Akıl üzerine düşünceler...

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Akıl üzerine düşünceler...

Mesaj gönderen kamuran »

Resim

Akıl Üzerine I

Daha önceleri akıl melekesiyle ilgili olarak epeyce düşünmüş, kafa yormuş, zekasına güvendiğim insanlarla bu konu üzerine epeyce sohbet etmiştim. Üstelik aptal ve akılsız olduğunu düşündüğüm (davranışlarıyla kendileri hakkında böyle düşündüren) insanlara bakarak, aklın varlığının ya da yokluğunun, kıtlığının ya da bolluğunun sonuçlarını da elimden geldiğince gözlemlemiştim.

Fakat, akıl kendi kendini tanımlamakta çaresizliğe düşüyor. Bunun sebebi, tanıma ve tanımlama yetkisinin, yeteneğinin aklın kendisinde olması. Kendi dışındaki her tür varlığa kendi kapasitesince güç yetiren, onları adlandırıp, tasnif eden, sınırları farklı olsa da sınırlarını kendini ölçü alarak belirleyen akıl kendini sınırlandıramıyor.

Bu paradoksal durum aklı kısıtlayan, kendi çapını ve sınırlarını belirleyen tek şey akıl için. Akıl kendine kendisini sorduğu zaman ikna olabileceği bir cevap bulamıyor.

Sebebi bu olsa gerek ki; tarih boyunca felsefenin, hikmetin ve dinlerin başlıca problemlerinden biri, insanın kendini tanıması/bilmesidir. Bilgi aklın yükü ve iddiası olduğu halde kendi mahiyeti hakkındaki cehaletine şaşırmaması elinde değildir. Bu şaşkınlık sayesinde tüm doğru bildiklerinden tereddüt eder. Bu tereddüt aklı kendisinden şüpheye düşürür. Şüphe daima iki yüzlüdür. Biri bilime bakar, diğeri yüzü metafiziğe.

Aklın bilime bakan yönü şüphelerini gidermek için sürekli ispat peşinde koşar. İspat emin olmak, şüpheden kurtulmak demektir. Şüpheleri varolduğu sürece insan delillerin ve ıspatların peşinde koşmaya mecburdur. Şüphe duymayan akıl ya işlevlerini yerine getirmiyor, ya da kaygı taşımıyor, bilmiyor demektir. Oysa bildi gasla doldurulamayan bir boşluktur. İnsan bilgisizliğini farkettiği andan itibaren süratle hem cehaletten kurtulmaya, hem de bilgiye sahip olmaya çalışan bir yaratıktır. Öte yandan bilginin kara deliği şüphedir. İnsan yeterli görülen bilginin insanı cehalete ittiğini farkettikten sonradır kuşku hastalığı. Öyle ki en kesin bilgi biçimi saydığı bilimsel bilgiyi bile "aksi ispat edilene kadar" geçerli saymak şartına bağlayarak muallakta bırakmayı, arada geçecek zamanda emin olduğu şeyden şüphe duymayı kural haline getirmiştir.

Akıl kendini bilmeyi başarmış olsaydı gerçek ve değişmeyen bilgiye daha kolay ulaşabilirdi. Çünkü ancak bu durumda kendinden şüphe etmez, aksine kendinden emin olurdu. Üstelik içinde bulunduğu durumun cehaletten kaynaklanan bir sanrı olmadığını, gerçek ve değişmeyen bilgiye bakarak sağlamasını yapabilirdi.

Akılsız cahilin emin olduğu bilgiler de gerçek ve değişmez değil midir? Bir tek farkla; cahil gerçeklerini sorgulamadığı (akletmediği) için gerçeklerini değişmez sanır. Kendini tanıma gereği hissetmediğinden kendinden asla şüphelenmez. Şüphelenmediği bir şey için delil ve ıspat arama gereği duymaz. Delil ve ıspata gerek duymadığından kendinden emindir zaten.

Her şeyden evvel kendinden şüphe eden, kendini kendine kanıtlamaya çalışan akıl, kendini tanıyabildiğinde gerçek bilgiye ulaşmış olur. Bu çaba aklın, bilimsel bilginin tam da karşıt yüzünden başka birşey olmayan metafizikten başka bir yere götürmez bizi. Çünkü aklın kendinden emin olabileceği, gerçekliğinden şüphe bulunmayan bilgilerin bulunduğu, inanılan her şeyin hakiki olduğu tek yer orasıdır. Aklımıza hükmettiğimiz, tanıdığımız, kendimizi bulduğumuz yer...
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Akıl penceresi...

Mesaj gönderen kamuran »

Akıl üzerine II

TEHLİKE ANINDA CAMI KIRINIZ

Hayatı hep aynı pencereden görüyoruz. Bu pencere bizim paradigmalarımız. Sürekli olarak yaşadıklarımızı, gördüklerimizi yani bu pencereden görünen yüzüne bakarak yargılıyoruz. Bu yargı çoğunlukla doğrudur. Bizim doğrumuzdur. Çünkü sonuçta oradan o açıyla bakıldığında görünen şey budur. Aslında paradigmaları oluşturan nedenler de en az paradigmaların kendisi kadar önemli. Çünkü bu nedenler aynı zamanda bu sonucu oluşturan şartlardır. Şartlar başka olduğunda sonuç değişeceğinden nedenler ve şartların kendileri de değişecektir. Dolayısıyla görünen şeye artık başka bir pencereden bakıldığı için görüntü de değişmiş olacaktır. Görecelilik denilen şey bu sonuçta.

Burada paradigmaları oluşturan şartlar belirleyici olduğundan insanları yargılamak güçleşiyor. Çünkü belirleyici olan neden değiştikçe herşey değişiyor. Bunu kınadıklarımızın başımıza geldiğini gördükçe anlıyoruz. Görecelilik kavramı her hangi bir boyutuyla hayatımızda yerini alıyor. Kendimizi başkalarıyla kıyaslayabiliyoruz böylece. Ama determinizm sorgulanmaya müsait birşey. İnsan, belirleyen şartlar ne olursa olsun, direnebilir. Şartlarını belirleyemeyen bu yüzden istemediği bir hayatı yaşamak zorunda kaldığını hissedemeyen bir insan, kendini değiştirerek şartları değiştirebilir. İşte insanın kendini ve şartlarını değiştirebilmesi için paradigmalarını kendi elleriyle yıkması gerekiyor.

Fakat ne yazık ki paradigmalar, yerine göre insanın bilinçaltına kadar sirayet edebilen bir özelliğe sahip. Çünkü paradigmalarımızı yakin duygusuyla sahipleniyoruz. Doğruluğundan kesin emin olduğumuz düşüncelerin bir toplamından bahsediyoruz çünkü. Bu pencereyi yıkıp yerine yenisini yerleştirmek için ilk başta şüphe etmek gerekiyor. Çünkü inanç şüphe edilmeyen bilgidir. Paradigmalarımızı, yani kendi doğrularımızı putlaştırmış olma durumundan kurtulabilmek için, doğru bildiklerimizden sürekli şüphe duymamız gerekiyor. Ancak şüphe duyduğumuz şeylere inanmaktan bahsediyor. Şüphemizi giderene kadar onu sorguluyoruz. Şüphenin merkeze alındığı bir paradigma daima kendini yenileyecektir. Burada pencere metaforuyla, belki bu benzetmeyi oluşturabilmek için mecburen bir arada kullandığım, bakmak ve görmek fiili unutulmamalı. Şunun için söylüyorum. Şüphe duymadığımız inançlarımızla dünyaya baktığımızı sanırken, inançlarımız nedeniyle huşu içerisinde gözlerimizi kapıyoruz. Dolayısıyla pencere de görevni olması gerektiği şekilde yerine getirmemiş oluyor. Biz ise içinde bulunduğumuz hayattan şikayet ederken gözümüz aslında tamamen kapalı. Bizim için yangında çekiçle kırılıp acil çıkış kapısı olarak karşımızda duran pencereyi bir türlü kıramıyoruz. Kırıldığında canımızı kurtaracak camları, aman kırılmasın diye sahipleniyoruz. Kendi yanışımıza acıyarak, yanıyorum diye feryat ediyoruz. İşte bu da arabesk.

Camı kırmak için bir tek şey gerekli. Camın candan önemli olmadığını kavramak. Ama o camı kırdığımızda başka bir yangının içine atılmamak şartıyla bu cam kırılmalı, bu pencere devrilmeli, yani paradigmalar değişmelidir. Camı kırmak içinse cesur olmak. Cesaret; ne gerekiyorsa gözlerini kapayarak yapmaktır. Gözü tamamen kapalı olmayan paradigmalarını yıkamaz. Çünkü bilir ki gözü açık, yani mevcut bilinciyle, yıkmayı düşündüğü şey karşısında öylece dururken bunu asla yapamaz
.
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Değerli kamuran kardeş,

Bir hadis-i kudside Allah(CC) şöyle buyurmktadır: "Andolsun (yemin ederim ki) senden üstün bir şey yaratmadım, seninle kullarımı cezalandırır, seninle mükafatlandırırım" buyurarak aklın üstünlüğünü bildirmiştir. Birçok ayette de "Akletmezler mi?", "Düşünmezmisiniz?" gibi ibareler bulunmasından aklın ne derece önemli olduğu ham dünya hem de ahiret noktasında vurgulanmıştır, ancak akıl tek başına yeterli olsa kitap ve peygambere lüzum kalmazdı. Kaldı ki MÜNİR DERMAN hocamız bu konuda şöye buyurmuştur "İman akıl açısından düşünülürse gülünç olur". İşte bu esnada aklın baş yardımcısı kalb gelir. Zira aklın sınırı vardır, sonsuz bir nuru ancak kalb ile kabul edebilir, algılayabiliriz. Akıl çizim esnasında görmediği bir çemberin başlangıç noktasını bile gösteremez, ama var olduğunu anlar. Demek istediğim şudur ki, akıl şükrünü bile eda edemeyeceğimiz nimetlerin başındadır, ama sonu vardır, gönül ise sonsuzdur zira "Hakka bağa verilen isimdir" der M.DERMAN hocamız gönül için. İslamda zahiri hükümlerde akıl esastır, ancak vicdani meselelerde kalb ve gönül devreye girer. Hem nice akıllı kimseler vardır, din ile alakaları yoktur. Neden? Gönüllerini kör etmişlerdir, iman nurundan uzaklaşmışlardır. "Aklı olmayanın dini yoktur" hadistir. Peki dini olmayan "akıllı" lara ne demeli? Her ne ise sözü uzatmadan söylemek istediğim: İLAHİ AŞK'ın mihengi olarak aklı seçmemelidir, zira yeri gönüldür, akıl yardımcı makamında kalacaktır. Selam ve dua ile...
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

devam edecek

Mesaj gönderen kamuran »

Sevgili Kardeşim, yazınız beni epeyce düşündürdü. Elbette size hak vermiyor değilim. Lakin konuşurken ve sohbet ederken velev ki aşk üzerine konuşalım. aklımıza müracat etmek zorunda kalıyoruz. Bu bende şöyle bir his uyandırıyor.
Akıl ayna gibi, karşısına kendisi konulduğunda (ister kişinin kendi aklı isterse sohbet ettiği kişinin aklı olsun) aynada sonsuzluk seyrediliyor. İçiçe geçen görüntülerle kendimizi seyrederken başka bir şeyin, sonsuzluğun farkına varabiliyoruz. Akıl acziyetini ancak kendini kendi aynasında seyrettiğinde görebiliyor. Sohbet biraz daha farklı. Sohbette de ayna işlevi var. Lakin sohbette kimyasal bir işlem var aynı zamanda. Karşımızdan yansıyan akıl, bizim aklımızda farklı şeylerin cereyan etmesine, işleyişini zenginleştirip, kendi kendini seyrederken düştüğü kısırdöngüden sıyrılmasına sebep olabiliyor. Hasılı, aslına bakılırsa daha çok sohbet edilebilir bu konuda. şimdilik bu kadar. vesselam.
sevgi ve hürmetle
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli kardeşlerim, bu kayda değer konu hakkında kendimi hiçbir zaman akıllı sınıfına koyamadığım ve kalbimin daim ağır bastığı HAYYatımda acize söz etmek düşmez ancak Kulihvani'den öğrendiğim şu bilginin bu iki düşünceye de hitâb edeceği kanaatindeyim.
O diyor ki;
Akıl Nakil ile buluşmalıdır. Aklı tek başına Nakli (kalb) de Akılsız zikretmiyor.
Örnek olarak ta iki elimizin ayalarını birbirine kavuşturduğumuzdaki arakesiti veriyor ve akıl ile naklin arakesiti böyledir diyor. Birbirinin aynı değil ama ayrı da değil ve bir olmuşlar.
Sanırım Akıl Nakil ile buluştuğunda AKIL olmakta ve sinelerde mahfuz olan anlatılmak isteneni tanımlayan ifade olmakta. Ne birbirinin aynılar ne de birbirinden ayrılar...
Salt akıl vahyi hükümsüz kılar salt kalb ayetleri nekzeder. Summun, Umyun, Bukmun hükmünde kalınır. Birliklerinde ise şehadet vardır ALLAHU a'lem...
Yanlış anladıysam, yanlış anlattıysam, yanlış öğrendiysem affınıza sığınırım.
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

"AKIL ÜZERİNE DÜŞÜNCELER " demişsin ya Sevgili Kamuran Can...

Bilmem ki Akıl, kendi ÜZERİNDE bir şeyi kabul eder mi...

Kendi Üzerindeki düşünceyi üzerine alınır mı...

AKIL' a ALT' tan almak lazım...

Deli AT gibi ÜZERİNE BİNEN' i atar...

Onu güzellikle eğitmek lazım... ki üzerine binmek mümkün olsun...

Düşünüyorum da bunları söyleyen de AKIL değil mi...

Kendi açığını veren AKIL... AKILLI mıdır?

Kim kendini mağlup etmenin yolunu rakibine gösterir ki... Gerçekten mücadeleyi kazanmaya niyetliyse...

Mücadeleyi kazanmak gibi bir niyeti yoksa baştan teslim olsa ya... kimseyi uğraştırmasa...

APTAL mı bu AKIL... ki böylesine yenilmeye hazır olsun... Öyleyse amacı nedir... Hangi AKIL' a hizmet etmekte...

Yoksa çok AKIL' lı olduğu halde aptal görünmeye çalışarak beni mi aptal yerine koymakta...

E peki beni yeneceğini nasıl düşünmekte benimle BİLE olan AKIL...

AKLIM ALMIYOR... NERDEN BULUYOR BU SORULARI AKILSIZ BAŞIM... BAŞINA DERT ALIYOR...

Belki de DERT göstererek beni düşünmekten alıkoymaya çalışıyordur...

Kendi ÜZERİNE düşünmeye başladım ya...

Belki de DERT tanımını onun için İSTENMEYEN BİR ŞEY olarak almıştır ki yeri geldiğinde bana karşı kullansın...

Kamuran CAN... Ben en iyisi şu aklımla baş etmenin bir yolunu bulayım da inşallah düşünmeye devam ederim... Yoksa beni rahat bırakmayacak...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

cevap

Mesaj gönderen kamuran »

Sevgili kardeşlerim,

Akıl üzerine düşünceler başlığında açtığım konuda iki şeyi hedeflemiştim. Birincisi kendi düşüncelerimi paylaşmak, ikincisi de bu düşüncelere sizlerin katkısı ile bakış açımı/zı zenginleştirebilmekti. Gelen bir iki mesajla asıl niyetimin yani, bakış açımızı genişletme maksadımın hasıl olduğunu söyleyebilirim.

Bir kaç dikkat çekici sonuç çıkıyor sohbetimizden. Birincisi şu. Aklı ilk elde aşkla kıyaslıyoruz. Aşk ve gönüle kıyasla aklın değersizliği sonucuna ulaşıyoruz.

Sonrasında, aklın nakille buluşması gerekliliği.


Acizane sizlerinde katkısıyla geldiğim noktayı da söyleyeyim;

Nakil dediğimiz insandan insana akarak gelen kaynak iki türlü. zahir ve batın bilgilerinin tamamı bize nakil vasıtasıyla intikal ediyor. Zahiri intikalde muhatap akıldır diyebiliriz. Batıni ilimlerin nakli de gönülden gönüle intikal ediyor doğası gereği.

Zahir ve batın, akıl ve gönül aslında bir bütünün parçaları. İki ayrı göz gibi. Gözümüzün birini kapayarak bakmayız. Birini diğerinden ayırmayız. Birliklerini bozmayız. Çünkü onlar iki olsa da bir görürler. Bu ikiliğin fizik alemle kurduğumuz ilişkiye üçüncü bir boyut ekler.

Manevi alemin üç boyutunu seyretmek için de iki göze ihtiyacımız var gibi geliyor bana. Bu konuda yanılıyor olabilirim. Ama zahir ve batının ayrılmazlığına bakarak böyle bir zan besliyorum.

Bu sebeple akıl üzerine düşündüm. Çünkü akıl dil ile ikrar edilen imanın, nakille gelen iki tür bilginin giriş kapısı gibi görünüyor bana. O kapıdan geçmeden gönül kapısına müracat etmek problem doğuruyor. Tıpkı o kapıdan girdikten sonra gönül kapısını çalmaya gerek duymamanın problemler doğurması gibi. Dil ile ikrar edemediğimiz bir imanı nasıl kalbimizle tasdik edebiliriz.

Nakil Gaybın varlığını haber veriyor. Bu akla haddinin bildirilmesidir düpedüz. Haddini bilen akıl gayba iman edecektir. Aklın imtihanı bu olsa gerek. Gönülün imtihanı muhabbetledir. Aşk aklın fenasıdır. Fena bulmayan akıl kendini aşk masallarıyla da kandırabilir. Aşığın muaf tutulduğu sorumluluklardan istifade etmek için. Bu da nefsin oyunudur olsa olsa. İmam gazalinin ilimsiz tasavvuf zındıklık, tasavvufsuz ilm fasıklıktır dediği yer bu civarda olmalı diye düşünüyorum.
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Sevgili Kamuran Kardeşim...

Emeklerin için Allah CC. Senden razı olsun...

Çünkü O Kuran' ında sürekli olarak düşünmeyi ve AKIL etmeyi önerir

kullarına.

Öyleyse düşünmek, aramak, araştırmak bizim kulluk

görevimizdir.

Sen de açmış olduğun konu ile bu göreve hizmet etmiş oldun ve bizler de

senin sayende dahil olduk aynı kutsal göreve...

Lakin son yazdıklarından biraz buruk olduğunu hissettim...

O yüzden de hemen sonuca bağlamak ister gibi yazmışsın ama dur hele...

daha diyeceklerimiz var...

Şimdi söyle bakalım aklından neler geçti de hemen öyle;


Akıl üzerine düşünceler başlığında açtığım konuda iki şeyi hedeflemiştim. Birincisi kendi düşüncelerimi paylaşmak, ikincisi de bu düşüncelere sizlerin katkısı ile bakış açımı/zı zenginleştirebilmekti.

diyerek Dİ' li geçmiş zaman kullandın da sanki geçmiş gitmiş bitmiş bir

olaydan bahseder gibi bahsettin...

Hemen öyle burulmasın yüreğin, hemen öyle kırılma, öyle tamam

deyip te unutulmaya bırakma bu güzel konuyu...

Ben birazdan çıkmam lazım... Ama aklım sende ve senin düşüncelerinde...

Bak işte bunun üzerinde de düşünmek lazım...

Ben şimdi düşünmem gereken başka şeyler olduğu halde yapamıyorum.

Aklım neden kendi istediğini düşünüyor... Akıl benim aklım değil mi...Kontrolü bende değil mi... Neden istediğim şeye odaklanamıyorum.
Yoksa asıl istediğim şey aklımın istediği şey de ben mi başka bir şey istediğimi sanıyorum...

AKIL üzerine her alanda söylenmiş ve yazılmış çok şey vardır...

Ama önemli olan kendi meyvemizi yetiştirmek...

O yüzden de sürekli tarla ile meşgul olmak laızm...

AKIL ve NAKİL iki ayrı şey değildir... NAKİL olmadan önceki haline AKIL diyoruz... Yani AKIL henüz geçeceği yolları geçmediği için önünde engeli olandır...

Nasıl ki YOL' daki insana YOLCU denirse... AKIL da öyledir yolda olandır...
Vardığı zaman ona yolcu denmez artık... hoşgeldin denir... Orada adı NAKİL'dir...

AKIL bir değirmen gibidir... Öğütmesi için verilen buğday ise sana ekmek

olur... Ama değirmenin çarkları arasına elini uzatırsan onu da öğütür...

Fakat bir de denir ki; Nerden geliyor bu değirmenin suyu...

SU' yumuz kesilirse bir anda değirmen de duruverir...

Ben bazen söylüyorum... Okul yıllarımda çok başarılıydım diye... Bunu övünmek için söylemiyorum bir şeyi anlatabilmek için söylüyorum...
Ortaokulda 11-12 tane dersten 10 tanesinde yıl sonu notum 9-10 du...
Takdir almıştım...

Ama 2+2 = 5 yazan da bendim...

On elde kaç parmak var deseler 50 derim ama...

Bir elde kaç parmak var = 5
İki elde = 10
10 elde?

diye sorulunca aklımdan (10 x 10) deyip te >> 100 diyen de bendim...

Öyleyse AKIL bilebildiği kadar değil BİLEMEDİĞİ kadar da AKILLIDIR...

Çünkü AKIL bilemediğinde dahi neden ve niçinleri sorgular ve bileceği asıl

şeyleri görür...

Benim 2+2= 4 yerine +1 daha ekleyişim... Şimdi herşeyle beraber OL-AN

O BİR' i arattırıyor bana...

Bak görüyor musun işte... çıkmam lazım dedim fakat yine de uzattıkça

uzattım...

Neyse şimdilik burada kalsın...

İnşallah devam ederiz... Karşılıklı...katılımcı olarak...

Bakma sen Güllale öyle hemen sıyırmış ama...

Selam ve sevgi ile...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Selam ile...

Mesaj gönderen kamuran »

Güzel Kardeşim Halim,

Küçük bir ihtimali bile değerlendirip, darılmadan kırılmadan geçtim, hafif bir burkulma ihtimali de olsa böyle hassasiyet göstermen inanki senin gönlünün güzelliği. Ama emin ol ve için rahat olsun zerre kadar burkulma gönül koyma yoktu sözlerimde. Sadece konuyu fazla uzatmayı anlamsız buldum. Çünkü zaten içinden çıkılabilecek birşey değil. Aklımızın üstesinden aklımızla gelemeyeceğimiz belli. Teslim olarak müslüman olacağız, iman ederek mümin. Başka seçeneğimiz yok. Bunu da buradaki bütün kardeşlerimin şeksiz şüphesiz bildiğinden emin olduğum için uzatmak istemedim. Yoksa burası felsefe sofrası olur ister istemez.

Neyse sözü uzatmaya gerek yok. :) için rahat olsun güzel kardeşim. Allah razı olsun. İnşallah bu türden bir hassasiyetle bütün kardeşlerimizle bir ve birlik oluruz.

Selam ve hürmetle.
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli kardeşlerim Kâmuran ve Halimkök, "Akıl üzerine düşünceler" başlıklı bir yazı için en son yazması gereken biri olarak aklım erdiğince ve en önemlisi Kulihvanî'den öğrendiğimce bir bakış açısı katmaya çalışmıştım. Son yazılanlara bakınca bugün yaşadığım bir içsel hissedişi paylaşmak istiyorum. Belki bu vesile ile konuyla ilgili bilgilere çeşit olmuş olur diye düşünmekteyim.

Bugün uykumdan uyandığımda kafamın içi şu sorularla doluydu...


-uyumadan önceki "ben" ile uyandıktan sonraki ben aynı mı?
-uyumadan önce olanlar uyandığımda aynı yerde duruyor mu?
-uyku halinde tamamen etkisiz eleman olan ben uyandığımda ne kadar etken faktörüm?
-Yoksa, uyumadan önce olanlar diye birşey yokta uyandığımda olanlara benden kattığım mı, aklımdan serptiğim mi ya da "akıl" dediğimiz mevcûda yüklenen bilgi zuhura geliyor da bana bir geçmiş, bir hatırât zinciri mi sunuyor ?


Aslında bu soruları sadece uyku öncesi sonrası olarak değil, her namaz vakti için, her gittiğim ya da geldiğim yer için her mükerrer iş ve oluş için de sorabilirim. Gittiğimde geldiğim yer nerede kalmakta? Geldiğimde gittiğim yer ne olmakta? Daha doğrusu gittim, geldim mi?

Her ÂN diğer ÂN'ı hükümsüz kılmakta, buna dün denmekte, geçmiş denmekte, tarih denmekte... Tasavvufta ise sadece ÂN var denmekte. Ve sanırım O "ÂN" ise ya dirildiğimiz, kıyam ettiğimiz ya öldüğümüz ÂN olmakta. O asıl olan ÂN'a varıldığında fehmeylenen belki yaşanan tüm HAYYat... Dirildiğimiz, Kıyam ettiğimiz ÂN sanki aklımızın oyununun farkına vardığımız ve zaman kaydına yokluk damgası vuran, mekân kaydını nötr kılan dört unsurun aslına vardığı bir konum gibi hissediyorum. Hani diri olanlar için "Tayy-i Mekân" , "ibnu'l-vakt" konuları anlatılır ya bunun gibi. Öldüğümüz ÂN ise ALLAH Celle Celâluhu'nun toplam kalite yönetimince işlenmeye ihtiyaç bulunan ürün olarak cehennem tezgahına gönderilme durumumuz mu? Bilemiyorum. Sanırım yine
sor duru yorum...
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Eyvallah Kamuran kardeşim… o senin kendi güzelliğin… Elbette ki bu hemen öyle şudur budur denerek içinden çıkılacak bir konu değil… Ama zaten maksadımız zaten bu değil… Maksadımız paylaşmak ve biraz da Hac yolundaki karınca gibi… varamasak ta bu yolda ölürüz ya… diyebilmek…

Sevgili Güllale Can… senin her sözün değerli bizim için… her bakışın, bakıpta göremediğimiz yerlerden haber vermekte…

Her birimiz bir açıdan görsek… ve toplasak tüm açıları 360 etse… daireyi tamamlasak…
Hareket noktamız SAV Efendimiz olmalı… ve dönüp geldiğimiz yer de yine başa bitişik olan sondur.
Akıl döner durur… Yapması gereken yalnızca baktığı yeri görmek değil… görmediği yerlere de bakmak… bakabilmektir…

Bugün işte önceki yorumumda yazdığım gibi dışarı çıktım ama aklımda bu konular…
Öyle bakınır dururken hayata…

Akıl… akıl diyoruz da nedir bu akıl… nerdedir… ne menem bir şeydir… şekli nedir… rengi kokusu nedir…?
Diye düşünmekteydim… belli bir organ olarak vücudumuzda olan bir şey değil… Varlığı yokluğu bu şekilde belli olan bir şey değil…

Ama neye göre akıllı oluyor insan… Doğaya verdiği tepkiye göre… Deniyor ki bu adam akıllıdır… veya az akıllıdır… veya akılsızdır… vs.

Ölçü birimleri ile ölçülebilen bir şey değil… Bazıları zeka testleri uyguluyorlar… Kendi zekalarının ürünü olan şeylerle bizimkini kıyaslamak için… Buradan kişinin zeki olup olmadığına dair bir ölçüt elde ediliyor.

Ancak bu anlamda akıl zeka çoğunluğun benimsediği bir tarza uyup uymamak olarak belirginleşiyor.

Bilenle bilmeyen bir olur mu… diye hadis var…

Neyi bilenle bilmeyen bir olur mu diye sorsak… toplumsal yaşama ilişkin şeyler midir bunun cevabı…

Neden bu hadiste şu şekilde denmiyor… Hiç akıllı olan ile akıllı olmayan bir olur mu… denmiyor…

O zaman AKIL’ ın varlığı yokluğu değil… bilip bilmediği esastır…

İş BİLMEYE gelince… Bizim dinimiz OKU diyerek başlayan bir din…
“Ruh Emr Âlemindendir…” sözünden ne anlayalım diye soranlara SAV Efendimiz;

Aklınız kadar anlayın… buyuruyor…

O zaman bize düşen… Aklımızın anladıklarını arttırmaya çalışmak…
İnsana bilmediğini öğreten Rabbimizin bize öğrettiklerini birbirimizle paylaşmak bu anlamda
Her birimizi diğerimize eşit hale getirecektir… Deniz Seviyesi der Hocam Kulihvani…

Ben az anlarım… diğeri çok anlar… Benim eksiğim ondadır… Onunki de bende…

Sevgi gibi bilgi de verdikçe azalan değil… bilakis artan bir şeydir…

Şu anda böyle aklıma eseni yazmakla kime ne veriyorum diye düşünmüyor değilim ama
Şunu da düşünüyorum ki herkes nasibini alır… Ayrıca verecek verebilecek olan da ben değilim
Veya bir başkası… Bizler birer araç olarak… hayırlı bir amaca hizmette kullanılmak niyetindeyiz…

Tercihimiz niyetimiz HAKK ve HAYR’ dan yana olursa akibet de HAKK ve HAYR olur inşallah

Sevgi ve selam ile…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

AKLIMı bu aralar çok sorguladığım sıralarda güzel yazılarınıza en içden dileklerimle teşekür ederim.
AKLIMI demiştim araştırırken bir yazı okudum İçeriğinde çok şeyler buldum. kardeşlerimle bu alıntıyı paylaşmak istiyorum.

Muhabbette kalınız inşallah.


Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi
( manolya şahin )

İki büyük parçayım; okudukça karışan bir aklım, karışan aklımı çözemeyen bir kalbim… Aklımdan geçen her söz, süzgeçten geçip kalbimde onanacakken, bir iç ses sürekli isyankârlık ediyor. Ne ola ki bu içten seslenen mendebur? Bırakmıyor şöyle derinden bir nefes alayım, ne uyku kaldı gözümde, ne de hayat… Gittiğim tüm yollardan bedbaht dönüyorum, her köşe başını tutmuş pusuda bekliyor, sürekli soru sorup beni köşeye sıkıştırmak istiyor hınzır! Hiç de pes etmiyor yağlı urganlara gelesice, soru cevap faslı hâsıl oldu mu yorgun düşüyor ve hatta bazen pes ediyorum, sonra içime koca bir çığ oturuyor, ne yiyor ne de bir şey yudumlayabiliyorum, dalıp dalıp kayboluyorum karanlıklarda, izbe sokaklarda… Çünki biliyorum onsuz her yer karanlık bir sokak… Bir ferahlandığım secdem vardı, onu da aldı elimden; közlerde kül olasıca. Olmadık hayallerle lanet okutuyor fatiha yerine! Şefkatin meskenine çadır kurmak istiyor zahar!
Önceleri bu kadar mütecessis değildim gerçeğin ne olduğu konusunda. Olanla yetinir, bildiğim kadar yapar; “tamam işte yeter” der geçerdim. Aklın bir nimet olduğu fikri, bu kadarla yetinmek ve hatta dünyevi ilimler için olsa gerekti benim için! Merak ettikçe sorularım çoğaldı, her soru da başka soruları beraberinde getirdi. Hayatım tamamını kaplayan kalbim, her şeyiyle tatminkârdı. Lakin aklı hayatımın bir köşesinde öylece oturtmuştum, gelin misali hiçbir iş yapmadan duruyordu. Nakıs olan gerçeklerin bir bütün olması için aklında bu bedende bir rol alması gerekiyordu, işte merak onu da oyuna kattı. Lakin ben işi baya abartmış olmalıyım ki farkında olmadan her şeyi sorgulayan akıl, kalbi ekarte etmiş, bir şekilde başrolü oynuyor!
Tek başına akılla çözümlemek ve her şeyin bilimsel bir gerçeğini yakalama çabaları, birden bire zuhur etti şu aciz bedende… Sordukça içime nüfuz eden saldırılar da artıyordu tabi. Her şeyi bilmek, akılda muhafaza etmek kolay ama çok yüklenince işler karışıyor. Kara delik misali, yok olmuyor mutlak bir şekle dönüşüp varlığını sürdürüyor. Bende de şekil değiştiren düşünceler, karmaşalar baş gösterdi ama öyle bir sesle yüklendi ki yüreğime, atsam atamıyor, satsam satamıyorum. Hoş kimseye de satmak istemem bu dertli ummayı. Her telden bir name dinleyen kulaklarım, ispiyoncu ajan misali her şeyi aklımla kalbim arasında ki ince çizgiye yüklüyordu. Gittikçe ağırlaşan manalar her sokağın suikastçısı olmuştu. Yakaladığı güzellikleri akılda hapseden iktidar, zulüm derecesinde içten içe işkence çeken bir kalbin hâkimiydi. Farklı düşüncelere kayan aklım, yol yordam bilmediğinden olsa gerek ayarı kaçmış merkep gibi, ha bire çamura saplanıyordu. Çamur dediğim öyle insanın varlığında olan ulvi bir toprak olgusu değil! Bildiğiniz çamur işte!
En büyük emanetle imtihan ediliyorum. Göğsümün genişliğinde un ufak edilmesi gereken koca bir kaya parçası; “ben”! Âdem nebi, şeytan senfonisinin tekrar son ses açılıp dinlenmesi gerekiyor, sur misali ürkütücü bir ses edasında… Yoksa bilinmezliğin -ki şeytanda türeyen benlik- bana sirayet edişiyle cehennem kuyularına insan ihracatı başlayacak. Asilik girdabında yeniden “ben” oluşa dönüşen, necaset misali bir varlık olacağım. Çünki inkârı, isyanı, baş kaldırışı emreden bir ben olmaya başlıyorum.
Mana kaybeden her “değerim” mana arama derdinde! Mutlak giyinecek bir kılıf arıyor kendine. Doğduğumuzda mana kazanan ruhlarımız, akıl yokken verdikleri sözde en değerli nimetin iştirakiyle, müşterek bir onama derdinde. Lakin ikisi bir arada doğruyu bulma çabası gittikçe zorlaşıyor. Ne zaman Mukaddes Kelamı elime alsam, korkunç bir ses uğulduyor içten içe. Söylediği sözlerin aykırılığından ben hayâ ediyorum, ne kadar “sus” desem de daha bir çullanıyor nazenin kalbimin üstüne, çoktan seçmeli de değil! Olsa mutlak tanıdık bir cevap kulağıma değecek. Öyle sinirleniyorum ki soru sahibine, başlıyorum soruları cevaplamaya, yirmi dört saat aralıksız sınav. Çoğunda kalem oynatamıyorum, çoğunda ise dayak yemiş it gibi sessizce inine yolluyorum. Amaç kazanmak mı bu sınavda yoksa hiç cevaplamadan muhatap olmamak mı? Yoksa hepsinden öte hiç gelmesine müsaade etmemek miydi? Ben mi sebep oldum bu anlamsız kalabalığa. Ben bana fazlayken bir üçüncüyü kim nerden peydahladı ki? Biliyorum sürekli teyakkuzda olan ruhumun, öğrendikçe yükü ağırlaşıyor. Hani imanım kuvvetlendikçe gitmesi gerekmez miydi mendeburun? Hem akıl bu kadar tehlikeliyse nerde kaldı nimetin hakkını veriş. Birçok ayette geçen “…akıl sahipleri düşünmezler mi…” ifadeleri böyle mana kazanmıyor muydu? Bütün zamanlara, insanlara hitabını okumakla manayı yakalayamıyordum. Her okuyuşta, derinden acıtan cümleler göğsümü daraltıyordu. İnciniyordu, yara almasından, onu onaracak gücü kendimde bulamamaktan, kırılıp dökülmesinden korkuyordum. Susuyordum bazen, içime dönük tüm sorgulamaları susturacak haykırışları kendim bile duyamıyordum. Öylece susuyordum işte…
Etrafımda kime sorsam; “bizde yok mu sanıyorsun” cevabını alıyordum. Aslına herkeste oluyormuş diye ferahlıyorum, ama benimkisi başka geliyor sanki! Sanki öncekiler gibi değil, hep yoklayan küçük kuşkular değil! Aksini inkâr ediş, var olanı yok sayış… Söylenen her iddialı söz pervasızca dolanıyor akıl gezegeninde. Sanki koca bir kayanın altındayım, ya su! Ya parça! üçüncü seçenekte olmak istemiyorum. Hani H.z Ali gibi olamam biliyorum, dünya gözüyle cennet mucizesini görmeye gerek duymayan bir iman, ya da sahabeler gibi tümden bir inkılâbı kayıtsız şartsız kabul ediş. Âlemi temaşa etmeye, çamuru temizleyecek, içimde var olan mucizeyi çözmeye çalışıyorum. Her şeyde nakşı görmekle tatmin olmaya, aklın alamayacağı mucizelerle sesleri susturmak istiyorum, kelamın tüm zamanlara hitabına, onun keşfiyle aklımı kapatıp, kalbimi açıyorum en derinden; Sakileşen yaprakları, kökleriyle yürüyen ağaçları, zekâ timsali kuşların mimarisini. Ayaksız, tutunacak dalı olmayan ayı, içi demir yığınıyla dolu dünyayı, bir topaç gibi asırlarca yer değiştiren yıldızlar âlemini, müthiş bir korunaklılıkla her türlü radyasyonu geri püskürten enerjiyi, nerden geldiğini bilmediğim gökten inen rahmeti. Kendimi, aynada ki beni, 34 derecelik ısıyla hiç bozulmadan duran et parçasını, küçük bir mikroba bile kafa tutamayacak kadar aciz oluşumu, çocukluğu, gençliği ve yine çocuklaşmayı. Boşalıp dolan bu âlemi izliyorum, derinden ve sessiz…
İşin sırrı belliydi aslında; akılla kalp arasındaki ince çizgide yürümek, hem de zarif adımlarla… Normalde cinsi latif olma fıtratımdan doğan zarafet, aklımla kalbim arasında hüküm süremedi. Demek ki iş bedenden içe gelince, farklı bir yol izlemek gerekiyor. Dilde canlı duran, içte öz olmayınca akıl biçare kalıyor. Her ne kadar akıl hükümranlığını sürdürse de aciz bedenlerde asıl mesken sahibi kalptir biliyorum. Bir seste bağırıyor; “imanım tek varlığım, ne olur yanaşma” diye. Biliyorum girmek istiyor gülistana, dağıtmak koparmak istiyor en nazenin çiçeğimi. Her yeri talan edecekti biliyorum, tüm etrafı çorak olan kalbimin çitlerini zorluyordu. Girmemeliydi içeri, izin vermemeliydim! Savaşa yorgun başlayan sözlerim, yılgın, bitkindi. Okuduğum tüm dualar çaresizdi sanki! Dua her kapıyı açan, her handikapı aşan bir melek değil miydi? Ben neden çaresizim o vakit? Ben neden korkuyla sinmiş bir çocuk gibiyim. Asiliklerimden mi? İsyanlarımdan mı? İşlediğim günahların cezası mı? Ya da hidayet benden uzak mı? Ben şaşıranlardan mı olacaktım? “Sus, sus!” ne olur artık konuşma. Her söylediğin söz bende derin yaralar açıyor, aklımda gezinen manasız var oluş teraneleri, en yakın olduğuma uzaklaştırıyor. Defol git başımdan, çık içimden, bırak! Yine eski sıkıntılarımla boğuşayım, bırak geçmişe acılanıp, istikbale kaygılanayım, koynumdan kaçan uykulara yanayım, bırak! Her şeyimi al; sevdiklerimi, hayallerimi, umutlarımı, geleceğimi ve hatta en fazla; canımı… Ama ne olur imanımı bırak bana. Ondan sana yar olmaz. O daha yeni doğmuş bebek misali hayatı temaşa ediyor. Yürüyecek, bırak! Cennete koşacak; en sevgiliye. Çelme takma, konuşma, soru sorma, sorgulama, yanıltma, kapılar açma, girme hayallerime, girme Allah’la arama, çekil secdemin önünden, çekil asl olan “ben”in önünden.


Ey Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım (a.c) ne olur aklıma mukayyet ol…
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Kur'an dan AKIL bahsi gecen ayetlerden bir derleme.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (Orijinal) Çevirisi kullanilmistir.


"Ta’kilun" diye bahsi gecen ayetler:

(BAKARA suresi 44. ayet)
Nasa iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz

(BAKARA suresi 73. ayet)
onun için dedik ki o bakaranen bir parçasile o maktule vurun, işte böyle Allah ölüleri diriltir ve size âyetlerini gösterir gerek ki akıllanasınız

(BAKARA suresi 242. ayet)
İşte akıllarınız irsin diye Allah size âyetlerini böyle beyan buyuruyor

(ENBİYÂ suresi 67. ayet)
Yuf size ve Allahdan başka taptıklarınıza! Hâlâ akıllanmıyacak mısınız?

(EN'ÂM suresi 32. ayet)
Dünya hayat, bir oyundan, bir oyalanmadan başka nedir?
Elbette dâri Âhıret korunan müttekıler için daha hayırlıdır, hâlâ akıllanmayacak mısınız?

(A'RAF suresi 169. ayet)
Derken arkalarından bunlara bozuk bir güruh halef oldu ki kitâbı miras aldılar, şu alçak Dünya arazını irtikâb ile alırlar da birde «bize mağfiret olunacak» derler. Mukabil taraftan da kendilerine öyle bir şey gelse onu da alırlar, ya Allaha karşı haktan başka bir şey söylemiyeceklerine dâir kendilerinden kitâb mîsakı alınmadınmı idi? Ve onun içindekini ders edinib
okumadılarmı? Halbuki Âhıret evi Allahtan korkanlar için daha hayırlıdır, halâ akıllanmıyacakmısınız?

(HÛD suresi 51. ayet)
Ey kavmim buna karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak beni yaratana aiddir, artık akıllanmıyacak mısınız?

(YÛSUF suresi 2. ayet)
Biz onu bir Kur'an olmak üzere Arabî olarak indirdik, gerek ki akıl irdiresiniz

(ENBİYÂ suresi 10. ayet)
Şanım hakkı için size bir kitab indirdik ki bütün şanımız onda? hâlâ akıllanmıyacakmısınız?

(MÜ'MİNÛN suresi 80. ayet)
Ve o öldüren ve dirilten o, gece ve gündüzün ıhtilâfı da hep onun için, artık akıllanmıyacak mısınız

(ŞUARA suresi 28. ayet)
Meşrık ve Mağrıbın ve bütün aralarındakilerin rabbı, eğer siz âkıl iseniz dedi

(KASAS suresi 60. ayet)
Hem size hangi bir şey verilmişse sırf Dünya hayatın geçici metaı ve ziynetidir, Allah yanındaki ise hem daha hayırlı hem bekalıdır, artık akıl etmez misiniz?

(YÂSÎN suresi 62. ayet)
Böyle iken celâlıma karşı o içinizden bir çok cibilletleri yoldan çıkardı, ya o vakıt sizin akıllarınız yokmıy dı?

(SÂFFÂT suresi 138. ayet)
Ve geceleyin, ya akıl edip de düşünmez misiniz

(MÜ'MİN suresi 67. ayet)
O odur ki sizi bir topraktan yarattı, sonra bir nufteden, sonra bir alekadan, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor, sonra kuvvetiniz çağına iresiniz diye büyütüyor, sonra da ihtiyar olasınız diye, içinizden kimi de daha evvel vefat ettirilir, hem de müsemmâ bir ecele iresiniz diye, bir de gerek ki akıl edesiniz

(ZUHRUF suresi 3. ayet)
Hakkâ biz onu Arabî olarak okunacak bir Kur'an kıldık ki akıl irdiresiniz

(FECR suresi 5. ayet)
Nasıl bunlarda bir akıl sahibi için bir kasem var değilmi?


"Ya’kilun" olarak gecen yerler:

(HAC suresi 46. ayet)
Ya o yerde neye bir seyr etmediler ki kendileri için akıllanmalarına sebeb olacak kalbler ve işıtmelerine sebeb olacak kulaklar olsun, zira hakikat budur ki gözler körelmez ve lâkin sînelerdeki kalbler körelir

(FURKÂN suresi 44. ayet)
Yoksa onların ekserîsini işitirler veya akıl ederler mi zannediyorsun? Onlar sırf hayvan gibi hattâ gidişçe daha sapkındırlar

(ENFÂL suresi 22. ayet)
Çünkü yer yüzünde debelenenlerin ındallah en kötüsü o sağırlar o dilsizlerdir ki hakkı akıllarına koymazlar

(YÛNUS suresi 42. ayet)
İçlerinden seni dinlemiye gelenler de var, fakat akılları da yokken sağırlara sen mi işittireceksin

(YÛNUS suresi 100. ayet)
Allâhın izni olmadıkça hiç bir nefs için iyman edebilmek yoktur ve akıllarını husni isti'mal etmiyenleri o pislik içinde bırakır

(BAKARA suresi 164. ayet)
Şüphesiz Göklerin ve Yerin yaradılışında, gece ile gündüzün biribiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akan gemide, Allahın yukarıdan bir su indirib de onunla Arzı ölmüşken diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanati yaymasında, rüzgârları, değiştirmesinde, Gök ile Yer arasında müsahhar bulutta, şüphesiz hep bunlar da akıllı olan bir ümmet için elbet Allahın birliğine âyetler var

(BAKARA suresi 171. ayet)
o kâfirlerin meseli sade bir çağırma veya bağırmadan başkasını duymaz bir kulakla haykıranın hâline benzer, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler

(MÂİDE suresi 58. ayet)
Namaza ezan okuduğunuz zaman onu bir eğlence ve oyun yerine koyuyorlar, bu işte onların akılları ermez bir güruh olmalarından

(YÂSÎN suresi 68. ayet)
Bununla beraber her kimin ömrünü uzatıyorsak hılkatte onu tersine çeviriyoruz, hâlâ da akıllanmıyacaklar mı?

(ZÜMER suresi 43. ayet)
Yoksa Allahın berisinden şefaatçiler mi edindiler? De ki: hiç bir şey'e güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?


"Akaluhu" Diye Gecen Ayet:

(BAKARA suresi 75. ayet)
Şimdi bunların size iman edivereceklerini ümit mii ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir firka vardı ki Allahın kelâmını işitirlerdi de akılları aldıktan sonra onu bile bile tahrif ederlerdi

Aklin Temizligi bahisleri(ulul elbab denilerek bahsedilen ayetler. Ulul Elbab'in ne oldugunu incelemek lazim. Akil temizligi tabiri sade ceviri zorlugundan basitce soylenmis gibi):

(ZÜMER suresi 21. ayet)
onu sararmış, sonra da onu bir çöpe çevirir, elbette bunda bir ıhtar var temiz akılları olanlar için

(ZÜMER suresi 18. ayet)
Onlar ki sözü dinlerler, sonra da en güzelini tatbık ederler, işte onlar Allahın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir, ve işte onlardır o temiz akıllılar

(BAKARA suresi 269. ayet)
Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise çok bir hayır verilmiş demektir ve bunu ancak temiz akıllılar anlar

(RA'D suresi 19. ayet)
Şimdi Rabbından sana indirilenin hakikaten hakkolduğunu bilir kimse âmâ olan gibi olur mu? Fakat onu ancak akıl ve vicdanı temiz olanlar idrâk eder

(SÂD suresi 43. ayet)
ve ona bütün ehlini ve beraberlerinde daha bir mislini bahşettik tarafımızdan bir rahmet olarak hem de bir dersi ıbret temiz akıllar için

(ZÜMER suresi 9. ayet)
Yoksa o gece saatlerinde kalkan secdeye kapanıp kıyam durarak dâima vazıfesini yapan Âhıreti sayar ve rabbının rahmetini umar kimse gibi olur mu? Hiç bilirlerle bilmezler müsavi olur mu? Ancak temiz akıllı olanlar anlar


Digerleri:

(TÛR suresi 32. ayet)
Yoksa onlara bunu (bu tenakuzu) akılları mı emrediyor? Yoksa azgın bir kavım mıdırlar?


Selam Sevgi ve Muhabbetle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
sdemir
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 487
Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sdemir »

OKYANUSTA KUR/U-YORUM, ANLATILMAZ; KUR/U-YORUM, YORUM İÇİNDE YORUMUN, YORUMUNU KUR/U-YORUM......

PÜF

Akıl, o "ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk" maskara, inanmadığı şeylere "acaba, ya olursa, belki" gözüyle bakar da, inandığı şeylere "niçin, ne sebeple, neden dolayı" gibilerden bir şüphe tavrı ve ille anlama kaygısı gösterir. Bu inceliği, aklın sınırlarını yırtmış olan İmam-ı Gazalî de harikulade bir akılla yakalamıştır.
İlle anlamak isteyenler, eğer aklı anlar gibi olsalardı, gönül güneşinin yanında akla bir kibrit alevinden fazla değer vermezler ve birçok yerde onu püf diye söndürmeyi bilirlerdi.
Ona "püf!" de ki, güneş açılsın!..


Necip Fazıl Kısakürek
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9091
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Kulihvani yazdı: ZEVK 964

“Akıl” bizim her şeyimiz. Akıl, ALLAH’ın Aynası
Eşya=Akıl, Olay=Ateş ve kazanı Kafa tasın
Pişen Akıl artık AŞKtır, Kalbden görürür Arzı-Arşı
Söze sığmaz sevgi sonsuz, Muhib-i RABB’ Haslar Hası…

07.12.1991 22:25
Sltn..
Gönlümüzden gelen esintiler için çok teşekkür ederim.
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön