KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ

Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)

Şeytan, zararlı esmaları kullanmak üzere halk edilmiş, lâzım mı?
Ee lâzım tabii ya. İmtihan neyle olunacakmış!
İblisi çekerseniz sahneden; Firavun’u öldürürseniz Musa Aleyhisselâm ne yapacak? Musa Aleyhisselâm olamaz ki!
Ebu Cehil’i kaldırın, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Nemrud’u kaldırın İbrahim Aleyhisselâm nerde olacak?
Ateşi kaldırırsanız, aşı kim pişirecek?
Hep zıtların zevki, nar-nur, inkar-ikrar at başı gider.
Son nefese kadar hem de.
Her nefeste hakkı ve hayrı seçmek üzere halk edilmişiz.
Şerri ve bâtılı reddetmek üzere halk edilmişiz.
Ee demin dediğin, demin dediğin di şimdikini söyle!
Bu böyledir hayat.
Ee demin nefes aldım şimdi alma yani, Her an, her anlıktır.
Geçer, geçer, “şimdi” derim, o gider.
Bir daha “şimdi” o da gider.
Şimdinin şimdisi gelir.
Demek istiyorum ki, her an böyle bir hayat içindeyiz.
Bu bir tekrar değildir.
“Ölmeden önce ölünüz!” budur zâten.
Her nefeste ölünüp dirildiğini anlayabilmektir.
Allahu zü’l-celâl, lütfu kereminden, izzeti şerefinden etsin inşallah.
Hepimizi affetsin, bağışlasın!
Ve ebedi rahmetine gark etsin inşallah!
Çünkü biz, kendimiz, çabalarımızla, gayretlerimizle bir şey falan yapamayız.
Bizi bırak, Resûllullah Sallallahu aleyhi ve selem dua ediyor:
“Allahım bize adaletinle muamele etme! Rahmetinle muamele et!”
Adaletin girerse işin içine, biz kaybederiz.
Bir saat bile sıhhat içinde yaşayışımızın karşılığını ödeyemeyiz.
Bir saatlik hayatımızın bir bölümünün bedelini ödeyemeyiz.
Ama kıymetini bilmeyebiliriz.
İşte, inşallah bu esmalarında zevki biraz değişik olduğu için hep bu konular üzerinde duruyoruz.
Ama bu 99 esma çok değişiktir.
Çünkü Allahu zü’l celâl külli şey-i yaratmadan önce zâtında Allahu zü’l celâldir.
İlk yarattığı şey sıfattır.
Bu ne demek?
Güneş güneştir.
Bize göre ne çıkıyor?
Işık çıkıyor güneşten, ısı çıkıyor.
Bunlar sıfat şeylerdir.
Efendim, ışık gözümüzün görmesini sağlıyor, ısı bizi ısıtıyor.
Bunlar algılanan şeylerdir.
Güneş, denizin kenarında bende çok yapardı, bütün derilerimizi soyuyor, bunlar eşyadır.
Yani oluşumdur bunlar hep. Belli bir süre içindeki oluşumlardır.
Bizim dikkat etmemiz gereken şey; aklımızın korunmasıdır.
Bir devlet üzerinde insanların hakları vardır.
İnsanlar üzerinde de hakları vardır.
Nedir?
İnsalar ya da devlet, o insanın kanını-canını koruyacak, evin olacak malını koruyacak. Varlığı olacak, muhtaçlık ve mahçupluğu olmayacak. Irzını koruyacak yani neslin devamını kendi arzu ve tercihi üzerine yürütecek.
Nesli devam edecek.
Böyle vahşi hayvanlar gibi üremeyecek.
Karman çorman ne idüğü belirsiz bir sistem içerisinde işte bu haller doğar.
Şimdiki haller doğar.
Para putunun kölesi oldu mu, asalet-masalet kalkar yerini başka şeyler alır.
Böyle curcuna içinde kalırız, çaresiz kalırız.
İşte ana baba profesör, servetin haddi hesabı yok, ne yapıyor kız çocuğu, anasını doğruyor.
Satanistmiş de onun için yapmış.
Satanistte olsa da yapar, öyle olmasa da falan tarikatın adamıyım dese de, onlarda yapmışlardır fark etmez yani.
Netice olarak bunu niye yapıyor bu? Çünkü o şekilde yetiştirildi.
O iki profesörün tek kızı belki binlerce hastanın ahının üzerine kuruldu.
Muhabbetsiz, merhametsiz, Muhammetsiz bir geliş noktası bu.
Bu facia bugün olmadı.
Annesine deniyor ki, bu çocuğu doğurursan ölebilirsin. %70 risk altındasın, kabul ediyorum diyor, %30 başarıyor, ölmüyor ama öldürülüyor.
Neden?
İşte nedeni bu!
Hani toplum ve devlet hani koruyacaktı nesillerimizi.
Kıyamete kadar salih nesiller içinde olacaktık.
İşte aynanın arkasında kim var, iplerin arkasında kim var bilmediğimiz bir toplumda böyle bir çıkmazın içerisine oturdu toplum.
Görünürde akıllı gibi fakat neticeye geldiğin zaman boğazındaki bıçak çocuğunun bileğinde.
Bu çok acı bir ibret levhasıdır.
Aklımızı korumamız lâzım.
Eğer aklımız sarhoş edilirse her şey yaptırılır bize artık.
Hele aklımız uyutulursa bizim aletlerimiz her yerde kullanılır.
Uyurgezer gibi, bütün insanlar öldürtülebilir bize.
Her şeyi yapabiliriz çünkü uyurgezer halde ne yaptığımızı bilmediğimiz için.
Ayıkmamız da mümkün değildir, uyuşturucu veriliyor gibi.
İşte bütün bunlara bizim çıkış noktamız, kurtuluş noktamız sadece ve sadece ancak Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem Muhammedi Emin gemisinde olmakladır.
Bu tercih bizim elimizdedir.
Kimseye muhtaç değiliz.
Allahu zü’l celâl kimseye bizi muhtaç etmemiştir.
Ve Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem , kim “lailahe illallah Muhammeden Resûllullah” der ise onun babasıdır, onun her şeyidir.
Bu Allahu zü’l celâlin emridir, vaadidir.
Suç ayrı şeydir. Hata ayrı şeydir.
Günah ayrı şeydir.
Bunlar Allah’la hesaplaşılacak konulardır.
Bunlar bu gemiye binip binmeme ile ilgili değildir.
Onun için Resûllullah Efendimiz buyuruyor: “Benim şefaatimin en büyüğü en büyük günah işleyenleredir”
Neden?
Çünkü onlar en muhtaç da onun için.
Ne yapaydı yani?
Muhabbetin ve merhametin Muhammedi sallallahu aleyhi ve sellem şeytana mı teslim edeydi bunları.
Kendi görevini mi yapmayaydı.
Şeytana mı demeliydi, iyi sen gel, Allahsız olarak, iblis olarak, ikilik olarak. Bu ne demek?
Böyle bir şey mümkün değil.
Şeriattaki taşlamalar falan hep başka şeylerdir.
Biz onları şeriat emirlerini yapmayalım bak demiyoruz, hepsini emretmiştir Allah başımız gözümüz üstüne, biz yaparız.
Aman kimseyi de suçlarından dolayı, günahlarından dolayı, yanlışlarından dolayı mahkum etmek, onu dışlamak, horlamak vs. şey yapmak bizim Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem inanç sisteminde hâşâ yoktur. Mümkün değildir zâten.
Onun için BİZ yani.
Eğer Akdenizdeki balıkların bir kısmına melek balığı, bir kısmına köpek balığı diyorlarsa bunu diyenler uyduruyor.
Böyle bir şey yok. Akdeniz’deki her şey balıktır kardeşim.
İsimler insanlara anlayabilmesi için söylenen kelimelerdir.
Esmalardır yani.
Sıfatta ve zâtta böyle şeyler yoktur.
İnsanız işte o kadar, adımızı sanımız Ayşe demişlerse Ayşe olmuş.
Ayşe demeseler de Fatma deselerdi şimdi Ayşenin adı Fatma idi yani.
Bu çok önemli bir şey değildir.
Önemli olan yine aynı kişiydi yalnız.
Ayşe nerdesin ona bakmak lâzım. Ne zaman nerede, ne haldesin?
İnsan mısın, insan olduğunu kendin takdir ettin mi, bir değer, kıymet verdin mi.
Bedenine kıymetin ne yani? Sen kendine ne diyorsun? Sence nasıl senin halin? Kendi vicdanındaki ölçü?
Onun için Allahu zü’l celâl diyor ki, bildiğim kadarıyla âyette
“Onlar Allahu zü’l celâlin kadir ve kıymetini taktir edemediler!” âyetleri vardır.
Onlar Allahu zü’l celâlin kadir ve kıymetini takdir edemediler.
Uluhuyyiteni, Rububiyyetini tanımadılar onun için şehâdet yapamıyorlar.
“Eşhedü!” diyemiyorlar.
Dedikleri ise boş bir kelime.
Yani, uydur kaydır yakıştırma, tokuşturma, sokuşturma ile falan iş olmaz.
Yaşama ile iş olur.
Onun için birbirimize vereceğimiz tek şey var; kardeşlik eli.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem ’min eli, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem in ahlâkı, onun özellik ve güzelliklerini hiç sahip çıkmadan, elektrik direklerinin üzerinden geçen elektrik hattı gibi, doğrudan doğruya, olduğu gibi, candan yürekten güzelliklerimizi birbirimize aktarmamız lâzım.
Bu kıbledir.
Tasavvuf kıblesidir.
Çünkü tasavvufta Allaha giden yol, Allah dostlarının kalbinden geçer.
Diridir ve hayattadır.
Biri giderse biri gelir.
O birilerinde kendilerine mahsus bir benlik olamaz, olursa o şeytanın direğidir.
Zâten hâşâ bu hatta olmaz o.
Başka yere kurmuşlardır onu yani.
Bu hatta direkler rastgele olmaz çünkü.
Bu hattın direkleri Allahın kaderi ile konur.
Allahın izni ve inâyeti ile inşâallah.
Önemsizdir, halkın içinde meşhur değildir.
Zâten olamaz da demek istiyorum.
Böyle bir sevda olamaz. Böyle bir düşünce olamaz. Böyle bir inanç olamaz, olursa zâten burada olmaz o.
Ama böyle bir hat vardır kıyamete kadar da olacaktır.
73 fırkaya da bölünse bir fırkası daima Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem bastığı her noktasına basacak kadar candan yürekten sadakat, samimi, sabır ve selâmet üzere olacaktır.
Fırka-yı Nâciye…
Biz de inşallah can ü gönülden bunu tercih ederiz.
Dua ederiz, yalvarırız ki böyle olalım çünkü biz bunun için yaşıyoruz yani.
Yaşamamıza sebep, yani Halimcan’a ben diyorum ki: “İzmir’i sana verdim ne bileyim geri diyelim ki İstanbulu da sana verdik!”
Bunlar akıllı insanlar, kahkaha ile gülerler: “Hocam biz ne yapacağız burada, ölsek iki metrekare toprak olsa ya da olmasa!” derler.
Hakikat bu çünkü...


***

Melamet sorulmuştu..
Melameti Melamiler çokça kullanmıştır.
Türlü türlü kolla çıkmıştır ortaya..
Ancak Kontrol edilmemiş Melamiler de çok uçuk insanlardır.
Nerde uçuk insan varsa oraya kümelenir ve herkes bir anda hikmet ehli olduğunu kabul eder haliyle de ilk çiğneyecekleri şey de ŞERİATTIR.
Bu da çok yanlış bir şeydir. Gerçekten yanlıştır.
Bir grupla beraber olduğumuz bir zamanda; çok muazzam, yüksek seviyeli bir sohbeti dinleyen aşağı yukarı bir 60-70 kadar çoğunluğu hanım olan bir sohbette saatlerce süren bir sohbette, Kâbenin insan-ı kamil olduğu anlatıldı. Çok yaşlı bir teyzede yine Aksaraylı olan bir banka şefi arkadaşımın evindeydi , sohbet bitince onlar hemşehrilikten dolayı bizi de orda tuttular, illâ kalın ki sebeb-i hikmeti bilemiyoruz tabi.
Kaldık, o teyzede kaldı.
Dedi ki: “Bir sorum var?”
70-80 yaşında bir teyzeydi,
“Ben bundan sonra o taş yığınına gitmeyeceğim”
“Hayrola ne oldu?” falan dedim ben de.
Çünkü İsim vermeyim o Melami Şeyhini gösterdi dediki:
“Çünkü ben insan-ı kâmili buldum, ne diye Kâbe’ye gidecekmişim?” dedi.
Ben de dedim ki Şeyhe: “Bak gördün mü ne yaptın? Bu teyze küfretti. İslam dışına çıktı. Sen bir şeyler anlatmak istedin ama bu başka şey anladı ve uygulayacağını söylüyor, konuş bakalım!”
“Allah ve Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem beni affetsin!” dedi.
“İyi de bu teyze burada, anlatırız şimdi ama geri kalan 69 kişi ne olacak?
Bunları bir daha mı toplayacağız?” dedim.
Şunu demek istiyorum, hiç kimse şeriatın saçının teline dokunamaz.
Dokunursa mahvolur her şey.
Orada, o son toplantıydı benim için o dedim, birbirimizi çok severiz hala çok severiz ayrılık olmaz hâşâ yanlış şuydu dedim:
“Siz yumurtanın kabuğu iyi değildir; bu , tavuğun dışkısını çıkardığı yerden çıkar, vs. dir, önemi yoktur dediniz aklınızca” dedim.
“Bu kadıncağız da iğnenin ucu ile delerim!” dedi
“Dedi ama kıyamete kadar gelecek civcivleri öldürdü!
Neden?
Şeriatı deldi.
Yumurtanın akı gibi olan tarikatı öldürdü.
Sarısı gibi olan marifeti öldürdü sarının içindeki dölü öldürdü dölü. Hayy’yı öldürdü.
Duman etti yani! O işe yaramaz gibi gözüken kabuktaki iğne deliği böyle korkunç bir katliam yaptı. Trilyonlarca civcivi öldürdü kıyamete kadar gelecekleri, mahvetti!!..”
Onun için dostlar, canlar;
Hayalperest bir Muhammedi Melâmet olamaz.
Muhammedi oluş, Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem ’in izine basıştır.
Ne fazla ne eksik. Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’ le aynı SEVİYEde bir inançtır.
Ne alçak ne yüksek!
Arkasında adam gibi duruştur.
İnsan gibi duruştur, duyuştur, uyuştur ve yaşayıştır.
Yani bizim her birimizin böyle okumalarımız, yazmalarımız, çizmelerimiz yeni bir şey yaratmak için, yeni bir şey koymak için değildir.
Olanları ortaya koymakta değildir.
Nedir?
İnsanların Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’ i gerçekten kendi gönül kulakları ile duysunlar, gönül gözleriyle görsünler diye hizmetçiliktir.
Neden?
Çünkü özlerinden bir kere duyarlarsa yüzlerinden bin kere uyarlar artık.
Bunun binlerce örneklerini yaşayıp durmaktayız.
Biz bıkmadan usanmadan hep aynı şeyi söylüyoruz.
Hakta ve hayırda sadakatle ve adaletle Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem Muhammedi gayreti ile, muhabbeti ile, merhameti ile hasbi hizmetinde olalım.
Hakikati Muhammedi olduğu gibi, olduğu gibi, eksiltmeden fazlalaştırmadan dosdoğru sırat-ı müstakim üzere duyalım ve duyuralım. Yaşayalım ve yaşatalım.
Ve bu nedenle de zâten bir gün, beklemediğimiz bir anda bu kanlı kafesten can kuşu çıkarsa , hesaba çekileceği mahşerde birbirimizin Muhammedi şahitleri oluruz inşallah.
Bu çok önemli. Sadece Allah için, Allah rızası için, Allahu zü’l celâlin emri için, muradı için, insanlığın gereği olarak birbirimizle kuracağımız dostluk köprüleri Allah’a giden yoldur.
Hiç değişmez, Hakka giden yol Hak dostlarının yüreğinden geçer.
Başka hat arayanlar hayalperestlerdir.
Onlar ölü bir dini yaşarlar.
Hayal içinde satılık ve kiralık bir din ararlar hâşâ.
Onun için zâten durmadan resimlerin içinde ilâh arıyorlar.
O değilse budur, bu değilse o dur.
Bir sürü anlamsız şeylerle uğraşıyorlar.
Bizim böyle bir şeyle işimiz yok.
Bizi biliriz ki RESSAM başka resimler başka, hiç onlarla işimiz yok bizim, şükür…
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


fedai:
Nasılsınız?

kul İhvâni:
Şükür!
OLacaklar OLmakta, Rıza Denemesi devam etmekte!
Çöplük, şen-şakrak!
Melamatte, muhabbet meşk-i mecaz olmaz ki..
İç çölün çiçeği; canda canan kokusu!
O ise hakikatın hazzı gibi gaibde..
Ama ruhumuz gibi yaşamamıza neden, can gibi lâzım ve lâyık bir bağ şirince...
Evet, çeşme gibi boş kalsa da akmakta âşık yürekler!
Ne edecek çare yok..
Bilir misiniz elektirik üretilip kullanılmalıdır hemence,
Asla depo edilemez...
Biriktirilip saklanamaz..
Ben bunu AŞKı bilip bulup olup da üretenlerin,
YAŞAmaya SALLdıklarında lâzım ve lâyık tüketicileri olsa ne güzel OLurdu!
diye düşünmekteyim..

Çünkü, şu AN BİR tanedir ve asla geri gelemez!
Başka ANlar gelir-geçer!...
AŞKsız geçen ANlar cANsızdır!..
Ve BİZe ait kullanabilecğimiz TEK DİLim yarım nefeslik “AN” lardır ki,
İlmek ilmek o ANlarla ömür kİLİMini dokuruz durmadan..
Sonunda da: “Bu kilimin, Resûlullah sallalahu aleyhi vesellem in kilimine UYdu mu?”
Kulluk İmtihanı Sorusu vardır aziz kardeşim!


fedai:
Dün akşam sizin sohbetleri yazarken,
sohbet sırasında eskiden görüştüğünüz o melami şeyhi ile olan anınızı anlattığınız o bölümde,.
“Aman Allahım!” dedim
Bu senaryolar hep böylemi tekarr edip duruyor bu Melâmî Tarikatı içinde
aynen bize de öyle derler idi:

“Kâbe’ye ne gerek! Taşa değil Başa bak!”
Offff offffff! İnanılır gibi değil hocam!
Hep aynı sözler, küfürler, çok etkilendim açıkcası!


kul İhvâni:
Açıkça küfür, tam dinsizlik, zındıklık, Kur’ân’ı ve Allah’ı inkar açıkça!
Şeriatsız din, dinsiz dinidir!..



fedai:
Evet, bir sürü örneğini görüp görüp durdukça insan, şeriatına -sünnetine çok daha kuvvetle bağlanıyor inanın!

kul İhvâni:
İnşallah, hayalden hakikate kaçmaktır seyr ü süluk can!
sohbetlerimizin çok önemi yok sadece insanların aklını süpürmekte belki faydası vardır.
Sizin hizmetiniz de çok güzel emekle yazmaktasınız,
Allah razı olacaktır inşâallah!
Zâten BİZ BİRiz!
BİR BEDENde eller, gözler, kalbler gibiyiz..
Ama hepimizde CAN bir, RABB BİR elhamdülillah!..

Sohbetten amaç,
Önemli olan bir cana bir hakk ve hayr damlası sunmak inşallah!
Ben bunun nasibse, kısmet olacağına inandım hep!
Nasibler çeker getirir kısmet olur tercihlerimizle..
Olur mu, olur!..


“Olmaz, olmaz! deme
Bu âlemde olmaz olmaz!”


çok severim bendeniz bu sözü.
olumluluktur aklılar için ışıktır umuttur can!
Bak, çok güzel bir sohbet oldu halleştik,
Hallerimizi SEVİYEledik…


Muhammedi Muhabbetle..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Mecnun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 681
Kayıt: 23 Ara 2007, 02:00

Mesaj gönderen Mecnun »

Canım Hocam Kul İhvani,
Siz iyi ki varsınız. İyi ki bizde burdayız. Hayatı güzelleştiren güzel gönlünüz ve kaleminiz DAİM olsun İnşallah...


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/imza4.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)

İşte böyle tereddütsüz, şüphesiz dosdoğru hak olan bir inanç içinde olursak, sorun değil birimiz hastalanırsa hepimiz birleşiriz elimizden gelen ilaçları yaparız, takdir ne ise o olur.
Ne bileyim bir sorun varsa, herkes vicdanından elinden ne geliyorsa dua ederiz.
Birliğimizi, BİZ’liğimizi yaşarız demek istiyorum ama emin olarak başka hiçbir şeysiz .
İşte Melâmet harika bir şeydir.
Melâmet, hele Muhammedî Melâmeti iyi anlamak çok yüksek bir seviyedir.
Neden?
Çünkü Muhammedî Melâmet, Muhammedî Şeriatı içinde tutar, Muhammedî Tarikatı içinde tutar, Muhammedî Marifeti ve Muhammedî Hakikati de, dördünü bir arada tutan bir sistemdir Muhammedî Melâmet.
Piyasadaki Melamîlikle falan bir alâkası yoktur.
Bunlar, siz şu’cuysanız, biz de bu’cuyuzdurların düşüncesidir.
Bizim böyle bir şeyimiz yoktur.
Muhammedîcilik diye de bir olay da yoktur hâşâ.
Zaten herkes Nur-u Muhammedî’den yaratıldığı için zaten herkes Muhammedîdir.
Farkında olup olmama sorunu var şu anda.
Bilip bilmeme sorunu var yani.
Mesela, adama diyorsun ki, sen de bilmem kaç tane hücre var, birisine böyle söylesen kahkayla güler sana. Bilmediği için de haklıdır yani.
Muhammedî şuur her şeyi bilmek değildir.
Her şeyi yaratanı bilmektir.
Bunun için de önce kendisini bilmektir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532))
İşte bu.
Yani, bizim başkalarından bir farkımız var, eğer farksa, o da şu; her şeyi, her zaman, her yerde ve her halde sadece Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in adına hesabına ve şerefine yaparız.
Ki Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem, Allahu zü’l Celâl’in hâşâ ortağı değildir, görevlisidir, halifesidir, yaratığıdır.
Bu işte özeldir.
“Allah ve Resûlüne teslim olunuz!” buyururken Allahu zü’l celâl tâyin etmiştir Resûlullah’ını.
İlk noktayı.
“İlk” desek de olur, isim koymasak da olur yani.
İlk olan ne ise O dur.
Dolayısıyla böyle ilahî ilim ve Muhammedî edeb terk edildiği anda muhteşem bilgiler çok zarar görür.
Kim olabilir İblisten daha bilgili? Bir düşünün bakalım!
Cennetlerde yaşamıştır, bütün meleklere hocalık yapmıştır, Allahu zü’l celâl’le konuşmuştur.
Rest çekmiştir, resti görülmüştür, izin verilmiştir.
Bırakın Allahu zü’l celâl’le konuşmayı, rüyasında bir şey gördüm diye kırk takla atmaktalar.
Yani bir sihirbaza rast gelsin istediğini yaptırır yani keramet diye.
Neden?
Çünkü nefsi o şekilde şartlanmış.
Bir ruhî duygu, ruhî yaşayış, Muhammedî oluş, edep vs. bildiği yok.
Olabilir de, olabilir de bir şeye yarıyorsa olur, onu da Allah yaparsa yani. Senle yapar, benle yapar, onla yapar.
Biz birçok şeyler gördük yaşadık.

İşte Ali burada, işte Hakan burada.
Bu bilgisayar makinasında biz neler yaşadık neler.
Neler gördük neler, teknik bir işte neler gördük.
Gördükte ne oldu? Bu nedir? O zaman görülen şeyler birinin işine yaramıştır.
Mesela Ali’nin işine yaramıştır. Bu anlamdadır.
İşte Muhammedî edepten yoksun olan bir ilim İblisin ilmidir.
Çok yüksekte olsa İblisin ilmidir, en yüksek bizimkidir zaten.
Edebsiz ilim odur.
Ama Muhammedî edeple oldu mu var ya, işte o zaman can düşmanı Vahşi’yi getirir bir edep, Peygamber Aleyhisselatü Vesselâm’ın sahabesi yapar.
Bir edepsizlik ise, Ebu Cehil’in önceki ismi Ebu’l- Hikem’dir. “Hikmetlerin babası” dır.
Gerçekten çok muazzam bir şairdir.
Şiirler söyleyen, nutuklar atan çok değerli, halkı içinde şöyle çok şey gözüken, herkese karşı çok iyi olan bir insandır.
Ebu’l Hikem’dir ismi ve ismi Ömer’dir.
Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem dua ediyor: “Allah’ım şu iki Ömer’den birisini İslam’la şereflendir!” diye.
Diğeri de Hazreti Ömer Radiyallahuanhu’dır.
Tam tersinedir, gaddardır, herkes onun derdinden kaçar, kendi öz kızını diri diri toprağa gömmüştür.
Sahihî Buhari’de kendisinin hadisi vardır, son toprağı atarken, kızının onun yüzüne bakışını anlatır.
Cehâlet dönemidir, karanlığı anlatmaktadır.
Ve Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem dua etmektedir: “Ömer’den birisi” diye.
tHz.Ömer Radyallahuanhu dolduruşa tez gelen, çok cesur bir insan.
“Ben gider kellesini kılıca takar gelirim!” diyor.
“Yapamazsın!”,
“Yaparım!”
“Hadi yap da görelim!”
Arkasında şakşaklar bir sürü insan, onlar için önemli değil, bu insanlar için. Kaypak insanlar onlar.
Kim?
Gönderenler.
Ömer öldürse ne olacak, ölse ne olacak?
Getirse ne güzel olur, getirmese Ömer ölsün, önemli değil.
Ömer babacan insan, külhanbeyi.
Böyle bir hışımla giderken kardeşine uğramıştır.
Kardeşi nereye gidiyorsun diyor, kız kardeşinin ağzını burnunu dağıtıyor, eniştesine vuruyor kırıyor, dönüşte sizi de halledeceğim diyor ve Resûllullah Salallallahi vesselem’e yürüyor.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafındaki sahabe Ömer Radiyallahuanh’ın geldiğini görünce:
“Belanın büyüğü geliyor” diyorlar.
“Çıkalım çarşıdan ya Resûllullah!”
“Hayır hayır gerekmez”
Ama yedi adım yaklaşınca diyorlar ki: “bakınız, Ömer bıçak-kılıç atıcıdır yani tek atmada bir tanedir, bu mesafeden atarsa istediği noktayı vurur, onun için biz önüne perde olalım!”
“Hayır!”
Ne zaman ki yedi metreye geliyor.
Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem bir tek kelime söylüyor :
“Ya Ömer!”,
Cevap ne biliyor musunuz: “Lebbeyk Yâ Resûllullah – Emret Yâ Resûllullah’tır”. Tek kelime.
“Gel konuşalım, anlaşalım, bak şöyle olacak, böyle olacak, felsefe söyleyeyim, tasavvuf söyleyeyim, daha sana söyleyeceklerim var!” değil yani.
“Lebbeyk Yâ Resûllullah!”
Ne oldu?
Cereyan bağlandı kardeşim. Cereyan geldi cereyan. Bir saniyede geldi.
Her yere geldi.
Bütün âletler çalıştı. Göz, kulak, kafa, beyin, kalb, her şey çalıştı.
Dirildi her şey, cehâlette öldü, kemalâtta dirildi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Mûtü kable en temûtü!: ölmeden önce ölünüz!” (Keşfü’l-Ha’fâ II, 291, hadis 2669) oldu. Başka bir Ömer doğdu, cehâletteki Ömer yok oldu, öbür Ömer geldi şimdi.

Bu, akşamdan beri anlatmayı arzu ettiğim, her şeyin başı CAN CERAYANI – NUR-u MİM’dir.
Bir kişiye cereyan bağlanmadıktan sonra imanı tam iman değildir.
Kendine göre imandır yani.
“Bir evde elektrik yoksa bir sürü âlet koysanız ne koymasanız neye yarar?” deyip durduğum bu.
İşte ceryansız kalan Ebu Cehil, o muhteşemliği ile herkesin sevgisini, saygısını kazanmışlığıyla yerle bir, şeytana kepaze, rezil oluyor.
Abdullah İbni Mesud nerdeyse kafası gövdesi kadar olan bir insandır.
Çok cılız koca kafalı bir insandır.
Deve çobanıdır, köledir ve Ebu Cehil’in kafasını kesen Bedir’de İbi Mesud’dur.
Ebu Cehil’in sözü şudur: “Hiç bir şeye gam etmem, dert etmem başımın böyle bir çoban tarafından kesilmesi ölümden beter oldu!” diyor.
Kartal karıncaya yem oluyor bu yolda.

Bunun için edepsiz ilim sadece başa bir derttir.
Öyle bir çok zavallı kardeşlerimizin, insanlarımızın;
“Biz artık Melamî olduk, yeteri kadar hikmet ehliyiz, olgunlaştık şeriat hamlara lâzım, namazımız kılındı, orucumuz tutuldu” falan feşmekân gibi kendi dinlerini akıllarınca şeytana doğrultup ona kulluk yapmaları çok hazin, çok acı ve çok yanlış.
Ben böyle demiyorum çok yanlış, hiç yanlış anlaşılmasın!
Benim gördüğüm kadarıyla Melamî topluluklarının birçoklarını biliyorum, tanıyorum, görüşüyoruz, görüştükte, hâlâ daha görüşürüz.
Sorun şudur, konuşan zat kendi yerinden konuşmaktadır, aşağıdaki nasıl algılar anlayamamaktadır.
Onun için biz bunları Allah’ın izni ve inayeti ile bildiğimiz için ben acizâne Peygamber Aleyhisselatı Vesselâm’dan çok çekinen bir insanım saygı bakımından.
Kendimi doğrusu ayakkabılarının üstünde bir yerde ayakkabısı dışında bir şeye tevazuen değil samimi olarak, candan yürekten lâyık görmem, istemem yani.
Çünkü güvenemem kendime demek istiyorum.
Böyle bir yanlışa düşmemeye canla başla Allah’tan dua ederim ve ısrar ederim ki insan nefsi kaygandır.
Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf Aleyhisselâm Allahu zü’l celâlin peygamberidir, masumdur.
Ne diyor?
“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder, RABB’im acıyıp korumuş başka, şüphesiz RABB’im çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf 12/53)
Yani yapısı imtihan için yaratıldığı için kime güveneceğiz?
Ben Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’e güvenirim.
Onu söylemek istiyorum.
Böyle emredildiği için ona güveniyorum.
Bütün dünyayı cennet yapsalar bana verseler, ben Resûllullah efendimizi tercih ederim. Cehenneme de koysalar onu tercih ederim demek istiyorum.
Benim inanç sistemim böyle çünkü. Kur’ân’ı ben böyle anlıyorum, buna inanıyorum ve bunu böyle anlıyorum.
Bir şey için değil, kendime nasıl inanıyorsam ben olduğuma, elime, ayağıma, gözüme bana ait olduğuna. Bu şekilde bir inancım var, bunu demek istiyorum.
Dolayısıyla bu Melâmet insanın başına dert açacak bir şey haline gelmemeli, tam tersine hizmet aracı olarak kullanılmalı.
Peygamber Aleyhisselatı vesselâm gibi beyefendi, nazik, kibar, hoş, rahat, sevecen bir insan olmalı, halim selim olmalı yani.
Herkes onun merhametine, muhabbetine güvenmeli, çeşme gibi herkes içebilmeli, kurt, kuş, güneş gibi olmalı.
Herkes söylemeden, sormadan, teşekkür bile etmeden kullanabilmeli.
Hava gibi ciğerlerine girebilmeli.
Su gibi içilebilmeli, aziz olmalı.
Muhammedî Melâmet, Resûllullah Aleyhis vesselâmın hâşâ sırtından bir şey yapmak değildir.
Aklı başında insanlar ise Peygamber Aleyhisselatı vesselâm’ın hizmetinde olur.
Mustafa Keskin hoca sık sık o zamanlar Antalya’ya gelirdi, birlikte olurduk, bizim evimizde kalırdı, başka yerlere giderdik. O Antalya’da olduğu sürece gece gündüz birlikte çok muhteşem sohbetler olurdu. Ve her türlü insanlar katılırdı. Onunla da çok güzelliklerimiz yaşandı.
Hele bir akşam ezanı okunuyordu o zaman biz deniz kenarındaki Su İşleri lojmanında kalıyorduk, akşam yemeğine bizim eve gidiliyordu, onun önünde çift yol geçer iki taraflı, çokta trafik yoğundu o zaman.
Biz tam yolu geçerken, yolun ortasında ezan okunmaya başladı. Bir anda Mustafa Hoca galeyana geldi “Gel dedi geri gidelim şu müezzine soralım, doğru söylüyorsa ayaklarının altını öpelim eğer yanlış söylüyorsa ağzını burnunu kıralım”
Arabalar bize çarpacak yalnız. Ben hocam falan baktım ki hoca kendinde değil yani. Ben ne desem boş yani. Başka bir şey konuşuyor yani demek istiyorum.
Hiç kendinde değil.
İşte bu ne idi? Ne diyordu?
Hoca diyordu ki: Eşhedü en lâ ilahe illallah”.
Bir anda sanki zil düğmesine basılmış gibi ötmeye başladı hoca. Bir düğmeye nasıl basıyorsunuz da zil ötüyor o şekilde yani. Bu diyor eğer “Eşhedü en lâ ilahe illallah” doğru söylüyorsa ayağının altını öpelim gel. Ama yalan söylüyorsa ağzını burnunu kıralım şu herifin. Bunlar hep Melâmettir. Sınır, uç şeylerdir ve doğrudur da ayrıca.” Eşhedü en lâ ilahe illallah” bin kere söylüyorum niye olmuyor, problem var tabi ki, Muhammed Resûllullah söyleyecekti de ben de onun söylediğini duyup da uyacaktım…


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)



Kelime, Muhammedi lütfûn İlahi ikramıdır…
Kelime, Muhammedi lütfûn Nur-u Mim lütfûnun ikramıdır…
İlahi lütfûn Muhammedi nurdan yansıması kelimedir…
Bu madde de cisimdir, maddedir, somuttur…
Manada ise anlamdır, soyuttur…
Hani diyoruz ya, ilk nokta…
Allahü zü’l-Celâl’in varlığı dışında vücuttan halkettiği mevcut, ilk nokta hareketinden madde, harekesinden mana dediğimiz noktada kelime ikiye ayrılıyor…
Fakat ikisinin birleştiği yerlerde vardır…
Peygamberler gibi…
Onun içinde Kur’ân-ı Kerîmde ki bir ayette Allahü zü’l-Celâl, İsa Aleyhi’s-selâm için “Allah’ın kelkimesini ispat etti, Yahya Aleyhi’s-selâm Allah’ın kelimesine şahit oldu.” buyurmaktadır İsa Aleyhi’s-selâm’ı kastederek…
Çünkü peygamberlerde madde ve mana vahiy olduğu için cem olmuştur…
İnsanı Kâmilde ise Nübüvvet yansıması, Risâlet değil, Resûlluk değil Nübüvvet yansıması Velâyet yansıması şeklinde tezahür eder…
Onun için İnsan-ı Kâmilde Velâyet olarak; asâlet olarak değil, kefâlet olarak değil, başka bir şey olarak değil Velâyet olarak Nübüvvet yansıması yapar…
Onun için de İnsan-ı Kâmil, gerçek İnsan-ı Kâmil bütün sisteme sahibtir yani sistemin bütün özelliklerini üzerinde taşır, algılar, yansıtır, yayar…
Böyle etken gücü vardır…
Bu daha doğru bir çözüme doğru gitmek için Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın iki özelliği vardır…
Birisi kendisinden sonra devam eden Nübüvvet yansıması Velâyette ya imamlık olarak, imamet olarak devam etmiştir yada hilafet olarak devam etmiştir…
Elan da etmektedir…
Hilafet olarak Hazreti Hasan Aleyhi’s-selâm la gelmiş, 6 ay sürmüş, 30 yıl dolduğu için hilâfet görünmeze bürünmüştür…
Halk içinden çekilmiştir, krallığa terk etmiştir yerini…
İmamette öyledir…
Onun içinde Şiiler, vesaireler gayb olan bir imamdan bahsederler…

***

“Eşhedü enlâ ilâhe illallah” bin kere söylüyorum niye olmuyor?
Problem var tabi ki, Muhammed Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem söyleyecekti de ben de onun söylediğini DUYup da UYacaktım.
360 derece daire, merkezine durmuşum “Allahuekber!”
İyi de 360 derecede bir tane kıble var, 359 tane kıble değildir.
Sırat-ı mustakim bir tanedir o da Muhammed Aleyhisselatı vesselam’ındır.
Bu ne biçim bir iştir ki 259 derecelik bir uçurum var, bir derecede yürüyüş var.
İşte sorun bu ya!
Bizler Tel Canbazı gibiyiz insanlar onun için bütün kâinât emrine verilmiştir, hizmetçidir.
Allahu zülcelâl’de insanın hizmetçisidir.
En büyük hizmetçidir.
Böyle bir imtihanda her şey emrine verilmiştir insanın.
Bütün kâinât, hayvanlar, bitkiler, sanki bir tiyatrodaki malzemeler gibi, al kullan!
Hepsi sana hizmette olsun yalnız Eşhedü’nü doğru söyleyeceksin! Eşhedü’n sağlam olacak sonuçta yalnız!
“Efendim, iman ettim işte, oruç tuttum, namaz kıldım, hacca gittim!” Geldik, geldik son nefese geldik mi geldik, söyle ne diyorsun?
Var mı Eşhedü?”
Yani Muhammed Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in söylediği: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” var mı kardeşim?
Yoksa boşa kılmışın, gitmişin her şeyi yapmışın ama boşa yapmışın kime yaptığın belirsiz olmuş yani.
Varsa, Muhammed Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem buyurduğu gibi “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” varsa işte o zaman şahtır bu şah.
Buna İNSAN denir. Büyük harflerle yazılır bu.
Buna hepimizin hakkı vardır, insan olmaya hepimizin hakkı vardır.
İnşallahurrahmân, celle celâluhu Allah bizi bağışlasın!
İşte böyle bir anımız da olmuştu hocamla, sevgili hocamla.
Çok değerli bir insandı, çok duygulu, çok çoşkulu, harika.
Ne acı ki canlar, ben 40 senedir bu işin içindeyim bir sebepten yazmıştım dün mü evvelsi gün mü bir şey oldu da bir yazının birisinde Çolak Rasim diye yazdıydım bizim köyde.
Çolağın resmi vardı. Benim çocukluğumda sığırtmaçtı.
Muhteşem bir insandı ben Şems-i Tebrizî’yi defalarca gördüm tıpkı onun gibiydi aynen.
Yüzde yüz öyleydi yani. Sadece Çolak Rasim amca biraz daha bakımsızdı, böyle derbeder görünümlüydü o kadar.
Gözünün içindeki ışık, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in gözünün içindeki ışığın aynısıydı.
Bir kaynak makinası gibiydi.
İçine bakamıyordun, rengini göremiyorsun gözünün.
Çolak Rasim Amca, ben ilkokuldaydım benim dostumdu.
Herkes kaçardı çocuklar onun deli gibi oluşundan, kolu çolaktı ağzına gitmezdi sol eli.
Beni neden ilgilendirmişti?
Çünkü o Rasim Amca, sabah namazdan sonra güneş doğacağı sıralarda, doğmadan önce camiinin üstüne çıkar, yaylıma gidecek sığır, inekleri-öküzleri çağırma sesi olan “hoo!” diye bağırırdı.
Bütün köye ilânat yapıyor ki, uyuyanlar uyanın, ineğinizi, öküzünüzü, dananızı çıkarın dağa götürüp otlatacağım çünkü sığırtmaçtı o.
Bunda bir şey yok fakat mutlaka şöyle bitirirdi: “Mizan vaar! Terazi vaarr! ölüm vaarr! uyumayın, uyanınnn!..”
Hep böyle bitirirdi.
Ben çocuktum işte dediğim gibi ilkokul üçte mi dörtte mi bilemiyorum. Hakan’ın babası beraber büyüdük zâten o da çok iyi bilir.
O zamanlar Perşembe akşamları köyde rahmetli Hoca Amcam, Ali’nin dedesinin babası, çok değerli bir insandı Hoca Baba.
Halaka-yı Zikirler olurdu Hoca Efendi gelirdi.
Gine Köyünden inerlerdi, çarpana çalardı, kudüm çalınırdı, yatsı namazından biraz daha sonra başlar, gece yarılarına, sabaha kadar sürerdi belki.
Köy ayağa kalkardı sesten. Zikir muhteşem olurdu.
Biz ne yapar yapar Hacı Mahmut’la içeri girerdik.
Çocukları sokmazlardı ama zikir biraz kızışınca biz muhakkak girerdik.
Benim giriş sebebim çok basitti.
Ben Rasim Amca’yı izlemeye girerdim.
Çünkü Çolak Rasim halakaya giremezdi kolunun biri çalışmadığı için. Sağdakinin elini tutar ama soldaki onun elini tutamadığı için, o tek kalırdı ama zikire başladığı zaman sanki başı vücudundan ayrı gibi gökte yarım daireler çizer, hele pervane dönmeye başladı mı, belki yarım saat dönerdi.
Deli gibi onu seyrederdim yani.
O dönüş hayalimde hep bir anafor gibi, taa kii “Hay! Hayy! Hayyy!..”
Diye diye vücud iflas eder çöker bir kenara hıçkıra hıçkıra ağlardı.

İşte benim bildiğim zikrullah denince, bir değirmen taşı gibi ses çıkaran, içimde hiç dinmeyen o ses, Rasim Amca’nın sesi!
Yıllar sonra bir kere gördüm rüyamda, Kâbe’de gördüm.
Sanki öz babamla senelerce hasret kalmış gibi, kolu düzelmişti.
Dedim ki: “Sen öleli çok oldu, ben hep seni aradım bulamadım!” dedim.
“Kavuştuk ya Latif Bey!” dedi.
Boynuma sarıldı şöyle, kokusu bir insan teri kokusu gibi ama sanki gül kavurmuşsun yanık bir gül kokusu yani.
Müthiş bir şeydi, yeni abdest alınmıştı.
“Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem bir namaz kıldıracak!” dedi.
Müezzin oydu, tüm insanları çağırdı “Aşk Namazı kılınacak!..” diye.
Ben yedi kişi saydım.
Yani oradaki insanların tümü duydu fakat Aşk Namazına uyan yedi kişi saydım.
İşte Çolak Rasim böyle bir Rasim’di yani.
Hayy bir insandı, diri bir insandı.
Öldüğünde sadece bedeni, sadece testi kırılmıştı su da hala aynı suydu.
Belki şu anda da sizi bizi dinliyor.
Fakat testisi olmadığı için konuşamıyor.
Yani ortada olduğu halde konuşamıyor çünkü âleti yok.
Ruhu şâd olsun onun da, Allah Dostlarının cümlesinin de.
Allah bize onlardan inşirah ve şifâ versin.
Onlar Yunus Baba gibi öyle tenha kalmış, kral sofrasına oturmamış, dünyanın balından baklavasından benim gibi şahsen çok fazla yememiş, fakat çilenin içerisinde göbeğinde Hakk’a hamd etmiş!
Rabbisini daima aziz tutmuş, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in saygısını hiç unutmamış, sığırtmaç da olsa, köle de olsa, Allahu zü’l celâlin katında her zaman Sultan yaşamış harika insanlardı.
Böyle biri denk geldiği için size de anlatmış bulundum.
Bu anlatımlarda beni bağışlayacağınızı umarım.
Çünkü bizim hep düşmanımız vardır, bize en yakın olan şeydir.
Kendimize bir şey çıkardığımız anda biz mahvoluruz.
Bu şu demektir.
Bir damla denizden havaya fırlasa, denizden değildir artık.
Dalga savursa dahi düşünceye kadar denizden değildir.
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’den ayrılış çok ağırdır, Allah korusun.
Kendimize bir şey mal edemeyiz.
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in malını yiyip içebiliriz.
Bütün nurunu dağıtabiliriz.
Akdeniz’i herkese dağıtabiliriz, onun adına hesabına olduktan sonra.
Ama kendi adımıza bir damlasına dokunamayız.
Bu damla benim diyemeyiz.
Çünkü “Ben!” diyen şeytandır.
“BİZ” diyen Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’dendir.
Bunu hiç akılımızdan çıkarmamamız lazım.
Bu anlattıklarımızı daha neler yaşadık çok şükür.
Rüyada da değil, bizzat yaşadık, yaşamışızdır, sizde yaşarsınız, sorun değil ama ölçüyü unutmamamız lazım.
Biz Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ayak altını tercih ederiz.
Bunu aklımızdan çıkarmamamız lazım.
O zaman hiç Muhammedi Edepten çıkmadığımız için boynumuza şeytanın çemberi geçmez, geçemez zaten.
Gecenin adı nedir?
Gecenin adı basit, güneşsizliktir.
Yoksa, aynı yerdir aynı İzmir.
Gece İzmir başka, gündüz İzmir başka değildir.
İzmir bir tanedir, güneş varsa gündüz olur, yoksa gece olur.
İnsan da öyledir Nur-u Mim varsa insandır, yoksa hayvandan da aşağıdadır.
Çünkü hayvanın aklı olmadığı için kendi işini yapıyor, köpek köpekliğini yapar, koyunluğa kalkışmaz.
Yapamaz zaten, yapmaz da yapamaz da ayrıca.
Ama insan aklı olduğu için canavarlığı yapar, hatta canavarı da çıldırtır yani.
Onun için Kur’ân-ı Kerim de “azaben muhina” vardır.
İhanet azabı.
Kime ihanet etti bunlar?
Akıllarına ihanet ettiler,
Allah’ın en büyük nimeti olan, Allah’ın aynası olan AKLı kırdılar, onun için binbir parça arasında kendilerini görüyorlar.
Allah’ın CAN Camını aynaya çevirdiler, kirlettiler, kendilerini görüyorlar.
Kâinâtı göremezler, ola ki arkalarından birisi gelip camlarına tükürüverse bile kâinâtı görürler ayıkırlar.
Bizim insanlarımız gerçekten hoş insanlar, gönül insanları .
Yani ben anlatıyorum ben bazen, ama benim hoşuma gidiyor.
Çünkü benim eğitim ve öğretim sistemimde, benim kendi adıma yürütmeye çalıştığım eğitim sistemimde Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin izinde derken ben şöyle düşünüyorum.
Biz bir göç yapan kafileyiz.
Çünkü biz çok göç yaptık.
Eskiden hele hayvanlarla giderdik.
Tavukların gittiğini biliyorum, ayakları bağlanmış tavuk götürülürdü oraya.
Çocuk gider, hayvan gider, köpek gider, inekler gider, danalar gider yani bunlar hep beraber giderler yalnız.
Yani şunlar şunlar gitmesin denemez demek istiyorum.
Hep beraber gidiliyorsa gidilir.
“Biz” deyiş budur zaten.
Yani içimizde bir grup falan olamaz yani, hepimiz biriz.
Hepimiz ayrı ayrı güzellikler ve özellikleriz.
Onun için zaten biz, yoksa bir taneden türemiş değiliz yani.
Hepimizin ayrı hoşlukları var, canlıkları var, harika şeyler.
Halim Bey’in duyuşu çok harikadır, gerçekten güzel şeyler.
Barboros’un kendi yapısı gereği, meşrebi gereği, iç âleminin yansıması gereği çok güzel şeyler yapmaktadır ve inşallah yapacaktır.
Çünkü hepimiz son nefese kadar gelişmeye muhtacız.
Kemalata muhtacız.
Ben , sen, o, biz, biz hepimiz Muhammediyiz inşâallah!
BİRiz ve BİZiz Allah’ta.
Yani bunu herkes söylüyor biz de söylüyoruz değil.
Biz söylemiyoruz, yaşıyoruz hamdolsun, yaşamalıyız!
Bunu birbirimize minnet borcuyla, birbirimize şununla bununla değil, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yaptığı gibi küçüklerimize yürek sevgisi, büyüklerimize yürek saygısı sunarak.
Kadir ve kıymetlerini bilerek küçüğümüzün de büyümüzün de.
Hep bunlar çok değişik şeylerdir.
Halkın alıştığı, bize öğretilenlerin dışındadır.
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin çizgileri çok candandır.
Yüzde yüz doğrudur.
İşte bu noktalara gelişimizde bizi engelleyen hastalıklarımız varsa, çarelerine bakmalıyız, yıkanmalıyız, temizlenmeliyiz.
Kendimizi asla şeytana teslim etmemeliyiz.
Şeytanlaşmışlara teslim etmemeliyiz.
Yanlış alışkanlıklarımıza teslim etmemeliyiz.
Kötülükleri huy edinemeyiz.
“Can çıkar huy çıkmaz!” o bizde değil o şeytandadır.
Biz de kötü olan her şey çıkar çünkü kötüyle cennete de girilmez, cemaata da girilmez.
Kötü nedir?
Kötü dağdaki buzdur.
Ne işi var Akdeniz’de.
Kayalar gibidir, erimez onlar yani.
Onun için kalbleri mühürlü denmektedir.
Onun için: “Cehennemde taşlar var, insanlardır cehennemin yakıtı” âyet var.
Hangi taş? Hayatı boyunca kötülük üretenler.
Hased, fesad, geçimsizlik, huzursuzluk, ateşçilik.
Hiç durmadan nereye gitse orayı cehenneme çeviren, hiç durmadan itiraz eden, rızadan mahrum, kendini yasaklıyor.
Çünkü benim rızamı alan kellemi alır.
Bir itirazın varsa saçımın telini alamazsın.
Bütün bu anlatmaya çalıştığım şeyler hepsi inşâallahu Rahmân, bizim birbirimize bir şey öğretmek, bir şey vermek haddimize değildir.
Sünnetullah’ta da yoktur zaten.
Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’ in Şeriat-ı Garrasında, Allahu zü’l celâl Şeriat-ı Garrasında kimse kimseye bir şey veremez.
Ya ne olur?
Buradakilerin açığa çıkması için hizmet edilir.
Onda olanların açığa çıkmasına hizmet edilir...

En son fedai tarafından 10 Nis 2009, 08:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

Hizmeti geçenlerden Allahuzülcelâl razı olsun!
BİZi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'de BİR etsin İnşâallah!

Muhammedi Muhabbetle..
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

nur_umim yazdı:Hizmeti geçenlerden Allahuzülcelâl razı olsun!
BİZi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'de BİR etsin İnşâallah!

Muhammedi Muhabbetle..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)


Muhammedî ÖZ Tasavvufta, kimseye dışarıdan bir şey verilemez, onda olanlar açığa çıkarılır.
Tasavvufun felsefeden farkı budur.
Yani, felsefede; akıllı bir insan-çok akıllı bir insan, az akıllı birisini mutlaka kandırır.
Mühürler koyar, izah eder, anlatır ve mutlaka onun aklına mühür koyar.
Tasavvuf ise böyle bir şey değildir.
Tasavvufta, kimseye bir şey verilip bir şey alınmaz.
Ondaki akıl ile naklen Allah’a inanç sağlanır.
Kandırmaya değil, inandırmaya hizmet edilir.
Bizim anladığımız bu...
Onun için tasavvuf âlemindeki kırk yıldır beraber olduğumuz insanlarla açıkça çatışmaktayız. Neden?
Yanlış yapıyorlar da onun için.
“Ben kudsalım, ben mübareğim, ben şuyum, ben buyum!” sözlerini ben şahsen Resûllullah Efendimize karşı saygısızlık olarak görüyorum.
Eğer öyle bir şey varsa, bu, Peygamber Aleyhisselam’dandır.
Yani, bizde bir şey görüyorsan ben Halimcan’da bir şey görüyorsam, Aziz’de bir şey görüyorsam, bir kardeşimde bir şey görüyorsam, bir ışık görsem, bir nur görsem söyleyeceğim söz şudur:
“Bu Keban’a aittir,Merkeze aittir, Muhammed Aleyhisselam’a aittir.”
Onda gözükmesi ise harika bir şeydir, alnından öperim.
Yani, güzellikler görmüşsek birbirimizde Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden olduğunu anlamamız lazım.
O zaman en mukaddes Muhammed Aleyhisselam’dır, en mübarek Muhammed Aleyhisselam’dır.
“Böyle benim şeyhim senin şeyhini döver!” gibi böyle şeyler çocukça, zalimce ve cahilcedir ve mantıksızdır, şuursuzdur.
Biz her bakımdan Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’i izlemek durumundayız, duymak ve uymak durumundayız.
Allah’ın emri budur.
Kimseyi tenkid etmiyorum.
Yapabilirler, istediklerini yapsınlar, zaten yapıyorlar.
Ama bizim yolumuz Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yoludur.
Katiyen:”Ben bu işi biliyorum, ben şöyleyim, bana uyun ben de sizi götüreyim!” gibi böyle şeyleri biz bilmeyiz. Ve yasaktır, haramdır bize.
Onun için Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Fatma Vâlidemize:
“Ya Fatıma, Baban Muhammed’e güvenme iki rekat sabah namazını kılmadıysan!” buyurmaktadır.
Bunu Ehl-i Beyt’in Anasına söylemektedir.
Tüm bağlarını, Muhammed Aleyhisselamın, bedensel bağlarını götüren Anan Kişiye söylemektedir.
Bu yol böyle açıktır.
Çok nettir yani, böyle şaibeli: “Ben derim, sen anlarsın!” gibi şeyler olamaz.
İşte hepimiz kardeşlerim, canlarım, hepimiz doğru, dosdoğru BİLmeliyiz, dosdoğru BULmalıyız, dosdoğru OLmalıyız ve dosdoğru YAŞAmalıyız.
Ama demin dediğim gibi bu kervanda elbette çocuklarımızda olacak, kızlarımız da olacak, oğlanlarımız da olacak, yaşlılarımız, gençlerimiz, hastalarımız olabilir insan halidir, ayağı kayanımız olur, şaşanımız olur, düşenimiz olur, olabilir!…
Olabilir ama göç de devam eder yalnız.
Öyle olanları kurşuna mı dizeceğiz, terk mi edeceğiz.
Demek istiyorum ki, bu bir bütündür yani.
Hepimiz bir bütün olduğumuzu iyi anlarsak BİZ-BİR Olarak, BİZ bunu niye yapıyoruz?
Bakın bu gece, aşağı yukarı 68 den beri tanıdığımız buradaki konservatuarın müdürü olan arkadaşımızın konseri vardı, jübilesi daha doğrusu.
Ben gitmedim, kendisinden özür diledim.
Dedim: “Böyle bir şeyimiz var, sohbetimiz var yani ben düzeni bozmak istemiyorum. Sen bana CD getir oradan!” dedim.
Neden?
Konuşmayı çok arzu ettiğimden değil.
Şunun için, bizim burası, bunu kurmamızın sebebi benim kan bağı olan ve üzerimde onların Allah katında hesapları olan, arzu edeceğim, ben kendi oğullarıma bile gel desem anında gelirler, gelen geliyor, gelmeyen gelmiyor.
Çünkü: “Davet yok, kovma yok!” tur bu yolda.
Israrla davette yoktur, kovmada yoktur.
Peygamber Aleyhisselam’ın kapısı daima dışarıdan kapatılır, içerden kimse kapatmaz.
Çıkan kapatır demek istiyorum.
Kendi kapatır yoksa Eren Kapısı kapatılmaz.
İşte “İlahi Öğretimde, Muhammedî Edebi Eğitim” amacını taşımaktayız.
Ben 60 yaşındayım, kaç sene daha yaşarım, normal şartları söylüyorum, Allah bilir.
Ama 60 yıl daha yaşayamam şunu demek istiyorum Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz 63 yaşında geçmiştir.
Eee biz gittik diye kalacak mı burası, kalmaz!
Kalmaz da nasıl olur?
Nasıl olacak, bu bir emek işidir.
Bir İlahi İlim ve Muhammedî Edeb BİLinerek yapılır, BULunarak yapılır, OLunarak yapılır. Hayalen olmaz.
Diriden diriye aktarılır.
Yani ben, sen, o tümümüz Muhammedîler olarak Allah’a hamdüsenalar olsun, elektrik direkleri gibi her yere, Mekkeye’de Meyhaneyede elektrik taşırız.
Nurullahı taşırız, Nur-u Mim’i taşırız, ve de taşımalıyız.
Biz gidersek çocuklarımız kalmalı kıyamete kadar.
Sâlih nedir?
Sâlih: Sâlih, Nur-u Mim taşıyan sulh ehli demektir.
Onun için durmadan:
“Hayyalel selah, hayyalel selah” “İslah olmaya gelin, islah olmaya gelin!”
“Hayyalel felah hayyalel felah” “İşte şimdi felah bulursunuz, işte şimdi kurtulursunuz!”
İslah olmadan iflah olunur mu?
Teslim olmadan istikamet bulunur mu?
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem duyulmadan nasıl uyuluyormuş?
İşte lafla duyanlar, lafla uydukları için böyle oluyor bu işler.
Bütün bu arz etmeye çalıştığım şeyler zamanla anlaşılacaktır
Her zaman ve hep olduğu gibi yani.
Benim kitaplarım biliyorsunuz 16 cilt şiirim vardır, 6000 sayfanın üzerinde.
Bunların hepsi yaşayarak yazılmıştır.
Hepsinin altında saniyeleri vardır nerdeyse.
Bütün bunlar neden?
Yıllarca yasaklanmıştır manevî olarak.
Bir satırını yazmamışımdır.
Birkaç tane özel dergilerin dışında, onu da birkaç tanesini, kitap haliyle yayınlanmamıştır.
Ne zaman kitap halinde yayınlamaya kalkışmışsak: “Gerek yok, aç herkese!” denmiştir, açmışızdır.
Çünkü benim değildir, gerçekten benim değildir.
Ha bir gün, bir şeye ihtiyacı olan, onu orda bulacaktır.
Benim defterimde demiyorum, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem yolunda bulacaktır.
Bir bakraç su gibi, yarım ekmek gibi, ihtiyaç hissettiği yerde bir şey bulacaktır.
Bu hizmet Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem adına yapılmaktadır. Gerçekten öyle yapılmaktadır.
Onun için de öyle ilkel bir balon gibi şişip, böyle piyasa işi falan yapmayı Allah korusun hiç düşünmeyiz, zaten gerekte yok demek istiyorum…
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin sonu)

Ben de soruyorum;
“Kaynağınız kim kardeşim?”
“Muhammed Aleyhisselatü vesselâm”
Hepinizin alnından öperim, bu kadar, gerisi ne yani?
İşte mesele bu, BİZ’lik şuuru bu.
BİZ oluş bir isim değildir, bir gerçektir.
Elbette bunun yolu vardır.
Bir yere varamayış yolu bilemeyiştendir.
EDEBSİZLİK ADABSIZLIKTANDIR.
Vusulsüzlük usulsüzlüktendir.
Bunlar ana kurallardır.
BİLemeyişten BULamayış vardır.
BULamadığı için OLamamaktadır.
OLamadığı için YAŞAyamamaktadır.
Bunlar hep terse döndüğünüzde de vardır…
İşte bugün de bu konular işlendi, halbuki biz düşünüyorduk ki konular hep böyle sıkıcı olmasın diye.
Hani Allahu zü’l celâl zât idi, kendine mahsus vacibü’l- vücuddu, ressam gibi yani.
Sonra sıfatları vardı sonra esmâ zuhur etti.
Sonra eşya geldi, ortaya çıktı yani.
Sanki, Bulut – Buhar – Su – Buz gibi. İntegral - Türev gibi aşağıya yoğunlaştı yoğunlaştı eşyalaştı esmâlar, şeyler.
“Allahü nuru’s- semavati ve’l- ard…: Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nur 24/35)
Olay-molay Eşyadan sonra bir şey tek başına bir şey değildir iki ŞEY olup iki şeyin münasebetinden OLAY doğar.
İki olayın münasebetinden ZAMAN doğar.
İki zamanın birbirine ilişkisinden de ZANN doğar falan o bu tarafa giden bir şeydir.
Önemli değil o.
Ama EŞYAnın, ESMÂ, SIFAT ve ZÂTla geliştiğini iyi bilmemiz lazım.
İşte esmâlar, eşyaya en yakın oluşlardır.
Bütün eşya bir esmâ zuhurudur.
Şu anda da devam etmektedir.
Şe’enullah..


“Yes'eluhu men fiyssemavati vel'ardi kulle yevmin huve fiy şe'nin.: Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir.” (Rahman 55/29)

Esmâlar çoktur ama 99 tanesi bizim sitemizdeki Esmâullah Kitabını hazırlamıştım bir zamanlar acizane.
Orada Tirmizî hadisinde belirtilen 99 esmâ var bir de İbni Mace’de belirtilen 99 esmâ var bir de Kur’ân-ı Kerim’deki İbni Hacer tesbit ettiği esmâlar. Kur’ân’ı Kerim’de de 99 esmâ geçmektedir. Bunların listelerini orda görürsünüz.
Bazı tekrarlar vardır bunlarda çıkarırsanız bu üçünün tek olanları 140 esmâ kalır.
Bu 140 esmâ, çok esmâ var ama kesin olarak Kur’ân’ı Kerim’in âyetleri gibi tesbit edilendir..
Sahih hadis kitaplarındaki esmâlardır.
Bu esmâların anlamlarını bilmek, içindeki mânâlarına girmek, bulmak, öyle olmak ve onları yaşamak çok önemlidir.
Yani inşallah bir başka sohbetimizde bu esmâları anlatacağız.
Allahu zü’l celâl Bakara Suresinde:


“Ve alleme ademel esmae külleha sümme aradahüm alel melaiketi fe kale embiuni bi esmai haülai in küntüm sadikiyn : Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (bakara 2/31) buyuruyor.
“Allah Adem’e bütün esmâları öğretti”
Alleme buyuruyor bakın dikkat edin.
AKLa öğretilir bu akla.
Mesela elime öğretilemez, gözüme, kulağıma öğretilemez AKLa öğretilir.
Ana kart, AKIL.
Onun için akıl algılıyor dışarıdakine taş, kuş diyor vesaire diyor.
Aklı olmadığı için taşı, kuşu bilemiyor öbürü.
İşte işin püf noktası bu.
Bu esmâlar içinde bir tanesi vardır ki, harf-i târif yoktur başında .
Bütün esmâların başında Mesela Latif dersiniz herhangi bir Latiftir.
Ama El-Latîf dediğiniz anda Allah’dır.
Başına -El- adlı mı ismi özelleştirir çünkü onu tekleştirir.
Er Rahmân, Er Rahîm cc...
Rahîm, bu sohbete katılanlar bizim kızlarımızdır.
Annelerimiz, kızlarımız, bacılarımız, kardeşlerimizdir.
Kadının üreme organının ismidir aynı zamanda.
Er-Rahîm ise Allahu zü’l celâlin kendi ismidir.
Buradaki bir harf-i târifin neyi ne kadar değiştirdiğini anlatmak için söylüyorum.
Ve Allahu zü’l celâlin esmâ tecellisinde mesela Er Rahîm’e girdiğimizde, Er-Rahîm, Er-Rahîm, Er-Rahîm, anladım kardeşim 1000 tane çektin, 10.000 tane çektin, teyp gibi 1 milyon tane çektin,
Nedir Er-Rahîm?
Fransızca gibi, Almanca gibi, İtalyanca gibi konuşuyor.
Bunun ne mânâsı var, hiçbir şey yok.
Onun için hiç birşey olmadığı için hiç birşey olmuyor zâten.
Bu değil bizim söylediğimiz.
Er-Rahîm’i bir bardak su gibi içmelisin kardeşim.
Er-Rahîm, hücrelerinde Er-Rahîm rüzgârı estirmeli. Gözünde Er-Rahîm ışığı, kulağında ses olmalı. Vücudundaki ısı Er-Rahîm ısısı olmalı. Er-Rahîm’leşmelisin.
Böyle bir esmâ zevki vardır.
İşte bunlardan bir tanesi vardır ki Allah Cellecelâluhu tek harf-i târif sizdir.
Kendi de târifsizdir.
Ne idiği belli değildir, ettiği ile bellidir.
Yani tümünün bohçasıdır.
Tek Zâtullahtır.
İçinde çift L (lâm) taşır.
Lânet ve lütuf Uluhuyitte ustur’ânın ağzı gibidir yani.
Bir yüzü lânet, bir yüzü lütuf gibi şiddetlidir, yakıcı, yıkıcıdır.
Ya da her şeyi vericidir.
Uluhiyetin tam özelliğidir, Celâl gibidir yani.
Allahu zü’l celâlin Zât-ı İlahiyyesini niteleyen kavram, kelimeler, sıfatlar, isimler tümü Lafzullah dediğimiz Allah lafzında cem’ olmuştur.
İşte Kur’ân’ı Kerim’de dört yerde Esmâ-i Hüsna, Allah’ın en güzel olan isimleri bahsedilir:
Araf Sûresi 180. âyette, İsra Sûresi 110. âyette, Taha Sûresi 8. âyette, Haşr Sûresi 24. âyette Allahu zü’l celâl bunlardan bahseder.
Allahu zü’l celâlin zâtına mahsus olan tek isim vardır: ALLAH celle celâlihudur.
Diğer isimler nitelerler, ululaştırırlar, yüceltirler, hürmet ifade ederler, saygı ifade eden kelimelerden oluşur.
Tümüyle dua edilebilir Allah’ın emri gereği.
Ve Kur’ân’ı Kerim’de 300 civarında böyle, bu anlama gelebilecek kavramlar tespit edilmiştir.
Daha nice isimlerinin de olduğunu Resûllullah Sallallahi ve sellem İmam-ı Ahmed’in Müsnedinde bildirmiştir, bilemediğimiz daha çoklarının olduğunu da.
Lafzullah’ı Kur’ân’ı Kerim’de 2739 yerde saymıştım.
Tek tek saydım çünkü bunları. 2739 yerde Allah ismi olarak harfi târif almadan, tüm harfi târif isim ve sıfatlarının mânâlarını kedisine cem’ eden bir şekilde câmi ismi olarak gördüm.
Onun için El-hayy, El-Vedûd, El-Hakim, El-Âlim her neyse say say tümü Lafzullahın içindedir. Çünkü esmâlarda dört türlüdür.
Yani Zâtî olan esmâlar vardır,
Sıfatî olan esmâlar vardır,
Esmâî olan esmâlar vardır,
Eşyayî olan esmâlar vardır.
El diyoruz, ayak diyoruz vs. bunlar da eşyanın isimleridir dörtlü sistemde.
Esmâlarda oluş ya da olmayışlarına göre olabilir, fayda veren zarar veren gibi birbirinin zıtları da olabilir.
Fakat eşi, zıttı, benzeri vesaire olmayan bir esmâ vardır, Allah ism-i celâli tektir ve asıldır.
Bunu çok iyi anlamamız için söylüyorum.
Bu şu demektir, elektriğin adı elektriktir, başka yerlere geçti mi başka isim alır.
İşte fırını yandırıyor, buzdolabını donduruyor vs. şöyle oluyor böyle oluyor çeşitli diğer isimler doğar.
Ama tümünün kaynağı vardır, O ALLAH celle celâlihudur.
Muhammed Aleyhisselatü vesselâm’da da Muhammed’tir, dikkat etmek lazım.
Onun için Münir Derman Hocamız; “Mîm’li isimleri abdestsiz söyleme!” diyor. “Resûllullah sallallahi ve sellem de, Muhammed ismini çok kullanıp durma yani.
Neden?
Orada 3 tane M (mîm) vardır, onun saygısını becerebilecek misin?” gibi şeyler söylüyor.
Doğru buyuruyor tabii, çünkü o başka görüyor, doğru görüyor.
Ve bütün bunlar habbe olan, çekirdeğin aslı olan ALLAH celle celâlahu yada Nur-u Mîm, bize yansımasıyla Nur-u Mim temelinde tohumdur.
İşte zom uykuda uyumayanlar, uyurgezer olmayanlar, sarhoş olmayanlar, uyananlar ve ayıklar mutlaka tohumdan nasibini alır.
Öyle olanlar varsa onları uyandırmak ve ayıktırmak ta boynumuzun borcudur.
Taşa tutmak bizim Muhammedi Melâmette haramdır, yasaktır, ayıptır, günahtır, insanlığa yakışmaz, bize yakışmaz.
Kötü de olsa iyi de olsa iyiliğine çalışmamız lazımdır ve hizmetinde bulunmamız lazımdır.
Uyanmadığı için ona yuh olmasın, uyandıramadığımız için bize yuh olsun.
Çünkü başka bir yol yoktur.

Şimdi Allah Celle celâluhu ismi pek çok tarikatta zikr olarak kullandırılır.
Ne acıdır ki, kaç voltaj, hangi makinada nasıl kullanılır, nerde kullanılır, ne neticeler verir vs. düşünülmeden, biliyor ya onun çok tesirli olduğunu, vur vur vur, işte ne bileyim ben falan tarikattan dönerken cinnet geçirir, çocuklarını falan 5 kişiyi kurşuna dizdi, şöyle oldu böyle oldu.
Saçmalıklara artık akıl fikir ermez, neden?
Çünkü bu yanlış bir uygulamadır.
Esmâlarda ters bir özellikle Lafzullah çok ters bir örnek vermeye çalışacağım. Uygunluğu açısından söylemiyorum etkisi açısından söylüyorum içki gibidir.
Kediye içirseniz kediyi sarhoş eder. Her şeyi sarhoş eder.
Demek ki mârifet bunu içmek değil.
Nerede, nasıl ve hangi halde içileceğini bilmektir.
Ne diyor Siirtli Hocam bir sohbetinde?
Beraberdik, muhteşem insan. İsmini vermeyeceğim meşhur bir tarikatın ateşli bir samimi bir genci de katıldı, çünkü herkes katılabiliyordu çünkü kapısında “Buyurun” yazıyordu.
Antalya Şehrinde yaşayan sarhoşlar dahil herkes yani.
Mavi harflerle: “Buyurun” yazardı kapısında.
Sohbet herkese açık, çay herkese verilirdi.
“Efendim zikir ediyoruz diyor, biz de tarikattayız!”
“İyi oğlum çok güzel!”
Ama çocuk duramıyor, genç: “Efendim diyor, bizim mübârekler de çok zikrettiriyorlar, biz de ediyoruz!”
“İyi oğlum, edin!”
Neticede genç: “Ben günde 55 bin tane “ALLAH!” diyorum” deyince Hocam bir fırladı yerinden: “Kasnak mı çeviriyorsun be birâder!” dedi, “Biz on kere ALLAH diyemiyoruz, sizin ne dediğinizi kulağınız duymuyor. Siz hangi ALLAH’tan bahsediyorsunuz?”
55 bin tane çeviriyormuş, ne demek bu?
Senin ne dediğini kulağın duyuyor mu, keşke duysaydı.
“Allahu ekber!” derken “Allahu ekber” olurdu!
ALLAH Celle celâluhu zâten ekberdir.
Desen de öyle, demesen de öyle sen kendin için öyle deyip durdun, kendin.
“Allah yok!” dediklerinde Allah yok mu yani?
Birisi çıkıp: “Güneş yok!” dese güneş yok mu yani.
Ne alakası var? O kişi için yok!
İşte Allahu zü’l celâl El-Basîr’dir.
Görücüdür, ben de görücüyüm sen de görücüsün, kedi de görücü .
Kelime olarak kullanmak zorundayız bunu.
Kelime olarak başka ne kullanalım yani.
Allahu zü’l celâl görücüdür tabii ama El-Basîr, başka şeydir işte onu söylüyorum.
Benim kafa basarım başka kalp baîretim başka, senin başka!
Allahu zü’l celâlin görücülüğü isim olarak El-Basîr olarak gözüküyor.
Bu da Allah cellecelâluhu tamamen kendine mahsus bir esmâdır.
İnşallah bundan sonraki bir sohbetimizde isim ve isimlerini konuşuruz.
İsim ALLAH’tır celle celâluhu.
İsimler, diğer Esmâü’l- Hüsnâdır.
Bunların ne gibi işler yaptığını mesela El-Halim esmâsını çeksek, El-Halim esmâsını zikreden kul kendi imtihanı olan hayatta halim selim mi yoksa yedi başlı bir canavar mı?
Bu hepimizin vicdanlarındaki koca soru işaretleridir.
Yani bir kişi El-Halim’i doğru bir şekilde içerse, ne demek istiyorum, mesela suyu kulağından içmiyor adam, suyu kulağına dökmüyor, boğazından içiyor yani.
İşte El-Halim’i çektiğimiz zaman demek istiyorum gerçekten dininde, dünyasında ve hayatında el-halim bir hayat başlayacaktır, mutlaka başlayacaktır.
İşte tarikat sadece zikirden ibaret değildir.
Zikir Şeriatta da vardır, Tarikatta da vardır, Mârifette de vardır, Hakikatte de vardır.
İşin kolayına geçiyor insanlar.

Ben bunu şuna benzetiyorum.
Bir bardak bira içeni kurşuna dizelim, yetim hakkı yiyeni Allah lânet etmiştir, ne yapalım?
Faiz yiyen Allah ve peygamberine savaş açmıştır, din adına banka kuranlar gelin bakalım. Fetva verenler gelin bir!..
Şunu demek istiyorum, bizim dışarı ile bir işimiz yok.
Ama ALLAH celle celâlihu için el ele tutuşmuş, gönül gönüle girmiş insanlar şu basit dünyanın çabuk geçeceğinden ve ebedi hayatlarında Su’k-i Muhabbet: Muhabbet Meclisi, cennetin bir köşesi olan Sohbet Köşelerinde: “Hani biz bir zamanlar yapardık ya gelin yine sohbetimize devam edelim!” diyecekler.
Bunlar hadis-i şerif ve âyetler de var.
Böylesini tercih edenler, bu dünyada böyle yürekli bir kardeşlik isteyenler, birlik isteyenler, bizlik isteyenler Resûllullah Efendimizin yüreğinde. Allahu zü’l celâlin yüreğinde demiyorum, kendisinde zâtında birlik dileyenler, emrettiği gibi rabbına rücu edecek olanlar inşallahurahman Peygamber efendimizin sofrasında canlarının istediğini yerler, istediğini içerler, istediğini yaşarlar.
Bütün bunlar ilahi bir ilim ve Muhammedi bir edep içerisinde olur inşallah.
Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
Aslında ben her zaman söylüyorum daha katılımlı bir sohbete dönüşür inşallah. Çok isterim. Çünkü hepimiz konuşabilmeliyiz, görüşebilmeliyiz.
Hepimiz bir olabilelim ki hepimizin yürekleri hepimizin geçmişi için tövbe birliğinde buluşsun.
Kur’ân’ı Kerim’deki bir âyet, tek âyet;
“Yâ Muhammed, sen tövbe istiğfar et, Allah senin ve müminlerin tövbesini kabul edecektir, tevbe istiğfarını.” Anlamındadır:


“Fa'lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü'minine vel mü'minat vallahü ya'lemü mütekallebeküm ve mesvaküm: Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)

BİZim de tövbe BİRliğimiz olsun ki ne bileyim ben Halim Bey ne yapmış?
Ya da o ne bilsin, benim nerde neyim var?
Ama diyor ki: “Y Rabbim BİZi affet, bağışla!”
İşte bu geçmişimiz için TÖVBE BİRliğimizdir BİZim!
Geleceğimiz için DUA birliğimiz ve bizliğimiz vardır Muhammed Aleyhisselâm’da. Burada buluşuruz, yaşadığımız sürece rızalarımızı Peygamber Aleyhisselatı ve selâmmın rızalarına indeksleriz. RIZA BİRliğimizdir BİZim!
Yani tüm bu anlatmaya çalıştığım;
geçmiş için TÖVBE BİRliğimiz,
Gelecek için DUA BİRliğimiz,
Şu AN için RIZA BİRliğimizin sonucu son nefeste Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem ’in sesiyle, sözüyle, özüyle inşallah, şehâdetiyle:
“Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûllullah!”
Daima Muhammed Aleyhisselâm’ın söylediği doğrudur,
Bu SON SÖZümüz ise ŞEHÂDET BİRliğimizdir BİZim!..
Allah tektir kelimesi şerefini daha yaşarken yaşayarak inşallah o şerefle Peygamber Aleyhisselatü vesselâmın iftihar ettiği, alnından öptüğü: “İşte benim oğullarım bunlar, kızlarım bunlar!” dediği,
Livâü’l- Hamd Sancağı buyrulan Ahmediyyet Sancağı altında Allahu zü’l celâl hepimiz haşr ü neşr etsin!
Hepimiz Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yüreğinde cennetlerine soksun inşâallah!..
Bu muhabbet meselesidir, Muhammed Aleyhisselatü vesselâm saf muhabbettir, saf merhamettir.
Kendisidir zâten, aslı o dur, esası o dur.
Yaradılışı o dur. Rahmetenlilâlemin dir,
Allah’ın rahmet kaynağıdır.


“Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin: (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Er-Rahîm ve Er-Rahman Allahu zü’l celâlden tecelli eder.
Onun için demin dediğim Nebiyyi ümmî, anamızdır yani aynı zamanda.
Doğur’ân o dur. İşte bu özellik ve güzellikleri inşallah hepimiz aynen yaşayacağız.
Zâten yazılarda izliyoruz farkındaysanız, hepimiz birbirimizin benzerleri güzelliklere ve özelliklere sahip getiriyoruz, götürüyoruz.
Zâten kimse için başka şey düşünülemez.
Bu Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin malıdır, hepimizin malıdır yani.
Kimse bana şunu söyleyemez: “Kul ihvanî şu kadar şiir yazmıştır!.”
Şiiri kim yazmıştır?
Kim okuyor da anlıyorsa o yazmıştır ve onun için yazılmıştır demek istiyorum hizmette…
Ben sadece bir çeşmeden akan bir su gibi o çeşmeden akmıştır yani.
Çeşmeden akan muslukla ne ilgisi var suyun.
Akıttığı için teşekkür ederiz.
Başka ne yapmış yani. Başkası yok, başkası sudandır, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizdendir yani.
Kötüleri bize aittir, eksikler bize aittir, yanlışlar bize aittir.
Doğru, iyi, güzel olan daima Rahmetellilalemin sallallahu aleyhi vesellem’den gelmiştir.
Bundan sonra da öyle gelecektir.
“Evet Muhammed’den muhabbet oldu hasıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl?”
Ne hasıl olacak?
Muhabbetsizlikten, merhametsizlikten hasıl olan İblis olmuştur zâten Allah korusun! Şeytanlık olmuştur, iki şeylikte kalmıştır.
Şöyle oldu, böyle oldu sonra ne oldu , işte ne olacak?
Kötü oldu, Allah korusun!
Bu nedenle BİZ BİR-İZ ve daima Muhammedî Şuur içinde Hasbî Hizmetteyiz inşâllah!..


Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyike ve Resûlike ve Nebîyyi’l- ümmiyyi ve alâ alihi ve’s- sahbihi ve ehli beytihi!
Âmin!..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(6 Nisan 2008 Tarihli Sohbet)

Nakşî Tarikatı kollarının kemâl kavşağı olan, Şam'da Salihiye Tepesinde medfûn bulunan ve maddî ve mânevî tahsilini Bağdad'da yaptığı için Bağdadî diye anılan Muhammedî Mürşid Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretlerinin bir salâvâtı vardır:

“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedîn ve alâ âli seyyidinâ Muhammedîn bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîra.”
(Ücüncüsünde kesîran ile okunur)
“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedîn ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedîn bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîran kesîra.”

MÂNÂSI: ALLAH'ım! Efendimiz MUHAMMED (salallahu aleyhi ve sellem)'e ve Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)'in ailesine; dert çekenlerin (devâ dileyen çağırıcıların) ve devâ (çâre) lerinin tümü adedince salât-ü-selâm et. O'na ve onlara çok çok (çokça) bereket ver ve selâmlar et!.

Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretlerinin istigasesi
(ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e sığınması):


Bismillâhirrahmânirrahîm

“Yâ Hayyu Yâ Kayyûm Yâ Ze'l-celâlî ve'l-ikrâm Yâ ALLAHu bike tâhassentü ve bi abdike ve Resûlîke Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn Sallallahu Tealâ aleyhi ve sellime istecertü Allahümme innî eselûke Yâ RAHMÂNu Yâ RAHÎMu bi esmâike'l-izâmi ve melâiketike'l-kirâmi ve Resûlîke aleyhim eftalü's-salavâti ve etemmü's-selâmi Ente'l-mahnî bilemhati ehl-i Bedrin velâ mâhatihim ve tenfahni bi nefâhatihim bi hakkihim aleyke Y RABB!”

MÂNÂSI: Yâ Hayyu Yâ Kayyum! Yâ Ze'l-celâlî ve'l-ikrâm! Yâ ALLAH! Sana sığındım (siper edindim) ve Senin kulun ve Resûlün Seyidimiz ve Efendimiz Muhammed Sallallahu Tealâ Aleyhi Vesselleme (teslim ve tâbi' olup) boyun eğdim! ALLAH'ım! Yâ Rahmân yâ Rahîm Senden Azîm isimlerin, keremli meleklerin ve Salâvâtların en fazîletlisi ve selâmların en tamı kendisine olan Resûlün ile (yüzü suyu hürmetine) istiyorum! (ki) Beni imtihan eden (deneyici-sınayıcı) Sensin, Bedir Ehlini bir lemhada (göz açıp kapayıncaya kadarlık sürede) bir üfürüşle (merhametle hayat verişle) mahvolmaktan (silinip yok olup gitmekten) kurtardığın gibi; onların Senin üzerindeki (hatırı) hakları hakkı için, onlara olan rahmet üfürüşünle (imdat edişinle) bana da üfür ve hayat ver (meded kıl) Yâ RABBi!

Yâ Rabbülâlemin!
O Bedir gününde göz açıp kapayıncaya kadar bütün umutları kesilmiş, her şeyin mahvolduğu bir an gibi gelen zamanda, göz açıp kapayıncaya kadar yaptığın bir anlık uyanışı, dirilişi ve zaferi bize de nasip et diyen Bağdadî Hazretlerinin meşhur yalvarışıdır bu.
İstigasesidir.
Veba hastalığından kendisi ve torunları dahil ölmüştür, şehid olmuş bir zâttır.
Pek çok tarikat kendisini oraya bağlar, doğru ya da değil bilemiyorum ama, kendisi çok yüce birisidir.
Abdulkadir Geylanî Efendimizin torunları Şeyü’l-Hazin Hazretleri, Şeyh Hüsameddin Hazretleri gibi 1900 ların en büyük veliyullahlarıyla birlikte olmuş, birbirinden ders alıp, ders vermiş çok yüce bir zâttır.
Büyük bir veliyullahtır.
Kendisinin sitemizde salavatı ve yalvarışı vardır.


Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedîn ve alâ âli seyyidinâ Muhammedîn bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîra

Salavatı onundur Doğu-Güney Anadoluda ve Hacı Bayram Camii gibi camilerimizde sabah namazından sonra okunmaktadır.
Allahıım, şimdi seni ne kadar nida eden varsa , derdine devâ dileyen varsa, ben de onların sayısınca sana yalvarıyorum yakarıyorum, candan yürekten bağlantı istiyorum.
Hakkı ve hayrı yaşamam için, kendi kulluğumu ispat etmek için, elimden gelen Muhammedî gayreti, Muhammedî Merhameti, Muhabbeti, Hasbi Hizmeti sunmak için Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz adına, hesabına ve şerefine, sadece ve sadece senin rızan için yaşayan bir insan olarak, yaşayan bir kulun olarak azmediyorum, demektir.


Euzubillahiminaşeytanirracim min hemezetihi ve nefhahi ve nefsihi !
Bismillahirrahmânirrahim
Şeytanın iç dürtüşlerinden, dış sokuşturmalarından bizzât kendisinden Allaha sığnırım!
Ramânve Rahîm olan Allahın adıyla..
Açık seçik düşman olan ikiliğin, tevhidsizliğin, şehâdete eremeyişin, kendi benlik batağında yok oluşun, hakkı ve hayrı göremeyişin, çılgınca ve hayvandan da aşağı bir hayatı sürüşün şerrinden, şirkinden ve ikiliğinden sana sığınırım ya Rabbi!


وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ

"Ve kur rabbi euzü bike min hemezatiş şeyatiyn: Ve de ki: «Ey Rabbim, şeytanların dürtüştürmelerinden (kışkırtmalarından) sana sığınırım!”
(Mi’minûn 23/97)


وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ

“Ve euzü bike rabbi ey yahdurun: Ve sana sığınırım rabbım! huzuruma gelmelerinden”
(Mi’minûn 23/98)

O denli sığınırım ki huzurumda şeytanın civarımda yani benim etrafımda olmasından da sana sığınırım.

“Euzubillahimineşeytanirracim”

Nasıl ki, Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem merhametin ta kendisiyse, merhametsizliğin ta kendisi olan, recm edilen şeytandan san sığınırım!
Recm şu demektir, hiçbir zaman hakkı ve hayrı görmeyen, hasret kalan demektir.
Muhammedsizliğin, hakikatsizliğin ve merhametsizliğin taa kendisi olan recm edilen yani Hakk rızası bulamayan, daima yalnız kalan, aykırı kalış.
Kulluk imtihanının iki kefesinin karşı tarafına konulan iki şeylik, birlik ve bizliğe hasret kalan bu hallerden sana sığınırım ki bu her insan içindir.
Öyle buyuruyor Ayşe validemiz;
“Ben bir gün Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’le münakaşa ettim
O denli aşırı gittim ki Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem çıktı dışarıya.
Ve bahçeye, dışarıya oturdu, sırtını döndü.
Ben içerde evden çıkıp çok hızlı bir şekilde yürüyordum.
Öyle yürüyordum ki yerler zangırdıyordu.
Yani zelzele dilini kullanıyor. Zelzele olmuş gibi yer sarsılıyordu.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem hiç bana dönmeden
“Ya Ayşe, şeytanını da beraber mi getiriyorsun?” buyurdu.
O zaman o çok zeki olan annemiz, İslam fıkhının üçte birinin kurulmasına sebep olan, özellikle kadınla ilgili ve iç hayatla ilgili pek çok hadisin râvisi olan, âyetin açıklayıcısı olan annemiz:
“Kavgayı bıraktım ve dedim ki: “Ya Resûllulah herkesin bir şeytanı mı vardır?
Cevap verdi: “evet, herkesin bir şeytanı vardır”
O zaman kendisine: “Senin de bir şeytanın var mı Ya Resûllullah” dedim.
Bunun üzerin gülümsedi: “Evet ya Ayşe, benim de bir şeytanım var idi, ben onu Müslüman ettim!” buyurdu.
Bu hadis bütün hadis kitaplarımızda mevcuttur.
Meâlen arz ettim.
Ne anlıyoruz?
İkilik her insan için vardır, şeytan.
Çünkü bununla imtihan olmaktadır insanlar ve böyle yaratılmışlardır.
Açlık, tokluk, şehvet ve diğer özellikler kendi beden, nefis, kalb ve ruhuna program olarak yüklenmiştir.
Bunun dışında melekler ya da altındaki hayvanlar, bitkiler ve cansız maddeler imtihan için gelmemiştir.
İmtihan ancak AKIL verilen, beden verilen, nefsi, kalb ve ruhu normal çalışan insan içindir.
Bu nedenle tercih etmek, aklını, vicdanını kullanarak bir tercih yapmak durumunda kalmıştır insanoğlu, kalmaktadır, kalacaktır son nefese kadar.
İşte bu kulluk imtihanı dediğimiz, acaba biz ne yapıyoruz bu âlemde?
Niye geldik?
Hiçbir şey maksadsız ve gayesiz yapılmazken, iplik takılan bir iğne kırılınca çöpe atılırken, kırılan bir bardağı çöpe atarken, kopan bir parmağı çöp kutusuna atarken bütün bu olanlar içerisinde bizim var edilişimiz, muhteşem ve muazzam var edilişimiz neden olmuş?
Bunu düşünmek zorundayız, düşünmediğimiz takdirde akla ihanet etmiş oluruz.
Çok yazık olur.
Yani bir kişi çıldırıp evini yaksa, komşuları ona derler ki: “Yazık oldu!”
Çünkü onların aklı yerindedir.
Çıldıranın değildir fakat onların aklı yerindedir.
Fakat onlar gerçekten candan yürekten üzülürler çünkü akılları bunu emreder.
Öteki çok sarhoştur, dağıtabilir.
Aklını kaybetmiştir daha başka şeyler de yapabilir.
Cinnet getirmiştir fakat akıllı olan komşular candan yürekten yanarlar.
Buna sebep AKILlarıdır.
Çünkü aklı selimdir onların, normal düşünürler.
İşte insan bu hayatta bir tercih yapmak zorunda kalıyor.
Bütün hayatı yaşıyor, uzun bir zaman yaşıyor, birçok şeyi biliyor, görüyor, şahidi oluyor.
Neticede son söze hazırlanıyor. En son söze.
O öyle bir söz ki, artık o sözden sonra her zaman kullandığı ellerini kullanamıyor, ayaklarını kullanamıyor, eşyalarını kullanamıyor, dünyayı kullanamıyor artık çekip gidiyor.
İşte bu sevdiklerinin yüzüne bakmaya kıyamadığı, çok muhabbetleri olduğu, onsuz olmayı düşünemedikleri, bu denli sevdikleri bir insanın içerisindeki Nurullah ; Nur-u Mim, El-Hayy, dirilik, tevhid uzantısı çekildiği anda, cereyan kesildiği anda; bir saat sonra kokan, bir gün sonra yanına yaklaşılamayan, bir hafta sonra ise paramparça olmuş bir leş-beden vardır yani, nefs vardır.
İşte bu Lâ ilahe’dir yani.
“İllallah”ı gitmiştir çünkü.
İşte bu hayat hepimiz için bir tuzaktır.
Tuzaktan kastım, haber verilen, kuralları belirtilen bir oyundur.
Bir tiyatro oyunu gibi kaderlerimiz çeşitli yerlerde çeşitli zamanlarda ve çeşitli hallerde, çeşitli rollerde geçer.
Her şey senaryoyu yazan tarafından yazılmıştır.
Alın yazılarımızı akıllarımızla okur, avuçlarımıza parmak izlerimizle yazarız. Kader Kitaplarımızı okur da Hayat Defterlerimize yazarız.
Hayatımız bittiğinde, roller bitip tiyatro sahnesi kapandığında herkes iki omzunda taşıdığı hayır ve şer videoları ile tespit edilmiş ömrünü çok seri, hızlı bir hesapla, zaman bile denilemeyecek sürede A’dan Z’ye , en ufak zerrelere varıncaya kadar.


Bismillahirrahmanirrahim


فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ

"Ve mey ya'mel miskale zerratin hayray yerah: Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.”
(Zilzâl 99/7)


وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

"Ve mey ya'mel miskale zerratin şerray yerah: Kim de zerre miktarı şerr işlemişse onu görür.” (Zilzâl 99/8)

“Kim o ki, zerre kadar, tütün tohumu kadar, ışıktaki güneşten bir karaltı kadar hayrettiyse onu görecektir”
“Kim de şer işlemişse iğne ucu kadar dahi olsa onu mutlaka görecektir.”
Bu sistem kesin ve doğrudur.
Bundan kaçış yoktur.
İşte Allahu zü’l celâlin Halifesi , bütün sistemin Anası, Rahmetellilâlemin, aslı nur olan, nur-u mim olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellembu yüzden kendisinin canını, kanını, her şeyini kıyamete kadar taşıyacak Ehl-i Beytin anası, tevhid tahtası, hepimizin başımızın tacı anamız Fatmatü’z- Zehra Annemiz’e sağ elinin iki parmağını, işaret parmağı ile yanındaki parmağı göstererek: “Fatma Fatma eğer iki rekat sabah namazını kılmadıysan vallahi baban Muhammed’e güvenme!” diyecek kadar çook kesin mutlaka olacak bir şeyi haber vermiştir.
Bu söz Muhammed Aleyhisselatı Vesselamın birliğinde hâşâ ayrılık olamaz. Kim ki bu denize girmişse, o denizdendir!..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Zor bir çalışmayı bizlerle paylaştığınız için gönül dolusu muhabbetlerimi sunarım. Allah c.c razı olsun inşallah

Dualarımızdasınız kardeşim bu zor görevde hizmet eden kardeşlerimize Rabbımız kolaylıklar versin.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(6 Nisan 2008 Tarihli Sohbetin Devamı)

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın birliğinde hâşâ ayrılık olamaz.
Kim ki bu denize girmişse, o denizdendir.
O denize katılan her hanım, Fatmatü’z- Zehra’dır.
Her erkek Hz.Hasan, Hz.Hüseyin Aleyhissalâtü Vesselâm Efendilerimizdir.
Aksini düşünmek bir yere varamayıştır, onu bilemeyiştir, bulamayıştır, öyle olamayıştır ve ne acı ki öyle olamayıştır.
Her şeyin öbür tarafta olmasını arzu ediştir.
Bu tarafta hiç bir şey yok sanıştır!.
Bir isim koyup, “Yalan Dünya” diye yaşanan bir hayatı, hayalî bir Rabb, hayalî bir din , hayalî bir uygulama içerisinde herc ü merç ediştir.
Harcayıp, şeytan ve şeytanlaşmışlara uşaklık ederek, şakşakçılık ederek, onların oyunlarına yoldaşlık ederek harcar, sonra da geberir gider!
İşte bu korkunç bir acıdır. Bu hüsrandır.
Ne demek hüsran?
Kâr etsin diye çocuğunuza sermaye verirsiniz, ya da kendinize sermaye ile iş açarsınız.
Kar beklersiniz ama ne kârı, anayı da yerse hüsran olur!
Allah bizi korusun!.

Onun için Allahu zü’l- celâl, Kur’ân-ı Kerim’in son bölümleri hep Hakikat-i Muhammedîye’dir.
İlk başları şeriatı Muhammedîye’dir.
Sonra Tarikat-ı Muhammedîye gelir. Tâ-Hâ, Meryem ve civarlarında.
Sonra Marifet-i Muhammedîye gelir, Hâ-Mim’lerde vesairede.
Sonra Hakikat-ı Muhammedîye gelir.
Böyledir demyorum içindekilerin son kısımlarda çok düşünülmesi gerekir.
Bir İhlas Sûresinde Kur’ân-ı Kerim’in üçte bir hakikatı anlatılır.
Bunlar hep hakikattir.

Ne gerekir ki, gönüllerimiz Kur’ân-ı Kerim okusun, Kur’anı Kerim de bizi okusun da her sûresini şehirler gibi, diyarlar gibi gezelim.
Her beldesine uğrayâlim, her âyetini bir sokak gibi gezelim ve her harfinde bir ayrı âlemler seyredebilelim.
Bütün bunlar ulaşım meselesidir.
Adres biliş meselesidir.
Yolu buluş meselesidir.
Buna lâyık oluş meselesidir.
Ve hayatı yaşayış meselesidir.
Çünkü yaşanmayan yalandır.
Yaşanmayan aşk bir yalandır, bir oyundur, şeytan tuzağıdır.
Şunu demek istiyorum, ölçü içerisinde, şer’i ölçüler içerisinde, Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem’in izlediği İZ üzerinde HAKKı inanarak, bilmek, bulmak, olmak ve yaşamak, HAYRı bizzât tatbik etmek, işte bütün bu anlatmaya çalıştığım şeyler bizi İKİlik Şeytanlığından, Vahdet Muhammedîliği’ne getirir. TEVHİD Ehli eder.

“Euzubillahîmineşeytanirracim Bismillâhirrahmânirrahîm!” diyen bir kişi de bunu bilerek, bularak, gerçekten öyle olarak ve yaşayarak söylüyorsa onlar için korku ve hüzün yoktur.
Onlar açık seçik sözüne güvenilir İlk Söz Ehlidirler.
Yani sözleri özlerindedir elest bezmindeki SÖZlerini şimdi isbat etmekteler!

Elbette bu hayatta herkes yemek tabakları gibidir.
Buna mecburdur, onun için
Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellembuyuruyor: “Benim de gönlümü sizler gibi bir bulut kaplar, ben de günde 70 kere tövbe istiğfar ederim”
Kim?
Abdullah Aleyhisselâm olarak, beşer yönüyle buyurmakta.
Resûllullullah sallallahu aleyhi vesellem olarak değil bu.
Beşerî insan olarak, bizim gibi insan olarak, seven sevilen, üzülürken canı sıkılabilen aynen bizim gibi, mutfağa gidebilen, tuvalete gidebilen, her şeyi olabilen bir insan olarak demekte ki bize tatbikatı göstermiştir.
Yaşamayı öğretmiştir bütün hayatıyla.
İşte bu özellikler ve güzellikler bizim için Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ayak izleridir.
Biz bu mayınlı tarlanın herkesin her tür yöne at koşturduğu, 360 derecelik dairede 359 tane kıbleye döndüğü yerde, sanki Muhammedî bir mıknatıs varmışcasına illâ ve illâ kalbimizi Kabe’ye kitleyen bir dosdoğru şehâdet şehri, Şuunullah Şehâdetiyle İmam-ı Mutlak Muhammed Aleyhisselat-ı vesellam’ın arkasında durduğumuz namazda hep beraber “Allah’u Ekber!” diyebilmek şehâdet şerefini, şifasını,
Allahu zü’l- celâlin bize merhameti, inâyeti ve hidâyeti ile yaşayabilmek bütün meselenin aslı astarı budur.

İşte bu son sözdeki, son varoluştaki oyun sahnesinden çıkarken, sahne kapanırken en son söz olarak
“Eşhedü :
Ben 60 sene yada 70 sene yaşadım, bu şehri baştan başa gezdim, bütün eserleri izledim, gerçek ustayı gördüm.
Tüm resimleri izledim bir resim olarak, Ressamı olması gerektiğini gördüm, saygı duydum. Ve onun Uluhiyetine ve “Allah” lığına gerçekten şehâdet ediyorum!
Yaratılmış hiçbir şeyden yaratan olmayacağını anladım!
Ve bu hususta Allahu zü’l- celâlin emri gereği, Allah ve Resûlune teslim olunuz emri gereğince teslim oldum, hamdolsun Müslümanım!
Allah ve Resûlune iman edinizi duydum ve uydum, Hamdolsun mü’minim!
Allah ve Resûlune tâbi olunuz emrini duydum ve uydum . Şeytan Dostluğundan vazgeçip de Allah’ın Dostu oldum. Yani Veliyullah oldum!
Allah ve Resûlune itaat ediniz emrini duydum ve uydum, Ehlullah oldum!
Ben de Allah’ın ailesinden oldum!
Hizbüş’- Şeytandan ayrıldım, Hizbullah’a katıldım!
Yüceliğin en yüceliğine emredilen noktaya geldim.
Çok yüksek bir insan olmadım, normal bir insan oldum.
Alçaklıktan kurtuldum!
Muhammedî Sırat-ı Müstakîm Seviyesinde sıfırladım AKLımı ve vicdanımı!
Yani ben Resûllullah Sallallahi vesellem’e “Allahu Ekber!” dedikten sonra hiçbir şey yapmayıp sadece böyle kalmaya sabrettim!
Hakta ve Hayırda olmaya sabrettim!..
Sadece ve sadece dârüs’- Selâm Selâmeti diledim!
Dünyamda, Dinimde Âhiretimde!..

İşte bütün bu güzellikler ve özellikler burada ispat edilirse doğrudur.
İnşallah kardeşlerimizin gönülleri huzur içindedir.
İşleri, eşleri, aşları ve başları Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem Emniyeti içindedir inşallah. Eminliği içerisindedir.
Bu kaypak, her yer yağlı, delinin de velinin de kayabileceği kadar yağlı bir ortamda biz ancak ve ancak, sadece ve sadece Kur’ân-ı Kerim’in mutlak olarak emrettiği ve Allahu zü’l- celâlin Muradı olan;
Muhammed Aleyhissâlatü Vesselâm’ın bir harfinden dahi vazgeçmeksizin, O’nun ebedî yüreğinde OLuş ve KALış azmimiz ve arzumuzu inşallah,
Muhammedî bir Gayretle kendi Canlarımızla,
Muhammedî bir Muhabbetle Yakın kardeşlerimizle,
Muhammedî bir Merhametle İnsanlıkta ve
Muhammedî bir Hakikatle, Muhammed Aleyhisselatı vessellam’ın kendisinde BİZ olmayı ve BİR olmayı,
Rabbımız celle celâlihudan tercih olarak diliyoruz!
Yani biz böyle dua ediyoruz.
Bunu talep ediyoruz emredildiği gibi.
Kendimizden bir şey düzmüyoruz, yakıştırmıyoruz, takıştırmıyoruz.
Bir şeyler sokuşturmuyoruz, doğrudan doğruya Kur’ânı Kerim’in ve Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin emrettiği şekilde bir kulluk yapmayı arzu ediyoruz.

İşte bunun için BİZ, birbirimizin ne altındayız ne üstündeyiz, ne önün de ne de arkasındayız.
Tıpkı namaz kılar gibi, sıkı sıkı omuz omuzayız saf safayız, yan yanayız.
Önde oluş, arkada oluş hiç önemi yoktur, kader gereğidir.
Gariban İngiltere’dedir, öbürü Almanya’dadır, birisi Amerika’dadır, birisi Türkiye’dedir, kaderleri neredeyse.
Fakat duyduğumuz ve uyduğumuz Muhammed Aleyhissâlatü Vesselâm İLK NOKTAdır, Nur-u Mim dir. Allah’ın Nurudur.

İşte bu, gerisi senaryoyu yazanın işi.
Nerede, ne zaman, nasıl duyacak ve uyacak hep herkesin kendi yazısında vardır.
Soru: Duyuyor, uyuyor mu?

“semi'na ve eta'na” (Bakara2/285) derler ki:
“Şimdi duyduk daha!
60 yıldır ezan okunuyordu ama duymamışım şimdi yeni duyuyorum daha!
Yüreğimde ilk defa Muhammed Aleyhissâlatü Vesselâm Kur’ân okuyor, Ezan okuyor!
İşte bu “semi'na ve eta'na” şimdi itaat ederim artık!
Yani cehenneme koysan dahi Muhammedî olarak itiat ederim.
Cennete de konsam itaat ederim, çünkü bunun yolunu yordamını anladım!” derler..

Bu bir varsayım değildir.
Ancak içinde bulunduğumuz toplumda, yüzyıllardır yıprana yıprana şahsîleşmiş, kişileşmiş, şirketleşmiş, aile malı haline gelmiş, yedi göbek bir saltanak haline dönüşmüş edebsiz, ilahî ilimsiz Muhammedî edepsiz, âlim olsun zâlim olsun yeter ki görüntüsü iyi olsun!
Bir şeyler söylesin, bir şeyler yapsın.
Tıpkı bir balon gibi şiştikçe şişen, ama sonunda mutlaka patlayan ya da çatlayan, hüsrana göçen, pek çok masum insanın da manevî katili olan bir tarikat veya cemaat oluşmuş bir sistemden de Allah’a sığınırız!

Hep söyleyip duruyoruz, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah aleyhisselâm olarak Arabistan’da zuhur etmiştir, kaderini yaşamıştır. Kur’ânı Kerim’i Resûllullah Sallallahi vessellem getirmiş Abdullah Aleyhissâlatü Vesselâm olarak ve yaşayarak uygulamıştır.
İşte biz Resûllullah Sallallahi vessellem’i duyarız, Abdullah Aleyhisselâm’a uyarız.
Ne yap derse yaparız?
Bunun dışında bir kimlik, kişilik, ad, san, herhangi bir vasıf taşımayız!
Bu vasıfları taşırız dersek biliriz ki bu Resûllullah Sallallahi vessellem’e ihanet olur hâşâ!
Konuşursak onun adına konuşmalıyız, onun hesabına hayır işlemeliyiz.
Kötülüklerimiz zâten elimizin yüzümüzün karasıdır.
İşte bu BİZ’lik Muhammed Aleyhissalatı Vesselâmın gönül denizinde Hakk ve Hayr Damlası oluşlar, bütün bunlar buradayken, yaşarken olması gereken hususlardır.

Bize yanlış öğretilmiştir.
Rabbımız celle celâlihu elbette El Kerîmdir.
Rabbımız celle celâlihu El Kerîm olduğu için zâten; Resûllullah Sallallahi vessellem Fatıma Validemize en ağır yemini ediyor!

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), sabah namazına kalkamadılar sanıpta Alî (keremullahi veche) ile Fatımatü’z-Zehra validemiz’in başucuna oturup ve iki parmağı ile işaret ederek:

“Ey Fatıma! İki rekat sabah namazını kılmadın ise vallahi baban Muhammed (sav)’e güvenme.!” buyuruyor...

Ve yine:
Ebu Hureyre (radiyallahu anhu): “(Önce) en yakın akrabanı uyar!”(Şuarâ 26/214) âyeti celîlesi inince Resûlullah (sav) Kureyş’i dâvet etti ve (konuşmasının bir yerinde):
“Yâ Fatmâ! Nefsini ateşten kurtar! Ben sizin için ALLAH yanında hiçbir şeye sahib değilim!” buyurmuştur.

(Müslim, Îmân 348)

“Allah üzerine yemin ederim ki baban Muhammede güvenme” buyuruyor.
“Neden? “
Allahu zü’l- celâl El Kerîmdir, El Adildir çünkü sözünü yerine getirir.
Emin olamayız, kimse emin olamaz!
Bu düzmece işlerde; hiç Allah’tan korkmadan Resûllullah Sallallahi vessellem’den utanmadan ve insanlara acımadan:
“Bize uyanlarkurtuldu! Ya da benim şeyhim gelir Münkir Nekir Meleğine karşı çıkar, şöyle der böyle der, tutuverir, kaldırıverir!” diyenler

“Beni size Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki yarın mahşerde bana ne yapılacak bilmiyorum umarım ki merhametine garkeder!” buyuran Muhammed Aleyhisselatı vessellam’ı duyamamışlardır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Ümmü A’lâ (radiyallahu anhu)’nun, Osman İbni Maz’un’un ölümünden sonra onu tezkiye için söylediği:
“ALLAH (bu imânlı, tâatli kuluna ikrâm etmez de) ya kime ikrâm eder?” demesi üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “ALLAH’a yemin ederim ki Ben ALLAH’ın bir peygamberi iken, Bana (ve size yarın) ALLAH tarafından ne muamele yapılacağını bilemem!” buyurdu.

(Buhârî, Cenâiz 3, Tâbir 13)

Ve gerçek bu iken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i dinlemezler ise, istedikleri gibi konuşsunlar...
Ve istediklerini de yapsınlar!...

Onlar başka şey peşinde koşmuşlardır bilerek bilmeyerek.
Çünkü onlar Muhammedî Melâmeti bilmezler.
Onların bildiği nefislerine uymuş akıllarının uydurduğu bir uydurmaca inanç sistemidir.
Tenkit için söylemiyorum tehlike için söylüyorum.
Hiç umurumuzda değil, isteyen istediğini yapsın, zâten de yapıyor.
Ancak Hakkı BİLip, BULup, Hak ehli OLup, hayrı YAŞAmak isteyenlere Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem adına hesabına söylemek zorundayız.
Bizim işimiz bu çünkü, tercihimizi böyle kullanıyoruz.
Ben bir kervan kıtmiri olarak böyle düşünüyorum!
Şu anda iki tane sınıf arkadaşım bakan. Siyaset benim için de var idi.
Şunu söylemek istiyorum; ben Resûllullah Sallallahi Vessellem’i tercih ettim.
Üstün olduğumdan değil, iyi olduğumdan da değil, inancım böyle.
Bu devirde Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem inancına, şerefine, tarikatına, hakikatine ve marifetine geçen köprü olalım, yol olalım.
Bütün insanlar üzerimize basarak geçsinler yeter ki Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize ulaşsınlar.

Bu Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’e bir vefâ borcumuzdur.


Allahümme salli ve sellim ve bârik allâ seyyidinâ Muhammedîn Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi'l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi...
Salâten tekuni lirızaen ve lihakkıhi edâen!


“Ben tüm bu SALL ları senin rızan için yapıyorum Yâ RABBî celle celâlihu!.
Ve Muhammed Aleyhissâlatü Vesselâmın hakkını edâ etmek için yapıyorum Yâ RABBî celle celâlihu!.”
Demektir son söylediğimiz. Bir haktır, hukuktur!
Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem’in üzerimizdeki hakkıdır, hukukudur.
Kâinâtın VAR-OLuş sebebidir çünkü.
Tümünün, tüm sistemin kuruluş sebebidir.


“Ya Resûllullah, Allaha var iken hiç bir şey yok iken neyi halk etti ?” diyen Muaz Radiyallahuanhu’ya:
“Nur-u Nebîyyike Yâ Muaz!..”
“Nebinin nurunu yaratmıştır Yâ Muaz!” buyurmuştur.


Câbir B. Abdillah (radiyallahu anhu)’dan: “Yâ Resûlullah! Anam, babam Sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yaratığı şeyi bana söyler misin?”dedim. Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Yâ Câbir! Eşyâdan önce kendi nurundan (Nurullah) senin peygamberiyin nurunu yarattı ve şöyle buyurdu: “O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zamanda o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip 4 parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip 4 parçaya ayırdı. Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nurunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nurunu yarattı ki o da Kelime-i Tevhiddir.......” buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175;İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi kudsîde: “ALLAH: “Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.”buyurdu” buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-265/827)


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
" Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin: (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Rahmetellil Âlemin’ âyeti budur.

Bir şey var olamaz o noktadan doğmadan!
Firavun dahi o noktadan doğmuştur.
Firavunluğu çok sonradandır, 18 yaşından sonra başlamıştır.
Bebekken aynen Musa Aleyhisselâm gibi annesinin rahmân ve rahîm memelerini emmiştir.
Annesinin rahîminde büyümüştür.
Er Rahîm esmasının olduğu yerde!
Şeytanların Şehvet Çukurunda değil!
Rahmân ve Rahîm olan Allahu zü’l- celâl’in, Er Rahîm esmasını verdiği ana karnında büyümüştür.
Firavunluğu çok sonradır ve: “Ben sizin yüce Rabbınızım!” dediği için firavundur!


فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
"Fekale ene rabbukumul'a'la.: Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.” (Nâziât 79/24)

Yanlış tercih kullandığı için firavundur.
Emre uymadığı için firavundur.
Firavun yaratıldığı için firavun değildir!
Kimse firavun yaratılmamıştır
Allahu zü’l- celâl kendi yaratır kendi suçlamaz.
Herkese akıl, vicdan cüz’i irade ve her şeyi verilmiştir.
Aklı kadar imtihan olur.
Bir gözü olan bir gözden imtihan olur. Gözleri olmayan gözden imtihan olur mu?
Neden olsun? Nasıl olsun? Adalet mi bu?..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
karani
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 51
Kayıt: 11 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen karani »

Allahıma Çok şükür ta ezelden ebede kadar hamdü sena eylsem yine az efendim sizin gözleriniz bizlerin gözleri sizin hisleriniz bizlerin hisleri sizin duygularınız bizlerin duygularıdır.
Rabbım İlminizi artırın ötelerdende buluşturmayı nasip eyler inşallah.
bu acz kıtmırı talebeliğinize ihvanlarınızın arasına alırmısınız.

Biz Biriz selam ve duayla Cumanız mubarek olsun.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/animation15mt1xr8.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


Kulihvani Hocam söylemiş....
Muhammedî bir Gayretle kendi Canlarımızla,
Muhammedî bir Muhabbetle Yakın kardeşlerimizle,
Muhammedî bir Merhametle İnsanlıkta ve
Muhammedî bir Hakikatle, Muhammed Aleyhisselatı vessellam’ın kendisinde BİZ olmayı ve BİR olmayı,
Rabbımız celle celâlihudan tercih olarak diliyoruz!
Yani biz böyle dua ediyoruz.


Aminnnn...hocam Allah Razı olsun...bize sohbetleri ulaştıran tüm kardeşlerimizin hizmetleri kabul olsun inşallah...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

çok değerli ve çalışkan fedaimize ve
mihracan kardeşlerimize teşekkürler ederim.

değerli karani canımız,

BİZler bir avuç gönül dostlarıyız ki;

Muhammedî Şuurunu - Tahkik İmanını BİLmekte,
Muhammedî Nuurunu - Salih Amelini BULmakta,
Muhammedî Sürurunu - Güzel Ahlâkıyla Olmakta,
Muhammedî Onurunu - Hakk-Hayr Hâllerini YAŞAmakta

Biribirlerimizin sadece hizmetçileriyiz,
hepimiz öğrenciyiz hepimiz öğretmeniz..
BİZ BİRiz...
İmam-ı Mutlak Resûlullah sav İZindeyiz İnşaallah..
Sizleri de bu Gönül Kervanımızda bulmak hasbi hizmette görmek ne mutlululk şükür..
Elhemdülillah...



SOHBETİMİZ….

BİZ'im GÜL SÖZ'ümüz SOHBET-i GÜL
BİZ'im GÜL SOHBET'imiz ZEVK-i GÜL
BİZ'im GÜL ZEVK'imiz HAZZGÜL
BİZ'im GÜL HAZZ'ımız HUZUR-u GÜL Olsun!

GÜL'ler SULTANI'na (sav) Es SELÂM olsun ! ! ! !

GÜL'ümüz!! hürmetine...
Resim
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Merhaba

Mesaj gönderen yolcu »

BİZ deryasına bir damla olarak katılıp, deryada boğulmak isteği hasıl oldu. Rabbim muvaffak etsin! BİZ deryasındaki bütün damlalara selam olsun. Allah razı olsun. Bu yolcuya da dua ediniz de, yolda boşa buhar olmadan deryada boğulabilsin.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Merhaba

Mesaj gönderen MINA »

yolcu yazdı:BİZ deryasına bir damla olarak katılıp, deryada boğulmak isteği hasıl oldu. Rabbim muvaffak etsin! BİZ deryasındaki bütün damlalara selam olsun. Allah razı olsun. Bu yolcuya da dua ediniz de, yolda boşa buhar olmadan deryada boğulabilsin.
duanız duamızdır inşaallah yolcu kardeşimiz....
gülün gönlü teslimiyettir BİZ BİR-liğimizin amin-leriyle.....
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Ve aleyküm ES SELAM

Kıymetli yolcu kardeşim, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin DAMLAları DENİZe doğru ZOR YOLculuklarında,
ZOR YOLa çıkışlarının İSTEKlerinde, YOL alırlar İNŞAALLAH!....
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

BİZ BİR İZ inşallah. Rasulullah sav. in deryasındaki bizlik damlaları olarak hizmetçilikten zevk alıyoruz. El ele, gönül gönüle, yürek yüreğe beraberce hem bu alemde hem baki alemde BİZ BİR İZ inşallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Ve aleykümesselam yolcu Can kardeşim.
Muhammedinur gönül kervanında yolculuğun hak ve hayr olsun inşaallah...
Hoş geldin hoşluklar getirdin.
Muhammedi muhabbet ve hasbi-habibi hizmette BİZ BİR-İZ inşaallah...
Damlalar DENİZle buluştumu artık sadece ve sadece RASULULLAH s.a.v. Efendimizin ADI, HESABI, ŞEREFİ, NURU, ONURU VE SÜRURU vardır...
Muhammedi muhabbetle selam ederiz.
Resim
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(6 Nisan 2008 Tarihli Sohbetin Devamı)

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Bir gözü olan bir gözden imtihan olur.
Gözleri olmayan gözden imtihan olur mu?
Neden olsun? Nasıl olsun? Adalet mi?
İşte bütün bu her şeyi yerindeyken kör gibi davranan, sadece kendini kandırır.
“Güneş yok!” der kendi körlüğünü kabul etmez.
Bütün bunlardan şunu söylemek istiyorum;
Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem; çok iyi BİLinmesi, mutlaka BULunması, illâ ve illâ yanında OLunması, yüreğinde olunması, tercihen YAŞAnması gereken Allahu zü’l celâlin Nurudur, Nur-u Mim’dir.
“BİZ” kelimesini ham sofunun kullandığı anlamda kullanmıyoruz!
“İyyake na'büdü ve iyyake nestaîn”
Ve iyyake nestaîn: “ Ve ancak senden isteriz.” diyen yine Muhammed Aleyhisselâm’dır,
Tek başıma şimdi ben namaz kılarken: “Biz sana kulluk ederiz, yalnız senden isteriz” diye ne diye diyeyim.
Sonra benimle ne ilgisi var bunun?
Bundan murad Muhammed Aleyhisselam’dır, İmam-ı Mutlak O’dur çünkü.
Ebedi İmam O’dur, ezeli imam O’dur, Muhammed Aleyhissalatüvesellem’dir.
DUYmamız ve Uymamız FARZ olan O’dur.
İşte bu Muazzamlık, Muhteşemlik, Mübareklik, Mukaddeslik bu denli Muhammed Aleyhissalatüvesellem’de “Mim” olmuştur, “CiM” olmuştur, “CeM” olmuştur.
Şiir gibi konuşuyor değiliz, hakikattir bu, doğru olan budur.
Eğer BİLmezsek nasıl BULacağız?
Bulmasak nasıl OLacak mışız?
Olmasak neyi YAŞAyacak mışız?
Rüyada mı yaşayacağız, hayalen mi yaşayacağız?
Çocuk bile bilir yani.
Şeker yedin mi desen, çocuk güler: “Ne şekeri?” der.
Yaz oraya, çocuğa okut bakalım “Şekeri yedin mi?’ diye,
Sana der ki: “Nerde bu şeker?”
Hiçbir şey demeden şeker yedirsen, gözünle işaret etsen:
“Nasıl?” diye, eliyle işaret eder sana: “Çok harikaydı” diye…
Neden?
Yaşamıştır, hayalci değildir.
Satılık, kiralık Rabb yoktur.
Çok özür dilerim, şah damarından yakın olan Rabb’isiyle tanışır, dosdoğru adamdır çünkü. Böyle bir inancın sahibidir.

Onun içindir ki, hased gibi hiç insan şerefine yakışmayan, Allahu zü’l celâlin tüm kaderini alt üst etmeye yönelik basitliklere boyun eğmez.
Kibir gibi, yalan gibi, kin gibi, garaz gibi, iftira gibi bin bir türlü pisliklerin içerisine batma edebsizliğine kalkışmaz.
İnandığı gibi yaşar.
Yani duyduğu gibi uyar Muhammed Aleyhisselam’a.
Onun için meyhâneye gitseler de Allah’ın Güneşi olarak giderler, onlar olmadı mı Kâbe karanlıkta kalır, Kâbe yok olur.
Kâbe’yi bulamaz.
Çünkü onlar elele, gönül gönüle Muhammed Aleyhissalatüvesellem’e DİRİden DİRİye bağlıdırlar, hayalen değil!
Birbirlerine Allah’ın Nurunu aktarırlar.
Gönülden gönüle giden yolla Hakk’a giderler.
Ve ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardır.
Yani Nurullah’ın eli Nur-u Mim’in üzerindedir,
Nur-u Mim YÜREKlerimizdedir, ÖZümüzde, SÖZümüzde, GÖZümüzde, İZimizdedir.
Bunlar çok doğaldır.
Onun için bizim toplumumuz yanlış eğitilmiştir.
Birisine Allah dostu, velîyullah deseniz, “hâşâ!” diyor.
Ama akşama kadar şeytanın dostu olmaya, uşaklık yapmaya “hâşâ!”demiyor.
Kendisine Allah’ın Dostu olduğunu söyleseniz şaşıyor.
Neden? Düşmanı mı?
Çünkü ütopik yapıldı, korkutuldu, uzaklaştırıldı.
İllâ birilerinin uydusu olacak, illâ birilerinden bekleyecek, sanki Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ölmüş gitmiş gibi.
İşi bırakmış başkalarına, şimdi onlar oyun oynuyorlar.
Hâşâ yani, bunlar uydurma şeylerdir, asla doğru değildir.
Buradaki kardeşlerimiz bizim yakınlarımız, canlarımız, belli bir amaç, hizmet, gayeye doğru yönlenmiş, Allah’ın ve Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem’in hasbi hizmetini seçmiş, hiç yansız, yönsüz, dosdoğru bir yolda, birbirimize yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Bildiklerimizi paylaşmaya çalışıyoruz.
Hepimiz, hiç birimizin birbirimizden farkı yoktur, câminin cemaati gibi, “Allah-u ekber!” dedin mi, arkadaki kim, kim biliyor, kim bilmiyor biter.
Muhammed Aleyhisselam konuşuyor, çünkü İmam-ı Mutlak O!.
Hizmet ayrı şeydir, çok bilen çok hizmet etmesi lâzım.
İNSAN yetiştirmesi lâzım.
Hepsini Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin memnun olacağı şekle getirmesi lâzım.
Eğer bilinç içindeyse, vicdanlıysa, Allah’tan korkuyorsa, seviyor ve sayıyorsa, muhakkak bu işi çok doğru yapması lâzım.

Ama bugün şu içinde bulunduğumuz ortamda başka bir şey var, bir sıkıntı var.
İnsanlar, çok değerli insanlar, Allah için olan insanlar bile yanlış yere, davul sesine gitmektedir.
Oysa Dostun sesi Kur’ân-ı Kerim’in sesidir.
Bizim sesimiz değildir.
Biz Kur’ân-ı Kerim’i söylüyoruz, Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem’i söylüyoruz.
Kendi adımıza, hesabımıza ve şerefimize söylersek o zaman biliriz ki, bu bahsettiğimiz şey şeytana aittir.
“BİZ” olarak söylediğimiz zaman Muhammed Aleyhissalatüvesellem’a aittir.
Bundan zerre kadar tâviz veremeyiz.
Hayalimizden geçiremeyiz.
“Ben böyle diyorum ama sen şöyle anla!” yı şeytanlık anlarız.
Dediğimiz gibi anlayacaksın, anlamalısın!
Çünkü Resûllullah Sallallahu ve sellem öyle buyurmuştur sahabelerimiz ra. öyle DUYmuş ve öyle UYmuştur.
Bizi başkası ilgilendirmez.
Kimin ne yaptığını, ne yapacağını kendileri hesabını verecektir.
Bizim onlarla bir derdimiz yok yani.
Ama biz, bizimle kader birliği yapmış insanları yanıltamayız.
Yanlışa düşüremeyiz, yani hata yapamayız.
Çünkü diyelim ki, Zahidcan: “Ben de varım” diyor, “Allah için ben de varım, Resûllullah Sallallahu ve sellem için ben de varım!” diyor.
Ne demek?
Şu demek: “Ben bu kervandayım!” dedi mi bu kervandan geriye saç teli kalamaz!
Çocuk ta gider, öteki de gider, beriki de gider.
Bir yayla göçü gibidir âdeta.
Herkes kendi haliyle gider ama mutlaka gider, hasta da gider, sağlam da gider, temiz de gider, kirli de gider ama yol boyunca bunlar çözülür!
Çözülür, çözülür neticede herkes Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem’in oğlu ve kızı olarak huzuruna varır.
Bu bir hayattır. Bunun için yaşamaktayız. Bunun için ömürler çürütmekteyiz.
İbadetler, itaatlar, bunca imanlar, ihsanlar, bu olanlar, olmuşlar ve olacaklar hepsi tümü sadece “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammedü’r- Resûllullah” kelimesi içindir.
Bu kelimeyi bulmayan her iş, başkası için yapılmıştır.
Daha Türkçe’si Şeytan için yapılmıştır.
Çünkü aklı olan için iki şey vardır.
Ya HİZBULLAH ya da HİZBUŞŞEYTAN .
Yani Allah tarafında, Şeytan tarafında olan diye ikiye ayrılmıştır.
Ya Cennet ya Ateş, ya Nur ya Nar.
Âyetleri biliyorsunuz çok açıktır. İkisinden birisidir.

İşte bütün bu anlamaya ve anlatmaya çalıştığımız hususlara dikkat edilmesi gerekir.
Kader çift çalışır dâima, İnsan aklı ve cüz’i iradesiyel tercihine göre.
Her şeyi yapıp yapıp haşâ Allah’ın üzerine atmak gafillerin, cahillerin, sapıkların ve hayinlerin işidir.
Allahu zü’l celâl ne yapılması-yapılmaması gerektiğini açıkça emretmiştir Kelâmullahında.
Kendisi tetiğe basıp, aklı, fikri, vicdanı yerindeyken, -akıl hastası değilken demek istiyorum - birinin canına kıyıyorsa, bunun karşılığının ne olduğunu bilmekte, görmektedir.
Ha bilmiyorsa, bilmediği için, sorumlu olup da öğretmeyenler Allah’ın katında hesap verecektir.
Yeni doğurduğunuz bir çocuğu balkona koyarsanız, Er Rahmân ve Er Rahîm olan Allah Teâlâ dondurur ve öldürür.
Ama sizi merhametsizlikten cehennemin zümerâsına sokar!
Bu bir imtihan sorusudur.
Çünkü Allahu zü’l celâl için, ne çocuğun, ne senin, ne de cehennemin bir önemi yoktur.
Tıpkı bir resim gibi. Yırtar yenisini yapar demek istiyorum.

Çok doğru olmamız lâzım, onun için bizler çok değerli kardeşlerimizle çalışıyoruz.
Allahu zü’l celâl, Resûllullah sallallahu ve sellem yardımı için hep dua ediyorum.
Çünkü yürekten anlayışla böyle, bilerek, inanarak, tercih ederek, gece gündüz çalışan kardeşlerimiz var.
Çoluğu çocuğu var, işi gücü var, hayatının çeşitli aşamaları var.
Fakat var gücüyle kendine verilen tüm imkânlarla insanları Hakka ve Hayra çağırmak için bütün yollar kullanılarak, ömrünü emredildiği gibi murad edildiği yolda kullanmaktadır.
Bu yüce bir tercihtir.Biz tercihlerden mesûluz.
İşleyen kaderden değil.
Çünkü, şu bardağı biz kıracaksak mutlaka kırarız. Kaderi değişteremeyiz.
Ancak bardağı alıp televizyona çarparsak işte bardağı da kırdık televizyonu da kırdık
Ama, Elimiz takılır kırılırsa: “Canımız sağ olsun kaza oldu!” deriz.
İkisini de biz kırmış olduk fakat birin de suçlu birin de suçsuz çünkü TERCİH meselesi.
Şunu söylemeye çalışıyorum.
Siz eğer Bursa’dan çıkıp İstanbul’a doğru gidiyorsanız İstanbul Kaderi çalışacaktır. Yolda görecekleriniz İstanbul kaderidir.
Yani diyelim ki Hayr Kaderi içinse, hayrı tercih etmişseniz hep hayır göreceksiniz
Ama İstanbul diye Çanakkale tarafına döndüyseniz ve orası da şerse, Şer Kaderiniz çalışacaktır sizi cehenneme götürecektir zâten.
Siz tercihinizi bilerek yapmaktasınız.
Bir oyun oynanmamakta yani bir tuzak kurulmamakta, hile yapılmamakta hâşâ Allah tarafından.
Onun için Allahu zü’l celâl ve Resûllullah sallallahu ve sellem bildirmiştir.
Hükümler vardır, “Ey müminler siz kafirlerin cennetteki yerlerine varissiniz, onlar da sizin cehennemde ki yerlerinize varistir”
Bu ne demek?
Şu demek, bir insan için cennette ve cehennemdeki yerleri kader olarak tayin edilmiştir.
İşte bu insan kendi tercih ettiği zaman cehennemi başkasına kalır artık.
Öbürünü tercih ettiğiniz zaman maalesef bu taraf kalır.
Bu âdil bir imtihandır, doğru bir imtihandır, açık bir imtihandır.
Kurallarını herkesin aklı kadar anlayacağı bir imtihandır zâten aklından fazlası sorulmayacaktır.
Dudu Ebem, çok kıymetli insan, o kıtlık dönemlerinde iki şinik arpaya bir dönüm tarla verilen dönemlerde dahi yetimlere ekmek dağıttığı için SIKMACI EBE denilmiş muhterem bir annedir.
Rahmetli hoca amcam, Ali’nin babasının dedesi olan bizim en büyük amcamız, babalarımızı büyüten amcamız söylemişti bana:
“Bir gün dedim ki anama: “Ana Allah kara Tepe’nin oraya gelmiş!” dedimde: “Ha Mehmedim beni bir götürsen ya!” demişti.”
Bu kadar saf bir inancı olan bir insan yani.
“Ha beni götürsen ya!” çünkü o denli bilmekte ve o denli inanmakta.
Onun için Resûllullah sallallahu ve selem: “Âhir vakitte imanlarınız acuze -yaşlı kadınlarınkine dönsün” buyurmuştur.
O denli basitleşsin ki artık, Âlleme-yi cihan fakat, Şeytanın âllame-yi cihanı, çünkü edebsiz bir ilim sahibi, İblis gibi bilmediği yok yani .
İblis, Allahu zü’l celâl ile çok konuşmuştur. Cenneti görmüştür. Bilmediği hiçbir şey yoktur.
Kanlarımıza girer, canlarımıza girer. Âyetler vardır: “Çocuklarına ortak olacağım!” yarısının babası ben olacağım, yarısı onun olacak gibi.
Seb’e Suresinde bir tek âyet vardır, lütfen bakın, Allahu zü’l celâl buyuruyor;
“Şeytan davasında haklı çıktı, çoğunuzu kandırdı” diye.


وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ

"Ve le kad saddeka aleyhim iblisü zannehu fettebeuhü illa ferikam minel mü'minin: Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular.” (Sebe’ 34/20)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Hacer
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 505
Kayıt: 03 Nis 2007, 02:00

Mesaj gönderen Hacer »

Fedai kardeşim her Cuma gününde sunduğunuz hizmetinizden ALLAH razı ve hoşnut olsun .... büyük bir zevkle takipteyiz ....
Rahmet bulasınız ebeden İNŞÂALLAH...
Resim
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Çok değerli, sevgili Hacer kardeşim,

Rabbım hepimizden Razı olsun inşallah.
Çok sevgili, çok değerli Kulihvanımızdan Allah razı olsun.
Böyle bir birliktelik içerisinde bulunduğumuzdan dolayı şükretmekteyim.

Hak erenleri yar ve yardımcımız olsun inşallah
.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(6 Nisan 2008 Tarihli Sohbetin Devamı)

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Bu basit bir oyun değildir. Ciddi bir oyundur, illâ ve illâ son nefeste gırtlağa gelip de hırlayacağımızda Allah’la karşı karşıya kalacağımızda mı uyanırız?
Bunun için Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor,
“Herkes uykudadır öldüğünde uyanır.”
Onun için Muhammedi Şuura,Nura, Sürura, Onura ulaşanlar ölmeden önce ölürler.
Yani Ebu Cehil’de ölürler, Muhammed Aleyhisselâm’da dirilirler.
Cehalette ölürler, Kemâlatta dirilirler.
Onun için uyanırlar zâten.
“Muti kable en temuti: ölmeden önce öl!” budur.
Böyle süslü laflı, caf caflı bir şekilde deyip, internet ortamında tırnak kadar yere her şeyi bildirip, bütün Fenâ fi’n- Nefs, Fenâ fi’ş- Şeyh, Fenâ fi’r- Resûl, Fenâfillah’ı bir çırpıda kanat takıp uçuvereceğiz sananlar, sadece şeytan şaşkınlığı ve taşkınlığı içinde kalır.
Neden?
Öyle değildir de ondan. Bu bir hazırlık meselesidir. Doğru bir meseledir. Hayalen, böyle varsayıma dayalı olarak Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem bulunamaz.
Zâten bilinmez, bulunmaz, olunmaz demek istiyorum.
İşte bütün bu arzetmeye çalıştığım şeyler, tümü:
“Niye yapmalıyız bunları, neden yapmamız gerekiyor? Nerden başlayalım?” diyen akıllar içindir.
Çünkü Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ’i bilmeyen, bulmayan, olmayan ve yaşamayan bir kişi Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ’in getirdiği Kur’ân’ın neresine inanıyormuş?
Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ’in bize bildirdiği Allahu zü’l celâlin neyini duyuyormuş ta uyacakmış?
Vicdanlarınıza sorun, akıllarınıza sorun cevap versinler.
İşte bütün bu arzetmeye çalıştığım şeyler, Kur’ân’ı Kerim’in ve Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ’in gerçeğidir.
Elbette manevî kaderlerimizle yürür.
Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki dehşet içinde kalıyoruz.
Yani şunu demek istiyorum, bu böyle insanın kendisinin olacağı bir şey değildir.
Doğrudan doğruya Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ’in direk adres tayin ederek, kişi tayin ederek, bilgisayarın “B” sini dahi bilmeyen bir kişi, ben sonradan rica ettim de yazdı oraya Münir Derman diye, sonra bir isim söyledi “var mı” diye, “var” dedi de denizde bir damla halinde iken buluşmalar, bilişmeler tüm bunlar Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin gönül âlemindeki güzellikleri, özellikleri, tecellisidir.
Hepimiz Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ’in hizmetçileriyiz.
Bir bardaktaki suların hangisi kudsaldır?
Hepsi kudsaldır.
Hangisi güzeldir, hepsi güzeldir. Hepsi de özeldir ayrıca.
Alttaymış, yukardaymış, ordaymış bunlar komik şeylerdir.
İhtiyaçta yoktur zâten.

Benim bugün esas gireceğim konu bu değildi, ama böyle bir şey gelişti. Bugün bana bir soru sorulmuştu.
Kur’ân’ı Kerim’de birkaç âyette,
“Allahu zü’l celâlin birleştirmek istediğini kesmeye çalışırlar. Onlar zarara uğrayanlardır. onlar zalimlerdir.” gibi âyetler vardır dedi.
Bu konuda biraz bir kardeşimizle beraber olmuştuk.
Ama güzel bir konu idi, ondan bahsedelim istiyordum.
Yine de kısaca bahsedelim. Kardeşimizin bir engeli çıktı, onun da katılmasını istemiştim ama katılamadı sanıyorum.
Ama yine görüşürüz biz onunla.
Şu âyetler, bu çok önemli bir husustur.
Bakara Suresi 27. âyet, bizim Kur’ân’ı- Kerim’i tefsir etmemize gerek yok, edilmiş zâten, meâlleri de verilmiş.
Biz, tıpkı bir arı gibi bize lâzım olan bir şeyi almaya çalışıyoruz, çalışmalıyız zâten.


Euzubillahimineşeytanirracim

Bismillâhirrahmânirrahîm


الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَـئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

"Ellezine yenkudune ahdellahi mim ba'di misakih, ve yaktaune ma emerallahü bihi ey yusale ve yüfsidune fil ard, ülaike hümül hasirun: Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara 2/27)

Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra enkaz haline getirirler, getirmek isterler Allah’ın ahdini.
Kendileri bir misak, sözleşme imzaladıkları halde Allah’ın ahdini, kesin sözünü enkaz haline getirirler, yıkarlar. Yani sözlerinden dönerler.
“yaktaune” keserler
“Me emaraullahu” Allah’ın emrettiğini keserler.
“Bi” Allah onunla
“ en yusale” bağlanmayı emrediyordu işte onu keserler. Yani Allah’ın bağlanmayı emrettiği bağı keserler. Türkçesi bu.
Bu bir sall dilidir biliyorsunuz sallı.
Risale, vuslat, sila, silah-yi rahim,ana karnı, göbek bağı, babalık, tüm tüm, salavat, selâm, salat, namaz, tüm sall, risâlet, eserler
“yüfsidune fil ard” yeryüzünde taşkınlık çıkarırlar,
“ülaike hümül hasirun” Onlar yok mu onlar gerçekten hasidirler yani kârı zararı bırak, her şeyi bırakmış hain insanlardır yani.
Onlar akıllarının hainidirler.
“yaktaune ma emerallahü bihi” Allah’ın emrini bağladığı bu ip, bağ, sal işte bunu kesmeye çalışanlar yok mu işte bunlar bu kadar mahvolmuş insanlardır.
Daha dünyada iken mahvolmuşlardır.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim şey, “Risal” dir.
Risale: Sall dilidir.
Risal; her türlü bağlatıyı içerir.
Risale hattı dediğimizde Keban’dan bize elektrik getiren hattır.
İsale kanalı dediğimizde barajdan çıkan ana kanallardır ondan sonra dallara ayrılır.
Analardır saller, işte bu ana’yı kesenler, Nur-u Mim’i kesenler burada her insan, çeşitli şekillerde, çeşitli kılıklar altında, çeşitli şeylere soyunanlar, önderlik, liderlik, şeyhlik, mürşitlik, ötelik, bötelik yapmak isteyenler bence şapkalarını değil, kellelerini önlerine koyup ne yapmakta pdukarını iyi anlamaları gerekir.
Allahu zü’l celâlin kitabına imanı olanlar, doğru bakmalılar, doğru bilmeliler, doğru durmalılar, doğru olmalılar ve Resûllullah Sallallahu aleyhi vesellem ’i doğru yaşamalılar.
İşte bunlar elektriği keserek, ana bağı keserek yeryüzünü karanlığa bırakırlar, zarar, fesad çıkarırlar.
“yüfsidune” Fesad ederler, ifsad ederler, her doğruyu eğriye, her güzeli çirkine, her hakkı bâtıla, her hayrı şerre yorarlar.
İblis gibi, en çirkine en güzel elbiseyi giydirirler.
İblis, telbis kökünden gelir elbise, giydirmek kökünden gelir.
Yani iblis batıla ve şerre öyle bir eşbise giydirir ki göreni hayrette bırakır ve işte bu cennet diye cehenneme gider.
İşte bu şekilde insanları doğru yoldan çıkarırlar.
Bakara’nın 27. âyeti dikkat edilmesi gereken bir âyettir.
Buradaki fesad tüm topluam yayılan ve başkalarına da geçen fesaddır.
Bundan da daha açık alan şey, Hz.Peygamber (s.a.s)'e itaat etmekten insanları alıkoymalarının kastedilmesidir.
Çünkü yeryüzündeki sulh ve nizam ancak Allah ve peygamberine itaatla olur.
Bu ise ancak Muradullahın uygulaması olan Emrullah işlenerek temin edilir.
Karşılıklı zulmü ve haksızlıkları terketmek de bununladır.
Zulmün ortadan kaldırılmasında ise, yerlerin ve göklerin kendisiyle ayakta durduğu ADALET bulunmaktadır.

Ve bu kardeşimiz sormuştu:
“Bu gün toplumumuzda rahatça kesilen bu manevî bağ ne bağıdır?” diye
Bu bağ, Sıla-yı Rahim bağıdır.
Sıla kelimesi "vasl" kökünden masdar bir kelime olup, ulaşmak, kavuşmak, bağ gibi anlamlara gelir.
Rahim ise, acıma, koruma, şefkat manalarına gelmektedir
Sıla-yı Rahim, kişinin baba, anne, dede, nine, kardeşler, amcalar, halalar, kardeş çocukları, dayılar, teyzeler sonra da yakınlık derecesine göre nesep bağı olan akrabalarına karşı, imkan nispetinde maddi ve manevi anlamda faydalı olmak, hizmet etmek, ilgi ve alaka göstermek işidir.


Bu konuda ki kudsî hadiste "Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Ben Allah'ım. Ben Rahman'ım, rahmi (akrabalığı) ben yarattım, kendi ismimden bir isim ona verdim. Artık kim yakınlarıyla ilgi kurup akrabalığın hakkını yerine getirirse ona lütuflarda bulunurum, kim de akraba ile ilişkisini keserse (ilgisiz kalırsa), ben de ondan rahmetimi keserim."
(Tirmizî, Kitabu'l-Birr ve's-Sıla, 9)

Âyet-i Kerimelerdeyse:


وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِين
َ
" Ve enzir aşiratekel akrabin: En yakın hısımlarını uyar.” (Şuara 26/214)

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

" İnnellahe ye'müru bil adli vel ihsani ve itai zil kurba ve yenha anil fahşai vel münkeri vel bağy yeizüküm lealleküm tezekkerun: Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)

Bir başka âyette bu hususta:


فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِن تَوَلَّيْتُمْ أَن تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ

"Fe hel aseytüm in tevelletüm en tüfsidu fil erdi ve tükattiu erhameküm: Nasıl döner de Arzı fesâda verir ve rahimlerinizi doğratabilir misiniz? Demek, yüz çevirdiğinizde yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle mi?” (Muhammed 47/22)

Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve akrabalık bağlarınızı koparacaksınız öyle mi?

Bir başka âyet Bakara’nın 205 âyeti:


وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِي الأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيِهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الفَسَادَ

“Ve iza tevella sea fil erdi li yüfside fiha ve yühlikel harse ven nesl, vallahü la yühibbül fesad: İş başına geçti mi yer yüzünde içine kadar fesad vermek ve hars-ü nesli helâk etmek için sa'yeder Allah da fesadı sevmez.
O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez”. ( Bakara 2/205)


“Ve iza tevella” : Eğer onlar veli olurlarsa, dikkatinizi çekiyorum veli, vâli olduklarında, iş yapan olduklarında, başa geldiklerinde dinde, dünyada, ahrette fark etmez,
“sea” niye çalışırlar?
Şuna çalışırlar,
“Fil ardı” yeryüzünde işleri güçleri fesad yapmak olur.
“Ve yuhlike” helak ederler helak, neyi?
“El harse” tarlayı, Hars: tarla yani kadın “ven nesle” ve nesli helak ederler yani tohumu helak ederler.
“vallahü” Allaha yemin olsun ki,
“la yühibbül fesad:” işte Allah bu fesadları and içiyor, yemin ediyor ki asla sevmez.
İşte bugün yerle bir edilmiş bir kadın, yok edilmiş bir erkek toplumu halinde toplumumuz.
Ne acı, ne yazık ki ne hars-tarla kaldı ne nesi-tohuml kaldı.
Tarla desen ne olacak, tohum desen ne olacak?
Azıcık aklı olan herkes anlar ki,“ yühlikel harse ven nesl,”
Harsı ve nesli yok edenler ekinleri tahrip edip, nesilleri bozmak için eksen ne olacak?
Hangi ekini, hangi nesili kardeşim?
Ne buyuruyor burada? Çok açık. Nedir hars ve nesil?
Nedir Göbek Bağı, Sıla-yı Rahim ?
Göbek bağı, Adem Aleyhisselâm’dan bugüne gelen Allah’ın El-Hayy Esmasının dirilik hattıdır.
Bütün varoluşlar o bağla gelir.
Onun için ana karnına-üreme organına, Rahim ismi verilmiştir.
Onun için El-Settar’dır kadının tecellîsi.
Onun için baş örtülür.
“El- Tekvin” Yaratıcılık sıfatı kadına yüklenmiştir.
Onun için haramdır.
Onun için Kâbe’nin adı Haram’dır Kur’ân’ı Kerim’de.
Onun için kadının adı Haram’dır.
Hürmete değer, saygı gösterilmek mecburiyetinde yaratıktır.
Bu şehvet oyuncakları haline getirilen, mahvedilen hars, bir milletin yok oluşudur.
Yok olan milletlerdir yok olan dinler gibi.
Bu o kadar acı bir şey ki, bırakın şurasını burasını göbeğine küpe takmamış 40 yaşının altında kadın göremiyorsunuz artık sokakta.
Görüntü edepsizliği bu kadar olur.
Tutkudan en pahalı şeylerle elbiselerle bürünmüş, tıpkı rengarenk Afrika böcekleri gibi fakat attığı kahkadan dört sokak ötesi titriyor.
Bu denli hayâdan yoksun bir kadın haline götürmüşüz.
Kimi?
Muhammedi sistemde beş kadın vardır.
YA anamızdır, ya eşimizdir, ya kızımızdır, ya gelinimizdir, ya kız kardeşimizdir. Kim bütün kadınlar
Neden?
Çünkü bize nikah helâl, zina haramdır.
Bu kadar açık, bu kadar nettir.
Altıncı kadın erkeğin kendisidir.
Bunlar yerle bir edilince “yühlike” Helak edilince, helak ne demek?
Zelzelenin geride bıraktığıdır.
“yühlikel harse” Kim ki Allah’ın kendi esmasının tecellisi için, devamlı yaşaması için aktarımı için, halk ettiği harsı helak ederse,
“ven nesl,” Ve tohumu şeytan tohumları haline dönüştürürse,
“vallahü la yühibbül fesad:” Yemin olsun ki , Allah bu bozguncuları asla sevmeyecektir. Gereğini yapacaktır…
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(6 Nisan 2008 Tarihli Sohbetin Devamı)

“Vallahü la yühibbül fesad”
Yemin olsun ki, Allah bu bozguncuları asla sevmeyecektir. Gereğini yapacaktır.


وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِي الأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيِهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الفَسَادَ

"Ve iza tevella sea fil erdi li yüfside fiha ve yühlikel harse ven nesl, vallahü la yühibbül fesad: O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 2/205)

وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ

“Vellezine yenkudune ahdellahi min ba'di misakihi ve yaktaune ma emarallahü bihi ey yusale ve yüfidune fil erdi ülaike lehümül la'netü ve lehüm suüd dar: Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.” (Ra’d 13/25)

Hangi bağı kesmememizi ?
İşte bu yüzden Sıla-yi Rahimi kesenleri Allahu zü’lcelâl lânet etmiştir.
İşte bu.
Bu kötü bir akraba olabilir, yaramaz olabilir, zarar veren olabilir.
Çare?
Bağı kesemezsin kendini korumak kaydıyla, kötülüğünden korunmak kaydıyla ama bağı kesemezsin.
Dua edersin, bir şey yaparsın.
Çünkü Allahu zü’lcelâl işinin başındadır.
İzlemektedir imtihan olmak için.
İmtihan sorusunun birisi böyle çıktı işte.
Onun için insanlar kendi seçtikleri yerde imtihan olurlar.
Câmide imtihan olacağım der, câmide imtihan olur.
Âşıklar Allahu zü’lcelâlin istedikleri yerde imtihan olurlar.
Kendilerinin hiçbir isteği olamaz, imtihan yeri seçemezler.
Her yerde, her zaman ve her yerde denenir dururlar.
Onlar onun bilincinde oldukları için her zaman Allahu zü’lcelâlin hazırında ve huzurunda olmaya özen gösterirler.
Onun için de dikkat edin, nerede bir Musa görürseniz Firavun o civardadır.
Nerede İbrahim görürseniz Nemrud çok yakındır.
Hep böyledir bu.
Bu kötü müdür?
Hayır değildir.
Çünkü en muhteşem güller, en güzeller güller en kötü gözüken gübreliklerde yetişir.
Gerçi şimdi İstanbul’un çeşitli köylerinde, lüks köylerinde isim vermeyeceğim altın tozunun içerisinde naylon güller yetiştirenler var.
Var da Muhammedî Gül değil. Güller Sultanına ait değil.
Tenkit için söylemiyorum. Ne ederlerse etsinler.
Ama biz, hava gibi, su gibi, yeryüzü gibi, güneş gibi vücudumuzdaki kan gibi bizim olan Muhammed Aleyhisselatı vesselâm’ın bütün özelliklerini ve güzelliklerini ruhumuzda inşallah duyarız, bilir, bulur, olur ve yaşarız.

Onların bu işleri inandığımız Kur’ân-ı Kerim’e aykırıdır, bu bir gerçektir.
Kimseye satacak, alacak, verecek bir işimiz de yoktur.
Hiçte böyle bir yanlışlığa, böyle bir aymazlığa Allah’ın izniyle düşmeyiz yani.
Söylediğimiz onları sadece uyarmak için söylüyorum.
Çünkü onlar zaten dinlemezler yani. Onlar dinlemezler.
Başka bir âyet. Ra’d 13/21


Bismillahirrahmanirrahim,


وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الحِسَابِ

"Vellezine yesilune ma emerallahü bihi ey yusale ve yahşevne rabbehüm ve yehafune suel hisab: Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.” (Ra’d 13/21)

Şimdi Allahu zü’lcelâl övdüklerini söylüyor bakın.
“Onlar ki, Allah Teâlâ'nın bitiştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler ve Rablerinden haşyette bulunurlar ve fena hesaptan korkarlar.”

“Velleziîne” : Onlar ki,
“Yesilune”; bağlarlar,
“Ma emerallahü bihi” ; Onunla bağlanın dediği bağa sahip çıkarlar. Yani Nur-u Mim’e , Nur-u Muhammed’e, hepsine.
Bütün özellikleri, güzelliklere, iyiliklere, hakka, hayra tüm Allah’ın bağına yani.
“Vellezine yesilune” “Sall” bağlanmaktır. Gözetmektir,
Bağlanmaktan kasıt yani bir hayvan bağlanıyor gibi düşünüyorlar.
Hayır , onu demiyor.
Canımız bize nasıl bağlıdır, aklımız bize nasıl bağlıdır?
Çiviledik mi yani.
İşte bu boyutçular, beyinciler, şucuların bucuların dediği şekilde değil.
Olduğu halde gözükmeyen Allah’u zü’lcelâlin şah damarınızda yakın oluşu gibi bağdan bahsediyorum.
“Vellezine yesilune ma emerallahü bihi” Onlar, onunla bağlanılmasını emrettiği bağa bağlanırlar. Bağı korurlar, bağda olurlar yani. Kendileri bağdır zaten.
İşte bununla bağlanın dediği bağı, çözmezler, kopartmazlar, çiğnetmezler, tepeletmezler. Gözlerinden de korurlar.
“Ve yahşevne rabbehüm” ; Ve Rab’lerinden haşyet duyarlar.
Nedir haşyet?
Haşyet, muhteşem bir kelimedir.
Korku değildir.
Yılandan korkmak, aslandan korkmak gibi bir korku değildir.
Bir sevgide değildir. Çok sevdiği için mecbur değildir.
Ya?
Saygı gibidir.
Korkuyu, sevgiyi, saygıyı hepsini içinde tutan bir kelimedir.
Biliyorsunuz şu anda olduğu halde gözükmeyen Rablerinden tüyleri diken diken olur, dizleri titrer, âyetler vardır ya haşyetle ilgili.


الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ

" Ellezine yahşevne rabbehüm bil ğaybi ve hüm mines saati müşfikun: Onlar, görmedikleri hâlde Rablerinden içten içe korkarlar. Onlar kıyamet gününden de korkarlar.” (Enbiyâ 21/49)

Ayrıca da Rabb’larından çekinirler, korkarlar. Neden?
Çok saygı duyarlar, çok sevginin ötesinde de bir saygıları vardır fakat
“Ve yehafune suel hisab” hata yaptıklarında mutlaka cezalandırılacakları yeminle bildirildikleri için yani bilerek, isteyerek, kasten, ısrarla yapılıyor, illâ billâ yapılıyorsa bunun cezasının ne olduğunu bilirler. Onun için de çok korkarlar.
Neden korkuyorlar?
“Ve yehafune suel hisab”
Kötü bir hesaptan korkuyorlarmış!..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön