ÖZ TASAVVUF - BÖLÜM II

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

ÖZ TASAVVUF - BÖLÜM II

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

2. BÖLÜM: Akıl

2.1. HAM AKIL VE AKL-I SELİM

Latif YILDIZ


Devrân, Seyrân, Cevlân ve Hayrân âlemlerini kendinde ve kâinâtta seyredecek tarzda, kıvamda ve fıtratta yaratılan insanın hedefi, Mutlak İnsan-ı Kâmil olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kavuşmaktır...
Geliş, biliş, buluş ve oluş budur...
Bütün bunların ilk ve ana anahtarı ise “ AKIL ”dır...
Eğer akıl olmazsa:
"Efradına câmi' ağyarına mâni!"
"Bilen demez, diyen bilmez!"
"Kâl ehli anlamaz, hâl ehli anlar!" kalelerinin kapı zilini insan ne ile bulacak, bilecek, çalacak ve açacak...

İnsana " AKL "lından dolayı tevhid teklif edilmiştir.

Resim --- İbnu Mes'ûd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkâtın en sevgilisi olana bindireceğim!"
[Rezîn ilavesi.] (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/365.)

Akıl arınırsa zekâ olur.
Zekâ; temiz, pak, saf, arı ve has demektir.
Zekânın hakta ve hayrda hızlı ve kontrollü kullanılması ise ferasettir.
Ferasetli insanlar leb demeden leblebiyi anlarlar.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'minin ferasetinden sakının. Zîrâ o Azîz ve Celil olan ALLAH'ın nuruyla bakar." ve "aklı olmayanın dini yoktur..." buyurarak din için aklın ilk şart olduğunu buyurmuştur. Akılsızların yaratılışı ise imtihanımızda ibret alalım ve onlara merhamet edelim diye yaratıldığını bildirmiştir.

Akıl insanın; kendilik, benlik, varlık esası, icrâ'cısı, uygulayıcısıdır, para gibi ana sermayedir.
Akıl şerre dönük yetişir, gelişirse şeytâna; hayra dönük, yetişir, gelişir, rüşdüne ererse hayrın Başöğretmeni Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olur...
Aklı çekersek ne insan kalır, ne kulluk, ne de imtihan...
Sandalye gibi şuûrsuz bir eşyâ kalır!.
Akıl; ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in aşk aynasıdır.
Aşk ise rüşdüne ermiş aklın kâmil hâlidir.
Tüm maddî varlığı kaldırıp yerine aklı koyabiliriz.
Maddede; esas, asıl ve ana akıldır...
Tüm mânevî bilgilerin aslı ve anası ise "Nakl"dir, Kur'ân-ı Kerîm; Zât-ı HAKK (celle celâluhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e O'ndan da bize nakldir.
Kesin hükümlerdir.
Kısaca mânânın yerine de ilâhî tevhid tebliğini koyabiliriz.
Tebliğ; sanki her an yayın yapan TV istasyonu gibidir.
Akl-ı selim ise bu yayını alıp değerlendiren ve gösteren televizyon gibidir.
Ezelden – Ebede – Bâtından - Zâhire Şe'enullah yayını yapan merkez istasyonunun yayını sürekli ve elân mevcûddur...
Ancak ham akılın; Kur'ân-ı Kerîm okulunda, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başöğretmeninde okuması, terbiye edilip, eritilip,süzülüp, arındırılıp, cilâlanıp, kıbleye anten ayarı yapılıp, Nur-u Muhammed cereyanı (elektiriği) bağlanıp, sağ elinin şehâdet parmağındaki tevhid mühürüyle Hacerü'l-Esved düğmesine Eûzû Besmele şerefli kelimesiyle basılıp 4 âlem 4 kanaldan seyderilir...
İşte Akıl ve Nakil tevhidi : ilâhe İllâ ALLAH!

Aşkı duyan bir kuyu
Uyarır bin kuyuyu
Şeker şerbet bal keser
Binbir kuyunun suyu...


İşte o zaman yerleri ve markaları farklı olan televizyon kutularından, Medine'den merkezdeki Muhammedî yayın aynen dinlenir ve seyredilir...

Uyandırılan, diriltilen ve şerden hayra tebdil eden, akl-ı selim:
"Semiğnâ ve ateğnâ" (Bakara 2/235 bkz.)
"Daha şimdi duyduk ve uyduk!" der...
"Lebbeyk yâ Rabbenâ lebbeyk yâ Rasülünâ (sallallahu aleyhi ve sellem) !"
Şimdi, şu anda ve diri olarak Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Ravzasında rıza ezânını okuyor...
7 vaktin (sabah, öğle, ikindi, akşam,yatsı ve ehline teheccüd ve dûha) ezânını birden okuyor...
Kâinâtın her bir zerresinde sonsuz vaktin ezânını okuyor.
Her paralel çizgisinde tekbir sesi çınlıyor...
İki doğunun, iki bâtının...
365 doğunun 365 bâtının ezânını okuyor....
Uyanıp dirilmeye, Muhammedî, Kur'ânî ve Rabbanî olmaya çağırıyor... Şucu-bucu olmaya değil...
Muhammedî olmaya...
Akl'ı, Nakl ile Tevhide...
"El Akl"kelimesi masdar olarak "menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak" anlamlarına gelen bir kelimedir.
Soyut olup, varlık sisteminin hakikati onunla anlaşılan ve kavramlar oluşturup, ilişkiler kurup, önermeler doğurabilen mânevî bir melekedir.
Meleke oluşu yanında özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkansızlığı gibi aklî ilkeler, fonksiyonlarını belirleyip kullanımına imkan sağlayan, ana, asıl ve tek olan terimdir.
İlim, irâde, idrak ve iştirakın tümü de aklın varlığıyla vardır.
Kur'ân-ı Kerîm'i inceleyen akl-ı selim sahibi zeki bir insan rahatlıkla görecektir ki insanı insan yapan, onun tüm işlevlerine mânâ kazandıran, ilâhî emirleri anlayan, anlatan yükümlülük ve sorumluluğunu yerine getiren, sadece ve sadece akıldır.
"Umulur ki akledersiniz, Umulur ki fikredersiniz, Umulur ki zikredersiniz, Umulur ki şükredersiniz, Umulur ki şuûr edersiniz!" gibi âyetlerle
"Siz hâlâ akıllanıp aklınızı başınıza almayacak mısınız?" anlamında pek çok âyet-i kerîme vardır.
Aklın; insan için ana ni'met, en azim ni'met olduğunu anlayamayanlarla aklı ilâhlaştıran materyalist ve ateist akılperestlerden, ayrılmak için; aklı "topal eşeğe" v.s. benzetenler cidden çok çok yanılmışlar ve yanıltmışlardır.

Ben fakîr de, önceleri okuduklarımla şartlandığım için şiirlerimde aklı yerden yere vurmuşum...
Sonra Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şerîflerle şereflenince anladım ki akıl, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in azamet ve kudretini seyir aynasıdır.
Elbette ham akıl, ipek böceğinin tırtıl hâlidir.
Böyle oluşu da Sünnetullah gereği ve hayatın devâmı için lâzım ve lâyıktır. Uzun ve yorucu meşgâle ve çilelerle olgunlaşan akıl; kendi tırtıl başına, kemâlât kozasını örüp, belli süre Kalb Hira'sında uzlete çekilip de çıkınca yedi renkli kanatlarıyla arşa uçabilen ilâhî bir Aşk Kelebeği oluyor...
Annesinin kucağındaki bir bebenin ilerde şöyle, böyle büyük bir zât olacağını söylesek gülerler...
İyi ama; bebek de 18 yaşındaki de 80 yaşındaki de pîr-i fâni olan da aynı şahsiyettir.
Ne var ki zaman ve zemin içinde gelişimi olmuştur.
Ondandır ki tahkik anlamda imân eden mutmaîn akıla, Aşk diyoruz....
Akl, Kur'ân-ı Kerîm'de masdar olarak; 1'isi geçmiş zaman, 48'i ise geniş zaman kipinde olmak üzere fiil olarak 49 yerde geçmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm insana emânet edilen aklın kullanımını (akletmeyi) emreder.

Akıl ile bilgi edinip yeni bilgileri yine akılla üretmeyi ve türetmeyi öğretir...

Resim --- "İşte biz bu temsilleri (darb-ı meselleri) insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak ve ancak bilenler (ilim sahibleri) akledebilir (düşünüp anlayabilir)" (Ankebut 29/43)

Akıl gücünü kullanmayan, ilâhî bilgiye tenezzül etmeyenlere ise:

Resim --- ".... Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akledemezler." (Bakara 2/171)

Resim --- "......O, akıllarını güzelce kullanmayanları murdâr (pislik içinde inkârcı) kılar!" (Yûnus 10/100)

İnsan, henüz görmediğinden şiddetini zor anlayabileceği, akıl emânetine ihânet ateşinden; insanı ve aklını halkeden HÂLİK Tealâ'nın emirlerine uymakta aklını kullanarak kurtulabilir. Yoksa:

Resim --- "Ve derler ki "biz kulak verip, dinleseydik ve aklımızı kullansaydık, (şimdi) bu çılgın âteşin içinde (alevli cehennem mahkûmlarıyla birlikte) olmazdık!" (Mülk 67/10)

Kur'ân-ı Kerîm, imkânla imtihân hayatında, murad edilen ve emredilen kulluk görevini açıklamak bilgisinin ve uygulamak tatbıkatının, akl-ı selim sâyesinde ve kontrölünde olmasını bildirir.
Eşyânın denge, düzen ve hakikatini akılla anlayabiliriz.
İlâhî hakikatleri de akıl ve onun kâmil hâli olan İlâhî Aşkla anlar Ârif-i billah ve Âşıkullah oluruz...

Resim --- "İşte akıllarınız ersin (akledin) diye ALLAH, size âyetlerini böyle açıklıyor (beyân ediyor)" (Bakara 2/242)

Akıl, tüm letâiflerin ortak ara nakti gibidir.
Sistemin elektriği gibidir. Akıl, Nurullahtır...
Kesik olan elektrik gelince; buzdolabı dondurur, fırın yandırır, ampül ışıtır, Tv seyrettirir v.s...
Akıl nuru gelince letâifler tüm fonksiyonlarını icrâ eder...
Her biri ne için halk edilmişse onu işler...
Göz, gerçeği görür. Kulak, hakkı duyar.
El-ayak, hayra uyar. Kalb, 7 kanalda 70.000 âlemi seyrettirir...
Fuad, ilâhî kıblenin Hacerü'l-Esved'i gibi parlar v.s....
Bazıları bir âyetin içindeki kalbi de fuadı da kalb olarak tercüme etmiştir...
Hâşâ! ALLAH (celle celâluhu) ne buyurduğunu bilendir....

Hadis-i şerîflerde de akıl, "deveyi bağlayan ip" gibi ifâde buyurulmuştur.
Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Akıllı anlamında buyurduğu Keyyis, Nefsini kontrol altında tutup geçmişi, geleceği ve şu anı anlayıp da ona göre hazırlıklı yaşayandır. (İbn.Mâce, Zühd 31)
Bir şeyi asla aklımızdan çıkarmamalıyız ki (daha doğrusu aklımız, şunu aklından çıkarmamalı ki); nakl (Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadis-i şerîfler) olmadan sırf akıl, bizi kesinlikle akılperestliğe (dinsizliğe) götürür.
Akıl olmadan nakille uğraşmak ise kâbus, rüyâ ve hayal âleminin karanlık lâbirentlerinde ahmakça ve bir ömür dolaşmak soytarılığı olur...
Bir hücrenin bile künhüne (aslına ve hakikatına) vakıf olmayan nice felsefeci filozoflar, akıl tasına (beyne) her şeyi bastırıp ilk önce onu çatlatıp patlatmışlardır.
Aktif akılmış, pasif akılmış... v.s.
Netice: "Herşeyi akıl yarattı!" diyor ve olmadı mı döndürüyor: "Atom, atomu yarattı!" diyerek sistemin sahibi ve ustası RABBÜ'l-ÂLEMİN'i inkâr ediyor.
Kısaca ve net olarak: Hakkın anlaşılması ve hayrın işlenmesi için lütûf-ü ikrâm ve ihsân olan aklın inkâra düştüğünde, zemzem iken zehir zıkkım olduğunu her akl-ı selim görmektedir...
Ondandır ki felsefe de tasavvuf da ahmak (akılsız) insanı istemez.

Resim --- Yesir el-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ahmakla dostluğu kes!” buyurmuştur.
(Beyhakî, Şüabü’l- İman.)

Felsefeci becerikli aklı ile başka akılları, naklî inkâr ederek, aklî delillerle kandırır ve sonunda bize göre inkâra düşer ve düşürür...
Tasavvufçu ise akılla nakli anlar, anlatır ve kişinin kendi aklıyla anlamasına hizmet eder ve inandırır.
Tasavvufta kimseye bir şey verilemez!
Ancak o kimsede fıtraten ve kaderince mevcûd olan kabiliyet (anlama, kabul edebilirlik, olabilirlik) ve isti'dâdlar (bir şeyin kabulune kazanılmasına olan fıtrî ve tabiî meyil) açığa çıkarılır ve harekete geçmesine hizmet edilir.
Hayatta da bu böyledir...
Kimse kimsenin yerine bir yudum su da içemez, tuvalete gidip de defedemez...
Hasbî hizmette ise sınır yok...
Eli tutmuyorsa suyu ağzına döker, ayağı tutmuyorsa sırtında tuvalete taşır...

Onun için bu fakîr kardeşiniz; akıl oyunlarını ve "cevher mi? araz mı? v.s." gibi cedelleri sevmiyorum...
Benim için şeker, boğazımdan geçen ve her hücremi tatlandıran şeydir... Gerisi lâf-ı güzâf lâbirentleridir...
"Benim çenem, senin çeneni döver!" gibi lâf tokuşturmadır...


İnsan nefsinin aklı tahsis edip kullanım durumuna göre aklî güc:

1- Melekî özelllik ve güzellikte kullanımla akl-ı selimiyye kuvvesi (selim akıl gücü)
2- Hayvanî özellik ve ihtiyaçlarda kullanımla akl-ı şeheviyye kuvvesi (şehevî akıl gücü)
3- Nefsi emmârenin vahşi ihtiyaçlarda ve durumlarında akl-ı gazabbiyye kuvvesi (gazabî akıl gücü)
4- Şeytanî şaşırtma, kışkırtma ve sapıklıklarda akl-ı vehmiyye kuvvesi (vehmî akıl gücü)

Bütün bunlar aklî gücün kullanım durumlarını anlatabilmek için söylenebilir.
Yoksa akıl; müsbet, menfi ve nötr de olsa akıldır.

Akıl : "nicelik ve nitelikleri anlayabilen, anlatabilen ve yaşanmasını sağlayan özün özü (lübbü'l-lüb) bir nurdur." diyorum ve böyle görüyorum.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) buyuruyor ki akıldan daha güzel bir şey yaratmadım. Ona "gel" dedim, geldi; "git" dedim, gitti, dedim ki: "Bana senin vasıtanla ibâdet edilir; senin vasıtanla mükâfât verilir, senin yüzünden cezâlandırırım." buyurmuştur. (Heysemî VIII 28; Aclunî II-212)
Resim --- Resûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in (İbn Mesu'd dan): "ALLAH (celle celâluhu) (Teâla Hazretleri) aklı yarattığı zaman ona: "gel..." dedi, o da geldi. Sonra "geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu buyurdu: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkatın en sevgilisi olana (insana) bindireceğim.
" buyurmuştur. (Kütüb-i sitte 1687)

Bütün aklı başında islâm âlimleri ittfakla insanın emir ve yasaklarda mükellef tutulabilmesi için temel şart olarak "Akl"ı esas almışlardır.

Resim --- Kurre bin Hüreyre rivayet ediyor, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kendisine akıl nasib edilen kimse kurtuluşa ermiştir.”
(Buharî'nin Tarihi ve Beyhakî'nin Şüabü’l- İman'ından.)

Gaybî olan (şu anda olduğu hâlde gözükmeyen) Rabbü'l-âlemin'in değişmez ve değiştirilemez ana şartlar (nasslar) olan naklî esasları, elbette yerli yerindedir.
Akılla değiştirilmeye çalışılması işgüzarlık ve inancımızın dışına çıkıştır.
Aklı değersiz ve güvensiz sananlar; naklî gereği gibi kavrayamayanlar veya alışkanlık hâlinde aktarılan çoğu safsata ve uydurma bilgileri esas alanlardır.
Nakl sürekli bir ses ise akılda kulaktır.
Karşılaştırmaya veya yarıştırmaya ne gerek vardır bilmiyorum?
İşin doğrusu ise sesle kulağın tevhididir...
Akıl nakle, nakl ise nasslara dayanır.
Aklın korunması, yetiştirilip kemâle ulaştırılması ve rüşdüne erdirilip iletken ve üretken kılınması, tasavvufçuların asıl mesleği ve meşrebidir...
İ'tikadda mezheb imâmımız İmâm-ı Matûrudî Hazretlerine göre: ALLAH (celle celâluhu)'ya imân naklen değil aklen vâcibtir...
Yâni; aklın oluşu, din olmasa da bazı hususları akıl sahibine vâcib kılabilir... (Pezdevî shf. 207 bkz.).
Elbette akıl, naklîn önüne geçemez.
Nakl tektir, akıl ise sonsuz sayıdadır.
Her akla göre bir din olsaydı, binlerce din doğardı...
Akıl tüm hakikatleri ve hayratı idrak edecek kabiliyet ve kapasitede degildir, âcizdir ve vahye muhtaçtır.
Aklın ihata gücü hâşâ yoktur...
Akıl anlama, anlatma ve yaşamanın ana ışığıdır.
Bazı vâizlerin, kürsülerde: "Bizim dinimiz akıl ve mantık dinidir!" diye coşmaları doğru, ancak eksik bir doğrudur.
Doğrusu: "Bizim dinimizde, esas olan nakl olup nakli anlayıp uygulayacak akıl ve mantık dinidir!"
Yoksa herkesin ayrı ve farklı bir aklı ve mantığı vardır.
Ancak, herkesin kendine mahsus bir dini islâm dini içinde olamaz...

Nakle imânı sağlayan akıl, saâdet-i dâreynin (din-âhiret saâdeti) anahtarıdır.
İlâhî hitabın muhatabı akıldır.
Hem de akıl, temyîz kudretine de sahib olmalıdır.
Temyîz (iyiyi kötüden ayırdetme) kudreti ise, maddî-mânevî sorumlulukla yükümlü olma hâlidir.
Naklin esası olan nass ise; sarihlik, açıklık, kat'ilik demek olup dinde, mânâsında sarihlik ve kesinlik bulunan Kur'ân âyetlerinin delil olarak gösterilenidir.

Resim --- Ömer'den (r.a.) rivayetle, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şu üç kimseden kalem kaldırıldı. (dini yükümlülükten muaf kılındı, ayrı tutuldu.) Bülüğa (rüşdüne) erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyayandan ve şifâ buluncaya kadar akıl hastasından" buyurmuştur.
(Buhârî, Hudud: 22; Talak: 11; Ebû Davud, Hudud: 17; Tirmizî, Hudud: 1; İbni Mâce, Talak: 15; Mûsned, 6:100,101,144.)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yedi yaşına girdiklerinde çocuklarınıza namazı emredin" buyurmuştur. (Ebu Dâvud salât 60)

Yâni küçük mümeyyiz...
Rüşdüne erince ise kesin mümeyyizdi...
Aklı; ham, çocuk ve çırılçıplak olarak ilâhî hayret ve dehşet iklimine sürersek elbette mahvolur...
Cüneyd-î Bağdâdî, Zünnûn-î Mısrî, Hüseyin Nurî v.d.
Sûfîlerde: "ALLAH'ı ALLAH'ın târifıyle biliriz, ALLAH'ın varlığının delili, yine bizzât ALLAH'tır!" derler iken dahi, aklın sâyesinde (yardımıyla) bu sözleri edebilmişlerdir.
"Akıl âcizdir" evet âcizdir ama ana şarttır.
O yoksa ne kalıyor?
Ham akıl, aklını başına alınca, Gazzâli Hazretlerinin "el aklü'l-kudsî" dediği "İlâhî Aşk" olur....
Sözün özü şu ki: Akıl kemâlini ikmâl edince AŞK; akıllı da kemâlâtını tamamlayınca ÂŞIK olur...
Tasavvuf akılla bilinir, anlanır ve yaşanır...
İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "ALLAH önce, âlime: "öğrettin mi ?" diye sorar. Sonra câhile "öğrendin mi?" diye sorar" buyuruyor.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sabaha kadar: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir biri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahibleri (Ülû'l-elbâb) için gerçekten açık ibret vardır." (Âl-i İmrân 3/190) âyeti celilesini okumuş, ağlamış ve: "Bu âyeti okuyupta düşünmeyene yazıklar olsun!" buyurmuştur...

Akıl (ham) lüb (öz, saf, ârî) aşk (ergin akıl)...
Akıl ehemmi (en mühimi), muhimme (mühim olana) tercih edecek dizayndadır.
İnsan : Hayat + Kudret (güç) + Şehvet (iştiha) + Akıl BİRliğinde normal insandır.

Azîz kardeşim,
İslâm âlimlerimiz, hükmü kesin olan âyet ve hadislere dayanarak islâm dininin geliş maksadını ve gayesini 5 esas üzerinde toplayıp bu hududun aşılmasında suç ve cezâ olduğunu tesbit etmiştir:
1- Dini muhafaza : suç: irtidad (red'den) İslâm dinini bırakarak başka dine geçme, ridded de aynı mânâdadır.
2- Nefsi muhafaza : suç: katl: öldürme katliâm: bir anlamda herkesi öldürmektir.
3- Aklı muhafaza : suç: içki ve akla zarar veren diğer kötü ahlâk ve alışkanlıklar.
4- Nesli muhafaza : suç: zinâ. soy sobu, döl düşü, zürriyeti, nesili yozlaştırıp, yok ediş...
5- Malı muhafaza : suç: hırsızlık, gasb, hile ile kandırma v.s...


Bir suç, sonuç olarak bu kâlemlerden birisine girer.
Aklın muhafazası, tüm müslümanlara farzdır.
İçki ve uyuşturucu gibi somut, devre ve modaya uyma adı altında genç akılların önüne düşüp, kişisel hürriyet adı altında şerre ve acılara çekip götürmeler şeklindeki soyut olan aklı yıkıcı şeylere dikkat etmeliyiz...

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişinin dini akıldır. Aklı olmayanın dini de yoktur!" buyurmaktadır. (Kenzü'l-Ummâl III/7033)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıl bakımından rızıklanan kımse felâha (kurtuluşa) ermiştir." buyurdu. (Aclûnî Keşfu'l-hafâ)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışan kimsedir." buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet 25; İbni Mâce Zühd 31)

İçki ve uyuşturucunun insanın aklı ve muhakeme sistemini devre dışı bırakarak dini disiplin ve otoriteyi yerle bir edip sınırsız bir zorbalığa ve zâlimliğe sebeb olduğunu bu gün çocuklar bile anladı...
Genetik sistemi alt üst edip alkolik ve esrârkeş nesiller zinciri doğmaktadır.
Aklını uyuşturan ve canavarlaşan insanların cinâyetleri ise günümüzde tüyler ürpertiyor.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İçki, bütün kötülüklerin (habais) anasıdır."

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İçki bütün şerlerin anahtarıdır." buyurmuştur.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "....... Şu hâlde hamr (içki-uyuşturucu) dan kaçının. ALLAH'a yemin olsun, imânla içki müptelâlığı bir adamın sadrında ebedîyyen bir araya gelmez. Bunlardan biri diğerini gögsünden mutlaka çıkaracaktır." buyurmuştur.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her sarhoş edici hamr (aklı örten, tesirsiz, etkisiz ve yetkisiz kılan her şey) dir. Ve her sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryâkisi olduğu hâlde ölürse, âhirette (şarab) içemez." buyurmuştur.
(Buhârî, Eşribe 1; Müslim, Eşribe 73)

Resim --- Enes (radiyallahu anhu) "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu 10 kişiye lânet etti: (üretim-dağıtım-kullanım-ticarette)
1- (Hamrı hazırlayana) sıkana,
2- (Hamrı hazırlatana) sıktırana,
3- (Hamr kullanana) içene
4- (Hamr içmeye sebeb olana) sâkilik yapana
5- (Hamrın dağıtımını yapana) taşıyana,
6- (Hamrın dağıtımını yaptırana) taşıtana,
7- (Hamrı satımını yapana) satana,
8- (Hamrın) satın alana,
9- (Hamrı teşvik edicilere) bağışlayana,
10-Hamrın parasını yiyene.
" buyurmuştur.
(Tirmizî, Bûyû. 59 (1295); İbn Mâce Eşribe 6 (3381)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her sarhoş edici şey haramdır. Bir farak (2,5 lt.'lik küp) içildiği takdirde sarhoşluk veren bir şeyin tek avucu (tek yudumu) da haramdır." buyurmuştur.
(Buhârî Eşribe 4; Müslim, Eşribe 67)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum." buyurmuştur.
(Buhârî Megazi 60, Müslim Eşribe 70)

Sarhoş edici, aklı sükût ettirici, insanı hududunun dışına çıkarıcı ve uyuşturucu olan içki Kur'ân-ı Kerîm'de tedricen (peyderpey) yasaklanmıştır:

Vahyediliş zamanı, sırası 70. sırada olan (Nahl 16/167 bkz.) âyeti celilesi ile "içki ve güzel yiyecek" ayırımı yapılmıştır.

Vahyediliş zamanı, sırası 87. sırada olan (Bakara 2/219 bkz.) âyeti celilesi ile: "içkide büyük bir günâh ve az bir fayda vardır."

Vahyediliş zamanı, sırası itibariyle 92. sırada olan (Nisâ 4/43 bkz.) : "sarhoşken namaza yaklaşmayınız."

Vahyediliş zamanı, sırası itibariyle 112. sırada olan (Mâide 90/91 bkz.) : "içki şeytân işi, pislik ve murdardır. Terkedin!"

Azîz can kardeşim;
Şu andaki maksadımız içki ve kötülüklerini anlatmak değil de ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Aşk aynası olan “AKL” ı korumanın öneminin, en önemlisi olduğuna dikkat çekip şuûr edilmesine hizmettir.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Allaha ve âhirete inanan, hamr içmesin. ALLAH'a ve âhirete inanan, içki içilen sofraya oturmasın!". "Hamr mübtelâsı, puta tapan olarak ALLAH'a kavuşur!" buyurmuştur.

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ümmetim 5 şeyi helâl addederek benimserse târümâr olur:
1- Birbirlerine lânet okurlarsa (sevgisiz, saygısız, adâletsiz, merhametsiz)
2- İçkilere dalarlarsa (yürüyebilen bir bebek bile bakkaldan alabilip içebiliyorsa)
3- İpek giyerlerse (sefehât çıldırıp, zengin fakîr uçurumu ulusu yutuyorsa)
4- Çalgıcı dansözler ittihaz ederlerse (herkes çalıp oynayabiliyorsa)
5- Erkekler, erkeklerle (homoseksüel), kadınlar kadınlarla (lezbiyen) iktifa ederlerse!
" buyurmuştur.

Hayâ yıkılmışsa, ilâhî sistem sabote edilmişse maddî ve mânevî yıkımın bizzâtîhi içinde demektir.

İşte akıl, aklı korumak ve aklın önemi: Akılperest ve nefisperestler hangi kılık, kıyâfet ve düşünce içinde olurlarsa olsunlar elbette müşriktirler.
Ancak; İslâma girme, ikrâr, tasdik, anlayış ve maddî mânevî yaşayışta aklı ve nefsi ayakkabı çıkarırcasına çıkardığını sanmak ahmaklık, nankörlük ve hâinliktir...
Maddî ve mânevî sistem bir bütündür.
Devreleri, evreleri ve meyveleriyle tekemmüldedir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in merhamet ve muhabbet gözleriyle bakmayanlar ve bakamayanlar hakka ve hayra aslında kördürler...
Köre ise güneş, kuru bir söz ve sıcaklık hissinden ibârettir

vesselâm...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

2. BÖLÜM: Akıl

2.1. HAM AKIL VE AKL-I SELİM-2

Latif YILDIZ



Aklı tekrar mercek altına alırsak:

Aklın târifi: akıl, beşerî ve ilâhî nizâmı anlama ve rıza geçişini sağlama aracıdır.

Aklın mâhiyeti, değeri: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ilâhî risâletle; imâna vesile olan enfüsî (iç) ve âfâkî (dış) bilgileri, ilmi ve Nur-u Muhammed'i, icada en yakın nurdan nur olan akıla sunuyor.
Akl-ı evvelden, aklımıza aktarma olabiliyor.
Aklın kulluk kemâlâtındaki konumu ve değeri açıkça ilk sıradadır.

Aklın fonksiyonu: risâlet kanalıyla gelen ilâhî emirleri (Nass-ı İlâhî) algılayacak hâlde ve fıtratta halkedilmiştir.
Tebliği duyacak şekilde: "Semiğnâ!"

Aklın vazifesi: duyduğu, algıladığı bu emirlere uymasının gerekli ve şart olduğu şuûrunu idrak etmesi görevidir. Tebliğe uyacak şekilde: ".... ve ateğnâ!"

Aklın sorumluluğu: hayra ve hakka iştirâkte menfâat (sevâb); şerre ve bâtıla iştirakte zarar (azab) olduğunu bilmesidir.

Aklın Tekemmülü: ham akılın, akl-ı selim hâline gelmesi için, Muhammedî mekteblerde okumasıdır.
Dinin HAKK (celle celâluhu)'dan geldiğini, gaye ve hikmetini ve tebliğin tümünü, "hak mı-bâtıl mı?" diye hakemlik yapmadan Akvâl-i Muhammed'e teslim olması Kur'ân ve sahih hadisi okuması tekemmül etmesidir.
İlâhî tebliğin amacı; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ikilik (zıdlar) âlemindeki insanı tenzir ve tebşirdir.
Dünya ve âhirette, hakka ve hayra giden imânî ve amelî nizâmın kaide ve kurallarını, akla aktarmak, öğretmek ve yaşatmaktır. İlim ve iradeyle Kur'ân'a teslimiyyetle islâm olan akıl...
İdrak ve iştirakle Kur'ânî istikametle ise, mü'min akıldır.
Artık, itirazı rızaya dönüştürüp kendisinin ilâh olmadığını anlayıp Hükm-ü Hakka boyun eğer.
Akıl, ilâhî nizâma uyum sağlamak için tekemmül eder.
İlâhî nizâm ölümsüzdür ve asla bozulmayan ve bozulamayan denge ve düzen busistemi ilk var eden Rabbülâlemin'inkidir.

İlâhî emirlerin gerçek maksadını şuûr eden akıl, "O"nu tasdik eder, duyar ve uyar...
İlâhî emir haktır ve hayrı emreder...

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Sana rûhu sorarlar. De ki, Ruh RABB'imin emrindendir. Zâten size az bir ilimden başkası verilmemiştir!" (İsrâ 17/85)

Âyeti inzal olduğunda Emr Âlemini çok iyi bilen ashab-ı kiram (radiyallahu anhum): "Yâ Resûlullah! bu âyet-i celile'den ne anlayalım?" diye sorunca Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "aklınız kadar!" cevâbını buyurmakla "herkes; kabınca, kaderince ve kapasitesince anlayabilir" prensibini ortaya koymuştur.
İnsan; canlı olan, iradesiyle hareket eden, hisseden ve kudsî bir ruh sahibi olan varlıktır.
Elde edilmesinde fayda olan hayrı ve zararlı olduğu için defedilmesi gereken şerri ancak akılla bilebilir ve anlar.
Hayrı ve şerri, lezzeti ve eziyyeti, fayda ve zararı bizzât bilebilmeli ki tercihinden dolayı âdil bir şekilde imtihan edilebilsin.
Aklın gerekliliği binlerce delille isbatlanabilir; zâten herkes bunu bildiğinden söz uzar...
En sorumlu durumda olan insan, nefsinin 5 duyu ile derlediği doneleri akıl sayesinde ilm eder, irade eder, idrak eder ve iştirake geçer.
İnsan nefsi, zıdlar âlemi olan mevcûdatın sûret ve sîretlerini aklın kavrama sınırları içindeki kadar anlar ki buna da mâkulât deriz.

Akıl, insan letâifleri için bir fabrikada ya da evimizde elektrik ne ise öyle bir şeydir.
Varsa ve 220 volt ise tefritsiz, ifratsız ve i'tidâl üzere öğretilmiş, eğitilmiş ve rüşdüne erdirilmiş ise tüm âlet edevât çalışır hâle gelir.
Aydınlık veren ampüllerle (basar ve basîret) zerreyi, kürreyi ve kıbleyi görebiliriz.
Nurumuza kavuşunca fırın yandırmaya, buz dolabı dondurmaya ve kalb televizyonu da binbir âlemi esmâ kanallarından seyrettirmeye başlar. Onun için akıl, Nur-u Muhammed'dir.
Aslında ise Nurullahtır.
Kudsî ve ilâhîdir.
Kulluk imtihanı için ana şarttır.
Akıl;ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in sonsuz esmâ tecellîsi olan celâl, cemâl, kemâl ve hemhâl cümbüşünün aksettiği sırr-ı sıfır perdesidir.
Hem oyuncusu hem de seyircisi olduğumuz hayat sinemâmızın senaristi, sistemin sahibi olan Subhan ALLAH Tealâ, elbette bu filmin sonunu bilmektedir...
Biz ise umut ve korku içinde nefes nefes, alın yazımızdaki rollerimizi ister istemez oynamaktayız...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLyarım nefeslik ömrümüzde Nur-u Muhammed'siz bırakmasın.
Gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet karanlıklarından korusun... Âmin!..
Akıl, vicdan ve şuûr sahibi bir insan olarak hiç unutmamalıyız ki Sünnetullah ve Sünnet-i Resûlullah'ın insana verdiği önem nedeniyle adetâ yalvarırcasına ikâz edilen bu uçurumlardan, kemâl bulup rüşdüne ermiş bir akılla kurtulup, ebedî hayatın sonsuz saâdetlerine kavuşabiliriz.
Gerçek tasavvuf ilmi bunun okuludur, bizler de talebesiyiz...
Daha derinlere dalıp da Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmanın gereği yoktur.

Muhammedî metodda;
Şerîat-ı Muhammedîyye,
Tarikat-ı Muhammedîyye,
Mârifet-i Muhammedîyye ve
Hakikat-i Muhammedîyye
aslında bir bütündür ve kemâl tevhididir.
İnsan bilse de, bilmese de dördünü de normal hayatında yaşamaktadır.
Tel çitleriyle ayrılmış değildir.
Pankreas bezini ya da dalağı çok iyi bilen bir doktorla adlarını bile duymamış çoban Abdullah da bu organlarını kullanmaktadır.
Biri bilinçli, dikkatli ve değerini anlayarak kullanır ve yaşar; ötekisi ise hiçbir bilgisi olmadan kullanıp hayatını sürdürür.
Birisinde ilim, irade, idrâk ve iştirâk tevhidi formülü ve kemâli vardır. Öbüründe rastgele, ilimsiz, bilimsiz...
Herkesin âlim olması da şart değildir ama asgari müşterekte buluşamazsak şimdilerde olduğu gibi mânevî hayat felç olur.
Nalbantlar, tıb profesörü cübbesini giyip ameliyâta yatırırsa, derd diye dalağımızı söker alır...
Sanki akıl; Emr Âlemi'nden olan ruhun, kalbe, nefse ve bedene aktardığı bir nur ve onların hayat bazarındaki nakitleri gibidir.

Akıl, "ASL"ının ne aynıdır ne de gayrıdır.
Akıl bağdır...
Yaratan ve yaratılan arasındaki ilâhî bağdır (aynadaki görüntü).
Amacımız derine dalmak ve daldırmak asla değildir.
Bizler âcizâne kalender dervişler olarak bu âlemden çıkıp giderken mutlaka istenecek olan tahkik tevhidi oluşturmaya ve olgunlaştırmaya çabalıyoruz. Bakınız;
İsrâ 17/85 âyet-i celile'si kendilerine okununca Yahudiler: "Bu hitab sadece bize mi, yoksa sen de bizimle berâber misin?" dediklerinde
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hayır, hem bize hem de size, bu hususta az bir ilim verildi." buyurdu.
Bunun üzerine Yahudiler: "Amma da tuhafsın ey Muhammed! Biraz önce "Her kime hikmet verilirse, muhakkak ki ona çok hayr verilmiştir!" (Bakara 2/269 bkz.) dedin şimdi de böyle söylüyorsun!" dediler.
Bunun üzerine ise:
Resim --- "Eğer yerdeki ağaçlar kalem olsa deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek (mürekkeb) olsa, yine de ALLAH'ın kelimeleri tükenmez. Süphesiz ki ALLAH yegâne galibdir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir." (Lokman 31/27) âyeti nâzil olmuştur...

İlâhî emirlerin gerçek maksadını şuûr edebilecek rüşde, öğretim ve eğitimle (bilimle, ilimle) erdirilen akıl, ilâhî sesi duyar ve uyar...
Tasdik ettiği ilâhî emir ise hikmettir, haktır ve hayırdır...
İlgi sahası sıfırla sonsuz arası olan aklın; aslında ve fıtratında farklı anlayış melekesi vardır. Aklın sahasında ilâhî düşünce hürriyeti fıtraten vardır.
HAKK (celle celâluhu)'da haksızlık, hâşâ olmaz...
Kafanı (akıl tasını) iki eliyin arasına al da birlikte düşünelim...
Kimdir Musa (aleyhi's-selâm) ve kimdir Firavun?
Firavun'un anası Firavun'u; Musa (aleyhi's-selâm)'nın anasının Musa (aleyhi's-selâm)'ı sevdiğinden daha az mı seviyordu?
İki annenin ikisinin de iki memesi Rahman ve Rahîm memeleri değil mi?
Ne oldu da bu iki şahsiyet, şerrin ve hayrın iki ucu oldular?
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Firavun'a hâşâ zulüm mü etti?
Musa (aleyhi's-selâm)'a arka mı çıktı?
Elest meclisinde; tüm kâinât, "Kûn! Ol!" emriyle var olan küllî şey: "Belâ! Bilakis, RABB'imizsin!" demişlerdir.
Rubûbiyyetini kabul etmişlerdir.
Kabul etmişler ki var olabilmişlerdir kâinâtta.
Bu âleme gelip, yaşı mîkat mâhalline ulaşan yâni, aklı sorumluluk sınırına (bülûğ çağına) gelince Ulûhiyyetullahı (RABB'imizin ilâhlığını) reddetmişler ya da kabul etmişlerdir.
Elbette ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, kaza, kader, irade ve (meşiyyet) dilemesinde mutlak hak sahibidir.
Ancak, Kur'ân'da bildirilen Sünnetullah gereği, insan sûretinde yaratılan ve akıl emânetiyle donatılan herkes, verilen akıl ve irâdeyi cûz'i kadar imtihan edilmektedir.
İnancını tercih edecek, uygulayacak ve kendisinin şâhidi de olacak.
Ondandır ki Firavun; kuleler kurup gök katlarında Musa (aleyhi's-selâm)'ın RABB'ini arayacak kadar zeki iken; bu aklını, kendi kulesini (bedeni) var eden RABB'ini bulmakta kullanmayıp: (Yûnus 10/83, Şuarâ 26/29, Kasas 28/4,38, Naziât 79/20-24 bkz.) âyeti celilelerinde bildirilen ilâhlık iddiasına kalkıştı!
Aklını şerre kullandı bunu tercih etti ve tercihini de ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL tecellî ettirdi...
Resim --- "Fe kale enâ Rabbikumu'l-a'lâ: Ben sizin yüce RABB'iniz değilmiyim!" (Naziât 79/24) diyerek halkedilişteki "Belâ!" sözünü, Ahdullah'ı inkâr etti!
İlâhlığını ilân edip bu hususta İblisin de altına düşüp varlığın en esfeline indi gitti...

Resim --- "Onları (Firavun ve yandaşlarını) ateşe çağıranların imâmı kıldık!" (Kasas 28/41) buyurularak, İblisin ihânet ve hile esfeline düşmüştür. Kulluk kemâlâtı oyununda bâtılın ve şerrin baş rol oyuncusu olan İblis de netice olarak bir yaratıktır.
Hâliyle RABB'imizden korkar...
Onun derdi ve hasedi âdemoğluyladır...
Resim --- "Tıpkı şeytânın meselesi gibi ki insana: "inkâr et!" dedi de inkâr edince: "ben senden uzağım; çünkü ben âlemlerin RABB'i olan ALLAH'tan korkarım" dedi. (Haşr 59/16)

İnsan, ebedî hayat tercihini yaparken aklını, ilâhî vahiyle (nakl) kemâlâta (rüşde) erdirip, Hakk'a inanıp hayrı işlemekte kullanmalıdır.
Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Habibi Edibi (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendileri için akıllanmalarına sebeb olacak kalbleri, işitmelerine sebeb olacak kulakları olsun... Çünkü gerçek şudur ki gözler körelmez, ancak sinelerdeki kalbler kör olur..." (Hacc 22/46)

Kafa gözü basar, Kâinât Kur'ân-ı Kerîm'ini akılla okurken;
Kalb gözü (basîret) hak gerçeğini nakle kavuşan akılla algılar...

Aklın mektebi: Sanatkârın sanatı, Nakkaşın nakışı ve Sahibinin şâhidi olan kâinâttır...
Aklın Kitabı: Kur'ân-ı Kerîmdir.
Aklın Öğretmenleri: Peygamberler (aleyhi's-selâm) ve
Aklın Başöğretmeni : Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.

İslâm akıl dinidir...
İlâhî, naklî ve ledûnî ilimle yetişip, pişip, rüşdüne ulaşıp ve aşk kemâline eren akıldır bahsedilen...
Kendi aklını kaybetmiş ham akıl değil elbete...

İslâm; tüm ilâhî ve Kur'ânî hükümleriyle Muhammedî yorum, prensib ve tatbikatta olgun aklı (akl-ı selimi) muhatab kabul eder... hedef seçer...

İslâm, aklı: Âfâk (dış) ve enfüste (iç) imânî işâretleri görmeye, hidâyete ait delilleri düşünüp şuûr etmeye; acemilik, ahmaklık ve din dışı ananevî alışkanlık esâretinden, sapık şehvetin (her türlü aşırı istek hırs ve tamah) mahkûmiyetinden kurtarmayı amaçlar.
Karnın (mide) haramdan, kalbin yalandan korunması için inzâr eder (uyarır), helâl ve doğruya çağırıp tebşir eder (hakkı ve hayrı müjdeler).

Dini; yalnız ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e has kılarak, ihlâs ve rıza sınırının ârifi olarak kulluk yapabilmek ancak akl-ı selimle mümkündür.
A'râf 7/29-Yûnus 10/22-Ankebut 29/65-Lokman 31/32-Zümer 39/2,11,14-Mü'min 40/14,65-Beyyine 98/5 gibi âyeti celileler Muhammedîleri;
İlmullah,
Haşyetullah,
Muhabbetullah ve
Rızaullah Tevhidine çağırıyor...
Akl-ı selimi, ihlâs ve rıza sıratına çağırıyor..

Resim


Şehvet (tamah, hırs, gazab, kin öfke); ifrat ve tefritte yanlışa, gazaba, kan dökmeye götürür. Şehvet, itidalle kullanıldığında ise yaşama arzusu ve sebebidir. Akıl, hikmete götürür.
Hikmet ise İlmullaha, Haşyetullaha, Muhabbetullaha, Rızaullaha kısacası Mârifetullaha götürür.

İslâm, ilâhî hükümlerin içeriği olan hikmeti, anlamayı akla yükler. Anlatmaya çalışır.
Anlatmadan ve anlamadan zorlamaz.
Aklının kapasitesi dışında yük yüklemez. (Bakara 2/286; En'âm 6/152; A'râf 7/42 âyetlerine bkz.)

Resim --- "(Resûlum!) De ki: buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Yapmacık davranan (mütekellifinlerden de) değilim..." (Sad 38/86)
Mütekellif: tekellüf eden, külfetli ve zahmetli bir iş tutan ve teklif eden.

Külfetsiz teklif ise Kur'ân-ı Kerîm'de:
1- Tevhid (ikrâr-tasdik)
2- Hakk (celle celâluhu)'yu tenzih-takdis
3- Hakkı (celle celâluhu) ilim-kudret-hikmet-rahmetle vasıflandırma.
4- Ortaksız ve zıdsız bilme ve inanma.
5- Başka ilâhsız olma
6- Ruha saygı
7- Kıyâmet ve haşra imân
8- Mâsivâdan yüz çevirip Mevlâmıza yönelim v.d. gibidir.

Nasıl ki insanoğlu, en uçtaki letâif olan bedeni bülûğa, yâni rüşde erince "kız mıdır-erkek midir?" bilince ilâhî hükümleri icrâ' etmekten kesin sorumlu ise, ham aklın da yetiştirilip rüdşüne erdirilmesi ve korunması mecburîdir.
Akl-ı selim hâline getirilmesinde; ana-baba ve her müslümana görevler taksim edilmiştir.
Aklın aşka dönüşmesinde...

Biz, bazı şeyler söylüyoruz; ancak, anlayışsız kafalar hemence reddetmesin, iyice dinleyip iyice düşünsün...
Kendisi için düşünsün...
1- Yeni doğmuş bebek,
2- 18 yaşında rüşdüne ermiş delikanlı,
3- 40 yaşında imânını amele dönüştürmüş kâmil,
4- 80 yaşında mütekâmil tahkik tevhid ehli cihâna "elvedâ" diyen pîr-i fâni ve yolcu...

Kimdir bu 4 kademedeki 4 insan?
Hepsi de sensin...
Kemâlâtın sırrını yakalayamazsak, 4 kişi arar dururuz ve kişinin gerçek tevhidini asla bulamayız...
Kuru kuruya lâf tokuştururuz, maâzallah...

Elbette bebeğe ana sütü helâl, gayrisi haramdır...
1 yaşında çorba helâl, katı ve bilemediği zararlı her şey haramdır...
3 yaşında sıvı, katı her şey helâl ancak; çoçuk aklı, zemzemi-zehiri bilmez de onun için analarımız 24 saat durmadan ve merhametle bir saniye bile gözden ayırmazlar...

Musa (aleyhi's-selâm)'ın kekemeliğine sebeb diye anlatılır ya...
Küllî şeye kadîr olan Mevlâm...
Düşmanına Dostunu büyüttürürken Musa (aleyhi's-selâm), 1 yaşında Firavun'un kucağında oynarken sakalını avuçlayıp çekip yolmuş.
Firavun düşünmüş:
"Bu ufacık bebekte bu güç nasıl olabilir, bir avuç sakalımı sıyırdı indirdi?
Sakın bu, tacımı tahtımı târümâr edecek İsrâilli oğlan çocuğu olmasın!
" diye...
Sonunda ihtimâle fırsat vermemek için öldürülmesini emredince: Firavun'un karısı; gizli mü'min, çileler cevheri Asiye, kocasına:
"Bu bir tıfıldır, nerden bilsin tacını tahtını?" der.
Firavun ise, deneyelim görelim:
"Bir mangal kor ateşi ile bir çuval altını yanyana koyunuz...
Aklı gerçekten tıfılsa ateşi alır.
Rüşde ermiş ilâhî ve mu'cizevî ise altını tercih eder!" der...
Getirilir.
Musa (aleyhi's-selâm) sağ eliyle kızıl kordan bir parça alıp ilâhî şehâdet şekerini ağzına atınca dili yanar ve kekeme kalır...
Kurtaran kurtarır Musa (aleyhi's-selâm)'ı...
Bu aldığı nar ise, sağ elinde Beyza Nuru ve dilinde Tevrat tevhidi olmuştur...
Firavun sırf aklıyla mahvolmuş, Musa (aleyhi's-selâm), akıl ve nakl tevhidiyle mübârek Musa (aleyhi's-selâm) olmuştur.

İşimize dönelim...

18 yaşında delikanlının sözlerini, fiillerini, ahlâkını ve hâllerini hatırlıyormusun azîz kardeşim?
40 yaşı da geldi geçti... 65'de bitti...
Kemâlât yolculuğu bitmedi...
Ham akıl da tıpkı böyledir...
Nasıl ki 18 yaşındaki delikanlıyı 40 yaşına çekersek ya da 60 yaşındaki insanı 6 yaşına indirirsek zulüm olursa...
18 yaşındasın ama 40 yaşının özellik ve güzellikleriyle mecbursun dersek, 22 yıllık kaderine yazık olur ve hayatından o bölüm silinir...
Yine 70'lik bir dede; 7'lik bir torun gibi söyler, iş yapar, ahlâk ve hâl ortaya koyarsa, bu "sakallı dede bebe"nin hâline kim yanmaz...

Ondandır ki islâm; ham aklı, tekemmülle selim akıl yapmak için:

1-Şerîatte: âyet ve hadisle (sözle, hükümle) terbiye eder. Terbiye edilmiş akıl terbiyeli akıl olur...

2-Tarikatte: hikmetle (sohbetle, sünnetle), tecziye ve tezkiye edip temizler ki temizlenmiş, tezkiyeli akıl olur...

3-Mârifette: kudretle (zevkle, ahlâkla), tasfiye eder, akla karışmış akıl rengi ve hâlini almış alışkanlıklardan arıtır, tasfiye eder. Saf akıl... Selim akıl, tasfiyeli akıl...

4-Hakikatte: vahdetle (hazla, hâlle) tecliye edilip cilâlanmış mâsivâ işinden âri ve ilâhî akıl, aslına rücû' etmiş tecliyeli akıl...


Bu hususu biraz daha açalım ve açıklayalım:

1-İLİM'in esas olduğu bedensel âlemdeki terbiyeli aklın iş görebileceği şerîat âleminde "Ben!" vardır...
Herşey "Ben" le başlar, "Ben" le biter...
Sıfırdan sonsuza kadar hep Ben! Ben! Bir tek can vardır, o da benimkidir...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLdahi "şöyle yaparsan, seni cennete sokacağım; şöyle yaparsan, seni cehenneme atacağım" buyurur...
Şerîat âleminde böyledir bu, istediğin kadar genişlet...

2-İRÂDE'nin esas olduğu nefissel âlemdeki tezkiyeli aklın iş görebileceği tarikat âleminde Pîr (kaddasallahu sırrıhu) vardır.
Pîr komutandır...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in zikir ve sohbet mîrâsına gerçekten vâris olmuş sözü, fiili, ahlâkı ve hâlleriyle sırf ve saff Muhammedî olan Ehlullah, Velîyullah ve Kâmil mürşid olan Pîr; "Ben! Ben!" deyip dört nala giden öğretim ve eğitim vermekte olduğu öğrencisine: "Dur yolcu! Sen kimsin? Kendini ve RABB'ini bilir misin? Nerden nereye yolculuk! Çırılçıplak girip çıktığın bu saha, imkânla imtihân yeridir...
Hele bir soluklan ve dinle tebliğ-i Muhammedîyeyi! Enfüste (iç) şah damarından yakın olan kim? (Kaf 50/16 bkz.) Âfâkta (dış) küllî şey'i yutan kim (Nisâ 4/126 bkz.) ve sen kimsin? Ortak mısınız?"
Muhammedî sohbetinin sonunda ise: "Ben!"ler "Biz"e dönüşür...
"Bizim, bize, bizi, bizde, bizden!" başlar...
Sen, ben, o, biz…
Biz hepimiz Muhammedîyiz iksirini içirir....
Pîr, Muhammedî oluş şuûruna bizi akıtan ark (kanal) dır...
Hakkın ve hayrın hasbî ve habibî hizmetçisidir.

3-İDRAK'in esas olduğu kalbî (gönülsel) âlemdeki tasfiyeli aklın iş görebileceği mârifet âleminde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzâtîhidir...
Söz ve sohbet kaynağından zevkedilir...
Neticede Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dahi: "biz, biz! yoktur, O'ndan (celle celâluhu) başka!" buyurarak söze sığmayan bu âlemden, hâl âlemi olan "sırru'l-sır âlemi"ne isâl eder...
Bu fakîr hep: "Yâ RABB'i, bu kıtmir Kul İhvânî'ni, sevgilin ve sevgilisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbinde cennetine sok!" diye dua ederim...
Daha doğrusu: "...Bizi!" diye dua ederim...

4-İŞTİRAK'in esas olduğu Ruhi âlemdeki tecliyeli akıl (ki rüşdüne erince ve kemâlât bulunca AŞK adını almıştı) iş görebileceği hakikat âleminin hâllerini; "Diyen bilmez, bilen demez." orası bizzât yaşanır!
Herkes RABB'ısıyla başbaşa, parmak izi gibi şahsına mahsus ihsânına kavuşur. Orada, halkedilenlerden kimse yoktur...
Mahlûkat açısından sonsuz sükût-sûkün ve gark oluş vardır...
Bizim için Muhammedî mahviyyet sahasıdır...

Bir tas tulû'at içelim, nefeslenelim...

DE, DOST...

Resûlullah AHD-ü-Kavlî
Sana sünneti a'mâli
Âhlâkı ile ahvâli
HAK'tan hazır hidâyettir...

Resim

RABB'ba rücû-ürûc mi'râcı
Nur-u MUHAMMED sirâcı
Âşıklara TEVHİD tâcı
Lûtf-û-ihsân letâfettir...

Resim

"Sevgili sence!." güzelim
"Sevenler!." Bence, güzelim
RABB'bından önce güzelim
"Kendin bilmek" kerâmettir...

Resim

Huzur bul Hâl-i Hâzır'a
Özün aç "her an Nâzır"a
ARİFlerin kalbi "HIRA"
Darü's-Selâm selâmettir...

Resim

İHVÂNÎ'm EHL-İ BEYT ile
RESÛLULLAH yolu çile
Evvel-Âhir ALLAH bile
Bâtın-Zâhir, Zerâfettir...



ZEVK - 2086

"Aklımız-parmak izimiz-el yazımız", cihânda tek
Öze giden izlerimiz, kendimizi bilir isek
Tebliğ-Tevhid-Tenzir-Tebşir, aşk bahçesinde yetişir...
Halkı Üzmez-Üzülmezsek, Sever isek Sevilirsek...



HAYY HAKK

Muhabbet çile, bazı DOST
"BİRLİK BAZARI"n razı DOST
Sevilenlerin nazı DOST
Sevenlerin niyâzıyım...

Resim

Şarktan Garba ulaşırım
Bir nefeste dolaşırım
ARZ'dan ARŞ'a "AŞK" taşırım
ÂŞIK'ların avâzıyım...

Resim

CAN'a Cennet kucağıyım
"Olur!-Olmaz!" ocağıyım
Kızılkor'un sıcağıyım
Zemherinin ayazıyım...

Resim

Toprağın "TEVHİD ÖZÜ"yüm
Ateşin "IŞIK GÖZÜ"yüm
Rüzgârın esrâr sözüyüm
Suyun yüzünde yazıyım...

Resim

İHVÂNÎ'm eli zilliyim
"MUHİT"im "MERKEZ MİL"liyim
Yedi tel yedi dilliyim
SEVDÂ SULTÂNI'n sazıyım...



Azîz kardeşim,biliyorsun ki biz, sahibimizin dört tekerlikli aşk arabası ile seyyar satıcısı; tevhid dellâlı, rüzgâr gibi yersiz, yurtsuz ve garip âşığı, bilye gibi baş ayaksız ve çırılçıplak âciz, fakîr, zelil ve âlîl kulu ve ezelî-ebedî aşk kervanının kıtmir köpeği Kul İhvânîyiz!...
Nefsin ve şeytânın benlik davasından merhameti sonsuz olan RABB’ımıza sığınıyorum!..
Bu şiir ve zevkleri, esâsında yazan kişi, anlayan kişidir...
Bana yüklenirse ve ben sahib çıkarsam; ALLAH korusun, çökerim ve ezilirim...
Biz, hepimiz herc-ü-merc olmuşuz, Dost Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e derc olmuşuz. Biz Muhammedîyiz!...
Bendeniz fakîr kardeşin; çok önemli, ama sıkıcı (akıcı olmayan) kitâblar okudum...
Maksadımız akıcı ve anlatıcı bir yol izlemektir...

Tekrar konumuza dönersek: Ham akıl, fıtratındaki yasaklara meyli ve hayatın sürebilmesi için şart olan, bencillik ve benlik melekesinden dolayı, kendi hoşuna gideni hayr ya da şer demeden elde etmeye çalışır.
Ve onu hemence kabul eder. Bu nedenle de esas itibâriyle, haddi zâtında kitâbın yarısına inanıp yarısına bilerek-bilmeyerek, isteyerek-istemeyerek inanmıyormuş durumuna düşer...
İlâhî-risalî tevhid tebliğini duymada (imân) ve uymada (amel); inkâr ile kâfir, ikrâr ile mü’min olur...
İlâhî hüküm hak ve isabetli iken, ham aklın “benlik hükmü” değildir. Şehvet (benlikçi, aşırı ve azgın istekleri), hırs, tamah, gazab, kin, kibir ve hepsinin anası olan hased hastalığı tedâvi edilmezse hakka, bâtılı giydirir ve İblis’e uşak olur Allah korusun!...
Zâten İblis de telbis, elbiseden gelir.
İblis; Hakka bâtıl elbisesini, hasedi ve dolayısıyla kibri yüzünden giydirenlerin ilki ve imâmıdır.

Aklın tekemmülünde: aklı yoldan çeldirici, sırât-ı müstakîmden saptırıcıları iyi bilmeliyiz, tanıyıp tedbir almalıyız:
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

2. BÖLÜM: Akıl

2.2. AKLIN ÇELDİRİCİLERİ

Latif YILDIZ



2.2.1. Maddî Olarak, Harama Tamah Ve Hırs

Helâl dâiresini bırakıp, harama hırs ve tamah edince, maddesi (dış âlemi) şaşar.
Bunun lâmı cimi yoktur.
Bir aylık bir bebeğe; her gün bir çay kaşığı rakı içirsen, bir aya varmaz alkolik olur...
Sünnetullah ki sistemi kuran Subhan ALLAH (celle celâluhu)'nun tavrı ve tarzı bu minvâl üzeredir.
Haramda hayır yoktur.
Hayır da olmaz, ikrâm da olmaz ve daha doğrusu hiç bir şey olmaz.
Lânetlenmiş faizle mazlum halkı soyup soğana çevirip, haramı helâl gören ve tevbe alıp tevbe veren hokkabaz hâinlerin kulakları çınlasın!
Maksadımız onları taşlamak değil de Ümmet-i Muhammedî ellerinden kurtarıp Resûlümüz Efendimiz olan Mürşid-i Mutlak Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ravzasına Rızaullah için çağrıdır...



2.2.2. Mânevî Olarak Yalan

Hased kökünden türer...
Hased anasından doğar...
Hızla ürer...
Tüm letâifleri işgal eder ve tesirsiz hâle getirir...
Şirkin şirk olmasının sebebi yalan olmasındandır.
Hased; Allah'dan başka tüm mâsivâyı, aşırı istekleri ve şevheti temin için yalanı doğrurur.
Yerine getirilemeyen şehvetler gazabı, gazab kini, kin ise artık neler doğurur neler... Muhabbetin ve merhametin kökünü kazır...
Muhammedî sırât-ı müstakîmi yok eder...
Gözsüz, kulaksız ve kalbsiz bir canavar hâline getirir.
En kudsî emânet olan aklı; ezelî ve ebedî düşmanı, yalancıların ve hasedçilerin başı olan İblise peşkeş çektirir...
Bu ise değil kâr, ana malı da kediye yükletir....
Hüsrandır!

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hasedden sakının, çünkü ateş odunu nasıl yerse hased de iyilikleri öyle yer." buyurdu.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan; Ebu Davud; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1507/ 1276)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Üç şey vardı ki bir kimse âzâde (serbest) kalamaz bunlar: uğursuz sayma, zann ve hased!" buyrunca: "Bunlardan kurtuluşa çare nedir? Ya Resûlullah" denildi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Uğursuz sayarsan bir daha yapma, zannda bulunursan tahakkuk ettirme, hasedlik çekersen (nimetin elden gitmesini) dileme!" buyurmuştur.
(Abdurrezzak'dan merfuen; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 316)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hased ancak iki kişi hakkında caizdir: (biri) ALLAH Kendisine Kur'ân ihsan edip de gece - gündüz onunla meşgul olan ve (diğeri) ALLAH Kendisine mal verip de gece - gündüz ondan infakta bulunan kimsedir." buyurdu.
(Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu)'dan; Buharî; Müslim)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İki özellik vardır ki mü'minde huy hâline gelmez, bunlar hiyânet ve yalandır."
(İ. Ahmed V/252)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yalandan sakınınız; çünkü yalan fücur ile beraberdir. Bunların ikisi de cehennemdedir." buyurdu.
(İbni Hibban, Sahih'inde)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cehennemliklerin ameli nedir?" diye soran kimseye: "Yalan söylemektir; çünkü kul yalan söyleyince hak yoldan sapar, saptı mı küfreder, küfrettiği zaman da cehenneme girer!" buyurdu. (İmam Ahmed b. Hanbel) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Münâfığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vaad ederse döner, emniyet olunursa hıyanet eder." buyurdu.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan;Buharî; Müslim;; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1513/1281)

Resim --- Ebu Bekre (radiyallahu anhu): Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dikkat edin size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Asahab: "Bilakis söyle." dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'a şirk koşmak, ana - babaya isyan etmektir." buyurdu ve oturdu. (daha evvel) yaslanmıştı. Sonra: "Dikkat edin! Bir de yalan söylemektir!" buyurdu. Bunu o kadar tekrar etti durdu ki biz keşke sukut etse dedik.
(Buharî; Müslim;; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1432/1205)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Âdemoğlu ihtiyarlar; fakat onun iki şeyi genç kalır: mala tamâ'ı, yaşama hırsı." buyurdu.
(Enes (ra) dan Müslim, Zekât 115 (1047)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İhtiyarın kalbi, iki şeyi sevme hususunda gençtir.Çok yaşama ve mal sevgisinde." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra) dan Müslim, Zekât 114)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Zenginlik mal çokluğundan ibâret değildir. Zenginlik gönül zenginliği (gına'n-nefs) dir." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra) dan Müslim, Zekât 120(1051); Buhârî, Rikak; Tirmizî, Zühd)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve ALLAH'ın kendisine verdiği ile kanâat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur" buyurdu.
(Abdullah b. Amr b. As (ra) dan Müslim, Zekât 125 (1054)


2.2.3. İblis İse İlginç Bir İmtihan Aracıdır


Tasavvuf sisteminde değişmez iki önder vardır.
Birisi hakkın ve hayrın imâmı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), diğeri de bâtılın ve şerrin lideri İblisdir.
İkisi de, işlerinin başındadır...
İkisi de, çağrılarına elân devâm etmektedirler.
İkisinin de ins ve cinden yandaşları ve yardımcıları vardır.
Bu kıyas değil de hâşâ, zıdların zevkini izâh tarzıdır.
Doğru anlamazsak, doğruyu bulamayız, doğru olamayız ve doğruyu yaşayamayız....
İblis: El iblâs: şaşkınlık ve sapıklık içinde ümid kesme.
El İblis: ümidsizliğin ta kendisi, vesveseci ve şüphe vericidir.
Vesvesesini, dıştan sokuşturmaya, içten üfürmeye izinlidir.
İşlerini ise bedensiz oluşundan dolayı insandan dostlarına işletir...

Şeytânîleşen insan uşaklarını kullanır!
İnsan için, hakkın ve hayrın dâvetçisi; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), melek ve aklî kuvvet (nüve)'tir.
Bâtılın ve şerrin dâvetçisi ise İblis, şeytânları, şehevî (iştah) ve gazabî kuvvettir.
Şeytân: insanı, saptırmak, kuruntu ve vesvese vermek, Allah'dan gayrı ilâhlar edinmek, Allah (celle celâluhu)'nun yarattığını ve hükümlerini değiştirmek ve kısıcası sırât-ı müstakîm (i'tidal) üzerinde ilerleyen müslimi, mü'mini sağdan gelerek ifrata (riyâ), soldan gelerek tefrite (mühimsememe) saptırmakla görevlidir!

"İnsanın bu amansız düşmanı şeytan nerede bulunur acaba?" diyorsan;
Hasan-ı Basri (kaddasallahu sırrıhu): "Kötülüklere (bâtıla ve şerre) arzu duyduğun yer şeytânın yeridir." buyurmuştur.
"RABB'isi katında kıymetli iken neden bu hâllere düştü?" dersen; nassa (kesin olan ilâhî hükme) kıyas ile karşı koymuştur. (A'râf 7/12-13 bkz.) :

Secde et Ben hayırlıyım lânetlendin, alçaklardansın.
(Nass) .......... (Kıyas) .......... (Sonuç)

İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız kıyas şeytânın işi ve mesleğidir.
Çünkü, Muhammedî değildir!

İlâhî Nass: lâfzen bir tek mânâyı anlatıp ve başka mânâ anlatması imkansız olan açık seçik ilâhî hükümdür.

İblisin küfrü: sadece cehlî değil inadîdir.
İblis: "Âdem (aleyhi's-selâm)'ı (karanlık sûflî, kesif, ağır, soğuk, yaş, cevhere uzak, pasif, etkilenen) topraktan yarattın. Beni ise: (nurlu, ulvî, lâtif, hafif, kuru, hararetli, gökler cevherine yakın ve onlarla bitişik, aktif, tesirli ve etken) ateşten yarattın! O hâlde, ben şerefliyim!" deyip Âdem (aleyhi's-selâm)'ın kemâlâtına (imtihan) hasedlenip kıyasa kalkışıp itâatten isyâna atlayınca hakktan ve hayırdan, bâtıl ve şerre kovuldu! (A'râf 7/11-18 bkz.)

Şu işe şaşarım ki: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ile; çamurdan yaratılan Musa (aleyhi's-selâm) kelâm etti, izzet ve ikrâmla şereflendi! (Tâhâ 20/13,41 bkz.)
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ile; ateşten yaratılan İblis de kelâm etti, zillet ve recm (rahmetten kovulmak) ile şerefini kaybetti. (A'râf 7/11-18 bkz.)

Âdem (aleyhi's-selâm)'a ve zürriyetine yapılan ikrâma hased eden şeytân insanın ilâhî mizacını (aklî dengesini) bozabilmek için insan fıtratında olan şehvet, gazab (buğz,öfke), tamah ve hırs kapılarından sızarak hevâ ve hevesin peşine düşürdüğü nefsi avlamak ister!
Eğer nefs ayıkır da Ahdullahı hatırlarsa (Yâsîn 36/60 bkz.) zikir, fikir ve zühd ile kurtulabilir...

Bu konular o kadar geniş ki her birisi için ciltlerce kitab yazılabilir.
Ancak biz önemli hususlara göz atıp geçeceğiz...

Nasıl ki hakkın ve hayrın mükerrem müezzini Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bizzât kendisi merhamet ve âlemlere rahmet ise (Tevbe 9/61-128-Enbiyâ 21/107-Kasas 28/46-Duhân 44/6 bkz.), İblis de bizzâtîhi merhametsizliğin ta kendisidir.
Fıtratı böyledir, asla merhamet etmez ve: "yeter artık yazık buna!" demez ve diyemez de...

Şeytân, imtihan aracı olarak halk edilmiştir...:

Resim --- "Hâlbuki şeytânın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu (hâkimiyet gücü,sultası) yoktur. Ancak âhirete inananı şüphe içinde kalandan ayırd edip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik) RABB'im gerçekten her şeyi koruyup gözetendir." (Sebe' 34/21)

Şeytânın hasedi, kendisini Rahmetullah'dan çıkarıp lânete mustehâk kılmıştır:
Resim --- "... Ben, çamurdan yarattığın birisine secde mi ederim?" (İsrâ 17/61)

Resim --- "Dedi ki: şu benden üstün (keremli) kıldığına bir bak; yemin ederim ki eğer beni kıyâmete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!" (İsrâ 17/62)

Resim --- "(ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL) buyurdu ki: "Git! onlardan kim sana uyarsa, iyi bilsin ki hepinizin cezâsı cehennemdir. Hem de mükemmel (tam) bir cezâ!" (İsrâ 17/63)

Resim --- "Onlardan gücünün yettiğini sesinle (dâvetinle) yerinden oynat; suvarilerin ve piyadelerinle üzerlerine bas gürültüyü (yaygaraya boğ) ! Mallarına ve evlâdlarına ortak ol, ve onlara va'dlerde bulun! Fakat şeytân onlara aldatmaktan (gurûr) başka bir şey va'dedemez!" (İsrâ 17/64)

Resim --- "Doğrusu benim (ihlâslı) kullarım yok mu, senin onlar üzerinde hiçbir saltanatın yoktur! Vekil olarak RABB'in yeter!" (İsrâ 17/65)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in secde emrine uymayan (A'râf 7/11 bkz.) İblis, hasedinden dolayı RABB'ısına kafa tutmuştur...

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Sana emrettiğim hâlde secde etmene ne mâni' oldu?" dedi. "Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan" dedi. (A'râf 7/12)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Hemen in oradan, orada büyüklük taslamak ne haddine, haydi çık; çünkü sen alçaklardansın" buyurdu. (A'râf 7/13)

Resim --- İblis: "Dirilip kaldırılacakları güne kadar bana mühlet ver!"dedi. (A'râf 7/14)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Haydi, mühlet verilenlerdensin." buyurdu. (A'râf 7/15)

Resim --- İblis: "Öyle ise andolsun ki beni azdırmana karşılık ben de onları saptırmakiçin her hâlde senin doğru yoluna oturacağım." (A'râf 7/16)

Resim --- "Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından (dört yönden) sokulacağım. Sen de çoğunu şükredici bulmayacaksın" dedi. (A'râf 7/17)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Çık oradan, yerilmiş kovulmuş olarak! Andolsun ki onlardan kim sana uyarsa, kesinlikle cehennemi tamamen sizinle dolduracağım." (A'râf 7/18)

Resim --- Âdem atamıza (aleyhi's-selâm) ve Havva anamıza vesvese vererek: "Ve: "Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim (öğüt verenlerdenim)" diye ikisine de yemin etti..." (A'râf 7/21)

Resim --- "Bu şekilde onları hile ile aldattı...." (A'râf 7/22)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL "....Biz o şeytânları imâna gelmeyenlerin dostları kıldık." (A'râf 7/27)

Hicr 17/28-43 arasındaki âyetlerde; İblisin secdeden kaçınması, hasedi, kovulup lânetlenmesi, mühlet verilmesi insanları azdırmak için yeryüzünde insanlar için tezyînat yapıp süslü göstereceğine ve muhlisler hariç, hepisini azdıracağına, yemin etmesi. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in ise İblis'in kendisine uyan azgınlardan başkasına bir şey yapamayacağı ve sonunda gidecekleri yerin cehennem olacağını bildirdiği anlatılır.
Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL insanoğluna İbrâhim (aleyhi's-selâm) diliyle "Babacığım şeytâna tapma; çünkü şeytân, esirgeyen ALLAH'a isyân etti!" (Meryem 19/44)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Ey Âdem oğulları, Ben size şeytâna kulluk etmeyin (tapmayın); o, size açık bir düşmandır, diye and vermedim mi?" (Yâsîn 36/60)

Sad 38/71-85 âyeti celileleri İblisin hased, kibir, inad ve israr işlerini anlatır...

Resim --- Hadid 57/14 âyetinde âhirette mü'minler, Münâfıklara ".... o çok aldatıcı (Şeytân) sizi ALLAH hakkında bile aldattı. Nihâyet Allah'ın emri geldi çattı!"

Resim --- Lokman 31/33 âyeti sonunda: "..... O hâlde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o mağrur (şeytân) sizi ALLAH'a güvendirmesin. (affına güvendirip cehenneme sürüklemesin)..."

Resim --- Fâtır 35/5 âyeti sonunda: "... Sakın o dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldatıcı şeytân, sizi Allah'a karşı aldatmasın!"
Âyet(Kaddasallahu sırrıhu)-i celilede geçen billahi: ALLAH hususunda, ALLAH ile, ALLAH diye diye! (riyâ, tembellik v.s. ile)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Şeytân kendilerini istîlâ' etmiş ve kendilerine Allah düşüncesini (Zikrullahı) unutturmuştur. İşte onlar şeytânın yandaşlarıdır. Uyanık ol ki şeytânın yandaşları hep hüsrandadır!" (Mücâdele 58/19)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "ALLAH'a ve peygamberine hudud yarışına (yeni sınırlar çizmeye) kalkışanlar en alçaklar içindedir!" (Mücâdele 58/20)

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: (Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki insana, inkâr et (küfret!) der. İnsan inkâr edince de: "Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB'i olan ALLAH'tan korkarım." der. (Haşr 59/16)

Resim --- ".... (Şeytân): Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben ALLAH'tan korkarım. Öyle ya Allah'ın cezâlandırması çok şiddetlidir..." dedi. (Enfal 8/48)

Bütün bu ağır ikâzlara (uyarılara) rağmen insanoğlunun acı durumunu ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL şöyle ilân buyuruyor:
Resim --- "Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahmini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular!" (Sebe' 34/20)

İblisin çeldirisinden kurtulabilmek için ise:
Resim --- "Ve deki: RABB'im! Şeytânın kışkırtmalarından (dürtüştürmelerinden) sana sığınırım!" (Mü'minun 23/97 ve Fussilet 91/36 âyeti de bu mânâdadır.)

Resim --- (De ki:) "Huzuruma gelmelerinden (yanımda bulunmalarından) de sana sığınırım. RABB'im!" (Mü'minun 23/98)

Resim --- Aişe (ra) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü. Geri gelince hâlimi anladı ve: "Kıskandın mı yoksa?" dedi. Ben de: "Evet! Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sana yine şeytan gelmiş olmalı!" dedi. Ben de: "Benimle şeytan mı var?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeytanı olmayan kimse yoktur." dedi. Ben de: "Seninle de var mı?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evet, ancak ona karşı ALLAH (celle celâluhu) yardımcı oldu da müslüman oldu!" buyurdu.(Müslim, Münâfikûn 70-2815; Nesâî, İşâretü'n-Nisâ 4-7,729)
Resim ---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeytân insanın kurdudur. O, tıpkı sürüden ayrılıp uzaklaşan koyunu kapan kurt gibidir. Onun için cemâatten (birlikten), ülfetten (birbirinizi sevmekten), toplu yaşamaktan (umumî birlik) ve mescidlerden ayrılmayın. Sakın parçalara (şubelere) bölünmeyin!" buyurmuştur.
(Muaz (radiyallahu anhu)'dan; İmâm Ahmed, müsnedinde; Tabâranî, kebirinde)

Resim --- "Allah ve Resûlüne itâat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da devletiniz (gücünüz) gider. Bir de sabredin. Çünkü ALLAH sabredenlerle beraberdir." (Enfâl 8/46)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeytân insanoğlunun kalbine gelir. İnsan ALLAH'ı zikrettiğinde şeytân geri kaçar. İnsan ALLAH'ı unuttuğu zaman şeytân onun kalbini yutuverir..." buyurmuştur.
(Enes (radiyallahu anhu)'dan El hâkim)

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeytân, Âdemoğlunun kanının dolaştığı yerde (mecrâda) dolaşır." buyurmuştur.
(Enes (radiyallahu anhu)'dan; Buhârî, müslim, İmâm Ahmed, Ebu Dâvud rivâyet ettiler.)

Nice nice âyetler ve hadisler vardır bu konuda:
Şeytânın ve şeytânlaşmış hannasların şerrinden ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e sığınırız. Aklımızı, nefsimizi ve her şeyimizi korumasını dileriz... Âmin!

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Çünkü yer yüzünde debelenenlerin ALLAH katında en kötüsü (en şerlisi) gerçeği akıllarına koymayan (akletmeyen), o sağır ve dilsizlerdir." (Enfal 8/22)

Aklı hafife alanların, gerçeğin akılla anlaşılıp yaşanabileceğini akledemeyen sağırların ve dilsizlerin kulakları çınlasın!
Resim --- Hâlbuki: ".... Herkes kisbine (kazandıklarına) karşı bir rehindir." (Tûr 52/21)

Resim --- "Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şer (kötülük) ve hayırla (iyilik) deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz!" (Enbiyâ 21/35)

Resim --- "İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "imân ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?" (Ankebut 29/2)

Daha nice nice âyet-i kerîme ile sabittir ki aklı çeldiren, azdıran, saptıran ve neticede küfre kavuşturanların lideri İblistir, şeytânlardır!
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

2. BÖLÜM: Akıl

2.4. AKILLA İLGİLİ HADİSLER

Latif YILDIZ

Azîz kardeşim, akılla ilgili Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimizin pek çok hadis-i şerîfi bulunmaktadır.
Bazılarını teberrüken aktaralım:

Resim--- İbn-i Mes'ud (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Allah Tealâ Hazretleri aklı yarattığı zaman ona; "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti, o da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni nezdimde mahlûkatın en segilisi olana bindireceğim." buyurdu.
(Kütüb-i Sitte Ter.Şerh 1687)

İnsanoğlu dinini, nefsini, neslini, malını ve aklını yine aklıyla koruyabilir. İçki ile aklı giden kişilerin neler yaptığı hepimizin ma'lûmudur.
Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanı insan yapan akıldır, aklı olmayanın dini de yoktur" buyurmaktadır.
(Kenzü'l-Ummâl III/7033)

Dinin disiplin ve otoritesi; akıl ve akılla mümkün olan fikir, muhakeme, irade, idrak ve iştirakledir...
Resim--- Şeddad İbni Evs (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz de, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah'tan temennide bulunan kimsedir."
(Tirmizî Kıyâmet 26 (2461)

Resim--- İbni Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): (Bir bayram namazında kadınlara) "Ey kadınlar cemaatı! (Allah yolunda) sadakada bulunun, istiğfârı çok yapın, zîrâ ben, siz kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğini gördüm." buyurunca bir kadın: "Niçin cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor, neyimiz var?" dedi, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ağzınızdan kötü söz çıkıyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olanlar arasında, akıl sahibi erkeklere galebe çalan sizden başkasını görmedim!" buyurdu. O kadın: "Ey ALLAH'ın Rasülü! aklı ve dini eksik ne demek?" diye sorunca: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Aklı noksan tâbiri, iki kadının şâhidliğinin bir erkeğin şâhidliğine denk olmasını ifâde eder. Dinlerinin eksik olması, tâbiri de onların (hayız dönemlerinde) günlerce namaz kılmamalarını! Ramazan ayında oruç tutmamalarını ifâde eder." buyurdu.
(Buhârî 5 bl.de ve imân 21; Müslim, imân 32; Nesâî kûsüf 17; Muvatta küsüf 2)

Resim--- Şeddâd b. Evs'ten, Resûlullah'ın (sav) : "Akıllı kimse, nefsinin burnunu yere sürçen ve ölüm ötesi için çalışan kimsedir. Âciz kimse ise, nefsinin heva ve arzusuna uyan, Allah'tan da olmadık şeyleri uman kimsedir" dediği rivayet edilmiştir.
(Fethu'l-bârî 9/342; Müsned 4/124; Taberânî 7/338 (7141); Müstedrek 1/57 4/251. Şerku's-sünne 14/308; Taberânî, Sağtr 2/30. Beyhakî 3/369.)

Resim--- Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır”
(Tirmizî, Kıyâmet 25. Ayrıca bk. İbni Mace, Zühd 31.)

Resim--- İmran b. Hasin'den Rasûlullah: "En akıllı müminler kimlerdir?" diye sordu. Oradakiler:
"Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dediler. Rasûlullah: "En akıllı müminler ölümü en çok hatırlayanlar ve ona hazırlıkta bulunanlardır" dedi.
(İbn-i Hacer el-Askalanî, Metalibu Aliye, Tevhid Yayınları: 3/80/81.)

Resim--- Mihran'dan (r.a.) rivayetle:
“Allah bir millet hakkında hayır dilerse akıllı ve yumuşak huylularını idareci yapar. Aralarında âlimler hüküm verir. Cömertlerine de mal verir.
Allah bir millet hakkında şer dilerse, kötülerini idareci yapar. Aralarında câhiller hüküm verir. Cimrilerine de mal verir.
”
(Deylemî’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.)

Resim--- İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
“Allah'ın onlar sayesinde sana fayda vereceği birkaç hasleti öğreteyim mi? İlme sarıl! Çürîkü o mü'minin dostudur. Hilm yardımcısı, akıl rehberi, amel gözeticisi, şefkat babası, yumuşaklık kardeşi, sabır ise maddî ve manevî duyguların kumandanıdır.”
(Hakim’den.)

Resim--- Ebû Rezin (r.a.) rivayet ediyor:
“Salih müminin rüyası, peygamberliğin kırk parçasından bir parçasıdır. Sahibi anlatmadıkça rüya bir kuşun ayağına asılı vaziyettedir. Sahibi anlatınca düşer. Rüyayı ancak âlime, akıllı kimseye veya sevdiğin birine anlat.”
(Tirmizî, Rüya: 6; Müsned, 4:10.)

Resim--- İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
“İlme sarıl. Çünkü ilim mü'minin dostudur. Hilm onun veziridir. Akıl onun yol göstericisidir. Salih amel onun doğru yolda sabit kılıcıdır. Şefkatlilik babasıdır. Yumuşaklık kardeşidir. Sabır maddî ve manevî duygularının kumandanıdır."
(Hakim’den.)

Resim--- Kurra bin Ebl Hübeyre (r.a.) rivayet ediyor: “Kendisine akıl verilen kimse kurtuluşa ermiştir.”
(Beyhakî'nin Şüabü’l- İman.)

Resim--- Ebu'd-Derda (r.a.) Resâl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: “Az bir îlâhî tevfike mazhar olan, aklı çok olandan daha hayırlıdır. Dünyanın gayr-ı meşru işlerinde akıl zarar kaynağı, din işlerinde ise akıl sevinç kaynağıdır.”
(İbni Asakir’den.3775. [6:256, Hadîs No: 9158]

Resim--- Yesir el-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor: “Ahmakla dostluğu kes!”
(Beyhaki'nin Şüabü’l- İman.)

Resim--- İbnu Mes'ûd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkâtın en sevgilisi olana bindireceğim."
(Rezîn ilavesi.)

Resim--- Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l–barasi ve’l–cünûni ve’l–cüzâmi ve seyyii’l–eskâm: Allahım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm illetinden ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.”
(Ebû Dâvûd, Vitir 32. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 36.83- Bâb)

Resim---"(Akıllı ve olgun) mü'min bir yılan deliğinden iki kerre sokulmaz".
(Ahmed ibn Hanbel, İbn Hıbbân senediyle rivayet etmiştir.)

Resim---Kurre bin Hübeyre rivayet ediyor:
“Kendisine akıl nasib edilen kimse kurtuluşa ermiştir.”
(Buharî'nin Tarihi ve Beyhaki'nin Şüabü’l- İman'ından.)


Pek çok naklî nasslar bildirmektedir ki akıl ilk şarttır.
Aklın önemi, tanınması, öğretilip eğitilmesi, kullanılması ve korunması ise, hem kendimize: hem de ümmet-i Muhammed'e emânet edilmiştir.
Maddî-mânevî ilim akılla mümkündür.
Akılsızca alışkanlıklardan sadece yorgunluklar, gürültüler ve sonunda da hüsran kalır.
Câhilce sofuluk şeytâna maskaralıktır.
Herkes aklı kadar bilebilir, anlayabilir ve tatbikatını yaşayabilir.
Zâten de bu kadarından sorumludur...

Resim---İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Belimi iki kişi kırar: Şerefinin zedelenmesine aldırmayan âlim ve zâhid olan câhil!" buyurmuştur.
(Fahreddin er Razi cilt 2/479)

Antalya'da bir zaman bir müezzin vardı.
Asıp kesiyor ve tantana yapıyordu.
Halkın çoğunu küçük görüyor, hatta kendi topluluklarına gelmeyenlerin, son nefesinde tevhidinden korkuyordu...
Ama çok câhildi... Bir gün namaz bitti.
"Allahümme entes selâmü ve minke's-selâm... (ALLAH'ım! Sen selâmsın ve selâm sendendir)" dedi...
Namazdan hemen sonra yine aynı minvâl üzere konuşunca, yakasını topladım ve "biraz önce ne dedin?" dedim.
Mânâsını bilmiyordu...
"Sen ki 17 yıllık müezzinsin, mânâsını bilmeden günde 5 kez söylediğin kelimelerden hayâ etmiyor musun?" dedim.
Özür diledi...

Resim---ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Ra'd 13/28 âyeti celilesinde: "Bilesiniz ki kalbler ALLAH'ı anmakla huzur bulur..." buyurmakta...

RABB'isini (celle celâluhu) bilmek tanımak, emirlerini tutmak, yasaklarından kaçmak için yaklaşım (salât) yapması da farzdır..

Resim--- "Ey imân edenler! ALLAH'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile (yol) arayın!" (Mâide 5/35)

İnsan, gerekenleri (zikir, fikir, şükür, sabır v.d.) yaparsa aradığına ve çağırdığına kavuşur...
Kavuşan ve aradığını bulan, bulduğu ile bile iken çağırmaya ve aramaya devâm eder mi? Kavlî (sözle) olan "Eşhedü...."sü hâlî hâle dönüşmüşse şühûddur...
Söz, sükûttur artık...

Akıl ve anlamakla ilgili güzel bir örnek de Antalya'da yaşamakta olan Siirtli Hafız diye meşhur, hadis âlimi ve tasavvuf ehli Muhammed Sıddık Hekim Hazretlerinin anlattığıdır:
Abdülkadîr Geylânî (ks) hazretlerinin neslinden olan Muhammed Şeyhü'l-Hazîn (ö.t : hicri 1208) (kaddasallahu sırrıhu) ki "Hazîn" lakabını, çok hârika olan 12 beyitlik Salâvâtından dolayı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vermiştir.

Şeyhü'l-Hazîn hazretleri Şühûd hâlini anlatırken: "Tezdadü'z-zünûbi ve tenkise basîretü'l-kulûb" buyuruyor.
"Şühûd (buluşum-Hakk'a şâhid oluş) hâlinde hâlâ zikre devâm, kalbin basîretini inikas (yansıtma) ettirir.
Zünübü (bu makamda perdeyi) çoğaltır
" diyor.
Bu ise kâl (söz) işi olmayıp hâl işidir.
Gerisi lâfa çıkar.
Sonradan Şeyhü'l-Hazîn Hz.nin damadı ve hocası Molla Halil-i Meşhur'un da oğlu olan Molla Ömer, Şeyhü'l-Hazîn'in halifesi Hacı Yâsîn'e yukardaki âyeti celileyi (Rad 13/28)okuyup: "Kur'ân böyle buyururken senin Şeyhin olan Şeyhü'l-Hazîn neden "zikre devâm edilirse hem perdeler artar, hem de kalb basîretini azaltır." diyebiliyor?
Bu iş hafsalaya sığmıyor?
" der.
Hacı Yâsîn de "Olur efendim, olur hocam, sorarız, sana bir haber ulaştırırız!" der.
Molla Ömer uzaklaşıp giderken Haci Yâsîn'e himmet yetişip yâr olunca: "Molla Ömer!" diye bağırır.
Molla Ömer döner bakar ve "Ne var?" der.
Hacı Yâsîn daha gür "Molla Ömer!" deyince Molla Ömer kızararak: "Ne istiyorsun! (dalga mı geçiyorsun?)." der ve geri dönüp iyice yaklaşır.
Hacı Yâsîn tekrâr "Molla Ömer!" diye bağırınca;
Molla Ömer: "Fehmettim, fehmettim, fehmettim (anladım) Hacı Yâsîn!.." der. Ferâsetli ve zâhir ilim yüklü Molla Ömer, meseleyi hemen çözer.
Karşı karşıya kaldığını, çağırır mısın?
Sükût mu edersin?
Huzur hâlinde şühûda şâhid olan hâlâ çağırmaz!
Susar ve seyreder âcizâne zevk ve şiirlerde coştuğumuz ve koştuğumuz hedef burasıdır.

"Devrân Resim Seyrân Resim Cevlân ResimHayrân" budur.

Hayrân hâlinde serapa hayret ve dehşet vardır.
Aslında mütekellim (kelâm eden, konuşan,birinci şahıs) tektir.
Muhatab (kendisine konuşma yapılan, ikinci şahıs) ve gaib (konuşulurken orada olmayan veya olduğu hâlde gözükmeyen üçüncü şahıs) mütekellimde fenâ ve beka bulmuştur.
Çağrı uzaktakine yapılıyor. Kavuşan, kavuştuğunun adını söyler durur mu?
Aradığını bulan, aramaya devâm eder mi? Her yerde, her zaman, her hâlde olan aranır mı?
Mesele aklın akletmesi?
Aklın aklını başına toplaması...
Hamlıktan kurtulup kemâlâta ermesi (AŞK)...
Tırtıllık devresini tamamlayıp AŞK kelebeği olması...
Tevhid tohumu, deposu ve kaynağı olması...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in eşsiz âşıklarından olan ve Muhammedî vasfını hakkıyla yaşayan Subhî Sûfî Şeyhü'l-Hazîn (kaddasallahu sırrıhu)'in bu kasidesini teberrüken arzedip aklımın erebildiği, gönül gözümün görebildiği, daha doğrusu, becerebildiğim kadar tercümesini arzedeceğim...

ŞEYHÜ'l-HÂZİN (kaddasallahu sırrıhu)'NUN
KASİDESİ


Kubbetü cismi bünyânü
Tecellâ fihâ'r-Rahmânû
Metkûken sara sa'kânü
Ke Musa İbni İmrânü...

Resim

Kıftü cemi'a'l-akrâni
Bi hakkı sırrı'l-Kur'âni
Cembü yemîni aynâni
Bil vasfı nazzahatâni...

Resim

Cibtü yesari bahran
Beyne huma berzahun lâ yebgiyân
Meydanı sadri büstân
A'lâ min cenneti Adnân...

Resim

Tuyuri lehum cenâhani
Min nuri sırrı'l-Kur'âni
Sıran lehum tayârâni
İlâ likai'd-Deyyâni...

Resim

Tenfüzü min katri'l-imkani'
Tecûlü fi lâ mekani'
Bi hücceti ve sultâni
Bi menni fazli'l-Mennâni...

Resim

Lâ âşıka lâ sûkrâni
Mine'l-insi mine'l-cânni
Yuvâzînî fi'l-irfâni
Bi Nebîyyi âhiri'z-zamani...

Resim

Aleyhi salâtü'l-Hannâni
Ve'l-halku hatta'l-gılmâni
Adde zerrâti'l-imkani
Medâ'd-dühûrü ve'l-ezmâni...

Resim

Ya zâirine'l-ihvâni
Tûbâ lekûm bi'r-reyhâni
Ya münkirine'z-zamani
Hasret leküm bi'l-hüsrani...



ŞEYHÜ'l-HÂZİN (kaddasallahu sırrıhu)'nun
KASİDESİNİN TERCÜMESİ


1. Cismimin Kubbesi bir bina ki ona RAHMÂN (cc) tecellî etmiştir.
Sarsılarak bayılan İmran oğlu Musa (as) gibi...

Resim

2. Kur'ân'ın sırrı hakkı için (yemin ederim ki) bütün yaşıtlarıma (akranlarıma) üstün oldum. Sağ yanımda iki göz (kaynak) ki vasıfları (özellikleri) sürekli fışkırmak olan...

Resim

3. Sol yanımda iki deniz ki aralarında bir perde olup birbirine karışmaz... Sadrımın meydanı (gönlüm) bir bostandır ki Cennet-i ADN'dan daha üstündür...

Resim

4. Kuşlarımın iki kanadı Kur'ân'ın sırrının nurundandır... Onlar gizlice uçarlar... DEYYÂN'a (cc) (mükâfât ve cezâ veren) kavuşmaya doğru...

Resim

5. İmkan âleminden geçip, Lâ Mekân âleminde tecevvül ederler. (İmkan âleminden damla damla sızarak Lâ Mekân âleminde Cevlân edip dolaşırlar) El MENNÂN'ın (cc) (ihsânı bol olan) fazl-ü-Keremi olan hüccet (delil) ve saltanat (güç) ile...

Resim

6. Ne bir Âşık, ne bir Sukrân (sarhoş), insanlardan ve cinlerden... Vardır ki; Âhir zaman Nebî'sini (sav) tanımak (irfânı) hususunda benimle teraziye konulup tartılabilsin... Âhir zaman Nebî'si (sav) hakkındaki mârifette benim dengimde olabilecek insan veya cinden ne bir Âşık ne de bir Sekrân yoktur (olamaz)

Resim

7. HANNÂN'ın (cc) selâmı O'nun (sav) üzerine olsun, halkın, varlıkların hatta çocukların dahi (bile)... Bütün kâinâtın zerreleri adedince... Bütün zaman ve asırlar boyunca...

Resim

8. Ey ziyâretçi kardeşler (ihvân); ne mutlu size ki O'nun kokusuna erdiniz. Ey zamane inkârcıları; yazıklar olsun size ki hüsrandasınız, ziyândasınız...


Azîz kardeşim;
Sûfî o ki;
Sabır, sadakat, safiyet, sahabet (sahib çıkıp koruma) ve sahavette (ayıklık) "SAD" gibi.
Vefâsında ve va'dinde "VAV" gibi.
Fakr (ihtiyaçsızlık) ve fera'ında (boşalmışlık) "FE" gibi.
Yümnünde (kuvvetli uğur ve bereketinde) ise Sûfî kelimesinin sonundaki "YE" gibi olmalı ki;
Alnına "Subhanî ve Muhammedî bir Sûfîdir" yazalım...


ZEVK – 1610

"Âlem" de "Âdem"i gör ki âdemde "Esmâ"yı seyret
Kalbin semâ'sında esmâ, aks-i müsammâyı seyret
Sıfat-ı ahyâr ki ruhî, sıfat-ı eşrâr nefsî bil
İ'tikad-niyyet; amelle, gel şu muammâyı seyret...



ZEVK – 1668

"Olsun! Olmasın!" derdiyle, uykusuz geçen geceler
Çark-ı çile çenberinde, sır çözümlü bilmeceler
Kûn-fe-yekûn'suz krallık, işte hayat bu İHVÂNÎ
Hâl-i Hazır huzur "HAYY! HU!" yarım nefeslik heceler...



ZEVK – 1672

Dört işlem ustası Sensin, KUL İHVÂNÎ gülüyorsun
Toplayıp - çıkarıp - çarpıp, biri bine bölüyorsun
Dağlardan dursuz duraksız, denize koşar ırmakla
Herzaman, her yer, her hâlde, hazır ol ki; ölüyorsun...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

2. BÖLÜM: Akıl

2.5. MUHAMMEDÎ OLUŞ ŞUÛRUNUN ÖNEMİ

Latif YILDIZ


Azîz kardeşim,
Bir hususu hiç gözden kaçırmamalıyız ki Muhammedî olduğunu, ilim, İrade, İdrak ve İştirak bazında anlayan ve yaşayan Muhammedîlerde sen, ben, o şahıs yoktur. "Biz" varız ve Biz Muhammedîyiz...
Bileşik kabları düşün: 2 x 3 x 4 m ebadlarında bir sarnıcın yarısı su dolu olsun.
Bir de 60 cm çapında 5 metre yüksekliğinde bidonda su dolu olsun.
Rızalarını bulup gönüllerini birleştirdiğimiz anda ikisinin seviyesi aynı oluncaya kadar bidondan sarnıca su dolar...
Su seviyeleri farkı sıfır olunca, işlem biter...
Hâlbuki sarnıçta su daha çok, bidonda daha azdı...

Biz Muhammedî oluşumuzun şuûruna varınca "ALLAH'a giden yol ALLAH dostlarının kalbinden geçer!" sözünü anlayınca, gönülden gönüle yol bulunca ve tevhid tesbihine dizilince imâmiyemiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olur...
Artık hepimiz O'na uyarız...
Kaderlerimiz, yerlerimiz, hâllerimiz, zevklerimiz, meşreblerimiz, özelliklerimiz farklı olabilir, ama ilim, edeb, irfân, erkân ipimiz ilâhî ve Muhammedîdir.
Bizde üst, alt, ön, arka yok, biz tümümüz salâh safında sıddık mü'minleriz elhamdülillah...
Kebana giden elektrik direkleri gibiyiz...
Birimizdeki güzellik ve özellik hepimizindir...
Rıza Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimize biat etmenin özü de bu idi zâten...

Resim --- ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'ân-ı Kerîm'inde: "Muhakak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler... Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefâ gösterirse Allah ona büyük bir mükafaat verecektir."
(Fetih 48/10)

Eller ellere, eller de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in eline ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) eli dahi, Yedullah'a...
Bu sırra eren Ensar (radiyallahu anhum), muhacırin (radiyallahu anhum)'e: "Herşeyimizle emrinize âmadeyiz, hizmetinize hazırız!" diyorlar ve vefâ ile tatbik ediyorlar...
Bencillikten, bizliğe geçmek zor iştir âhir zamanda...
İnsanları din adına kendi hırs ve câhilliklerine köle gibi hizmet ettirenlere söyleyecek çok sözüm var; ancak âşıkların mesleği ve meşrebi noksan aramamak ve mükemmeli seyretmektir.
Biz de âcizâne bu kervanın kıtmiriyiz...
Ne diyelim kardeşim!
RABB'ımız (celle celâluhu) hazır, nazır ve işinin başında...

İki husus arzedeyim:
Birisi bir Çin atasözü her hâlde: "Canım it taşlamak istiyor, it var taş yok, taş var it yok... İt de var, taş da var... Ne çâre ki itin tasması kralın!"
İkincisi, bir zamanlar emekli olunca: "Vatan, millet Sakarya!" deyip siyasete Allah rızası için soyunduk...
Soyunduk ama, meydan toz duman...
Yalan, hile, hırs, kin, hased, gırla gidiyor...
Bir gün, bir ALLAH dostuyla oldum...
Ona siyaset işini şöyleyince "O iş sana göre değil!" dedi...
Ben de ona "İyi ama şunlar şu kötü işi yapıyor, şunlar dine saldırıyor...
Şunlar yalan söylüyor! v.s..
" diye savununca:
"Ula oğlum, senmühendissin, arabana atlamış dağda tenha evi olan birisine gidiyorsun.
Varınca seni kırk köpek karşılıyor...
Çıkar köpeklerle boğuşur musun, yoksa camı aralayıp sahibine seslenir misin?
" deyince.
"Elbette sahibine seslenirim, nasıl boğuşayım onca köpekle!" dedim.
O zât ise: "Yüreğin var ise ve Hakk'a (celle celâluhu) yâr ise, O'na dua et. Ümmet-i Muhammedîn tümüne dua...
Ayırmadan, kayırmadan dua et...
Muhammedî ol da Muhammed (aleyhi's-selâm) gibi:

"Allahümme ıslah Ümmet-i Muhammedîn, Allahümme ferice an Ümmet-i Muhammedîn, Allahümme irham Ümmet-i Muhammedîn ammeh!" de!
" dedi.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Âhir zamanda halkı meydanlara toplarlar, yalan söylerler, yapmayacaklarını va'dederler, zulümlerini alkışlatıp halkı dalga dalga (fevc-fevc) dalgalandırırlar."
Hadisini buyurup siyasi mitinglerin resmini seyrettirdi...
Ben ise zâten siyasete; "konuşup duruyorsun ama teklif edince de kaçıyorsun!" demesinler diye katılmıştım...
Olmadı...
Biz yine o meşhur gönül kulûbemize, uzlete döndük. Kâh halvette, kah celvette çalıp oynuyoruz...

Maksadımız, RABB'ımızın izni ile Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in rızası için, insanların akıllarını ayıktırıp, benim düşdüğüm çukurlara düşmesinler diye âcizâne bir hasbî hizmet...

İnsan...
İnsan, kâinâtın baştacı...
Sistemin tek sorumlu olanı!
Alçakların alçağından, yücelerin yücesine çıkabilen sonsuz yol yelpazesi...
"ALLAH'a giden yol nefslerin sayısınca!" buyurulan ve mahlûkatın mükerrem gözbebeği...
Hiçlik ve Hepliğin ara kesiti olan akıl sahibi...
Sistemin var olmasına sebeb...
Bir uçta hiç, diğer uçta hep!..
Yarım nefeslik sultân...
Kendisi gülerken ağlayanları ve kendisi ağlarken gülenleri anlamakda zorluk çeken bencil câhil!..
"Bu Muhammedî hamama, Firavun giren, Musa (aleyhi's-selâm) çıkar!" diyen tümcül kâmil...
RABB'ısıyla (celle celâluhu) başbaşa abd!.. Her nefesi videoya alınan oyunbaz oyuncu...
Canıyla oynayan canbaz...
Dünyaya dönük beden ve nefs, âhirete dönük kalb ve ruh, letâifleriyle RABB'ine (celle celâluhu) abd olmakla sorumlu yaratık!..

Letâiflerden âcizâne anladığım şu ki insanın, maddî mânevî şahsiyetini oluşturan kısımların tümüdür.
Kafa gözüyle (basar) görülen ve ortada vücûdun hazır olan bedenî vasıfları, hünerleri ve zaafları...
Ancak kalb gözüyle (basîrete) hissedilebilen kalb, sır, hafî ve ahfâsı...
Ve lübbü'l-lüb (özün özü) olan için içindeki sabît noktası, hable'l-veridinden de yakın olana, yakîn yolu, akdes deliği...
Kudsiyet bağı...
Yedi letâiften ilk dördü; bir araya gelip, tekvin tevhidini yenileyip, taklîdden tahkike çevirip, yaşamaya (iştirake) mecbur ve de me'murdur.
Mecbur kılınmış ve emredilmiştir.
Sonuncusu ruh ile özdeki akdes arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için, ruhun Emr Âleminden olduğunu anlamak kâfidir.
Ruh Emr Âleminden olunca sır, hafî ve ahfâ hâliyle Emr Âlemindendir.

Elbette biz, sizi letâif labirentlerine sokmak istemiyoruz.
Ancak, bugünün zâhiri ilim seviyesi yüksek, teknik imkanları çok ileri insanlarına da: "leylek getirdi!" diyemeyiz...
Unutmamak lâzım ki geçen peygamberlerimizin mücizeleri ile evliyâlarımızın pek çok kerâmetleri, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Rahmâniyyeti gereği ister kâfir ister mü'min, çalışana ikrâmı olan teknik fenle günlük olay hâline gelmiştir...
Daha da ileri gidecektir...
Allahu âlem, günümüzdeki gerçek kerâmet, aklı fikri ve iç âlemi alt üst olmuş insanların bu benlik batağından kurtulabilmesi için bedenî (vücûdî) değil de nefsî, kalbî ve hatta ruhî kerâmetlerdir.

Bugün yüksek tahsilli, Anyayı Konyayı ve zâhiri herşeyi bilen bir ateiste, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL' in varlığı-birliği için sadece ihlâs sûresini okumak, onun gülmesine sebeb olmaktadır.
Albert Friedrich Nietzsche'nin "Zerdüşt Böyle Dedi"sini su gibi içip sindirmiş, aklını ilâh edinmiş bir felsefeciye: "kul olmanın şart olduğunu" anlatmak, üstün insan oluşundan dolayı, sizi küçük görmesine sebebdir...
Bilgisayar çağı olan asrımızda dinamik ve Muhammedî gençlerimiz; islâm dinini ilim, irade, idrak bazında anlayıp fiilen iştirakla yaşayarak göstermeli ve çağın gereği bilgi ve belgelerle donanıp çok zeki ve akılları kandırıcı felsefecilere karşı, Muhammedî tasavvufun akılları inandırıcı metodunu kullanmalıdır. Hayal olanı, hakikatlerle yerle bir etmelidir.

İşte pil, batarya, veya şuraya-buraya, şunun-bunun kurduğu korsan santrallardan güc alan ve bazen 3 volt, bazen 300 volt akımla iç âlemini mahveden günümüz insanını, acilen ilâhî sistemin, Keban gibi ana merkezi olan Muhammedî nura kavuşturmak lâzımdır.
İfratsız, tefritsiz; i'tidal üzere, Firka-i Nâciye ki sırât-ı müstakîm olan interkollekte (ortak) sisteme bağlamak esastır...
"İlelik" dediğimiz parmak-yüzük ilişkisi gibi insan ve imân ilişkisi içindeki câhil softaları da "et-tırnak" gibi "bilelik" dediğimiz tevhid tesbihine dizip
İmâm-ı Mutlak olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olmalarına vesile olmaya Allah rızası için azmedip, gerisine RABB'ımızı vekil tâyin etmeliyiz...
Peki, dört letâif sorumludur dedik...
Sır, hafî ve ahfâ ne işimize yarayacak...
Kemâlâtı bu letâif hâlleriyle hâllenen kişi, Allahu âlem onlar vasıtasıyla, söze gelmeyen tecellîlere mazhar olacaktır...
Ben ehli değilim, ama anlatılsa da kimsenin işine yaramaz...

Rahmetli Hoca Amcam gerçekten hârika bir âşıktı. Sessiz sakindi...
Muhabbette mâhirdi...
Akıllara durgunluk veren hâllerine şâhid olanlar hâlâ hayattayız...
Beni çok, çok severdi. 1986 yılında HAKK (celle celâluhu)'ya yürümesinden biraz önce, son başbaşa görüşmemizde kendisine:
"Amca, beni seversin değil mi ?" dedim.
O da "Vallahi billahi tallahi dört âlemde severim!" deyince bende: "Bana aktaracak bir sırrın, hafin, ahfân yok mu ?" dedim.
Sustu, terledi ve sesi titreyerek "Bak yeğenim, sırrım var mı yok mu bir tarafa, ancak sana sırrımı söylesem bana zararı olur, sana ise hiç yararı olmaz.
Beynehu beynallah: kul ile RABB'isi arasında bir sırdır hâl.
Bilen demez, diyen bilmez...
Herkesin parmak izi gibi kendisine mahsustur.
Nâsibinde var ise gelir Hind'den Yemen'den, nâsibinde yok ise ne gelir elden...
Nâsibinde olanın, kısmet olabilmesi için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, Ehl-i Beytinin ve dostlarının yolunu izle...
Canla başla iyi niyyet, ciddîyet ve samimîyyetle çaba sarf edip gayret göster...
HALİK (celle celâluhu)'nun halkına merhamet et!
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hatırını kırma...
Muhammedî olduğunu her yerde, her zaman ve her hâlde unutma!
Çalış! Çalış! Çalış!
" dedi.
Teyb bandına aldığım yorgun, durgun ve vurgun sesiyle bir sohbetini izninizle satırlara dökeyim de birlikte dinleyelim hûdâ-i nabit Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) âşıkını...:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimize misâfir olarak birisi geldi:
"Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üç gündür açım bana bir gıda!" dedi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evine gitti ki misâfiri doyuracak bir şey yok!
Câbir isminde sahabiden birisi evine gitti ki hanımı:
"İki çocuk ikide biz ona mukabil tirit pişiriyoruz, dört tane de küle gömme çörek var ikisi çocukların ikiside bizim, başka da bir şey yok!" dedi.
Câbir diyor ki ailesine:
"Bize bakma! Çocukları da akşamdan uyut, ben de Resûlullah'ın huzurundan misâfirlerini getireyim.
Sen çırayı söndür.
Çöreğin ikisini de tiridin içine ufalayıp dökelim, ikisini de misâfirin önüne koyalım.
Karanlıkta ben ağzımı oynatayım boş kaşıkla varayım geleyim de şu misâfir bir karnını doyursun." dedi.
Müşâvereyi böyle kurdular.
Gitti misâfiri getirdi.
Misâfir Mekke'den müşriklerin içinden kaçıp geliyor.
Çocukları uyuttular.
Misâfir sofraya oturdu.
Karanlıkta kendisi de boş kaşıkla varıp varıp geliyor, ağzını gevişliyor... Misâfir karnını doyurdu.
Gidecekler gayri Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimizin huzuruna...
Bunlar varana kadar Cibril-i Emin semâdan indi.
Bu olan vakıanın aslını haber verdi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimize.
Bunlar da huzuruna vardıklarında Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz:
"Hâlinden Cenâb-ı Hakk çok memnun, sen cennette benim ile komşu olduğuna kayıdlı, hiç şüphe etme" dedi.
Haaaa! Misâfir deyipte geçme sen! Allah rızası için misâfire içirdiğin su seni karşılayacak!
Allah (celle celâluhu) hidâyette kılsın cümlemizi!
Çoook hassası var misâfirin!
Neler var neler!
ALLAH RABB'im ayırmasın rızasından.
Rıza bulmak kolay değil!
Neslinden akrabandan geleni memnun tutup, güle güle muhabbet kaynağı olaraktan birbirine sarılıp o misâfiri memnun ederek severek, selâmetliğine dua ederek!
Sıla-yı rahîm, akraba arasını bulmaya, barıştırmaya derler!
Rahîm, akraba! akrabayla 3 gün dargın durmak şerîatta yok yahu!
Üç günü uzattı mı artık onunda, seninde namazın zora girer...
Dargınlık devâm ederse, iki tarafın vebâli de cezâsı da kabahatli olanadır.
Irz meselesi başka, yüz kere dövse de, hatırına dokunsa da akraba namusa göz dikemez...
Çünkü düşünün; nesil bir, baba bir, dede bir!
Cenâb-ı Hakk (celle celâluhu) sila-yı rahîmi farz kılmış ki akrabaya muhabbet kaynağı olacaksın!..
"

Soruyorum : " İbrâhim Ethem Hazretleri kim idi?"
Cevâbı : "Horasan'da idi... Padişahtı... Devlet reisi olduğu bir esnâda ailesiyle birlikte karyolada yatarken, ailesiyle de konuşuyorlar ki:
"Allah öbür âlemde de buradaki gibi böyle bir rahatlık, köşk verseydi yeterdi!" diyorlar.
O sırada sarayın içinde odanın dışında bir güpürtü (gürültü) duydu.
Kaç kat sarayın tavanında bir güpürtü oldu.
Gecelik elbisesiyle İbrâhim Ethem yukarı çıktı ki birisi var:
"Kim o güpürdeyen!" deyince birisi "benim!" dedi.
"Ne arıyorsun damın başında!." deyince:
"Deve arıyorum!" dedi.
"Üç beş kat sarayın başında deve aranır mı?" dedi...
O kişi ise: "iyi de, hanımın koynunda, karyolanın başında cennet aranır mı ?" deyince meseleyi anladı.
" Haaaa, bu boşuna değil... Sabahtan atına binip ava gittiler. Gezintiye falan, suluk suvat bir yere vardılar. Yemeğe oturdular. Beyaz bir kuş üzerlerine sağıldı ve somunun birini aldığıyla gidiyor.
"Siz burada durun, ben bu kuşu takip edeceğim" dedi.
Ormanın içine girdi.
Açıklık bir yerde bir tüccarı ağaca bağlamışlar.
Kuş, o kimsenin başına indi.
Kuş pençeleriyle somunu koparıp koparıp parça parça ağzına veriyor.
Biraz seyretti. Kuş adamı yedirip kalktı gitti.
Adamın yanına varıp kurtardı.
Anladı ki kendisini mânevîyat çağırıyor...
Tüccar, başından geçen mâcerayı anlattı.
İbrâhim Ethem üzengileri altından olan atını gösterip:
"Böylece sana versem hırsızların senden aldıkları meta'ı öder mi, ödemez mi?"
Adam da: "işte denk gelir!" dedi.
Atını ve elbiselerini ona verip çekti gitti Mekke-i Mükerremeye...
Vardı orada bir mürşide teslim oldu...
Dergâhta bir balta bir ip verdiler mutfağı kaynatacak odun için dağlara...
Hanımı hâmileydi. Oğlu doğdu...
Yıllar geçti çocuk büyüdü ve annesine:
"Benim babam yok mu anne?" deyince kadın:
"Baban şu zamandan beri gitti gelmez! gören yok, bilen yok, Mekke'de diyorlar!" dedi.
Çocuk delikanlı olunca babasını aramaya Mekke'ye gitti...
Dergâhı buldu, babasını sordu
"Onun işi gücü dergâha odun taşır... Yine oduna gitti!" dediler.
Çocuk odun yoluna düşünce...
İbrâhim Ethem: "Yâ RABB'i, bu çocuğun muhabbeti beni senden ayırmasın!" der iken çocuk orada öldü.
Evlâdından da geçti.

Odun taşıma işi yıllarca sürdü.
Bir gün getirdiği odunları sertçe yere atınca mürşide haber verdiler.
"Rızası yok galiba getirdiği odunu birden atıverdi"dediler.
Şeyh de: "Rızası yoksa madem, çıkarın dergâhtan!" dedi.
İbrâhim Ethem çıkmak istemiyor, ötekiler ise çıkmasını istiyorlar. kapıya doğru kakaladılar. Vücûd dışarda baş içerde kapıyı çektiler...
Kafası kapıya sıkışınca hırlayaraktan:
"Elhamdülillah başım, dışarı yollanmadın!"diyor.
Bir rivâyette: "Demek ki buranın değerini anlamışsın!" deyip içeri aldılar.
Bir rivâyette ise çıkardılar.
İlâhî aşkın tecellîsiyle Mekke'nin doğusundaki 12 saatlik mesafedeki Taif şehrine vardı.
Onlar da kovaladılar, taşladılar, oradan da aldı yara...
İki taraftan da yaralandı mübârek.
Tekrar Mekke'ye gece döndü...
Su matarasından abdest aldı, teheccüd kılacak...
Namazda Kur'ân okumaya başyalınca cinniler de toplanıp, koyunun yününden keçe gibi olup, dinlemeye başladılar...
Kelâmullahı dinlemek için okuduğu Cin Sûresi idi...

"Hakikat esrârını; kalbiyin bir tarafı bilsin, bir tarafına bildirme!
Çünkü düşersin. İşaret göstersen de derin noktasını gösterme...
Huzuru kolla! Vakti saati olmaz bir hâl gelir...
Muhabbet bastırır gelir...
En fazla tenbihatım şu ki tasavvufa devâm edersen, ummadığın yerden yardım gelir.
Ummadığın yerden berekât yağar sana.
Yalnız RABB'ına bağla!
Boş vakit geçirme!
Dururken, yürürken durma tevhid, istiğfâr 100 oku, 700 oku!
Allah İnşâallah hidâyette kılar!
"

Âmin diyorum!

Hepsine ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL rahmet etsin...
Muhabbeti ve aşkı kitab satırlarından çok, derviş sadrlarından öğrendik şükür...
Diriden diriye tevhid ta'limi...

Rahmetli kayınpederim, kardeşi Derviş Mehmet Amca ve kardeşleri analarını da alıp Ermeni zulmünden dolayı Darende'den Adana'nın Kılıçlar köyüne kaçıp yerleşmişler.
Kayınpederim Antalya'ya yorgancılık yapmaya gelmiş ve kalmış, Mehmet amca ise hallacını sarmış sırtına köy köy dolaşıp yorgan mitil yapıyor...
Ve anlatıyor:
"Köyden köye dolaşırken sırtımda yükümle bir gün, bir dağ yolunda iki çoban dövüşüyorlar...
Ben de yükümü yıktım...
Yapmayın, etmeyin diye yaklaşınca...
Gacaralardan birisi diğerinin kitabına, Allahına sinkaf etti...
O da aynen iâde edince tepem attı...
Baktım adamlar delikanlı beni döverler dövmesine ya kızılcık yorgan sopasını sıyırdım:
"Ulan! ALLAH'ın, kitabın ne suçu var!" diye birisine ala omuz yapıştırdım, kaçtı...
Bir de öbürüne...
Aldım ikisini de önüme, yer misin yemez misin! Eşek sudan gelinceye dek dayak attım.
"Tevbeler olsun!" deseler de bırakmadım. Kan revân ettim!
"

Derviş Mehmet Amca, Rahmetli Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretlerinin ilk dervişlerinden idi ruhları şâd olsun...
Kendisine: "Şu andaki tarikatçılar için ne dersiniz?" diye sorunca derin derin ahhhh! çekti ve:
"Efendim bizim Kılıçlar'da değirmen yoktu.
Değirmenler yukarıdaki suyu bol köylerde idi ve çoğu Ermenilerindi...
Osmanlı devri...
Bizim köyden Abdullah amca 10-12 yaşındaki yiğeninide almış, bir merkebe 3 kile arpa sarmış değirmene gitmiş...
Varmış ki değirmenci yok....
Sırada seklemler var ama, taş boşa dönüyor...
Abdullah emmi unluğa inmiş, unu aralamış ve kendi arpasını dökmüş tekneye, ögütüyor.
Derken Ermeni değirmenci geliyor....
Neden sıraya girmedin diye kavga başlıyor.
Biraz sonra unluğa düşüyorlar. Ver Allah ver, yaka paça unun içinde...
Derken Abdullah emmi unluktan yiğenine:
"Ulan şurasını burdan geldiğimin yiğeni, elin gavuru beni dövüyor sen de seyir mi ediyorsun!" deyince şaşkınca seyreden yeğeni:
"Dayı, dayı; vuruşunuz bir, duruşunuz bir, boyanız bir, boyağınız bir... Hanginiz gavur, hanginiz müslüman anlayamadım ki yardım edeyim!" demiş.
Bu gün hâl bu, ne diyeyim!" dedi...
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

kulihvani yazdı: 2.2. AKLIN ÇELDİRİCİLERİ

...

2.2.2. Mânevî Olarak Yalan

Hased kökünden türer...
Hased anasından doğar...
Hızla ürer...
Tüm letâifleri işgal eder ve tesirsiz hâle getirir...
Şirkin şirk olmasının sebebi yalan olmasındandır.
Hased; Allah'dan başka tüm mâsivâyı, aşırı istekleri ve şevheti temin için yalanı doğrurur.
Yerine getirilemeyen şehvetler gazabı, gazab kini, kin ise artık neler doğurur neler... Muhabbetin ve merhametin kökünü kazır...
Muhammedî sırât-ı müstakîmi yok eder...
Gözsüz, kulaksız ve kalbsiz bir canavar hâline getirir.
En kudsî emânet olan aklı; ezelî ve ebedî düşmanı, yalancıların ve hasedçilerin başı olan İblise peşkeş çektirir...
Bu ise değil kâr, ana malı da kediye yükletir....
Hüsrandır!

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hasedden sakının, çünkü ateş odunu nasıl yerse hased de iyilikleri öyle yer." buyurdu.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan; Ebu Davud; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1507/ 1276)

...
ALLAH C.C. KORUSUN.
HASEDDEN VE YALANDAN ALLAHÜ ZÜLCELAL'E SIĞINIRIZ.
MUHAMMEDİ SEVGİ VE MUHABBETLERİMİZLE.
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön