ÖZ TASAVVUF - IX

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

9.1. CÛD-VÜCÛD-MEVCÛD

Azîz kardeşim, Anlamadığımıza inanamayız ve inanmadığımızı gerçekten yaşaya-mayız.
Bilgisayar çağının insanını taklidî tevhide çağırırsanız nâfile...
Akl-ı selim sahibi bir nefs; fıtrî yapısı gereği düşünür: "Halk kimdir? HAKK kimdir?" bu sorunun doğru cevâbını vicdanında anlarsa taklidî, tahkik (hakikat) olur...
Şimdi çok önemli bir konuyu açacağız...
Cûd, vücûd, mevcûd...
Halk ve HAKK...
Zât, sıfat, esmâ ve eşyâ...
"Kûn: ol!"un kavranması...
Şe'enullah Şehrinde her "an" yeniden tecellî...
Varoluş, yokoluş, yeniden varoluş, yeniden yokoluşlar zinciri... Aşkın nabız atışı...

Basar ve basîretle bakar ve görürsek:
Vahdet-i Mevcûd : "var"ların birliği.
Vahdet-i Vücûd : Varlığın "Bir"liği (varları VAR EDEN'in BİRliği)

Resim

Resim

"Cûd"un vücûd bulup, mevcûd hale gelip, kainatta bir varlık olarak gözükmesi olan İlâhî işlemin adı "şe'en"dir. Herşey "Kûn fe yekûn" emri ile "an" içinde "zaman" olur...
Şüyûn (şe'enle) : Sürekli halkedişler, yaratış ve yaratılış, her andaki sonsuz ve sürekli hadiseler....
ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL bir şeyi iki kere kullanmayıp, her varoluş ve peşinden gelen yokoluşu, yeni bir oluş olup, tekerrür yoktur. Herşey, heran, yepyeni birşeydir.
Bu sonsuz, sayısız ve çok hızlı "Oluş-yokoluş-yeniden oluş..." Şüyûnullahı, insan aklının algılama sınırının dışında olunca, sinema filmi izler gibi sürekli sanmaktadır.
Heran sabit bir şey yoktur kâinâtta...
Her zerre, her hücre ve herşey gözükmeyen kısa sürede (anda) varoluş yokoluşla yeni bir şey oluş, tekrar yokoluşla yeni bir şey oluş, olup durmaktadır şu anda...
"Kûn!"la olan şu kâinât yeni bir "Kûn!"la yeni bir kâinâttır.
Sonsuz, sınırsız ve sayısız bir zuhûrata mazhar tevhidî tecellî tezgâhıdır.
Rabbü'l-âlemin'in mahlûkatının bu muhteşem naz-niyâz nabız atışını hissetmek, sesini duymak, subhanî tesbihe iştirak edip uyduğunun farkına varmak ve raksın, rengin ve ahengin âşığı olmak Muhammedî şuûr ve nur ile ulaşılan hayat hazzı ve insanın kulluk keremidir...
Evet, hiç durmadan Sünnetullah (ilâhî tavır, tarz ve stil) kaza-kader, irade ve meşiyeti (dilemesi) ile her an tecellî halindedir:

Resim--- "Ve şüphesiz en son varış RABB'inedir." (Necm 53/42)

Herşeyin ve her işin (şe'n) nihâyeti (müntehası) Rabbü'l-âlemin'e dönecektir.

Resim--- "Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O her an yeni bir şe'n (yaratma, var edip-yok ederek ondan başka bir şey halk etme) halindedir." (Rahmân 55/29)

Şe'enullah sürekli, sınırsız, sayısız ve serî'dir.
Şimdi şu anda mâsivânın tümünün her anlık tesbihi (Cuma 62/1 v.d. bkz.).
"Kûn!: Ol!"emrinin kevnî ve beşerî uygulanışı olan "fe yekûn: derhal oldu" seyr-ü sülûk seyahati ve serüvenidir...
Bir nefeslik sahnedeki sen, ben, o oyunu...
Normal insan aklının algıladığı ise: Şeyler ile şeylerin münâsebetinden doğan olaylar, olayların münâsebetinden doğan beşerî zamanlar ve zamanların münâsebetinden doğan akıl sayısınca çok ve çeşitli zanlardır...
Aklî zanlar ise, naklî nasslarla (Kur'ân ve sünnet) test edilmezse pek çoğu çürüktür...

Mümkünün (olabilir olanın) idraki, ancak ve ancak vâcibin (varlığı mutlaka lâzım ve lâyık olanın) naklî nuruyla aklın dirilmesi (ışığa kavuşması) ile mümkündür...

"Var"ından var eden ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL ile mahlûkatı arasında elbette "Hakk oluş" bağı olduğu aklın gereği ve mutlaka kesindir.Eser ile ustası arasındaki sanatın sırrı; hakk ve hayrdır. Kâinâttaki mahlûkat ve mevcûdatın maddî-mânevî heran hâlden hâle geçiş terakki ve tekemmülü (sebeb ve sonuç serüveni) Şe'enullah Şehrindeki Tevhid için tecellîler temâşâsı ve şehâdet şartlarını şerh eden sûretlerin görünümleridir ve âfâkîdir.
Oysa enfüs, öz ve sîretlerindeki değişmez hakikat (sabıt nokta) hakku'l-HAKK oluştur.
Bu karışık gözüken sûret değişikliği ve sîret sabitliğine; fizikî, maddî ve tabî (doğal) bir örnek verelim:


Buz Resim Su Resim Buhar Resim Bulut

Dörtlüsünün özellikleri öylesine farklıdır ki ilkokul çocuklarımız bile bilir.
Bunların sûret (özellik) elbiselerini, zâhiri oluşum şartlarını soyarsak sîret güzelliklerini (kimyevî, mânevî, fıtrî) özü olan H 2O formülünün dördünün de değişmez ve müşterek hakk oluş hakikatini görürüz...

Mahlûkatın sûret yüzündeki şey, olay, zaman ve aklın algıladığı zann, sonsuz hızla yenilenmekte (halk-ı cedid) dir.
Kur'ân-ı Kerîm' deki küllî şey'in sonsuz yüzüş tesbihi (sebbaha'sı) bu şüyûndur.

Mahlûkatın sîret özünde ise, subhanî sübût, sükût ve sükûn noktası olup naz-niyâzın nirengi röper (kesin belirleyici) noktasıdır.
Bu sözü, kuru ve boş bir şey sanma... Her dönenin (zerre-atom, kürre-kâinât) merkezinde (teorik, teknik ve gerçekten) mutlaka tek, sabit, dönemez olan ve diğer dönen noktaların etrafında döndüğü değişmez sabit nokta, Nurullah ve dolayısıyla Nur-u Muhammed prizi, kara delik (sırrı süveyda noktası), sırr-ı sıfır seviyesi, anlaşılması ve anlatılması zor olan, ancak yaşamak ile anlaşılan, elektrik gibi:
"Ne idiği belirsiz ve ettiği ile belli olan" teorik olarak (maddeten) teknikte (fizikî), pratik olarak ise Muhammedî tasavvufta mânen, şu anda her varlıkta var ve varlığı onunla mümkün olan bu sabit noktaya biz âşıklar "çile çekirdeği" diyoruz...

Resim--- Hadisi kudsi de ALLAH Tealâ: "Bilinmek istedim, bunun için mahlûkatı yarattım!" buyuruyor.
(Aclûnî Keşfu'l-hafâ II-132)

Bu subhanî sırra âşinâ olmayanlar ise bizim Anadolu da küçük çocuklara; yeni doğan ve kardeşi olan bebeğin, ana-babanın cinsel ilişkisi sonucu anne karnından çıktığı gerçeği anlatılamayınca ve işin içinden çıkılamayınca:
"Bu bebeği leylek getirdi!" dedikleri gibi:
"ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL mahlûkatını yoktan var etti!" deyip mesnedsiz mâzeretlere kaçıyorlar...
Halbuki; "Hiçbir şey (mâsivâ, mahlûkat, mevcûdat, kâinât, herşey) yok iken ALLAH var idi!"Nokta. Söz bitti...
"ALLAH Tealâ var!" iken bir de "Yokluk" diye bir şey yoktu ki... Vâcibü'l-Vücûd olan ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL mevcûd olmayan mahlûkatını varından var ediyor...
"Kün fe yekûn!"dur. Kevndir... Kâinâttır...
ALLAH Tealânın kaza,kader,irade ve meşiyeti ile takdirinin tecellîsidir.
İnsan için aklından dolayı kuvve den fiile çıkış çilesidir.
İmkanla imtihan oyunudur! Bu oyun ve eğlence bahçesi olan dünyada...

Çözümsüz problem sanılan şey ise: Vücûdla-mevcûd, ustayla-eser, ressamla-resim, El HALİK (celle celâluhu) ile mahlûkatı, birbirine karışır v.s. sanma ahmaklığıdır.
Bazen kerâmeti kendinden menkûl, balon gibi şişirilmiş ve etiketinin arkasına saklanmış Prof. markalı kişilerin kitablarına göz atıyorum da şaşırıyorum...
Meşhurdur, Bektaşînin her nasılsa yolu câmiye düşmüş. Minberdeki vaîz coşmuş, kükrüyor ve: "ALLAH ne yerdedir, ne göktedir, ne şurdadır, ne burdadır!" diye saymaya başlayınca Baba Erenler kapının yolunu tutmuş gidiyor.
Kendisini tanıyan vaîz: "Nereye Erenler? Ağır mı geldi?" deyince dönmüş de:
"Ulan ahmak, "ALLAH yoktur!" diyeceksin ama bir türlü beceremedin!" demiş...

İnsanoğlu, sebebler âleminde (âfâk) Şe'enullah içinde; Emrullah gereği kulluk imtihanında rollerini oynuyorlar.
Ne kadar "Şey" varsa o kadar rol, hayat ve tecellî türü vardır...
Herşeyin ve işin sonucu ise; bizi, fiillerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Rabbü'l-âlemin'e rücû' eder (döner) !
Bu ise Muradullah olup mevcûdat, mahlûkat, mâsivâ ne dersen de ALLAH Tealâ'dan gayrisinin tümü için tektir ve mutlak âhirettedir...
İnsanın hesabı ise, akıl nuru ve ni'metinden dolayıdır...

İşte herşeyin özündeki ilâhî, fıtrî ve ferdî olan bu subhanî noktaya, RABB-Ü- BİRRUN bağlantı prizine ve "Lâ ilâhe illâ ALLAH" kaynağına aklı ve insan sûreti olan bizlerin ulaşım (vuslat, sıla, salâvât, salât) usülünüKur'ân-ı Kerîm' de ALLAHÜZÜ'l-CELÂL; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olup "Muhammeden Resûlullah" fişini takmak olarak açıkça göstermiştir...

Ne var ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in "Rahmetenli'l-âlemin"oluş şuûruna, nuruna, sürûruna ve onuruna ulaşamamış ve Muhammedî tasavvufun "T"sinden habersiz İslâm dışı felsefe tasavvurcuları, feylesof kılıklı kırıntı hayalperestler:
"Hristiyanları kızdırmayalım Lâ ilâhe illallah" desinler de "Muhammeden Resûlullah" demeseler de olur ve cennete de girerler!
"İsa Ruhullah, Musa Kelumullah yeterli!" gibi heyezânları ile Kur'ân-ı Kerîm'in bir iki âyetini cımbızla çekip başka yüzlerce âyet yokmuşçasına ve Kur'ânî bütünlüğü terk ederek keferenin keyfince hükümler çıkarıp çocuklarımızı, torunlarımızı ve insanlarımızı mânen, kalben ve ebedî olarak iğdiş (dölsüz, nesilsiz, yok olmaya mahkûm) etmeye bilerek ya da ahmaklığından bilmeyerek hizmet ediyorlar...
Onun içindir ki dönüp dönüp tekrarlıyoruz ki Aklı olan ve insan sûreti taşıyan ve "müslümanım" diyen herkesi, Muhammedî oluş şuûru ve nuruyla yeniden durum değerlendirmesi yapmaya dâvet ediyoruz, kendi vicdanlarında...

Geminin güvertesinde şucu-bucu kavgası yapan ahmaklar...
Gemiyi İblisin korsanları, cehennemin zümârasına çekiyorlar uyanın, ALLAH aşkına uyanın artık...
Ameli sâliha işi genellikle iflas etti...
Daha acısı ise inanç ve i'tikadlarımıza kurt düştü, için için kemiriyor...
Gözüken ağaçların içini küfür kurtları kemiriyor...
Çâresi tektir ve Muhammedî oluşun farkına varış şuûrudur...
Önce ışık sonra ne hâldeyizi görüş, durum değerlendirmesi ve çâresini düşünüş...
Sen, ben, o, biz...
Biz hepimiz Muhammedîyiz...
En son kulihvani tarafından 26 May 2008, 23:28 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

9.2. EL HAKK (cc) ve HALK

Azîz kardeşim,
Şimdi arz edeceğimiz hususların anlayış ve yaşayışında Mutlak İmâmımız,Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olup, biz her hususta asla bir adım önüne geçmeyiz ve mutlaka izini izleriz.
Açıkçası şunu demek istiyorum:
Biz seyr-ü-sülûku kendi (kişisel) başımıza RABB'ımıza yolculuk ve bu mânevî yolda, makam, mertebe v.s. temini olarak anlamıyoruz. Bizim seyrimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e olup; O'nu bulup teslim olmaktır.
Sülukumuz ise Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem)'in imâmlığına tâbi' olup ilâhî istikametteki bileliğimiz (Biz) dir. Bu inancımız o kadar kesindir ki bu sonsuz fezâda füzemiz, Muhammed (leyhi's-selâm)'ın kalbidir...
Kişisel yola çıkışlar, taşkınlık ve şaşkınlıktır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duymayış veKur'ân-ı Kerîm'e uymayıştır.
Daha doğrusu Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i gereği gibi tanıyamayış ve sevemeyiştir.
Zirâ:

Resim--- Abdullah İbni Hişam (radiyallahu anhu): Resûlullah (sav) ile beraberdik. Hazreti Ömer'in elinden tutuyordu. Ömer: "Yâ Resûlullah! Nefsim hariç seni herşeyden daha çok seviyorum!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Hayır! ALLAH'a yemin olsun ki beni nefsinden de daha çok sevmedikçe imân sahibi olamazsın!" buyurunca Ömer: "Şimdi seni nefsimde dahil herşeyden daha çok seviyorum" deyince Resûlullah (sav): "Şimdi imân sahibi oldun!" buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned V-293)

Resim--- Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu): "Sahabe için Resûlullah (sav)'den daha sevgili bir kimse yoktur. Bununla beraber kendisi için ayağa kalkılmasından hoşlanmadığını bildirdikleri için onu gördüklerinde ayağa kalkmazlardı." demiştir.
(Tirmizî, Edeb 13-2754)

İşte Muhammedî sevgi ve edeb...

Akıllarımızın iyice anlaması ve ona buna muhtaç olmaması için vücûddan mevcûda, HAKK'tan halka, hakikatten hayale tenezzül tecellîlerini sadece bilgisel zevkler olarak arz edeceğiz İnşâallah...

Elbette anlatılanların anlaşılması ve yaşanması için letâiflerin Nur-u Muhammed ile çalışması ve görevlerini görmesi hârika olandır... ALLAH Tealâdan hidâyet, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şefâat, Hakk Dostlarından himmet dilerken bizim de kalbî gayret içinde olmamız gerektiğini arz edelim...

HALK :

Kâinâttaki bir ŞEY olarak varlığı (kimliği, kişiliği, kendiliği) ve özellikleri:

Hadis : yokken var ve vaki' olan, hudüs eden, meydana çıkan, ilk defa vaki'olan.

Mümkün : varlığı imkana bağlı, olabilir, olabilen, gücü yeten biri tarafından olabilecek tavır ve tarzda tutulan. Varlığı için mekan şartı olan zeminî.

Zamanî : varlığı zamana bağlı olan, zaman içinde olmak zorunda olan, zaman, vakit, çağ ve devir içinde olan.

Fâni : ölümlü, geçici, gel-geç, muvakkat, kendi başına varlığı dâimi olmayan.

Nisbî : varlığı başkasına bağlı, başkasıyla ilgili ve öncekine göre göreceli olan.

İzafî : varlığı, bağlı olduğu gerçek varlığın kaza,kader,irade ve meşiyetiyle değişen.

İtibârî : kendi başına varlığını var edemeyen ve var sayılan şey...

ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL Kur'ân-ı Kerîm' de tüm mahlûkatını tek tek saymayıp tek kâlemde "Küllî Şey'in" (bütün ve tümel olarak) her bir şey buyurarak eşyâyı (şeyleri) bir "tek şey"e indirgeyerek muhatabı tek nesneye indiriyor...
Şey ise benlik (iyelik) giydirilip şühud âlemine sürülen nesnedir...
Herşey o şeydir...
Özellik ve güzellikleri ilâhî, fıtrî ve kesindir.
Cansız sanılan taşlar, bitkiler, hayvanlar, cinler, insanlar, melekler ve Arş da dahil bir "Şey"dir.
Mevcûdatın hayalî vücûdunun, gölge gibi (zıllî).
Mekana ve zamana bağlı nisbî, itibarî, kayıdlı, kasıdlı, tanınan imkanlarla cisimsel olduğunu, kafa gözü (basarı) olan her insan görebilir ve zâhirdir.

EL HAKK'ın (celle celâluhu) Varlığı:

Vâcibü'l-Vücûddur :
Varlığı lâzım ve lâyık olandır. Varlığın aslı, tek ve gerçek var olması icâbedendir.
Aklın önündeki seyrettiği, tüm duyu organlarıyla hissettiği ve sistemin mutlaka olması gereken gerçek ustası...
Mevcûdun ustası ve sahibi Vücûd-i Mutlak...
Vücûd-i Ahâdî...
Zâtı Cemâlînde müstagrak ve canların dâimî hayy olanı, canı...

Kadîm ve ezelîdir :
Öncesi asla bilinemez ve öncesiz olan kıdemli. Başlangıcı (ibtidası) olmayan, öteden beri (ezelî) vücûdu tek ve şahsına mahsus olan.

Bâki ve ebedîdir :
Dâimî Cûdîyyeti (ikrâm ve ihsânın bizzât kendisi oluş) ebedî olan Câvid, sonrasız, Lâ yemût (ölümsüz) ve sonsuz sürekli sermedî (sürekliliği Zâtından) olan...

Kaim ve Dâimdir :
Zamansız, mekansız, halsız ve târifsiz dâima var olan.
Evvel, âhir, zâhir, bâtının aslı olup, şu anda var olduğu halde görülemeyen gaybî olandır...
İnsan imtihanının püf noktası da gaybe imândır...

Ne acâibtir ki hayal gibi gözüken gayb âlemi değişmez kesin hakikat âlemi iken, hakikat gibi gözüken şehâdet (cisimler) âlemi gölge varlıkların gelip geçtikleri hayal âlemi gibidir...
Cisimler âlemini kafa gözü (basarı) olan her canlı görebilir iken, hakikat âlemini basar ve basîretini (gönül gözü) dürbün gibi kullanabilen (eşyânın hakikatini görebilen) Ulü'l-Elbâb ârifler görebilmektedir.

Gerek eşyânın mevcûd oluşu (izâfi, geçici ve iğreti olan cismi, vücûd giyinişi) ve gerekse insan nefsinin doğuş-ölüş arasındaki kemâlât ve şehâdet yürüyüşü (imtihan seyr-ü-sülûku), kula lûtfedilen hakaik (hakikatler) ve dekaik (incelik) ler demek olan hâl (oluş, olunuş, keyfiyet, durum, zevk ve hazz alış) dır. Ancak yaşanınca anlaşılır.
7 yaşındaki çocuğu evlendirip gerdeğe sokmak, evlilik ve sonucu için sadece bir musamere ve tiyatro oyunudur...
Hâl'in aklî ve nazarî izâhını, naklî ve pratik yaşayışa sürüklemek için arz ediyoruz...

Muhammedî Tasavvufta; âcizâne ben (birey ve mükellef bir kul olarak), hayatı; HAKK'ta, HAKK'tan, HAKK'a, HAKK'la seyr-ü-sülûk olarak anlıyor, inanıyor ve yaşıyorum.
"Nasıl ?" sorusunun cevâbı ise yukarıdaki sözüm; "Kur'ânî ve Muhammedî teslimiyet ve istikamet imtihanında Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olarak HAKK'ta HAKK'tan, HAKK'a, HAKK'la istikamettir..."
HAKK'ta fenâ, HAKK ile bekâ, budur...

İnsanoğlu, bu imtihan içinde; öğretim, eğitim, tevhidi tenezzül ve tevâzu', kabiliyet, isti'dâd ve kaderi kadarınca eşyâyı (halkı) seyreder. Kimi basit bir cisim sanırken kimisi de içiriğini, hakikat ve inceliklerini inceler.
Ustasını arar ve bulur...
Resmini seyreder, ressam'a hayrân kalır...
Ressam, fırça ve resim gibi düşün...

Kimisi; halkı halk olarak seyrederken avam adını alır.
Kimisi; halkın (eşyânın) hakikatini (Hakku'l-HAKK'ı) Mutlak Vücûd-i AHAD'ı,Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in gözleriyle seyreder HABİBÎ'lerden olur...
Kimisi; nisbetler, izâfetler ve kesretler giyinip meydana gelen halkı (mevcûdu) tek ve gerçek olan "VÜCÛD"dan bilip; tecellî tezgâhının, tezgâhtarını küllî seyreden Ehlullah ve Evliyâullah olur...
Kimisi; halkı görmeksizin HAKK'ı görür sükran (sarhoş) yaşar, Ahrâr (hürler) olur.
Kimisi; halk içinde HAKK'la hayrân yaşar Ahyâr (Yârin yâri) olur.
Kimisi; HAKK'ta-HAKK'tan-HAKK'a- HAKK'la yürüyüşte halkın hasbî hizmetçisi ve Muhammedî EBDÂL'leri olup halden hale tebdil eder, gezer ve çocukla çocuk, deli ile deli, velî ile velî ve herşeyle o şeyce olur...
Olur da olur ve's Selâm...

Mevcûdların zâhirî örtüleri olan cisim, resim ve isimler sonsuzdur... Gerçek vücûd (tek ve eşsiz Ahadî ve Samedî) birdir ve mevcûdların hakikatı ve bâtınıdır.
Mevcûdat, küllî şey'in Kadîr olan EL HAKK (celle celâluhu)'nun tevhidi tecellî tezgâhının sonsuz esmâ desenli mallarıdır.
Bu Belâ Bazarına insanoğlunun imkanla imtihanı için sürülmüş şeylerdir (eşyâ).

Böylesine hassas bir konuyu insan aklına anlatırken, izâh zorluğunu takdir edersin.
Elbette benzetme, istidlâl, bilinenden bilenmeyene ulaşma yolları arayacağız.
Şimdi: "Bir toplu iğnenin ucu kadar incir çekirdeğini karşımıza muhatab olarak alıp konuşalım, soralım, dinleyelim ve anlayalım!" desem doğrudur.
"Ey küçücük ve zerrecik incir çekirdeği, nereden geliyorsun?" desem cevâbı:
"Benden önceki çekirdeğe, o ötekisine ve ilk çekirdeğe!" diyecektir.
"Nereye gidiyorsun?"sorusuna ise:
"Kıyâmetin kopuşuna şâhid olacak olan son torunum ve son incir çekirdeğine!" diyecektir...
Demek ki şu cisimler âlemindeki her zerre bu âlemden önceki evvelî,âhiri, zâhirî ve bâtınî mertebelerin zuhûrlarını kendi kişilik hakikatlerinde taşımakta ve devâmında bir zincirin halkalarından biri olmaktalar.
Yâni sen,senden sonraki neslinin Adem Babası gibisin...

Biliyorsun ki bizim aklımız ve anlayışımız; "ALLAH yoktan var etti!" sözüyle, ALLAH Tealânın Varlığı var iken bir de yokluk var imiş yakıştırmasını asla doğru bulmuyoruz!
"ALLAH Tealâ Var'ından var etti..." diye söylüyoruz.
Ve 4 unsur (toprak, su, hava, ateş) da O'nun ve dirilik (nefhâ) de O'nun...
Yokluk, insani bir tâbirdir ve ilâhî değildir. "
Böyle söylersek, mevcûdu var eden Vâcibü'l-Vücûd ile halk edilen mevcûd birbirine karışır da bazı akl-ı evveller ilâhlık iddia ederler!" diyenlere iki sözümüz var.
Birisi, Firavun etti de ne oldu?
Başkaları da yeltendi!
Elân nice tagutlar, yarım nefeslik hayatta nice heykeller dikti de ne oldu...
İkincisi ise Kur'ân-ı Kerîm'i iyice okuyun!..
En son kulihvani tarafından 26 May 2008, 19:13 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Saygıdeğer abicim, üzerinde durduğunuz konu İman mertebesinin koyu kıvamlı kısmında bulunmakta acizane görüşüm.
İnsanlığın gelişim evrelerinde gönderilen peygamberler, insanların bilinç seviyesine hitap eden ve onların bulundukları hali ifade eden sembol insanlar olmuşlardır.
Dolayısı ile günümüzde de görülen misyonerlik çalışmalarının sonucu İslam ile şereflenmemiş bilinçlerin değişik isimlerdeki dini ve ahlaki inanışlara yöneldiklerini müşahede etmedeyiz.
Nihai seviyede Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem vardır ve ancak Kur'an-ı Kerimdeki ifadesi ile akıl edenler ve düşünenler liyakat kazanarak İslam ile şeref bulacak ve kendisine ümmet olma nişanını alacaklardır.
Biz, İslam olmayı nasip ettiği için RABBİMİZE hamd u sena ile bu yüksek bilinç seviyesinin üst makamlarını nasip etmesini, idrakimizi kemale erdirmesini ve örnek insan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ümmeti olarak haşrolmayı niyaz ederiz..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Değerli cankardeşim,
Bu eserde tasavvuf âlemindeki ana konular kısaca ele alındı.
Gelişimi amaçlandı.
İmanın kendisi tektir.
Azı çoğu vs olmaz.
Ancak ampül gibi, pisletenler kendilerinde iman olduğu halde az faydalanırlar.

El Hakk (cc) ve Halkın vasıflarını, cûd'u, mevcûd'u ve Vücûd'u bilemeyen-ayıramayan nice kişiler bu gün Vahdet-i Mevcûdu, Vahdet-i Vücûd sanıp;
Resimlerin Birliğinde, Ressam BİRliği aramaktalar...

Bu basit gibi gözüken ana değer yargıları için Yunus Baba 40 yıl dosdoğru odun çekmişti sırtında Taptuk Baba'ya..

Bizim ana amacımız İlahî İlim ve Muhammedî Edebi; bilmek bulmak, olmak ve yaşamak isteyen gençlerimize hasbi hizmettir.

Başkalarının dediklerini aktararak, tasavvuf kitapları yazmış arkadaşlarımla da zaman zaman konuşmaktayız.
bu konulardaki görüşlerini isteyeli yıllar oldu. susmaktalar...

Ben, sen, o, BİZ Muhammedi şuuru ve nuru esas alanlar ise birbirimizin sadık ve samimi hizmetçileriyiz.

Gönlüm ister ki, anlatılan konularda sorular olsun..

Nefsin kendi başına iştahının kabarması (şuhha) ile nefsin, Ruhu bilip, bulup da Ruhî Nefs olma kemalâtı çook farklıdır.

İlginize teşekkür ederim ve katkınızı beklerim...

Muhabbetle..
Resim
Kullanıcı avatarı
gulgoncaa
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen gulgoncaa »

Bismillahirrahmanirrahim,
Es selâmu aleyküm kıymetli abicim,
Bu güzel selamın doğru yazılışını da sizden öğrendim Allah razı olsun.
Sizin cehl'imizi kınamayacagınızdan emin olarak birşey sormak istiyorum.
"an" içinde "zaman" diye anlattığınızı şöyle mi anlamalıyız;
A.Geylanî Hz.'nin bir müridi helva kavururken bir ömürlük bir zaman dilimi yaşıyor.
Kendine geldiğinde hala helvanın başında.
Bizim ömür dilimimiz de böyle mi?
Gerçek olan o "an" mı?
Tekrar es selâmu aleyküm Abicim.
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Ve aleykümeselâm gülgonca kardeşimiz,

Bildiğiniz gibi BİZler hepimiz Resûlullah (sav) in İlâhî İlim ve Muhammedî Edeb öğrencileri ve de hasbi hizmetçileriiyiz.
Her soruyu sormalıyız ve cevab bulmalıyız ki, BİZlik içinde BİRlikte gerçek Muhammedi olgunluğa ve şehadet şerefine kavuşalım inşâllah..

"AN" içinde "ZAMAN" oluş; "AN" başlangıçtaki "Kün feyekûn" patlamasıdır, sebebdir, İlahî iştir, Şeenullahtır. Muradullahın tecellîsidir.

"ZAMAN" ise İnsan ve cinlerin Kulluk imtihanı sonucudur, hayattır. Beşerin yaşadığı kader zinciridir... Emrullahın uygulama olayları münasebetidir..

Bir insan sadece yarım nefesle her an yaşar.
Aldığı ve ardından verdiği nefesler bile BİRer "Var Ol! - Yok Ol!" oluşum "AN"larıdır.
Oysa bu ard arda çık hızlı geçen resimleri filim gibi sürekli sanmaktayız ve zaman sahnesinde yaşayıp izlemekteyiz.
Bu nedenle TEVHİD e gerçekten inanmış bir kişi;
Her AN, her yer ve her hâlde TEVHİDini yenilemek zorunda kalmaktadır.

Hızlı geçen "AN"ları biz sürekli ZAMAN sanırız ki normal hayatın devamı için Sünnetulah bu şeklde yaratmıştır.

Şu AN vücudumuzda sonsuz sayıda atom hesabı yapılamayan hızla dönmekte.. Zaman tecellisindeyse hiçbir şey görmemekteyiz, sürekli ve sâkin..

Şu an dünyanın dönüş hızı 1600 km/ saattir oysa çıt yok bak.
bu kadar yüksek hızla ölüme akan insan aklının seline bak, durgun deniz gibi...

Sizin bidirdiğiniz Abdülkadir Geylanî (ks) Hazretlerinin kerâmetiyse Hâl içinde Hâl yaşatmaktadır.

O kimseye bir ikramdır ki aklının İlahî Nakle akmasına hasbi hizmettir..

sanal ortam gibi bir AN da Bir süre süren ZAMAN gerektiren olayları gerçek mekanda değil de Kalbi dergâhta izletmekte, himmet etmekte, manevî destek çıkmaktadır.
Rahmet ve Es Selâm olsun.

Âcizâne şu AN ki düşündüklerim bunlar...

Muhabbetlerimle
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

9.3. OLUŞUM SİSTEMİ

Mutlak vücûdun; tevhidî tenezzül ve tevâzu'u buyurarak, sonsuz mertebeler içinde takdiri ve kevnî oluşumu tecellî tezgâhında mevcûdat olarak, insan aklının seyrine sunup nefsleri imtihan ediyor.
Bu oluşumu 7'li sistemde kısaca ve sadece akılların karmaşık sorularına cevâb olsun gayesi ile Ressam-resim ilişkisi içinde anlaşılmak kaydıyla arz edelim.
Ezelden ebede doğru bakılınca:


1- AHADİYYET :

Vücûd-i Mutlak-Lâ taayyün-belirsizlik mertebesi, basamağı:
Zâtında, Zâtından, Zâtına, Zâtıyla Ahadiyyet bilinemezliğinde tek olan Zâtîyyet.
Sıfat, esmâ ve fiil kaydı (bağı) yoktur.
Ahadiyyet mutlak (târifsiz, sıfatsız, nişansız, keyfiyetsiz) olup EL AHAD (celle celâluhu)'nun dengi, misli, benzeri, zıddı ve ortağı yoktur.
İşaret, ifâde, i'tibar ve kayıddan ari ve beri Ferdaniyyet ve Samedeniyyet sahibi, sırf ve saf olan mutlak Zâttır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH var idi, O'nunla beraber hiçbir şey yoktu." buyurmuştur.
(Buhârî, Bediü'l-Halk 1; İmâm Ahmed, Müsned IV-43)

Resim--- Ebu Rezin'den: Ben Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "ALLAH âlemi yaratmadan önce nerede idi?" diye sorduğumda Resûlullah (sav): "Altında ve üstünde hava bulunmayan "a'mâ"da idi. Orada hiçbir yaratık yoktur. RABB'ımızın ARŞ'ı su (mâe) üzerinde idi." buyurdu
(İbni Mâce, Mukaddime 13/182; İmâmı Ahmed, Müsned IV-11 ve Yezid bin Harun (ra) dan; Tirmizî 48/Tefsir-12/3109)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "ALLAH var, O'nunla başka hiçbir şey yok!" buyuruğu budur.
A'mâ bilinemezliğinde...
Vücûd mevhumu veya onu bilecek, anlayacak akıl v.s. zâten yok idi ki...
Bu mertebede vücûdun tecellîsine sebeb olan meşiyet (dileme) bile, bir sıfat olduğu için ortada yoktur.
Vücûd-u Sırf olan Ahadiyyet sıfattan münezzehtir.
Ahadiyyet; hudud ve vech cihetlerinden münezzeh olandır. Birşeyin varolması için ön şart olan; mebde'î (ibtidası, başlangıcı, aslı, çıkış yeri),menşe'î (neşet yeri, yayılıp dağılma yeri, köksalma yeri) ve maad'i (sonuçta dönüş yeri) vardır ki Ahadiyyet Makamı bunlardan münezzehtir.
Hakikatü'l-hakaikte Zât-ı Mutlak vücûd-i sırf ve hakikidir. Burada şu husus önemli ki Ahadiyyet eşsizlik ve zıdsızlıktır.
Yâni, vücûd-i mutlak karşısında onun zıddı olan Adem-i Mutlak (mutlak yokluk) yoktur.
Ahadiyyet; bilinemez varlıktır ve hakktır... Ve gaybî âlemdir.

İnsan aklının ve nefsinin imtihanı için var edilen zıdlık ve yokluk ise şehâdet âlemi olan bu (şartlı, kayıdlı, nisbî, rölâtif, kabule dayanan) âlemde (beşerî) dir.
Şe'enullah tecellîsinde, gözükmeyen (izâfî yoklukta) nice yolcular yoldadır...
İncir çekirdeğindeki incirler, tohumun dikileceği tarlayı (zemini) tecellî sıralarını (zamanı) ve imkanları (hasbî hizmeti) sunacak rıza rençberlerini (çiftçi) bekliyorlar.
Kısacası tek incir çekideğindeki sonsuz sayıdaki incirler el ele takdir edilen sona kadar bizi götürüyorlar...

Cisimler âleminde gördüğümüz mevcûdâtın izâfî vücûdu (var görünüşü) nün kendisini yaratan Vâcibü'l-Vücûd (mutlak vücûd) la ilgisi neş'et (meydana gelme) ten olup hâşâ, O'nun parçası (cüz'i) değildir.
Kendi başına istiklâli, sınırı ve O'nunla bir ara kesiti yoktur. Resimle, Ressam gibi...
İzâfi Vücûd: Hakiki vücûdun; sıfat ve esmâlarının sayısız mertebelerden geçerek zuhûra gelmiş tenezzül tecellîleridir.
Hayalî sûretlerin ve gölge varlıklarının varlık sebebi "Hakiki Var"a delil ve rehber oluşlarıdır.
Kulluk; resmin, Ressamın resmi olduğunu biliş, inanış ve yaşayıştır.


2- ULUHİYYET :

Taayyün-i evvel mertebesi:
İlk belirme, Hakikat-ı Muhammedîyye, tecellî evvel, zıllî evvel, berzah-i evvel, zuhûr-i evvel de denilmektedir.
Cenâb-ı HAKK (celle celâluhu) ALLAH ismi celâlî altında bütün esmâ ve sıfatlarla sıfatlanmıştır
Zât-i Sırf AHAD (celle celâluhu) Zâtının gereği sıfatlarını zuhûr eyleyip ism-i câmi' (ALLAH) mertebesine tenezzül ederek Nurullah'dan (asl) zâhir olan ilk "ayn"ı halk etmiştir.
Bu "ayn"; Zât-ı vahdetin şe'enlerini şehâdet âleminde kabul edecek olan şeylerin (kesretin) aynen aslıdır ve hakikatıdır.
Sîret birliği ve Hakikat-ı Muhammedîyyedir.


3- VAHİDİYYET :

Taayyün-ü-sâni-ikinci belirme ve oluşum mertebesi:
Esmâ ve sıfatların gerektirdiği mânâların sîretleri birbirinden ayrılır. Varlık ve farkları, ilmîdir.
Bu ilmî sîretlere "a'yân-ı sabite", vahdet perdesi, Rahmân Nefesi denilmektedir.


4- RUHLAR MERTEBESİ :

A'yân-ı sabitelerin tenezzülü ile ruh denilen:
Renksiz, şekilsiz, zamansız, mekansız, parçalanma ve bitişme kabul etmeyen bâsit, mânevî cevher zâhir olur.
Emr âleminden olan ruh hakkında bilebildiklerimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu: "Herkes aklı kadar anlasın!"kadardır.
Ruh kendini ve RABB'ini bilir, diğer ruhları da bilir.
Ruh zâten kaim olup bekâsı bedene bağlı değildir.
Ancak ilâhî imtihandaki nefse, Rabbanî rehberlikle mükellef olduğundan tedbir ve tasarrufta; kalbe, nefse ve bedene muhtaçtır.
Ruhun ilâhî yükümlülüğünü kemâlâtla tamamlaması letâiflerin tevhididir.

Ruh, sanki binbir şekil ve renkteki ampüllerdeki aslı tek renk olan ışık gibidir.
Ruhun bedenle oluşu "bilelik" (zâten bir olanların birliği) şeklinde olup ikinin birliği olan "ilelik" şeklinde (hülûl-ittihad) değildir.


5- KALB ÂLEMİ :

Misâl mertebesi:
Berzah âlemi. Kalb âleminin (geçiş bölgesi) ruhî kapısında ruhdan kesif (yoğun) olup, nefsî kapısında ise cisimden lâtif (şeffaf, ışıksal) oluşu vardır.
Kalbin bir kapısı mânâya (nakle), diğer kapısı maddeye (akıla) açılır.
İnsan nefsinin aklı, naklle tevhid edince (İlâhî aşk) tek düzlem halindeki aynada görülen üç boyutlu şekil gibi görebilir.
Ancak ele geçirip parçalanamaz v.s....
Ruhî kısımdaki (üst seviye) misâl âlemi; ARŞ'ı, kursiyyi, yedi kat semâyı ve içindekileri kapsar.

Misâl âleminin kalbin nefsî kapısında ise; beşerî, hayalî ve gaybî oluşum sîretleridir.
Keşif gibi değerli ve âriflere mahsus irfân seyrinden tutun da, saçma sapan rüyâlara kadar bu hayal ülkesinin ürünüdür.
Aynen vukû' bulan rüyâlar da çok olmuştur.


6- NEFS ÂLEMİ :

İnsan için en mükemmel ve mükerrem bir mertebedîr:
Nefs, kulluk görevinde başrolde, temel ve esas oluşu, bedeni de kullanarak, kalbî, ruhî, sırrî vs..
Tekemmül makamlarına yükselip kulluk kemâlini RABB'ısına arzetmekle görevlidir
İnsan nefsi için; iki uçta iki prototip (örnek) vardır ki aynı zamanda bir beşer olarak sonuçta cennete girenlerin hakta ve hayrda İmâmı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve neticede cehenneme (ateşe) girenlerin bâtılda ve şerde lideri olan Firavun'dur...
Bu iki uç arasında sonsuz nefsî dağılım nüansı...
Bize verilen ilâhî emirle teslim ve tâbi' olmaya me'mur (emredilmiş), mecbur (icbar edilmiş) ve muhtaç (ihtiyacı olan) olduğumuz MUHAMMED (aleyhi's-selâm), Abdullah'ın mutlak kâmilidir. İnsan-ı Kâmildir.

Resim--- Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Âdemi kendi sûretinde yarattı." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, İsti'zan 1; Müslim, Cennet 28; İmâm Ahmed, II-244,251)

İnsan-ı kâmilden maksad, bizim için Muradullah'a ulaşımımıza (sıla-salâvât) vesile ve iflâhımız olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı anlıyoruz ve inanıyoruz.
Âlem-i Kebîr olan kâinâtın sırrını sinesinde saklayan ve tek olan Âlem-i Sâgir...
El Kerîm (celle celâluhu)'nun mükerrem örtüsü...
Tecellîlerin kemâl odağı...
İlâhî Nurun Celâl-Cemâl tecellîsi ve kemâlâtı, insan-ı kâmil aynasından "ayn"en zevk edilir.
Nurullahın zâtî-feyzî Akdes tecellîsinin mazharı olan Muhammed Aleyhi's-Selâm'ın Nuru ise, bilelik bağımızdır.
Nur-u Muhammed'in feyzî (ilim, edeb,irfân, erkân fışkırması, bolluk ve bereketi) ise, Muhammedî fazîletin fıtrî nâsibidir.
Bu nâsibimizin kısmetimiz olması ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olup ALLAH Tealâya, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in imâmlığında istikameti tercihle kulluk görevlerine devâm ve duadan ibârettir.

İnsan nefsinin yönünü bedenle, dünyaya (sevgisine) dönmesi gerçek gurbet; kalb ve ruhuna dönerek, Sahibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olması, sılası (salâvât) ve İlâhî istikameti ise has sılası (salât) dır.
Kafa gözümüzün (basar) görebilmesi için nur (ışık) şart iken, gönül gözümüzün (basîret) görebilmesi ise Nur-u Muhammed ile mümkündür.

Câhilliği tercih ve ısrar eden sadece halkı görür ve kavgaya girişir. Kâmiller ise halkı ve halkın Sahibini görür, bilir, inanır ve yaşarlar...
Bu bakışlar ise bakanlarla alâkâlıdır. Yoksa kâinâtta, hak olmayan birşey yoktur ve herşey o şeyce zâten ve aslen haktır.

Resim--- “Nereye dönerseniz (dönün) ALLAH'ın vechi oradadır..." (Bakara 2/115)

Hükmünce herkes HAKK'a teveccüh etti...
Ne var ki ilm-ü-edeb ve irfân-ü-erkân sahibi kâmil; hakkı bildi, buldu, oldu ve hayrı işledi.
Câhil ise ya ilimsizlikten veya edebsiz ilminin faydasızlığından bunu (eşyânın hakikatini) bilemedi, bir ömür cedelleşip durdu...
Camın rengini alan öz nurunu arayanlar, her yerde olanı arayan ahmaklardır.
Yedi renk içinde yedi rengin aslı olan renksiz yâri arayan ağyârlar...
Tahkikî Tevhid tasavvufunda suyun testisi de sudan (buz) dır.
İçinde bulunup yaşadığımız gölge varlıklar âleminde sırları sembollerle izâh zordur.
Başka bir yolu da yoktur.
Kâl (söz) işi değil, hâl işidir...
Buz, suyun ne aynı dır ne gayrıdır.
Gölge; gölge sahibinin ne aynı dır ne gayrıdır.
Aynadaki sen, senin ne aynı n ne de gayrın...Uyan!...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar!"buyurması haktır hamdolsun...

Kendinin kim olduğunu ve kendi özündekini (enfüsindeki, içindeki) hakikati (şah damarındanda yakin olan HAKK'ı) bilmek için samimî ve ciddî gayreti olmayan ama aklı olan, derin bir gaflet uykusundadır.
Dışardaki eşyânın hakikatini aradığını söylemesi ise rüyâ veya gördüğü kabusta (karabasan) samırdanma (uykuda) konuşmalarıdır.
Uyurgezer veya sarhoş da böyledir. İnsanın nefsi kıblesini maddeye çevirir, sadece basarla (kafa gözü) eşyânın sûretine dalar ve kendi özüne, kendisi perde (sır) olursa; Benlik Aynasında hep kendini görür ve; "ben, bana, beni, bende, benden" diye diye ömür defterini dürer...
Fıtraten kendisine bahşedilen Muhammedî duyuş ve uyuş programının merkezi olan gönlünden (kalb) ve kendi parmak izi gibi kendine tahsisli ilâhî istikamet rehberi ruhundan habersiz rüyâda gördüğünü gerçek sanan uyurgezerler gibi oraya buraya toslar durur...

Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Ölmeden önce ölünüz!"buyuruğundaki iradî (isteğe bağlı) ölüm, insan nefsinin; hevâ, heves ve cehâlette (uyku) ölüp, Muhammedî Kemâlâtta dirilmesi (uyanması) ve mânâ âleminin hakaik (hakikatler) ve dekaikine (incelikler) şâhid olmasıdır.
Iztırâri (çâresiz, mecburi) ölüm ise âhiret âlemine geçiş olup o âlemin hallerine şâhid olacaktır.
Bedensel ölümle ölmeden önce uyananlar (tevhid testisini kıranlar, buzunu eritenler) görecekler ki bu âlem esmâların tecellî tezgâhı ve eşyâlar sûreten (çeşitli sûretlerde) gayri gibi...
Halbuki esmâ sıfattan, sıfat zâttan gerek olup sîreten aynı gibi...
İnsan; nefsinin hoşuna giden zuhûratı lütuf, hoşuna gitmeyenleri kahır bilir; oysa, cemâl ve celâl cümbüşünde imkanla imtihan olmaktadır.
Merkezde Rahîm, muhitte merhûm...
Zıdların zevki ise tevhiddir.
"Lâ ilâhe"inkârı ile "illâ ALLAH"ikrârı, tevhid dir: "Lâ ilâhe illâ ALLAH".

"Lâ hüve illâ hüve"ise:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yere, göğe sığmadım, mü'min kulumun kalbine sığdım.: Mâ vese'ani ârzi ve lâ semâi, ve vesa'ani kalbi abdi'l-mu'minun" hadisi kudsisinin mazharı, Mâşâllahıdır...


7- BEDEN ÂLEMİ :

Şehâdet âlemi:
Cisimler ve gözüken cihân âlemi. Kevn (oluş) -ü- fesad (yok oluş, bozuluş) âlemi...
İnsan duyularıyla net olarak anlaşılır.
Hayat denilen hayy oluş ise genel olmasına rağmen, cansız sanılan cisimlerde bâtın, bitkilerde sınırlı zâhir, hayvanlarda âşikâr zâhir ve insanlarda mükemmel zâhirdir.
Her sûret, sîretinin gereğini gösterir. "Kûn fe yekûn!" emri Şe'enullah'da fiilen icrâ' ve tecellî kılınır.
Oluş hızı; insan aklınca izlenemeyen bir hızla, halk-ı cedidle her var oluşu bir yok oluş ve onu da hemen peşinden başka bir var oluş ve yine yok oluş zinciri nefes nefes takibeder ve takdir içinde yürür gider.
İşte bu var oluş ve yok oluştan dolayı bu âlem (cisimler ve canlar) araz (varlık, nicelik ve niteliklerini kendi kendine vücûda getiremeyip sistemin Sahibine muhtaç ve mecbûr olan) dır.

Mevcûdat ve mahlûkat âleminde her an değişim, başkalaşım ve yeniden oluşum esas olup hiçbir şey iki zamanda aynen kalamaz.
Bu öylesine muhteşem bir Azametullah ve Kudretullah gösterisidir ki insan için en küçük zaman birimi olan yarım nefeste sonsuz şe'en (oluşum), esmâ zıdlığından dolayı, dokuma tezgâhı gibi şakırdar durur... (ya da nabız gibi atar durur).

El Muhyî, El Mûcid, El Hâlik (celle celâluhu) v.d. esmâların zuhûru "var ol! (kûn)" emriyle mazharlarını var kılarken, El Mü'mit, El Mudill, El Kahhar (celle celâluhu) v.d. esmâları da kendi mazharlarının "yok ol!" masını gerektirir.
EL HÂDÎ (cc)'yi tercih eden (mazhar olan) nefse hidâyet ederken EL MUDİLL (cc)'yi tercih eden nefsi saptırır.
EL NÂFÎ' (cc)menfâat verirken EL DARR (cc)zarar verir...
Birlikte ise alınıp verilen nefesin hayat olması gibi nesl-i cedidi doğurur. İkili sistemdeki ikilikten tekliğe (tevhide) geçiş ise insanın imtihanının ta kendisidir...

Elbette bunlar her müslümanı doğrudan ilgilendirmekle beraber başta kendi çocuklarım olmak üzere ilgilenen gençleri bilgilendirmek için âcizâne ve önemle arz ediyorum.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

9.4. MUHAMMEDÎ TASAVVUFTA RESÛLULLAH (sav)

Azîz kardeşim,
Muhammedî Tasavvuf halk içinde HAKK'a yönelmek, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in söz, (inanç, i'tikad), fiil, ahlâk ve halleriyle donanıp Sıbgatullah (ALLAH Boyası) ile boyanmaktır.
Bunun temini, tesisi, tecellîsi, tedbiri, tedviri, tekemmül ve tekerrümüyle Muhammed (aleyhi's-selâm)'in mânevî vârisi olarak Muhammedî şuûr ve nura ulaşıp, fiilen yaşayıp ve Eşhedü şâhidi olmaktır.
Samimî, ciddî, hak ve hayr üzere bir ilim, irade, idrak ve iştirak işidir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ahlâkı yâni Hulûku'l-Azîm'i, yâni Hulûku'l-Kur'ân'ı, yâni Hulkullah'ı huy edinmektir.
İnsan için kemâlâtın son ucunda ilk ve son mütekâmil ahlâk sahibi, sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.

Evet, en yüce örnek (Ahzâb 33/21bkz.) ve en yüce ahlâk sahibi (Kalem 68/4b kz.) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kur'ân (toplayan) ve Furkân (ayıran) ın mânâ giriş kapısı ve hakikat noktasıdır.
Ve Rahmetenli'l-âlemin'dir (Enbiyâ 21/107 bkz.).
Kâinâtın sebebi, hilkatin ilki, nübüvvetin sonudur (Ahzâb 33/40 bkz.)

EL RAHMÂN (celle celâluhu)'ya mazhar Hakikat-i Muhammedî, tüm esmâların zuhûr mahalli olup câmîyyeti vardır.
Hikmet ve hakikatleri cem' edişte Ferdiyyeti vardır.
AHMED (aleyhi's-selâm)'ın ortasındaki "Taayyün Mim'i" dönen devrân değirmeninin medârı (etrafında dönülen nokta) olan mildir...
Eşyâ, olay, zaman ve zanla perdeli aklın rüşdüne erme ravzası, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in rızasıdır...
Nefsin kendini bilmesi, aklın ayıkmasına bağlıdır.
Akıl ayıkmalı ki söz özüne işlesin...
Mahlûkat bahçesinin ilk ve tek çekirdeği, muhtelif meşreblerin aşk maşrabası, halkın; muhabbet, merhamet ve hakikat kaynağı, Ahlâkullahın halka hidâyet merci'idir (dönülecek yer, sıla)...
Kısacası, gelecek gençlerimiz Ahadiyyetin Ahmedîyyet sırrını Sebilillah anlasın, inansın ve yaşasın...
İşte bu Nur-u Muhammed Mustafa Mim'inde: İnkâr, ikrâra kavuşur ve tevhid olur. Firavun'la Musa (aleyhi's-selâm) barışır...
Cihândaki canlar cem' edip "mim cemâatı" bileliğini bulur...
Bu mim'le (EL HAYY Celle Celâluhu'dan) hayat bulan canlar EL HAKK'ın hayâ hakikatini giyinir ve gizlenir...
Kâinâtta Nurullah kandilleri olarak ışık saçarlar!..
Bilen bilir, bilmeyen ya uyur ya uyurgezer ya da sarhoştur.
Bunlar hasbî hazmet edilmeye muhtaçtır ve ayık olanlar üzerinde uyandırılmak hakları vardır.

Şerefli zât Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ki Zâtü'l-Zât sırrını,halka sarî (geçen) kılandır.
Dört unsurun Hayy Yurdu, fıtratın hayat mayası ve hüsn-ü HAK aynasıdır...
Elest Bezmin "Belâ!"sı Şe'enullah da "KÛN!" mazharı ve mânâsı...
Haşr-ü-neşr mahşeri, zâtî zevkin zuhûr yeri, hakk hazzın hâlihazır huzur yeri, zâhirin (maddenin) zübdesi (özeti), mânânın mebde'si (ilk unsur, başlangıç)...
Dâimlik, kaimlik kıblesi,
Tebliğin temsil sahnesi,
Tahkik tevhid terazisi,
Aşk-ü-cezbe,
Zühd-ü-takvâ,
Sıdk-ü-huşû',
Havf-ı-recâ,
Üns-ü-heybet usûlü,
Kesret-vahdet vusûlü...
Gönül Gülü...
AHAD'in AHMED âşığı, akla aks eden Aşkullah ışığı...
Sûret-sîret aynasının sırr-ı sıfırı...
Zât-i Ahadiyyet aynası,
Eşyâ-esmâ-sıfat sahrası...
Merhametin şifâ şafağı,
Kûn fe yekûn tezahür tezgâhı ve,
Arzdan arşa âşıkların “ALLAH!” ahı...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olarak ALLAH'ın Rasülü, Abdullah olarak ALLAH'ın kulu, ayıkan akılların en yakın "yakîn yolu"...
Ezelî Tevhid Ezânı, ebedî şehâdet mîzânı...
Şerîat-ı Muhammedîyye,
Tarikat-ı Hamîdiyye,
Mârifet-i Ahmediyye ve
Hakikat-i Habibiyye ve daha nice hakaik (hakikatler) ve dekaik (incelikler) derc edilmiş (dürülüp bükülüp sonsuz incir ağacının toplu iğne ucu kadar incir tohumuna sokulduğu gibi gizlenmiş) tir...
Abartıyorum sanma, Şe'enullah'ı seyret ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i dinle:

Resim--- Ebu Bekre (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Zaman döndü dolaştı ALLAH'ın gökleri ve yeri yarattığı andaki haline geldi!"
(Buhârî, Mediü'l-Halk 2; Müslim, Kasame 29/1305; Ebu Dâvud, Menasil 67/1947; İmâm Ahmed Müsned 5/3773)

Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn ve alâ alihi ve ehl-i beytihi Muhammedîn nuru'z-zât ve sırr-ı sârî'i fi'l-cemii'l-esmâyı ve's- sıfat ve eshabihi ecmâin!

KÛN! Kâf - vav - nun:
"Nur"un vücûd giyip kevn-ü-kâinât olması...
Öyle bir Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ki şifâsı (şefâatı) şâmil, vefâsı kâmil, sefâsı sırra hâmildir...

Rahmet-i Rahmâniyye'nin hakikatı ve ta kendisi: Rahmetenli'l-âlemin'dir :

Resim--- "(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere Rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ 21/107)

Resim--- "Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (Sebe' 34/28)

Rahmet-i Rahîmiyyetin hakikati:

Resim--- "... Bil mü'minine Raûfun Rahîm: mü'minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir." (Tebve 9/128)

Resim--- "... Rahmetim her şeyi kuşatmıştır..." (A'râf 7/156)

İşte böylesi bir Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın Subhanî sesini duy ve uy! diyorum nefsime ve sizlere...

Bu konuya tekrar dönüşüme sebeb cehâlet cübbeli, siyonist soytarısı, midesel mesajcı, edebsiz espirici ve kozmik kefere birisinin kitabında:
"Peygamber Muhammed'e imân tekemmül şartıdır!"gibi nifâk ve küfür sözleri etmesidir...
Peygambere imânı, tevhid şartı saymıyor ve "Lâ ilâhe illâ ALLAH" yeterlidir "Muhammede'r- Resûlulluh" gereksizdir demek istiyor ve diyor.
Yüzlerce âyeti ve sahih hadisi hiçe sayıyor...
"Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah"
Tevhidi Şehâdetine inanmıyor!
İnanmasın, cehenneme kadar yolu var...
Ne var ki özellikle dini açıdan bomboş ve su gibi alçağa akıcı haldeki gençlerimizi İblisî bir virüs gibi mahvediyor...
İlerde ve ayrıca, İnşâallah genişçe cevâbını ve dersini vereceğiz...
Böylelerini Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize haber vermiş idi:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir takım fitneler olacak. O fitnelerin kapılarının başında cehennem ateşine çağırıcı kimseler olacaktır. Bir ağacın kökünü ısırır halde (ot vs.. yiyerek) ölmen, onlardan birisine tâbi' olmandan senin için daha iyidir." buyuruyor
(Huzeyfe bin El Yemânî (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 398)

İnsan sıdk yolunu kaybetti mi nâsibsiz ve sapıklardan oluverir...
EL HÂDİ (celle celâluhu)'nun mazhariyetine ihânet ettimi, EL MUDİLL (celle celâluhu)'ya mazhar oluverir...
Bu hep olmuş, oldu ve olacaktır...

Resim--- "Emrolunduğun gibi dostoğru ol!...." (Hûd 11/112)

Buyurulan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), EL HÂDİ (celle celâluhu)'ya mazhar olurken;
Edebsiz ilmiyle hased ve kibrin kiniyle dine düşman İblis, EL MUDİLL (celle celâluhu)'ya mazhar oluyor.
Atıp tutuyor ve insanları saptıracağına and içiyor...
Kendisine: "git saptır ve hepiniz cehenneme!" buyuruluyor nice âyetlerle...
Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
Hakka inan-hayrı yap; bâtıla inanma-şerri yapma emir ve nehyini baştan sona buyururken ve kemâlâtı murad ederken;
İblis de işi gereği durmadan tersini emir-nehyetmekte ve cehâleti dilemektedir insanoğlu için...
"Olan!" hükm-ü-hakk iken İblis; "Olsun!" ya da "Olmasın!"la çapraz ateşe alıp muhabbet fedâilerinin ve celâl avlarının işini bitirmektedir ALLAH korusun...

Evet, ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL hayrı (Resûlullah işi) ve şerri de (İblis işi) murad etmiş (Muradullah); Rübûbiyyeti altındaki kullarına, verdiği akıl ve cüz'i irade ile tercih hakkı tanımış ve tercihleri her ne ise yaratmaktadır.
Bu ise insanın imtihanının gerçek gereğidir...
Ancak Emrullah'da, ALLAH Tealâ'nın hayra rızası var ve şerre rızası asla yoktur.

Resim--- "Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ALLAH, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı değildir!...." (Zümer 39/7)

Biz cedelci değiliz hamdolsun.
Ancak, böyle ulu orta sosyete simsarlarının din bezirganlığı yapmaları, meydanı boş bulmaları ve Ümmet-i Muhammedî göz göre göre küfre sürüklemeleri de kanımıza dokunuyor doğrusu...

Şerefli Şah-ı Nakşıbend (kaddasallahu sırrıhu) Efendimizin hârika bir sözü vardır:
"Biz kimseye kılıç vurmayız. Ancak, kılıcımız kınından çıkmıştır ve kim kendi gelir de çarparsa o da bizden değil!" buyurmuştur...
Ne güzel söz, ne güzel gerçek...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in safında gözüküp de bilinçli olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e saldıranlara EL MÜNTAKÎM (intikam alıcı ALLAH) (celle celâluhu)'nun EL KAHHAR (celle celâluhu) kılıcını, Muhammedî merhamet ve muhabbetimizin gereği olarak hatırlatırım...
"Höst dedikçe lahananın göbeğine" yürüse de biz yine de islâhını ve iflâhını dileriz...

Elbette biz: "Üzme-üzülme-sev-sevil"sözümüzün eriyiz.
Bizim Peygamberimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e olan buyruğa bakalım:

Resim--- "İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dostoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: "Ben ALLAH'ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adâleti gerçekleştirmekle emrolundum. ALLAH bizimde RABB'imiz, sizin de RABB'inizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. ALLAH hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır." (Şurâ 42/15)

"Sadakallahü'l-Azîm, Amenna yâ Rabbenâ!" deriz.

Ağzı tıpalı bir şişeyi Ak Deniz'e atsanız da nâsibi yoktur ve bomboş yüzer gezer...
Ağız tıpası çıkarılmış ilâhî aşk ağzı açık bir şişeyi de Bey Dağının tepesine dikseniz ilk yağan rahmetten en az bir damla nâsibi ve kısmeti hazır ve hızırdır...
Benlik başı kesilmemiş kişi ahmaktır.
Aklı ayağının altında, fikri midesindedir...
Kendisi uyumakta olan bir kimsedir ki nerede kaldı uyuyanı uyandırmak...
Kördür ve kör köre kandil tutma oyunu oynayan oyunbazdır. Kitabullah'ın bir sayfasını okuyup öbürünü atlaması ise ya ihânet ya da ciddî ahmaklıktır.

Onun içindir ki rüşdüne ermemiş mürşid kuklalarından ve "ülemâ"geçinen "ulama"lardan bıktık usandık da; Mürşid-i Kâmil, Rehber-i Rıza ve İmâm-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyduk,derhal uyduk hamdolsun...
Bilmek kâl (söz), olmak ve yaşamak hâl işidir...
Muhammedî şuûr; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu ve Abdullah olarak bizzât yaşadığına, sûreten (dış, söz) ve sîreten (iç, öz) uymak ilim, irade, idrak ve iştirakle yaşamaktır.
Lâf-ı güzaf ve lâf ebeliği değildir...
Biz âcizâne bir kitab yazmaya çalışmaktan ziyâde, Kitabullah'ın ve Resûlullah'ın bildirdiği İslâm Dinini, emredildiği gibi insanların fiilen yaşamasına hasbî hizmet için çabalıyoruz...

Ârif için asl olan; insan aklının erdiği ancak naklsiz (Kur'ân ve sahih hadis) ve ilâhî aşksız elde edemediği saf saâdet arzusuyla ilâhî ihsânın aslı olan sırrı süveyda arasında kemâlât köprüsü olan Nur-u Muhammed'in (ilâhî irşâdın) fiilen bu hayatta kullanılıp yaşanması ve yaşanılmasına muhabbet ve merhametle hasbî hizmettir.
Bu ise bilgiyle sevgiye gidiştir. HAKK'ta - HAKK'tan - HAKK'a - HAKK'la sırrı sıfır seyr-ü sülûküne; Muhammedî nur, şuûr, sürûr ve onurunun yanında iyi niyet, samimîyet, ciddîyet ve gönül gayretiyle sabır ister sabır...
Usülünce vuslatta emir, murada; murad, Mevlâ (celle celâluhu)'ya götürür.

Bu ilginç ilgi, bilgi, bulgu ve olgunun uzmanı, Ni'met-i Uzmâ (bizim için en büyük nimet) olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
Tevhidin tenzili, tebliği, temsili, tenziri ve tebşiri O'nun yüce şanındandır...
Aklın; hakka ve hayra âşinâlığı olan aşk irşâdı, Muhammedî ilim, edeb, irfân ve erkânladır.
Zorla olan ezberlerle ve gözsüz gönüllere gözlüklerle değil...
İstekli ilimle, irşâdî iradeyle, teslimî idrakle ve istikametî iştirakle...
Uyan ve şuûr et!..

Sırat-ı müstakîm teli üzerinde, elindeki denge sopasının bir ucunda "yap: emri bi'l-ma'ruf"diğer ucunda "yapma: nehyi ani'l-münker" yazılı tel canbazı gibi canı boğazında tıknefes yürüyen insanın unutmaması gereken şey; bu imkanla imtihanın ana kuralı, hidâyet, ALLAH (celle celâluhu)'dan; şefâat, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den; himmet, Ehlullah ve Evliyâullah'dan ve gayret, insanın kendi gönlündendir...

Bu ilâhî denkleme ve dengeye aldırmayan; benlik köleleri, edebsiz ilim sahibleri ve HAKK (celle celâluhu)'dan hayâsızlara:

Hidâyet senden olmazsa, dirâyet neylesin yâ RABB!

Arabça bilse de Ebu Cehile, âyet neylesin yâ RABB!
diyen âşık ne güzel söylemiş, ağzına ve gönlüne sağlık...

Muhammedî Bahar, Hayy (diri) olana gelir, oduna değil...

Resim--- "Diri olanı uyandırmak, (yaşarken ölü) nankörlere de o azab sözünün gerekmesi (hak olması) için." (Yâsîn 36/70)

Resim--- ".... Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi?" (Beyyine 90/10)

Resim--- "Şüphesiz Biz ona (doğru) yolu gösterdik, ister şükredici olsun ister nankör!" (İnsan 76/53)

Elbette biz; HAKK (celle celâluhu)'nun halkına, Muhammedî muhabbet ve merhametle hasbî hizmeti "bilelik"te buluyoruz "Benlik"de değil...
Her hamın olgun olma (kemâlât) hakkı fıtraten vardır.
Rehberlik, klavuzluk, rüşde erdiren uyarıcılık, öğreticilik ve eğiticilikte Mutlak Rehberimizi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) biliriz. Biz ise hasbî hizmetçileriz:

Resim--- "Ey imân edenler! Eğer siz ALLAH'a (dinine) yardım ederseniz O'da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz." (Muhammed 47/7)

Evlâdiyelik pedervâri (babası gibi) şeyhlerin; "Benlik Bazarı"ndan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in "Bilelik Birrine" koşmalarını hasbî hizmetçiler olmalarını dileriz...
Yoksa derler ya: "Himmete muhtaç dede, nerde kaldı himmet ede!"

Nakli, akla tatbik etmekte öğretim ve eğitim için yapılacak tek iş; Muallim-i Mutlak ve Mürebb-i Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın izini izlemektir.
İzlerken ilerimizde ve önümüzde: Zikir,fikir,şükür ve sabra hâmil (yüklenen);
İlim, irade, idrak ve iştirakte âmil (işleyen);
Terbiye, tezkiye, tasfiye ve tecliyede kâmil (olgun) Muhammedî şuûr şerefini taşıyan; gerçekten,
Şerîat-ı Muhammedîyye, Tarikat-ı Muhammedîyye, Mârifet-i Muhammedîyye ve Hakikat-ı Muhammedîyye'den hâlihazır haberdâr, özüne sindirmiş ve İNSAN-I KAMİL'in vârisi olanlara sonsuz saygımız vardır...
Onlar, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vuslat vârisleri ve kemâl sahibleridirler.
Kelâmullah'ın tümünü duyar ve uyarlar...
Rahmânî nefslerdir ki akılları; söz, sohbet, zevk ve hazlarıyla aşka dönüştürüp her yerde, her an ve her halde Hazır, Nazır ve Murakıb olan Rabbü'l-âlemin'in huzurunda kulluk yapmaları için nefslerin Muhammedî sigortaları gibidirler...

Onların Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) adına hasbî hizmetleri; kindârı, dindâr yapar...
Nefslerdeki;
Kibiri, tevâzu'ya;
Tamah ve hırsı,kanâata;
Zilleti,izzete;
Tefrit ve ifratı, itidale;
Egoistliği, hasbî hizmetçiliğe;
Şaşkınlık ve taşkınlığı, sükût ve sükûn olan Sekînet-i Muhammedîyye'ye;
Noksan aramayı, mükemmeli seyre;
Bedenî miskinliği, hakk ve hayırda harekete;
Nefsî gaflet uykusunu ve olumsuzluk korkusunu, hidâyet uyanışına ve umut ufkuna...

Kalbleri;
Fesaddan, silme;
İtirazdan, rızaya;
İhânetten, sadakata;
Zulümden, adâlete ve
Kısacası İblisî oluştan, Muhammedî oluş şuûruna sıla (vuslât, kavuşum) ettiren isâle (ulaşım) hatlarıdırlar...
Halk içinde HAKK Erenleri...
Evliyâullah, Ehlullah, Ebrâr, Ebdâl, Ahrâr, Ahyâr ve niceleri...
Bilye gibi baş ayaksız...
Rüzgar gibi yersiz yurdsuz...
Işık gibi muhabbetli, yağmur gibi merhametli, toprak gibi bereketli...
Ve ateş gibi adâletli...
Haddi aşmak ise hâşâ!

Ne acıdır ki âhir zamanda, fitne fırtınaları içindeki, dindâr insanların kendilerine "hakkta ve hayrda yarışmak" emredildiği halde, yarım nefeslik dünya için ortaya sürmedikleri ne din kaldı ne de can kaldı...

Halbuki hepimiz canlar taşıyoruz ve durmadan denize akan ırmaklar gibiyiz...
Ve hepimizin ilâhî ve fıtrî nâsibi ve gayret göstermekle kısmetimize dönüşecek olan râziyyeten- merzîyyeten kulluk kemâlinde birbirimizin hasbî hizmetçileri olmamız Emrullah ve Muradullah'ın gereğidir.
Elbette, edebli ilmiyle âlim, iradeli irfânıyla ârif, ilâhî aşkı idrakıyla âşık ve tevhidi teslimiyet ve istikamete iştirakıyla Kâmillerimiz olacak içimizden...
Hepimiz birleşik kaplar gibi kalbden kalbe Muhammedî oluşun şuûr ve nur bağı ile bağlanırsak aynı seviyeden Sebilillahı (ALLAH yolunu) görürüz...
Elektrik hatları gibi enterkollekte bağlantıyla protez (takma diş gibi) likler kalkar; el ele, kalb kalbe, kan kana ve can cana oluruz...
Gönül gayemiz olan kesb-i kemâl ve seyr-i Cemâl sülûkünde, birimiz birimizin sırat ve kemâlât köprüsü, muhabbet merdiveni ve sevgi sılası oluruz.
Muhabbetün Fillah...

Resim--- Ebu Zerr El Gifari: "Yâ Resûlullah! Bir adam bir topluluğu seviyor fakat onların yaptığı amelleri yapamıyor!" deyince Resûlullah (sav): "Yâ Eba Zerr! Sen sevdiğinle berabersin!" buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Edeb 122/5126; Tirmizî, Zühd50/2387)

Resim--- Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişi sevdiği ile beraberdir. Kazandığı (hayr ve şer) kendisinindir." buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 50/2386)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ameller niyetlere göredir!" buyurmuştur.
(Buhârî, Bed'ul Vahy 1)

Resim--- Ebu İdris El Havlânî, Muaz İbni Cebel (radiyallahu anhu)'ya: "Seni seviyorum!" diye yemin edince Muaz: "Sana müjdeler olsun! Ben Resûlullah (sav)'in şöyle buyurduğunu işittim: "ALLAH Tealâ şöyle buyuruyor: Benim rızam için birbirini seven, Benim rızam için bir arada oturan, Benim rızam için birbirini ziyâret eden ve kendilerini Benim rızama adayan kimselere muhabbetim (Muhabbetullah) vâcibdir." buyurmuştur.
(İmâmı Mâlik,Muvatta-Şa'ar 16)

Azîz kardeşim,
Muhabbet: Mâhiyeti (aslı, esası, iç yüzü) Muhammedî bir meziyettir ki HAKK (celle celâluhu)'ya ve halkına o yolla ulaşılır. Ve Şe'enulllahın sırr-ı sıfırıdır.

Muhabbet: "Kûn!"deki "kef" ile "nun" arasındaki Muhammedî vuslât "Vav"ıdır.

Muhabbet: Aklın; kendi kişilik hevâ-heves keyfiliğinden kurtulup, Muhammedî nakle ulaşıp, cüz'i iradesini idrak edip ve ilâhî istikamette ilâhî aşk olarak; rıza, likâ (kavuşma), ihsân ve cemâle ulaşım ilhâmıdır.

Muhabbet: Kulun imkanla imtihanında hak ve hayr kemâlâtını körükleyen Muhammedî ses, Rahmânî nefes ve Rabbanî rıza rüzgarıdır...

Muhabbet: Mükerrem kılınan ve merkezinde (enfüs) emânet, muhitinde (âfâk) ni'metler ile donatılan insanın mükemmellik seyr-ü sülkündeki Subhanî soluktur. Mutlak merhamet ve kemâlât gibi mutlak muhabbette EL HAKK (celle celâluhu)'nundur.

Muhabbet: Aklın, İlmullah ve Havfullah'la, Rızaullah'a ulaşım yolu olan Muhabbetullah'tır. Naklîn nuruyla dirilip, ilâhî aşka dönüşen ve cilâlanıp tecellîye lâyık olan akıl; ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in muhabbet aynasıdır. İfratta çukur ayna, tefritte tümsek ayna ve i'tidalde ise düz aynadır. Ne var ki yinede ayna aynadır...

Muhabbet, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'dendir ve O ise zâten ve ezelden Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
Âlemlerdeki ilâhî muhabbet ve merhamet mâsivâsının Mutlak İmâmı Muhammed (aleyhi's-selâm)'dır.
Onun için muhabbette enterkollekte: bilelik bağlantısı için parmak izimiz gibi ilâhî, fıtrî ve ferdî öz prizlerimizden Muhabbetullah Nurunu, Muhammedî metodla alabilme imtihanı içindeyiz.
Söz (i'tikad), amel (fiil), ahlâk ve hâlde Muhammedî tebliğe teslimiyet, Emrullahı duyuş ve Muradullaha uyuş (istikamet) şehâdeti (şâhidliği) için Şe'enullahda nefes nefes koşuyoruz ve yaşıyoruz...

Muhabbetin, mutlakta (kayıdsız-şartsız) menşe'i Rübûbiyyetin rıza sırrıdır.

Muhabbetin, mâsivâda (kayıdlı, şartlı, sınırlı, sorumlu) menbağı ise Muhammedü'l-Muhtaru'l-Mustafa (aleyhi's-selâm)'ın Ruhî Ravzasıdır...

Muhabbetulllah'ın zâhirde zuhûru, Merhametullah olup,
Rahmânîyeti ile genel ve Muhammedî;
Rahîmiyyeti ile özel ve Habibîdir.
Muhabbet, Muhammedî oluş şuûru mihengi (kadri kıymet ayarını takdir) ile idrak edilir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

9.5. FİTNE VE FİTNECİLER

Muhammedî muhabbet mihenginden geçmeyen nice nefsperestler gördük ve görmektesiniz ki onlar; sırtlarında cehâlet cübbeleri, yakalarında ilim adamlığı altında lâf ebeliği etiketleriyle; Muhammedî Edeb'den ve Habibî hayâdan yoksun İblisî bilgi sahibi oldukları için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bahsederlerken, rastgele birisinden bahsedercesine lâubali ve lâkayd olup saygısızlığı ve hürmetsizliği kasden ve insanlara kötü örnek olsun diye sergileyen hergelelerdir.

Kendi boyunlarına geçirdikleri Benlik Eglâlleri (haksızlık ve hayırsızlık halkaları) (Yâsîn 36/8 bkz.);
Muhammedî merhamet, muhabbet, hikmet ve hasbî hizmet meydanına girmelerine ebedîyyen engeldir.
Aldıklarını sandıkları mesajları, edindiklerini sandıkları espirileri ve kısaca İslâm'a gizli kinleri ve açık kibirleri; azgın egolarının ve arsız kafalarının kozmik kellerini kapatamaz...
Âhir zamanda zâlimlerin içini boşaltıklarını sandıkları İslâm dininin düşmanlarını, hamd olsun Muhammedî mihenk taşıyla tanırız.
Böylesi hâin ve pişkinleri taşlamaya ise hiç hâcet yoktur.
Çünkü o nursuzların kendi ayakları gidip, kel başlarını vuracak ve parçalayacak şeytânî şer taşlarını kendileri bulur ve bulacaktır... Zirâ bu, ezelî ve ebedî bir Sünnetullahtır...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i hâşâ basit bir postacı durumuna düşürüp safdışı ederek, Ümmet-i Muhammedîn aklını karıştırıp İslâm dinini içerden yıkmaya çalışan bu azgınlar, âhir zamanda Deccâlin öncüleri olan Decâcilelerdir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Âhir zamanda çok yalancı decâcileler olur." buyurdu
(Müslim, İmare 10, fiten 83; İbni Mâce, Sünen-Fiten 9; İmâmı Ahmed, Müsned II-349)
Hadis-i şerîfte geçen decâcile, deccalin öncüleridir.

Bu lânetli şeytânın uşakları, düşman bildikleri İslâm Dinini içten çökertip yıkabilmek için ümmeti ile Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî Nur Bağını kesmek istemektedirler.
İslâm ilim adamı kisvesi altında nifâk saçmakta, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e imâna gerek yok, Kur'ân yeter gibi düşüncelerle genç beyinleri yıkamakta, hadis-i şerîfleri nerdeyse tümüyle uydurma saymakta, sünneti seniyyeyi dışlamakta, ömrünü fi sebilillah İslâm Dinine adayıp bu yolda şehîd olan İmâmı Azam ve nice yüce âlimlerimizi çağdışı saymakta iken; işine geldi mi, uydurma hadislerden bile yararlanmakta olan gerçek münâfıklar bu işi genellikle para ve şöhret için yapmaktadırlar.
Yaptıranlarla (Siyonizm, Masonizm veya Kiliseler Birliği v.s. gibi yıkıcı mihraklarla) işbirliği yaptığında daha gencecik iken; mevki, makam, şöhret, para ve dünya devletlerinde dolaşmak var... Televizyonlardaki şeytânî şovları var...
Alkış ise ahmak insanlardan bolca...
ALLAH Tealânın yasakladıklarının serbest, ve emrettiklerinin yasak olduğu, paranın gizli şirk putu haline getirildiği bir toplumda, şimdilik istidracları büyüyorsa da başlarına geçeceği günler yakındır...
Tıpkı hava ile şişirilen basit bir balon gibi...

Çünkü:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Paraya kul olan kahrolsun! Paraya köle olan mahvolsun! Kaftana ve kumaşa kul olan zelîl olsun..." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Rikak 10 (VII-175); İbni Mâce, Sünen-Zühd 8-4136)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lâ takümü's- sâatü hatta yezhere'l-fuhşû ve't- tefehhuşü ve hatta yâ'bede'd- dirhemü ve'd- dinarü ilâ gayri zâlike: fuhuş ve ahlâksızlık açıkça yapılıncaya ve dirhem (gümüş) ile dinara (altın) tapılıncaya kadar şöyle şöyle (bunların dışındakiler) oluncaya kadar kıyâmet kopmaz." buyurmuştur.
(İ.Ahmed VI-162; El Hindî, Kenzü'l-Ummâl XIV-38583)

Cüneydi Bağdadî (kaddasallahu sırrıhu):
"Bizim ilmimiz kitab ve sünnetle kayıdlanmıştır. Kur'ân okumayan, hadis yazmayan ve bunları anlamayan kimseye uymak caiz değildir."
(Subkî, tabakat-ı Şâfiî)

"Bizim ilmimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilmiyle kenetlenmiştir."
(Serrâc-el Lümâ)

"Bütün yollar mahlûkata kapalıdır. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izinden giden, sünnetine uyup yolunu benimseyen müstesnâ. Bu kimseye bütün hayr kapıları açıktır" (Subkî-tabakat)

Hasanı Basrî (kaddasallahu sırrıhu) ise: "İstediğiniz kadar ilim öğrenin, ALLAH'a yemin olsun ki ilminizle amel edinceye kadar ALLAH size ecir nâsib etmeyecektir. Sefihlerin gayreti, rivâyet etmektir. Âlimlerin gayreti ise riâyet etmektir."buyurur.
(Ebi Talibi Mekkî, Kûtû'l-KulûbI-133)

Bizim samimî ve ciddî inancımız ve yaşayışımız Muhammedî oluş şuûru ve nuru ile olup, biz müjdelenmiş Muhammedîleriz.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisi kudsîde: ALLAH Tealâ: "Sâlih kullarıma gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan kalbinin düşünmediği ni'metler hazırladım!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Tevhid 35; Müslim, Îmân 312/176; Tirmizî, Tefsir 33/2827; İbni Mâce Zühd 39/4328)

Biz ezelden bileyiz, biriz ve Muhammedîyiz. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i ise candan öte severiz...

Resim--- "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ruhlar toplu cemâatlerdir (Âlem-i Ervâhta) birbirleriyle tanışanlar ülfet ederler, tanışmayanlar ise birbirleri ile (dostluk) etmezler." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Enbiyâ 2; Müslim, Birr 159/2031; Ebu Dâvud, Edeb 16/4834)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH bir şeye tecellî edince o şey HAKK'a boyun eğer." buyurmuştur.
(Nu'man bin Bişrr (ra) dan; Nesâî, Küsuf 16/1484; İbni Mâce, İkamet 152/1262)

Ne var ki ilâhî tecellîden nâsibsizlerin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i inkâr ve iftiraları kalblerinin üzerine kaplumbağa kabuğu gibi "Ran" (pas) kılıfı geçirdi ki artık HAKK'ı duyup hayra uyamazlar...
Ta ki ciddî ve samimî olarak ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e tevbe edip Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den özür dileyeler...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde bir leke meydana gelir. Şâyet günâhı terkedip istiğfâr ve tevbe ederse kalbi cilâlanır, tertemiz olur. Eğer böyle yapmayıp tekrar günâha dönerse, kalbindeki leke artar ve onun kalbini kaplar. Bunu ALLAH kitabında "Ran: pas"ismiyle zikredip: "Hayır, hayır! Onların kazandıkları (kazançları) kalblerinin üzerine ran: pas bağlamıştır!"
(Mütaffifin 83/14) buyurmuştur.(Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî, Tefsir-74/3334; İbni Mâce, Zühd 29/4244; İmâm Ahmed, Müsned II-297; benzeri, Müslim, Îmân 231/128)

İşte gün be gün azgınlaşmalarının sebebi ve nursuz zulümata dönüşüp gitmeleri bundandır...
Bir taraftan müslüman gözükürken diğer taraftan İslâm'ın mezârını kazarak hâinliklerine sebeb, paraya pula ve dünya menfâatine kurtlar gibi hâin ve hırslı oluşlarıyla taparcasına sevdikleri nefslerinin şöhret hırsı ve şuhluğudur (kuralsız serbestliği).
Bunu ise Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) haber vermiş idi:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Herşeyin bir kötü tarafı olduğu gibi, Her kötünün de bir zayıf ve gerçek yönü vardır. Başında böyle bir iş olan kimse, orta yolu tutar ve i'tidalli olursa ondan yana ümitliyim! Fakat bu şahıs parmakla işaret edilir bir duruma (şöhret) gelirse, onun sâlih bir kimse olduğunu sanmayın..." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî, Kıyâmet 21/2453)

İslâmiyetin başından beri süren fitne fırtınası yeri, zamanı ve hali değişik değişik esiyor, kesiyor ve nefret kusuyor...
Âhir zamanda ise istediği yerde, zamanda ve şekilde küfrediyor...
Halbuki bu milllet onları çok iyi tanıyor ve izliyor... Zorba ve zâlim sahiblerine sırtlarını dayıyarak saldırıp duranları...

Çâresi ise; süratle Muhammedî şuûr, nur ve onura ulaşıp tevhidî birliği sağlamaktır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in fitne hadislerine can kulağımızı verip dinleyelim:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir takım fitneler olacak. O fitnelerin kapılarının başında cehennem ateşine çağırıcı kimseler olacaktır. Bir ağacın kökünü ısırır halde ölmen, onlardan birisine tâbi' olmandan senin için daha iyidir." buyurmuştur.
(Huzeyfe bin El Yemanî (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3981)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslümanın en hayırlı malının, dinini fitnelerden kurtarıp korumak için (çıktığı) dağ başlarında ve yağış olan sahalarda (otlak) güttüğü davarlardan ibâret olacağı zaman yakındır..." buyurmuştur.
(Ebu Saîdi Hudri (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3980; Buhârî, Ebu Dâvud, Nesâî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitnelerden uzak durun. Çünkü fitnelerde dil, kılıç darbesi mislidir." buyurmuştur.
(İbni Ömer (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3968 zevaid)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanların elekten geçirilerek iyilerin gittiği, kötülerin kaldığı ahidlere sadakat ve emânetlere riâyetin bozulduğu, itilâfa düştükleri (Resûlullah (sav) ellerinin parmaklarını birbirine geçirerek) şöyle oldukları bir yakın gelecekte haliniz nasıl olacak?" buyurunca sahabe: "Yâ Resûlullah! buyurduğun durum olunca ne edelim?" dediler. Resûlullah (sav): "(hakk) bildiğinizi tutar, inkâr ettiğinizi bırakırsınız. Kendi işinize dönersiniz. Başkalarının işini terk edersiniz!" buyurmuştur.
(Abdullah bin Amr bin El As (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3957)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Vah size (halinize) ! Benden sonra birbirinizin boyunlarına vurarak kâfirler olmayınız!." buyurmuştur.
(İbni Ömer (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3943)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Vedâ Haccında: "Halkı sustur!"diye emretti ve: "Benden sonra birbirinizin boyunlarını vurarak kâfirler olmayınız!" buyurmuştur.
(Câbir bin Abdillah (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3942)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslümana sövmek, Füsûk (HAKK'a isyân, halka hâinlik) tür. Onunla (müslümanla) çarpışmak da küfürdür." buyurmuştur.
(Abdullah İbni Mes'ud (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3939; Buhârî, Müslim, Nesâî, İmâm Ahmed)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min o kimsedir ki insanların malları ve canları ondan (şerrinden) emindir. Muhacir de, hataları ve günâhlarını terkedendir." buyurmuştur.
(Fadâle bin Ubeyd (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3934 zevaid)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslümanın herşeyi müslümana haramdır. Kanı, malı ve ırzı!" buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3933; Müslim, Ebu Davu, Tirmizî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İsrâil oğulları 71 fırkaya ayrıldı. Benim ümmetimde şüphesiz 72 fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi ateştedir. Yalnız bir fırka hariç o ise cemâattir. (Muhammedî Fırka-i Nâciye) !" buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3993)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(Andolsun ki) siz, kendinizden önceki (millet) lerin yoluna; kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak, tıpatıp uyacaksınız. Hatta onlar (daracık) bir keler (kertenkele) deliğine girseler siz de muhakkak o deliğe gireceksiniz!. Buyurunca Sahabeler: "Yâ Resûlullah! (O milletler) Yahudiler ve Hiristiyanlar (mı) ?" diye sorunca Resûlullah (sav): "Başka kim var bunlardan başka!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3994; benzeri Buhârîde)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbir kavim yoktur ki içlerinde günâh işlensin de, önleyebilecekler önlemesinler de ALLAH hepsini de cezâlandırmasın..." buyurmuştur.
(Cerir bin Abdillah El Becelî (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 4009)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mal dolup taşmadıkça, fitneler meydana gelmedikçe ve herc çoğalmadıkça kıyâmet kopmayacaktır!" buyurdu. Oradakiler: "Herc nedir yâ Resûlullah ?" diye sordular. Resûlullah (sav): "Öldürmedir... Öldürmedir... Öldürmedir..." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 4047)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin önünüzde şüphesiz öyle günler vardır ki cehâlet o günlerde iner, ilim o günlerde kaldırılır ve herc o günlerde çoğalır!" (Oradakiler): "Herc nedir yâ Resûlullah?" diye sordular. Resûlullah (sav): "Kıtaldır (öldürmedir) !" buyurmuştur.
(Ebu Musa El Eş'ari (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 4051; Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Abdullah İbni Mes'ud (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 4050; Buhârî, Müslim, Tirmizî)

Hakktan ve hayırdan saptıran herşey; lânetli, rahmetten uzak ve aldatıcı olarak bildirilmiştir:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dünya mel'undur. İçindekilerde mel'undur ancak; Zikrullah, (zikre götüren) ALLAH'ın sevdiği şeyler, ilim öğreten âlimler ve ilim öğrenenler hariçtir." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd 4112; Tirmizî, Beyhâkî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dünya mü'minin zindanı ve kâfirin cennetidir!" buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd 4113; Müslim, Tirmizî, İmâmı Ahned)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Abdullah! Sen dünyada sanki bir garib gibi ol! Veya yoldan geçen yolcu gibi ol! Veya nefsini kabir ehlinden added, say..." buyurmuştur.
(Abdillah İbni Ömer (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd 4114; Buhârî, Tirmizî, İmâmı Ahmed)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Eğer, Benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız!" buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd 4191 ve Buhârî ayrıca benzerini Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî,Rikak 3; Tirmizî, Nesâî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Siz Benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız ve yataklarınızda duramazdınız." buyurmuştur.
(Buhârî, Küsuf 2)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ağlayınız! Eğer ağlayamıyorsanız, ağlamaya kendinizi (ALLAH korkusu ile) zorlayınız!" buyurmuştur.
(Sâd bin Ebi Vakkas (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd 4196)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İslâm garib (kimsesiz) olarak başladı ve başladığı gibi (günün birinde) garib haline dönüşecektir. Fe tûbâ li'l-gurâbâ!: ne mutlu gariblere" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3986 ve Müslim) Ayrıca (Enes bin Mâlik (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3987 zevaid) Ayrıca (Abdullah İbni Mes'ud (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3988 ve Tirmizî)

Resim--- Abdullah İbni Mes'ud (ra) demiştir ki: "Garibler kimlerdir ?" diye soruldu da Resûlullah (sav): "Kabilelelerinden (İslâmiyet için) ayrılıp uzaklaşanlardır" buyurmuştur.

İşte herkesin birilerinin ya da bir şeylerin peşine düştüğü âhir zamanda Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı tercih edip izini izleyen gerçek garibler...
Fitne artmış, insanlar bozulmuş ve dini vecibeler yapılmıyor ya da istirmar ediliyorsa İslâmiyet ilk günleri gibi garib ve kimsesiz kalmış demektir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İslâm dini ehlinin elinde bulundukça asla ağlamayınız. Velâkin gayri ehlinin eline düşerse, işte o zaman ona ağlayınız..."
(Ebu Eyyubû'l-Ensari (radiyallahu anhu) dan; İmâm-ı Ahmed ve Hâkimi't-T irmizî)

Onun için âhir zamanda çokça ağlamayan âşık milleti görmedim...
Ağlaşıp geziyorlar...

Resim--- Tirmizî'nin Amr bin Avf (ra) dan rivâyet ettiği hadiste de: İslâmiyet'in garib olarak başladığı ve tekrar (günün birinde) garib hale dönüşeceği buyurulduktan sonra: "Ne mutlu o gariblere ki halkın benden sonra bozdukları sünnetimi (yolumu) islâh ederler" buyurmuştur. Tûbâ! Ne mutlu, gözü aydın olsun sünnetimi ihyâ eden Muhammedîlere...
İslâmiyetin ilk 4 yılında sadece Hatice (radiallahu anha) validemiz var...
Her türlü cefâ ve zulüm var...
Ve Muhammedî teblig-tenzir ve tebşir var...
Gariblik var...

Azîz kardeşim,
Biz muhabbetten bahsederken, bu İslâm Dininden nâsibsizlere ve fitne bahsine dönüşümüzün sebebi onların hâyasızca, ahlâksızca ve insafsızca ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in Resûlü Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e açıktan saldırmalarını, Kur'ân'la ve İslâmla ilgili gözüken kitablarına ve medyatik şovlarına; çekinmeden, İslâm inancı ve i'tikadı hakkında şüpheye düşürücü, kandırıcı ve yıkıcı malzeme yapmalarıdır.
Çünkü, karşılarında tüm milli ve mânevî değer yargılarından soyulmuş ve soyutlanmış bir milletin gençleri var ve meydan bomboş...
Gençlerimiz suyu ve asiti ayırabilme bilgi ve şuûrundan yoksun, paranın peşinde ve her yöne akabilecek arksız sular gibi ne yazık...
Kuzu postuna bürünmüş kurtlar gibi hâin ve hırslı azgınlar ise kuzalarımızın peşinde...
Yemekten de ötede mânevî iğdiş (üreyemez) etmek için...

Resim--- Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Âhir zamanda bir takım insanlar çıkacak, dini dünyaya âlet edecek ve insanlara yumuşak görünmek için kuzu postuna bürünecekler. Onların dilleri şekerden tatlı, kalbleri ise kurt gibidir (hâin ve hırslı). ALLAH Tealâ şöyle buyuruyor: "Onlar benim hilmime mi aldanıyorlar? Yoksa Bana karşı cüretkarlık mı ediyorlar? Kendi adıma yemin ediyorum ki onlara kendilerinden öyle bir fitne göndereceğim ki içlerinden hâlim olanı bile hayrete düşürecektir..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 59/2404)

Edebsiz ilim adamı oluş veya prof. postu bürünüşleri, ancak ahmakları kandırır:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Allah ilmi insanlardan soyup çıkararak almaz. İlmi, âlimleri (gerçek) huzuruna alarak soyar. Ortalıkta âlim kalmayınca, câhil kişileri (âlim diye) kendilerine (dini) lider ittihaz ederler. Herkes onlara sorar; onlar da, bilmeden (cesurca ve câhilce) cevâb verirler. Hem saparlar, hem de saptırırlar..." buyurmuştur.
(Abdullah b. Amr b. El As (ra) dan; Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13; Tirmizî, İlim 5)

Azıcık da olsa imânı ve insafı olan müslümanların en kısa zamanda Muhammedî şuûra, nura, sürûra ve onura kavuşarak kendine, çocuklarına, milletine ve dinine sahib çıkması farz-ı ayn oldu... Sakın bu beyinsizlere kin ve nefret duyduğumuzu sanma...
İslâmda cihâd, İslâma saldırı olunca başlar ve farzdır...
Silâhlı ise silâhla, söz ile ise sözle...
Gerçek cihâd, Muhammedî merhamet ve muhabbetin saldırıcı düşmanlarına bile hasbî hizmettir!

Elbette onlar da çok iyi bilirler ki tüm âlemlerde muhabbet, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' ve teslim olmakla başlar (Ahzâb 33/56; Âl-i İmrân 3/31) Ve bunu bildikleri için mânevî muhabbetin köküne kibrit suyu dökmek gayesi ile; Sevgili peygamberimize imânı, İslâmın imân şartı değil de kemâl şartı saymaktadırlar...
Endişemiz onların çabalarından değil de müslüman milletimizin üzerlerine saçılan ölü toprağından...

Yoksa bu yüce din nice Firavun'lar, nice Ebu Cehil'ler ve nice decacile bozuntuları gördü de hepsi yerle bir olup canları cehennemi boyladı...
Biz onların sadece iğrenç inanç, fiil ve fitnelerine karşıyız...

Azîz kardeşim,
Kur'ân-ı Kerîm elimizde, İmâm-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm) önümüzde ve hamdolsun tahkik imân kalblerimizdedir. Muhammedî muhabbet, merhamet, hakikat ve hasbî hizmet ise sırat-ı müstakîmimizin son ucundaki ihsân ve cemâlin rıza rotası ve rabıtasıdır.
Kesin ve mutmaîn inancımız budur.
O şeytânlaşmış şaşkın ve taşkınlara ise Bakara 2/165 ve Mâide 5/54 âyet-i celilelerini bir daha, geberdiklerini varsayarak okumalarını öneririz...

Elbette "İt ürür kervan yürür..."biz sadece ALLAH Tealâya ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olan din ve can kardeşlerimizi her hususta Muhammedî bileliğe çağırıyoruz ve bunu sadece ve sadece Livechillah yapıyoruz:

Resim--- "Biz sizi sadece ALLAH rızası (Vechillah) için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz," (İnsan 76/9)

Durmadan sahte ve soysuz sevgiden dem vuran böylesi beyinsizlerin istedikleri; iki doğru arasına yerleştirdikleri küfürleriyle, Muhammedî muhabbet ve merhametin milletimizin yüreklerinden kazınmasıdır...
Geliniz hep beraber "Bile" olup şerlerinden RABB'ımıza sığınalım:

Resim--- "RABB'im! Bana zindan, onların dâvet ettikleri işten daha sevimlidir (iyidir). Eğer onların hilelerini (tuzaklarını) benden uzaklaştırmazsan (çevirmezsen) onlara meyleder ve câhillerden olurum! dedi." (Yûsuf 12/33)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

9.6. MUHAMMEDÎ ŞUÛR NEŞ'ESİ

Ben, sen, o ve biz: Biz hepimiz Muhammedîyiz...
Birimiz hepimiz ve hepimiz birimiz...
Birbirimize koşalım ve birlikte Muhammedî oluş şuûrunda buluşalım...
Aklın, naklle tevhid edince algıladığı değişmez, değerli ve derunî Muhammedî muhabbet ve merhameti vicdanî vuslâtlarımıza vesile edinelim.
Hüsn-ü Habibî'yi seçip razı olup birlikte yaşayalım.
Rabbü'l-âlemin'imizin lûtf-ü ikrâm ettiği maddî-mânevî ni'metlerini yine O'nun rızasında Muhammedî muhabbet, merhamet, hakikat ve hasbî hizmetle kullarına ZÜ'l-CELÂLÎ VE'l-İKRAM adına arz edelim.
Sûretin ve sîreten Muhammedî şuûra ve nura ulaşıp fiilen yaşayalım...

Resim--- "Eğer onlarda böyle sizin imân ettiğiniz gibi imân ederlerse muhakkak doğru yolu buldular. Yok, yüz çevirirlerse, onlar sadece bir ihtilâf ve çekişme içindedirler. Onlara karşı ALLAH sana yeter. O işitendir, bilendir.Sen ALLAH'ın boyasına bak! Kim ALLAH'dan daha güzel boya vurabilir? İşte biz O'na ibâdet edenleriz..." (Bakara 2/137-138)

Hamdolsun ki bu özellik ve güzellik fıtraten özlerimizde (kalb) hazırdır:

Resim--- "Şu emin beldeye yemin ederim ki Biz insanı en güzel kıvamda (biçim, tavır ve tarzda) yarattık." (Tîn 95/3-4)

Ve hamdolsun ki bizler Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadislerle ulaşan her emri duyarız ve uyarız.
Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın Cibril Hadisinde buyurduğu gibi Rabbü'l-âlemin'i Hazır-Nazır ve Gözetleyici (Murakıb) bilir, görürcesine ibâdet (kulluk) ederiz.
Biz Muhammedî Muhsinleriz...
Dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde kesin İmâmımız Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olup üçünde de ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in ihsânını uman Muhsinleriz...

Resim--- "ALLAH da onlara dünya ni'metini ve âhiret sevâbının güzelliğini (hüsn) verdi. ALLAH Muhsinleri sever." (Âl-i İmrân 3/148)

Resim--- "Sakınanlara: RABB'iniz ne indirdi? denildiğinde "hayr" derler. Bu dünyada güzel davrananlara güzel bir mükâfât vardır. Elbette âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiblerinin yurdu ne hoş..." (Nahl 16/30)

Kalblerimiz Nur-u Muhammed'le aydınlansın ve arınsın ki Muhammedî Müftilerimiz olsun:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müftiler sana fetvâ verse de, sen kalbine sor." buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-197,227; Ebu Naim, Hilye VIII-172; Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid I-175,176)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalbin sıfatlarını anlatırken kalbine işaret ederek: "Takvâ buradadır!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Birr 32/1986; Tirmizî, Birr 18/1927; İmâm Ahmed, Müsned II/227)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH sûretlerinize ve malınıza değil, kalb ve amellerinize bakar!" buyurmuştur. (Müslim, Birri 34/1987; İbni Mâce, Sünen-Zühd 9/4143; İmâm Ahmed, Müsned II-285)

Muhammedî Nurla yanan bir kalb ki Hakkı-Bâtılı hayrı-şerri ayırabilir:

Resim--- Nevvas b. Sem'an (radiyallahu anhu): "Resûlullah (sav)'e iyilik ve günâhtan sordum."şöyle buyurdu.: "İyilik ahlâkın güzelliğidir. Günâh ise gönlünü rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir." buyurmuştur.
(Müslim, Birri 14,15/1980; Tirmizî, Zühd 52/2389)

Azîz kardeşim,
İnsanoğlunun gerçek düşmanı cehâlettir.
Gerçek cehâlet ise aklın, naklî (ilâhî gerçekleri) inkârıdır.
Cehâlet cenenneminden kurtuluş ise İslâm Dininde; Muhammedî teslimiyet terbiyesi (edebi, eğitimi) ile ilâhî istikamet ilmiyle mümkündür.
İlmullah; Havfullah'ı, Haşyetullah'ı, Muhabbetullah'ı, Rızaulllah'ı ve Cemâlullah'ı doğuran anadır.

Azametullah'ın muazzamlığı ve muhteşemliği karşısında haddini bilip takvâ sahibi müttakî olan insan nefsi ve Kudretullah karşısındaki insan aklı, sonsuz saygı ve hayrânlık huşû'una ulaşır... Haşyet duyamayanların korkusu, sevgisi, saygısı ve umudu kağıt yangını gibi gel-geçtir...
Hak ve Muhammedî huşû' ise; kulun, Hayyu'l-Kayyum Rabbü'l-âlemin'in azamet, kudret, gına, izzet, dâimi ve kaimi oluşu karşısında kendisinin asli ve fıtrî acziyet, fakriyet, zillet ve illet sıfatlarını giyerek; sükûn, sükût ve hayret demek olan Muhammedî sekînet içinde ve RABB'ısını görürcesine her zerre ve hücresinin Hakka imân ve hayr amel kulluğunu ürpererek arz etmesidir...

Huşû': Muhammedî teslimiyetin şu andaki Şe'enullah içinde şehâdet şefâatı ve şifâsıdır ki ilâhî istikamet huzû'nun hazzı ve anasıdır.

Huşû': kulun Şe'enullah şehâdetinin Hakk oluş şuûruna kavuşmasıyla yaşadığı öz hayrânlığı, hayreti ve haşyetidir...

Huşû': kulun kalbinin HAKK'tan gayrisine (mâsivâya) bomboş (hâli) oluş şevkidir...

Huşû': abdin; Hazır-Nazır ve Murakıbı olduğunu Muhammedî teslimiyet ve itâatla anladığı Rabbü'l-âlemin'le secdedeki bilelik birliğine, rücû-ürûc' mi'râcına ve mevcûdun candaki cem'ine can atış cehd-ü-çabası ve heyecanıdır...

Îmân: Muhammedî teslimiyetle; Emânetullah'ı biliş, buluş ve yaşayış niyyetinin semeresidir.

Sâlih amel ise: İmâm-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Rıza Rehberliğinde ilâhî istikamete yöneliş ve yürüyüş şuûrunun semeresidir.
Neticeler burada buluşur,birleşir ve bile olurlar...
Kısacası huşû'; kul oluş şuûrunun şu andaki şe'enî yansıması ve yaşama hazzıdır...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

9.7. MUHAMMEDÎ GAYRETKEŞLİK

Bu yüce İslâm Dini ve Muhammedî müslümanlar nice çileler, acılar ve fitneler yaşadılar...
Üstelik müslüman olduğunu söyleyen keferelerden...
Muhteşem, mükerrem ve mübârek Muhammedî Saîd İbni Cübeyir (radiyallahu anhu) Emevi zulmünün zorbası zâlim Haccac'ın insafsız işkenceleriyle can vereceği anda iki rekat namaz için izin isteyince:
"Kıl kılmasına da müslümanların kıblesine dönmeden kıl..." diyen zâlim oğlu zâlim ve zâlimlerin zinciri zâlim Haccac'a: "Bizim için kıble farketmez..." buyurup istenilen yöne yönelip namaza duruyor ve birinci rekatta Fâtiha'dan sonra zammı sûre olarak:

Resim--- "Doğuda ALLAH'ındır, batı da. Nereye dönerseniz ALLAH'ın Vechi oradadır. Şüphesiz ALLAH Vâsiun Âlimdir." (Bakara 2/115) âyeti celilesini okuyor...
Hakkın ve hayrın hâdimi, Kur'ân'ın ve hadisin hafızı ve tahkik tevhidin, canıyla şâhidi ve kanını kefeni yapan şehîdlerden olup HAKK (celle celâluhu)'ya yürüyor...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, Ailesine, Ehl-i Beytine, Ashabına ve Ümmetine salât-ü-Selâm, rahmetler ve muhabbetler olsun bizden...

İslâm Dininin aslı ve esası olanKur'ân-ı Kerîm'i bize tebliğ eden, öğreten ve bizi eğitip tatbikatını yapan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
Bunu çok iyi bilen batılılar ve doğulu gizli kâfirler peygamberimizi; sanki bize basit bir zarf getirip gitmiş postacı durumuna düşürüp İslâmın işini bitirivereceklerini sanmışlardır...
Bazı şuûrsuz şeyhler ve şeyhperestlerde yüzyıllarca bunlara çanak tutup zemin hazlırlamışlardır.
Fırıncıyı uyur, uyurgezer veya sarhoş yakalayan şeytânî düşmanlar ise fırını (İslâm Dinini) taşa tutmak bir tarafa sarhoş müslümanlara taşlatmaktadırlar...
Onun için uyanmamız, uyandırmamız ve Muhabbetün fillah (ALLAH için) birbirimizi sevmemiz şu âhir zamanda ve fecrî fitne fırtınasında ehli olana farz-ı ayn, bize ise en azından Muhammedî bir gayretkeşliktir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyalım, uyalım İnşâallah ve tüm fitnelere karşı "Muhabbetün fillah"da buluşalım:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ruhlar toplu cemâatlerdir. Birbirleriyle (ruhlar âleminde) tanışanlar ülfet ederler, tanışmayanlar ise birbirleri ile ülfet etmezler." buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ 2; Müslim, Birr 159; Ebu Dâvud Edeb 19/4824)

Resim--- Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anhu)'dan, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü (kalbini) İslâma açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkarıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.ALLAH inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir." (En'âm 6/125) âyeti celilesini okuyunca şöyle buyurdu: "Nur göğse girdiği zaman göğüs genişler." buyurduğunda: "Yâ Resûlullah! Bunun için bilinen bir ilim var mı?" diye sorulunca: "Evet, dünyayı bırakıp âhirete yönelmek ve ölüm gelmeden önce hazırlık yapmaktır." buyurmuştur.
(Beyhâkî Şuabu'l-Îmân VII- 352/10552)

Resim--- Câbir B. Abdillah (radiyallahu anhu)'dan: "Yâ Resûlullah! Anam, babam Sana fedâ olsun, ALLAH'ın en evvel yaratığı şeyi bana söyler misin?"dedim. Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Yâ Câbir! Eşyâdan önce kendi nurundan (Nurullah) senin peygamberiyin nurunu yarattı ve şöyle buyurdu: "O nur ALLAH'ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne ins var idi." Ondan sonra buyurdu ki: "ALLAH Tealâ mahlûkatı yaratmak istediği zamanda o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arş'ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip 4 parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip 4 parçaya ayırdı. Birincisinden mü'minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nurunu yarattı ki o, ALLAH'ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nurunu yarattı ki o da Kelime-i Tevhiddir......." buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175;İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Muhammedî mü'minlerin ülfetleri (kaynaşıp dost olmaları) ezelîdir:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o baktığındaALLAH'ın nuruyla bakar." buyurmuştur.
(Ebu Saîd (ra) dan; Tirmizî, Tefsir 16/3128)

Feraset: Kalb-i Selim, zikir, takvâ ve saflıkla olayların hakikatini idraktir.

İşte bu nur, Nur-u Muhammed olup her mü'minin kendi özündeki ilâhî, fıtrî ve ferdî akdes noktasından (prizinden) aldığı nurdur...
Rahmetenli'l-âlemin olan Muhammed (aleyhi's-elâm)'ın bu nuru, tüm mahlûkata sârî (geçen) iken aklı olup da inkâr edenlere haramdır...

İşte bu nurun şifâ şerefidir ki Muhammedîlerin muhabbet, merhamet ve hasbî hizmetleri külfetsiz, zahmetsiz ve minnetsizdir.
Ve onlar her zaman, her yerde ve her halde HAKK DOST'u ve EHLİ'dirler:

Resim--- Ömer İbn Hattab (radiyallahu anhu)'dan, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ın öyle kulları vardır ki onlar ne peygamberdir ne de şehîddirler. Ancak, ALLAH katındaki derecelerinin yüksekliğinden dolayı kıyâmet gününde peygamberler ve şehîdler onlara imrenirler." buyurunca Ashab: "Yâ Resûlullah! Onların kim olduklarını bize bildir!" dediler. Resûlullah (sav): "Onlar aralarında ne neseb ne de maddî bir bağ olmamasına rağmen birbirlerini ALLAH için sevenlerdir. ALLAH'a yemin olsun ki onların yüzleri nurludur ve onlar nur üzeredirler. İnsanların korktuğu zaman onlar korkmazlar, insanların üzüldüğü zaman onlar üzülmezler." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Büyû' 76/3527)


Resim--- Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan: ALLAH'ın gölgelendireceği 7 kişi ile ilgili hadisin bir bölümünde Resûlullah (sav): "(Bu kişilerden birisi de) ALLAH için seven ve bunun için bir araya gelip ve bu sebeble ayrılan kişidir." buyurmuştur. (Buhârî, Hudud 19; Müslim, Zekad 91; Nesâî, Kudad 2; Tirmizî, Zühd 53/2391)

Resim--- Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu)'dan,Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ'nın nice pecmürde, saçları dağınık ve eski elbiseler içinde kulları vardır ki kendilerine (halk tarafından) iltifat edilmez. (Ancak) ALLAH'a yemin etseler ALLAH onları yalancı çıkarmaz. Berâ bin Mâlik'de onlardandır." buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkib 55/3854)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e soruluyor: "Yâ Resûlullah! ALLAH'ın velîleri (Velîyullah) kimlerdir?" Resûlullah (sav): "Görüldüklerinde ALLAH'ı hatırlatan kimselerdir..."buyuruyor.
(İbni Mâce, Zühd 37/4119)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin en hayırlınız görüldüğü zaman ALLAH'ın hatırlandığı kimselerdir."
(İbni Mâce, Sünen-Zühd 2-1379)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH için sevişenlere (Muhabbetu'n fillah) öyle yüce mertebeler verilir ki nebîler, şehîdler bile onlara imrenirler."
(Tirmizî-Zühd 53)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin hayırlınız görüldüklerinde ALLAH'ı hatırlatan kimselerdir." buyurmuştur.
(İmâmı Beyhâkî, Şûabu'l-Îmân VII-494/1108)

Resim--- Ebu Umame (radiyallahu anhu)'dan, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Benim katımda dostlarımın en imrenileni şu sıfatları taşıyanlardır: Hâl-i hafif, namazdan pay sahibi (hazz alan), RABB'ine ibâdeti güzel yapan ve gizli olan hususlarda O'na itâat eden, insanlar içinde tanınmayan, (insanlar) arasında kendisine değer verilmeyip iltifat edilmeyen mü'minlerdir. O, rızkı kendisine yetecek kadar olup buna sabretti. Ölümü de erken oldu, mîrâs olarak geriye bıraktığı az ve (ardından) ağlayan kadınları da az idi..." buyurmuştur.
(Tirmizî 37/Zühd 35/2347; İbni Mâce, Zühd 4,II-1379-4117; İmâm Ahmed, Müsned V-252)

Resim--- Bir sahabe, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Mü'minlerin en hayırlısı kimdir?" diye sorduğunda Resûlullah (sav): "Kalbî mahmûm olan her mü'min" buyurdu. Bizde: "Kalbi mahmûm ne demektir?" dedik. Resûlullah (sav): "Takvâ sahibi; tertemiz; içinde, günâh, zulüm, kin, hased bulunmayan kalbdir!" buyurmuştur.
(Abdullah İbn Amr (ra) dan; sahih senedle İbni Mâce, Zühd 37/4216)

Azîz kardeşim,
Muhammedî oluş şuûru, nuru sürûru ve onuru; bizi, Livechillah (ALLAH Tealâ Vechi için) fisebililillah muhabbet, merhamet ve hasbî hizmete me'mur, mecbur ve mahkûm kılar...
Bu bizim dinimiz, dünyamız ve âhiretimiz için şarttır...
Damla damla bir araya gelip el ele, kan kana ve can cana Muhammedî Deryada buluşma tercihini ve tekemmülünü "biz bileliği"nde yaşayalım ve unutmayalım ki:

Resim--- Ebu Hureyre (radiyallahu anhu): "(Önce) en yakın akrabanı uyar!" (Şuarâ 26/214) âyeti celilesi inince Resûlullah (sav) Kureyş'i dâvet etti ve (konuşmasının bir yerinde): "Yâ Fatmâ! Nefsini ateşten kurtar! Ben sizin için ALLAH yanında hiçbir şeye sahib değilim..." buyurmuştur.
(Müslim, Îmân 348)

Ve unutma ki biz Muhammedîyiz, bileyiz ve en yakından da yakın hable'l-veridî akrabayız...
Muhammed (Aleyhi's-Selâm)'a teslimiyyette ve ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e istikamette cem' ve cemâat olalım, İmâm-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyup, uyalım: "ALLAH, ALLAH, ALLAH..."diyelim.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Herşeyin bir cilâsı vardır. Kalbin cilâsı da ALLAH (celle celâluhu)'yu zikretmektir." buyurmuştur.
(İbni Mes'ud (ra) dan; Beyhâkî, Şûabu'l-Îmân I-396/522)

Güzellik (hüsn-ü cemâl) Muhammedî mü'minlerin şiârıdır ve güzellik cemâl sıfatının zuhûrudur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH güzeldir, güzelliği sever." buyurmuştur.
(Müslim, Îmân I/147; İbni Mâce, Dua 10)

Ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile sonsuz güzelliklerde buluşalım:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim Beni rüyâda görürse gerçekte Beni görmüştür. Çünkü, şeytân Benim sûretime giremez." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, İlim 38, Edeb 109, Ta'bir 10; Müslim, Rüyâ 10,11)

Kalbimizi şeytânın ve şeytânlaşmış kişilerin şerrinden koruyalım:

Resim--- Nu'man b. Beşir (radiyallahu anhu)'dan, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Haberiniz olsun ki bedende bir et parçası vardır. O parça, iyi ve sağlam olursa bütün beden sağlam olur. Bu parça bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Bilesiniz ki o et parçası kalbdir." buyurmuştur.
(Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkat 107; İbni Mâce, Fiten 14)

Din düşmanlarından uzak duralım:

Resim--- Ebu Saîd El Hudri (radiyallahu anhu)'dan, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslümanların en hayırlı malı dağların tepelerinde ve vâdilerin arkasında dolaşan koyunlarının olmasıdır. Müslüman, dinine bağlılığı sebebiyle fitnelerden kaçar!" buyurmuştur.
(Buhârî, Fiten 14; Nesâî; İbni Mâce, Fiten 13)

Geleceğe, dua birliğimiz; şu ana, rıza (şükür-sabır) birliğimiz ve geçmişlerimize, tevbe ve istiğfâr birliğimiz olsun.
Muhammedîler olarak bile ve birlikte tevbe istiğfâr edelim. Hepimiz beşeriz ve hata edebiliriz:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin ALLAH'ın affedeceği bir günâhınız olmazsa, ALLAH günâhları olan bir kavim getirir ve (tevbe ederler de) onların günâhlarını affederdi." buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe 9-11; Tirmizî, Da'avât 98/3539)

Gerçek muhabbet şuûru: ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in "Nefsine zulmeden kullar..." ihtarını duyan nefsinde (Muhammedî İlim, irade, idrak ve iştirakle) hissettiği ve bulduğu kulluk kemâlinden dolayı Hakka ve hayra, samimî ve ciddî meylidir.
İlâhî naklle nurlanıp, dirilip ve ilâhî aşka dönüşmüş akıl; Âlemi ve Âdem'i seyre ve Muradullah'a sülûke, nefsin aslî aracı olur.
Bir atom incelenirse:




Resim


Merkezde tek ve etrafında döneceği kendisinden başka birisi olmadığından dönemeyen bir çekirdek veya çekirdeğin özündeki sabit noktası (Akdes noktası: Kudsî bağı) nın cevlânını ve hayranını görür.
Ve çekirdek etrafındaki Sünnetullah projesinde çizilmiş yörüngelerinde (kader yolları) ilâhî denge-düzen ve nizâm içinde dönen (devrân) ve yüzen (seyrân) elektronları hayretle izlenir...

Âlemlerde (kâinâtta) de aynı ilâhî nizâmı zevk eder.
İnsan kendi ilâhî, fıtrî, ferdî ve şahsî hilkatine (yaratılış) ve yapısına âfâktan (dıştan) enfüse (içe) bakınca:


Resim

İnsanın 7 letâifi, Hable'l-verid (varlığı, "VAR"a bağlayan tek ip) den de yakîn "Hüve" etrafında zâten dönmektedir.
Tıpkı atomun çekirdeği etrafındaki yörüngelerinde dönen elektronlar ve güneşin etrafındaki yörüngelerinde dönen,yüzen (sebbaha) gezegenler gibi dönmektedirler.

İnsanın bunun farkına varması ise kulluk (tevhid) tekemmülü ve imkanla imtihanın ne olduğunu anlayıp;
Muhammedî ilim, irade, idrak ve iştirakle yaşaması şâhidliğiyle mümkündür.
Mevcûdun, mahlûkat olarak zuhûra gelip ortaya çıkmasını sağlayan, oluşum ve görünüm açısından Nurullah'dır.
Nurullah'dan insanoğlunun nâsibinin usûlü:

Nur-u Habibîyyet Nur-u Ahadiyyet Nur-u Ahmedîyyet Nur-u Muhammedîyyet Nur-u Beşeriyyet olan akıl nurudur.

Bu olguyu algılayan akıl, ayıktır ve akl-ı selimdir.
Kendi enfüsündeki Muhammedî muhabbet ve merhamet merkezindeki kudsî noktadan öz nurunu te'min eden insaboğlunun öz nurunu letâiflerine taşıyıcı iletim hattı, akıl nuru melekesidir. Her letâif ise; kendine mahsus özellik ve güzellik organları olup kendi kemâlât (seyr-ü-sülûk) görevini emredildiği üzere lâzım ve lâyıkınca yapacak şekilde sistemin Yüce Sahibince gerekli denge, düzen ve nizâm içinde dizayn edilip halk edilmiştir.
Bedenin kafa gözü (basar), nefs gözü, kalb gözü (basîret), ruh gözü, sır gözü, hafî gözü, ahfâ gözü ve gözlerin gözü (akdes)... Kafa kulağı, nefs kulağı, kalb kulağı... v.s....

İnsanoğlu kendi öz yapısındaki bu dakâiki (inceliği) anlayamaz ise nice hakaike (hakikatlere) hasret kalır...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu ilâhî tebliğin içeriğini duyamaz ve uyamaz:

Resim--- Ebu Hureyre (radiyallahu anhu); Resûlullah (sav)'in bildirdiğine göre ALLAH Tealâ: Her kim benim Velî kullarım (Evliyâullah: ALLAH Dostları) dan birisine düşmanlık ederse Ben ona harb açarım. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle Bana yaklaşmamıştır. Kulum Bana devâmlı nâfile ibâdetleriyle yaklaşır. Bunun sonucunda ben onu severim. Ben onu sevdim mi onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer Benden bir şey isterse onu veririm. Bana sığınırsa onu himâye ederim (korurum)." buyurmuştur.
(Buhârî, Rikâk 38; İbni Mâce, Fiten 16)

Bu hadis-i kudsiyyi şerîfeyi nefsi hevâ ve hevesiyle okuyan ilâhî ilimden ve Muhammedî edebden yoksun tasavvur ehli, şaşar, taşar ve apışıp kalıp bocalar ve saçmalar...

Muhammedî Tasavvuf ehli ise; duyar, uyar ve hamdeder. Zevkedelim ki Farz: (fe-ra-dat) insan imtihanı için zarurî olan Rızaullah'ı her zaman, her yer ve her halde içinde bilmesi ve "Bile" gereği ve gerçeğidir.
Nâfile: (nâ-fi-lehu) insanın var gözükmesinin (mevcûd: cisim içinde can) aslının, esasının ve hakikatinin kendi özündeki kudsî lehu (küllî şey'in Sahibi O'dur, her şey O'nundur) lûtfunun (içinde) oluş şuûrunun nurunu yaşayıştır.
Kısacası farz HAKK ile zâhirî bilelik rızası, nâfile HAKK ile bâtınî bilelik ihsânıdır.
İşte bu muhteşem, mübârek, mükerrem ve mükemmel Muhammedî oluş şuûru, nuru, sürûru ve onuruna kavuşan kul; 7 letâifin 14 gözünü sırât-ı müstakîmüzere dizer de iğne deliğinden iplik geçirir gibi hable'l-verid tevhid ipini geçirip dıştan içe; (âfâktan-enfüse) baktığında basar-basîret-ruhuyyet-sırrıyet-hafîyet-ahfâiyyet ve kudsiyyet gözüyle HAKKU'l-HAKK'ı görür ve kesretten vahdete tevhidine şâhid olur.
Yine özden-yüze kudsî gözle bakarsa sonunda basar gözüyle vahdetten kesrete tevhidi (eşyânın hakikatinin tek oluşunu) müşâhâde edip hamdeder.

Hable'l-Verid: Ezelî belâ (bilâkis, RABB'ımızsın!) nın hak ve varid (vuslat buluş-gerçekleşme) oluşudur...

Âcizâne zevkimiz budur ve Muhammedîdir... Lüf-ü-keremi ve ihsânı sonsuz olan ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e hamd olsun. Rahmetenli'l-âlemin olan Azîz Efendimiz Resûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bize şe'en şifâsı olan muhabbet ve merhameti için sonsuz salât-ü-selâm ve teşekkürler olsun. Âmin!..

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu..." buyurduğu budur...
İnsanın (nefsin) kendini bilmesi için benlik bütününün birer elemanı (makam mahalli) olan 7 gözün (kapının) sırât-ı müstakîmüzere dizilip açılması ve Muhammedî şuûrla bakması şarttır.
Bu tıpkı: "göz-gez-arpacık-hedef-atış..." ve 12 den vuruş ki "RABB'ini biliş"tir...
Evirip-çevirmeye ve tasavvuf telaşına düşmüş, zavallı ümmet-i Muhammedîn karışan aklını iyice karıştırmaya hiç gerek yoktur...

Eğer ben arzedilen tahkikî tevhide şimdi, şu anda ve Şe'enullah içinde şâhid olmamış isem; letâiflerimden habersiz, her birisi bir başka zaman, bir başka yer ve bir başka hâl içinde, herbiri ayrı telden çalarsa...
Özümdeki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî nur güneşi doğmamışsa...
Elektriğe hasret muhteşem bilgisayarlar gibiysem...
İşte o zaman; özümdeki ezelî emâneti sıdk (sadakat) ile, gözümdeki (kâinâtı) ebedî ni'metleri adl (adâlet) ile göremem... (En'âm 6/115 bkz.)
Vücûdumdaki binlerce organ (kalb, ciğer, pankreas, beyin vs.) dan habersiz, hayrını-şerrini bilmeden hayvan gibi yaşamak zorunda kalır ve sonunda akla ve emânete ihânet suçundan "Azaben muhina!"ya uğrarım.
ALLAH Tealâ bizi korusun!..

Eğer aklımın anlayacağı (ezelî kabiliyet ve isti'dâd) kadar, Muhammedî Teslimiyyet şuûruyla;
ilim - İmân - İbâdet - İhlâs - İtâat - İttika - İrfân - Îkan ile İhsânullaha nâil olursam,
Kendimi ve RABB'imi bilirsem,
Tahkik Tevhide şâhid olursam ve,
Tüm letâiflerim mutmaîn olup sırat-ı müstakîm üzere dizilirse;
Özden, 7 göz deliğinden sistemine bakan göz O'nun gözü olur... Ondandır ki hadisi kudsî de ALLAH Tealâ: "onun gözü olurum..." buyuruyor.
Dikkat etmek lâzımdır ki sırat-ı müstakîm (en doğru istikamet) hattına dizilen letâiflerin sağdan-sola yaptıkları tavaf (Sebbeha döngüsü) bir taramadır ve zerre kadar boşluk bırakmadan denge ve düzen düzlemi ile, şimdi-şu anda-Şüyûnullahta sistemin tümünün tesbihine iştirak eder (soyut-somut) (Cuma 62/1, Kur'ân'da toplam 7 yerde Yusebbuhu...)
Bu aynı zamanda 7 "Ha Mim"in haktan hayra Muhammedî dönüşümü olup bilelim-bilmeyelim, anlayalım-anlamayalım, yapalım-yapmayalım elân olmakta ve sistemin tümünce icrâ' edilmekte olan Şûyünullah Tecellî Temâşası, Subhanî tesbihe iştirak ve Muradullahın, Emrullahdaki: HAKK'ta, HAKK'tan, HAKK'a, HAKK'la hayy bulup hayat hikayesidir...
İnsanın imkanla imtihanı ve bunun farkına varması yâni, Muhammedî oluş şuûruna ulaşıp teslimiyetle istikametidir.
Benlik Buzunu Rabbanî rahmetle eritip, Muhammedî arkına (kanala) gelmesi; kim olup kim olmadığının (kimin, kim olduğunun) farkına gelmesi;
Tahkik Tehvide kavuşup Muhammedî Terbiye-Tezkiye-Tasfiye-Tecliye ile maddî-mânevî ilâhların terkine gelmesi; hiçbir düşünce, delil ve arayışı gereksinmeden "Eşhedü enlâ İlâhe illâllah ve Eşhedü enne Muhamedden Resûlullah" diyerek ve inanarak terkin terkine gelmesi; ihsâna ulaşmış insanı kâmil olarak, imtihan içindeki devrân değirmeninde çile çarkına gelmesi;
Muhammedî şuûr ve nur: geçene tevbe, gelene dua ve "Olan"a ise rıza (şükür-sabır) BİZ Bileliğinde Şerîat-ı Garra'nın garkına gönüllü gelmesidir... BİR i bulması, olması ve yaşamasıdır.

İşte; Ark - Fark - Terk - Terki Terk - Çark - Gark Zevk Zinciri...

Mevcûdat olan mahlûkat âleminde herşey, herşeyce tesbihini lâzım ve lâyıkı vechiyle zâten ve fıtraten yapmaktadır.
Koyunun, koyunluğu tam anlamıyla yapması, başka bir şeyliği asla yapmamasıdır:
"Melemekten vazgeçip havlayacağım!" veya "Burada ot yok, Muş Ovasına gideceğim!" demesi mümkün değildir.
Fıtraten yaşamı gereği bazı hususları iç güdü olarak bilen göçmen kuşlarının, o halleri de tesbihleri içindendir.
Koyun koyunluk yaparken; kurtta kurtluğunu en ince detayına kadar ilâhî program gereği icrâ' etmiştir, etmektedir ve edecektir.
Kurt: "Hâin ve hırslı olmayı bıraktım, koyun gibi emin ve kanâatkâr olacağım artık..." diyemez.
Zıdlar âleminde; acı biber, ekilen veya dikilen tarlaya 10 ton şeker döktük diye tatlı biber toplayamayız.
Biberin acılığı ilk biber tohumunun özüne Subhanî Tesbih olarak İlâhî Programla derc edilmiştir.
Yine, şeker pancarı tarlasına 10 ton acı biber döktük diye şeker pancarı acımaz...

Hülasa, sistemin Sahibi Subhanallahu Tealânın; kaza, kader, irade ve dilemesi üzere halk edildikleri hâl üzere maddî-mânevî fezâ feleklerinde (hayat yörüngelerinde) yüzer-gezer dururlar. Sebbeha: Lâzım ve lâyıkınca yüzmek, tesbih etmek Hakk ile bileliğin HAKK'ın emri üzere yaşanması keyfiyetidir.
Kâinâtta ne bir zerre (atom) ne de bir kürre (güneş, ay vs.) asla birbirine dayanıp mesnedli olamaz. Herşey kendi özü etrafında tektir ve bir şeydir.
Ve her bir şey kendi özü etrafında sistemin Sahibinin, ehlince çok iyi bilinen EL HAYYU'l-KAYYUM (celle celâluhu) sırrına sarılıp dönmekte ve tesbih etmektedir.
İlâhî, ezelî ve ebedî denge, düzen ve nizâm budur...
Bu nizâmı bozmak (kıyâmet) ise, ilk inşâa edenin hakkıdır.
"Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehu'l-mülk ve lehu'l-hamd ve hüve alâ kulli şey'in Kadîr..." amennâ ve sadaknâ yâ Rabbenâ...

Taklîdî (aklî) tevhidin, tahkikî (aklın anladığı naklî) tevhide dönüşmesinde (kulluk kemâlâtında) insan aklı kendisine zâten, fıtraten ve ferden yüklenen evreleri (gelişimleri) ve devreleri geçirir...
Çekirdek-fidan-ağaç-çiçek-meyve ve tohumları gibi...
Sperm-bebek-çocuk-genç-baba ve çocukları gibi tohumdan tohuma yürüyen hayy ve kemâl zinciri evre ve devrelerinin oluşum ve gelişiminde insanoğluna (kula); kendisi, kâinât, ebeveyni, insanlar, ALLAH Dostları, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu) yardım ederler! Hasbî hizmetçilerdir...
Herkesin doğumunda, neş'eye boğulup güldüğü anda, ağlayarak doğan bebek "Al bebe-gül bebe" büyütülür.
Bülûğ (ergenlik) çağına erince akla (nefse) tevhid tebliği, tâlimi ve terbiyesi verilir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tenzir ve tebşir tebliğine teslim ve tâbi' olur.
Bu taklîdî bir tevhiddir. Şeytânın ve onun kula tek ulaşım kapısı olan nefsin, hevâ ve heves şerrinden kurtulmuş ve korunmuş değildir.
Nasıl ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tek görevi, tahkikî tevhidi tebliğ (Emrullah'la tenzir, tebşir ve şâhidi olmak) ise; şeytânında tek görevi, kulun tevhidini ne pahasına olursa olsun yok edip elinden almak ve küfre sokmaktır.
Bunu başaramaz ise elinden geldiğince zarar verebilmektir.
Aklı olan insaf ehli Yâsîn Sûresini okursa görür ki:
"Ey Âdemoğulları! Size şeytâna tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır"demedim mi ? "Ve Bana kulluk ediniz, doğru yol budur!"demedim mi? (Yâsîn 36/60-61)

Buyurarak Rübûbiyyet ve Ulûhiyyetini şeksiz şüphesiz tanıması için insanı, akıl sahnesinde kulluk (Ubûdiyyet) imtihanına sokmaktadır.
Ne imtihan ya!..
İnsanın içinde emânet, dışında ni'met...
Herşey en mükemmel haliyle yerli yerince...
Çırıl çıplak girdiğin sırat (sırlar) sahrasında ve cisim giyinmiş can çilehânesinde, aklın kadar (imkanla) imtihan oluyorsun ve çırılçıplak çıkıyorsun...
Gözlerin yoksa, gözden imtihan olmuyorsun...
Aklıyın çokluğuna şeytân bile şaşıp kalırken: "Aklım ermiyor, vaktim yok!"diyorsan sen bilirsin...
Ve bilirsin ki ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL insanları ve cinleri kendisine ibâdet (kulluk) etsinler diye yaratmıştır.
Emir ve yasaklarına uyup Fırka-i Nâciye yolunda olanları Hizbullah (ALLAH hizbi), uymayanları ise Hizbu'ş-şeytân (şeytân hizbi) diye ikiye ayırmış, bir fırka cennete-bir fırka cehenneme (Şurâ 42/7bkz.) gideceğini ilân buyurmuştur...
İnkâr ve inat eden cinler ve insanlarla cehennemi dolduracağını buyurmuştur...

İnsanın, zikir, fikir, şükür ve sabır içinde yürüyeceği sırat-ı müstakîm açıkça bildirilmiştir.
İnsana düşen azmetmek ve gerisini ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e tevekkül etmektir. (Âl-i İmrân 3/159 bkz.)
İnsan kemâlât gayreti göstermeye me'mur, mecbur, muhtaç ve mahkûmdur.
Bu yolda kendisine yardımcı olacak kimseler; akılları, özlerinden aydınlanmış, naklî iyice anlamış ve yaşamış Ülu'l-Elbab olan, ilmiyle âmil âlimler, irfâniyle kâmil ârifler ve Hakk-u-hayr ile hâmil âşıklardır...
Bu kimseler insandaki gayreti harekete geçirecek ateşleyici himmetin sahibleridirler...

Bu kimselerin sahibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir ve O'nun şefaâtını şerefleri bilirler.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise Rabbü'l-âlemin'in kulu ve Resûlu olup Hidâyetullah'ın ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e ait olduğunu bildirmiştir.
Böylesi bir hidâyet, şefâat ve himmetle gayretinin harekete geçmesi, kişinin tevhidindeki teslimiyyet ve istikamet gücü (ihlâsı) ile duasındaki hüsn-ü niyyet, ciddîyet, samimîyyet ve sıdkiyyetini RABB'ısına arz-ı hâl etmesine bağlıdır.
Benden gayret, Pîrden (Kâmil Ârif) himmet, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şefâat ve ALLAH Tealâ'dan sırat-ı müstakîm üzere hidâyet salâtı, salâvâtı, isalesi ve sılası...
Muhammedî merhamet ve muhabbetle hasbî hizmet hikmeti...
Hizmet ile kemâl, himmet ile cemâl buluş ve oluş...

Bu muhteşem sonuca ulaşım; Muhammedî metod, mezheb ve meşreble mümkündür.
İnsanın önündeki hedefte Rahmânî çağrı vardır.
Engel ise çeldirici, kandırıcı ve mahvedici şeytânî çağrıdır...
İnsanın kendisi ise hayvanî, nefsanî ve ruhanî sıfatlar taşır...
Bir işi yapmadan önce insanın içinde bir karar oluşur ve onu fiilen işler.

Bu oluşumun oluşmasında:

1- Kalb kararırsa tıpkı bir ayna arkasındaki sır (ran), gibi arkasındaki hakikati gizler ve nefs kalbine baksa bile, sadece kendi benliğini görür.
Bu aynaya aksedenler: Bedenî istek ve arzular (gıda, cinsel ilişki, sağlıklı olmak v.s.) ile nefsin hevâ, heves, hırs, tamah, şehvet, gazab v.s. gibi şeytânî kökenli kötülüklerdir.
Şeytân böylesi şartlarda insanı yakalarsa nefsin arzu, emel ve zâaflarını bilir ve vesvese ile kendi safına çekmek için Rahmânî sıfatlarını soyundurur, kendi ahlâkını giydirir ve fiillerini işletir. Israr ve inatla dünya sevgisine köle, esfeli safilin, ashabı şimal ve ehli cahim haline getirir ve terkeder artık...
O kişinin işini bitirmiş ve kendi işi de bitmiştir...
ALLAH korusun!..

2- İnsan nefsi, Muhammedî metodla aklen ve naklen kendini bilirse hevâ ve hevesi terkedip, kalbi keşf eder ve meleki ilhâm, derunû doğuş ve hakikat havâtırları almaya başlar.
Ma'rufu alır, münkeri reddeder.
İlim, edeb ve irade sahibi olur.
Bâtıl ve şer kalıntılarını temizler.
Tezkiye olmuş nefs, RABB'ısını tezekkür ve tefekkür eder.
Kalb sarayına girer ve teşekkür eder...
Sadıklarla olur ve ashab-ı yemin olan sâlihlere karışır.
Kalb rafinerisinde tasfiye olur, arınır ve durunur...
HAKK'a inanır; hayrı, güzeli, iyiyi ve doğruyu yaşar...
Ruhî nefs olmanın (kemâline ermenin) gayretine düşer....
Ve ruhuna sıla eder... Vuslat bulur...
Lûtf-ü-Kerem ve ihsân sahibi Rabbü'l-âlemin'in celâlî ilhâmlarıyla HAKK'ın rızasına uymayan söz, fiil, ahlâk ve hâllerden arınır ve tecliye (cilâlanma) olup tecellîye uygun hale gelir.
Ve engel kalmadığı için RABB'ısından gerçekten razı olur (râziyyen).
Cemâlî ilhâmlarıyla HAKK'ın razısına nâil olur (merzîyyen). Rabbü'l-âlemin'in kemâli ilhâmlarıyla islâh ve iflâh olmuş, kemâl ve hidâyet bulmuştur...
Söz (i'tikad), amel, ahlâk ve hâllerinde Muhammedî şuûr sahibi ve Kelime-i Şehâdetin şâhidi, evvel ve âhir ahdinin vefâlısı olarak mukarrebun sıddıklar içine girer...
Cihânda iken can cennetlerine cem' olur...

Zevkin basitçe izâhı ise:

Bedenin terbiyesi : Buzun erimesi gibi olup bedenin, Emrullahı işleyecek kıvama getirilmesidir.

Nefsin tezkiyesi : Suyun süzülmesi gibi olup nefsin; Emrullahı, kendini ve RABB'ini bilmesidir.

Kalbin tasfiyesi : Suyun arındırılması (buharlaşma) gibi olup kalbin; Emrullahı işleyip, Ahlâkullahla boyanmasıdır.

Ruhun Tecliyesi : Saf su bulutu gibi sırf rahmet olup ruhun, Muhammedî merhamet ve muhabbetle HAKK'ın halkına hasbî hizmete hazır olmasıdır...
Ruh Emr Âleminden olup tecellî sebebidir.
Ruhuna kavuşan nefs-i mutmaînne (razı olmuş ve razı olunmuş nefs) ye suflî haller nüfuz edemez ALLAH Tealâ'nın izniyle.
Ampül dışındaki is gibi lekeler oluşsa da Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu ve yaptığı gibi tevbe istiğfâr ile siler ve cilâlarız.
Tecellîye hazır hale getiririz.
Son kez bir daha gezelim gönül güzelimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ravzasında:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bazen kalbime bir perde bürürde bu perdeyi kaldırmak için günde 100 defa istiğfâr ederim." buyurmuştur.
(Müzenî (ra) dan; Müslim, Zikr 51/2075; Ebu Davut, Salât 36/1515)

Resim--- Muğire b. Şu'be (radiyallahu anhu)'dan: Resûlullah (sav) ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. "Oysa Senin geçmiş ve gelecek bütün günâhların affedildi!" denince Resûlullah (sav): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur.
(Buhârî, Teheccüd 6; Müslim, Münâfıkin 79-81; Nesâî, Kıyamü'l-Leyl 12)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Vallahi sizin ALLAH'tan en sakınanınız ve O'nun sırlarını en iyi bileniniz Benim!" buyurmuştur.
(İmâmı Mâlik, Muvatta 13/I-291)

Resim--- Enes bin Mâlik (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH, kulu tevbe ettiği zaman, kulunun tevbesine; birisinin çölde kalıp üzerinde yiyeceği ve içeceği bulunan devesinin kaçtığı ve ondan ümüdi kesdiği bir durumda, o kimse bir ağacın altına gelip gölgelenmekte iken devesinin birden karşısına dikilmesi ve yularından tutması anındaki sevincinden daha çok sevinir. O kimse bakar ki bineği, azığı ve içeceği ile beraber yanında. O anda o kimse sevincinden şöyle der: "ALLAH'ım! Sen benim kulumsun, ben de senin RABB'inim..." der." buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe 7, Tirmizî, Da'avât 99/3538)

Ehl-i Hâl hayrette ve hayrânda kalıp kendinden geçince şatahât (zâhirde saçma gelen ancak o anki hâl içinde gerçeğin ifâdesi olan mânâlı söz) yapıyor ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu buyurunca, düzeltmiyor ve gülümsüyor...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ım! Benim hatalarımı; kar, dolu ve soğuk su ile temizle!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Da'avât 39; Müslim, Zikir 48)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Çalışın ve herkes yaratıldığı işi kolaylıkla başaracaktır!" buyurmuştur.
(Buhârî, Kader 4; Müslim, Kader 6-8; Ebu Dâvud,Sünen 16/4694; Tirmizî, Kader 3/3136)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu)'ın omuzundan tutarak: "Dünyada bir garib (yabancı) veya yoldan geçen bir yolcu gibi ol. Kendini kabir ehlinden say!" buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Zühd 25/2333; İbni Mâce, Zühd 3)

Resim--- Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anhu): Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir dörtgen şekli çizdi. Bu şeklin ortasına da bir çizgi çizdi. Bir çizgi de dörtgenin dışına çizdi. Sonra ortadaki çizgiyi başka çizgilerle (dâirelerle) çevirdi ve şöyle buyurdu: "İşte bu (dörtgenin ortasındaki çizgi) insandır. Bu da (dörtgen) insanoğlunu kuşatan ecelidir. Ortadaki şu çizgi insandır. Şu çizgiler de onun kaderidir, birinden kurtulursa diğeri ona dokunacaktır. Dışardaki çizgi ise emeldir..." buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Kıyâmet 22/2454)

Resim

İnsanoğlu fıtraten öyle yaratılmıştır ki kader dâireleriyle ve ecel dikdörtgeniyle çevrili olduğu halde çok uzaklardaki emelinin peşindedir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) elindeki iki çakılın (taş) birini yakına diğerini uzağa atarak ashabına: "Şu uzağa düşen emeldir. Bu yakına düşen eceldir." buyurmuştur.
(Büreyde (ra) dan; Tirmizî)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Emrullahı i'tidâlle (aşırılıktan arınmış, ölçülü) yerine getirmiş ve ümmetine de i'tidâli emretmiştir:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescidde iki direk arasındaki gerilmiş ipi görünce: "Bu ne?" diye sordu. "Zeyneb (sav'in eşi)'indir, burada namaz kılar, yorulduğu veya gevşeklik hissettiği zaman buna tutunur." dediler. Resûlullah (sav): "Çözün onu... Sizden biriniz zinde olduğu müddetçe namazını kılsın, yorulduğu veya gevşediği zaman otursun!" buyurmuştur.
(Enes B. Mâlik (ra) dan; Buhârî, Teheccüd 18, Müslim, Müsafirin 219; Nesâî, Kıyamü'l-leyl 17; Ebu Dâvud; İbni Mâce)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ey insanlar! Amellerden gücünüzün yettiği kadarını yapın! Zirâ siz usanmadıkça ALLAH usanmaz. ALLAH katında amellerin en sevimlisi az da olsa devâmlı olandır." buyurmuştur.
(Buhârî, Libâs 43)

Resim--- Musa El Eş'ari (radiyallahu anhu): "Bir gün seferde Resûlullah (sav) ile beraberdik. İnsanlar sesli olarak tekbir getirmeye başladılar. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Kendinize acıyın! Siz ne sağıra ne de gaib olana dua ediyorsunuz. Sizi gören ve işiten Zât'a dua ediyorsunuz. O sizinle beraberdir. Dua ettiğiniz Zât, birinize bineğinizin boynundan yakındır!" buyurmuştur.
(Buhârî, Cihâd 131; Müslim, Zikir 44-46; Tirmizî, Dua 57; Ebu Davut, Salât 361/1526; İbni Mâce, Edeb 59)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben de ancak sizin gibi beşerim. Sizin hatırladığınız gibi hatırlar ve sizin unuttuğunuz gibi unuturum." buyurmuştur.
(Abdullah İbni Mes'ud (ra) dan; Müslim, Mesacid 92; İmâm Ahmed, Müsned I/379)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ve fina nebî yağlemû mâ fi gaden!: içinizde yarın ne yapacağını bilen Nebî var..." diye şarkı söyleyen cariyeye: "Ama bunu demeyin! Zirâ yarın ne olacağını ancak ALLAH bilir!" buyurmuştur.
(İbni Mâce, Nikah 21/1898)

Resim--- Vahiy katiblerinden Hanzale El Ûseyd (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e halini arz edip: "(Yâ Resûlullah!) Hanzale Münâfık oldu! Senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. Sanki gözle görmüş gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımız zaman hanımlarla, çocuklarla ve geçim sıkıntılarıyla meşgul oluyoruz. Bu sebeble çok şeyi unutuyoruz..." dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Nefsim elinde olan ALLAH'a yemin olsun ki siz benim yanımda bulunduğunuz hali muhafaza edip, zikre devâm edebilseydiniz, sizinle melekler yataklarınızda ve yollarınızda musafaha ederdi. Fakat yâ Hanzale! Bazen böyle bazen öyle olur..." buyurdu ve üç kere tekrarladı."
(Müslim, Tevbe 12; Tirmizî, Kıyâme 59/2514)

Kendisini böylesine kötülemesini ve umutsuzluğunu Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hoş karşılamadı...

Resim--- İnsanlar Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelerek: "Yâ Resûlullah (sav) ! Gönüllerimizden öyle şeyler geçiyor ki herhangi birimiz onları söylemeyi bile büyük suç sayıyor (bu durumda ne yapacağız?)" diye sordu. Resûlullah (sav): "Hakikaten böyle şey hissettiniz mi?" diye sordu. Ashab: "Evet!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Bu, imânın ta kendisidir!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Îmân 209-211)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Ebu Dâvud, Edeb 19/4833; Tirmizî, Zühd 45/2378)

Resim--- Ebu Umame el Bahilî (radiyallahu anhu): Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Ebu Ûmame! Mü'minler içerisinde kalbi bana yumuşayan kimseler vardır." buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned V-267)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müftiler sana fetvâ verse de sen kalbine sor" buyurmuştur.
(İmâm Ahmed,Müsned IV-197, 227; Ebu Nuaym, Hilye VIII-172; Heysemî Mecmaü'z-Zevâid I-175-176)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalbin sıfatını anlatırken kalbine işaret ederek: "Takvâ buradadır!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Birr 32/1986; Tirmizî, Birri 18/1927; İmâm Ahmed, Müsned II-227)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH sûretlerinize, malınıza değil kalb ve amellerinize bakar." buyurmuştur.
(Müslim, Birr 34/1987; İbni Mâce, Zühd 9/4143; İmâm Ahmed, Müsned II-285)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeytân Âdemoğlunun kalbi üzerinde devâmlı durur. Kul, ALLAH'ı zikrettiği zaman siner, kaçar. Gafil olduğunda ise vesvese verir." buyurmuştur.
(İbni Abbas (ra) dan; Buhârî, Tefsir 114/1)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sâlih kimselerin meclisi güzel kokular satan itriyatçı gibidir. Almazsan bile kokusu sana ulaşır. Kötü insanların meclisi ise demirci ocağı gibidir. Seni yakmazsa da duman (is) ve kokusu sana ulaşır." buyurmuştur.
(Ebu Musa El Eş'ari (ra) dan; Buhârî, Zebâih 31; Müslim, Birr 146/2026)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sâlih bir kişi için (helâl) sâlih mal ne kadar gzeldir." buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned IV/197, 202)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Zâlim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım et!" Telkinine ashab: "Yâ Resûlullah! Hadi ona mazlum olduğunda yardım edelim, peki zâlim olduğunda nasıl yardım edebiliriz ki?" diye haklı olarak sormuşlardı. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Onu zulümden men edersin, zulmüne engel olursun bu da ona yardım demektir!" buyurmuştur.
(Buhârî, Mezâlim 4; Tirmizî, Fiten 668/2255; Müslim, Birr 62,63)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bir kavme benzerse o da onlardandır." buyurmuştur. (İmâm Ahmed, Sünen II-50)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şu iki haslet seni hataya düşürmedikçe dilediğini ye ve dilediğini giy! Onlar: isrâf ve kibirdir." buyurmuştur.
(Abdullah b. Abbas (ra) dan; Buhârî, Libas 1, VII-33)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Muhacir, ALLAH'ın yasakladığı şeylerden uzaklaşan kimsedir!" buyurmuştur.
(Abdullah b. Amr (ra) dan; Buhârî, Îmân 4,5; Ebu Dâvud, Cihâd 2/2481; Nesâî, Îmân 9/5011; İmâm Ahmed, Müsned II-160, 165)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(İnsanların yüzlerine karşı öven) meddahlarla karşılaştığınız zaman yüzlerine toprak serpin!" buyurmuştur.
(Mikdad b. Esved (ra) dan; Müslim, Zühd 69; Ebu Dâvud, Edeb 10)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lüzûmsuz şeylerin (mâlâyânî) terketmesi kişinin iyi (güzel) müslüman oluşundandır." buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 11; İbni Mâce, Fiten 12; İmâmı Mâlik, Muvatta, Hüsnü'l-Halk 3

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH buyurdu ki: Bir kimse bir amel işlerde ona Benden başkasını ortak ederse, onun tamamı ona (ortağa) aittir. Ben ortaklar içinde ortaklıktan beri (arınmış) olan Zâtım!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim,Zühd 45; İbni Mâce, Zühd 21; İmâm Ahmed, Müsned II- 301, 435)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Muhakkak, ALLAH amellerden (ancak) Kendisine ihlâsla yapılanı kabul eder." buyurmuştur.
(Nesâî, Sünen-Cihâd 24)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ameller niyetlere göredir. Ve herkes niyetinin karşılığını görür." buyurmuştur.
(Buhârî, Sahih imân 41)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Duruma göre 1 dirhem, 100.000 dirhemden daha değerli olur!"buyurunca: "Bu nasıl olur yâ Resûlullah (sav) !"dediler. Resûlullah (sav): "Bir adamın 2 dirhemi olsa, 1 tanesini tasadduk etse (sadaka verse), (çok) malı olan birisi de malının yanına gitse ve malından 100.000 dirhem alıp tasadduk etse... (malının yarısını tasadduk etmesi sebebiyle 1 dirhem, 100.000 dirhemi geçmiş olur!)" buyurmuştur.
(Nesâî, Zekât 49)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sevâb (İyilik-hasenât) ahlâkın güzelliğidir. Günâh (kötülük-seyyiât) ise gönlünü rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir." buyurmuştur.
(Nevvas b. Sem'an (ra) dan; Müslim, Birr 14, (ra) dan; Tirmizî, Zühd 52/2389; Darimî,Büyü' 2)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben mekarim-i ahlâkı (ahlâk güzelliğini) tamamlamak için gönderildim." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; İmâmı Mâlik, Muvatta)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH bana sizin alçak gönüllü olmanızı ve birbirinize karşı azgınlık yapmamanızı vahyetti" buyurmuştur.
(Enes İbni Mâlik (ra) dan; İbni Mâce Zühd 16/4179)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH verdiği ni'meti kulunun üzerinde görmeyi sever." buyurmuştur. (Tirmizî, 41/54; Ebu Dâvud 31/14)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH güzeldir, güzeli sever." buyurmuştur. (Müslim, I/147; İmâm Ahmed IV-133,151)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), saçı başı darmadağınık ve uzamış birini kestirmeye gönderip geri gelince ona: "Şeytâna yakışan o şekil karmakarışık saçlarla gelmektense böylesi daha güzel değil mi?" buyurmuştur.
(İmâm Mâlik,Muvatta 51/7)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kendisine bir iyilik yapılan kimsenin iyilik yapana şöyle demesi övgünün en güzelidir: "ALLAH seni hayırla mükâfâtlandırsın!" (demektir) buyurmuştur.
(Usame bin Zeyd (ra) dan; Tirmizî, Birr 87/2035)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Din nasihattir" buyurunca "kimin için?" dediler. Resûlullah (sav)'de: "ALLAH için, kitabı için, peygamberi için, müslümanların önderi için ve bütün müslümanlar için!" buyurmuştur.
(Müslim, Sahih I-74 ve diğer İmâmlar)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin sürdüğünüz dünya hayatında (iki şey) bana hoş göründü: Kadın ve güzel koku; bununla beraber namaz kılmak gözümün nurudur." buyurmuştur.
(Nesâî, 28/2,36/1; İmâmı Ahmed, Müsned III-128,285)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dünya, yeri olmayanın evi, serveti olmayanın malıdır. Aklı olmayan dünyalık toplar!" buyurmuştur.
(Aişe (ra) dan; İmâmı Ahmed, Müsned-VI-71; Beyhâkî, Şûabu'l-Îmân VII-375/183)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dünyadan yüz çevir ki ALLAH seni sevsin!" buyurmuştur.
(Sehl bin Saîd (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd I/4102 ve Beyhâkî, Hâkim)

Azîz kardeşim,
İlim; hak-bâtıl ve hayr-şerri bilmektir.
Âlim ise ilmiyle âmil olup HAKK'a inanıp hayr ile sâlih amel işleyendir.
İslâmda ilim ve âlim budur...
İlmin ve hayatın gayesi kulun yakîne ulaşmasıdır.
Bûrhan ve delillerle ulaşılan İlmel yakîn,
İlhâm ve keşfin ürünü Ayne'l-yakîn ve
Zevk ve hazların hali Hakke'l-yakîn...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ümmetim için en çok korktuğum husus yakînin azalmasıdır." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Tarihü'l-Kebîr V-264; Beyhâkî, Şuabu'l-Îmân I-63/30; Taberâni, Mecmau'l-Evsat IX-401/18864)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ kime hayr vermek isterse, onu dinde fakih (anlayışlı) bir kimse yapar. Ben taksim ediciyim asıl veren ise ALLAH'tır." buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 10; Müslim, Zekât 100/719; Tirmizî, İlim 1/2645)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nice fıkıh taşıyıcısı vardır ki onu kendinden daha kavrayışlı kimselere nakleder. Ve nice fıkıh taşıyıcısı vardır ki fakih değildir." buyurmuştur."
(Tirmizî, İlim 7/2656; Ebu Dâvud, İlim 10/3660; İbni Mâce, Mukaddime 18/230)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Âlimler peygamberin vârisleridir." buyurmuştur.
(Ebu'd- Derda (ra) dan; Buhârî, İlim 10; Ebu Dâvud, İlim I/3641; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İlim peşinde koşanın yolu üzerine melekler kanatlarını sererler." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud 24/1; İbni Mâce, Mukaddime 225-226)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Beni muallim (öğretmen) olarak göndermiş bulunuyor." buyurmuştur.
(İbni Mâce, Mukaddime 229)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Muaz İbni Cebel (ra)'yı Yemen'e (Cened'e) hâkim olarak gönderirken: "Hangi esasa göre hüküm vereceksin yâ Muaz?" "ALLAH'ın kitabına göre (Kur'ân)" "Onda (o hadise ile ilgili bir hüküm) bulamazsan?" "Peygamberin sünneti ile" "Ya O'nda da bulumazsan?" "Kendi ictihadımla hükmederim." deyince. Resûlullah (sav) çok sevinmiş ve ellerini göğe kaldırarak: "ALLAH'a Hamd-ü-Senâlar olsun ki Resûlünün elçisini, Resûlünün razı olduğu ve istediği şeye muvaffak kıldı..." buyurmuştur.
(Tirmizî 13/3; Ebu Dâvud; İmâmı Ahmed V/230,236,242 ve İmâmı Şâfiî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) devâmla: "Lüks bir hayat sürmekten kaçın! Zîrâ ALLAH'a kulluk eden gerçek mü'minler lüks bir hayat sürme yoluna girmezler..." buyurmuştur.
(İmâmı Ahmed VI/243,244)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): HAKK'a yürümesine yakın günlerde mescidine gelerek hutbe de: "Şâyet Ben herhangi birinize hakarette bulunmuş isem, öcalmak için işte Benim şeref ve haysiyetim; Şâyet Ben herhangi birinizin malını almış isem işte Benim mallarım..." buyurmuştur.
(Fadl İbni Abbas (ra) dan; İmâmı Ahmed II-317, III-33; Taberâni I-1801,1802)

İngilizlerin haksız hukuklarının değişmez prensibi ise: The king can do no wrong !: Kral asla yanılmaz!" olmuştur.
Mukayesesini ise insaf sahiblerine bırakıyoruz...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşim,
İslâm Dininin olmazsa, olmazları:
Dini muhafaza (din emniyeti),
Aklı muhafaza,
Canı muhafaza,
Nesli (ırzı) muhafaza ve
Malı muhafazadır.
Bu 5 emniyet sağlanırsa İslâmın şartları ve kuralları işler.
İslâm Dini, bunu sağlamak için; insan sûretinde ve aklı olan, büluğa eren (rüşd), hür olan ve tebliği duyan her ferdi müslüman ve mü'min olmakla mükellef kılar. İslâm Dini İslâmın kitabı Kur'ân-ı Kerîm ile kitabı getiren ve tatbikatını yapan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetini esas alır:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz sözün en hayırlısı ALLAH'ın Kitabıdır. Rehberliğin (hedy: sünnet) en hayırlısı da MUHAMMED'in rehberliğidir." buyurmuştur.
(İmâmı Ahmed, Müsned III-310,371; Müslim, Cuma 43, 1/592; İbni Mâce, Mukaddime 7; Nesâî, İdeyn22)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fe men ragabe an sünneti fe leyse minni: Şu halde her kim Benim sünnetimden yüz çevirirse o Benden değildir." buyurmuştur.
(Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesâî, Nikah 4)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Size iki şey bıraktım ki onlara sarıldığınız sürece sapıtmazsınız. Kitabullah ve Sünneti'n- Nebî!" buyurmuştur.
(İmâm Mâlik, Muvatta-Kader 3)

Resim--- İmâmı Alî (keremullahi veche): "Biliniz ki ben ne peygamberim ne de bana vahy geliyor. Fakat ben gücüm yettiği kadar ALLAH'ın kitabı ve peygamberin sünnetiyle amel ediyorum." buyurmuştur.
(İmâmı Ahmed, Müsned I-160)

İmâmı Alî (keremullahi veche) bu...
Ömründe putu kıble edinmemiş ilk erkek müslüman (7 yıl önceden). Ashabın ulusu ve Alî'si...
bSalât-ü-Selâm olsun...
Bakınız Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İmâmı Alî (keremullahi veche) için ne buyuruyor:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), İmâmı Alî'ye: "Sen Bendensin, Ben sendenim..." buyurmuştur.
(Buhârî, Ashabü'n- Nebî 9 (IV-207); İmâmı Ahmed, Müsned V-204)

Resim--- Ömer ibni Hattab (radiyallahu anhu): "En isabetli hüküm verenimiz Alî idi." buyurmuştur.
(Buhârî, Tefsir 216, V-149; İmâmı Ahmed Müsned V-113)

Resim--- O İmâmı Alî (keremullahi veche) ki Halife Osman (ra)'nın temettu (Hac ile birlikte ümre) haccını yasaklamasına karşılık "Ben, bir kimsenin görüşünden dolayı Hazreti Peygamberin sünnetini terk edecek değilim!" buyurmuştur.
(Buhârî, Hacc 34-II-151,153)

Resim--- Temettu Haccını bir hadis söyleyerek yalanlayan Muaviye'ye Sâd İbni Ebi Vakkas (ra): "Kendilerinin Temettu Haccı yaptıklarında Muaviye'nin henüz Mekke evlerinde yaşayan bir kâfir olduğunu söylemiştir."
(Müslim, Hacc 164, I-898; Hâkim, Mârifetü'l-Ülumü'l-Hadis s. 123)

Resim--- İmâmı Alî (keremullahi veche), Hacerü'l-Esved'i selâmlarken: "ALLAH'ım! Kitabını ve peygamberinin sünnetini tasdikleyerek..." buyurmuştur.
(İbni Şeybe III-441 H. No: 15797)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben size öyle bir şey bıraktım ki onu aldığınız takdirde Benden sonra sapıtmazsınız. O, şu iki ağırlıktır: Biri diğerinden daha büyüktür ki o, ALLAH'ın semâdan yeryüzüne uzatılmış ipi olan Kitabullah; diğeri ise ıtretim, Ehl-i Beytim'dir. Haberiniz olsun (uyanık olun) ki şüphesiz o ikisi havuza varıncaya kadar ayrılmayacaklardır." buyurmuştur.
(Ebu Saîd El Hudri (ra) dan; İmâmı Ahmed, Müsned III-14, 17,26,59)

Resim--- Zeyd bin Erkam (radiyallahu anhu)'dan gelen rivâyette ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ey insanlar Ben de ancak bir beşerim. RABB'imin elçisi (Azrail)'nin gelmesi ve icâbet etmem yakındır. Ben size şu iki ağırlığı (sıkleti) bırakıyorum: Onlardan birisi Kitabullah ki onda hidâyet ve nur vardır. ALLAH'ın kitabını alın ve ona sarılın! Kitabullah'a teşvik ederim ve içindekilere rağbet edin! Sonra buyurdu ki ve Ehl-i Beytim. Ehl-i Beytim hakkında size ALLAH'ı hatırlatıyorum!"buyurdu ve bunu üç kere tekrarladı.
(Müslim, Fezaili's- Sahabe 36, 37; İmâm-ı Ahmed, Müsned IV-366,367)

Resim--- Câbir İbni Abdullah (radiyallahu anhu)'dan ise, Arafat'ta devesinin üzerinde olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ey insanlar! Size öyle bir şey bıraktım ki onu aldığınız sürece sapıtmazsınız: Kitabullah ve İtretim-Ehl-i Beytim..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Menakib 32/3786)

Resim--- Huzeyfe İbni Yemanî (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Emânet (önce) kişilerin kalblerinin derinliklerine indi, sonra Kur'ân indi ve onlar (onu önce) Kur'ân'dan öğrendiler, (sonra) sünnetten öğrendiler!" buyurmuştur.
(Buhârî, Nikah 35; Müslim, Îmân 230; Tirmizî, Fiten 17; İbni Mâce, Fiten 27; İmâmı Ahmed,Müsned V-383)

Kitabullah İslâmın nazariyesi (teorisi) ise Sünnet-i Resûlullah ameliyyesi (pratiği) dir.

Resim--- Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu) Safa Tepesinde duada: "ALLAH'ım! Beni peygamberinin sünneti üzere yaşat! Onun milleti (dini) üzere canımı al ve beni fitnelerin sapıklıklarından koru..." buyurmuştur.
(Beyhâkî, Sünen V-95)

Resim--- Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhu)'ya: "Biz Kur'ân'da korku ve hazar namazını bulduğumuz halde sefer namazını bulamıyoruz?" diye sorana: "Ey yeğenim! Biz bir şey bilmezken ALLAH bize MUHAMMED'i gönderdi ve biz de O'nun ne yaptığını görmüş isek öyle yapıyoruz!" demiştir.
(İbni Mâce, İkame 73-1066;Nesâî, Taksi r 1; İmâmı Mâlik, Muvatta-Sefer 7)

Ne yazık ve acı ki âhir zamanda sünneti terk ve yıkım olacağını da yine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirmiştir:

Resim--- Huzeyfe bin Yemânî (ra) dan; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(O gelecek olan şer) öyle bir toplumdur ki. Benim yolumdan (sünnetimden) başka yollar izlerler. Gösterdiğim yolun dışında yürürler. Sen onların kimisini tanırsın, kimisini ise tanımazsın!" buyurmuştur.
(Buhârî, Fiten 11; Müslim, İmare 51; İbni Mâce, Fiten 13/3979)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Benden sonra öyle yöneticiler gelecek ki Benim rehberliğimde yürümeyecekler, Benim yolumu izlemeyecekler!" buyurmuştur. (Müslim, İmare 52)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şübhesiz ki sizin en hayırlılarınız benim çağdaşlarımdır. Sonra onların ardından gelenler; sonra onların ardından gelenlerdir. Ondan sonra, çağırılmadıkları halde şahitlik yapar, hıyanette bulunur, kendilerine güvenilmez, nezredip (söz verip) yerine getirmez bir kavim ortaya çıkacak ve aralarında şişmanlık zuhur edecektir." buyurmuştur.
(İmran İbni Husayn (radiyallahu anhu)'dan;Buharî; Müslim; Askalânî, Bûlüğü'l- Merâm 1428/1201)

Resim--- Ebu Saîd El Hudri (radiyallahu anhu)'dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Sizin içinizden öyle zümreler türeyecektir ki onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, onların oruçları yanında kendi oruçlarınızı, onların iyi amelleri yanında kendi sâlih amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar Kur'ân da okuyacaklar. Fakat Kur'ân ('ın feyzi) onların hançerelerini (boğaz gırtlaklarını) geçmeyecek! Onlar, okun avdan (delip) çıktığı gibi dinden çıkacaklar. (Okun sahibi, avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kan diye) bir şey göremez. Sapına (ağaç kısmına) bakar, orada da bir şey göremez. Yelesine bakar, orada da (kan bulaşığı) bir şey göremez. Sonra füh'a bakar... (Aceba ava dokunmadı mı diye füh denilen veter (yay kirişi) girişine bakar ve kan izi göremez...) " buyurmuştur.
(Buhârî, Sahih VI-115)

Ne acıdır ki müslümanların dinlerine karşı olan ihmal ve ilgisizlikleri, dini ilim ve bilgilerden uzaklaşmaları, uzaklaştırılmaları, bunun sonucunda kötü amaçlı ve hikmetten nâsibsizlerin sapık te'villeri, âlimin, zâlimin belirsiz oluşu, ifrat, tefrit, istihzan (zannınca hükmetmeler), mesnedsiz (kitabsız-sünnetsiz) hükümlerle halkı fitneye sürükleyenlere "dur..." diyenin olmaması, Sünnet-i Resûlullah'ı yok ederek İslâm Dininin devre dışı bırakılmasına çalışmaya müslümanları seyirci ediyor...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dikkat edin! Çok sürmez. Adam tok olarak koltuğuna kurulur ve şöyle der: "Siz bu Kur'ân'a bakın, onda helâlden ne bulursanız, onu helâl kılın, haramdan ne bulursanız, onu haram kılın!" Oysa ki ALLAH'ın Resûlünün haram kıldığı şey de, ALLAH'ın haram kıldığı gibidir!" buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 5; İmâmı Ahmed, Müsned IV-131)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH ilmi, insanlar arasından bir çırpıda çekip çıkartarak almaz. O, ilmi, ulemâyı almak sûretiyle alır. Sonunda hiçbir âlim bırakmayınca insanlar, câhil başlar (lider) edinirler. Kendilerine sorular sorulur, onlar da bilgisizce fetvâ verirler. Böylece hem sapar hem de saptırırlar." buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim, 13; Tirmizî, İlim 5)

Resim--- Ömerü'l-Faruk (radiyallahu anhu) ise: "İslâmı; âlimin zellesi, münafığın kitabla (Kur'ân-ı Kerîm) cedelleşmesi, saptırıcı imâmların hükmü (fetvâsı) yıkar..." buyurmuştur.

Resim--- "Onlar (Yahudiler), ALLAH'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hristiyanlar) da rahiblerini ve Meryem oğlu Mesihi (İsa'yı) RABB'ler edindiler......." (Tevbe 9/31)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bu âyeti celile ile gili olarak: "Onlar (Yahudi ve Hristiyanlar) din adamlarına tapmıyorlardı; ancak din adamları kendilerine bir şeyi helâl kıldığı zaman, onu kendilerine helâl görüyorlar, kendilerine bir şeyi haram kıldığı zaman da onu kendilerine haram sayıyorlardı..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsir 9/30)

Böylesi Münâfık-mülhidlerle Muhammedî cihâd ise:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ tarafından, ümmetine gönderilmiş bir peygamberin, mutlaka ümmeti içerisinden havarileri ve seçkin sahabileri bulunur. Bunlar, onun sünnetini öğrenirler, emrine uyarlar. Sonra onların arkasından nesiller gelir, bunlar yapmadıklarını söylerler, emrolunmadıkları şeyleri işlerler. Kim onlarla eliyle mücâdele ederse o mü'mindir. Kim onlarla diliyle mücâdele ederse o mü'mindir. Kim onlarla kalben mücâdele ederse o mü'mindir. Onun ötesinde (gayrısında), hardal tanesi kadar bile olsa imân yoktur!" buyurmuştur.
(Müslim, Îmân 80; İmâmı Ahmed, Müsned I-458)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sünnetime ve Benden sonra gelen râşid halifelerin yoluna tâbi' olun!" buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 5; İbni Mâce, Mukaddime 6; Tirmizî, İlim 16)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetini yok ederek İslâmı kolayca yok etmek için:
"Ben, Kur'ân'dan başka bir şey tanımam...
Kur'ân İslâm'ı... v.s." sözleriyle halkı zehirleyen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetinden yüz çevirmiş zâlim, âlim bozuntuları; peygambere imânı, İslâm rüknü saymayıp kemâl şartı sayan ve çıplak uyarıcı olduğunu sanan İblisin inkâr elbisesi giyinmiş kuklaların, kulakları değil varsa beyinleri çınlasın...
Kitapçıklarında 1400 yıldır İslâm Dinini yıkmak için her yönden, şeytânı bile şaşırtan, şer ve fitne üreten siyonist felsefecilerden şâhidler arayan akılsız ahmaklar, Ralsulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i dinlese belki islâh ve yeniden islâm olurlar.
İslâm Dininin nasslarına canından çok titizlik gösteren Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e:

Resim--- Ömerü'l-Faruk (radiyallahu anhu): "Yâ Resûlullah! Biz Yahudilerden güzel sözler (bitaka) işitiyoruz; onların bir kısmını yazmamız hakkında ne buyurursun?" diye sorunca Resûlullah (sav): "Yâni Yahudi ve Hristiyanların düştükleri şaşkınlığa siz de mi düşmek istiyor sunuz? (sonunu düşünmüyorsunuz!) Ben size onu (İslâm Dinini) bembeyaz, lekesiz pak olarak getirmiş bulunuyorum. Eğer Musa (as) (şimdi) yaşıyor olsaydı, bana uymaktan başka bir şey yapamazdı..." buyurmuştur. (İmâm Ahmed Hanbel, Müsned III-387; İbnü'l-Esir, En Nihaye 5/282)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim, dinimizde olmayan bir şey ihdas ederse (sokarsa) o merduddur (reddolunmuştur)" buyurmuştur.
(Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdiye 17; İbni Mâce, Mukaddime 2)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ".... Cömert bir adam, bir konak inşâ' eder ve orada büyük bir ziyâfet sofrası kurar, bir haberci göndererek herkesi ziyâfete dâvet eder. Dâvetçiye icâbet eden, konağa girer ve ziyâfetten yer; dâvetçiye icâbet etmeyen konağa giremez ve ziyâfetten yiyemez. Kim Muhammed'e itâat ederse, ALLAH'a itâat etmiş olur, Kim de Muhammed'e isyân ederse, ALLAH'a isyân etmiş olur!" buyurmuştur.
(Buhârî, İ'tisâm 2-8/140)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Benim durumum, ateş yakan bir adamın durumuna benzer. Ateş yanıp da etrafını aydınlatınca pervâneler ve ateşe kendisini atan böcekler onun (ateşin) üzerine üşüşmeye başlar. Adam onları önlemeye çalışır, fakat onlar adama galib gelirler ve kendilerini ateşe atarlar. Ben sizi bel kemerlerinizden yakalamış, ateşe düşmemeniz için çaba sarf etmekteyim; siz ise kendinizi onun içine atmaktasınız." buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ 40)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz Benim ve ALLAH'ın Benimle gönderdiği şeyin misâli, bir adamın hali gibidir. O, kavmine gelir de: "Ey kavmim, ben orduyu iki gözümle gördüm Ben gerçekten çıplak uyarıcıyım. Kurtulmaya bakın! Kurtulmaya bakın!" Kavminden bir grub onun uyarısına kulak verir ve geceden yola çıkarak yavaş yavaş giderler ve kurtulurlar. Onlardan bir grub da onu yalanlar ve oldukları yerde sabahlarlar. Sonunda ordu (düşman ordusu) onlar üzerine bir baskın yapar ve onları helâk eder, köklerini kurutur!" buyurmuştur.
(Buhârî, İ'tisâm 2, Müslim, Fezâil 16)

Arablar düşman hattına bir casus gönderdiklerinde, eğer o casus düşman ordusunu görürse geri döndüğünde; gelirken çırılçıplak soyunup da dönerdi ki böylece haber önceden ve etkili alınmış olurdu.
Ne garibtir ki müslümanların çoğunun uyur, uyurgezer ve sarhoş olmasından, geri kalmalarından ve üstüne ölü toprağı saçılmış olmasından yararlanan bazı zındık bozuntuları, bazı ahmak müslümanların şuûrsuzluklarını öne sürerek sünnet-i seniyyesiz ve keyfi bir din doğurmaya çalışıyor ve utanmadan çıplak uyarıcı olduğunu söylüyorlar...
İğne ucu kadar aklı varsa, okusun hadis-i şerîfleri ezel ve ebed uyarıcısının Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğunu görecektir...
Biz ise hamdolsun Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i tanıyoruz ve İblis casuslarını da iyice biliyoruz...
Mesele; geçmişin hesabına geçmiş olan fitneleri ısıtıp ısıtıp ortaya sürerek müslümanları daha da parçalamak için bir kısım insanları, rafizileri de hayrette bırakacak bir tahrik, tahriş ve teşvik etmenin tehlikesidir.
Yoksa kitab yazılır. İlim, edeble ilimdir.
İblis de bir çok şeyler bilirdi...
Edebsiz oluşu, çıplanamamak üzere inkâr elbisesini ona giydirdi de soyunamuyor...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ın Benimle gönderdiği hidâyet ve ilim bir yere isabet eden yağmura benzer. O yerin bir kısmı güzeldir, suyu emer, ot ve bol çayır bitirir. Bir kısmı da çoraktır; suyu tutar, ALLAH onunla da insanları faydalandırır; orada biriken sudan içerler, hayvan sularlar, ziraat yaparlar. Yerin başka bir kısmına da yağmur isabet eder; ancak orası sarp ve kaypak bir yerdir; ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte ALLAH'ın dininde fâkih olan (Benimle gönderilenden öğrenip ve öğreten) kimsenin misâli ile bu hususta kibirden başını kaldırmayanın ve benimle gönderilen ALLAH'ın hidâyetini kabul etmeyenin misâli budur!" buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu ilmi, her nesilden güvenilir olanlar yüklenir; onlar aşırıların tahriflerini, dini yıkmak isteyenlerin etkilerini ve câhillerin te'villerini dinden uzaklaştırırlar." buyurmuştur.
(Kenzu'l-Ummâl X-28918)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kumu düzleyip asası ile ortaya bir dikey çizgi çizdi ve: "Bu ALLAH'ın yoludur" buyurdu. Sonra o çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve "Bunlar yollardır ve her yolun başında oraya çağrıda bulunan bir şeytân vardır!" buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: "Şüphesiz bu, benim dostoğru yolumdur. Bana uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîrâ o yollar sizi ALLAH'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti." (En'âm 6/153) " buyurmuştur.
(İbni Kesir 2/190)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); ALLAH Tealânın yolu olan orta yol, Fırka-i Nâciye, i'tidal yolu olan sırat-ı müstakîmin sağına çizgiler çizerek ifratçıları, aşırı dincileri ve bidadçıları; soluna çizgiler çizerek tefritçileri, dini ve sünnet-i seniyyeyi ibtale (hükümsüz bırakma, bozma) çalışan benlikçileri ve her ikisinin de başlarındaki şeytânları ne güzel târif buyurmuştur.

Azîz kardeşim, Sakın bozuk i'tikadli fitneciler seni gereğinden fazla düşündürmesin.
Sadece Muhammedî oluş şuûruna ulaş ve ulaştır!
Muhammedî muhabbet, merhamet ve hasbî hizmetle...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu ümmet sapıklık üzerinde birleşmez." buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ 2/488)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ, bu ümmet için her 100 senenin başında, dinini yenileyen kimseler gönderir." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Melahim 1)

Ancak bu kimseler katıksız Muhammedîlerdir. Reformist yeniden din oluşturucuları asla değildir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bile bile Bana yalan isnadında bulunursa, cehennemdeki yerini hazırlasın!" buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 38; Müslim, Zühd 72; Ebu Dâvud, İlim 4)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Âhir zamanda çok yalancı deccâller olur!" buyurmuştur.
(Müslim, İmare 10, Fiten 83; İbni Mâce, Fiten 9; İmâm Ahmed, Müsned II/349)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH rızası için öğrenilmesi gereken bir ilmi, kim sadece dünya menfâati elde etmek için öğrenirse, o kıyâmet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz!" buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, İlim-12)

Belâ Balonu gibi, şeytânlar şişirdikçe şişen, meşhur ve cehâlet cübbeli deccâcilelere (deccalin öncüleri) "Canınız Cehenneme..." demektir.

İslâmın ana kaynağı Kur'ân'ı Kerîm'imiz ve sahih hadislerin sahibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sözün en hayırlısı Kelâmullahdır." buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb 70)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin en hayırlınız Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir." buyurmuştur.
(Buhârî, Sahih VI-108; Ebu Dâvud, Sünen I-335)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kur'ân-ı öğrenin, okuyun ve okutun." buyurmuştur.
(Tirmizî, Sahih, Sevâbu'l-Kur'ân 2)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kur'ân'la kalbleriniz birleştikçe onu okuyunuz. Kalben ondan ayrıldığınızda okumayı bırakınız." buyurmuştur.
(Buhârî, Sahih VI-114)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ashabım! Kur'ân okuyunuz ve Kur'ân'ın feyziyle dileklerinizi ALLAH'tan isteyiniz. Sizden sonra bir sınıf Kur'ân okuyucuları gelecektir ki bunlar (ALLAH'tan değil de) insanlardan (Kur'ân-ı âlet ederek) dileneceklerdir." buyurmuştur.
(Tirmizî, Sahih Sevâbü'l-Kur'ân 20)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kur'ân ulemânın doyamadığı, çokça tekrar etmekle eskimeyen harkulâde tükenmeyen bir kitabdır." buyurmuştur.
(İmâm Alî (kv)'den; Tirmizî, Fezâilü'l-Kur'ân 14/2906; Darimî, Fezâilü'l-Kur'ân 1)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ın evlerinden birinde, ALLAH'ın kitabını okumak aralarında müzekere etmek için toplanan bir grubun üzerine mutlaka sekîne (Muhammedî eminlik, rahatlık) iner. Onları rahmet kaplar ve melekler kuşatır, ALLAH onları kendi yanındakiler arasında zikreder." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Ebu Dâvud, Vitr 14/1455; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ şöyle buyurdu: "Her kimi, Kur'ân ile meşguliyeti (ayrıca) Beni zikretmekten ve bana el açıp istemekten alıkoyarsa; ona (Beni zikreden ve Bana el açıp) isteyenlere verdiğimin en iyisini veririm. ALLAH'ın kelâmının diğer kelâmlara üstünlüğü, ALLAH'ın mahlûkatına üstünlüğü gibidir..." buyurmuştur.
(Ebu Saîd El Hudri (ra) dan; Tirmizî, Fezâilü'l-Kur'ân 24/2926; Darimî, Fezâilü'l-Kur'ân 6)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kur'ân'ı maharetli (becerikli) okuyan kişi; sefere denilen, iyi, mükerrem meleklerle beraberdir. Kendisine zor geldiği halde kekeleyerek Kur'ân okuyan kimseye iki ecir vardır." buyurmuştur.
(Aişe (ra) dan; Buhârî, Tevhid 52; Müslim, Müsafirin 294; İbni Mâce, Edeb 52/3779)

Resim--- Ebu Bekir (radiyallahu anhu): "Yâ Resûlullah! İhtiyarladın!"deyince Resûlullah (sav): "Beni Hûd ve Vakı'a Sûreleri ihtiyarlattı!" buyurmuştur.
(Abdullah İbni Abbas (ra) dan; Tirmizî, Tefsir 56/3297)

Resim--- Aişe (radiallahu anha): "O'nun (Resûlullah (sav)'nin) ahlâkı Kur'ân idi." buyurmuştur.
(Müslim, Müsafirun 139; Ebu Dâvud, Salât 316/1342; Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 2)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden korkan bir bedeviye: "Anası ekseriya kurutulmuş et yiyen bir insandan ne diye korkarsın!" buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek III-48; Sarahsî. Mebsût XVI-79)
Mekke fethinde kendisiyle korkudan titreyerek konuşan kimseye:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kendine gel! Ben bir kral değilim! Ben sadece kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!" buyurmuştur.
(İbni Mâce, Et'ime 30/3312)

Resim--- Abdullah İbni Abbas (radiyallahu anhu), Ömer İbni Hattab (radiyallahu anhu)'dan, o da Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den: "Hazreti İsa'yı Hırıstiyanların yücelttiği gibi Beni yüceltmeyin. Ancak ben ALLAH'ın kuluyum. ALLAH'ın kulu ve elçisi deyiniz..." buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ 484; İmâmı Mâlik, Muvatta-Salât 69; Dairimî, Rikak 68/2784; İmâm Ahmed,Müsned I-23)

Resim--- Kendisine Kelime-i Şehâdeti telkin ettiği kişi: "Eşhedü enlâ İlâhe illâllah ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlühü ve abdühü!" deyince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) derhal müdahale ederek: "Ben Resûl olmadan önce kul idim. "Ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasülühü: Şehâdet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Resûlüdür...." de!" buyurmuştur.
(Abdu'r Rezzak II, 205 h.no: 3076)

Resim--- İmâm Hüseyin İbni Alî (radiyallahu anhu): "Babama (İmâm Alî'ye) Resûlullah (sav)'in eve girişini sordum" O da: "Resûlullah evine girdiği zaman günlük hayatını 3 kısma ayırırdı. Bir kısmını ibâdetlere, bir kısmını ailesine, üçüncü kısmını da kendi işlerine tahsis ederdi. Halkın işlerini yakın arkadaşları vasıtasıyla yapar ve kimseden bir şey saklamazdı." şeklinde anlattı." buyurmuştur.
(Tirmizî,Şemâil s: 166,167)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Acem (İranlı)'in birbirine tâzim (ululama) için ayağa kalktıkları gibi sizde kalkmayın." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Edeb 165/5230; İmâm Ahmed, Sünen V-256)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), diz çöküp de yemek yediğine şaşıran bedeviye: "ALLAH Beni Keremli bir kul kıldı! Zorba ve muânid (inatçı) biri yapmadı." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Et'ime 18/3873; İbni Mâce, Et'ime 6/3263)

Resim--- Aişe (radiallahu anha)'dan: "Resûlullah (sav) herhangi bir beşer idi. Kendi elbisesini yamar, koyunu kendi sağar ve kendi işini kendisi yapar, ev işlerinde ailesine de hizmet ederdi." buyurmuştur.
(Buhârî, Ezân 44; İmâm Ahmed, Müsned VI-106, 256)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sevgili oğlu İbrâhim (Aleyhi's-Selâm)'ın can çekişmesini seyrederken gözlerinden yaşlar boşanınca Abdurrahmân bin Avf (radiyallahu anhu): "Sen de mi ağlıyorsun yâ Resûlullah?" deyince, Resûlullah (sav): "Bu merhamettendir. Zîrâ göz ağlar, kalb hüzünlenir. Ama biz ancak RABB'ımızın razı olacağı şeyleri söyleriz." buyurmuştur.
(Buhârî, Cenâiz 44; Müslim, Fezâil 62; İmâm Ahmed, Müsned I/268)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben ancak bir beşerim, sizin gibi hatırlar, sizin gibi de unuturum." buyurmuştur.
(Müslim, Mesacid 92,93,94; İmâm Ahmed, Müsned I/379)

Azîz kardeşim,
Muhammedî oluş şuûruna ulaşan ve sahih hadislerin derunî deryasına dalanlar muhterem, mübârek, mükerrem, mükemmel ve muazzez Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı mütevâzılığın ve kulluğun zirvesinde bulurlar:
İbadet etmekten ayaklarının nasıl şiştiğini, yattığı hasırın vücûdundaki izlerini, hastalanıp acılar çektiğini, yaralandığını, oturarak namaz kılmak zorunda kaldığını, son nefesine kadar ümmetini düşündüğünü ve HAKK'a yürüdüğünü görürler.
İslâm Dini, Muhammedî oluş şuûru Kur'ânî ve Nebevî kurallarla mümkündür.
Azîz Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'den derunî bir dua örneği:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben yüzümü, semâları ve yeri dostoğru yaratan (ALLAH)'a çevirdim, Ben müşriklerden değilim. Namazım, ibâdetim, hayatım, memâtım (ölümüm) âlemlerin RABB'i olan ALLAH'a aittir. O'nun hiçbir ortağı yoktur, Ben bununla emrolundum. Ve Ben müslümanlardanım. ALLAH'ım! Mülkün hakiki sahibi Sensin, Senden başka ilâh yoktur. Sen RABB'imsin ve Ben Senin kulunum! Nefsime zulmettim, günâhımı itiraf ettim, benim bütün günâhlarımı affeyle... Çünkü, ancak günâhları Sen affedebilirsin. Ahlâkın en güzelini Bana göster, çünkü onun en güzelini Sen gösterebilirsin. Ben Senin ibâdetine (kulluğuna) amâdeyim (hazırım), Senin dinine uymaktayım. Hayrın tamamı Senin elindedir. Şer Sana varamaz. Varlığım Seninle ve (sonu da yine) Sanadır. Mübâreksin ve yücesin! Senden mağfiret diliyor ve Sana tevbe ediyorum..." buyurmuştur.
(Müslim, Sahih I-534 ve diğer İmâmlar)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biriniz RABB'inden bütün dilediklerini istesin, hatta kopan nalının kayışını bile..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Sahih-Da'avât 117)

Bize duayı tavsiye eden ve duamızı gösteren Azîz Efendimiz Sahibimiz Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'e Salât-ü selâm olsun. Ailesine, Ehl-i Beytine, Ashabına ve ümmetine de olsun... Âmin...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır." buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak 34)

Âcizâne çabamız ve azmimiz ALLAH Rızası için HAKK'ın halkına Muhammedî muhabbet ve merhametle hasbî hizmettir.
Bir köşeye çekilmek bu zamanda doğru değildir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanların içine karışıp onlardan gelecek çileye (ezâ, cefâ, zorluk) maruz kalan mü'min, içlerine karışmayıp da dışarda durandan daha hayırlı (kıymetli) dır." buyurmuştur.
(İbni Mâce Fiten 23)

Aklın basar keyfiyeti ile naklîn kudretinden doğan basîret; Benlik Bağlarından kurtulup Sübhanî sıla seyr-ü-sülûkü olan felâhı amaçlar.
Kemâlât ise budur.
Bu cevr-i cihân ve çark-ı çile çarşısında kemâlin sırrı, canın çırpınış çilesidir.
Çile ise benliğin bedeli ve bileliğin diyetidir...

Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); tenzir ve tebşir görevini tebliğ yanında ta'lim (öğretim) ve terbiye (eğitim) sini de bildirmiş ve yaşamıştır.
Kendisinin tatbik ettiği ve ashabının ise yaşadığı yolu Fırka-i Nâciye yolunu çizmiştir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ".... Benim ve ashabımın izlediği yolu izleyenler (Fırka-i Nâciye)..." buyurmuştur.
(İbni Mâce, Fiten 17; Tirmizî, Îmânı 18)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki Ben sizin için, çocuğun yanındaki babası gibiyim....." buyurmuştur. (Ebu Dâvud, Taharet 4)

Böyle buyuran Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sünneti seniyyesi olan sâlih ameli çileli de olsa sabırla işlememizi ve kendi yolunu izlememizi istemiş ve emretmiştir.

Resim--- "De ki: "Ben ancak sizin gibi bir insanım, Bana ancak ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor, onun için her kim RABB'ine kavuşmayı dilerse, sâlih amel (güzel işler) işlesin ve RABB'ine yaptığı ibâdette hiçbir şirk karıştırmasın." (Kehf 18/110)

Kur'ân-ı Kerîm: İlim ve hikmettir. İlme, âlim; hikmete ârif gerek. Elbette hem âlime hem de ârife, edeb-i Muhammed gerek ki kâmil ârif ve ilmiyle âmil âlim olsunlar...
Günümüzde ise ilim ve hikmet; ne idiği belirsiz etiketli ve cübbeli âlim bozuntusu ile ham sofuların elinde kaldı...

İlmin ve hikmetin kapısı İmâmı Alî (keremullahi veche): "Belimi iki kişi kırdı (büktü). Birisi nefret ettiren âlim, ötekisi câhil sofu..." (El Münâvi; El Kevâkibu'd-Durriye'de)

Bir mânâ âleminde bendenize: "Ashabın Alî'si ve ulusuyum!"buyuran İmâm Alî (keremullahi veche) için:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hikmetin yurdu Benim, Alî de onun kapısıdır." buyurmuştur.
(Tirmizî, Sünen)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben ilmin beldesiyim, Alî de onun kapısıdır. O halde ilim isteyen o kapıya koşsun..." buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I/203)

Ondandır ki halisen muhlisen Muhammedî olanlar her hususta göz açıp kapamadan buluşur-bilişir ve biz oluşurlar:

Resim--- "Sizi bir tek nefsten (candan) yaratan (inşâ' eden) O'dur. Demek ki bir karar yeri, bir de emânet yeri vardır. Gerçekten âyetlerimizi anlayan (fıkh eden) bir topluluk (kavim: aynı kıvamda olanlar) için açıkladık." (En'âm 6/98)

Canlar (nefsler) tevhidinde; karar yeri Âdem (aleyhi's-selâm), emânet yeri Havva validemiz diye zevk edebiliriz.

Resim--- "O, O ZÂT'tır ki sizi bir tek nefsten yarattı..." (A'râf 7/189)

Resim--- "İnsanlar bir tek ümmet idi, sonra ayrılığa düştüler....." (Yûnus 10/19)

Bu muazzam ve muhteşem canlar cemâatının Muhammedî mahşeri ise;

"İşte bu, İslâm Ümmeti bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir, RABB'iniz de yalnız Benim; onun için hep Bana kulluk edin..." (Enbiyâ 21/92)

İşte ezelî, ebede bağlayan Muhammedî oluş şuûru ve nuru... Muhammedî mü'minler olarak bu neş'eyi duyuş-uyuş ve yaşayış süruru ve onuru...
Gerisi ise, taşkınlık ve şaşkınlık (irfat ve tefrit)....

İnsanoğlunun imkanla imtihan çilesini ve zihnî acıları hissetmesinin tek sebebi aklıdır.
Zikrin, fikrin, şükrün ve sabrın yaşanması akılladır.
Bilmek-bulmak ve olmak akılladır.
Akıl ve nefsin fazîlet fonksiyonlarını anlayamayan bazı ahmaklar, mâalesef ikisine de düşman olup kendi tasavurlarına dayalı tasavvuflarından, aklı ve nefsi sürmüşler ve hayallerinin peşine düşmüşlerdir.
Oysa Muhammedî Tasavvuf'da zâhiri anlayış aracı olan akıl ile bâtının anlatış aracı olan naklin (Kur'ân-ı Kerîm) buluşması, tanışması ve tevhidin oluşması esastır.

Resim--- Ömerü'l-Faruk (radiyallahu anhu) soruyor: "Yâ Resûlullah! Kabirde sorgulama sırasında akıllarımız bize gelecek mi?" Resûlullah (sav): "Evet, bugünkü haliniz gibi..." buyuruyor.
(İmâm Ahmed, Müsned II-172)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir saatlik tefekkür 60 senelik (nâfile) ibâdetten hayırlıdır." buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-370)

Akıl; Cenâb-ı ALLAH'ın ilmiyle tâlim (öğretim), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in edebiyle terbiye edilirse, insanın maddî-mânevî organları akort edilmiş 7 telli saz gibi şehâdet şarkıları çalar...
Yoksa her telden gürültü ve kargaşa, yeri-göğü doldurur...
Dili terbiye görmemiş; hoş konuşan, ama boş konuşan nice insanlar görürsün...
Oysa dil; dünya, din ve âhireti için insanların iletişim araçları idi...
Tıpkı harçlık parası gibi itinâlı kullanılması ve boşa çıkınca da Zikrullah'a akıtılması gereken Niyâz Nehri idi....

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Yâ Resûlullah! İslâmın (nâfile) ibâdetleri bana fazla geldi. Bana devâmlı yapabileceğim bir şey öğret ki bende devâmlı onu yapayım..." diyen sahabiye Resûlullah (sav)f: "Dilin devâmlı ALLAH'ın zikriyle ıslak kalsın!" buyurmuştur.
(Tirmizî, Da'avât 4)

Nice insan toplulukları hep birlikte laklakiyat ile sabahı akşam ederler.

Oysa:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Zikir meclislerinin ganimeti (ele geçen, elde kalanı) cennettir." buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned II-190)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Bana bir şey öğret ve az söyle ki hafızamda tutabileyim..." diyen bir kimseye: "Kızma!" buyurdu. Sorusunu birkaç defa tekrarladıkça cevâben hep: "Kızma..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr 72)

Akıl kelimesinin kökü bağlamak fiilindendir.
Akıl insanoğlunun ilim, irade, idrak ve iştirak işleminin elektriği, iliği, aslı ve astarıdır...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, devesini korumayı ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e emânet ettiğini söyleyen birisine: "Deveni bağla ve ondan sonra tevekkül et..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Kıyâmet 60)

İnsanoğlu ağzından giren (helâl veya haram) ve ağzından çıkan (sıdk, doğru veya yalan) ın fayda ve zararını her zaman, her yerde, her halde, her şey ve herkesten gördü, görüyor ve görecektir...
Ne acıdır ki kudsî kab olan ağzını en değerli ve en değersiz olanlarla doldurur.
Kalbin tercümanı olan dilini ikrârda da inkârda da kullanabiliyor...

Küfrün kötülüğü yalan oluşundandır:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e soruluyor: "Mü'min korkak olur mu?" cevâbı: "Evet" "Mü'min cimri olur mu?" cevâbı: "Evet". "Mü'min yalancı olur mu?" sorusuna cevâbı ise: "Hayır..."olmuştur.
(İmâmı Mâlik, Muvatta-Kelâm 19)

Mü'min, Muhammedî metodla aklının öğretim ve eğitimini yapan ve aklını ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in rızası için (Livechillah) kullanan bir kimsedir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'minin işine şaşıyorum. Gerçekten onun bütün işleri hayrdır. Bu mü'minden başka, hiçbir kimsede yoktur. Kendisine varlık isabet ederse şükreder ve bu, onun için hayr olur. Darlık isabet ederse sabreder, bu da onun için hayr olur..." buyurmuştur.
(Müslim, Zühd 64)

İnsanoğlu dil ile dua eder ve dua ise ibâdetin derunî özüdür.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kaderi ancak dua önler ve ömrü ancak iyilik artırır." buyurmuştur.
(Tirmizî, Kader 6; İbni Mâce, Mukaddime 10)

Ey insanoğlu, alıp verdiğin nefesler; okuduğun "Kader Kitabı"nın ve "yazdığın imkanla İmtihan Defteri"nin harfleridir... Deyyûmiyyet (ezel-ebed devâmlılık) ihatasının kayyûmuyyet (özdenlik, açıkça ortada,ayakta ve varlığı kendi Zâtından oluş) şühûdu olan varlığı nurlandıran, Nurullahdır.
Rabbü'l-âlemin'in ihsânı olan akıl nurunu kullanabilenler, Hakikat Ehli; beceremeyen, kullanamayan veya kullanmak istemeyenler ise Hicâb Ehli (HAKK'ı duyuş ve uyuşta perdeli) dirler.

İnsanoğlu, bâtınî belirsizlik ve bilinmezliğin mânâsı ile zâhiri mevcûdun maddesini Muhammedî akıl ile birleştirir, bağlar ve faydalanır.
Tevhid Tarlası olan bu imtihan âleminde insana emredilen (Emrullah) ve murad edilen (Muradullah); ömrünün son ucundaki zâhiri şehâdet tohumunun aslı ve anası, bâtınî tevhid toprağı olan Kelâmullah (nakl) dır.
Onun için aklınıKur'ân-ı Kerîm'e göm ki fazîlet filizlensin...
Çiçek açsın ve semeresini (meyve) gör...
Dininde, dünyanda ve âhiretinde sefâsını sür...

Kemâl bulmamış ham akıl ve tezkiye edilip (temizlenip) şeytânî ahlâktan Rabbânî ahlâka geçememiş nefs, kıblesini dünya ya döndürür...
Fitne ve belâlar yurdu yalan dünyada; sükûn, sükût, selâmet ve sekîne-i Muhammed'e hasret kalıp, eceli yok sayıp, emel ve rahat peşinde gece gündüz koşmaktan canı çıkar gider...
Halbuki; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir gün Ashab-ı Güzin'i toplayıp yerden iki taş alıyor ve birini çok uzağa atıyor, diğerini ise ayaklarının önüne bırakıyor ve:
"İşte şu uzağa attığım taş emelleriniz, şu ayak ucunuzdaki taş ise ecelleriniz..." buyuruyor...
Yine, "Yaratılmayanı arayan çok yorulur..."
Diyen Cafer-i Sadık Efendimize: "Nedir o yaratılmayan?" denilince: "Dünya da rahatlık..." buyuruyor.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lâ rahate fi'd-dünya...: dünyada rahat yoktur..." buyuruyor.

ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL ise kullarını, selâmet için Darü's- Selâm'a çağırıyor...
Sınırlı, sorumlu imkanla imtihan olan kullarız...
Ne diyelim? Kader Kaderullah...

Kulun kaderi iki hallidir:

1-Kader-i Muallâk :

Zuhûr etmesi (ortaya çıkması) bazı hususların oluşmasına bağlıdır.
Biraz önce geçen hadis-i şerîfte duanın kaderi değiştirmesi, sadakanın ömrü uzatması gibi...
Duaya ve sadaka verme şartına bağlı. "ALLAH dilediğini mahveder, dilediğini sabit tutar (isbat eder)."

2-Kader-i Mübrem :

Kesin olan tebdili (değiştirme) ve tagyiri (başkalaştırmak) olmayan levh-i mahfûzdaki (ALLAH tarafından takdir edilen şeylerin yazılı bulunduğu mânevî levha, ilm-i ilâhî) Ümmü'l-Kitab'da mahfûz (korunup, saklanmış) kader...
ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL, hayrı emreder ve şerre rızası yoktur. İnsandan ortaya çıkanlar da dahil herşey (iş, düşünce, hâl v.s.) EL HAKK (celle celâluhu)'nun havl (potansiyel, henüz ortaya çıkmamış güç) ve kuvvetiyledir.
Yarının (aldığımız en son nefesten bir sonraki) kaderini asla bilemeyiz.
Onun için dua ederiz: RABBımızın hakkı ve hayrı kalbimize ilhâm etmesini, işlememizde izin ve inâyet (lütuf-ihsân) vermesini, dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde sırât-ı müstakîm üzere hidâyetini dileriz.
Habibullah (aleyhi's-selâm) ın şefâatini dileriz.
Evliyâullah ve Ehlullahın himmetini (mânevî moral gücü desteğini) dileriz...
Ve bize hakka inanıp hayrı yaşamakta gayret lûtfetmesini dileriz...

Ve deriz ki:

Resim--- "... Mâşâallah! Lâ kuvvete illâ billahi...: ALLAH'ın dilemesiyle ALLAH'ın yardımından başka hiçbirkuvvet yoktur!" (Kehf 18/39)

Yarınımız için RABB'ımızdan hak ve hayr diler, dua ederiz.
Bugünü yaşamanın amacının rıza olduğunu asla unutmaz, "olan! = kaza= hükm-ü HAKK"a razı olup şükür veya sabır ederiz.
Dünkü ömrümüzün noksan ve hatalarına ise henüz diri ve aklımız başında iken tevbe istiğfâr ederiz.
HAKK'a döneriz ve bağışlanmamızı dileriz.

Kul kendini ve kaderi takdir edeni bilmez ise yaramazlık yokuşlarında çok yorulur.
Kaderin kaza adımları gibi alıp verilen nefeslerle, ömür yolunu yürümekteyiz.
Mevla'mız (celle celâluhu) küllî şeye murakıb (gözetleyen) dır.
Her nefeste sıdk-ü-adl üzere olup; her nefesin emânet olduğuna imân etmek sadaâkat ve her nefesin ni'met olduğunu anlayıp nefsin hevâ ve hevesine harcamanın isrâf ve haram olduğunu bilmek ve yaşamak ise adâlettir.
Kişi (nefs), şeytânın şaşkınlık ve taşkınlık şehvetlerine dadanırsa eşkiyâ olur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in i'tidal şefâatine dadanırsa Evliyâ olur.
İlim ve edeb bağında imân gülleri açarken, cehâlet ve dalâlet çukurunda nifâk dikenleri boy atar...
İkram, irfân ile; irfânü-ü- erkân ise ilm-ü-edeb iledir.
Eserlerin sahibine kulluk etmeyip de eserlerine kölelik benlik cehâletidir.
İnsanoğlu nefsinin hevâ ve heves rüzgarına kapılırsa nefsinin kölesi, nefsinin hevâ ve hevesini gemlerse süvârisi olur.

İcâd (vücûda getirme, varetme) ve imdâd (varlığın devâmı için yardım) ni'metleriyle var olan insan; yarım nefese (aldığı veya verdiği) muhtaç, mecbur ve mahkûmdur.
İnsanın fıtrî yapısı olan isti'dâdı, İmdadullahı çağıran özdür. Emânetin özü yakîn nurudur.
Yakîn nuru ise ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in insanoğluna vâ'dedilen ihsânıdır.
"Şah damarımızdan yakîn olan" Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu) ile aramızdaki perde; aklımızın rüşdüne erip, Muhammedî aşk haline ve ilâhî üns (Cemâl-i Hazret-i İlâhiyye müşâhâdesinin eseri) kemâline gelememesi; uyuması, uyurgezerliği ve dünya sevgisi sarhoşluğudur...

İçindekilerle beraber insanoğlunu, âşıkâr âşıkların sazına benzetirsek; sazı çalanın aklına ve aşkına bağlı olarak duyacağımız ses:

1- Halkın sesi : dil, herşeye döner, her sözü söyler ve ağzı olan konuşur...
2- Bilginin sesi : ilm-ü-edeb ile pişen aklın arz ettikleri...
3- Hakikatin sesi : nakle ulaşan aklın Muhammedî nefesi ve neş'esi...
4- Hakkın sesi : sistemin sahibi senden söylerse! Kur'ân-ı Kerîm okur gibi...


Kelâm, Kelâmullah...
Rahmânî ve kalbî ilhâmlar, doğuşlar ve varidat; Rabbü'l-âlemin'in, "Rahmetenli'l-âlemin" semâsından yağan yakîn yağmurlarıdır. Canı, cennet bağı yapan işte bu fazîlet feyizleridir.
Kemâlât kevserleridir.
Muhammedî muhabbet minvâli üzere; Ubûdiyyet keyfiyeti, Rububbiyyet azameti ve Ulûhiyyet kudretini, Mülküllah olan canda cem edenler cennet ve cemâl ehli "bile"lerdir. "ile"lik ise şühûdî yakînlik seyr-ü-sülûku ve sılaya isâl işidir...
YÂR'e yolculuktur...

Halbuki insanoğlu, şu meşakkatler memleketi yalan dünyadan gitmemek için durmadan direniyor...
Ve biliyor ki: "O da, öldü!" diyecekler...
Şu muhteşem ve muazzam mevcûdat, mahlûkat ve mâsivâ; ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in Zâtî haysiyeti (değeri, şerefi) itibariyle "sırf yok"luktur.
"Gerçek var"; mevcûda, vücûd verendir.
Gerisi "gel-geç..."tir.
Bunu şuûr ise, tevhidin ihlâsıdır. Ağyâr (mâsivâ) zincirlerini zevk etmeyen (soyunmayan), "YÂR"e seyr-ü-sülûk (salât) hürriyetine hasret kalır...
Soyunmayan, Yârini üryan göremez...
Üryan olanı göremeyen ise "Benlik Kalesi"nin zindanında esirdir.
"Sevgilime canımı da veririm!" diyen kimse; sevginin sırr-ı sıfırına ermemiş canının sahibini bile bilememiştir. Ya uyuyor, ya uyurgezer ya da henüz sarhoş...
Ayıkan ise âşıktır...

Muhammedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikat'a ulaşan aşığın tevhidî tevâzu'su, nefsinin, sistemin Sahibi SUBHAN ALLAH Tealânın azamet ve kudretini İlim, irade, idrak ve iştirak ile bilip, anlayıp ve inanıp;acziyet, fakriyet, zillet ve illet içinde mahviyetle (yokoluş) yaşamasıdır.
Şükretmesi, inandığı hakkı ve işlediği hayrı EL HAKK (celle celâluhu)'ya nisbet etmesi ve O'ndan bilmesini ilândır...
Hamd etmesi ise hakkı ve hayrı; HAKK'ta, HAKK'tan, HAKK'a, HAKK'la yaşamasına hamdini (nakle ulaşan aklın şükrân duygularını) Ahmedî anlayışla arzediş ifâdesidir...

İnsanoğlu, aklından dolayı; mülk (şu şehâdet) âlemi ile meleküt (gaybî, olduğu halde gözükmeyen) âlemi arasında ara kesit ve geçit köprüsüdür.
Her iki âlemin sırları sinesine ezelden sarılıp, bükülüp, sokulup (mündemic) saklanmıştır.
Âlem-i Ekber'i (büyük âlemi) içinde cem' eden âlem-i asgar (küçük âlem) olan insanın kadr-ü-kıymeti; aslında yüce (illiyyin) iken, nefsin kendini bilmeme veya bilememe cehâletinden dolayı esfel-i safiline düşmüştür...

Yüce kitabımızKur'ân-ı Kerîm'i ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in izni ve emriyle getiren Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tebliğ görevini iyice anlar, tenzir ve tebşirini duyar ve uyarsak, HAKK'a inanıp hayrı yaşamamıza örnek ve şâhid kılarsak...
Muhammedî oluş şuûruna, nuruna, süruruna ve onuruna ulaşırsak, sıla ve salâvat edersek; benlik kâlemizin (varlık sarayımızın) direkleri yıkılır, nefsin hevâ ve heves tahtları yerle bir olur da cehâlette ölür, kemâlâtta diriliriz...
Muhammedî Tasavvuf sisteminde;
Şerîatı Muhammedîyye (akvali, sözleri, Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadisleri),
Tarikat-ı Muhammedîyye (a'mâli, fiilleri, tatbikatı, sünnet-i seniyyesi),
Mârifet-i Muhammedîyye (muazzam ve mübârek ahlâkı),
Hakikat-ı Muhammedîyye (mutmaîn, kani', değişmez huy haline gelmiş hâlleri) dördü bir arada bir bütündür.
Şu anda da becerebildiğimiz kadarıyla dördünden de nâsiblenmeye çalışıyoruz...
Kısmet olması için uğraşıyoruz...
Meselenin aslı, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olup İmâm-ı Mutlak'a uyup, ilâhî istikamete iştiraktir. Muhammedî kâmillerin, kerem kapısını ömür boyu sükut ve sükûn içinde beklemeleri, gördükleri güzellikleri EL VEDÛD (celle celâluhu)'nun vasıfları bilmeleri ve tam teslimiyet ile i'tidal istikametinde seyr-ü-sülûk eylerken; ihsân Sahibine, i'tikad ve i'timatla sürekli kulluk etmeleri bu yüzdendir...
Kâmiller için halk, EL HAKK (celle celâluhu)'ya delil değil de halkı halkeden EL HALİK (celle celâluhu), halkına delildir.
ULU USTA'yı; eserlerini görüp ve gözetip de görmeyen göz, kör gibidir. Ayıkırsa ne alâ, ayıkmazsa yuh olsun... Ve öyle de olur...
Sıdk ve adl üzere basan ârif, âşık ve kâmillerin ayaklarının kaymamasına sebeb dâim-kaim kulluklarıdır...
Hâl-i Hazır, Zâhir olan, gizli değil; Rakıb (gözetleyen) olan gaib değil... Meğer Mevlam üryân imiş şerefi... Kâmilin Muhammedî kalbi; Rahmânî, Subhanî, Rabbanî ve Kur'ânî karargâhıdır...
Özündeki kudsî kaynaktan (Akdes noktası, Nun noktası, Nur prizinden) Nur-u Muhammed'le Nurullah'ı alır, letâifleri aydınlanır, canlanır ve çalışır. ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in kelâmını kendinden duyarcasına duyar ve uyar:

Resim--- "Ey insanlar, işte size RABB'inizden bir öğüt, gönüller (sadr) derdine bir şifâ ve mü'minler için bir hidâyet ve rahmet geldi. De ki: "ALLAH'ın lûtfuyla (fazlıyla), rahmetiyle; yalnızca O'nunla sevinç duyun! O, onların toplayıp durduklarından hayırlıdır!" (Yûnus 10/57-58)

Özündeki kudsî kaynaktaki Nur-u Muhammed prizinden kendisine lâzım ve lâyık nuru alacak olan nefsin fazîlet fişinin ilâhî ve Fıtrî iletim hattının bir teli akıl, bir teli de nakldir...
Nefs; kendisini RABB'ısı karşısında mahvolmuş toprak bilirse, onuda toprak hattı sayabilirsin...
Parmak izimiz gibi bize ait olan özümüzdeki kemâlât kaynağı kaynayınca Habibî, Hasbî Hikmetlere gark oluruz İnşâallah...
Buyurun birlikte, bilelikte ve bizlikte buluşmaya ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Kevser Havuzuna doluşmaya...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

9. BÖLÜM: MUHAMMEDÎ TASAVVUF

Latif YILDIZ

SONSÖZ

Azîz kardeşim,
Aklımın erdiği, elimden geldiği ve becerebildiğim kadarıyla şu yüce sistem ve içindeki maddî-mânevî tüm kâinât, onun özü ve özeti insanoğlunun varedilişinin tek sebebi; sistemin Subhan Sahibi ve Ulu Ustası ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in Uluhiyyetine (tek, eşsiz, zıdsız ilâh oluşuna) şâhid olması ve şâhid olmasına da ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in Zât-i Âlisinin de şâhid olmasıdır.
İlâhî iradesi (emre kararı),
Meşiyyeti (emri işlemeyi dilemesi),
Kaderi (halk edeceği mahlûkatı hakkındaki Zâtî takdiri) ve
Kazası (takdirini icrâ' ettirmesi) şu anda her zerre ve her hücre için uygulanıp durmaktadır.
Gece gündüz, durmadan ve nefes nefes denize akan damlalar gibi Hesab Mahşerine akan biz insanoğlunun iyice bir düşünmesi, durum değerlendirmesi yapıp ve hızla yaklaşan sonuca şimdiden hazır olması; aklın, fikrin ve vicdanın gereğidir.
Bütün bunlar için gerekli olan İlâhî Emirnâme (Emrullah) ve Resûlî uygulanışı olan İslâm Dini ise ortada ve Sebilillahtır...

Anladığını umarım ki; Muhammedî şuûra ulaşım, ilâhî çağrıyı duyuş ve uyuş ise Elestten mahşere ve beşikten mezâra kadar değil de Muhammedî cennet canında ebedîyen sürecek, sonsuz sefasına seyr-ü-sülûk (bilme ve bulma) seferidir...
Kimlik ve kişiliğimizin (maddî,mânevî ve kudsî) cem' i olan canımızdan da çok sevmedikçe, duyup ve uymadıkça imân etmiş olmayacağımız bildirilen Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i tüm letâif (beden-nefs-kalb-ruh-sır-hafî-ahfâ) zincirlerimiz ve ara bağlarıyla (akıl, nakl, ilim, irade, idrak vs..) iyice bilmemiz, Akdes'te bulmamız ve emredip yaşadığı gibi olmamız kulluk kemâlâtının aslı, anası ve esasıdır.

Âcizâne, fakîrâne, zelilâne, âlîlâne bir Muhammedî âşık kardeşiniz olarak; ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in rızasına, Hakk dostlarının hatırına ve çile çorbasında tevhid tuzum bulunsun da bir gün bana da "Bilelik ve Bizlik" balı ikrâmedilir inancımla ALLAH Tealâ'mızın hidâyeti, inâyeti ve izni ile arzettim.
Kabir kapısından inşâallah şehâdetle geçtiğimde arkamdan bu arzuhâlimi okuyup da hayr dua ile anan yakınlarım ve mü'minler olsun umudumla...
Kıyâmete kadar gelecek olan tüm Muhammedî gençlere Muhammedî bir yâdigâr (hatırlatıcı) kalsın da Muhammedî oluş şuûrunu, nurunu ve onurunu kaybetmeden biz ümmet-i Muhammed'i hayr dua ile anıp; Muhammedî hikmet, muhabbet ve merhametle halka hasbî hizmetle sırf ve sadece hizmetçi (hademe) olsunlar ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile cennette (Cemâl-i Resûlullah'ta) ve Dârü's-Selâm'da Cemâlullah'ta buluşalım duam ile...
Sözlerimi bitirirken ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e hamd ediyorum.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:

"Birahmetike yâ Erhamerrahîmin! Birahmetike yâ Erhamerrahîmin! Birahmetike yâ Erhamerrahîmin! İrhamnâ !: Ey merhametlilerin en merhametlisi ! Ey merhametlilerin en merhametlisi ! Ey merhametlilerin en merhametlisi ! Bize merhamet et..." diyorum. Geçenlerimize, kalanlarımıza ve gelenlerimize rahmetler diliyorum.

ALLAH'ım !
Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (elân varolan) olmadan biz hiçbir hasenâtı (iyiliği,güzelliği, doğruyu, hakkı ve hayrı) işleyemeyiz. Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:
"Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyülAzîm!" diye dua edip İznullahı ve Avnillahı diliyoruz...

ALLAH'ım !
Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (elân varolan) olmadan biz hiçbir seyyiâttan (kötülük, çirkinlik, eğrilik, bâtıl ve şerden) korunamayız. Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:
"Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyülAzîm!" diye yalvarıp İsmetullaha sığınıyoruz...

"Allahümme innî eselüke'l-affe ve'l-afiye fi'd- dinî ve'd- dünyayî ve'l-âhiretî Allahümmesturnâ bi setrike'l-Cemîl...: ALLAH'ım! Şüphesiz ben senden dinimde, dünyamda ve âhiretimde af ve afiyet dilerim! ALLAH'ım! Bizi EL CEMİL (cc)isminle setret (ört, gizle, kapat) !"

"Allahümme islâh Ümmet-i Muhammed Allahümme ferice an Ümmet-i Muhammed Allahümme erham Ümmet-i Muhammed ammeh: Allah'ım! Ümmet-i Muhammedi islâh et. Allah'ım! Ümmet-i Mumhammed'e çıkış yolu ver. Allah'ım Ümmet-i Muhammed'in hepsine merhamet et...

ALLAH'ım!
Zât-i Alî'yin,Kur'ân-ı Kerîm'in ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kadrini (değerini, kıymetini) bilemediğimizden dolayı sonsuz özür ve affımızı diliyoruz!

ALLAH'ım!
Razı olacağın kulluğu ve Senden razı olmayı kalblerimize ilhâm et! İcrâ' sına izin ve inâyet eyle! Ve bizden razı ol!

ALLAH'ım!
Bizi İlmullahta, Havfullahta, Haşyetullahta ve Muhabbetullahta sıdk ve adl ehli kıl!

ALLAH'ım!
Kulluk kemâlâtımızda Muhammedî, mü'min, muhlis ve muhsîn kıl! HAKK (cc)ile halk ile olan muamelelerimizde sıddık ve âdil eyle!

ALLAH'ım!
Yüce kitabımız Kur'ân-Kerîm'imizle bağlarımızı pekiştir!
Saygıda sıdk ve adl ehli kıl! Mânâsına, ruhuna ve sırrına ermemizi nâsib ve müyesser eyle! Dinimizde, dünyamızda, kabrimizde,âhiretimizde, mîzânımızda ve cennetimizde Kelâmulahını nurumuz, ışığımız, yoldaşımız ve şefâatçımız kıl...

ALLAH'ım!
Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sılamızı sağla! Subhanî salâvât ehli et!
Kadr-ü-kıymetini bu âlemde anlayıp arzu buyurduğu gibi ümmeti olma şerefine ulaştır!
Zât-i Alî'sine muhabbette, hürmette, hasrette ve hasbî hizmette sıdk ve adl ehli eyle!
Şehâdet şifâsına şimdi ulaştır İnşâallah...
Bizden, Bize bileliğimizin arzını kabul buyur...

ALLAH'ım !
Bize bahşettiğin emânet ve nimetlerin için Sana sonsuz hamd-ü-senâlar olsun...
İlmin kadar çok yâ RABB'ımız...

ALLAH'ım!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tüm letaiflerimizin gönülleri, dilleri ve hâlleriyle; Îlahî, Kur'ânî, Melekî ve Habibî salât-ü-selâmlarımızı arzımızı kabul buyur...
Âilesine; Azîz Annelerimize, Erdemli Evlâdlarına, Eşsiz Ehl-i Beyt'ine, Ahde-vefâkâr Ashabına (sahib çıkanlara, sahib çıktıklarına) ve canı gibi sevdiği ümmetine de canı gönülden salât-ü-selâmlarımızı hamdimizle birlikte kabul buyurmanı dileriz...

ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e emânet olunuz!..
ALLAH Tealâ yardımcımız ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yârimiz (sevgilimiz) ve yârânımız (dostumuz) olsun...
İnandığımız cennetlerde buluşuruz İnşâallah...


Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyike ve Resûlike ve Nebîyyi'l- ümmiyyi ve alâ alihi ve's- sahbihi ve ehli beytihi!

Âmin! Yâ Rabbenâ!..
Resim
Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »

Allah CC Razı olsun. Hizmetlerimiz daim olsun .Dualarımız Kabul olsun İnşaallah....

Ya Gani , Ya Allah

Ya Hayy , Ya Allah.

Ya Kayyum , Ya Allah.

Ya Gaffar

Ya Rahman

Ya Rahim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

kulihvani yazdı:...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle: [/color]
"Birahmetike yâ Erhamerrahîmin! Birahmetike yâ Erhamerrahîmin! Birahmetike yâ Erhamerrahîmin! İrhamnâ !: Ey merhametlilerin en merhametlisi ! Ey merhametlilerin en merhametlisi ! Ey merhametlilerin en merhametlisi ! Bize merhamet et..." diyorum. Geçenlerimize, kalanlarımıza ve gelenlerimize rahmetler diliyorum.

ALLAH'ım !
Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (elân varolan) olmadan biz hiçbir hasenâtı (iyiliği,güzelliği, doğruyu, hakkı ve hayrı) işleyemeyiz. Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:
"Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyülAzîm!" diye dua edip İznullahı ve Avnillahı diliyoruz...

ALLAH'ım !
Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (elân varolan) olmadan biz hiçbir seyyiâttan (kötülük, çirkinlik, eğrilik, bâtıl ve şerden) korunamayız. Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:
"Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyülAzîm!" diye yalvarıp İsmetullaha sığınıyoruz...

"Allahümme innî eselüke'l-affe ve'l-afiye fi'd- dinî ve'd- dünyayî ve'l-âhiretî Allahümmesturnâ bi setrike'l-Cemîl...: ALLAH'ım! Şüphesiz ben senden dinimde, dünyamda ve âhiretimde af ve afiyet dilerim! ALLAH'ım! Bizi EL CEMİL (cc)isminle setret (ört, gizle, kapat) !"

"Allahümme islâh Ümmet-i Muhammed Allahümme ferice an Ümmet-i Muhammed Allahümme erham Ümmet-i Muhammed ammeh: Allah'ım! Ümmet-i Muhammedi islâh et. Allah'ım! Ümmet-i Mumhammed'e çıkış yolu ver. Allah'ım Ümmet-i Muhammed'in hepsine merhamet et...

ALLAH'ım!
Zât-i Alî'yin,Kur'ân-ı Kerîm'in ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kadrini (değerini, kıymetini) bilemediğimizden dolayı sonsuz özür ve affımızı diliyoruz!

ALLAH'ım!
Razı olacağın kulluğu ve Senden razı olmayı kalblerimize ilhâm et! İcrâ' sına izin ve inâyet eyle! Ve bizden razı ol!

ALLAH'ım!
Bizi İlmullahta, Havfullahta, Haşyetullahta ve Muhabbetullahta sıdk ve adl ehli kıl!

ALLAH'ım!
Kulluk kemâlâtımızda Muhammedî, mü'min, muhlis ve muhsîn kıl! HAKK (cc)ile halk ile olan muamelelerimizde sıddık ve âdil eyle!

ALLAH'ım!
Yüce kitabımız Kur'ân-Kerîm'imizle bağlarımızı pekiştir!
Saygıda sıdk ve adl ehli kıl! Mânâsına, ruhuna ve sırrına ermemizi nâsib ve müyesser eyle! Dinimizde, dünyamızda, kabrimizde,âhiretimizde, mîzânımızda ve cennetimizde Kelâmulahını nurumuz, ışığımız, yoldaşımız ve şefâatçımız kıl...

ALLAH'ım!
Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sılamızı sağla! Subhanî salâvât ehli et!
Kadr-ü-kıymetini bu âlemde anlayıp arzu buyurduğu gibi ümmeti olma şerefine ulaştır!
Zât-i Alî'sine muhabbette, hürmette, hasrette ve hasbî hizmette sıdk ve adl ehli eyle!
Şehâdet şifâsına şimdi ulaştır İnşâallah...
Bizden, Bize bileliğimizin arzını kabul buyur...

ALLAH'ım !
Bize bahşettiğin emânet ve nimetlerin için Sana sonsuz hamd-ü-senâlar olsun...
İlmin kadar çok yâ RABB'ımız...

ALLAH'ım!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tüm letaiflerimizin gönülleri, dilleri ve hâlleriyle; Îlahî, Kur'ânî, Melekî ve Habibî salât-ü-selâmlarımızı arzımızı kabul buyur...
Âilesine; Azîz Annelerimize, Erdemli Evlâdlarına, Eşsiz Ehl-i Beyt'ine, Ahde-vefâkâr Ashabına (sahib çıkanlara, sahib çıktıklarına) ve canı gibi sevdiği ümmetine de canı gönülden salât-ü-selâmlarımızı hamdimizle birlikte kabul buyurmanı dileriz...

ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e emânet olunuz!..
ALLAH Tealâ yardımcımız ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yârimiz (sevgilimiz) ve yârânımız (dostumuz) olsun...
İnandığımız cennetlerde buluşuruz İnşâallah...


Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyike ve Resûlike ve Nebîyyi'l- ümmiyyi ve alâ alihi ve's- sahbihi ve ehli beytihi!

Âmin! Yâ Rabbenâ!..
AMİN AMİN AMİN YA MUİN CELLE CELALİHU.
ALLAH CELLE CELALİHU RAZI OLSUN, DUALARINIZ RASULLAH SALLAHU ALEYHİ VESSELLEM EFENDİMİZİN DUA BİZLİĞİNDE VE BİRLİĞİNDE KABUL GÖRSÜN İNŞALLAH.
MUHAMMEDİ SEVGİ VE MUHABBETLERİMİZLE.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5155
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

kulihvani yazdı:
ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e emânet olunuz!..
ALLAH Tealâ yardımcımız ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yârimiz (sevgilimiz) ve yârânımız (dostumuz) olsun...
İnandığımız cennetlerde buluşuruz İnşâallah...


Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyike ve Resûlike ve Nebîyyi'l- ümmiyyi ve alâ alihi ve's- sahbihi ve ehli beytihi!

Âmin! Yâ Rabbenâ!..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön