..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (1-40)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (1-40)
MUHİDDİN-İ ARABÎ
MİŞKÂTÜL ENVÂR
-NÛRLAR HAZİNESİ-
101 KUDSÎ HADİS
MUHYİDDÎN İBNÜL- ARABÎNİN ÖNSÖZÜ :
Rahmân ve Râhim olan Allahın adıyla.
Allahın salât ve selâmı Efendimiz Muhammede, onun ailesine ve ashâbı üzerine olsun.
Allaha muhtac durumda olan Muhammed b. Ali b. Muhammed ibnül-Arabî et-Tâî el-Hâtimî el-Endelûsî (Allah kendisine hüsn-i hâtime nasîb etsin) şöyle diyor :
Hamd âlemlerin Rabbi Allaha mahsustur.
Müttakîlerin âkıbetleri hayırlı olur.
Kudret ve kuvvet yüce Allahındır.
Salât ve selâm âlemlerin efendisi Muhammed, onun temiz âilesi, ashab ve tâbiîn ve bütün müminler içindir.
... İbn Abbastan nakledilen bir hadîs vardır :
Ümmetim için benim sünnetimden kırk hadis hıfzedenin kıyâmet gününde ben şefâatçisi olacağım buyurulur.
Aynı meâlde Enes b. Mâlikten şu rivâyet vardır :
... Resûlullah (sav) buyurdu : Kim ki ümmetim için, ihtiyaç duydukları hususlarda kırk hadîs hıfzederse Allah onu fakih ve âlim olarak kaydeder
(Aclûnî , Keşfül-hafâ, II, 340; Süyûtî , el-Câmius-Sağîr, II, 170.)
İnsanın, dönüş yeri olan âhirete dünyâsından daha muhtaç olduğunu düşünerek, 599 senesinde Mekkede (Allah orayı himâye etsin) bulunduğum aylarda bu kırk hadîsi topladım.
Burada özellikle Allaha isnâd edilen (kudsî) hadisleri alma şartı üzerinde durdum.
Bunlara, rivâyet hakkına sâhip olup da, kaydettiğim hadîslerden merfû olarak Allaha isnâd edilen, fakat Resûlullah (sav)e isnâd edilmemiş olan 40 hadîs ilâve ettim.
Daha sonra 21 hadîs daha ekledim.
Böylece 101 ilâhî (kudsî) hadîse ulaşmış oldu.
Allah bizi ve sizi ilimden faydalandırsın.
İhsan ve bereketiyle bizleri ilim ehlinden kılsın.
O her şeye Kadîrdir.
Muhtac: İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.
Hüsn-i hâtime: Neticeyi iyi bir halde bitirme. * İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.
Tâbiîn: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ı sağ iken görmüş olan mü'minlerle yani Ashabla görüşmüş ve onlardan ders almış olan sâlih müslümanlar. (Bak: Ashab)
Hıfz: Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza. * Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak.
Merfû: Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
MİŞKÂTÜL ENVÂR
-NÛRLAR HAZİNESİ-
101 KUDSÎ HADİS
MUHYİDDÎN İBNÜL- ARABÎNİN ÖNSÖZÜ :
Rahmân ve Râhim olan Allahın adıyla.
Allahın salât ve selâmı Efendimiz Muhammede, onun ailesine ve ashâbı üzerine olsun.
Allaha muhtac durumda olan Muhammed b. Ali b. Muhammed ibnül-Arabî et-Tâî el-Hâtimî el-Endelûsî (Allah kendisine hüsn-i hâtime nasîb etsin) şöyle diyor :
Hamd âlemlerin Rabbi Allaha mahsustur.
Müttakîlerin âkıbetleri hayırlı olur.
Kudret ve kuvvet yüce Allahındır.
Salât ve selâm âlemlerin efendisi Muhammed, onun temiz âilesi, ashab ve tâbiîn ve bütün müminler içindir.
... İbn Abbastan nakledilen bir hadîs vardır :
Ümmetim için benim sünnetimden kırk hadis hıfzedenin kıyâmet gününde ben şefâatçisi olacağım buyurulur.
Aynı meâlde Enes b. Mâlikten şu rivâyet vardır :
... Resûlullah (sav) buyurdu : Kim ki ümmetim için, ihtiyaç duydukları hususlarda kırk hadîs hıfzederse Allah onu fakih ve âlim olarak kaydeder
(Aclûnî , Keşfül-hafâ, II, 340; Süyûtî , el-Câmius-Sağîr, II, 170.)
İnsanın, dönüş yeri olan âhirete dünyâsından daha muhtaç olduğunu düşünerek, 599 senesinde Mekkede (Allah orayı himâye etsin) bulunduğum aylarda bu kırk hadîsi topladım.
Burada özellikle Allaha isnâd edilen (kudsî) hadisleri alma şartı üzerinde durdum.
Bunlara, rivâyet hakkına sâhip olup da, kaydettiğim hadîslerden merfû olarak Allaha isnâd edilen, fakat Resûlullah (sav)e isnâd edilmemiş olan 40 hadîs ilâve ettim.
Daha sonra 21 hadîs daha ekledim.
Böylece 101 ilâhî (kudsî) hadîse ulaşmış oldu.
Allah bizi ve sizi ilimden faydalandırsın.
İhsan ve bereketiyle bizleri ilim ehlinden kılsın.
O her şeye Kadîrdir.
Muhtac: İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.
Hüsn-i hâtime: Neticeyi iyi bir halde bitirme. * İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.
Tâbiîn: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ı sağ iken görmüş olan mü'minlerle yani Ashabla görüşmüş ve onlardan ders almış olan sâlih müslümanlar. (Bak: Ashab)
Hıfz: Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza. * Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak.
Merfû: Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
En son aNKa tarafından 20 Nis 2008, 16:39 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
1. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Zer nakleder, Allah Teâlâ'dan rivâyet ederek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Ey Kullarım! Ben kendi zâtıma zulmü haram ettim, onu sizin aranızda haram kıldım.
O hâlde birbirinize aslâ zulmetmeyin.
Ey kullarım! Benim hidâyete erdirdiğim müstesnâ hepiniz dalâlettesiniz!
O hâlde Ben'den hidâyete erdirilmenizi isteyiniz ki sizi hidâyete erdireyim.
Ey kullarım! Benim yedirdiklerim müstesnâ hepiniz açsınız; o hâlde benden yiyecek isteyiniz ki size yiyecek vereyim.
Ey kullarım! Benim giydirdiklerim müstesnâ hepiniz çıplaksınız.
Benden giyecek isteyiniz ki sizi giydireyim.
Ey kullarım! Siz gece gündüz günah işlersiniz, Ben bütün günahları bağışlarım.
Benden mağfiret dileyin ki sizi bağışlayayım.
Ey kullarım! Siz Bana hiçbir zarar veremeyeceğiniz gibi, Bana bir faydanız da olamaz.
Ey kullarım! Sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, en müttakî kalbe sâhip kimseler olsaydınız bile, Benim mülkümde herhangi bir fazlalık olmazdı.
Ey kullarım! Sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz en kötü kalbe sâhib kimseler olsaydınız bile Benim mülkümde herhangi bir noksanlık olmazdı.
Ey kullarım! Sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde hep birlikte ayağa kalkıp Ben'den istekte bulunsanız, herkesin istediği şeyi veririm de, bu Benim nezdimde ancak iğnenin denize daldırıldığı zaman eksilttiği şey kadar bir noksanlığa yol açar.
Ey kullarım! Bu saydıklarım sizlerin amelleriniz ve Benim onlara verdiğim karşılıklar.
Kim bir iyilik bulursa, Allah'a hamdetsin!
Kim bunun dışında bir şey bulursa, ancak kendini kötülesin!
(Müslim, Birr, 55)
Rivâyet : Hikâye edilen hâdise veya söz. * Bir hâdisenin başkalarına anlatılması. * Peygamberimiz'den (A.S.M.) işittiklerini veya sahabeden duyduklarını birisinin başkasına anlatması.
Haram : Helâl olmayan, İslâmiyetçe ve dince nehyedilen şeyler ve ameller. Allah'ın izin vermediği, men'ettiği şeyler. Helâlin zıddı olan şey.
Hidâyet : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
Müstesnâ : İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.
Dalâlet : İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak. * Şaşkınlık
Mağfiret : (Magfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
Nezd : f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)
... Ebû Zer nakleder, Allah Teâlâ'dan rivâyet ederek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Ey Kullarım! Ben kendi zâtıma zulmü haram ettim, onu sizin aranızda haram kıldım.
O hâlde birbirinize aslâ zulmetmeyin.
Ey kullarım! Benim hidâyete erdirdiğim müstesnâ hepiniz dalâlettesiniz!
O hâlde Ben'den hidâyete erdirilmenizi isteyiniz ki sizi hidâyete erdireyim.
Ey kullarım! Benim yedirdiklerim müstesnâ hepiniz açsınız; o hâlde benden yiyecek isteyiniz ki size yiyecek vereyim.
Ey kullarım! Benim giydirdiklerim müstesnâ hepiniz çıplaksınız.
Benden giyecek isteyiniz ki sizi giydireyim.
Ey kullarım! Siz gece gündüz günah işlersiniz, Ben bütün günahları bağışlarım.
Benden mağfiret dileyin ki sizi bağışlayayım.
Ey kullarım! Siz Bana hiçbir zarar veremeyeceğiniz gibi, Bana bir faydanız da olamaz.
Ey kullarım! Sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, en müttakî kalbe sâhip kimseler olsaydınız bile, Benim mülkümde herhangi bir fazlalık olmazdı.
Ey kullarım! Sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz en kötü kalbe sâhib kimseler olsaydınız bile Benim mülkümde herhangi bir noksanlık olmazdı.
Ey kullarım! Sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde hep birlikte ayağa kalkıp Ben'den istekte bulunsanız, herkesin istediği şeyi veririm de, bu Benim nezdimde ancak iğnenin denize daldırıldığı zaman eksilttiği şey kadar bir noksanlığa yol açar.
Ey kullarım! Bu saydıklarım sizlerin amelleriniz ve Benim onlara verdiğim karşılıklar.
Kim bir iyilik bulursa, Allah'a hamdetsin!
Kim bunun dışında bir şey bulursa, ancak kendini kötülesin!
(Müslim, Birr, 55)
Rivâyet : Hikâye edilen hâdise veya söz. * Bir hâdisenin başkalarına anlatılması. * Peygamberimiz'den (A.S.M.) işittiklerini veya sahabeden duyduklarını birisinin başkasına anlatması.
Haram : Helâl olmayan, İslâmiyetçe ve dince nehyedilen şeyler ve ameller. Allah'ın izin vermediği, men'ettiği şeyler. Helâlin zıddı olan şey.
Hidâyet : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
Müstesnâ : İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.
Dalâlet : İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak. * Şaşkınlık
Mağfiret : (Magfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
Nezd : f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)
En son aNKa tarafından 29 Mar 2008, 18:09 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
2. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'den:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor:
Ben ortakların, ortaklıktan (şirk) en çok müstağnî olanıyım.
Kim bir amel işler de o konuda Ben'den başkasını ortak ederse,
Benim o işle bir ilgim olmaz; o iş ortak kıldığı şeye âit olur.
(Müslim, Zühd, 46)
Müstağnî : (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
... Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'den:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor:
Ben ortakların, ortaklıktan (şirk) en çok müstağnî olanıyım.
Kim bir amel işler de o konuda Ben'den başkasını ortak ederse,
Benim o işle bir ilgim olmaz; o iş ortak kıldığı şeye âit olur.
(Müslim, Zühd, 46)
Müstağnî : (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
En son aNKa tarafından 30 Mar 2008, 20:08 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
3. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Ümâme, Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor:
Benim nazarımda velîlerimin en imrenilecek durumda olanı, şu vasıflara sâhib olan mü'mindir:
Malı azdır, namazdan lezzet alır, Rabbine en güzel şekilde kullukta bulunur, gizli ve açık her durumda O'na itâat eder.
İnsanların içinde âdetâ kaybolmuştur, parmakla gösterilemez.
Rızkı kendine yetecek kadar olup, buna sabreder.
Sonra (Hz. Peygamber) eliyle vurarak şöyle devâm etti:
Onun ölümü çabuk, ağlayanları ve mîrâsı az olur.
(Tirmizî, Zühd, 35; İbn Mâce, Zühd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 252.)
[İbn Arabî, Fütûhât'ın 73. bâbında, burada sözü edilen şahısların Melâmetiyye olduğunu açıklar.
Istılâhât'ında onları şöyle târif eder:
Bunlar bâtınlarında olan şeyden zâhirlerinde hiçbir iz görünmeyen kimselerdir: bunlar en yüksek mânevî topluluktur.]
Azîz : İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
Celîl : Celâlet ve celâdet sâhibi. Azîm, mertebesi yüksek.
Nazar : İtibar. Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Velî : Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse. * Sıddık.
Rızk : Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.
... Ebû Ümâme, Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor:
Benim nazarımda velîlerimin en imrenilecek durumda olanı, şu vasıflara sâhib olan mü'mindir:
Malı azdır, namazdan lezzet alır, Rabbine en güzel şekilde kullukta bulunur, gizli ve açık her durumda O'na itâat eder.
İnsanların içinde âdetâ kaybolmuştur, parmakla gösterilemez.
Rızkı kendine yetecek kadar olup, buna sabreder.
Sonra (Hz. Peygamber) eliyle vurarak şöyle devâm etti:
Onun ölümü çabuk, ağlayanları ve mîrâsı az olur.
(Tirmizî, Zühd, 35; İbn Mâce, Zühd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 252.)
[İbn Arabî, Fütûhât'ın 73. bâbında, burada sözü edilen şahısların Melâmetiyye olduğunu açıklar.
Istılâhât'ında onları şöyle târif eder:
Bunlar bâtınlarında olan şeyden zâhirlerinde hiçbir iz görünmeyen kimselerdir: bunlar en yüksek mânevî topluluktur.]
Azîz : İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
Celîl : Celâlet ve celâdet sâhibi. Azîm, mertebesi yüksek.
Nazar : İtibar. Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Velî : Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse. * Sıddık.
Rızk : Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.
En son aNKa tarafından 29 Mar 2008, 18:09 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
4. KUDSÎ HADÎS :
... Enes b. Mâlik nakleder: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) oturmakta iken, birden bire dişleri görünecek kadar güldüğünü gördük.
Ömer sordu:
Anam babam hakkı için söyle Yâ Resûlullah, seni güldüren şey nedir?
Hz. Peygamber cevap verdi:
"Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi olan Rabb Teâlâ'nın huzûrunda diz çökmüşler, birisi şöyle diyor:
Yâ Rabbî, kardeşimden benim hakkımı alıver!
Allah (suçlanana):
Kardeşinin hakkını ver! buyurdu.
Yâ Rabbî! İyiliklerimden (ona verecek) hiçbir şey kalmadı! dedi,
Yâ Rabbî, öyleyse günahlarımdan bir kısmını yüklensin! dedi (şikâyet eden)."
Bu sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in gözleri yaşla doldu.
Sonra şöyle buyurdu:
"Bu gerçekten korkunç bir gündür.
Öyle bir gün ki, insanlar günahlarından bir kısmının (başkası tarafından) yüklenilmesine ihtiyaç duyacaklardır."
Sonra şöyle devâm etti:
"Azîz ve Celîl olan Allah şikâyet sahibine şöyle diyecek:
Başını kaldır ve Cennet bahçelerine bak!
O başını kaldıracak ve haykıracak:
Yâ Rabbî, gümüşten şehirler ve incilerle süslenmiş altından köşkler görüyorum. Bu hangi peygambere, hangi şehide âittir?
Bana bedelini verenindir! diyecek (Allah)."
Peki buna kim sâhib olabilir Yâ Rabbî?
Ona sen sâhib olabilirsin!
Nasıl Yâ Rabbî?
Kardeşini affederek!
Affettim gitti Yâ Rabbî!
"Bunun üzerine Yüce Allah buyuracak ki:"
Kardeşinin elinden tut ve onu cennete koy!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) devâmla şöyle buyurdu:
"Allah'tan korkun, aranızdaki münâsebetleri düzeltin. Şüphesiz Allah kıyâmet gününde mü'minlerin arasını düzeltir."
(Hâkim ve Beyhaki)
İzzet : Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.
Münâsebet : İki şey arasındaki tenasüb, uygunluk, yakınlık, bağlılık, mensubiyet, yakışmak, vesile, alâka.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُوا اللّهَ وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُوا اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin. (Enfal 871)
... Enes b. Mâlik nakleder: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) oturmakta iken, birden bire dişleri görünecek kadar güldüğünü gördük.
Ömer sordu:
Anam babam hakkı için söyle Yâ Resûlullah, seni güldüren şey nedir?
Hz. Peygamber cevap verdi:
"Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi olan Rabb Teâlâ'nın huzûrunda diz çökmüşler, birisi şöyle diyor:
Yâ Rabbî, kardeşimden benim hakkımı alıver!
Allah (suçlanana):
Kardeşinin hakkını ver! buyurdu.
Yâ Rabbî! İyiliklerimden (ona verecek) hiçbir şey kalmadı! dedi,
Yâ Rabbî, öyleyse günahlarımdan bir kısmını yüklensin! dedi (şikâyet eden)."
Bu sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in gözleri yaşla doldu.
Sonra şöyle buyurdu:
"Bu gerçekten korkunç bir gündür.
Öyle bir gün ki, insanlar günahlarından bir kısmının (başkası tarafından) yüklenilmesine ihtiyaç duyacaklardır."
Sonra şöyle devâm etti:
"Azîz ve Celîl olan Allah şikâyet sahibine şöyle diyecek:
Başını kaldır ve Cennet bahçelerine bak!
O başını kaldıracak ve haykıracak:
Yâ Rabbî, gümüşten şehirler ve incilerle süslenmiş altından köşkler görüyorum. Bu hangi peygambere, hangi şehide âittir?
Bana bedelini verenindir! diyecek (Allah)."
Peki buna kim sâhib olabilir Yâ Rabbî?
Ona sen sâhib olabilirsin!
Nasıl Yâ Rabbî?
Kardeşini affederek!
Affettim gitti Yâ Rabbî!
"Bunun üzerine Yüce Allah buyuracak ki:"
Kardeşinin elinden tut ve onu cennete koy!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) devâmla şöyle buyurdu:
"Allah'tan korkun, aranızdaki münâsebetleri düzeltin. Şüphesiz Allah kıyâmet gününde mü'minlerin arasını düzeltir."
(Hâkim ve Beyhaki)
İzzet : Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.
Münâsebet : İki şey arasındaki tenasüb, uygunluk, yakınlık, bağlılık, mensubiyet, yakışmak, vesile, alâka.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُوا اللّهَ وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُوا اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin. (Enfal 871)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
5. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah, cennet ve cehennemi yarattığı vakit Cebrâil'i cennete gönderdi ve şöyle buyurdu:
Cenneti ve cennet ehli için hazırladıklarımı gözden geçir!
Cebrâil, cenneti ve cennet ehli için hazırlanan şeyleri gözden geçirdi; geri dönünce şöyle dedi:
İzzetine yemîn ederim ki, cenneti işitip de oraya girmek istemeyecek kimse tasavvur edemiyorum!
Bunun üzerine Allah emretti de cennet hoşa gitmeyecek şeylerle örtüldü. Allah Cebrâil'e:
Dön oraya! Cenneti ve cennet ehli için hazırladığım şeyleri gözden geçir. buyurdu,
Cebrâil dönünce:
İzzetine yemîn ederim ki, oraya hiç kimsenin girememesinden korktum! dedi.
Allah Cebrâil'e buyurdu:
Cehenneme git, orayı ve cehennem ehli için hazırladığım şeyleri gözden geçir!
Cebrâil bir de ne görsün, birbirinin sırtına binmişler!
Dönüp Allah'a dedi ki:
İzzetine yemîn ederim, cehennemi işitip de oraya girmek isteyecek kimse tasavvur edemiyorum.
Bunun üzerine Allah emretti ve cehennem nefsin arzu duyacağı şeylerle örtüldü.
Allah Cebrâil'e:
Dön oraya! Cehennem ve cehennem ehli için hazırladığım şeyleri gözden geçir! dedi.
Cebrâil cehenneme döndü, bir de ne görsün, orası nefsin arzu duyacağı şeylerle donatılmış!
Dönüp Allah'a dedi ki:
İzzetine yemîn ederim, hiç kimsenin cehennemden kurtulamayıp muhakkak oraya gireceğinden korktum.
(Tirmizî, Cennet, 20; Ebû Dâvûd, Sünnet, 25; Ahmed b. Hanbel, II 233,373)
Cebrâil : (Cebril, Cibril) Cenab-ı Hakk'ın emirlerini Peygamberlere (A.S.) bildiren büyük melek. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Kur'ân-ı Azimüşşân'ı vahiyle getiren melek (A.S).
... Ebû Hureyre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah, cennet ve cehennemi yarattığı vakit Cebrâil'i cennete gönderdi ve şöyle buyurdu:
Cenneti ve cennet ehli için hazırladıklarımı gözden geçir!
Cebrâil, cenneti ve cennet ehli için hazırlanan şeyleri gözden geçirdi; geri dönünce şöyle dedi:
İzzetine yemîn ederim ki, cenneti işitip de oraya girmek istemeyecek kimse tasavvur edemiyorum!
Bunun üzerine Allah emretti de cennet hoşa gitmeyecek şeylerle örtüldü. Allah Cebrâil'e:
Dön oraya! Cenneti ve cennet ehli için hazırladığım şeyleri gözden geçir. buyurdu,
Cebrâil dönünce:
İzzetine yemîn ederim ki, oraya hiç kimsenin girememesinden korktum! dedi.
Allah Cebrâil'e buyurdu:
Cehenneme git, orayı ve cehennem ehli için hazırladığım şeyleri gözden geçir!
Cebrâil bir de ne görsün, birbirinin sırtına binmişler!
Dönüp Allah'a dedi ki:
İzzetine yemîn ederim, cehennemi işitip de oraya girmek isteyecek kimse tasavvur edemiyorum.
Bunun üzerine Allah emretti ve cehennem nefsin arzu duyacağı şeylerle örtüldü.
Allah Cebrâil'e:
Dön oraya! Cehennem ve cehennem ehli için hazırladığım şeyleri gözden geçir! dedi.
Cebrâil cehenneme döndü, bir de ne görsün, orası nefsin arzu duyacağı şeylerle donatılmış!
Dönüp Allah'a dedi ki:
İzzetine yemîn ederim, hiç kimsenin cehennemden kurtulamayıp muhakkak oraya gireceğinden korktum.
(Tirmizî, Cennet, 20; Ebû Dâvûd, Sünnet, 25; Ahmed b. Hanbel, II 233,373)
Cebrâil : (Cebril, Cibril) Cenab-ı Hakk'ın emirlerini Peygamberlere (A.S.) bildiren büyük melek. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Kur'ân-ı Azimüşşân'ı vahiyle getiren melek (A.S).
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
6. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Bekr es-Sıddîk (radiyallahu anhu) dedi ki :
Azîm olan Allah için, Muhammed Mustafâ (sallallahu aleyhi ve sellem) bana nakletti ki:
Azîm olan Allah için, bana Cebrîl aleyhisselâm nakletti,
Azîm olan Allah için, bana Mikâîl aleyhisselâm nakletti,
Azîm olan Allah için, bana İsrâfîl aleyhisselâm nakletti,
Yüce Allah şöyle buyurdu:
Ey İsrâfil, izzetim, celâlim, cömertliğim ve keremim üzerine yemîn ederim ki,
Kim Bismillâhirrahmânirrahîm'le birlikte arkasından Fâtiha sûresini bir kere okursa,
Şâhid olunuz ki Ben muhakkak o kimseye mağfirette bulunurum; Onun iyiliklerini kabul ederim ve kötülüklerini affederim.
Onun dilini ateşte yakmam;
Kendisini cehennem azâbı, kıyâmet azâbı ve "büyük korku" dan kurtarırım.
Ve o, Bana bütün peygamberler ve velîlerden önce kavuşur.
Azîm : (Cebril, Cibril) Cenab-ı Hakk'ın emirlerini Peygamberlere (A.S.) bildiren büyük melek. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Kur'ân-ı Azimüşşân'ı vahiyle getiren melek (A.S).
Mikâîl : Rezzakıyyet arşının hamelesi olan büyük Melek. Dört Büyük Melekten birisi. (Bak: Melâike)
İsrâfîl : Dört büyük melekten biri olup Kıyamet günü cesedlere nefh-i ruh etmeğe ve Sur'u üfürmeğe vazifelidir. (Bak: Melâike)
Melâike : Büyük meleklerin büyükleri: Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil (A.S.).
Azrâil : Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir.
Mağfiret : (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
Azâb : Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza. * Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
... Ebû Bekr es-Sıddîk (radiyallahu anhu) dedi ki :
Azîm olan Allah için, Muhammed Mustafâ (sallallahu aleyhi ve sellem) bana nakletti ki:
Azîm olan Allah için, bana Cebrîl aleyhisselâm nakletti,
Azîm olan Allah için, bana Mikâîl aleyhisselâm nakletti,
Azîm olan Allah için, bana İsrâfîl aleyhisselâm nakletti,
Yüce Allah şöyle buyurdu:
Ey İsrâfil, izzetim, celâlim, cömertliğim ve keremim üzerine yemîn ederim ki,
Kim Bismillâhirrahmânirrahîm'le birlikte arkasından Fâtiha sûresini bir kere okursa,
Şâhid olunuz ki Ben muhakkak o kimseye mağfirette bulunurum; Onun iyiliklerini kabul ederim ve kötülüklerini affederim.
Onun dilini ateşte yakmam;
Kendisini cehennem azâbı, kıyâmet azâbı ve "büyük korku" dan kurtarırım.
Ve o, Bana bütün peygamberler ve velîlerden önce kavuşur.
Azîm : (Cebril, Cibril) Cenab-ı Hakk'ın emirlerini Peygamberlere (A.S.) bildiren büyük melek. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Kur'ân-ı Azimüşşân'ı vahiyle getiren melek (A.S).
Mikâîl : Rezzakıyyet arşının hamelesi olan büyük Melek. Dört Büyük Melekten birisi. (Bak: Melâike)
İsrâfîl : Dört büyük melekten biri olup Kıyamet günü cesedlere nefh-i ruh etmeğe ve Sur'u üfürmeğe vazifelidir. (Bak: Melâike)
Melâike : Büyük meleklerin büyükleri: Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil (A.S.).
Azrâil : Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir.
Mağfiret : (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
Azâb : Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza. * Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
7. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah Teâlâ buyurdu:
Âdem oğlu Bana noksan sıfat isnâd eder.
Hâlbuki ona, Beni noksan sıfatla tavsif etmek gerekmezdi.
Âdem oğlu Beni yalanlamak da ister ki, bu da ona yakışmazdı.
Onun Bana noksan sıfat isnâdı, (güyâ İsâ) Benim oğlum olduğudur.
Beni yalanlaması da:
Allah beni ilk yarattığı gibi iâde sûretiyle yaratacak değildir! demesidir.
... Ebû Hureyre, aynı isnâdla Hz. Peygamber'den şu hadîsi nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah buyurdu:
Âdem oğlu Beni yalanlar, oysa durum onun yalanladığı gibi değildir.
O Bana noksan sıfat isnâd eder, durum onun zannı gibi değildir.
Onun Beni yalanlaması:
Allah beni ilk yarattığı gibi iâde sûretiyle yaratacak değildir! şeklindeki ifâdesidir.
Hâlbuki Benim için ilk defa yaratış, ikinci defa yaratmaktan daha kolay değildir.
Onun Beni noksan sıfatla tavsîfi ise:
Allah bir oğul edindi! sözüdür.
Oysa Ben Ehad ve Samed'im (Tek ve herşeyden müstağnîyim).
Doğurmam ve doğmam.
Hiçbir şey Benim dengim olamaz.
(Buhârî, Tefsîru sûre: 112; Tecrîd-i Sârih terc. IX, 8.)
Tavsif : Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak. * Bilgi, ilim.
Âdem : İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak Âdem'i, sonra eşi Havva'yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın maymun soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu iddia kasıtlıdır, çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda küçük canlılar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, canlının genetik yapısında meydana gelen değişiklik sonucu türeyen yeni canlı, ana-babasından daha mükemmel değil; dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil almıştır. İnsan ise en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar bir canlının değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir. Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün psikoloji ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce hayvandan farklı olduğunu kabul etmiştir.
Yani: Cenâb-ı Hak, Âdem'i (A.S.) bütün kemalâtın mebadisini tazammun eden âli bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlinin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile halketmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir; ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-ı eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir. Âdem'i halketti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmâyı tâlim etti ve hilâfete namzed kıldı. Sonra vakta ki Âdem'i melâikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve hilâfet istihkakında ilm-i esmâ ile mümtaz kıldı. İ.İ.)
... Ebû Hureyre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah Teâlâ buyurdu:
Âdem oğlu Bana noksan sıfat isnâd eder.
Hâlbuki ona, Beni noksan sıfatla tavsif etmek gerekmezdi.
Âdem oğlu Beni yalanlamak da ister ki, bu da ona yakışmazdı.
Onun Bana noksan sıfat isnâdı, (güyâ İsâ) Benim oğlum olduğudur.
Beni yalanlaması da:
Allah beni ilk yarattığı gibi iâde sûretiyle yaratacak değildir! demesidir.
... Ebû Hureyre, aynı isnâdla Hz. Peygamber'den şu hadîsi nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah buyurdu:
Âdem oğlu Beni yalanlar, oysa durum onun yalanladığı gibi değildir.
O Bana noksan sıfat isnâd eder, durum onun zannı gibi değildir.
Onun Beni yalanlaması:
Allah beni ilk yarattığı gibi iâde sûretiyle yaratacak değildir! şeklindeki ifâdesidir.
Hâlbuki Benim için ilk defa yaratış, ikinci defa yaratmaktan daha kolay değildir.
Onun Beni noksan sıfatla tavsîfi ise:
Allah bir oğul edindi! sözüdür.
Oysa Ben Ehad ve Samed'im (Tek ve herşeyden müstağnîyim).
Doğurmam ve doğmam.
Hiçbir şey Benim dengim olamaz.
(Buhârî, Tefsîru sûre: 112; Tecrîd-i Sârih terc. IX, 8.)
Tavsif : Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak. * Bilgi, ilim.
Âdem : İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak Âdem'i, sonra eşi Havva'yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın maymun soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu iddia kasıtlıdır, çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda küçük canlılar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, canlının genetik yapısında meydana gelen değişiklik sonucu türeyen yeni canlı, ana-babasından daha mükemmel değil; dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil almıştır. İnsan ise en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar bir canlının değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir. Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün psikoloji ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce hayvandan farklı olduğunu kabul etmiştir.
Yani: Cenâb-ı Hak, Âdem'i (A.S.) bütün kemalâtın mebadisini tazammun eden âli bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlinin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile halketmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir; ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-ı eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir. Âdem'i halketti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmâyı tâlim etti ve hilâfete namzed kıldı. Sonra vakta ki Âdem'i melâikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve hilâfet istihkakında ilm-i esmâ ile mümtaz kıldı. İ.İ.)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
8. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Allah şöyle buyurur:
Âdem oğlu! Beni andığın zaman Bana şükretmiş olursun,
Beni unuttuğun zaman Bana nankörlük etmiş olursun!
(Tabarânî)
... Ebû Hureyre Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Allah şöyle buyurur:
Âdem oğlu! Beni andığın zaman Bana şükretmiş olursun,
Beni unuttuğun zaman Bana nankörlük etmiş olursun!
(Tabarânî)
En son aNKa tarafından 06 Nis 2008, 18:14 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
9. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Malını hayır yolunda sarfet ki, Ben de sana vereyim.
Resûlüllah şöyle devâm eder:
Allah'ın eli doludur, gece gündüz devâm edecek hiçbir harcama O'ndan bir şey eksiltmez.
O devâmla:
Gördünüz mü, O göğü ve yeri yarattığından beri sarfettiği hâlde, elindeki eksilmedi.
O'nun Arşı su üzerindedir, elinde de inip kalkan terâzi vardır.
(Buhârî, Tefsîru sûre; Tecrîd-i Sârih terc. XI, 112)
... Ebû Hureyre Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Malını hayır yolunda sarfet ki, Ben de sana vereyim.
Resûlüllah şöyle devâm eder:
Allah'ın eli doludur, gece gündüz devâm edecek hiçbir harcama O'ndan bir şey eksiltmez.
O devâmla:
Gördünüz mü, O göğü ve yeri yarattığından beri sarfettiği hâlde, elindeki eksilmedi.
O'nun Arşı su üzerindedir, elinde de inip kalkan terâzi vardır.
(Buhârî, Tefsîru sûre; Tecrîd-i Sârih terc. XI, 112)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
11. KUDSÎ HADÎS :
... Abdullah b. Ömer Nebî(sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Rabbimiz şöyle buyurdu:
Bir kul üzerinde iki korku ve iki emniyeti birlikte bulundurmam.
Kul dünyâda Benden korkarsa, âhirette korkusu olmaz.
Eğer dünyâda Benden emîn olursa, âhirette emîn olmaz!
(İbn Asâkir, Enesten)
... Abdullah b. Ömer Nebî(sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Rabbimiz şöyle buyurdu:
Bir kul üzerinde iki korku ve iki emniyeti birlikte bulundurmam.
Kul dünyâda Benden korkarsa, âhirette korkusu olmaz.
Eğer dünyâda Benden emîn olursa, âhirette emîn olmaz!
(İbn Asâkir, Enesten)
En son aNKa tarafından 10 Nis 2008, 22:06 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
12. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah kıyâmet gününde şöyle buyuracak:
Benim celâlim için birbirini sevenler bugün neredeler?
Benimkinden başka hiçbir gölgenin olmadığı bu günde onları gölgelendireyim!
(Müslim, Birr, 37)
... Ebû Hureyre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah kıyâmet gününde şöyle buyuracak:
Benim celâlim için birbirini sevenler bugün neredeler?
Benimkinden başka hiçbir gölgenin olmadığı bu günde onları gölgelendireyim!
(Müslim, Birr, 37)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
13. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Ben kulumun Beni zannı yanındayım (Kulum Beni nasıl düşünürse öyleyim) ve Bana duâ ettiği vakit onunla birlikte olurum.
(Müslim, Zikr, 18; Buhârî, Tevhîd, 15; Tecrîd terc. Xll, 420.)
... Ebû Hureyre (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Ben kulumun Beni zannı yanındayım (Kulum Beni nasıl düşünürse öyleyim) ve Bana duâ ettiği vakit onunla birlikte olurum.
(Müslim, Zikr, 18; Buhârî, Tevhîd, 15; Tecrîd terc. Xll, 420.)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
14. KUDSÎ HADÎS :
... Enes, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Allah Teâlâ (kıyâmet gününde) cehennemliklerin azâb bakımından en hafifi olan birisine:
Farzedelim ki, yer yüzünde mal olarak ne varsa hep senin olsa (şu azâbtan kurtulmak için) onları fedâ eder miydin? diye soracaktır.
O da:
"Evet!" diyecek.
Bunun üzerine Allah:
Fakat sen Âdem'in sulbünde iken Ben senden (şimdikinden) daha kolay bir şey istemiştim; bu, Bana şirk koşmaman idi.
Ne var ki sen (dünyâya gelince) yüz çevirip şirke yöneldin!
(Buhârî, Enbiyâ, 1 ve Rikak, 51; Tecrîd terc.lX, 82)
Şirk : En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm).
... Enes, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Allah Teâlâ (kıyâmet gününde) cehennemliklerin azâb bakımından en hafifi olan birisine:
Farzedelim ki, yer yüzünde mal olarak ne varsa hep senin olsa (şu azâbtan kurtulmak için) onları fedâ eder miydin? diye soracaktır.
O da:
"Evet!" diyecek.
Bunun üzerine Allah:
Fakat sen Âdem'in sulbünde iken Ben senden (şimdikinden) daha kolay bir şey istemiştim; bu, Bana şirk koşmaman idi.
Ne var ki sen (dünyâya gelince) yüz çevirip şirke yöneldin!
(Buhârî, Enbiyâ, 1 ve Rikak, 51; Tecrîd terc.lX, 82)
Şirk : En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm).
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
15. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre Resûlullah'm şöyle dediğini nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah buyurdu:
Kibriyâ (büyüklük) Benim ridâm, Azamet (ululuk) ise izârımdır. *(Yânî bunlar Bana mahsus sıfatlardır).
Kim bunlardan birisi hakkında Benimle tartışmaya girerse (yânî bu sıfatları takınmaya kalkarsa) onu ateşe atarım.
(İbn Mâce, Zühd, 16; Ebû Dâvûd, Libâs, 25; Müslim, Birr, 136)
Ridâ ve İzâr: Mü'minlerin Mekke'de hac esnasındaki nizâmî elbisesidir. Ridâ omuzlar üzerine örtülür, İzâr ise bele kuşanılır.
Kibriyâ : Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
Azamet : Büyüklük. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü. Kibirlilik.
Ridâ : Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. Akıl. İlim. Seha. Zinet. Parlaklık veren şey. * Hırka.
İzâr : Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler.
... Ebû Hureyre Resûlullah'm şöyle dediğini nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah buyurdu:
Kibriyâ (büyüklük) Benim ridâm, Azamet (ululuk) ise izârımdır. *(Yânî bunlar Bana mahsus sıfatlardır).
Kim bunlardan birisi hakkında Benimle tartışmaya girerse (yânî bu sıfatları takınmaya kalkarsa) onu ateşe atarım.
(İbn Mâce, Zühd, 16; Ebû Dâvûd, Libâs, 25; Müslim, Birr, 136)
Ridâ ve İzâr: Mü'minlerin Mekke'de hac esnasındaki nizâmî elbisesidir. Ridâ omuzlar üzerine örtülür, İzâr ise bele kuşanılır.
Kibriyâ : Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
Azamet : Büyüklük. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü. Kibirlilik.
Ridâ : Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. Akıl. İlim. Seha. Zinet. Parlaklık veren şey. * Hırka.
İzâr : Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
16. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Saîd el-Hudrî Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah şöyle buyuracaktır:
Melekler şefâat etti, müminler de şefâat etti.
Geriye en çok merhamet sahibi olan Allah kaldı.
Bundan sonra bir grup insanı ateşten alarak, içlerinden dünyâda iken hiçbir hayır işlemeyip de cehennemde kömüre dönmüş bir çok kimseleri çıkaracak ve cennetin önünde Hayat Nehri denen bir nehre onları bırakacak (...)
Sonra Yüce Allah şöyle buyuracak:
Cennete giriniz, gözünüzün görebildiği ne varsa sizindir.
Onlar:
Ey Rabbimiz! Sen âlemlerden hiç kimseye vermediğini bize ihsân ettin diyecekler.
Allah:
Benim indimde size vereceğim bundan daha değerli bir şey vardır buyuracak.
Bundan daha değerli ne olabilir? diyecekler.
Allah cevap verecek:
Benim rızam! Artık bundan sonra size ebediyyen gazâb etmem!
(Hadîsin tamamı için bkz. Müslim, Îman, 302)
Şefâat : Şefaat etmek. Af için vesile olmak. * Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
... Ebû Saîd el-Hudrî Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah şöyle buyuracaktır:
Melekler şefâat etti, müminler de şefâat etti.
Geriye en çok merhamet sahibi olan Allah kaldı.
Bundan sonra bir grup insanı ateşten alarak, içlerinden dünyâda iken hiçbir hayır işlemeyip de cehennemde kömüre dönmüş bir çok kimseleri çıkaracak ve cennetin önünde Hayat Nehri denen bir nehre onları bırakacak (...)
Sonra Yüce Allah şöyle buyuracak:
Cennete giriniz, gözünüzün görebildiği ne varsa sizindir.
Onlar:
Ey Rabbimiz! Sen âlemlerden hiç kimseye vermediğini bize ihsân ettin diyecekler.
Allah:
Benim indimde size vereceğim bundan daha değerli bir şey vardır buyuracak.
Bundan daha değerli ne olabilir? diyecekler.
Allah cevap verecek:
Benim rızam! Artık bundan sonra size ebediyyen gazâb etmem!
(Hadîsin tamamı için bkz. Müslim, Îman, 302)
Şefâat : Şefaat etmek. Af için vesile olmak. * Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
17. KUDSÎ HADÎS :
... Câbir b. Abdillah Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Bu, Benim zâtım için râzı olduğum bir dîndir.
Buna yaraşan da ancak cömertlik ve güzel huydur.
Bu dîne uyduğunuz müddetçe, onu bu iki hasletle yüceltiniz.
(İbn Asâkir)
Haslet: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
... Câbir b. Abdillah Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Bu, Benim zâtım için râzı olduğum bir dîndir.
Buna yaraşan da ancak cömertlik ve güzel huydur.
Bu dîne uyduğunuz müddetçe, onu bu iki hasletle yüceltiniz.
(İbn Asâkir)
Haslet: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
18. KUDSÎ HADÎS :
... Suhayb (radiyallahu anhu) Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Cennet ehli cennete girdiği vakit Allah Teâlâ şöyle buyurur:
İlâve etmemi istediğiniz bir şey var mı?
Onlar:
Yüzlerimizi beyazlaştırmadın mı?
Bizi cennete koyup cehennemden kurtarmadın mı? derler.
Bunun üzerine Allah perdeyi kaldırıverir.
Artık kendilerine verilen en değerli şey Azîz ve Celîl olan Rabblerine bakmalarıdır.
Sonra (Hz. Peygamber) şu âyeti okudu:
İyilik edenlere dâimâ daha iyisi ve üstünü verilir.
(13 Müslim, Îman, 297-298)
لِّلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
... Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır. (Yunus, 10/26)
... Suhayb (radiyallahu anhu) Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Cennet ehli cennete girdiği vakit Allah Teâlâ şöyle buyurur:
İlâve etmemi istediğiniz bir şey var mı?
Onlar:
Yüzlerimizi beyazlaştırmadın mı?
Bizi cennete koyup cehennemden kurtarmadın mı? derler.
Bunun üzerine Allah perdeyi kaldırıverir.
Artık kendilerine verilen en değerli şey Azîz ve Celîl olan Rabblerine bakmalarıdır.
Sonra (Hz. Peygamber) şu âyeti okudu:
İyilik edenlere dâimâ daha iyisi ve üstünü verilir.
(13 Müslim, Îman, 297-298)
لِّلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
... Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır. (Yunus, 10/26)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
19. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Saîd el-Hudrî Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan nakleder:
Allah kıyâmet günü:
Ey Âdem! buyurur.
Hz. Âdem:
Buyur Yâ Rabbî! der.
Bir ses kendisine şöyle seslenir:
Allah sana, soyundan cehenneme girecekleri seçip çıkarmanı emrediyor
Âdem:
Yâ Rabbî, cehenneme gideceklerin mikdarı ne kadardır? diye sorar.
Allah:
Her bin kişiden -sanırım öyle buyurmuştu- 999'u diye cevap verir.
O sırada (bunun verdiği şiddetle korkudan) gebe kadın çocuğunu düşürür, çocuk saçları ağarıp ihtiyârlar; ve o anda insanları (korkudan) sarhoş sanırsın.
Hâlbuki onlar hiç de sarhoş değildir. Fakat Allah'ın azâbı çok şiddetlidir.
Bu durum oradaki insanlara pek ağır geldi, öyle ki yüzlerinin rengi değişti.
Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu:
O cehennemliklerin 999'u Ye'cûc ve Me'cûc'den, biri de sizdendir.
Sonra insanlar içinde sizler, beyaz öküzün üzerindeki siyah tüy veya siyah öküzün üzerindeki beyaz tüy durumundasınız.
Ben sizin, cennet ehlinin dörtte biri kadar olacağınızı kuvvetle ümid ediyorum.
Bunun üzerine biz tekbir getirdik.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
Cennet ehlinin üçte biri olacaksınız dedi.
Biz tekrar tekbir getirdik.
Sonra o:
Cennet ehlinin yarısı dedi.
Biz tekrar tekbir getirdik.
(Buhârî, Enbiyâ, 7; Tecrîd terc. lX, 102; Müslim, Îman, 379)
Ye'cûc ve Me'cûc: Kısa boylu olacakları söylenen ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen ve ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُم بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ
... Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir! (Hacc 21/2)
... Ebû Saîd el-Hudrî Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan nakleder:
Allah kıyâmet günü:
Ey Âdem! buyurur.
Hz. Âdem:
Buyur Yâ Rabbî! der.
Bir ses kendisine şöyle seslenir:
Allah sana, soyundan cehenneme girecekleri seçip çıkarmanı emrediyor
Âdem:
Yâ Rabbî, cehenneme gideceklerin mikdarı ne kadardır? diye sorar.
Allah:
Her bin kişiden -sanırım öyle buyurmuştu- 999'u diye cevap verir.
O sırada (bunun verdiği şiddetle korkudan) gebe kadın çocuğunu düşürür, çocuk saçları ağarıp ihtiyârlar; ve o anda insanları (korkudan) sarhoş sanırsın.
Hâlbuki onlar hiç de sarhoş değildir. Fakat Allah'ın azâbı çok şiddetlidir.
Bu durum oradaki insanlara pek ağır geldi, öyle ki yüzlerinin rengi değişti.
Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu:
O cehennemliklerin 999'u Ye'cûc ve Me'cûc'den, biri de sizdendir.
Sonra insanlar içinde sizler, beyaz öküzün üzerindeki siyah tüy veya siyah öküzün üzerindeki beyaz tüy durumundasınız.
Ben sizin, cennet ehlinin dörtte biri kadar olacağınızı kuvvetle ümid ediyorum.
Bunun üzerine biz tekbir getirdik.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
Cennet ehlinin üçte biri olacaksınız dedi.
Biz tekrar tekbir getirdik.
Sonra o:
Cennet ehlinin yarısı dedi.
Biz tekrar tekbir getirdik.
(Buhârî, Enbiyâ, 7; Tecrîd terc. lX, 102; Müslim, Îman, 379)
Ye'cûc ve Me'cûc: Kısa boylu olacakları söylenen ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen ve ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُم بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ
... Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir! (Hacc 21/2)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
20. KUDSÎ HADÎS :
... İbn Abbas (radiyallahu anhu) Resûlullah'ın şöyle dediğini nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah Mûsâ'ya şunu vahyetti:
Sen Bana, kazama râzı olmaktan daha iyi bir şeyle yaklaşamazsın.
İyiliklerini muhafaza konusunda yapacağın en doğru şey, işlerinde kontrol sahibi olmandır.
Ey Mûsâ! Dünyâ adamlarına yalvarıp yakarma, yoksa benim gazâbıma uğrarsın.
Dünyâ uğruna dînini elden çıkarma, yoksa rahmet kapılarımı sana kapatırım.
Ey Mûsâ! Tevbe eden mü'minlere sevinmelerini söyle!
Alçak gönüllü mü'minlere de sakınmalarını ve iyilik etmelerini söyle!
[İbn Arabî, (son iki cümlenin ilâve edilmiş olmasından) şüphe ettiğini söyler]
Kaza : Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Muhafaza : Zarar ve ziyandan sakınıp korumak. * Himâye ve hıfzetmek. Gözetlemek. * Bir şeye devamlı olmak
... İbn Abbas (radiyallahu anhu) Resûlullah'ın şöyle dediğini nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah Mûsâ'ya şunu vahyetti:
Sen Bana, kazama râzı olmaktan daha iyi bir şeyle yaklaşamazsın.
İyiliklerini muhafaza konusunda yapacağın en doğru şey, işlerinde kontrol sahibi olmandır.
Ey Mûsâ! Dünyâ adamlarına yalvarıp yakarma, yoksa benim gazâbıma uğrarsın.
Dünyâ uğruna dînini elden çıkarma, yoksa rahmet kapılarımı sana kapatırım.
Ey Mûsâ! Tevbe eden mü'minlere sevinmelerini söyle!
Alçak gönüllü mü'minlere de sakınmalarını ve iyilik etmelerini söyle!
[İbn Arabî, (son iki cümlenin ilâve edilmiş olmasından) şüphe ettiğini söyler]
Kaza : Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Muhafaza : Zarar ve ziyandan sakınıp korumak. * Himâye ve hıfzetmek. Gözetlemek. * Bir şeye devamlı olmak
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
21. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre Resûlullah'tan nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve insan aklının ulaşamayacağı şeyler hazırladım.
(Buhârî, Tefsîru sûre: 32; Tecrîd, terc. XI, 149; Müslim. Îman, 312 Tirmizî, Cennet, 15; İbn Mâce, Zühd, 39; Dârimî, Rikak, 97)
Sâlih : (Salâh. dan) İşe yarar, elverişli, uygun, iyi. Haklı olan, itikatlı, dindar, dinî emirlere uyan. * Faziletli, ehl-i takva olan.
... Ebû Hureyre Resûlullah'tan nakleder:
Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu:
Sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve insan aklının ulaşamayacağı şeyler hazırladım.
(Buhârî, Tefsîru sûre: 32; Tecrîd, terc. XI, 149; Müslim. Îman, 312 Tirmizî, Cennet, 15; İbn Mâce, Zühd, 39; Dârimî, Rikak, 97)
Sâlih : (Salâh. dan) İşe yarar, elverişli, uygun, iyi. Haklı olan, itikatlı, dindar, dinî emirlere uyan. * Faziletli, ehl-i takva olan.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
22. KUDSÎ HADÎS :
... Ali b. Ebî Tâlib (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Yüce Allah şöyle buyurur:
Benden başkasına ümit bağlayan Beni tanımıyor demektir.
Beni tanımayan Bana kulluk etmez.
Bana kulluk etmeyen Benim gazâbıma mâruz kalır.
Benden başkasından korkan Benim azâbımla karşılaşır.
Mâruz : Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak. * Arzolunmuş, arzolunan. * Serilmiş, yayılmış. * Verilmiş, sunulmuş. * Anlatılmış. * Bir şeye karşı siper alan.
... Ali b. Ebî Tâlib (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakleder:
Yüce Allah şöyle buyurur:
Benden başkasına ümit bağlayan Beni tanımıyor demektir.
Beni tanımayan Bana kulluk etmez.
Bana kulluk etmeyen Benim gazâbıma mâruz kalır.
Benden başkasından korkan Benim azâbımla karşılaşır.
Mâruz : Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak. * Arzolunmuş, arzolunan. * Serilmiş, yayılmış. * Verilmiş, sunulmuş. * Anlatılmış. * Bir şeye karşı siper alan.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
23. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre nakleder:
Kıyâmet gününde Allah'ın kullar arasındaki hükmü ile ilgili bir hadîste Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
... Ve yüzü ateşe dönük bir adam kalır.
O cennete girecekler arasında en sonuncusudur.
Şöyle der:
Ey Rabbim!
Yüzümü ateşten uzaklaştır.
Zîrâ onun kokusu bana acı veriyor ve alevi beni yakıyor!
Allah'ın dilediği kadar böyle yalvarır.
Daha sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Bunu yaparsam, başka bir şey ister misin?
O kul:
Hayır! Başka bir şey istemem! der.
Azîz ve Celîl olan Rabbine Allah'ın istediği kadar vaad ve yemînlerde bulunur.
Nihâyet Allah onun yüzünü ateşten çevirir.
Cennete yaklaşıp da onu görünce, Allah'ın dilediği kadar sustuktan sonra şöyle der:
Ey Rabbim!
Beni cennetin kapısına yaklaştır!
Bunun üzerine Allah ona:
Evvelce, sana verdiğimden başka bir şey istemeyeceğine söz vermiş değil miydin?
Yazıklar olsun ey Âdem oğlu!
Ne kadar gadredicisin! buyurur.
O kul:
Ey Rabbim! der, Azîz ve Celîl olan Allah'a duâ eder.
Nihâyet Allah ona sorar:
Bunu sana versem başka şey ister misin?
Kul:
İzzetine yemîn ederim ki hayır! der.
Rabbine, Allah'ın dilediği kadar söz ve yemînlerde bulunur.
Sonunda Rabbi, onu cennetin kapısına yaklaştırır.
Cennetin kapısında durduğu, cennet ona açıldığı, içindeki hayırları ve sevinci gördüğü vakit, Allah'ın dilediği kadar susar.
Sonra şöyle der:
Ey Rabbim! Beni cennete koy!
Allah Tebâreke ve Teâlâ ona:
Verdiğimden başka bir şey istemeyeceğine söz vermiş değil miydin?
Yazıklar olsun ey Âdem oğlu! sen ne sözünde durmaz kimse imişsin! der.
Kul:
Ey Rabbim! Mahlûkatının en bedbahtı ben olmayayım! der ve Allah'a devâmlı duâ eder.
Nihâyet Allah Tebâreke ve Teâlâ onun bu hâline güler.
Allah ona gülünce:
Cennete gir! der.
Kul cennete girince Allah şöyle buyurur:
Temennide bulun!
O da Rabbinden istekte ve temennide bulunur.
Nihâyet Azîz ve Celîl olan Allah ona:
Şunu da iste, bunu da iste! diye hatırlatmada bulunur.
Nihâyet istekleri son bulunca, Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:
Bunların hepsi ve daha bir o kadarı senindir!
(Müslim. Îman, 299)
... Ebû Hureyre nakleder:
Kıyâmet gününde Allah'ın kullar arasındaki hükmü ile ilgili bir hadîste Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
... Ve yüzü ateşe dönük bir adam kalır.
O cennete girecekler arasında en sonuncusudur.
Şöyle der:
Ey Rabbim!
Yüzümü ateşten uzaklaştır.
Zîrâ onun kokusu bana acı veriyor ve alevi beni yakıyor!
Allah'ın dilediği kadar böyle yalvarır.
Daha sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Bunu yaparsam, başka bir şey ister misin?
O kul:
Hayır! Başka bir şey istemem! der.
Azîz ve Celîl olan Rabbine Allah'ın istediği kadar vaad ve yemînlerde bulunur.
Nihâyet Allah onun yüzünü ateşten çevirir.
Cennete yaklaşıp da onu görünce, Allah'ın dilediği kadar sustuktan sonra şöyle der:
Ey Rabbim!
Beni cennetin kapısına yaklaştır!
Bunun üzerine Allah ona:
Evvelce, sana verdiğimden başka bir şey istemeyeceğine söz vermiş değil miydin?
Yazıklar olsun ey Âdem oğlu!
Ne kadar gadredicisin! buyurur.
O kul:
Ey Rabbim! der, Azîz ve Celîl olan Allah'a duâ eder.
Nihâyet Allah ona sorar:
Bunu sana versem başka şey ister misin?
Kul:
İzzetine yemîn ederim ki hayır! der.
Rabbine, Allah'ın dilediği kadar söz ve yemînlerde bulunur.
Sonunda Rabbi, onu cennetin kapısına yaklaştırır.
Cennetin kapısında durduğu, cennet ona açıldığı, içindeki hayırları ve sevinci gördüğü vakit, Allah'ın dilediği kadar susar.
Sonra şöyle der:
Ey Rabbim! Beni cennete koy!
Allah Tebâreke ve Teâlâ ona:
Verdiğimden başka bir şey istemeyeceğine söz vermiş değil miydin?
Yazıklar olsun ey Âdem oğlu! sen ne sözünde durmaz kimse imişsin! der.
Kul:
Ey Rabbim! Mahlûkatının en bedbahtı ben olmayayım! der ve Allah'a devâmlı duâ eder.
Nihâyet Allah Tebâreke ve Teâlâ onun bu hâline güler.
Allah ona gülünce:
Cennete gir! der.
Kul cennete girince Allah şöyle buyurur:
Temennide bulun!
O da Rabbinden istekte ve temennide bulunur.
Nihâyet Azîz ve Celîl olan Allah ona:
Şunu da iste, bunu da iste! diye hatırlatmada bulunur.
Nihâyet istekleri son bulunca, Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:
Bunların hepsi ve daha bir o kadarı senindir!
(Müslim. Îman, 299)
En son aNKa tarafından 10 May 2008, 23:42 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
24. KUDSÎ HADÎS :
... Ebû Hureyre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah Âdem'i yaratıp, ona rûhu üflediği zaman Âdem aksırdı ve:
El hamdülillah diyerek, O'nun izniyle hamdetti.
Bunun üzerine Rabbi ona:
Allah seni esirgesin ey Âdem; o meleklere, onlardan oturmakta olan bir topluluğa git ve "Esselâmü aleyküm" (Allah'ın selâmı üzerinize olsun) de! buyurdu.
Onlar da: Selâm ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun! dediler.
Sonra Âdem Rabbine döndü.
Allah: Senin selâmın ve oğulların arasındaki selâm işte budur! buyurdu.
Allah, avuçları kapalı hâlde Âdem'e:
Bu ikisinden hangisini istersen seç! dedi.
Âdem: Rabbimin sağ elini seçtim; Rabbimin her iki eli de sağ ve mübârektir dedi.
Sonra Allah elini açtı; bir de ne görsün, orada Âdem ve onun soyundan gelenler vardı!
Âdem: Ey Rabbim bunlar nedir? dedi.
Allah: Bunlar senin soyundan gelenlerdir buyurdu.
Bir de baktı ki, her insanın iki gözü arasında ömrü yazılıdır.
İçlerinde pırıl pırıl biri veya pırıl pırıl parlayanlardan biri vardı.
Âdem: Yâ Rabbi bu kimdir? dedi.
Allah: Bu senin oğlun Dâvûd'dur; Ben kendisine 40 senelik ömür yazdım buyurdu.
Âdem: Yâ Rabbî, onun ömrünü arttır! dedi.
Allah: Ona takdir ettiğim ömür budur buyurdu.
Âdem: Ey Rabbim, ben kendi ömrümden ona altmış sene bağışladım dedi.
Allah: Sen bilirsin buyurdu.
Sonra Âdem, Allah'ın dilediği kadar cennette sâkin kılındı; bilâhare cennetten indirildi.
Âdem kendi günlerini saymakta idi.
Bir gün ölüm meleği çıka geldi.
Âdem ona: Erken geldin, bana bin senelik ömür yazılmıştır dedi.
Melek: Evet ama, sen altmış seneyi oğlun Dâvûd'a vermiştin dedi.
Âdem inkâr etti; bu yüzden soyundan gelenler de inkâr ediyor.
Âdem unuttu; bu yüzden soyundan gelenler de unutuyor.
Ve o günden îtibâren yazı ve şâhidlik emredilmiştir.
(Tirmizî, Tefsîru sûre: 114)
(Bu hadîs hasen ve garîbdir)
... Ebû Hureyre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in şöyle dediğini nakleder:
Allah Âdem'i yaratıp, ona rûhu üflediği zaman Âdem aksırdı ve:
El hamdülillah diyerek, O'nun izniyle hamdetti.
Bunun üzerine Rabbi ona:
Allah seni esirgesin ey Âdem; o meleklere, onlardan oturmakta olan bir topluluğa git ve "Esselâmü aleyküm" (Allah'ın selâmı üzerinize olsun) de! buyurdu.
Onlar da: Selâm ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun! dediler.
Sonra Âdem Rabbine döndü.
Allah: Senin selâmın ve oğulların arasındaki selâm işte budur! buyurdu.
Allah, avuçları kapalı hâlde Âdem'e:
Bu ikisinden hangisini istersen seç! dedi.
Âdem: Rabbimin sağ elini seçtim; Rabbimin her iki eli de sağ ve mübârektir dedi.
Sonra Allah elini açtı; bir de ne görsün, orada Âdem ve onun soyundan gelenler vardı!
Âdem: Ey Rabbim bunlar nedir? dedi.
Allah: Bunlar senin soyundan gelenlerdir buyurdu.
Bir de baktı ki, her insanın iki gözü arasında ömrü yazılıdır.
İçlerinde pırıl pırıl biri veya pırıl pırıl parlayanlardan biri vardı.
Âdem: Yâ Rabbi bu kimdir? dedi.
Allah: Bu senin oğlun Dâvûd'dur; Ben kendisine 40 senelik ömür yazdım buyurdu.
Âdem: Yâ Rabbî, onun ömrünü arttır! dedi.
Allah: Ona takdir ettiğim ömür budur buyurdu.
Âdem: Ey Rabbim, ben kendi ömrümden ona altmış sene bağışladım dedi.
Allah: Sen bilirsin buyurdu.
Sonra Âdem, Allah'ın dilediği kadar cennette sâkin kılındı; bilâhare cennetten indirildi.
Âdem kendi günlerini saymakta idi.
Bir gün ölüm meleği çıka geldi.
Âdem ona: Erken geldin, bana bin senelik ömür yazılmıştır dedi.
Melek: Evet ama, sen altmış seneyi oğlun Dâvûd'a vermiştin dedi.
Âdem inkâr etti; bu yüzden soyundan gelenler de inkâr ediyor.
Âdem unuttu; bu yüzden soyundan gelenler de unutuyor.
Ve o günden îtibâren yazı ve şâhidlik emredilmiştir.
(Tirmizî, Tefsîru sûre: 114)
(Bu hadîs hasen ve garîbdir)
En son aNKa tarafından 10 May 2008, 23:39 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.