Bir Hak Eri Ladikli Ahmet Ağa

Basın, Haberler ve Gündemle alakalı konular. (Siyaset ve politika yasaktır!)
Cevapla
Kullanıcı avatarı
MBurak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 415
Kayıt: 12 Ağu 2007, 02:00

Bir Hak Eri Ladikli Ahmet Ağa

Mesaj gönderen MBurak »

Ladikli Ahmet Ağa

Gayb; göz önünde olmayan; alamet ve emmare ile bilinemeyen, hakkında delil bulunmayan, gizli olan manalarının yanında; His ve aklın ötesinde kalan, insan tarafından kavranamayan ve manevi alem manalarında açıklanır. Bir de GAYB ERENLERİ vardır ki Cenab-ı Hakk ' ın kudretinden ikrama layık görülmüş bu kişiler; özel bir ordu disipliniyle hareket ederler. Anadolu kültüründe adları ÇARIKLI ERKAN-I HARP 'tir.

Bu çar ıklı erkanı harbin kurucusu ve baş kumandanı Hz. HIZIR Alehisselamdır.

‘'HIZIR G İBİ YETİŞMEK '' deyimi halk kültürümüzde önemli bir deyimdir. Çok s ıkıntılı bir zamanımızda geliveren, sıkışık-darlık zamanlarında yardımda bulunan insanlar için bu nitelemeyi kullanırız.

Deyimin aslı ise tabi yine Hz. Hızır ' ın misyonuna-vazifesine dayanıyor … ESRAR İLMİNİN BAŞKUMANDANI HZ. HIZIR

Biz Hz. Hızır ' ı Kuran 'daki ayetlerden tan ıyoruz. Bu ilmin sırrı da çilingiri de KEHF SURESİ 'nde. 60 ve 82. ayetlerde (KEHF SURES İ) anlatılan Hz. Musa ve HIZIR arasında geçen seyahat esnasında yaşananlar bu ilmi - İLM-İ LEDUN, İLM-İ BATIN, HAVAS 'ÜL HAVAS - tarif eder.

Ya şananlar bu ilmi; yaşatan ( HZ. HIZIR) bu ilmin adamlarının vazifesini ve maiyetini bizlere açıklamaya kafidir.

LEDUN İLMİ SU GİBİ AKAR GÖNÜLE … Bu ilmin lütfedildi ği kişiler MURAD 'lardır. Yani bir irşad edicinin talebesi olmakla bu ilim elde edilemez. Alim olmak, mürşid olmak ayrı bir san 'at.

MÜRİT Allah ' ı arayan ve bulan kişidir. MURAD ise Cenabı Mevla 'n ın bulduğu-seçtiği. Mürit iradesine bağlı olarak gevşek davranabilir, yapamayacağım diyebilir ancak MURAD ' ın böyle bir hakkı yoktur. Zira vazifelendirme padişahtan geliyor, reddedilemez.Son derece zahir ve batın ilimlerde yüksek derece yetişmiş birisi bu ilmin mümessili olduğu gibi, hiç okumamış hatta birkaç surenin dışında sure bilmeyen insanlar bile bu gayb ordusunun neferi olarak vazifelendirilebilir. Yani MUHYİDDİN-İ ARABİ gibi bir ilim zirvesi yanında az sonra değineceğimiz LADİKLİ AHMET AĞA gibi bir ümmi zat-ı muhterem de olabilir. Bu lütuf sahibinin tasarrufu cevahirini yaratanı bilir.Bu ilim çoğunlukla tanımadığınız bir PİR-İ FANİNİN sekerat halindeyken size içirdiği bir tas SU 'yla bazen de yedirdi ği herhangi bir yiyecekle açığa çıkar. (Nitekim Ladikli Ahmet Ağa da 1. Dünya Savaşı 'nda Kanal Harekatı sırasında vurulup öldü diye bırakıldığı bir sırada bir atlı tarafından SU içirilerek tayyi mekan yaptırılır.) Bu suyu içtikten sonra gelenin rüyada mı yaşadığınız hayatta mı olduğunu analiz etmeniz ne kadar zamanınızı alıyorsa; içtiğiniz suyun su mu başka bir şey mi somut mu soyut mu olduğunu da anlamanız o kadar vaktinizi alacaktır. Ancak susuzluktan çatladığınız bir anda suya kandığınızı bilmeniz işin bu maiyetini daha fazla kurcalamanıza gerek olmadığını cevaplamanıza yetecektir. Size yedirilen şeyle bu ilim verilecekse; bu yiyecek bazen en bilinen meyve hatta markalı bir çubuk kraker, bisküvi de olabilir. Nitekim LADİKLİ Ahmet Ağa rahmeti rahmana kavuştuktan sonra bu ilmi oğluna devretmek isteyen gayb aleminden gelen üç kişinin verdiği yiyeceği onların yanında önce bir lokmacık yemiş olan Zekeriya; daha sonra tadını beğenmediğinden bu yiyeceği sözde onlara çaktırmadan hasıraltı etmiştir. Ancak bu yiyeceği yemesinin akabinde ne olacağını öğrenince bu yiyeceği hasıraltından çıkarmak istemiş lakin yiyeceğin ortadan yok olmasıyla ancak ısırdığı kadar bir miktar gayb ilmine vakıf olabilmiştir. Anlayacağımız ortada bir de böyle bir durum var. Sonrası …
Sonras ı istidadınıza, gayretinize kalmış …

Ancak ikram bir kere ya ğmaya başlamışlar için ziyaretler belli bir süreden sonra sıklaşmaya başlayacaktır. Taki; 300 'ler 70'ler 40'lar 7'ler, 3'ler (Büdela, Nüceba, Nükeba… vs.) KUTUPLAR - KUTB-U İRŞAD- ilim nurunun zirvesi/ KUTB-U VELAYET – insan benli ğinin zirve terbiyedarı - ve GAVS-I AZAM makamlarına doğru bir seyir başlayacaktır. (Not: 40 'lar makam ı iki kısımdır ki her dönem 40 Hanımsultan Evliya 'da bu makamdad ır) Ancak bu yolun yolcusu olmak bile en yüce payedir. Bu yolun yolcusunun gözünde dünya hayatının makamları üç-beş yaşındaki çocukların oyuncaklarıyla oynarken kendilerine verdikleri payeler gibi ‘'komik ve çocukça'' kalmaktadır ki işin aslı da budur!!! Hz. HIZIR ÜNİVERSİTESİ Kendiside Hz. Hızır ' ın TALEBELERİNDEN OLAN Bediüzzaman Said Nursi - hatta bir defasında ellerinde kelepçe olduğu halde Ladik 'e tayyi mekan yaparak Ahmet Ağa'ya Hz. Hızır 'a çok s ıkıntı çektiğini iletmesini söylemiş daha sonra sabretmesi söylenmesi üzerine çıkardığı kelepçelerini bizzat yeniden bileklerine takarak geri dönmüştür- Hızır Aleyhisselam ve ondan ders alanlar için güzel bir izahı vardır. - Hızır Aleyhisselam hayatta mıdır? Eğer hayattaysa niye bazı alimler hayatta olduğunu kabul etmiyorlar? Sorusuna şu cevabı veriyor. - Hayatın 5 MERTEBESİ vardır ve her mertebenin farklı şarları bulunmaktadır.

Birinci mertebesi, bildiğimiz, şu içinde bulunduğumuz hayattır ki pek çok kayıtla mukayyettir. Hızır Aleyhisselam hayatın ikinci mertebesinde yer aldığı için, bazı alimler hayatta olup olmadığı konusunda şüpheye düşmüşlerdir. İkinci mertebe Hazreti Hızır ve İlyas Aleyhisselam ' ın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimi mukayyet değillerdir. Bazen istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın, Hz. Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hatta makamı velayette bir makam vardır ki; MAKAM-I HIZIR tabir edilir. O makama gelen bir Veli, Hızır 'dan ders al ır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazen o makam sahibi yanlış olarak ayn-ı Hızır telakki edilir olunur. '' (Birinci Mektup) HAVASSIN TEKNOLOJİSİ … Havass ın teknolojisi ESMAYI İLAHİYE 'ye ba ğlı sırlar!.. Onlar kendilerine verilen, kendilerine bildirilen ESMAYI üç/beş defa ya da her ne kadar tekrarlanması gerekiyorsa, onu söyleyip sır olup gidiyorlar. Bize garip gelen, imkansız görünen şeyler maddeden beri o alemde öylesine sıradan ki …

O muazzam görünmeyen mücerret teknolojiden geriye sadece avam olan bizlere kalan miras sadece şu üçüdür: ŞECERE (SOYAĞACI)- HIRKA-MÜHÜR!!!

Lakin Ladikli Ahmet Ağa vefat ettikten sonra oğlu Zekeriya 'ya gelen GAYB ALEM İNİN ÜÇ ATLISI da bu görünür mirası istiyorlar kendilerinden. Zira Zekeriya daha işin başında hikmeti anlayamamış mirastan olmuştur. Ehhh bunların da artık ehline verilmesi gerekiyordur … Yani bayrak teslimi gibi bir ritüel var ortada.. HAVASSIN TOPLANMA YERLERİ Kutsi gecelerde MEKKE-MEDİNE-KUDÜS-SEMERKANT-BUHARA-ŞAM-ROMA VE İSTANBUL 'daki muhtelif yerler buluşma noktalarıdır Kİ –ayn ı zamanda- dünya hayatında tarihten bu yana azami ehemmiyete sahip yukarıdaki 8 şehrin 4 'ünün Cennet'te bu mekana yak ışır tezahürlerinin olduğu ifade edilir.

Ancak tabiri uygunsa bir de içtima merkezleri vardır bu Uluların.

MEKKE-İ MÜKERREME 'DEK İ ZEMZEM SUYU 'NUN BA ŞI BERAT GECELERİNDE TOPLANMA YERİDİR DENİR …

Nitekim Ladikli Ahmet Ağamız da bir Berat gecesi evinde toplanan misafirlerinin;
‘'Eee Ahmet Ağa bugün nereye gideceksiniz sorusu üzerine;
Bu gece Mekke-i Mükerreme 'de bir toplantı olacak. Harem-i Şerif 'te Zemzem kuyusunun ba şında Her sene bu gece Zemzem kuyusunun suyu coşar kabarır, ağzına kadar gelir. Resulallah Efendimizin ruhaniyeti ve bütün peygamberler Evliyaullah orada toplanırlar. Orada hep birlikte dua yapılır. Sonra o kuyudan bir su içilir, artanı da oraya dökülür, ondan sonra su normale çekilir. Zemzem kuyusunun suyunun bitmeyişinin hikmeti bu … Her sene bu merasim yapılır '' şeklinde verdiği cevapla bu durumu açıklamaktan çekinmemiştir. Başka birisi bu ve benzeri sırları verse belki boynu kırılır ancak o izinlidir … HAVAS MÜCADELES İNİN YETKİ SINIRI

Avamdan zaman zaman çok kişi sormuştur. Cenabı Allah ' ın kudretinden nüveler taşıyan bu seçkinler o halde niye nükleer başlıklı füzeleri kilitlemiyor, süpersonik uçakları düşürmüyor, zalim başbakanları, komutanları merdivenden yuvarlayarak kafasını gözünü patlatıp zulmün önünü kesmiyorlar vs. Dilerseniz safça ifade edilen bu durumu da bu tarz bir sorularla karşılaşan Ladikli Ahmet Ağa'nın verdiği cevapla açıklayalım:

Şahıs soruyor: ‘'Hacı Baba ne olacak bu dünyanın hali? Nasıl düzelir ?.. '

Evlat dedi şöyle sakin sakin, bu Çoban Ahmed var ya (kendisine hitabı öyle idi)
‘'Eğer müsaade etseler, iki üç saatte dünyayı düzeltirim amma, hikmeti ilahidir onu biz düzeltemeyiz … Emirsiz hareket edemeyiz… Bu hadiseler böyle olacak, HERKES İN İMAN ÖLÇÜSÜ, CİHAD ÖLÇÜSÜ ORTAYA ÇIKACAK! MÜMİNİ, MÜNAFIĞI; MÜŞRİĞİ KAFİRİ ORTAYA ÇIKACAK!!! VE HADİSELER GELİŞE GELİŞE ORTAYA ÇIKACAK ''. Nitekim yetki ve izin meselesi bu. Milyonlarca adam ı kendisini korumaları için besleyen FİRAVUN'u bir üfürüklük can ı olan sivrisinekle telef eden Cenab ' ı Allah; dilese bütün insanlığı secde vaziyetinde toplamaz mı?.. Toplar elbet!

Lakin müddet ve imtihan meselesi … HAVAS VE ASKER İ HİZMET Tüm havas adamlarında olduğu gibi Peygamber Ocağı olarak görülen orduya karşı özel bir ihtimam ve sevgi vardır. Sırf bizim milli tarihimiz ve bu milli tarihimizdeki yakın tarihte bile binlerce gayb adamının yardımı vardır ordumuz neferlerine. Bırakınız Kıbrıs harbini Güneydoğu Anadolu 'daki terör belas ında dahi bu mikyasta bir çok olay yaşamışızdır. Halen daha nöbette uyuyan bir çok asker gerekirse tokatlanarak uyandırılır. Hatta hastalanıp devriyeye çıkamayan bir çok komutanın gece devriye de görüldüğü çok olmuştur. Ladikli Ahmet Ağa 'da da azami bir ordu ve asker sevgisi vard ır. Bu yüzden dışarıdan kendisini ziyarete gelenlerin ve istişare edenlerin çoğu asker. Zira yukarıda da değindiğimiz gibi o Türk Ordusunun çarıklı erkanı harbindendir. Bu yüzden adı çevresinde ‘'GAYB R İCALİNİN ASKERİYE KOLUNDA GÖREVLİ '' şeklinde çıkmıştır. Mesela Albay Necmi Sami Bey Ladikli Ahmet Ağa'nın en sevdiği dostudur. O her an göreve hazır diplomat bir asker gibi Küba –Amerika aras ında Küba 'ya konu şlandırılan Rus füzelerinin Amerikan casus uyduları tarafından tesbit edilmesi üzerine 3. Dünya savaşını engellemek için Cezayir dağlarında toplantıya tayyi mekan yaparken; bir gün aldığı emrin pusula kağıdını dostlarına gösterdikten sonra LADİK'TEN WA ŞİNGTON'A ‘'4 DAK İKA '' DA G İDECEK KADAR HIZLI GÖREV ADAMIDIR. ASKERİ İSTİHBARATA HAİNLİK EDEN YANAR … Bir Ziyaretçisine Hacı Ahmed Ağa Anlatmışlardı: “Edirne'de askerlik yapan bir Türk Çavu şu, iki Bulgar subayına, Edirne 'nin Askeriye'ye ait planlar ını ağır bir para karşılığı satmış, kimsenin haberi yok. Manevi emir aldık, yine iki arkadaş görevlendirildik.

Bulgar Subayları planları alıp Kumandanlarına teslim etmek üzere merdivenlerden çıkarlarken bir anda arkalarından yetişerek birine ben birine arkadaşım tepelerine vurduk. İkisi de merdivenlerden aşağı yuvarlandılar. Hemen ceplerinden planları alarak yerlerimize döndük.
Sıra Çavuş 'a geldi; Vatan haini oldu ğundan, o da öldürülecekti. Terhis oluncaya kadar dokunmadık, manevi emir öyle idi.Nihayet terhis oldu, külfetli bir para ile sevinerek binmiş, memleketine dönüyordu. Memleketine gelip, tam trenden inerken; Onun da tepesine vurduk, sanki trenden düşüp ölmüştü. Böylece vazife yapılmış oldu. ” KORE HARB İ VE YARILAN KUŞATMA Kore harbinin oldu ğu devre, yine bir ziyaretimde;Hacı Baba 'y ı ziyaret için Ladik 'e gitmi ştim, gece odasında kalıp odasında misafir olduk. Yatsı namazına kadar beraber kaldıktan sonra, Hacı Baba namazı kıldı ve sonra bizden müsaade alıp gitti.Sabah namazında geldi ve bize: “ Bugün Kore'de idik; Türk askeri çember içine girmi ş, imha edilmek üzere idi. Kurtarılmak için Mevla 'dan izin ç ıktı, manevi arkadaşlarımla Kore 'ye yeti ştik. Bizim askerin önüne düştük. Kafir askerleri bizi görürler ;lakin bizim askerler göremezler.Kılıçları çektik, küffar askerini kılıçtan geçirerek bizim askere yol verdik. Bakın sabah radyo haberleri verirken duyacaksınız..! ” dedi. Sabahleyin bir radyo getirdiler, ilk haberleri açtılar; “Kore'de bulunan, Albay Tahsin Yaz ıcı oğlu komutasındaki Türk çember içine alınmış. İnanılmaz bir kahramanlık örneği vererek çemberi yarmış, kafirleri perişan etmişler.. ” diye radyo haber veriyordu..!Çemberi yaran ın kimler olduğundan onların haberleri yoktu. İşte Allah ' ın manevi ordularının vazifeleri..! AHMET AĞA VE PİLOT TEĞMEN … “Bir gün, pilot Te ğmen uçağı ile eğitim uçuşu sırasında, uçağı arıza yapıyor ve bir tarlaya mecburi iniş yapmak durumunda kalıyor. Her ne kadar yerde arızayı gidermiş ise de, uçağın bu tarla üzerinden kalkmasının imkanı yok. Bulunduğu yer öyle ıssız ki çevrede canlı yok. Hocam emir verdi...; - Ahmed, git şu pilot Teğmen 'e yard ım et,uçağını kaldır..dedi. Hemen geldim, pilot çaresizlik içerisinde bocalamakta, ne yapacağını bilememekte idi. Selam verdim; - Ne yapıyorsun delikanlı?.. dedim. O da durumunu anlattı. Ben dedim ki: - Oğlum sen uçağı çalıştır, kalkış için ben sana yardım edeyim! Şaşırmış bir halde: - Nasıl yardım edeceksin? dedi. - Sen çalıştır. ben uçağı kaldırayım.! dedim. - Hacı Baba kaç tonluk dört motorlu bir uçak. Nasıl kaldıracaksın..? dedi. - Yavrum! Sen çalıştır bakalım.! dedim. - Neyse çalıştırayım bakalım.. dedi ve uçağı çalıştırdı. Allah ' ın izniyle: ;
- Bismillah.. Ya Allah..! deyip yardım edip uçağı kaldırdık ve uçup gitti. ” Pilot der ki: “Hac ı Baba uçağı kaldırıpta, uçak havalanınca; uçağın kuyruk tarafına oturduğunu gördüm ve.. -Eyvah, Hacı Baba düşecek.. dedim. Bir müddet sonra, Hacı Baba bulunduğu yerden kayboldu. Ben yine; - Eyvah, Hacı Baba düştü!!.. diye müteessir olmuştum. Mensup olduğum karargaha varıp durumu ve başımdan geçenleri kumandanıma anlattım. Kumandanım bana; - Maneviyat adamlarından biri sana yardım etmiş..! dedi. ” Pilot Te ğmen bu maneviyat adamları nerede bulunur acaba, diye araştırma yapıyor. Şarkta filan yerde var diyorlar, tarif edilen kimseyi buluyor; fakat aradığı ve gördüğü değil. Böyle bir çok yerleri geziyor. Nihayet bir gün Konya 'da Ladikli Hac ı Ahmed Ağa 'yı haber veriyorlar. Konya 'ya gelip Hac ı Ahmed Ağa 'yı soruşturuyor, kendisine Ladik kasabasını tarif ediyorlar. Bir arkadaşı ile taksiye binip Ladik 'e geliyorlar. Hacı Ahmed Ağa 'y ı sorarak odasını öğreniyorlar. Pilot, Hacı Baba 'n ın odasına giripte, kendisini görünce.. - Hah.. işte bu amca..! deyip, eline ayağına sarılıyor. Hacı Ahmed Ağa.: - Oğlum benzetmiş olabilirsin.. diye gizlenmeye çalışırsa da. Pilot.:
- Hayır yanılmıyorum, o sendin..! diyordu. Beraberce camiye gidip geldikten sonra, o gün orada misafir kalıyorlar. Ertesi gün veda ederek yerlerine dönüyorlar. ” Genelde bedenen Ladik'in d ışına çıkmayan bu zatı muhterem, iş vazifelendirilmeye gelince tayyi mekanla Avrupa-Amerika-Amerika demeden kaşla göz arasında yok oluyordu. Bu yüzden döndüğünde üzerine bazen kar bazen çöl toprağı bulanmış olmasına kimse şaşırmıyordu. Hatta gideceği yeri önceden öğrenenler gitti yerlerinden özel masum siparişler bile veriyorlardı kendisine. Hurma, muz gibi. En iyisi daha fazla bu meselede kelam etmek yerine gelin siz Araştırmacı-Yazar Mustafa Özdamar ' ın kaleme aldığı Kırk Kandil yayınlarından çıkan ‘'LADİKLİ AHMET AĞA '' kitab ını okuyunuz. Eminim benim söylemek istediklerimden daha iyisini kalbiniz size yorumlayacaktır. Hele birde meselenin fevki üzerine ruhi zekanızda çalışmaya başlamışsa belki hayatınızın bir yerlerinde Hz. Hızır 'la veya Hızır ordusundan birileriyle karşılaştığınızı hatırlayacaksınızdır. KALBİNİ AYNA YAPANLARIN İSE ARAMASINA GEREK YOK! BİR KAŞ AYNASI BİLE GÜNEŞİ İÇİNE ALMIYOR MU?.. Sözün yine onun gönlüne sığdıramadığı halini şiirle anlattığı mısralardan sadece şu ikisiyle kemale taşıyıp ‘'Hz. Noktay ı '' koyalım yerine. BİR ÜSTADDAN OKUMADIM YOL NEDİR ERKÂN NEDİR
İLMİ ZAHİR OKUMADIM KALPDEKİ BÜRHAN NEDİR

Netpano
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/brk.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Sufican
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 163
Kayıt: 14 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen Sufican »

Hak teala razı olsun candostum...

Kendini sevenlerden bir grup ziyâret için Ankara'dan gelmişti. İçlerinden biri sohbeti başkalarına dinletmek için teybe almak istedi. Fakat Hacı Ahmed Ağa buna râzı olmadı ve kayıttan vazgeçti. Gece yarısına kadar süren güzel bir sohbetten sonra misâfirler izin isteyip AhmedAğanın yanından ayrıldılar. Yolda sohbetin güzelliği hakkında aralarında konuşurlarken, teyp sâhibi; "Ben bir hırsızlık yaptım. Râzı olmadı ama ben dayanamayıp, yine gizlice teybin tuşuna bastım ve hepsini kaydettim." dedi. Bunu öğrenen arkadaşları bu hareketini hiç uygun bulmadılar. Teyb sâhibi büyük bir mahcûbiyetle teybin tuşuna bastı. Fakat hiç ses yoktu. Bandın her tarafını baştan başa kontrol etti ise de hiç ses çıkmadı. Ârızası olup olmadığını kontrol için kendi sesini kaydetti. Teyp ârızalı değildi. O zaman hepsi Allahü teâlânın velî kulları için engel ve zorluk diye bir şeyin olmadığını anladılar. O'nun rızâsının hilâfına hareket mümkün değildir.
1) Konya Velîleri; s.279
Kullanıcı avatarı
MBurak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 415
Kayıt: 12 Ağu 2007, 02:00

Ladikli Ahmet Ağa

Mesaj gönderen MBurak »

Allah senden de razı olsun aziz kardeşim
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/brk.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Defterimi alıp okuyup durma!
Gizli sırlarımı ayana vurma!
Bu fani dünya'da eylenip durma!
Gecelerde doğar Nur-i Muhammed.


Ladikli Ahmed Ağa k.s
(1888-1969)
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

LADİKLİ AHMED AĞA VE HZ. HIZIR ALEYHİSSELAM

Konya velîlerinden Ladikli Hacı Ahmed ağa (1888-1969) Konya'ya bağlı Ladik kasabasında doğdu. Babasının adı Mehmet, annesinin adı ise Emine'dir.

Gayet cömert, vakar, temkin ve itidal ehli idi. Sükutu ihtiyar eden, ihtiyaç halinde konuşurlar.

Ümmi olmasına rağmen, Hocası Hızır Aleyhisselam olduğu için, ondan manevi ilimler almış olup, İlm-i Hikmette yekta idi.

Kendisini Hakk’ın rızasına, halkın hizmetine adamış, her zaman ve her yönde halkımıza önder, rehber, teselli ve ümit kaynağı idi. Kendisine bir şey sorulduğu zaman;
-Durun gardaşım, şimdi cevabınızı getiririm.. der, gider Hızır Aleyhisselam’a sorar, cevabını alır getirirdi. Kimseyi kırmaz ve geri çevirmezdi.

Hacı Ahmed Ağa, 8 Haziran 1969 tarihinde Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine kavuşur. Mübarek kabri şerifleri Ladik mezarlığındadır.

Kerâmet var kerâmetin içinde

Konu keramete gelip çatınca:

- Takmayın kafanıza bunları oğlum! Kerâmet var kerâmetin içinde... Amma madem ki yârenliğin ucunu ganattınız söğleğim: Bu kerâmet dediğiniz şeyler, kudretine azametine payân olmayan Allah'ın ilerde olacak şeyleri böğünden göstermesi gibi bir şeydir.

Mesela ben bazı misafirlerime, yaz ortasında kış, kış ortasında yaz meyveleri ikram ederim... Hatırları hoş olsun diye...

Rabbimin bir lutfu bu, ihsanı... Bunun hakikatını açamam size. Üstündeki örtüyü kaldıramam. Doğru değil, uygun da olmaz. Anadan üryan soyunmaya benzer bu sizin karşınızda.


Amma meselâ bunlara benzer şeyler olacak ilerde. Şidilerde bizim memlekâtımızda pek yok, olsa da yaygın değil amma, ilerde camlı bahçalar olacak... Kış ortasında yaz avarı yetiştirilecek o camlı bahçalarda. Fenne devredilecek bu kerâmet o zaman yani...

O da Allah'ın işi, bu da Allah'ın işi. Allah verirse verir, vermezsevermez. O istemeyince bir şey olmaz. Bir şeyi isteyebilmemiz için, O'nun o şeyi istememizi istemesi lazım.

Allah bir kuluna kerâmet kapısı açınca, depelerine çıkılmaz cebel cebel dağları, kum taneleri gibi küçültüverir ona, derdi.
Bir itirazın varsa dışarı vur

Ahmed Ağa'nın cigarasına takıldı bir adam bir gün.

"-Ahmed Ağa'yı bir de evliyadan diller... Evliyanın işi ne mekruhtla yaav? Fesübhanallah!..." diye içinden geçirirken, Ahmed ağa, hiç o değilden, sanki ona değil de bir başkasına söylüyormuş gibi konuştu:
- Oğlum, dedi, gönliünde dedikodu yapıp durma! İçini gıybetle bulandırma! Eğer bir safran, tafran bişiyin varsa dışına kus da, kurtul geç!
"-Kime söylüyor acaba bunları?" diye kıvranmaya başladı adam. Çünkü mecliste Ahmed Ağa'dan başka bir şey söyleyen, bir şey soran yoktu.
O adam, "-Kime söylüyor acaba bunları?" diye içinden iç geçirince, Ahmed Ağa:
- Sana söğleryorum oğlum, sana! Kime olacak sana! Kalbinde sakladığın teşviş, fitne olur san! Önünü keser durur! Gönlüne saab ol! Bir itirazın varsa dışına vur! Tutma içinde... İçinde tuttuğun her şey yara olur. İçinde tutulacak şey vaar, tutulmayacak şey var. Bunları ayıramazsan hayatın heder olur, der.

Nasıl bir Hızır bekliyordun?

Akşehir Kaymakamı Ahmed Ağa'ya:
- Ahmed Ağa, demiş siz hep görüşüyorsunuz, bir de bana göster Hızır Aleyhisselâmı!..
Ahmed Ağa, Kaymakamın talebine yuvarlak çerçeveli bir cevap vermiş:
- Oğlum, nasibse görürsünüz inşallah! demiş.

Ahmed Ağa'nın hayranlarından olan Kaymakam, bir Ramazan günü, iftara yakın, iftar sofrasına oturmuşlar, ailecek iftar topunu bekliyorlar... Kaymakam sigara tiryakisiymiş. Kaymakam tiryakiliğin verdiği ruh haliyetiyle beklerken, kapısı üç kez çalınmış. Çıkmış bakmış Kaymakam, kapıda bir adam:
-Biseciii! Bise alırmısınız efendiii?
Arkasında da bir deve, geviş getiriyor geve geve.
Ne desin Kaymakam?
- Ne bisesi be adam? Biseyi ne yapayım ben?
- Peki efendi kızma! Bizden sorması, sanki ısmarlamış gibiydiniz de... Hadi iftar-ı şerifler hayrolsun! demiş, çekmiş devesinin yularını:
- Biseciii! Bise alan, katran alan...
Kaymakam kapıyı kapatıp da sofraya dönerken, mırıldanıp kendi kendine içinden: Allah Allaaah! Bu saatte bise mi satılır be adam? Mübarek iftar vakti... Fesûbhanallah! çekmiş.

Bir müddet sonra tekrar Ladik'e gittiği zaman:
- Aşk olsun Ahmed Ağa, bize Hızır Aleyhisselâmı daha göstermeyecen mi Hacı Babam? diye sitem etmeye kalkınca, Ahmed Ağa:
- Size de aşk olsun hay guzum! Kapınıza gelen Hızır'ı kovarsınız, ondan sonra da gelir bize sitem yaparsınız! demiş.
Kaymakam şaşkınlık içinde:
- Ne demek o? Ne zaman geldi Hacı Babam? diye sorunca, Ahmed Ağa:
- Ramazanın son günlerinde, siz sofrada beklerken kapınıza bir Biseci geldi mi?
- Geldi?
- Devesinin semerindeki katran küplerine dikkat ettin mi, semere bağlı mıydı, değil miydi?
- Ben bu tiryaki kafasıyla nerden dikkat edecem ona Hacı Babam?
- İçeceksen sen iç cigarayı oğlum! Cigara seni içmesin!... Hem sen nasıl bir Hızır bekliyordun? Yakası kartlı, kravatlı birini mi bekliyordun? Kolalı gömlekli, ütülü pantolonlu birini mi bekliyordun? Neyse... Gördün işte gayrı... Görmedim diyemezsin! Kaçırdın ammaa, gördün işte yine de... demiş ve teselli etmiş Kaymakamı, Ahmed Ağa, ama.... Kaymakam epey eyvah çekmiş tabiii..

Çölde Bir Mehmetçik

Ladikli Hacı Ahmed Ağa, 1389 Seferberliğinde cepheye gitti. Pınar, Losfaki, Çatalca, Vokestin, Dökme Meydan Muharebelerine katılarak kahramanca çarpıştı. Daha sonra; Makedonya'da, Yunanistan, Arnavutluk ve Bulgaristan'da çeşitli cephelere katılan Ahmed Ağa, cepheden cepheye koştu.

Hacı Ahmed Ağa anlatıyor:

"-Şimdiki yahudilerin yerleştiği Gazze şehri civarında, İngilizlerle harp ederken mensup olduğum birlik İngilizler'ce pusuya düşürülmüş, birliğin tamamı makinalı tüfeklerle taranıp bir kısmı öldürülmüş bir kısmı da yaralanmıştı. Ben de vurularak çöle düştüm. Yanımdaki arkadaşlar da peş peşe vurularak üzerime düşerek şehid oldular. Bunların arasında sıcaktan kavrulan kumların üzerinde, son derece susuzluktan yanıyor, bir taraftan da yaralarım sızlıyordu. Artık Mevla'ma yönelmiş, O'na kavuşma anımı bekliyordum. Bulunduğumuz mevki; Esas birliğimize üç günlük yol, bu arada hiçbir canlı yok. Yardım ve kurtuluş ümidi kalmamıştı. Tam bu sıralarda; Nihayetsiz kerem sahibinin Kudret ve Vefa eli bize erişti...

Tam çaresizlik içerisinde, sıcak kumlar üzerinde susuzluktan kavrulan bedenim al kanlar içinde mecalsiz, yaralarım sızlarken, Güneş’in vurduğu yerden bir beyaz atlı belirdi, bize doğru geliyordu. Düşman zannı ile korkumdan kendimi ölüler arasında, ölmüş gibi göstererek yere yatmıştım.

Atlı bize yaklaştı ve bana..:
-Esselamüaleyküm..! Ahmet ne oldu yaralandın mı? Kalk bakalım..!
Diyerek ismimi söyleyince korkum kalmadı, başımı kaldırdım baktım..
-Kalkmaya mecalim yok.. dedim.
Attan inip yanıma geldi, beni sıkıştıran şehid arkadaşlarımı üzerimden birer birer çekti. Susuzluktan yanıyordum.
-Sana su vereyim mi? Deyip, su dolu bir matara verdi.
Susuzluktan yanan bağrıma, o Vefa elinin verdiği; hayat ve aşk bahşeden şifa suyunu içtim... kana kana..!

Mubarek Zat; Ellerini sızlayan yaralar üzerinde gezdirirken, sızılarım duruyor taze hayat buluyordum. İşte o su, beni başka bir aleme götürdü.
Bana ne oldu ise; Rahman’ın Vefa elinden içtiğim o hayat ve aşk bahşeden sudan sonra oldu.!

Sonra beni kaldırıp atının terkisine aldı. En yakın, üç günlük yoldaki genel karargaha götürdü. Bu yolu nasıl, ne zaman geldiğimizi bilemedim. Karargahın yakınına atının terkisinden beni indirdi. Bir değneğe kırmızı bir bez bağlayıp askerlere salladı. Ayrılacağımız zaman beni getiren bu Zat’a..:

-Efendim sizi bir daha görecek miyim? dedim.

Mubarek Zat bana..:
-Ahmet Ağa; Eğer sen Hak rızası için yaşarsan her zaman seninle beraberiz. Yok öyle yaşamazsan, bu son görüşmemiz... dedi ve ilave etti..:
-Askerler gelip seni alınca sana inanmazlar. Onlara beni nöbetçi subaya götürün, dersin.
Hadiseyi nöbetçi subayına anlat, benim de selamımı söyle..! dedi ve kayboldu.

Askerler bir sedyeyle gelip beni aldılar. Beni götürürlerken parola soruyorlardı; fakat ben cevap veremiyordum. Birliğimi söyledim bana inanmadılar..:

-O birlik vurulup yok edilmiş. Hem sen kurtulduysan, senin söylediğin birlik buraya 3 günlük yol. Nasıl geldin? Sen yalan söylüyorsun! dediler.
Ben de :
-Siz beni nöbetçi subayına götürün.. dedim. Askerler beni nöbetçi subayına götürdüler.

Nöbetçi subayı, ehli hal, aşık bir kimseymiş. Ben nöbetçi subayına; Birliğimizin başına gelenleri, yaralanıp düştüğümü, beni kurtaran Adam’ın gelişini ve durumunu anlatırken subay heyecanlanıyordu, kendisine...:

-Beni kurtaran kimsenin size selamı var..! deyince..
Subay hemen altındaki sandalyeyi bana verdi, bana hürmet etmeye başladı ve ..:
-Nasıl oldu, bir daha anlat..!

Diyerek üç kere tekrar ettirdi. Her tekrar edişinde heyecanı daha da artıyordu. Hemen beni tedaviye alıp yaralarımı sardılar. Yaramı saran doktor işin farkına varmış, bana inanmayanlara:

-Sizin burnunuz koku almıyor mu? Şimdiye kadar hiçbir askerde böyle bir koku duydunuz mu? Şu hastanın kokusuna bakın, mis gibi kokuyor... dedi.

Ben hastanede bulunduğum müddet içerisinde, Hocam bir iki defa ve bana :
-Ahmed, terhis olup memleketine gittiğinde, ben yine gelip seni bulacağım, merak etme!.. dedi, gitti.

Elhamdulillah iyileşip taburcu oldum. Çok sürmedi bizi terhis ettiller, artık memleketim olan Ladik’e gelmiştim.

İşte Hocamın bana çölde yaralı iken gelip kurtardığı sırada verip içirdiği, bana hayat bahşeden o sudan sonra bende bir aşk başladı. Aşk ateşi beni günden güne benim sinemi yakmaya ve beni dağlara, ıssız yerlere sürüklemeye başladı. Evde duramaz oldum, derdimi de kimseye anlatamıyordum.
Yine bir gün sıkıntımdan, üzüntü ve kederimden ne yaptığımı, ne yapacağımı bilmez bir halde iken, Aşk’ın galebesi ile dağlara çıkıp gittim.

Bir kış günü idi, her taraf kar kaplı. Bir de baktım ki, onbir tane kurt arkama düştüler. Durumlarından aç oldukları belli idi. Korkup olduğum yerde durdum, onlar da durdular.
-Yaa Rab..! Sen muhafaza eyle.! Diyerek , Rabbıma niyaz ettim.

Hayvanlar ağızlarını kaldırarak hep birden öyle bir uludular ki; Vücudumun bütün kılları , adeta elbisemden dışarı çıkmıştı. Tam o sırada, semadan kurtların üzerine beyaz, koyun kuyruğu şeklinde birşey indi. Hemen kapışıp yediler ve birazını bırakıp gittiler.
Onlar gittikten sonra, o şeyin düştüğü yere varıp;
Acaba bir parça kalmış mı? Diye bakarken ufacık bir parça buldum. Hakikaten kuyruk şeklinde beyaz ve yumuşak bir şeydi. Bu parçayı aldım yedim. Günlerce açlık hissetmedim..!

İşte böyle günler aylar geçiyor. Hep gözlerim yolları gözlüyor. O’nu bekliyorum ;çünkü;
-Geleceğim... demişti.
Gönlümdeki yangın ateşi arttıkça, lisanım gönlümdeki feryadı dışarıya döküyordu...
Tam oniki sene geçmişti aradan. Nihayet bir gün Elhamdülillah, Hocam teşrif edip göründüler, artık dünyalar benim oldu.

İşte o günden sonra, hemen hemen hergün uğrar, lüzum eden ders ve malümatı verirdi. Zaman geldi artık beni alır, kendisi ile beraber manevi toplantılara götürürdü. Kendisi gelmediği zaman, manevi telefonla haberleşir, emredilen yere saatinden önce varırdım. Daima böyle saatinden önce vardığım için de, üstadım beni çok sever memnun olurdu.


KaynaK:Ladikli Ahmed Ağa, Mustafa Özdamar, Kırkkandil Yayınları, 2004
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

Sevgili Güzel Dostlar,

Ladikli Ahmet Ağa ile ilgili yazılarınız için ALLAH RAZI OLSUN... Yüreğim öyle bir şen oldu ki ...
Himmeti üzerimize olsun inşallah...
Sizlerin de yolunuz, yolumuz açık olsun, hak erenler yar ve yardımcımız olsun inşallah.
En içten sevgilerimle.
.
.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
fedai
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 142
Kayıt: 19 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen fedai »

LADİKLİ AHMET AĞA'NIN GÜZEL AHLAKI :


Allâh ve Rasülünün âşığı, Hak aşığı, Hak dostu ..

O hayatı ile Allâh’a ve Rasülüne nasıl âşık olunacağını gösterdi. Onun muradı, ne dünya ne de dünya içindeki olanlar; onun asıl muradı, her yerde ve her mekânda hakikat nurunu aramak, Allâh’ın rızasını kazanıp cemalini görmek, hak ve hakikate ermek. O da her fâni gibi dünyaya geldi, kulluğa yakışır bir şekilde hayat sürdü, gönüllere taht kurdu. Dünyanın dört bir tarafında onun sevgisi gönüllerde yaşıyor.

O, hiç kimsenin övgüsüne ve iltifatına ihtiyaç duymamış, kendisini metheden birine “ Oğlum! Ben Allâh’ı ve Rasülünü seviyorum, sen de onları sev” demiştir. Şöhretten ve riyadan son derece kaçınmıştır. “Bana türbe yapmayın, bir taş dikin yeter” demiştir.

Kimseler bilmez benim işimi

Bu aşkın yoluna koydum başımı

Dikmesinler benim mezar taşımı

Gecelerde doğdu nur-u Muhammed

Ziyaretçilerinden birisi. "Hacı Ahmet Ağa bazı kişiler senin hak­kında kötü sözler sarf ediyorlar." deyince, "Benim Allâh ile aram iyi ise, herkes bana kötü dese ne çıkar. Benim Allâh ile aram kötü ise herkes bana iyi dese ne çıkar" diyerek şu beytini okumuştu:

Kimi atlı kimi yayan

Her ameller olur ayan

İçmişim aşkın şarabın

İsterse desinler yalan

Güzel ahlâk sahibi, çok merhametli bir insandı. Kollarını açıp ümmeti Muhammedi kucakladı, sanki herkes onun evladı ve torunu gibiydi. Evinin kapısı gece ve gündüz herkese açıktı. Küçük ve büyük herkese hizmet etti. Meseleleriyle ilgilendi, dertlilerin dertlerine çareler aradı, istisnasız herkese duâ etti. Yetimi, öksüzü görüp gözetirdi. Hediye vermeyi seven cömert bir karakteri vardı. O halkın içinde halktan biri gibi, fakat gönlü daima Hak’la beraber olan bir Hak eriydi.

Az uyuyan, çok ibadet eden ve az gülüp çok ağlayan kimselerdendi. Ciddî, vakur ve daima tefekkürlü bir hâlde bulunurdu. Celâlli oluşunun ardında kullara ve mahlûkata karşı ince bir merhameti vardı. Gözü gönlü öbür âleme dönüktü. Kaza ve kadere boyun eğip, kaderine razı olan sabır numunesiydi. Kendine has manevî bir kokusu vardı, eline aldığı ve kullandığı eşyalar o güzelim kokuya bürünürdü.

Manevî ilme sahip olduğu için, âlim bir insanla sohbet ederken o da âlim olurdu. Dünya sanki avucunun içinde gibiydi. Unutkanlığı yoktu, ‘hatırlayamadım’ demezdi.

Misafir odası her gün, bilhassa hafta sonları dolar taşardı. Gelen ziyaretçiler, elini öper, yaptığı sohbetlerinden ve en çok da okuduğu şiirlerden manevi haz alırlardı. Gelen misafirin durumuna göre kendini ayarlar, kimseyi incitmemek için azami gayret gösterirdi. Kendisini ziyaret edecek olan değerli zatlar için hazırlık yapardı. Sorulara anında cevap verirdi. Şayet bilemediği veya istişare etmesi gereken bir soru olursa “bana az müsaade edin” deyip odadan ayrılır, ya bağın köşesine kadar gider yahut bahçenin ortasına kadar düşünerek yürür; döndüğü zaman “durum bundan bundan ibaret” diyerek cevabını verirdi.

Bazen de kendini gizlemek için “ben bir şey bilmiyorum, çobanın birisiyim” derdi. Hakikate bakarsan, Allâh’ın ilmi karşısında kulunun bildikleri ne olabilirdi ki. Tevazu sahibi olduğundan kendini büyük göstermemek için olayların bir ucunu, deyim yerinde ise küllerdi. İnsanları kendisine değil Rabbine yönlendirdi.

Nemelâzımcılığı yoktu. Dünya Müslümanlarının derdi onun derdiydi. Mısır’daki İslâm âlimlerinin asılmasından dolayı o kadar müteessir olmuştu ki iki gün hasta yatmıştı

Beş vakit namazını camide kılardı. Camiye gidip gelirken yere bakarak -sanki bir şeyler kaybetmiş de onu arıyor gibi- düşünceli, ağır ağır hareket ederdi. Çok güzel giyinir, temizliğine çok dikkât ederdi. Abdest alırken, namaz kılarken çok emek çekerdi. Namazı hiç bitmez zannedilirdi. Geceleri uyumaz, sabaha kadar ibadet ederdi. Gerek beyitlerinde gerekse sohbetlerine seher vaktinin önemini defalarca beyan etmiştir. Bizlere ve gelen giden misafirlerine bir çok tavsiyelerde bulunmuştur.

“İhtiyarlığınızda genç yaşamak istiyorsanız, onu bunu bahane etmeden, beş vakit namazınızı camide cemaatle kılın. Dizlerinize sarı su inmeden, genç iken namazı çok kılın. Çocuklarınızın rızkını helalinden kazanın, alnınızın terini yiyin; kimsenin eline bakmayın. Bu din Allâh’ın dinidir. Allâh ne derse onu yerine getirin. Hizmet ehli olun, hizmetten geri kalmayın. Allâh sonumuzu hayra getirsin, Allâh hakkımızda hayırlısını versin” derdi.

Yine sohbetlerinde, dünyanın yaradılışından, peygamberlerin hayatından, Peygamber Efendimizin ve ashabının hayatından bahsederdi. Büyük veliler ve âlimlerle ilgili kıssalar da anlatırdı. Sohbetine katılanlar büyük bir haz duyardı. Duygusal anlar yaşanırdı. Herkes memnun kalarak, tekrar buluşmak niyetiyle, selâm ve duâsını da alarak ayrılıp giderlerdi. “Allâhım! Sev bizi, sevdir bizi; dünyada ve ahirette ağlatma güldür bizi” diye dua ederdi. Sohbetinden ve aşkla söylediği beyitlerinden sonra mutlaka “Allâh hakkımızda hayırlısını versin! İmanımı kurtarabilirsem ne mutlu bana” deyip, korku ile ümit arasında yaşardı.

Her türlü eza ve cefaya katlandı. Bir taraftan dünya meşgalesi, öbür taraftan halkın eziyeti… Hepsinden zor olanı ise aşk ateşinin onu yakmasıydı.

Ben âşığım, maşukumu ararım

Ne mekânım vardır ne de kararım

Dünya benim olsa bir tat alamam

Tecelli eyleyen nuru ararım

Dünya ve ahiret çalışma ile kazanılır. Herkesin mutlaka çalışması ve mücadele etmesi gerektiğini söyler:

Okudun mu İlm-i dünni bu esrarı bilmeye

Göz hicabın kaldırdın mı, hak yolunu görmeye

Âciz mi yaratan Hüdâ’m, kula nusrat vermeye

Din hakkında sen de çalış, gül bağına girmeye

Kendini âciz, günahkâr ve âsî bir kul olarak görür:

Bu zalim nefsimi öldüremedim

Yetmiş bin hicabı kaldıramadım

Hakikat deryası çağlayıp akar

Ben bir katresini dolduramadım

Bütün bunlara rağmen manevî birçok nimetlere vâsıl ve bir çok ilimlere vâkıf olduğunu da bildirir:

Girmişim Hakkın bağına, koparmaya gül de var

Lâleler çiçekler açmış, içinde sümbül de var

Dinle kuşlar avazını içinde bülbül de var

Gördüm huriler safını, saçlarında sim de var

Yine ahvali bilinmeyen, sırlarla dolu bir Hakk dostudur. Kendisini ancak Hakk ilmine sahip olanların bilip anlayabileceğini şu mısralarında dile getirmiştir:

Hakikat bahrine daldım, el-aman nefsin elinden

Hak hakikati bilenler, anlarlar Hakkın ilminden

Bülbül bile güle âşık, alır reyhanın gülünden

Ben bir cemâle âşığım, kimse bilmez ahvalimden

Cenabı Hakka şöyle duâ eder:

Âlemlerden fazla, isyanım benim

Âsiye değil mi ihsanın senin

Gelmişim kapına gitmezem gayri

Affımı isterim maksudum benim

Onlar ölmez, esas ölü olan bizleriz. Maneviyat âlemi, bizlerin bilemeyeceği bir âlem… Her şeye rağmen Allâh’ı, Rasülünü ve Rasülünün izinde gidenleri; onlara dost olanları, onları çok sevenleri bizler de seviyoruz.

Sözümün nihayeti yoktur.

Benim de isyanım çoktur.

Gitme Hakk’ın kapısından

Başkasından fayda yoktur.

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sirin_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

http://www.ladikliahmedhudai.com/seskayitlari.htm

Sevgili dostlarım ve Fedai, mehrican Hakk Ereni ladikli Ahmet ağa hoca efendimizin mubarek sesinden dinleyelim güzellikleri.
Himmeti cümlemizin üzerine olsun İNŞAALLAH!
Resim
Cevapla

“Basın ve Güncel haberler” sayfasına dön