Lâ rahate fi-d dünya!

Cevapla
Kullanıcı avatarı
ahsen
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 246
Kayıt: 11 Şub 2007, 02:00

Lâ rahate fi-d dünya!

Mesaj gönderen ahsen »

Lâ rahate fi-d dünya!

Size bir hikaye anlatayım, Konyalı Halid Hoca'mın dilinden:

Bir derviş “La rahate fi-d-dünya/dünyada rahat yoktur” hadisini vird edinmiş, gezer seyyah tek başına beldeleri.

Yolu bir karyeye düşer, ne baka ki bir düğün! Ama ne düğün. Muhteşem üstü bir şaşaa.

Padişahın oğlu ile vezirin kızı evleniyor.

40 gün 40 gece şamata eğlence şatafat şatahat

Dervişin kafası karışır; hani dünyada rahat yoktu!

Yok idiyse bu ne muhteşemlik ve rahatlık!

Kafaya koyar ve vezirin kızına ulaşır binbir güçlükle ve sorar:

Peygamberimiz efendimiz aleyhisselam “La rahate fi-d dünya” buyuruyor, sizin bu rahatınız, keyfiniz kafamı karıştırdı. Bir şeye ihtiyacınız var mı bu bolluk ve zenginlikte acaba?

Vezir kızı der ki:

Var derviş baba! Benim bir merdivene, bir çekice ve bir çiviye ihtiyacım var!

Derviş:

Bunlar ne demek! Ne zaman istesen bir emrinle tonlarca çivi, onlarca merdiven, çekiş önüne yığılır. Kızım sen benimle alay mı ediyorsun! Ne demek istiyorsun?

Vezir kızı: “ Ben de seni arif bir şey bellemiştim, var işine be baba!” der ve savar dervişi.

Dervişin kafası iyiden iyiye karışır: “Merdiven, merdiven, çekiç, çekiç, çivi çivi “ Allah'ım nedir bunların hikmeti?'

Bırakır “La rahate fi-d dünya” yı ve ' Merdiven, çekiç, çivi ' eder virdini.

Çok sorar, her önüne gelene sorar, her anı bu soruyla meşguldur artık:

' Merdiven, çekiç, çivi ne demek? '

Kime sorsa: ' Merdiven, merdiven; çekiç çekiç; çivi çivi ' der.

Yıllar geçer, devranlar döner, tufanlar olur, depremler ve bir gün derviş baba, bitkin, pejmürde bir halde o düğünün olduğu karyeye gelir yeniden.

Bir harabe olmuştur şehir, tanıyamaz derviş baba, bilemez, çıkaramaz şehri. Kafasını eğer, yorgunlukla bir virana sırtını dayar ve “Merdiven, çekiç, çivi “ virdine başlar.

Bir adam sırtında tırmıkla görünür. Bakar ki bir virana sırtını dayamış bir ihtiyar, sorar: ' Baba'm iyi görünmüyorsun, açsın herhalde, gel ev yakın, birlikte kaşıklayalım çorbamızı'

Derviş: ' Bana çorba lazım değil evlad, sen söyle bakalım ne demek merdiven çekiç çivi?'

Adamın gözleri şimşek çakar, hatırlar derviş babayı: “Gel baba, gel, senin sorularının cevabı evde. Senin merdiven çekiç çiviyi aklına sokan benim hanımımdır”der.

Derviş, onluk küheylan kıvraklığında fırlar yerinden ve: “Evlad nasıl olur, sahi mi söylüyorsun? Benim kafama merdiven çekiç çiviyi sokan bir vezir kızıydı ve muhteşem bir düğünde karşılaşmıştık. Onun düğünüydü, padişahın oğluyla evleniyordu. Seninle ne işi olabilir onun? “der.

Adam: “Derviş baba, o düğün bizim düğünümüzdü. Padişahın oğlu da benim. Vezir kızı da hanımım, gel hele sen bize gidelim”der ve derviş babanın koluna girer.

Bakımsız bir eve gelirler; derviş, vezir kızını yerleri süpürürken görür ve gözlerine inanamaz:

“Kızım, Allah aşkına söyle: Ne demek merdiven, çekiç, çivi? Gözlerimin feri söndü, ihtiyarladım elden düştüm iyice, yemez oldum, tad almaz oldum o günden beri. Ne olur söyle?'

Vezir kızı:

“Derviş baba, hani sen bizim düğünümüzün muhteşemliğini görüp te sormuştun ya La rahate fi-d dünya/dünyada rahat yoktur buyurur Peygamberimiz, halbuki gördüm ki muhteşem bir rahatınız var, bir şeye ihtiyacın var mı demiştin, istediğim merdiven çekiç ve çivinin hikmetini demek ki hala anlamamışın, şu halimizi görmene rağmen öyle mi? '

Derviş: Yok kızım vallahi anlayamadım, ne olur söyle nedir merdiven, nedir çekiç nedir çivi?

Vezir kızı:

Derviş baba, ben istedim ki o şatafatlı, muhteşem zamanlarımızın olduğu o günlerde elimde bir merdiven olsa da, Allah'ın çark-ı feleğine o merdiveni dayasam ve bir çivim çekicim olsaydı da, tam o zamanlara denk gelen anda çarkı sabitlesem! Bak şimdiki halimize, o gün neydik, şimdi ne haldeyiz. Derviş baba, hikmeti budur merdivenin çekicin çivinin'

Derviş baba bir iç çeker ve asasını daha bir uzun sallayarak:

“Eyvallah kızım eyvallah, anladım ve bildim ki: La rahate fi-d dünya, haydi bana müsaade”

(alıntı)
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Vâki olanda hayır vardır

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslüman için Allahü teâlânın her hükmü hayırdır. Allahü teâlânın kazası, herkes için hayır değil, sadece Müslüman için hayırdır.) [Ebu Nuaym]

(Her bela, affedilecek bir günah için gelir.) [Ebu Nuaym]

(Mümine gelen her bela, günahlarına kefaret olur.) [Buhari]

(Müminin günahları affoluncaya kadar bela gelir.) [Hakim]

(Belayı nimet saymayan, kâmil mümin değildir.) [Taberani]

Müslüman Allahü teâlânın dostudur. Dostluğun alameti ise, dostun belalarına, sıkıntılarına sabretmektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sabredenlere, mükafatlar hesapsız olarak verilir.) [Zümer 10]

(Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]

Hazret-i Ömer buyurdu ki:
Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allahü teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allahü teâlâya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allahü teâlâ, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.

Sonsuz olan Cennet nimetleri ile sonsuz olan Cehennem azapları yanında, dünyada çekilen birkaç günlük belaların, sıkıntıların ne önemi olur ki? Bela ne kadar büyük olsa da, geçicidir. Bir insanın, hatta dünyanın ömrü, ahiretin sonsuzluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Hiç sonu olan bir şey sonsuz olan ile mukayese edilebilir mi?

İnsan, dünyada birkaç gün dert, bela çekmezse, Cennetin sonsuz lezzetlerinin kıymetini anlamaz ve ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin kıymetini bilmezdi. Açlık çekmeyen, yemeğin kıymetini anlamaz. Acı çekmeyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyadaki belalar sanki daimi lezzetleri artırmak içindir.) [C.2, m.99]

Bir hadise, neticesiyle ölçülür. Bir talebe, bütün sınıflarını başarı ile geçse, son sınıfta çalışmayıp birkaç sene üst üste kalıp, mezun olamasa, önceki başarılarının hiç kıymeti olmaz ve diploma alamaz. Tembel bir talebe de, bütün sınıflarda başarısız olmasına rağmen, her ne suretle olursa olsun, diploma almışsa, muradına kavuşmuş olur.

Doğuştan veya sonradan sakat olan kimse, buna sabrederse günahları affolur; ayrıca büyük bir sevaba da kavuşur. Eğer sabretmezse, sevap alamasa da, günahları affolur. Günahları affolan da Cennete gider. Bu durumda sakatlık bir azap değil, bir nimet olmuş olur.

Bir kimse, dünyanın en zengini, en yakışıklısı, en kuvvetlisi olsa; dünyada istediği her şeyi yapabilse; fakat neticede imansız ölse, ebedi azaba maruz kalır. Bir anlık rahatlık için sonsuz felakete düşmek ne kadar kötüdür.

Görüldüğü gibi netice mühimdir. Sonu iyi olacaksa, birkaç günlük sıkıntı mühim değildir. Sonu felaket olacaksa, birkaç günlük rahatlığın da kıymeti yoktur.

Dünyadaki işler, ibadetler, ahirette, zorlukları nispetinde kıymet kazanır. Namaz, oruç ve haccını rahat bir şekilde ifa edenle, sıkıntı içinde yapanın sevabı aynı olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hacca yaya gidene yetmiş, binekle gidene bir hac sevabı verilir.) [Deylemi]

Cenab-ı Hak, yazları serin, kışı da ılık yaratsaydı, insanlar soğuk ve sıcaktan sıkılmazlardı. İnsanlar, kışın soğuktan korunmak için odun, kömür alıyorlar. Odun, kömür parası kazanmak için çeşitli sıkıntılara katlanıyorlar. Sıkıntının neticesi de nimet olduğuna göre, kışın soğuğu, yazın sıcağı müminlere nimettir.

Bir kölenin ibadeti ile bir efendinin ibadetinin değeri aynı olmaz. Sıkıntı çekenin, alacağı sevap daha büyük olur.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, Cennette, kölesini kendi derecesinden çok yüksekte görünce, "Ya Rabbi, bu benim kölem iken, benden çok yüksek dereceye kavuşmuş. Hikmeti nedir?" diyecek, Cenab-ı Hak, "Her ikiniz de amellerinize göre dereceye kavuştunuz" buyuracaktır.) [Deylemi]

Bir insan dünyada âmir olunca, ahirette memurlarından yüksek dereceye kavuşacak diye bir şey yoktur. Bir kimse, bütün hizmetleri, hizmetçisine yaptırsa, elini sıcak sudan soğuk suya sokmasa, hiç zahmet çekmeden bütün nimetler ayağına gelse, elbette ahiretteki derecesi hizmetçi ile aynı olmaz. Bu bakımdan işlerin güçlüğü, sıkıntısı bir nimettir.

Elbisemiz eskimeseydi, bir kere yemek yiyince, bir daha acıkmasaydık çalışmaya lüzum kalmazdı. Çalışmayıp yatınca da sıkıntı olmazdı. Dünya imtihan yeri olduğu için, mümine dünyada rahat olmaz. Hadis-i şerifte, (Dünya müminin zindanıdır) buyuruldu. (Müslim)

Mümin ölmedikçe rahata kavuşamaz. Bu gerçeği bilen mümin şikayet etmez. Sıkıntılara sabredilmezse, nimet olmaktan çıkar. Sıhhat hastalıktan, nimet beladan üstündür. Peygamber efendimiz duasında, dünya ve ahiret sıkıntısından Allah’a sığınmıştır. Her Peygamber şöyle dua ederdi:
(Ey Rabbimiz, bize dünyada ve ahirette de hasene ver!) [Bekara 201]
[Hasene, iyilik, güzellik, sıhhat ve afiyet içinde mutlu yaşamaktır.]

ALLAH c.c razı olsun inş....
sevgiyle.........

dinimizislam..dan alıntı...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“Hikaye, Makale ve Yazılar” sayfasına dön