek mümkün değildir. Yalnız, evvelâ Hak kapısı, sonra halk kapısı gelir. Birinci kapıya geçersen, ikincisi kendiliğinden açılır. Kalbinden dünyayı atarsan ukba âlemine vara bilirsin.

Hikmetler taşıyan öndere uyarsan, ilim deryası sahibine gider sin. Hakk’a marifet sahibi olmak istiyorsan halkın fâni varlığını kal bine koyma.

Anlatılanlar, derece derecedir. Biri diğerinin zıddıdır, iki zıt birleşemez. Bu zıtların arasını birleştirmeye yeltenme. Boşuna yorulur sun; eline bir şey geçmez.

Kalp, Hakk’ın tecelli yeridir. Oraya, O’nun varlığından başkası nı sokma. Düşün, melekler suret olan eve girmezler; Hak Teâlâ put larla doldurduğun kalbine nasıl tecelli eder? O’nun gayri olan her şey puttur. O putları kır ve kalbini temizle. O kez Hakk’ın tecellisini orada görürsün. Önceleri görmen kabil olmayan hikmetli şeyleri görmeye başlarsın; yeter ki kalbin temiz olsun.

Allah’ım, razı olduğun şeyleri yapmaya bizi ulaştır.


“Dünyada bi ze iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizleri ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!




İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani



Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Rabbim razı olsun, ilahi armağanlara nail olasın inşallah kardeşim....
amin!...

Gavsiye adlı eserinde, Allahu Teâlâ Geylani Hazretlerine şöyle buyurur; “Ya Gavs! Kullarımın faziletlisi ve sevgilisi onlardır ki; evlâdı ve ana-babası olup da kalbi onlardan fâriğdir!.. Eğer, ana-babası ölse hiç hüzün çekmez!. Kulum bu mertebeye ve menzile eriştiğinde, benim indîmde "ana-babasız ve evlâtsız" (lem yelid ve lem yûled) (İhlâs 3)ve "ve “lem yekûn lehü küfüven ehad" (İhlâs 4) olur.”

Nitekim; “Mallarınız ve evlatlarınız, sizin için birer fitnedir” ayeti kerimesine işaretle, Peygamber Efendimiz (SAV) hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar : "Beni ana-baba, evlat ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz."

"De ki:"Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, sizce Allah’tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık milleti doğru yola eriştirmez." (Tevbe 24)


alıntı..
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Rabbimin: "Seni Kendi Zaatım için yarattım" hitabına nail olasın kardeşim...
Nur gönlüne hiç hüzün değmesin..
Aminn...



Allahu Teala doğruların terbiyesini uhdesine almıştır... İlk devirlerden son demlerine kadar onları terbiye eder. Her ne zaman onlara bir iyilik etmek dilerse, bir sıkıntı ile dener ve yakınlığı zevkini ihsan eyler; sabırlı hallerine bakınca zatına daha çok yakın kılar. Sıkıntı onları kahretmez. Ve içinde boğmaz. Sıkıntı geçer, onların kalbi ise meleklerin kanadı üstünde uçar. Kalbleri eziyet diye bir şey duymaz...

Hz. Abdulkadir Geylani /İlahi Armağan


En son meryemnur tarafından 23 Ağu 2009, 01:07 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=2042

22. HADİS-İ ŞERİF: Resulullah (SAV) Efendimiz Rabb’ ından naklen anlatıyor:

"Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu:

Ey Âdemoğlu, seni Kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde Kendim için yarattığımı, senin için yarattığımın ayarına düşürme."


Görüldüğü gibi bu Hadis-i Şerif de Kudsîdir. Burada adeta şöyle buyurulmaktadır:

"Sen, bütün isim ve sıfadatları, ahkâm (hükümleri) ve âsârı (eserleri) şümulüne alan küllî hakikatımın bir mazharısın. Bu âlem ise baştan sona Senin varlığının ayrıntılarıdır. Ve hakikatına ait olan hakikatlerin mazharlarıdır. Bu büyük âlemde Senin misalin, ruha nisbetle cesed gibidir. Sen ruhsun; bu âlem de cesedindir, bedenindir. Bu âlemden gaye Sensin... bir de toplayıcı hakikatın."


Cesedden maksat tedbir sahibi ruhtur. Durum böyle olunca, "ruhun nurlarını kendi beşerî varlığının perdeleri ile örtme."


Şu da bir gerçektir ki, her zuhur yerindeki tecelli, ilahî nurun tecelli sergisinden aldığı nasib kadardır. Bu bir birlik, vahdet tecellisidir ki, ruhun ve sırrın mazharında olur. Bu ruhu, kalb olarak ele almalıyız ve onu tecelli kabulünde daha kemalli görmeliyiz. Yani cisme ve bedene olan tecelliden. Çünkü bunların şümulünde zulmet de vardır.




meryemnur kardeşim RIZAya erişiniz İNŞAALLAH!

ne güzel bir tevafuk 4-5 gündür Abdulkadir Geylani k.s PİRimizin Mubarek DUAsı ile hemhalim...

ne hoş sizinde ''İLAHİ ARMAĞAN''ı bizlere sunmaktasınız elleriniz dert görmesin...

EHL'ine dail OLmamamız duasıyla

MUHAMMEDi SEVGİ ile kalalım İNŞAALLAH!...
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




İlahî Hitap kendisinin tercümanı olan en kutsal bir dille ‘ihlâs’ kavramını da getirmiştir. Kim ibadetini bir ‘ecr’ yani bir karşılık beklemeden ‘ihlâs’la yaparsa – ki böylece ‘hanif’ yolunu ve en yakın yolu tutmuş demektir – İlahi Emr’e uyma konusunda vefalı davranmış demektir. Böylece o şahıs ‘Ecr âlemi’ne ait biri değil de ‘Nur âlemi’ne ait biri olur.

“Allah göklerin ve yerin Nurudur.”(Kur’an 24/35); “Onların hem ödülleri hem de nurları olacaktır” (Kur’an 57/19); “Nurları önlerinden ve yanlarından koşar” (Kur’an 57/12); “Nurları onlara, ‘İşte, Ben sizin Rabbinizim’ der”. Onlar da O’na tabi olurlar.

Hakikat ehli yaptıkları amellerin ecrini, karşılığını yalnızca Allah’tan bekler; yaptıkları şeyler için O’ndan bir karşılık istemeleri mümkün değildir, çünkü buna vakitleri yoktur; çünkü Allah Tealâ ile öylesine meşguldürler ki başka ayıracak zamanları yoktur. Kim bundan yoksunsa, Allah'la ilgili bir paydan mahrumsa, işte o kimse kaybetmiştir. Farzların ve sünnetlerin yerine getirilmesiyle sonuç olarak ortaya çıkan ameller o haliyle sevabı gerekli kılarlar: Öyleyse ecr, yani bir amelin karşılığı konusunda pek endişelenme, kuşkuya düşme, çünkü bedenin yaptığı her hareketin mutlaka gözle görülebilecek sonuçları olması gerekir. Öyleyse “Bu hareket’ler insana ne sağlayabilirler ki?” diye sorma, çünkü bu tür sorularla vaktini boşa harcamış olursun. Hakk Tealâ’nın dediği gibi, Subhanehu, O’nu noksan sıfatlardan tenzih ederiz; “O her gün yeni bir iştedir.” (Kur’an 55/29). ‘Gün’ kelimesi burada ‘bir anlık zaman’ demektir. O’nun işi senin hakkındadır, çünkü o iş senin için mevcuttur, Allah için değil, çünkü Allah’ın öyle bir işe ihtiyacı yoktur. O bundan münezzehtir. Üzerinde Kendisinin olmadığı hiçbir şey O’na yaratıkları tarafından iade edilemez. O ne yaratırsa, senin için yaratır. Öyleyse sen de bu durum karşısında O’na karşılık ver. Kendi payına sen de O’nunla ilgilen. Nasıl ki Rabbin senin için her bir iş yapıyorsa sen de her gün, her an Rabb’in için bir iş yap. Kaldı ki “Rabb’in seni ancak kendisine ibadet edesin, O’na kul olasın”, ayrıca sen kendini O’nunla gerçekleştiresin ve O’ndan başkasıyla ilgilenmeyesin diye yaratmıştır.

İbn Arabî, Fenâ Risalesi


-----------


Sevgili nur-ye ablam, duanıza can-ı gönülden aminn, hepbirlikte RIZA'ya erişmek duasıyla..

Gönderdiğiniz yazılarla gönlümüzü zevklendiriyorsunuz, Mevlam sizleri Safiyet makamına ulaştırsın inşAllah.. Bizleride Siz güzel Dostlarından ve dualarından ayırmasın..

Muhammed-i SEVgiyle BİR OLalım inş.Allah..


Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

meryemnur yazdı:

İlahî Hitap kendisinin tercümanı olan en kutsal bir dille ‘ihlâs’ kavramını da getirmiştir. Kim ibadetini bir ‘ecr’ yani bir karşılık beklemeden ‘ihlâs’la yaparsa – ki böylece ‘hanif’ yolunu ve en yakın yolu tutmuş demektir – İlahi Emr’e uyma konusunda vefalı davranmış demektir. Böylece o şahıs ‘Ecr âlemi’ne ait biri değil de ‘Nur âlemi’ne ait biri olur.

“Allah göklerin ve yerin Nurudur. ”(Kur’an 24/35); “Onların hem ödülleri hem de nurları olacaktır” (Kur’an 57/19); “Nurları önlerinden ve yanlarından koşar” (Kur’an 57/12); “Nurları onlara, ‘İşte, Ben sizin Rabbinizim’ der”. Onlar da O’na tabi olurlar.



İbn Arabî, Fenâ Risalesi
-----------


Sevgili nur-ye ablam, duanıza can-ı gönülden aminn, hepbirlikte RIZA'ya erişmek duasıyla..

Gönderdiğiniz yazılarla gönlümüzü zevklendiriyorsunuz, Mevlam sizleri Safiyet makamına ulaştırsın inşAllah.. Bizleride Siz güzel Dostlarından ve dualarından ayırmasın..

Muhammed-i SEVgiyle BİR OLalım inş.Allah..




meryemnur CANım CÜMlemize İNŞAALLAH!

kulihvani yazdı:Resim



Resim


SEKİZ KÖŞE – SEKİZ ZEVK

KÂBE:
6 YÜZü
8 KÖŞEsi
12 AYRıtı OL-AN Kapalı bir KUTUdur..



Resim




YORumSU

ZEVK 3631

BİLYE gibi AŞK KÂBEsi!.. KiM Demiş Sekiz KÖŞEdir?
cANa cİSİM Çile ÇÖLÜ!.. NiYAZı NAZda NeŞedir!..
Ahmak, AKIL!. ÂŞIK, NAKİL!. Nur-u MiM AŞKtır!. Nurullah!..
İnsANoğlu BİR Damla SU!.. KABı BUZdan BiR ŞİŞEdir!..


22.05.09 22:53
HCRM de…



Enfüste – ÖZde :

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

" Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min HABLİL VERİD: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona ŞAH DAMARIndan daha yakınız.” (Kaf 50/16)


أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ

"E ve lem yerallezine keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel MAİ külle şey'in hayy e fe la yü'minun: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi “SU”dan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)



Âfâkta – Kabukta :

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ


" Allahü NURus semavati vel ard… : Allah, göklerin ve yerin NURudur….” (nur 24/35)

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا

"Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im MÜHÎTa: Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Allah herşeyi KUŞATICIdır.” (Nisâ 4/126)
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim





Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:


“Hayra dair herhangi bir şeye kavuşan kimse, onu mutlu bilsin ve faydalanmaya baksın; çünkü onun ne zamana kadar açık kalacağını bilemez.”


* * *


Ey cemaat! Fırsatı kaçırmayın. Hayatı ganimet bilin ve ondan faydalanmaya bakın. Mademki bu hayat kapısı açık, bir şeyler elde etmeye koyulun. Yakında o kapı kapanır. Hayır işleri yapmaya güçlü olduğunuz müddetçe hayır yapın. Tevbe kapısı kapanmadan o kapıdan girin. Sonra kapanır, tevbeniz de makbul olmaz. Hâlen dua ka pıları açıktır; dua edin, makbul olur. Aranızda iyiliği ile tanınan kimselere koşun. Onların hayır dualarını ve öğütlerini dinleyin; son ra kapılar kapanır, mahrum olursunuz.



* * *


Ey evlat! Şu varlık âleminde ve şurada, Hâlık Teâlâ’dan başka kimse yoktur; varlığını O’na bağlarsan kulu olursun. O’nu bırakır, halka koşarsan, onların kölesi olursun.

Sana söz hakkı yok; ta boşluk beyabanlarını ve otsuz tarlaları geçinceye kadar. Bunları geç. İç âleminde Hak’tan gayrı her ne ki var, onu kopar at. Ancak o zaman dilin açılır ve söz hakkın tanınır.

Bilmez misin, Hak arayıcısı her şeyden ayrıdır. Hak’tan başkası na yan çıktığı yoktur. O bilir ki, Hak’tan gayrı her ne ki var, Allah’la kendi arasında perde olur. Bu durumda neye bağlansın?


* * *


Ey evlat! Dua bağına yapış. Rızaya yönel. Razı ol. Dilini kalbinden ayrı etme, kalbinle birleştir. Ağzından çıkan, kalbinde bulunan olmalı. Her ikisini de iyiye yönelt ki, hoş olasın.



* * *


İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani



Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Abdul Kadir Geylani Hz. den

Bazı iman sahipleri dünyada bir zindan hayatı yaşar. Rızkı dar değildir. Çocukları mal içinde yüzer; etrafında dolaşır gülüşürler. Ama kendi iç âlemi hüzün içindedir. Dışından onlar gibi güler. İçi ise kederle doludur.
Bak Meryemnur can, Hz. Geylani KUYU'daki adamı tarif ediyor, KUYU yazına örnek olsun.

Selam ve sevgiyle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim

ALLAH razı olsun, herşey BİRbirini nekadar da güzel tamamlıyor değil mi Gariban can, tıpkı bizlerin birbirini tamamladığı gibi..

Biz ALLAH'ta Bir'iz..

Sevgilerimle..


Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Ey evlat! Ümitlerini kıs. Hırsını azalt. Sana emanet edilen namazları vaktinde kıl.

Vasiyetini yazıp başucuna koymadan uyumak, iman sahibine yakışmaz. İman sahibi, her gece vasiyetini yazmalı, öyle yatmalı. Uyanırsa ne âlâ, aksi hâlde ehli onu bulur, faydalanır ve rahmet okur.

Kendini bulunduğun yerde emanet bırakmış gibi gör. Yerken de öyle ol; ehlin arasında varlığın bir emanet gibi olsun. Kardeşlerinle kurallaşman yine öyle olsun. Kalbine, bir emanet olarak gezdiğini tattır. İşini iyiye yöneltmek, kötüye çevirmek gibi şeylere güçlü ol mayan, ancak bir emanet olarak yaşayabilir.

Lehine olan işleri bilen, kendinden zuhur edecek şeylere hâkim olan, ölüm anını sezebilen pek az kimse vardır. Onlar da bildiklerini kolayca açıklamaz, kalp hazinelerine yerleştirirler. Onlar, bu hâllere güneşi görür gibi bakarlar. Siz güneşe nasıl bakarsanız, onlar da ola cak durumlarına öyle bakar, görürler. Şu var ki, dilleri ondan haber veremez.

Olacak bir işi önce sır duyar, sır kalbe aktarır, kalp itminan de recesine eren nefse bildirir ve iş orada saklanır. Nefsin, bu gibi şey lere ehliyet kazanması için hayli zaman terbiye görmesi, kalbe hare ket edebilmesi için de hayli zaman mücadele ve mücahede yolunu tutması, hayli zorluklara dayanması icap eder. Bu sırra eren zat, yeryüzünde Hakk’ın naibi ve halifesidir. Sırların kapısı, ondan açılır. Hakk’ın hazineleri olan kalplerin anahtarı o Zât’ın yanındadır. Asıl hazinelerin sahibi odur. Bu hâl, halkın düşüncesi ötesinde olan bir iştir. Her ne ki zahir olur, onun varlık dağında bir zerrecik, onun var lık denizinden bir katre ve onun güneşinden bir ışıktır.

Allah’ım, ben hâlime mağlûbum, sırlara dair sarf ettiğim kelâm için Sana özür beyan ederim.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Allah yolcularına yakın durunuz. Sözde ve işte onlara uyunuz. Onlara hizmetçi olunuz. Onlara her ne verirseniz, o sizin için onların yanında saklanır. O verdiğinizi yarın size teslim eder. Malınızla, canınızla onlara bağlanınız.

Rızkının geniş olmasını dilersin, hâlbuki sana kısmet olan gelir. Dar rızıklılar arasında yazılmışsan neyi talep edersin? Doğrusu, sana yazılmayanı talep etmektesin. Bu hâlin için sana azap gelecek.

Dünyalığın ardından daha ne kadar koşacak ve bu yolda hırsa kapılacaksın? Hâl odur ki, yalnız kısmetine yazılanı alabilirsin.

Allah yolcuları daima taat üzere olur. Kalpleri de bir çekinme duygusu taşır, hâlbuki siz isyan bayrağını çekersiniz. Bu durumunuzdan da emniyet hissi duyarsınız. Bu aldanışın ta kendisidir. Sakının ki, kandırılmayasınız.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:


“Her sanatın ehlini bulunuz ve ondan yardım dileyiniz.” Yapılan ibadet bir sanattır; onun ehli ve ustası da ihlâs sahibi kullardır. İhlâs sahipleri, hükmü bilir, işlerini ona göre yaparlar. Hakk’a karşı irfan sahibi oldukları için halk arasına katılmışlardır. Kalp ve sır adımları ile nefislerinden, mallarından, çocuklarından ve Hakk’ın gayri cümle eşyadan kaçarlar. Bünyeleri şehirlerde ve halk arasındadır, ama kalpleri uzaklarda ve yabanlardadır. Onlar, kalplerini terbiye edinceye ve semalara uçmak için kanatlarına kuvvet bu luncaya kadar, o hâlde devam ederler. Onlar, yaptıkları yararlı iş ne ticesi, kalben uçar, himmet bakımından yüce ve daim Hak katında olurlar. Hak, onlar hakkında şöyle buyurur: “Onlar bizim katımızda seçilmiş ve özlenmiş kimselerdir.” (Sâd, 38/47)

İman ki, yakin derecesine çıkar, yakin ki, marifet hâlini alır, marifet ki, ilim olur: İşte o zaman, Aziz ve Celil olan Hak’tan güzellik ler gelir. Ve sen dilediğini yapar olursun. Zengin kişilerden mal alır, fakirlere dağıtırsın. Mutfak sahibi olur, kalp ve sır elinle rızıklar taşımaya başlarsın.


* * *


Yazık sana, karşılıksız bir şey talep eder oldun. Dünya ki, bir sürü yorgunluktan sonra ele girer. Hakk’ın indinde olanları kazanmak nasıl kolay olur? Hele bir düşün. Hak Teâlâ’nın Kur’ân’da anlattığı az uyuyan, çok ibadet eden ve ağlayan kimselerle aranda dağlar var:
“Onlar gecenin azını uyur; seherlerde istiğfar ederler.” (ez-Zâriyât, 51/17)


Hak, gerçek kul olduklarını bildiği için ibadet zamanı gelince onları ayıktırır; derin uykuda dahi olsalar uyandıracak kimseyi onlara salar.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“Allah, yâ Cibril, şunu uyut, sunu da uyandır, diye emir verir.”


Ayıktır onu ki, kulluğunda gerçek yolu tutar, günahtan kaçar. Ondan ağırlığı al ve uykusunu dağıt.

Uyut onu ki, yalancıdır, içi dışına uymaz. Hep batıl içinde bulu nur. Lanet halkasına takılmıştır. Bütün ağırlığı onun üzerine yık. İbadet için kalkanlar arasında onun yüzünü görmek istemiyorum.

İkinci manası da şudur: Şunu kaldır, o sevgi ehli ve Hakk’a talihtir. Sevginin baş şartı yoruluncaya kadar aramak ve bu yolda yorulmaktır. Öbürünü de uyut. Çünkü o tarafımızdan sevilmiştir. Sevilmenin icabı rahata ermek olur. Uyusun ve istirahat etsin. O karanlığı ziya ile açtı, ahitleri yerine getirdi. Ve o sevgi babında gerçeği buldu. O ki, Hakk’a karşı olan ahdini yerine getirdi, Hak da onun iyiliğini ve hoşluğunu diledi. Çünkü Hak, her darda kalmışa yardım eder.

Allah yolcuları, kalp adımları ile Hakk’a azıcık yol alınca, ayık zamanlarında göremedikleri birçok acayip şeyleri rüyada görmeye başlarlar. Kalpleri ve sırları öyle hikmetli işler bulur ki, O’na ayık hâlde ermeleri mümkün olmaz.

Onlar, oruç tuttu, namaz kıldı. Nefislerinin arzusunu kırmak ve ibadet çeşitlerini yapmak suretiyle cenneti buldular. Bunu ki buldular, bir başka emir alırlar. Bundan başka yol lazım onlara ki, o, Hakk’ın yoludur.

Onlar, kulluğu daha çok kalpten yapar, Hakk’a böyle varırlar, O’na vasıl olunca yerli olur, durumlarını açıktan görmeye başlarlar.

Bir kimse, yaptığı işin niçin ve ne olduğunu bilirse, o yolda, gücünü, kuvvetini harcamaktan çekinmez. Bilhassa Hak yolda ve Hakk’ın taatindeçalışmaktan hiçbir yorgunluk duymaz.

İman sahibi, esas gayesine varıncaya kadar rahat ummasın. Onun gayesi Rabb’i olduğuna şüphe yoktur. Rahat bekleyen, O’na vasıl olmanın yolunu aramalı.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Ey evlat! Bir eline dünyayı, öbür eline de âhireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir. Aralarından çık. Mevlâ’na yönel. Tek olarak Hakk’a yönel. Kalbin çıplak olsun; onda ne dünya; ne de âhiret bulunsun. Hiç biri olmamalı.

Mevlâ’ya yöneldiğinde, sivâdan -Hak’tan gayrı işlerden- soyun. Yaratan ile yaratılmışları karıştırma. Hâlık’ı bırakıp halk ile olma. Bütün sebeplerden kesil. Yaratıcılık iddia edenleri yere vur. Bunları yap, sonra dünya ile âhireti bıraktığın yere git; dünyayı nefsine ver. Âhireti kalbine koy, Mevlâ’yı da sırrında sakla.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Allah için gönlünü engin kıl. Bütün işleri O’na bırak. Yapılan şeylerden kendin için bir pay çıkarma. Nefse haddi aştırma. Onu iflâs ayağıyla ez, halktan yana kapıları kapa.

O nefsin tek kapısı senin canibinde olsun. Her an nefsi yalnız bırakma. Her gün muhasebe et. Hatalara özür diletmeden bırakma. Her suçunu itiraf ettir. Sonra nefsi al, kendi varlığın varsa onu da bul, birlikte Hakk’a yönel. Fayda veya zarar, Hak’tan başkasından gelmez. Veren, alan, O’ndan gayrı değildir; buna inan. İnsan için en tatlı şey îmandır. Îmanın sonunda hayli iyi işler olur. Kalbin görmez tarafı kalkar. Kalbin ve ruh basiretin, hareket hâline gelir.


* * *


Ey evlat! Sabırlı adam, kuvvet sahibi olur. Buna işaret olarak Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Sabırlı kullara hesapsız mükâfat verilir.” (ez-Zümer, 39/10)
Alın terinle kazandığını ye. Dinini satarak geçime çalışma. Kazan ve ye, başkalarına da dağıt. Îman sahiplerinin kazancı, doğru kimselerin kârı bu yoldan gelir. Îman sahibi için kazanç bir önem taşımaz. Ancak sadaka verirken ehlini bulmak zor olur. Asıl ihtiyaç sahiplerini çok aramak lazımdır. Ayrıca bir kazanç yolu arayan olursa göstermeli; bu bir sadakadır. Çok kere düşkün olanlara yardım etmek yerinde olur. İnsan, daima Allah kullarının rahatını temenni etmelidir. Bu arzu, ruhu Hakk’a aparır. Kalbe ilâhî sevgi aşılar. Îman sahipleri, şu yüce sözün önünde tazimle dururlar:


“Hak ehli ve bunlara çok yakın olanlar, çevresine faydası çok olanlardır.”

Allah’ın sevgili kulları, halkın dedikodusunu işitmez. Halk sözüne karşı onlar sağır ve dilsizdir. Hakk’a yakınlıkları onları bu hâle koy muştur. Boş lâfı ne işitirler, ne söylerler. Boş lâfı neye söylesinler ve niçin işe yaramaz lâfı duysunlar. Onların kalbi Hakk’a yönelmiştir. Kalıpları başkası ile olsa da kıymet ifade etmez; iç âlemleri bozulmaz. Hak heybeti onları bir hoş eder. Hak yakınlığı onları sarhoş eder. Sevgili yanında, sevgi onları dağlar. Onlar, şiddet ifade eden Celâl sı fatı ile tatlılık ifade eden Cemâl sıfatı arasında devrederler. Sağa ve sola arzuları ile dönemezler. Çünkü onlarda, arzu diye bir şey yoktur. Onlar birer öncüdür. Herkes onlara tâbi olur. İnsanlar, bu gözle görülmeyen cinler, melekler onlara hizmetçidir. İlim ve hikmet onlara hizmet eder. Herkes ilmi ve hikmeti ararken, bu büyükleri, ilim ve hikmet arar. Gıdaları fazilettir. Fazilet yemeği yer, hoşluk şarabı içerler. Onlara göre meşgale Hak kelâmıdır. Halk onlara uzaktır. Yara tılmışlar bir yana; onlar başka yerlerdedir. Tabiî, bu uzaklık kalple olur.

Büyük insanlar, Allah emrettiği için hakkı söylerler. Gerçeği söylerken kimseden korkmazlar. Kötü şeylerden halkı sakındırırlar. Yolunu şaşıranları bunlar yola getirir. Her zaman için çalışmaları bu yol da olur. İşlerini çeşitli vesile ile yaparlar. Bazen bizzat, bazen de baş kalarının eli ile yaparlar. Onlar için her şey bir vasıtadır. Her zaman hakikati yerine getirmeye gayret ederler. Kulların hakkını kesip kendileri bol bol almazlar. Her kim ki fazilete lâyıktır, ona liyakatini ve rirler. Nefislerinin hasis arzusunu desteklemezler. Tabiî ve kötü arzularının ardından koşmazlar. Sevince, Allah için severler. Darılmak icap ederse, yine Hak için yaparlar. Onlar yalnız Allah yolunda olur lar. Başka yol onlara göre yoktur. Onların öyle nasibi vardır ki, bir kişiye ondan zerre miktar verilse başkasını istemez olur. Bu nasip Al lah dostluğudur. Allah dostunu, Allah’ın yaratmış olduklarının hepsi sever. Kurtuluş bu yola varanlaradır. Yer onların hatırı için yemişler verir. Sema onların gönlü hoş olsun diye rahmet yağdırır.




İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani





Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Ey evlat! Bir kimse, iman gözü ile her şeyi yerli yerinde takdir edenin Allah olduğunu bilirse, O’ndan bir şey talep etmeye utanç duyar. Bilir ki, her şey vaktine göre olmuş ve yapıcı işini bitirip çekilmiş, artık ne dilesin? Bu durumda, sadece dilini boş sözden alır, ibadet yolunu tutar. O zatın kısmeti başkasına gitmez, İşte bunu bil diği için sessizliğe gömülür ve şükür yolunu tutar. İyi edep sahibidir; itiraz etmez. Başına bir darlık gelirse kullara şikâyetçi olmaz. Ne az için, ne de çok için! Kalbini sıkıntıya sokmaz. Dili ile kimse ye darlık vermediği gibi kalbi ile de vermez. Kalpten duyulan sıkıntı ile dilden duyulan sıkıntının bir farkı yoktur. Dilden çıkması ayıp olan hata, kalpten de çıkmamalıdır. Bana göre, hakikatte dille kalbin, bir farkı yoktur.




Ey evlat! Şeklini değiştirme. Hakk’ı sev. Üzerine çeşitli bela okları bile yağsa sesini çıkarma, sevgi ve muhabbet hâline devam et. Fırtına seni yerinden kaydırmasın. Yağan yağmur seni kaçırmasın. Atılan oklar seni incitmesin. İçini ve dışını halkın giremediği bir makama çıkar. Orada dünya olmasın… Orada âhiret olmasın… Mevhum hakları orada aramaya kalkma. Kötü nazlarını o yerde isteme, orda üzüntü duyma, şekil arama. Hakk’tan başka şeyin olacağını umma. Halkın zahirdeki halini görüp üzüntü duyma. Ailenin geçim sıkıntısı seni derde sokmasın. Eline dünya malı az geçince üzülme, şeklini değiştirme. Çok olursa hâlini çirkin etme. O makam büyüktür. Sakın o makama çıkarsan övülme bekleme. Kötüleyenlere darıl ma. Hepsini boş gör. Zaten oraya yerli olursan bu işler kendiliğinden olur. Ve sen tam bir yokluğa gömülürsün. Eğer elde edersen bulunduğun o hâle, insan ve cin, cümle yaratılmışlar içinden bir tanesi bile akıl erdiremez. Zaten akıl bunları idrâkten âcizdir.

Bazı büyükler şöyle der: “Doğruluğun tamsa bize yanaş, yoksa uzak ol.”

Bu söz ne kadar güzeldir. Sabır, ihlâs, doğruluk, anlattığım makam için esastır.



Beni isteyip geliyorsun. Ben de sessiz duruyorum. Hâlini anlamaz gibi tavır takınıyorum. Bir nevi iki yüzlülük yapıyorum. Bütün çirkinliğine rağmen yumuşak konuşuyorum. Sen de kendini bir şey sanıp ferahlıyorsun. Nefsini büyütüyor, kendini beğeniyorsun. Yazık, anladığın gibi değil. Ben ateşim; bende yalnız ateşe dayanabilenler kalabilir. Ateş içinde dönen böcekler, varlığımda yaşayabilir. Sen de onun gibi ol. Mücahede ve ufak sıkıntı ateşlerine dayan. Sıkıntıyı görmeyen, genişliğe pek alışamaz. Başını kader ve keder çekici altına koy. Korkma, bir şey olmaz. Sadece sabrı öğrenirsin. Sözüme, ancak öyle dayanmayı öğrenirsin. Sabra alışırsan sert sözlerimi dinlersin. Onlarla amel etmeyi, sana sabır öğretebilir. İçin ve dışın sa bırla temizlenir. Gizli halin onunla temizlenir. O temizliğin tesiri ile dış halin güzelleşir. Sonrası öyle bir güzellik olur ki, çirkin yerin kalmaz. Bakanlar nuruna boğulur, hayran olur. Felah, böylelikle gelir. Âhiret ve dünyanın iyiliği, ruh temizliğinden sonra başlar. Bunların hepsi, Allah Teâlâ’nın takdiri ve dileği ile olur.

İlâhi kuvvet ve kudret elinin uzandığı hiçbir şeyi kendim için kılamam ve sevemem. O’nun zatına has olan her şeyden ayrılırım. Kulları için yapacağı şeye karışmam. Ben de onlar arasına girmeye gayret ederim. Kendi benliğimi de O’na vermeye bakarım. Hangi hakla bir şeye sahip olmayı arzulayabilirim ki, kendi özüm bile be nim değildir. Hakk’ındır. Bu yüzden ölüme de dirime de dokunamam; sahibine bırakırım, kadere uyarım.

Bazı büyükler şöyle der: “Kulların Hakk’a uymasını sağla. Hak Teâlâ kullara uymaz;
buna çalışma. Hakk’a kafa tutanları ez. O’na cebir kullanmak isteyenlere sert ol.”




İlahi Armağan / Hz. Abdülkadir Geylani



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Halka kalbini kaptırma. Onlar kalbini söker alır; hayır bırakmazlar. Seni senin için istemezler, kendileri için isterler. Hâlbuki Aziz ve Celil olan Hak, seni senin için diler. Seni senin için arayana talip ol. Onunla meşgul ol. İyiliğin için arayanın olmak, şahsî menfaati arayandan daha iyidir. Eğer aramak icap ederse ara, ara. Her şeyi onda bul. Kullardan bir şey umma..
O’nun sevgisini ara! O ezelden beri seni arar. O’nu dilersen mürid olursun, murad O’dur. Kabiliyetin varsa sen de murad olabilirsin. Bu kez mürid O olur. Yavru önce annesini arar. Büyüyünce annesi onu ister. Hak Teâlâ sağlam iradeni bilirse seni diler. Doğru olarak sevgine inanırsa seni sever. Yoluna deliller salar. O deliller, seni yakınlığa götürür.
Rabb’inle aranda hicab kalmaz. Hak’tan ayrı şeylere onun varlık gözüyle bakarsın. Nefsini olduğu gibi görürsün. Başkalarını yine öyle seyredersin. Nefsin hatalarını görür, bırakırsın. Başkalarının kötülüğünü anlar kaçarsın.
Bu duyguları benliğinde duyarsan ilâhî nura yakın olursun. Orada sana gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın bu maddî duygu ile sezemediği şeyler vardır.
Bu hâlden sonra kalp kulağın iyi şeyler işitir. Sır gözün parlak olur. Basiretin açılır. Onlara nurdan kisveler giydirilir. Keramet süsü takılır. Hak saltanatı ile sana sultanlık verilir. Velayet derecesine çıkarsın. Hak Teâlâ sana yardımcı olur. Her mülk emrine girer. Artık seni rahatsız eden bir mahlûk çıkmaz. Her şey kalbine bekçi olur. Melekler sana hizmete gelir. Hak Taâlâ, sana peygamber sevabı verir; onların ruhaniyetini gösterir. Yaratılmışlarm her gizli tarafı sana ayan beyan görünür.

* * *

Ey evlat! Bu makamı ara. Asıl gayen anlattığımız şey olsun. Dünyayı aramayı bırak. Dünya seni doyurmaz. Hakk’ın gayri nesneler, senin manevî huzursuzluğunu gidermez. Hak’la ol; seni O’nun nuru doyurur. İlâhî varlığın nuruna erince her şeyi bulmuş olursun. Dünya ve âhiret zenginliğini de bulursun.
Ey evlat, seni isteyeni iste. Seni seveni sev. Sana iştiyak duyana âşık ol. Hak Teâlâ’nın kelâmını işitmedin mi?
“Allah onları sever; onlar da Allah’ı severler.” (el-Mâide, 5/54) Yine bu mevzu ile alâkalı şöyle bir kudsî hadîs vardır: “Ben size kavuşmayı daha çok arzularım.”Yaratan, seni ibadet için yarattı. Neden oyuncakla oynarsın? O, seni kendine arkadaş etmek ister. Başkalarını neylersin? Hak’ tan gayri ile uğraşma. Kalbine Hak sevgisinden gayrisini koyma. Hak’tan gayrisini sevecek olursan, şefkat ve merhamet duygusu ile sev. Nefsin her şeyi sevmesi caiz olur. Ama kalbin ve sırrın Hak’tan gayrini sevmesi ve bağlanması asla caiz olmaz. Âdem Peygamber kalbi ile cenneti sevdi, ondan ayrıldı; oradan atıldı. O, daimî kalacağını sanıyordu. Hâliyle sevgi bahane edilip başka sebep gösterilmedi. Başka yollardan atıldı. Meyve bahane oldu. Sonra kalbi Havva’ya meyletti; hayli zaman da ondan ayrı kaldı. Aralarında üç yüz senelik yol uzaklığı oldu. Biri Serendip’te, biri Cidde’de yaşadı. Bu mesafe aslında azdır. Üç yüz sene değildir. Ama Hakk’ın yardımı olmasaydı, üç yüz değil, üç bin yılda dahi buluşmak kabil olabilir miydi?
Yakup Peygamber kalbini oğluna bağladı. Araları açıldı; uzaklara düştüler..



İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bir kudsî hadisi şöyle anlatır: “Kıyamet günü Hak Teâlâ mü’min kullarına, şu hitabı yapar: Âhireti dünyanıza tercih ettiniz; bana ibadeti ise, şehvet duygularınıza tercih ettiniz, izzetime, celâlime yemin ederim ki, cenneti an cak sizin için yarattım.”

Bu kelâm mü’minler içindir. Bir de sevenlere hitap var, o da şu: “Dünya ve âhiret dâhil, bütün yarattıklarıma karşı büyük Zâ t’ımı üstün tuttunuz. Halkı kalbinizden attınız. Sırlarınızı onlardan boşalttınız. Bu sebeple işte size veçhim, işte size yakınlığım, siz benim gerçek kullarımsınız.”

Veli kulların bir kısmı, günlük ihtiyacını cennetten alıp yer, orada neler var görür. Oranın şarabını kana kana içer. Onlardan bir kısmı da, yemeyi, içmeyi bırakır. Halkı azleder. Onlara karşı varlığına perde çeker. Bunlar, İlyas ve Hızır Nebi’ye benzer. Bu zatların çoğu yeryüzünde saklıdır. Halkı görürler, ama halk onları göremez. Çoğu veliler gizliliği tercih eder. Açık gezen pek azdır.

Bu makama varan sayılı miktardadır. Halkın çoğu onlara irşad olmak için koşar. Hak yakınlığını bulmak kastı ile koşmayı arzularlar. Onlar yüce varlıklardır. Yeryüzü onlar için bitki bitirir. Rahmet onlar için yağar. Halkın üstündeki bela onların himmeti ile açılır.

Meleklerin yemesi, içmesi, Hakk’ı tespih ve tehlildir. Onlar bundan gıda alırlar. Tespih ve tehlilden gıda alan veli kullar, sayılacak kadar az olan bazı fertlerdir.





İman sahibinin bütün hâllerinde ve işlerinde iyi niyet olur. Yemesi, içmesi, giymesi ve evlenmesi ilâhî emirledir. Onun dünyası da, âhireti de o emre göre olur. Hak, kuluna dünyada şeriatı ile emir verir. Öbür âlemde ise, bütün vasıtaları kaldırır. İman sahibi, dünyanın çabuk fena bulmakta olduğunu görür, perhiz eder. Nasıl olsa kıs metinin geleceğini düşünür, bekler. Gelince dinin şahadeti ile alır ve kalbine tasdik ettirerek yer. Gelen herhangi bir dünyalık için: “Benim buna ihtiyacım yok!” der ve kaçmaya başlar.

Ama kısmetinde olduğu için onu alıp yemesi icbar edilir. Onun dünyadaki hâli böyledir.

Dünyadaki hâli böyle… Âhirete gelince, oradaki cennetin yüzüne göz atmaz; ta, Yaratan’a varıncaya kadar. Oradan bir şey alıp yiyecek olsa, katî emirle alır. İşaret verilir ve o yöne itilir, ondan sonra alıp yer. Cennetin hakkını ödemek için emri kabul eder. Yine o emir icabı huri-vildânın hakkını öder. Oradaki bütün tatların hakkını da aynı emirle yerine getirir. Bu hususta, peygamberlere, şehidlere, sâlihlere uyar. Zaman zaman onlarla olduğu olur. Ancak zamanının çoğu, Hak katında geçer...



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan





Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Seni daima secde, kıyam ve rükû hâlinde görmekteyim. Bunlardan bir sürüde yorgunluk duyuyorsun; ama kalbin, bunlardan bir iz almıyor. Hakk’a yakın olmuyor. Yaptığın işler ona tesir etmiyor. Kalbin, şu kalıptan bir türlü çıkmıyor. Alışmış olduğu hiç bir âdeti terk etmiyor.

Rabb’ini doğru ara. Bu yolda doğru ol. Bu doğruluğun seni yorgunluktan kurtarır. Doğruluk gaganla vücut yumurtasını del, halka bağlılıktan kurtul. Dünyalık eşyalara karşı zühd elini çıkar; bütün arzularını kır. Kalbinle uçmaya koyul. Hak yakınlığı sahiline varıncaya kadar uçuşa devam et. O denizin sahiline yanaş. Geçmişin kurtarıcısı sana gelir. Onun yanında yardım gemisi de bulunur. Elinden tutar. Rabb’ine götürür.

Bu dünya, bir denizdir. İmanın da bir gemidir. Gemi sağlam olursa burada boğulmaktan kurtulursun. Buna benzer Lokman Hekim’in bir sözü vardır. Oğluna öğüt verirken şöyle der: “Oğulcuğum! Dünya denizdir; iman da onun içinde gemi. Gemiyi yürüten, Allah’a kulluktur. Sahil, âhiret âleminin başlangıcıdır.”




Hz. Abdulkadir Geylani /İlahi Armağan

En son meryemnur tarafından 22 Eyl 2009, 05:50 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Ey evlat! Kalbinle Allah’a dön. Allah’a tevbe ile dönülür. Tevbe eden ona dönmüş sayılır. Allah Teâlâ’nın; “Rabb’inize inabe ediniz.” (ez-Zümer, 39/54) buyurması, Rabbinize dönünüz demektir.


Her ne varsa Allah’a bırakınız. Nefsinizi de O’na teslim ediniz. Nefsinizi, O’nun kaza ve kaderi önüne seriniz. O’nun yasakları ve emri karşısında nefse pay vermeyiniz. Hakk’ın değiştirmesi önünde nefse pay çıkarmayınız.

Kalbinizi Hakk’a veriniz. Elsiz olsun, ayaksız olsun, gözsüz ve şekilsiz olsun. Bu âlem böyledir. Şekil yoktur. Şemail yoktur. Niçin ve neden gibi sözler olmaz. Muhalefet ve niza yapılmaz. Uymak ve tasdik etmek vardır.
“Emir âlemi, tamamdır”deyiniz. “Kaderde hatâ yoktur” deyiniz.

Ve geçmişteki ezelî bilginin yanlış olmadığını heryerde ilân ediniz. Böyle olursanız, Hakk’a dönüşünüzde şüphe kalmaz. Haliniz Hakk’a ermiş olduğunuzu tasdik eder. Hiç bir şeyle ünsiyet etme. Hak’tan gayri her şeyden kaç. Arştan zemine kadar bütün yaratılmışları bırak; bıraktığın an, bütün hadiselerin tesirinden kurtulmuş olursun.


Büyük insanların hâllerini bilmeyen, onlara saygı duyamaz. Onların iç âlemlerini ve Hak’la olan bâzı hâllerini sezemeyen, onlara hürmet edemez.


Allah’ın sevgili kulları övülmeyi ve kötülenmeyi eşit görürler. Onlar için övülmekle kötülenmek aynıdır. Yazla kış arasında onlar için ayırt edici bir şey yoktur. Hepsinde, Hakk’ın varlığını sezerler. Değiştirmek ellerinden gelmez.


Bu hâl kimde tahakkuk ederse büyüklerden olur. Övenlere mükâfat vermeye kalkmaz. Kötüleyenlere harp açmaz. Onlarla uğraşmanın abes olduğunu bilir. Halk sevgisini kalbinden çıkarır; Hak sevgisini koyar.


Büyükler, Hakk’a öfke duymazlar. Hakk’ın fermanı olmadan sevgi duygusunu taşımazlar. Allah’ın emri ile şefkat duyarlar, acırlar.


Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana belâ oldu. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun; sebebi, sana mal versinler, iyiliğini söylesinler, evlerine gittikleri zaman seni övsünler, oldu. Sana yakışır mı bu düşünce?


Farzet, halkın teveccühü sana geldi; ölüm ve o andaki sıkıntı başladığı zaman neye yarar? Ölüm anında aranızda uçurumlar olur. Seni kurtaramazlar. Halktan topladığın malı bir başkası yer, hesabı ve cezası sana kalır. Ey tedbirci ve bununla beraber mahrum yaşayan, sen çalışan ve yorulan kimselerdensin; dünyadaki hâlin budur. Asıl yorulmak yarın cehennemde başlar.


İbadet bir sanattır; onu yapanlar, Allah’ın sevgili kullarıdır. Varlığını Hak varlığına katanlar ve ihlâs sahibi olanlar ibadet edebilir. Asıl kulluğu Aziz ve Celil olan Hakk’a yakın olanlar yapabilir.


İlmi ile iş gören bilgi sahipleri, yeryüzünde Allah’ın vekilleridir. Onlar peygamberlere vâris olmuşlardır. Ey heves peşinde koşanlar, dil gürültüsü ile uğraşanlar ve iç bilgisini bırakıp dış şeylerle meşgul olanlar, siz onlardan olamazsınız.


Ey evlat! İslâm dininin hiçbir şeyi ile değilsin. İslâm dini sende sıhhat bulmadı. İslâm dini bir temeldir; şehadet onun özünü sağlar. Şehadeti tam getirmeyen, hem temelden, hem binadan mahrum olur. Yalnız dille şahadet getirmen sana fayda vermez; çünkü kalbinde bir çok ilâh vardır. Şahından ve dış idarecilerden korkun kalbine ilâhtır. Çalışmana, ticaretine, kuvvetine, gözüne, kulağına ve bunlarla yaptığın ticarete güvenmen sana birer ilâhtır. İyiliği, kötülüğü halktan görmen; vermeyi, almayı onlardan bilmen kalbine yine bir ilâh olur. Allah’tan başka güvendiğin ve dayandığın her şey sana bir ilâhtır. Onları kalbinden çıkarmadıkça
“Allah’tan başka Allah yoktur” demen faydasızdır.


Halkın çoğu, yukarıda anlatılan şeylere dayanır, kalplerini onlara verir; ama kendilerini Hakk’a bağlı sanırlar. Hakk’ı anmak onlar için bir âdettir; bunu sadece dilleriyle yaparlar. Kalpleri habersizdir. Onların hali böyle devam eder, sonra meydana çıkar. Halleri yüzlerine vurulur.
“Biz Müslüman değil miydik?” diye feryat ederler; ama faydasız…


Yazık sana! Sözünle
“İlâh yoktur” derken her şeyi yok görüyorsun; “Ancak Allah vardır” derken de bütün varlığı O’na veriyorsun; başkasına varlık tanımıyorsun. Her ne zaman kalbin Hak’tan başkasına dayanırsa yukarıdaki sözlerin yalan çıkar. Neye itimat ediyorsan ve kime dayanıyorsan sana ilâh odur. Dışa itibar yoktur. Kalp var ya; inanan, ihlâs yolunu tutan işte odur; muttaki odur, sana tehlikeli olan şeyi o bıraktırır. Allah’a tam inanan odur. Arta kalan duygular onun askerleri ve onun tebaasıdır. Buna göre “Allah’tan başka ilâh yoktur” dediğin zaman evvelâ kalbinle de; sonra dilinle söyle! Tevhidin hakikatine dayan ve ona itaat et. Allah’tan başkasına güvenme.


Dışını zahir hükme ver; iç âlemini Hakk’a bağla. Hayrı, şerri dışında bırak; sonra iç âlemine yönel, onları yaratanla ol.


O’nu bilen önünde eğilir. O’nu anlayan konuşamaz, dili tutulur, Allah’a ve iyi kullarına tevazu gösterir. Hüznü ve gamı artar. Allah’ tan çok korkar ve utanır. Geçmiş zamanlarda yaptığı aşırı işleri dolayısıyla pişmanlık duyar. Yanında bilgi ve marifet sırları vardır; bunların kaybolmasından korku duyar. Çünkü
“Hak Teâlâ, dilediğini yapar. Yaptığından O’na soru sormak olmaz! Onun gayri, hep yap tıklarından sorumludurlar.” (el-Enbiyâ, 21/23)


İman sahibi iki hâl arasındadır. Bir defa geçmişte yaptığı hataları, yanlış işleri, bilgisizliğini hatırlar, utanır, utancından erir. Hesaba çekilmekten korkar. Bir defa da, bulunduğu hâle bakar. Yaptığı kulluk makbul mü, yoksa değil mi? Verilmiş nimetler kalacak mı, yoksa alınacak mı? Yoksa haliyle bırakılacak mı? Acaba kıya­met günü hâli nice olur? Arkadaşı inananlar mı olur, yoksa iman sızlar mı? Bunları hep o iman sahibi düşünür. İşte bundandır ki, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“Allah’a en çok arif benim, bununla beraber en ziyade korkan yine benim.”



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Ey evlat! Kur’ân’la amel etmek, seni Kur’ân’ın bulunduğu makama erdirir. Sünnet’le iş yapmak ise, Peygamberimiz’in makamına çıkarır (s.a.v).

Peygamberimiz’in ruhaniyeti, Allah yolcularının kalbi çevresinde durur. Orayı süsleyen o ruhtur. Onların sır âlemleri onun ruhuyla parlar. Yakınlık kapısını o açar. Allah yolcularının perişan saçlarını o ruh düzeltir, tarar. Kalp, sır ve Yaratan arasında elçiliği o ruh yapar. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ruhaniyetine bir adım yanaşan, şükür yolunu tutmalıdır. Yaklaştıkça kulluğu artmalıdır. Bundan ayrı şeylerle ferah bulmak isteyen, boş hevese kapılmış olur.

Cahil kimse, dünya ile ferahyâb olur. Bilgi sahibi, dünya ile hüzünlü olur. Cahil kişi, kaderle niza çıkarır, ona karşı durmak ister. Bilgi sahibi, ona uyar ve razı olur.

Ey evlat! Kaderle çekişme! Onu kırmaya uğraşma. Azap sana iner, razı oluncaya kadar başından kalkmaz. Kadere razı olmalısın ve kalbinden halkı bir yana atmalısın. Halkın Yaratan’ına böyle var malısın. O’na kalbinle varsan gerek. Sırrınla O’na yol bulmak icap eder.

Hakk’a uymaya güçlü isen yap. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in yoluna koyulmaya niyetli isen durma. Sâlih kullarına hizmet dili yorsan bekleme. Dünya ve âhirette sana bunlardan daha yararlı şey yoktur. Dünyanın bütün varlığına sahip olsan, kalbine bir şey koyma. Diğer dünyalık kişilerin kalbine benzetme. Kendiliğinden bir toza bile sahip olamayacağına inan. Asıl hazine, yalnız Hak Teâlâ’nın birlik nurunu kalbe koyabilmektir. Bunu yapabilen her halinde O’nun la olduğunu bilir. Vereceği her hükmü O’nun emri ile verir. Bütün insanlar, O’nun vereceği hüküm önünde eşittir.



İlahi Armağan / Abdulkadir Geylani


Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

Meryemnur bacım eline, emeğine, yüreğine sağlık Abdulkadir Geylani Hazretlerinin böyle önemli ve güzel nasihatlerle dolu eserini bizimle paylaşıyorsun sağol varol inşallah. Hizmetiniz daim olsun.
Muhammedi sevgi ve muhabbetle.
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




ALLAH razı olsun sevg-güzel kardeşim. Bende Hz. Abdulkadir Geylani'nin değerli eserindeki nasihatlerini çok önemli buluyorum, sanki doğrudan insanın kalbine işliyor.. Okuduklarımı siz değerli dostlarımla paylaşmakta beni ayrıca mutlu ediyor. Rabbim birliğimizi, muhabbetimizi ve yakınlığımızı arttırsın İNŞALLAH.

Muhammed-i sevgiyle..

Resim



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim





Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bir kudsî hadîsi şöyle anlatır: “Hak Teâlâ Cibril’e hitaben şöyle der: Yâ Cibril, falanı ayılt, falan da uyusun.”

Bu kudsî hadîs iki şekilde tefsir edilir:

“Hakkında ayıltma emri verilen, sevgi ehlidir; uyutulması istenen ise, sevilmiştir.

Şu adam muhabbetimi iddia eder, onu ayılt. Onunla münakaşa etmek dilerim; tâ ki, Benden gayrisi onun gözünde kalmasın. Onu kaldır; tâ ki, iddia ettiği şeylerin şahitlerini getirsin. Ve sevgi babın da hakikati bulsun.

Öbürünü uyut. O yolumda hayli yorgunluk çekti. Zâtımdan gayrinin varlığı onda vücut bulmadı. Sevgisi uğrumda oldu. Dâva ve şahidini kazandı. Ahdimi yerine getirdi. Şimdi sıra Bende. Ona yaptığım vaadi yerine getireceğim. O Benim misafirimdir. Misafirden hizmet talep edilmez; yorucu işlere sokulmaz. Onu lütuf köşemde uyutacağım. Fazilet soframda oturtacağım. Yakınlık işimi ona vereceğim. Zâtımdan gayri her şeyi ondan yok edeceğim. Onun sevgisi tamdır. Sevgi işini ikmal eden için, zorluk kalkar.”


Bir başka mâna daha:


“Onun sesini sevmiyorum; uyut ki, sesini işitmeyeyim. Öbürünün sesini duymak istiyorum, onu da ayılt.”

Seven kimsenin, Hak tarafından da sevilmesi için kalbini Mevlâ’dan gayri her şeyden arî tutması gerekir. Seven kimse, iman, tevekkül, tevhid ve ikan bakımından kemale ererse mahbûb olur. Güçlük gider, rahatlık gelir. En güç iş, Hak tarafından sevilmiş olmakta, O’nun sevgisi kazanıldıktan sonra her şey kolay olur.

Meselâ, bir kimse düşünelim, gece gündüz yol kat eder. Sebebi, bir şahsın sevgisidir. Yolda bin türlü korkulu dakikalar geçirir, yemeye ve içmeye önem vermez, tâ, o şahın kapısına varıncaya kadar böyle devam eder. Şahın bu gelişten haberi olunca, hizmetçilerini ona karşı çıkarır, ağırlatır. Özel bineklere bindirirler. Sonra hamama götürür, temizler, güzel elbise giydirir, koku sürerler. Daha sonra şahın huzuruna çıkarırlar. Şah da onu karşısına alır, hâlini hatırını sorar. Mülkünde olan en güzel nimetleri ona verir. Ve onun mahbûbu olur. O seven kişi, bu güzel hâli bulup şahın sevgilisi olduktan sonra yor­gunluk, korku duyar ve geldiği yere dönmek diler mi? Nasıl dilesin, dilemez. Çünkü orada yerli oldu. Hayatı emniyet altına alındı. İşbu misal bir kalbedir. Kalp, Hakk’a vasıl olduktan sonra Hak yakınlığından bir yer alır, Hakk’a münacat eder. O’nun yanında emin olur. O’nu bırakıp başkasına gitmeyi artık istemez.

Kalbin bu makama çıkması için farzları eda etmesi gerek. Haram ve şehevî şeyleri yapmaması icap eder. Mubah ve helâl olan kısmı ise, varlıkla, şehvetle, hevâ ile almaması gerekir. Bu hâle ermek için şifa veren verâ hâlini bulmak, tam bir yeterlik duygusuna sahip olmak lazım olur. Zühd ve verâ, bu yolda önce yapılması gereken küçük işler sayılır. Büyüklerine gelince, onlar da, Hakk’ın zâtın dan gayri şeyleri bırakmak ve nefse, boş arzulara ve şeytana muhalif olmaktır. Baştan sona nefsin halk denen nesneden temiz olması da birinci derecede gelir. Sonra, övülmek, kötülenmek, verilmek, alınmak gibi şeyler o kul için eşit olmalıdır.

Bu yol için bir iki cümle daha söylenir ki, onları da şöyle anlatmak mümkün olur: Bir işin evveli şehadet getirmek, sonrası da sevilmeyi ve kovulmayı bir görmektir. Bu hâlde kalmak kalbin sağ olmasına bağlıdır. Bir kimsenin kalp âlemi sıhhat bulur, Yaratan’ı ile birleşirse, onun için kovulmakla, kabul olunmak aynı mana taşır.

Övülmek, kötülenmek bir olur. Hastalık ve afiyet aynı olur. Zenginlikle fakirlik fark taşımaz. Dünyanın gelmesi veya gitmesi eşit olur.

Anlattığımız hâller bir kimsede tam olursa, nefsi yok olur. Tabiat ateşi söner. Şeytanı, önünde boynu bükük olur. O sarih kalp için dünya ve onun sahipleri küçük görülür ve âhiret büyür. Sonra, esas nura kavuşur, ikisini de bırakır. Mevlâ’ya döner. O sahih kalp için halk arasından Hakk’a vardıran bir yol açılır. Hakk’a oradan yol alır. Sağ, sol onun için ayan olur, yollar o kalp için temizlenir. Her zararlı şey, o iman sahibinin doğruluk ateşinde yanmaktan kaçar ve özünle mevcut heybetten korkar.


Bu hâle eren için Hak kapısından çevirecek ve yoldan alıkoyacak kimse olamaz. Bu hâli benliğinde bulunduran kimsenin savaş erleri, zaferden geri edilemez. Ordusu hezimete uğratılamaz. Kuşu susturulamaz. Tevhid kılıcı için bir hudut çizilemez. İhlâs adımları yürümekle yorulmaz. Hiçbir iş ona güç gelmez. Hiçbir kapı, önünde kapalı durmaz; açılınca da kapanmaz. Önünde kapılar uçar, kilitler açılır, yönler fethedilir. O, Hak Teâlâ’nın huzuruna varıncaya kadar, kimse durdurmaya güç yetiremez. Bu hâl, Hak tarafından ona bir lütuf olur. Bu lütfu bulduktan sonra onun köşesinde uyur. Hak ona fazlından yedirir; ülfet hâlinden içirir. Bunları bulduktan sonra beşer kalbinin hatırlamadığını bulur. Kulakların işitmediğini duyar. Gözlerin görmediğini görür.

Hak Teâlâ’nın fazlını, keremini bulduktan sonra, o büyük insan halk arasına yine katılır. Sebebi; onlara hidayet yolunu göstermesi ve mülk sahibi kılması… Çünkü o kul, sonsuz manevî bir mülke sahiptir. Elinde bulunan cümle şeyi bütünü ile halka dağıtır. Bu öyle bir kuldur ki, Hakk’a vasıl olmuş, onu görmüş ve masivâ denen Hakk’ın zâtından gayri şeyleri bilmiştir. Artık işi, yâni yeni vazifesi, halkla uğraşmaktır. Onlarla uğraşır, düzeltmek için başlarına vurur. Halka önderdir. Hakk’ın kapısını gösteren bir elçidir. Bu zâta melekût âleminde
“Azîm” ismi verilir. Bütün yaratılmışlar, onun kalp ayağı altında durur. Ve ondan gölgelenir.

Bu hâlleri işitip heyecana kapılma. Sen, bir iddiacısın. Sana ait olmayan ve yanında bulunmayan şey için iddia peşindesin. Nefsin seni istilâ etmiş. Halk, dünya hep birden kalbini sarmış. Dünya ile halk, sana göre Allah’tan -hâşâ- daha büyük… Sen, Allah yolcularına karşı haddini aştın ve onların sayısına katılamadın. İşaret ettiğim şeylere ermek dilersen bütün fâni şeylerden kalbini temizlemeye bak. Emirlere imtisal et. Yasakları yapma. Kaderin getirdiği şey­lere sabırla bak. Dünyalık işleri kalbinden at. Bunları yaptıktan sonra bana gel. Bu hâlden sonra seninle konuşabilirim ve sonrasını anlatırım. Buna erebilirsen, her arzun yerine gelir. Bu hâli taşımadan laf etmek, ancak hezeyan olabilir.

Eğer ayık kimselerden, akıllı ve Hakk’ı murakabe eden kimselerden olsaydın, Allah’ın huzurunda olduğunu bilir, sükûtu tercih eder, O’nun fiil tecellisini görür, olan işlerin cümlesini kendine birer nimet kabul ederdin.

Eğer niza çıkarmadan dursaydın, şükür yolunu tutsaydın, küfür yolunu tutmayıp razı olsaydın. O’na darlık göstermeden sessizce dursaydın ve şikâyet etmeseydin, sana şöyle denirdi:
“Allah kuluna kâfi değil mi?” (ez-Zümer, 39/36)


İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani


Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Ey evlat! Oruç tut. İftar zamanı fakirleri de gözet. Yediğinden biraz da onlar faydalansın. Bir kimse, yalnız yer ve yedirmezse ona fakirlik gelir; ona belâ ve darlık gelmesinden korkulur.

Ey cemaat! Midenizi doyurmaktasınız; ama komşunuz aç. Bu hâlde iman iddiasındasınız. Bu yanlıştır! İmanınız sıhhatli değildir. Sizden birinizin yanında bol yiyecek olsa, kapısına gelen dilenciye bir şey vermese, az zaman sonra o fakir gibi olabilir. Çocuklarının yiyeceğinden arta kalan şeyin hiç olmazsa bir parçası, fakirlere verilmelidir. Niçin vermezsin? Yakında haberin gelir, o nimeti sana veren kudret onu elinden alır.

Yazık sana! Nasıl oluyor, hem namaz kılmaktasın, hem de fazla malından ihtiyaçlı kimselere vermemektesin? Tevazu ile namaz kılacaksın, fakirlere sadaka vereceksin. Bu iki hâli benliğinde topla. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir eli ile devesine yiyecek, öbürü ile dilenciye sadaka verirdi. O tevazu sahibi idi. Koyununu eli ile sağar, yırtık elbiselerini kendisi dikerdi. Ona uymayı iddia kolay değildir, siz onun yaptıklarına uymuyorsunuz. Şahidiniz yoktur. Şöyle bir misal vardır, denir ki:
“Sen hâlis Yahudi isen mesele yok, değilsen Tevrat’ı bırak, oku ma.” Ben de şöyle diyorum: “Müslümansan, onun şartlarını yerine getireceksin; aksi hâlde ‘Ben Müslümanım’ deme.”

İslâm dininin şartlarını yerine getirmelisiniz ki, onun hakikatine erebilesiniz. Onun hakikati; Hak önünde teslim bayrağını çekmektir. Elindeki iyi şeyleri bugün kullara pay et; yarın Mevlâ sana rahmetle bakar. Yeryüzündekilere şefkat duyunuz; tâ ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsinler.

Kötü nefsinle kaldığın süre, aranan bu yüce makama vasıl olman kabil değildir. Nefsin kötü arzularını yerine getirdiğin müddetçe onun emrinde sayılırsın. Onun hakkını ver; fakat yersiz dileğini verme. Hakikati ona ulaştır; bu ona hayat verir. Onun kötü arzularını vermen ölümdür. Nefsin hakkı; yemek, içmek, giymek ve oturacak yerdir. Kötü arzuları ise; uygunsuz tatlar ve kötü alışkanlıklardır. Onun hakkını iman eli ile ver. Onun kötü arzularını kadere ve ilâhî bilginin geçmişteki hükmüne bağla. Ona mubah yedir. Haram yedirme. İman kapısına oturt. Onu hizmete devam ettir. Bunları yapar san kurtulursun. Azîz ve Celîl olan Allah’ın şu kelâmını işitmedin mi:
“Peygamber’in size getirdiklerini alınız, yasak ettiği şeylerden kendinizi çekiniz.” (el-Haşr, 59/7)

Aza kanaat ediniz; varlığınızı oraya yerleştiriniz. Çok gelecek olursa, geçmişte sana nasip olmuştur. Bu yüzden sana geliyor. Azla yetinirsen varlığını helâkten kurtarırsın. Nefsine sahip olursun. Azla yetinmek nefsin kısmetini kaçırmak değildir. Hasan-ı Basrî Hazret leri (rh.a) şöyle derdi:
“İman sahibine, bir yolcuya gerekeni yapmak düşer. Bir hurma ve bir hırka ile yetinmeye alış.”

Çok olduğu zaman yine al. Her zaman bolluk olmaz. Şimdi azla yetinirsen, darlık zamanı üzüntü duymazsın. İman sahibi doyuncaya kadar yer. İmanı bozuk münafık ise yer, doyar; kendine yeterin den çok fazlasını saklar. İman sahibi yeteri kadar alır. Çünkü o bir yolcudur. Menzile varınca asıl bolluğa ereceğine inanır. Vardığı yerde bütün ihtiyaçlarının, temin edileceğine inanır. İmanı olmayanın ise, kendince ne gideceği yer vardır, ne de bir gayesi.

Günlerinizi ve aylarınızı boşa geçirmektesiniz, ömürleriniz tükeniyor. Fayda alamıyorsunuz. Görüyorum ki, dünyalık işlerinizi boş geçirmiyorsunuz. Asıl boş geçirdiğiniz şey, din işleriniz oluyor. Aksini yapınız; isabet olur. Dünyada kimseye bir şey kalmaz, böyle olunca size ne kalır? Size de kalmaz.


Ey evlat! İhtimal dahilinde olan şeyleri bırak ve serden kesil.

Sözlerin kardeşleri vardır. Bir söz edersin, arkasından öbürü gelir. Ona cevap verirsin, peşinden diğeri gelir, sonra şer. İnsanları Hak kapısına çağıran büyükler azdır. Sözleri dinlenmediği takdirde, halk üzerine birer hüccet olurlar. O büyükler, iman sahiplerine nimet, Allah yolunun düşmanlarına ise şiddet gösterirler.


Allah’ım, bizi Tevhid nuru ile hoş et. Halktan kurtulmak hâli ile kokula. Senden gayri cümle varlıktan kurtulmakla ruhumuza buhur saç...



Aminn...


İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani





Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Ey evlat! Zenginle fakiri ayırt etme. İkisini de eşit bil. Bunu yapmıyorsan sana felah yoktur. Fakirleri sabırlı gör. Onları tebrik et. Sana geldikleri zaman yüzlerine gül. Onlarla otur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, fakirlerin hâlini şöyle anlatır:
“Sabırlı fakirler, Rahman’ın arkadaşlarıdır.”

Bu âlemde kalplerinde Rahman’ın tecellisini bulurlar, öbür âlem de bizzat ererler. Onlar dünyada kalplerini dünya süsünden berî ettiler. Dünyalık şeyleri kalplerine sokmadılar. Onlar, fakirliği zenginliğe tercih eder ve kalplerini sabra alıştırmaya çalışırlar. Sonra, âhirete dönerler. Oraya bir zaman bağlı kalır, sonra onu da bir tarafa atarlar. Bilirler ki; Rabblerinin rızası, oraya bağlı kalmakla hasıl olmaz. Halktan utanarak ondan kaçarlar. Hakk’ın gayrı ve bilhassa sonradan yaratılmış, ömürsüz şeylere nasıl bağlanabilirler? İşte bunu anladıkları için yaptıkları cümle işi orada bırakır, Hakk’a doğru yol alırlar. Doğruluk kanatlarını açar, O’na doğru uçarlar. Kafese önem vermezler. Vücut kafeslerini bırakır, mucitlerine giderler. Yüce dostu ararlar. Evvel’i, Âhir’i, Zâhir’i, Bâtın’ı ararlar. Hakk’ın yakın­lık burcuna böylece yücelip giderler.

Yüce Yaratanımız şöyle buyurdu
: “Onlar, katımızda sevilmiş ve seçilmişlerdir.” (es-Sâd, 38/47)

İşbu âyet-i kerimenin tefsiri şöyle olur: Kalpleri Biz’de. Göçleri uğrumuzda. İç âlemleri Biz’e yönelmiş, özleri Biz’imle dolmuştur. Dünyada ve âhirette onlar böyledir. Bu hâle eren bir cemaat için dünyanın ne değeri olur? Âhiret neye yarar? Dünya bir çöp kadar kıymetli olmaz, âhiret yine öyle. Semâ toplanır, yer dürülür, kalp köşelerine büzülür. Kalpleri o kadar yücedir ki, bu hâli yapabilir. Bu hâlleri onların kalp âlemine göre olur. Kalpleri arzusunu bulunca, Hak’tan gayri cümle şeyden fena bulurlar.

Dünyadan beşerî ihtiyaçlarını alırlar. Geçmiş hüküm ve ilâhî ilim gereğince, dünya ihtiyaçlarını giderirler.

Hak tarafından olduğuna inandıkları hiç bir şeye itiraz etmezler. Güzel edep sahibidirler. İlâhî ilmin tecellisine karşı terbiyelerini muhafaza ederler. Kaza ve kaderi hoş karşılamayı bilirler. Verileni itina ve sabırla alırlar. İcap ederse bırakırlar ve buna üzülmezler. Nefis, hevâ, şahsî arzu bunlara söz geçiremez. Dış emirleri iyi bilirler. Bütün hâllerinde emrin gereğini yerine getirirler. Ellerinde dünya malı varsa halka dağıtırlar. Cimri davranmazlar. Kendilerine az bile kalsa, iyilik yapmaktan çekinmezler. Halkı Hakk’a yaklaştırmak yolunda ellerinden geleni yaparlar. Bir zerre miktar, dünya sevgisi kalplerinde kalmaz.







Dünyadan ayrıl, âhireti kaçırırsın. Bu dünyayı seven öbür dünyayı elden çıkarır. Âhiret sevgisini kalbinde taşıdığın müddetçe Mevlâ’n sana uzak kalır.

İşe bak. Cahil olma. Sen, bilgi ile yıkılan insana benziyorsun. Bilgi, gereği yapılmazsa insanı yıkar.

Hakk’a varmak arzusu kalbinde varsa, elinde bulunan dünya malından fakirlere ver. Sadaka vermek, fakirlere ihsan etmek, Hak’la iş yapmaktır. Allah, iyi zengindir. Kime ihsan etmiyor, kimi sürün dürüyor? Kimi acından öldürüyor? Herkes istediği kadar alıyor. O’nun sofrası kullarının kabiliyetine göre açılır. İhtiyaçlar yeteri kadar giderilir. Allah uğruna bir zerre ver, önünde bir dağ bulursun. Bir damla su versen sana deniz verilir. Yeter ki, verdiğinizi O’nun uğruna veresiniz. Her istediğinizin mükâfatını dünyada bulursunuz, öbür âlemde ise daha bol mükâfat alırsınız.







Ey cemaat! Hak’la iş yaparsanız etmiş olduğunuz kötü şeyler temizlenir. Nehirleriniz coşar. Ağaçlarınız yapraklanır. Dalları uzar. Meyveleri bollaşır.

Daima iyilik söyleyiniz. Kötü işleri yaptırmayınız. Allah yolunda yardım ediniz. O’nun dinine hizmet ediniz. Doğrulukla O’nun yoluna koşunuz. O’nun uğruna doğru olan, her zaman doğrudur. Gizli zamanda, açık zamanda ve her zamanda doğrudur. Darlıkta yine doğru olur. Sıkıntılı zamanlarda yine doğru kalmasını bilir.

Bütün ihtiyaçlarınızı Hak’tan isteyiniz. Halka avuç açmayınız. Hak varken halkın lafı olmaz. Zahirde kullardan isteseniz bile, kalbiniz O’nunla olmalı. Her şeyin Hak’tan olduğuna inanınız. Birinden istemek zorunda kalırsanız, kalbiniz tam mânası ile Hakk’a bağlı olursa, o istek ve arzunun, Mevlâ’nın ilhamı olduğunu bilirsiniz. Allah’ın varlığına inanınız, kimden isterseniz isteyiniz. O, gideceğiniz yönü tayin eder. Verilirse, Hak’tan olur, olmazsa yine O’ndan.

Allah yolcuları kalplerine dünyalık koymaz. Orası Hakk’ın tecelli yeridir; bu yüzden maddî nesneleri oradan atarlar. Gelecek bir şey varsa, vakti olduğunu bilirler. O vakit gelince her şey yerini alır. Onu artık aramazlar, bırakırlar; haliyle geleceğine inanırlar. Şahlarının kapısında yerleşirler. Her şeyden gına duyarlar. Allah’ın fazlı onları zengin eder. O’nun yakınlığı onlara yeter. İç âlemleri nurlanınca, halkın yöneldiği yöne dönerler. Halka, Hak tarafından gönderilen bir hatip olurlar. Şayet, halktan bir grup şahın huzuruna gidecek olsa, önlerinde sözcüleri bu büyükler olur. Onlar, halkın kalp elini tutar. Şahın yanına aparırlar; onların hürmetleri için herkese iyilik edilir. Onların şerefine bütün kullara ihsan yapılır.

Bazı büyükler, iyi kulları anlatırken şöyle der:
“Allah’ın kulları, tam kul oldukları için Rabblerinden gayrisini istemezler. Dünyayı düşünmezler, âhireti beklemezler. Yalnız Mevlâ’yı isterler. Başka dilekleri yoktur.


Allah’ım, bütün halkı Sana yönelmiş kıl. Bütün dileğim budur. Yapacağını Sana ısmarlarım, iş Sen’indir. Bu benim duamdır; umumîdir. Bu duayı yapanlar, mükâfat alır. Allah, dilediğini yapar. Halk, O’nun elindedir...



Aminn..



İlahi Armağan / Hz. Abdulkadir Geylani


Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön