geçmiş zaman olur ki

Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan"lar olmak dilek ve duasıyla


Resim

Geçmiş zamAN olur ki
Hayali cihAN değer…


ÖN SÖZ

Bu gün perişan bir halde, ilaç almaya gelen bir hastamızın, bu hâli beni çok etkiledi.
Görünüş olarak da İslâmî bir yaşantısının olduğu anlaşılan, orta yaşlı bir hanım efendi.
Sinirli, isyankâr, bunalmış bir halde, neredeyse bağıra çağıra, ortalığı birbirine katacak bir haldeydi.
Bankoma yakın gelmesini söyledim. Biraz sohbetle yatıştırmaktı maksadım. Merakla geldi.
Neden bu kadar sıkıntılı olduğunu sordum. Çok bunaldığını, sıkıntılarının, belâ ve musîbetlerinin bir kısmından söz etti.
Erzurumlu İbrâhim Efendi hazretlerinin,Tefviznâme'sini bilgisayardan çıkarıp: "Bunaldıkça bunu oku!”
"Ben aynen uyguluyorum, ve çok faydasını görüyorum" dedim. Okudu. Çok memnun kaldı. Duâ eyledi
.

Tefviznâme

HAKK şerleri hayr eyler
Ârif ânı seyreyler
Zan etme ki gayreyler
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Sen HAKK’a tevekkül kıl
Sabreyle ve râzı ol
Tevfiz it ve rahat bul
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Kalbin ana berk eyle
Takdîrini derk eyle
Tedbirini terk eyle
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Bil kâdı-i hâcâtı
Terk eyle murâdâtı
Kıl ana münâcâtı
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Bir işi murâd itme
HAKK’dandır o red itme
Oldıysa inâd itme
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

HAKK’ın olıcak işler
Ol hikmetini işler
Boşdur gam u teşvişler
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Hep işleri fâyıkdır
Neylerse muvâkıfdır
Birbirine lâyıkdır
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Dilden gamı dûr eyle
Tefviz-i umûr eyle
RABBinle huzûr eyle
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Sen adli zulüm sanma
Sabr it sakın usanma
Teslim ol oda yanma
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Dime şu niçün şöyle
Bak sonuna sabr eyle
Yerincedir ol öyle
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Hiç kimseye hor bakma
Sen nefsine yan çıkma
İncitme gönül yıkma
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Mü’min işi reng olmaz
Ârif dili teng olmaz
Âkıl huyu ceng olmaz
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Hoş sabır cemîlimdir
ALLAH ki vekîlimdir
Takdîr kefîlimdir
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Her dilde ânın adı
Her kuladır imdâdı
Her cânda ânın yâdı
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Nâçâr kalacak yerde
Dermân ider ol derde
Nâgah açar ol perde
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Her kuluna her anda
Her anda o bir şâ’nda
Geh kahr u geh ihsânda
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Geh Mu’ti vu geh Mâni’
Geh Hâfıd u geh RÂfi’
Geh Dârr u gehi Nâfi
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Geh abdin ider ârif
Her kalbe O’dur sârif
Geh eymün u geh hâif
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Geh kalbini boş eyler
Geh aşkına dûş eyler
Geh halkını hoş eyler
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Az ye az uyu az iç
Dil gülşenine gel göç
Ten mezbelesinden geç
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Bu nâs ile yorulma
Kalbinden ırağ olma
Nefsinle dahi kalma
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Geçmişle geri kalma
Hâl ile dahi olma
Müstakbele hem dalma
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Hem dem ânı zikreyle
Hayrân-ı HAKK ol söyle
Zirekliği koy şöyle
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Gel hayrete dal bir yol
Koy gafleti hâzır ol
Kendin unut ânı bul
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Her sözde bir nasîhat var
Her işde ganîmet var
Her nesnede zînet var
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Hep rumuz ve işâretdir
Hep ayn-ı inâyetdir
Hep gâmız ve bişâretdir
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Bil elsine-i halkı
Öğren ebed u hulkı
Eklâm-ı HAKK ey Hakkı
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler..

Vallah güzel etmiş
Tallah güzel etmiş
Billah güzel etmiş
ALLAH görelim netmiş. Netmişse güzel etmiş.


Erzurumlu İbrâhim Hakkı
Kaddesallâhu sırrahu


Daha sonra yaşadıklarımı, tasavvufî bir dille kısaca anlattım.
Bu günkü saltanatımızın ( görünüşte) nice bâdiredelerden geçtikten sonra verildiğini, ikram edildiğini, "Sabredenlere müjdele " âyet’inin sırrını, söyledim. Hamdolsun ALLAH’a...
Önce ağladı. Sonra sâkinleşti. Sonra da çokça duâ etti.
"Beni isyandan çeviren, bu sözler için ALLAH senden râzı olsun!."
Bunun gibi birkaç kişiye daha aynı şekilde, ALLAH'ın inâyeti ile yardımcı olundu..

Hazır, hâtıralara dalmışken, bu günlere geldiğim yola geri dönüp, kısaca göz attım.
Gerçekten rûya gibi gelen yaşantım, çoğu insana ibret olabilecek olaylarla dolu idi.
"Neden yazmıyorum ki?" dedim.
Ve ALLAH’ın inayeti ile yazmaya karar verdim.

Dileğim o ki, son yüzyılın insanına: "BİZim" dediğimiz insana;
İn şâe ALLAH, çölde kalmış yolcuya sunulan bir damla su gibi, karanlıkta yol bulmaya çalışana, zayıf-naif bir mum ışığı gibi, adresi şaşıranın sorduğun da târif edilen bir adres gibi, bu atmış yıllık ömürde yaşananlar, hâl-i hazırda bir öğüt, bir nasihat olsun!..

"En akıllı insanlar, başkalarının tecrübelerinden faydalananlardır"
Der bir sözü dinlenir muhterem.
Cümle insanları, ALLAH’ın selâmıyla selâmlarım:
Es-selâmu Aleykum!.

Muhammed Mustafa Sallallâhu Aleyhi ve sellemin, şefaatine nâil olanlardan olalım.
Ve Livâu’l- Hamd Sancağının altında buluşma saadetine erenler zümresine katılalım.
Âmin Yâ Muîn!..

BİRİNCİ BÖLÜM

Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm.

Ben, annemin karnında yaşadıklarımı, ve çocukluğumun bir bölümünü herkes gibi hatırlayamıyorum.
Dönüp arkama baktığımda hâfızam, beni Taşova’nın Sepetli köyünde, bir kağnı arabasının arkasında, şafak sökerken, serin esen sabah yelinin örgülü saçlarımı okşarken duyduğum hazlara götürüyor.
Annem ve babamla, babamın akrabalarını ziyâret dönüşümüzdü o hâtıralar.
Şimdilerde Erbaa’ya doğru giderken, Taşova’ya yakın bir yerde
"Destek" tabelasının üstünde "Sepetli köyü" yazısını her gördüğüm de çocukluğuma âit en belirgin hâtıramdır bu görüntü...
Kağnı arabası ile Destek’e kadar gelip, sonrada Samsun’a geçen bir küçük otobüse veya dolmuşa bindiğimizi anımsıyorum.
Sanki hayat filmim bu anıyla başlıyor. Bu nedenle yazdım.
Ondan sonrası ise, benliğimde derin izler bırakan hâtıralar zinciri...

"Hacı Hâfızın KADİR" lakabıyla anılan "Efendi Dede" mi, bana Elif-bâ cüzünü okutmaya çalışırken, çarşıdan her gelişinde âbimle bana şeker getirirken ve defter elinde belediyenin tahsildârlığını yaparken hatırlıyorum.
Bir bahar sabahı, evimizin bahçesinde, kocaman bir kazanda, altında çıtırdayarak yanan çalı-çırpı ve odunların alevlerinde, ısıtılan suları anımsıyorum. Meğer, Efendi Dedem ölmüş, onu yıkamak içinmiş o sıcak sular...
MEHMET babam, içgüveysi girmiş, annemlerin evine.
Efendi Dede’min hiç oğlu olmamış.
İki kızından biri annem, diğieri de çileli bir hayattan sonra HAKK Teâlâ’nın rahmetine kavuşan AYŞE Teyzem. ALLAH rahmet eyleye!.
Babam annemi gözüne kestirince, Efendi Dedemlerin evine "aylıkcı" girmiş..
Annemin anlattığına göre süslü püslü bir aylıkcıymış.
İpek mendil cepte, külot pantolon üstüne körüklü çizmeler ayaktaymış.
Saçlarını yan tarar gözüne de güneş gözlüğü takarmış.
Annemin dikkatini çekmiş. İyice de yakışıklı bir delikanlıymış doğrusu..
Kısacası annemi tavlamış, gönlüne girmiş ve onunla evlenmeyi başarmış.

Yedi sene evlilik hayâtından sonra babam üç yıllık askere gitmiş.
Bu zaman zarfında da hiç çocukları olmamış.
Babam bu askerlik zamanlarında Erzurum’da, bir güzel kıza tutulmuş.
Yıllar sonra bunları babam anlatmıştı.
Askerlik bitiminde babam ikileme düşmüş;
Samsun’a gitmekle, Erzurum’da kalmak arasında bocalayıp dururken, koca bir dağın tepesinde "Abdurrahman Gâzi Hazretleri" diye bir türbeden söz etmişler babama.
"Git orada bir gece yat, ALLAH’a dua et! O büyük Zâtın yüzü suyu hürmetine müşkülümü hâllet!" diye.
Babam da aynen yapmış.
Ruyâsında türbedeki evliyâ zâtı görmüş: “Evlâdım, çocuğum olmuyor diye buradakine takılma, yolunu gözleyen hanımına dön. İn şâe ALLAH altı çocuğunuz olacak. Üç kız, üç erkek. Bir tânesi de hayırlı bir evlad olacak onun hatırına Samsun’a git!."
Babam hemen tasını tarağını toplayıp, geri dönmüş.
Gerçekten de, sırasıyla bir erkek, bir kız, altı çocuk tamam olmuş. Babam anlatır ve derdi ki:
“Yıllarca bu çocukların hangisi hayırlı acaba diye merak ederdim. Tâ ki ilkokul beşinci sınıf öğretmenin Yaşar Bey, seni okutmamı ricâ edinceye kadar.”
"MEHMET ağa, bu kızı ziyan etme, matematiğe çok kafası çalışıyor, gel sen bunu orta okula yazdır!"
“Köy yerinde kız okutulur mu? Okutulmaz mı?” derken, “erkek talebe yok” diye kız sanat enstitüsünün orta kısmına kaydettiler beni.
Üç yıl, karşımızdaki 19 Mayıs Lisesini seyrederek geldi geçti.
Hep oraya gidebilmek hayâliyle, yaşadım.
İmtihanla alınıyor diye derslerime çok çalıştım.
Bu okulda da Türkçe öğretmenim Yâfes Bey'le, matematik öğretmenim Günnur Hocahanım, babama çok ricâ ettiler: “Kızını, liseye gönder. Bu kız, evhanımı olacak biri değil. Buralarda ziyan etme!” diye.
Babam: “Olmaz!” dedi tutturdu.
“Erkeklerin olduğu okula kızımı vermem!” diye.
Halbuki, kara trenle gelip gidiyorken, köyümüzden Samsun’a, erkek öğrencilerle karışık olurdu vagonlar.
Babam çantama bir sustalı koymuştu “Lâzım olur!” diye.
Sabahın erken saatlerinde, yola çıkar, akşamın da geç saatlerinde dönerdik.
Buna râzıydı. Ama okula gelince kafası karışıyordu.
Nihâyet râzı ettiler. Ve 19 Mayıs Lisesi'ne kaydım yapıldı.
İlk yılım sessiz sâkin geçti. Utangaç, sözlülerde yüzü kızaran bir talebeydim.
Bu nedenle her yazılının arkasından sözlü yapmak gibi bir alışkanlığı olan cebir- geometri hocamız, Ali Rızâ Daltaban Bey (kendisini hiç unutmam), yüksek not aldığım için, kopye çekmiştir zannıyla, sözlüye kaldırırdı.
Utana sıkıla arkamı sınıfa döner, bildiğim cevapları bir türlü söyleyemezdim. Bir veya sıfır alır otururdum.
O sene matematikten (cebir- geometriden) ikmâle kaldım.
Biz yaz aylarında tütüncülük, bağ-bahçe (kavun-karpuz, mısır, fasulye, domates, biber, patlıcan vs ) yapardık.
Babam, günlükçülerle berâber bizi de ırgat gibi çalıştırırdı.
Doğrusu, planlayarak olmamıştı ama; bu ikmale kalma işi benim oldukça işime yaramıştı.

Babacığım beni, kursa yazdırdı.
Oysa böyle bir şeye de hiç ihtiyaç yoktu.
Ben öğretmenimin yüzünden ikmale kalmıştım.
Yoksa matematik, en iyi derslerimden biriydi.
Yine de kursa gittim. Zîra, tarlaya gitmekten kurtulmuştum.
Eylül imtihanlarında, en yüksek notu aldım cebir ve geometriden.
O yıllarda lise ikinci sınıfta, edebiyat veye fen dersleri bülümü diye seçenek vardı.
Ali Rızâ Bey, yine hocam olur korkusu ile, edebiyat bölümüne yazılmaya karar verdim.
Kayıt esnâsında, Alaaddin Bey, (müdür muavini), notlarımı görünce, fen bölümüne neden yazılmadığımı sordu.
Ben de anlattım. Güldü: “Sizin hocanız ben olacağım . Hiç korkma. Yazık olmasın sana! “ dedi.
Ben de kabul ettim. ALLAH râzı olsun!
İki yıl her dersinde beni tahtaya kaldırıp, konu anlattırarak, çekingenlik kompleksimi yenmeme, yardımcı oldu.
Hiç ikmâle kalmadan da liseyi bitirdim.

O zamanlar, Ankara ve İstanbul’da ünüversite imtihanları yapılırdı.
Ankara’da girdim imtihanlara.
Ziraat fakültesini (Erzurum’da) kazandım. Zâten de istediğim bir şeydi.
Ziraat mühendisi olup, kendi topraklarımızı, geliştirmeyi hep berâber âilece hayal ederdik.
Lâkin, öyle olmadı,topraklarımız âniden Etibank Genel Müdürlüğü tarafından istimlâk edildi.
Şimdilerde bakır ve azot fabrikalarının kurulduğu yerde, genişce üç yüz dönüm kadar yarı toprak, yarı kumluk bir arâzimiz vardı. Hepsini aldılar.
Bizim köylülüğümüz de bu işlem ile sona erdi, zîra, elimizde hiç tarla kalmamıştı.
Netîce olarak, babam bir hayli para almış oldu.

Yine o yıllarda, annemin akrabâlarından, senatör E. I., R. I. kardeşler ,
Babamla da parti birliği nedeniyle sık görüşürlerdi.
Hâl hatır sorarlarken, konu: “Çocuklar nasıl?” a gelir.
Babam benden söz eder.
Erzuruma gideceğimi duyunca, R. I. : “Aman MEHMET Ağa, ne işi var kızın oralarda? Hazır paran pulun da bol. Şimdi özel okullar açıldı . Gönder Ankara’da okusun!” der.
Kader- kaderullah, babamı iknâ ederler.
Bir şekilde, Özel Eczacılık Yüksek Okuluna kaydım yapıldı.
Tütün tarlalarından, Türkiye’nin en zengin âilelerinin çocuklarıyla aynı okulda tahsile başlamış oldum.
Şimdiki derviş kafamla: “bunun ne önemi var?” desem de, o zaman bu çok değişik bir hâdiseydi…
ALLAH kimine zenginlik, kimine güzellik, kimine çok evlad, kimine makam mevki verir .
Kimine de akıl, zekâ, çalışkanlık vs …

Bendeniz de kısa sürede çalışkanlık ve ALLAH vergisi zekâmla sınıfımda dikkatleri üzerimde toplamıştım.
Sıranın en önünde oturur, hocalarımızın ağzına baka baka ders dinler, notlar alırdım.
Benimle birlikte birkaç arkadaş daha, öğrenciliğimizi çok ciddiye alır, tıpkı lise yıllarında olduğu gibi harıl harıl çalışırdık.
Dersi “asan” lar ve arka sırada başka şeylerle meşgul olanlar, etrâfımıza doluşur, bizim tuttuğumuz notları teksirle kopyalarlardı.
Vize imtihanlarında ise, arka sıralara oturabilmek için yarış ederlerdi.
Daha ilk sene adım “prof” a çıkmıştı.
İkinci sene de sınıf ikincisi olmuş, okula ikinci taksiti ödememe hakkı kazanmıştım.
Babamın gönlünü hoş etmek ve onun takdirini almak adına, hesâbıma gelen parayı geri yollamıştım.
Halbuki, ne kadar çok heves ettiğim giyim kuşam vs vardı.
Onları alabilme fırsatını kendi isteğimle geri çevirmiştim.

Yazları YURT Eczânesi’nde stajyer olarak çalışıyordum. Bu mecbûri idi.
Kasiyer bayan da benim ortaokuldan sınıf arkadaşımdı.
İkide bir: “Ay kız sen eczâcı mı olacaksın?” der dururdu.
Bunu durmadan söylemesinin nedenini, bir zaman sonra öğrendim nihâyet.
Yine ortak bir sınıf arkadaşımız olan NİLAY ‘dan (uzak bir şehirde evlenmiş) mektup gelmiş, GÜLÜNAY’a.
Okurken kasanın yanında bırakıp, laboratuvar kısmına geçti.
O ara ben de kasaya bakıyorum. İster istemez, gözüm kaydı açık sayfaya.
Kendi adımı görünce, şöyle bir dikkat kesilip okudum.
Aynen şöyle yazmış. Dün gibi hatırlıyorum:

“Gülünay’cığım ya …yazıklar olsun bize. Baksana şu sümüklü köylü bile okumuş, eczâcı olacak. Biz de orda burada sürünüyoruz!.”

Sakın üzüldüğümü sanmayın.
Bu tür kıskançlık kokan sözleri hep işittim hayâtım boyunca.
Hattâ kıskanıldığım için biraz keyiflendim bile diyebilirim.

Ve acı tatlı hâtıralarla dolu, yıllar yaşandı.
Bir gün diplomamı aldım, baba ocağına köyüme geri döndüm.
Babacığım çoktan dükkanı hazırlamıştı bile.
İki tâne eczâ dolabını (doktorların açmış olduğu) kapattırıp,
Eczânemizi açtık.
Bu arada doktorun biriyle uğraşmak zorunda kaldık.
Bir türlü kabullenemedi eczâne açılmasını...


DEVAMI VAR
En son HAYY-DOST tarafından 19 Oca 2012, 11:21 tarihinde düzenlendi, toplamda 4 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen hamdolsun »

Gülizar anam 'hamdolsun' deriz ...
Seni ve sevdânı Muhammedî meşk ile selâmlarız ...
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan "lar olmak dilek ve duasıyla


Hem miadı dolmuş ilaçları bize sattı; hem de arkasından halka: "Oradan ilaç almayın bayat!" diye feveran etti DR Hulusi Günaydın.
Yine de hakkımı helal ediyorum. Allah günahlarını afeylesin.
DR Muzaffer Kesen, hem akıllı hem de kâmil insandı.
Ecza dolabını kapattı ama doktorluk vazivesine devam etti. Yanında çalışan elamanı da bize verdi.
Orhan çok saygılı Bey Efendi bir gençti. Kulakları çınlasın....
İşlerimiz çok iyiydi. Pazartesi günleri bizim köy!e bağlı civar köylerden (pazar alışverişinin yapıldığı gün) de epeyce hasta gelirdi.
DR Muzaffer Beyin ve eczanemizin önünde insanlar kuyruk olurdu.
Babamın bitişikteki lokantası da dolar taşar, Samsun'dan, mevki sahibi insanlar gelir giderlerdi.

Herşey harika görünüyordu. Tâ ki, babam beni nişanlayıncaya kadar.
Bu arada çok özel olacak ama, bahis etmek zorundayım ki, her genç kız gibi, benim de gönlümü fetih eden bir okul arkadaşım vardı.
Bizim okulun, diş hekimliği bölümünde okuyordu.
Ben ondan bir yıl önce okulu bitirdim. Zira, onların okulu beş yıllık, bizim ki dört yıllıktı.
Bir yıl sonra, dayısıyla birlikte babam ve dolayısıyla bizim aile ile tanışmaya geldiler.
Evlilik için bir ön hazırlıktı bu.
Babam, giderlerken, ona elini öptürmemiş.
Yani sanki redd cevabı vermiş. Ona göre böyle algılamış.
"Bir daha asla gelip seni babandan istemem" dedi.
"Eğer benimle evleneceksen her şeyi bırakıp kaçman gerkiyor "
Ben de "araya biraz zaman girsin her şey düzelir, acele etmeyelim "dedim. Ve gitti.....
Sonra babasının onu kendi yörelerinden, bir öğretmenle evlendirdiğini öğrendim.
Yapacak bir şey vardı, o da müptelası olduğumuz türk filimlerinde ki gibi: "Anne beni kime verirseniz verin siz bilirsiniz"....
O günlerde, isteyicilerin biri gidip biri geliyor, köy ağalarını oğullarından tutun da ordan burda meslek sahipleri, ortaokul mezunu zengin aile çocukları vs vs...

Bir de avukat Ünver Bey var ki ondan söz etmek zorundayım.
Daha sonra ki olayların akışında rolü olan birisi.
Annemin akrabalarından R.I.n'ın yeğeni.
Talebelik yıllarımda da bir iki yoklama yapıp, her seferinde red cevabı alan birisi.
Zaten bizim köyün en fakiri, "Gebi" linin Celâl'e varır asla ona varmazdım.
Nitekim de öyle yaptım. Onu kabul etmedim.
Sebebi çok kişiye göre basit gibi gelebilir ama benim için önemliydi.
Bir gün liseye yeni başladığım günlerdeydi.
Cumartesi günleri de ders yapardık öğleye kadar, öğle treniyle eve dönerdim.
Yine bir cumartesi günü, öğle vakti döndüğümde, annemi evimizin merdivenlerine oturmuş ağlarken buldum.
Sebebini sorduğumda" Ünzile teyzenle biraz tartıştık. (Ünzile teyze, avukat Ünver Beyin annesi)
Bana: "Okula kız verdin, yakında yoğurt bakırı elinde, hastanelere "piç" bakmaya gidersin" dedi.
Pek anlayamadım. Sonra annem tercümesini yaptı.
Annemi kucakladım, teselli ettim. Böyle şeylere takılmamasını söyledim.
Ama o sözleri hafıza defterimin en silinmez yerine yazdım. (Bu nedenle bu kadar net hatırlıyorum.)
Lâkin , daha sonraki hayatımda bu sözler bana öyle bir, uyarıcı oldu ki, çok uzun zaman erkeklerden uzak durmama neden oldu.
En fazla da Ünzile teyzenin oğullarından. Ve de bilhassa avukat ÜnVER Bey'den.

Ortaokulun ingilizce öğretmeni askere gidince, yarım dönem için ahbabımız olan, okul müdürü babamdan öğretmenlik için ricâda bulunmuş.
Ben de kabul ettim. Lâkin, ÜnVER Bey iki günde bir okulda.
Bana yanaşamıyor. Ama öğretmen arkadaşları araya koyuyor.
Her seferinde terslenmesine rağmen, "Yenilmeye doymayan pehlivan" gibi ,dönüp dolaşıp şansını deniyor.
Nereden bilsin, garibim, yıllar önce annesi onun bu kapısını çoktan kapatmıştı.

Diş Hekimi olayından sonra: "Kime verirseniz verin" demişdim ya...
Babamın asker arkadaşı, OTCU Köyünün muhtarının aracı olduğu bir dünürcülük olayı var o günlerde.
Çok methiye gören, bir avukat İÇİN, Muhtar amca babamı iknâ etmiş bile.
Annem bana açtı konuyu: "Siz bilirsiniz" dedim .
Bir de resmini getirmişler. Son derce yakışıklı ve çok güzel bakan bir adam.
Benden 10 yaş kadar büyük yaşta. "OLSUN!" dedim ve oldu.
Altı ay kadar nişanlı kaldık.
Bu arada şer odakları hiç boş durmadılar. Baş rolde, avukat ÜnVER Bey.
Hergün babamın yanında . Nişanlımı, ona kötüleyip duruyor. Aynı üniversitede okumuşlar.
Diğer yandan, şaka yollu köyün muhacirleri (nişanlım da muhacir) babama takılıyorlar: "Mehmet Ağa kızını elinden aldık, bak yakında eczaneni de alacağız!" vs.. vs...
Babacığım, doldu, doldu ve bir gün patladı: "Ben bu kızı, bu adama vermekten vaz geçtim!".

DEVAMI VAR
_________________
En son HAYY-DOST tarafından 11 Oca 2012, 10:45 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan"lar olmak dilek ve duası ile


"NE ECZANEYİ VERİYORUM, NE DE KIZIMI!"
Bu cümle, benim hayat ırmağımın akışını, başka mecralara akıtan, "Babamsız", çileli, maşekketli, bir gün dünya hayatından bezdirip, yaşantısına son vermeyi biLe düşünen bir insana dönüştüren, VE SONUNDA (HAMDOLSUN ALLAH'A) bu günlere getiren, MUHAMMEDî SEVDALI bir Âşık eyledi.

Babamın yüzüne gelip bir şey diyemedim.
Anneme: "Bunca zaman nişanlıyız, bu ayrılık evlenip ayrılmaktan daha kötü, anne!" dedim.
"Onun bunun ağzına bakıp, niye böyle yapıyor?"
"Bundan sonra artık önüne gelen beni ister. Ben buralarda nasıl duracağım?"
Aracılar kondu olmadı.
"Hangi şartı istiyorsan olsun" dendi olmadı.
Bu konuyla ilgili babamla hiç yüze gelmedim.
Annem: "Nuh diyor Peygamber demiyor, kızım" dedi.
"Bu iş olmayacak. Sen git yüzüğü geri ver, bir zaman da buralardan uzak dur, seni İstanbul’a teyzene gönderelim."
Annem valizimi hazırlamama yardım etti.
Valiz elimde, dolmuşa binerken, babam lokantanın önünde oturuyordu.
Bir müddet buğulu gözlerle, gözlerine baktım. Yüzünü çevirdi.
Halbuki biz babamla biribirimizi ne kadar çok sever ve sayardık.
Ankaraya ilk gittiğim yıllarda beni yurda bile vermeyip, ev tutmuş mübarek anne annemi yanıma koymuştu. İlkdefa yalnız sinemaya gidebilmek için, mektupla ondan izin istemiştim.
Babam benim hayatımda her şeydi.
Ama şimdi ne olmuştu bize?
Valiz elimde Samsun’a geldim. Avukat Hüsnü Bey’i aradım ve durumu anlattım.
Yüzüğü iade edip, İstanbul’a gideceğimi söyledim.
"Olmaz" dedi. “Ben kabul etmiyorum”.
Nişanlımın, Hacı olan bir dayısı vardı. Beni de pek sevmişti.
"Önce dayıma bir danışalım, belki babanla aramızı bulabilir"dedi. Kabullendim,
Hacı HÜSEYİN Dayı (Allah rahmet eylesin): "Ben gider babanla konuşurum, sen şimdi sabırlı ol, İstanbul’a bir gitme bakalım “dedi.
Görümcem Mine hanımın evine götürdüler.
O akşam görümcemde misafir vardı.
Kendisinin ve eşinin iş arkadaşları, toplanmışlar, müzik âletleri çalıp eğleniyorlardı.
Ben aralarına girmedim.
Sesleri kulaklarımda yankılanırken, gözyaşlarım, yastığın dantellerini ıslatıyordu.
Uzun süredir ağlamamış veya ağlayamamıştım.
Bir sağa bir sola dönerek sabahladım.

Sabahleyin Hacı Dayısı ile HÜSNÜ Bey geldiler.
“Haydi seni evinize götürüyoruz, ondan sonra da babana gidiyorum” dedi, Hacı Hüseyin dayı.
“Evimize” diye düşündüm. Daha bizim evimiz olmamıştı ki,
Bu olaylardan kısa bir süre önce, evlilik hazırlıklarına başlamıştık. Samsun’un en seçkin semtlerinden birinde kaloriferli güzel bir daire kiralamıştık. Düğünden önce, Hüsnü Beyle annesi bu daireye taşındılar.
Her ne kadar “annesiyle birlikte oturmayacağız” kararıyla, söz kesildiyse de, benim yumuşak yüzüm,
Ve iyi niyetim sonucu bu kararı kırdırdılar.
Hiçbir zaman “evimiz” deme fırsatı bulamıyacağım bu eve, daha evlenmeden misafir olarak getirildim.
Akşama kötü havadis geldi.
Babam, bu evliliğe karşı olduğunun, katiyen tasvib etmeyeceğinin haberini yollamıştı.
“Ne böyle bir kızım, ne de böyle bir damadım var. Kızıma da hakkımı helâl etmiyorum” sözleriyle, “Baba bedduası almış bir kız” olarak, ÇİLELİ ÖMRÜME DOĞRU BENİ UĞURLAMIŞTI.

Apar topar, dini nikah yapıldı.
Bir ay sonra da, kiralık bir gelinlikle resmi nikah…
Ailemden kimse benimle görüşmedi uzun zaman.
Bu arada köyümüzdeki eczane satıldı. Parasını babama verdim. Bu işlemler için aracı olarak bir ecza deposu yardımcı oldu.
Bir yıla yakın bir zaman evde kaldım. Camları sildim. Yerleri paspasladım.
Yemek yaptım. Çamaşır yıkadım. Pazara gittim. Evin alışverişlerini yaptım. Kısacası eczacılıktan başka her şeyi yaptım.
En önemlisi de, sıkıntılardan yedi aylık doğan bir bebek dünyaya getirdim.
Çileli günlerimin, çileli çocuğu Nergizl’im dünyaya geldi.
Nergiz üç nisan da doğdu. Onbeş mayıs 1975 de ikinci eczaneyi açtık. Samsunun, en karışık, en problemli bir semtinde UNserer ECZANESİ…
Avukat Hüsnü Bey, düğün için gözden çıkardığı bir tarlasını, satıp bunu eczanenin açılışında kullandı.
Gerçi sonradan çalışıp, görümcelerimin, kayınvâlidemin ve Hüsnü Beyin haklarını ödeyip, hazırladıkları senetleri geri aldım.
Bir gün yengelerim çıktı geldiler. Babamdan habersiz. Yavaş yavaş, görüşmeler, gidip gelmeler başladı.
Bundan cesaret alarak bir gün babamı aradım. Eve gelmek istediğimi söyledim.
“Buyur gel, ama yalnız. Bir de torunumu getir” dedi. “Bu hafta sonu beklerim “
Bundan sonra öyle bir bölüm var ki…
Onu nasıl anlatacağım bilemiyorum. Hatırlamak ve düşünmek bile, içimi yakıyor. Kahrımdan ölüyorum.
Yüreğimin en derinlerin de yanan bir yangın körükleniyor, harlanıyor..
Alevler sanki dışarı taşıp beni içine alıyor.
İçimdeki yangın büyüyor, büyüyor
Devamı var
..
En son HAYY-DOST tarafından 11 Oca 2012, 10:42 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen der-ya »

Bela, gam ve keder Mevlanın sevdiklerine gösterdiği kamçısıdır. Vurdukça kendisine çeker.
İmam-ı Rabbani Hzleri..(k.s)


Resim
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan " lar olmak dilek ve duasıyla


Babamı perşembe günü aramıştım.
O hafta sonu gelmemi kabul etmişti.
Yaklaşık bir yıldır ilk defa görüşecektik ve barışacağız diye çok mutluydum.

Cuma günü, eczaneye köyden biri geldi.
"Acele seni almaya geldim, beni annen yolladı, baban biraz hastalandı da!" dedi.
Köyün delikanlılarından, abimin arkadaşlarından bir genç...
Arabaya bindik. Yolda: "Abla, nasıl söyliyeceğim bilemiyorum. Ama bir önemli olay var da..." dedi.
"Söyle söyle, çekinme. Panik yapmam. Ben alışkınım.." dedim.
"Abla, Mehmet amcayı vurdular "dedi.
Afalladım. "Nasıl yani?"
“Mehmet amca öldü abla!..”
Dondum kaldım. Sanki bir rüyâda idim.
Ve "Şimdi uyanacağım herhalde!” diye düşündüm.
Zâten köye de çok az kalmıştı. Bir de baktım gelmişiz.
Babamı gördüm, karşıkı binada bulunan kahve hanenin önünde bir sandalyede oturur vaziyette duruyordu.
"Bana şaka mı yapıyorsun babam oturuyor ya!" dedim.
Ama etraf kalabalıktı.
Babamın çevresini çevirmişler bir engelle, kimse yanaşamıyor.
Güvenlik görevlileri beni de yaklaştırmadılar.
Eve girdim. Balkona çıktım.
Biraz ilerideki, babama dikkatle bakınca, üstünün örtülü olduğunu gördüm.
Belki de yankıları halen devam eden bir haykırışla "BAAAABAAAAA!.." diye öyle bir çığlık attım ki...
Bu haykırışın acısını babacığım hissedebildiyse, beni mutlaka o anda af etmiştir, diye inanıyorum.

Lâkin, söylemeliyim ki, babam bu âlemden gerçek yurdumuza göçüp gitti.
Giderken bana ömür boyu acısını çekeceğim ölüm acısından daha büyük bir "ACI" bırakmıştı.
"BABA BEDDUASI"
Bâzen “ölmeseydi, görüşecektik ve beni mutlaka af edecekti!" diye kendi kendimi avuttum durdum.
Yıllarca ona kendimi afettirebilirim ümidiyle, arkada bıraktığı bütün yüklerini yüklendim.
Henüz daha yirmi üç yaşlarındaydım… Hayatın baharında…
Oysa baharım, ne hazanlara, ne kışlara gebeydi bir bilseniz…

Anacığım, belki de ilk defa babasının acısından sonra böyle bir acı tadıyordu.
Çok severdi, kimsesiz yalnız Mehmet’ini.
Kaç yıllık evlilikleri süresinde, onun sözünden bir defa çıkabilmiş hanım değildi.
Yaralı ve hasretle dolu kalbi, üç yıl dayanabildi.
Bu üç yıl boyunca, ağıtları hiç dinmedi.

Bir kurban bayramıydı.
Âdet üzere, birinci gün Hüsnü beyin akrabalarını ağırlar, ikinci günde bizim köye giderdik.
Babamdan sonra her dini bayramda böyle yapmıştık.
O gün de, kurban bayramının birinci günü, misafirlerin yemeklerini hazırlayıp, sofralarını kurdum.
Öğle vakitleriydi. İçime anneme gitmek gibi öyle şiddetli bir arzu düştü ki, anlatamam.
Bunu Hüsnü Beye söyledim:" Haydi sen git o zaman, ben de daha sonra seni almaya gelirim" dedi.
Sevindim. Misafirlerden özür diledim. Onlar da: "Hiç mahzuru yok!" dediler.
Annem biz geliriz diye baklavalar, börekler hazırlamış. Kurban eti yetmiyor gibi...
Daha sonra Hüsnü Bey de bize katıldı. Yedik içtik, şaka şamata, gülüştük.
Hatta bayramdan sonra annemden “bizde bir kaç gün kalacağına dair” söz bile aldım.
Güle söyleye bizi yolcu etti.
Eve geldiğimde, mutfaktaki bulaşıkları yıkarken, kapının zili çaldı.
En küçük erkek kardeşim, kapıdaydı.
"Abla annem çok hastalandı. Sizin peşinizden kalbi tuttu. Taksiyle buraya getirdim!" dedi.
Belimde önlük, ayağımda terlik beş kat merdivenleri koşarak aşağıya indim.
Apartmanın kapısında bir taksi vardı. Kapıyı açıp içine baktım. Annemi aradım. Annem orada yoktu.
Sadece cesedi, üzerinden sıyırılıp, duran bir elbise gibi, cansız, sessiz duruyordu.
Uzanıp o cesedden elbiseyi tutup: "Annem nerede? annem nereye gitti? Bu benim annem değil!." diye çılgınca bağırdığımı hatırlıyorum.
Ve hep hatırladım bu sahneyi, ömrüm boyunca…
Yoldan geçenler beni teselliye çalışırlarken, ben hâlen hem ağlıyor hem de: "Annem nerede?” diye bağırıyordum.

Babacığım öldüğünde, çok şaşırmış, çok korkmuş ve çok üzülmüştüm.
Bu ölüm benim yüreğimin, kalbimin derdi olmuştu.
Onun yangınları hiç soğumamışken, üstüne bir de bu gelince...
Ama ben, ailenin babasıydım. Dik durmalıydım.
Hapisteki iki erkek kardeşim, yetim kalan enküçük kız kardeşim ve en küçük erkek kardeşim ilgiye, bakıma, alâkaya muhtaçtılar. Bir de şimdi anamız da gitti. Hem baba, hem de anne olmak zorundaydım.
Kendi çocuklarımın yanına bilhassa bu iki yetimi de kalbime almak durumundaydım.
Nitekim, öyle de oldu!..

**

İkinci kardeşim Mahzun (Allah rahmet eylesin) öldürmeye teşebbüsten oniki yıl hüküm giydi ağabeyim bir müddet sonra çıktı.
Babamın vukuatının olduğu gün, can acısıyla, babamı katledenlerin mekanını kurşunlamasına rağmen, bir iki yaralıdan başka bir zaiyat olmadığından, cezası az oldu.
Bunları yazarken, nasıl bir ızdırap çektiğimi size anlatamam. Kâlem neşter olup yaralarımı kanatıyor.
Ah! Benim çilekeş kardeşim, hiç yüzü gülmeden bu âlemden giden kardeşim Mahzun!..
Bir iki çay markasıyla çıkan tartışmanın, olayları nereye getirdiğini, insan hayatında sabrın ne kadar önemli olduğunu, “gerçek kabadayılığın ve erkekliğin” insanın kendi nefsini yenmek olduğunu keşke daha önce öğrenmiş olsaydık!.

Düşmanlarıyla oğlunun arasını bulmaya çalışırken, verilen kan parasını az buldukları için, oğlunun uğruna ölen babacığım...
Hamdolsun ki, karşı tarafın bütün ailesi buraları terkedip gittiler de, bu dava fazla uzâtılmadan, Allah’a havâle edildi.
Sadece, o çetenin, en büyük abileri ki, öbürlerini teşvik eden asıl elebaşı, anamın beddularından nasibini aldı.


(Kahvehânelerinde kumar oynatan, bu yoldan çıkmışlar, kumarda kaybaden bir garibanı sıkıştırıp duruyor.
Gariban adam: "Abi param yok, mâdem “ya para, ya karı!” diyorsun gel benimle karıyı al!" diyor.
Adamın köyüne doğru ağaçlıklı bir yoldan, orman içinde giderlerken, adi adam önde, gariban kumarcı arkada, beline sakladığı tabancayı çıkarıp bir iki el ateş ediyor. Yıllarca, tekerlekli sandelyede, belden aşağısı tutmaz bir halde çocukların maskarası olarak yaşadıktan sonra, öbür âleme yaptıklarının hesabını vermeye gitti.
Komşularının anlattığına göre: “Mehmet ağanın hiçbir suçu yokken kanına girdim, onun cezasını çekiyorum!” der dururmuş sık sık…
Bu arada hanımı onu terk edip, komşusuyla kaçmış.
El âlemin karısına göz dikmek nasılmış?..
"Eşkiyâ dünyaya padişah olmazmış! Mazlumun ahı inanın yerde kalmazmış!")


Annemin ölümü, MANEVÎ Hayatımın dönüm noktasıydı.
Hayat dolu, güle-söyleye bizi yolcu eden annemin, bir saat sonra arkamdan o şekilde gelmesi, beni çok sarsmıştı.
Uzun zaman: "Annemin ruhu nereye gitti" diye sordum, hep kendi kendime..
En azından" Ruh" ile "Beden"in ayrı ayrı şeyler olduğunu anlamıştım.
Neredeyse bütün psikiyatri kitablarını alıp okudum ama soruma cevap bulamadım.
Bir gün bana genç bir delikanlı, Profesör Seyyid Kutub'un, “Fizilâli’l- Kur’ân: Kur'ân’ın Gölgesinde” ciltlerini satmak üzere getirdi.
Bir bölüm açtım:" Ey Resul’um! Sana ruhtan sorarlar"
ile başlıyan Âyet-i Kerime meâli geldi önüme.
“Yoksa aradığm bu kitablar mı?” dedim.
Ve annemin sonradan bana düğün hediyesi olarak verdiği beşi bir yerdeyi bozdurup, 16 ciltlik kitabları satın aldım.
1978 de annem Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.
O mübarek kitabları ise 1980 li yıllarda almıştım.
Neredeyse otuzbir yıdır hâlen kütüphanemde dururlar.
Sararmış yapraklarını açar okurum büyük bir sevgi, hürmet, saygıyla..
O kitabları, ilk okuduğum zaman nasıl içinde kaybolup gitmiştim bir başka âleme doğru…
Susuzluktan çatlamak üzere olan, engin bir çölde kalmış yolcuya, sunulan “Zem-Zem Kuyusu kadar, mübarek, değerli, hârika kitablardı. “İlk mürşid”im idi diyebilirim.

Zaman içinde okudukça, yaşadıklarımla, yâni mevcud hayatımla, o kitablarda anlatılan yaşam tarzının, hiç örtüşmediğini fark ettim.
Her şey, ama her şey tamamen yanlış ve aykırıydı!..

Müthiş bir bunalıma girmeye başladım.
Yedi yaşımdan beri aldığım tahsil hayatı, görgü kuralları, insanlık değerleri ne kadar yanlışmış olduğumu gördüm!.
“Yıllarca bal görünümünde zehirle beslenip durmuşum!” diye ağladığım nice anlarda, ne yapacağımı şaşırıp kaldım.
Yanlış yolda giden yanlış bir otobüse binen yolcu gibi panikledim. “Bu düzeni ben nasıl değiştirebilirim ki, buna asla gücüm yetmez!” diye bir acizliğe düştüm.
Yakınımda ki insanlarda böyle bir zihniyet yoktu ki…
Kitabları okumaya ara verdim.
Dünya bütün ağırlığı ile sırtımdaydı.
Belki ilerde ki anlatımlarımda zaman zaman değinebileceğim, öyle çok sıkıntıların içindeydim ki.
Herkesin derdini ben yaşadım.
Yakınlarımın yerine tüm sıkıntılarını ve yüklerini ben üstlendim.
Kendim için yaşamayı, babam, annem rahmetli olduktan sonra çoktan unutmuştum.
Ömrüm boyunca, ne hayallerim oldu kendimce, ne de planlarım. Bunları düşünecek asla vaktim bile olmadı!.
Yıllar sonra anlayacaktım ki, her plan, program, “külli şeyin kadîr” olan bir Zât-ı Şahâne’nin elindedir.
Tüm âlemlerini yaratıcısı: “Malikü’l- Mülk” olan, zü’l- Celâli (ve’l- Cemâli) ve’l- İkrâm, el Hayyu’l- Kayyum ALLAH celle celâluhu!.."


İlk/Son Mürşidim:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen): (Ey Rasûlüm) bir de sana rûh’dan (Rûh’un hakîkatından), soruyorlar. De ki: “Rûh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir!.” (İsrâ 17/85)

(BİRİNCİ BÖLÜM BİTTİ)
.
En son HAYY-DOST tarafından 11 Oca 2012, 10:40 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

İKİNCİ BÖLÜM

Resim


"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan"lar olmak dilek ve duası ile


İKİNCİ ECZANE DÖNEMİ

Eczaneyi açtıktan sonra hızla geçen on üç sene, neler yaşattı neler gösterdi acısıyla tatlısıyla...
En küçük iki kardeşim, nişanlandılar, evlendiler.
Kız kardeşim, liseyi bitirdikten sonra Aydın'a gelin gitti.
Kolej mezunu, emekli bir albayın oğluyla evlendi.
Eşini kendi seçti: "Vermezsen, senin gibi ben de kaçarım!" dedi.
Erkek kardeşim, Erkek Sanat Enstitüsünün marangozluk bölümünü bitirdi.
Askerliğini yaptıktan sonra, sevdiği kızla evlendi.
Branşıyla alâkası olmayan bir iş yeri açtık kendisine.
Büyük ağabeyimle beraber çalıştılar bir müddet.
İşleri iyi gittiğinden, bol para kazanmaya başlayınca da yavaş yavaş, benden aldılar yüklerini.
Birbirlerine destek olarak geçinmeye başladılar.
Eskisi gibi de sık sık gelip gitmeyi bıraktılar.
Ama ne zaman sıkıntıları olsa hep ellerim üzerlerinde oldu.

Bu 13 yılın sonunda, eczanenin de, yerini değiştirmek zorunda kaldık.
Mal sahibi çıkmamızı istedi. Eşim aksi istikamette diretti.
Ben iki arada kaldım.
Malsahibinin oğulları biraz edepsizleşince, bir gece yüz metre daha aşağıda bir dükkana taşındım.
Eşim bana küstü. Eczaneye artık uğramaz oldu.
Evde görüşüyorduk. İşyerinde yalnızlık günlerim başladı.
Aileme ben yardım ediyorum sanıyordum. Meğer Allah onların rızkını, benim kasaya yolluyormuş. Benim elimle onlara veriyormuş.
Hep "ben yaptım, ben ettim" diyordum ya, yanılıyormuşum. Dağlara taşlara, gökte uçan kuşlara, rızkı veren kimse, onlara da veren"O"-ymuş....
Zira, ikinci dükkana taşınınca, (her ne kadar yer değiştirme gibi gelse de, öyle değil. Çünkü, aynı semtte aynı caddede, arası eskisiyle yüz metre) işlerim birden bire düştü.
Maddî yönden sıkıntılı günler başladı.
Bu nedenle, her işimde bana yardımcı olan, kıymetli bir elemanımı çıkarmak zorunda kaldım.
Bir çırakla çalışmaya devam ettim.
Üzüntülü günlerimden bir gece, ağlayarak uykuya daldım. Rüyamda Rahmetlik babamı gördüm.
Çok genç ve yakışıklı, pırıl pırıldı.
Eczaneden içeri girip, koltuğuma oturdu.
Hiç konuşmadan sadece gülümsüyordu.
Uyanınca "hayırdır inşallah!" dedim.
Hayırlı bir rüya olduğunu, uyandığımda bir ferahlık hissetmemden anladım.

(Ne zaman çok bunaldıysam, babamı veye annemi rüyamda görürdüm sonra sıkıntılarım geçerdi.
Bir defasında, erkek kardeşimin düğününde fazla dökülüp saçılınca, düğün salonu konusunda bir sıkıntı çıktı.
Ben de: "karışmıyorum, ne yaparsanız, yapın!" dedim.
O gece annemi rüyamda gördüm.
Eski evimizde, kendi odalarında, bana bir sandık getirdi. İçini açınca şaşırdım.
Daha önce hiç görülmemiş güzellikte çeşitli mücevherler, gözümü kamaştırdı: "Bak , kızım şu çocukları yarı yolda bırakma. Biraz pahalı ama tut o düğün salonunu. Karşılığında Allah sana bunları, cennet taşlarını yolladı!" Ertesi günü düğün salonu tutuldu.)

Bitişik dükkanı, bir kahvehâneye kiraladıklarını duyunca, çok üzülmüştüm.
Eski günlerde olduğu gibi, hoş olmayan olaylar olabilir endişesi ile, biraz sıkıtıya girdim.
Rüyayı gördüğüm günün akşamına doğru, kahvehânecilere, vermekten caydığını duydum mülk sahibinin.
İki üç gün sonra da, aralarında babamın da bir akrabası olan doktorların, poliklinik açmak üzere orayı aldıklarını öğrendim.
Güzel bir sağlık hizmeti açıldı.
Benim işlerim de düzene girmeye başladı. Dr Abdurrahman Bey, bana çok yardımcı oldu reçeteler konusunda.
Yine bolluk bereket başlamıştı. elhamdülillah.

Bir at düşünün ki, arabayla yıllarca yük taşıyor.
Bu onun alıştığı sevdiği işe dönüşüyor. Yaşam tarzı oluyor.
Birden onu bu görevden alıyorlar.
Her ne kadar fıtratında koşmak varsa da, şartlar onu hamallığa öyle alıştırmış ki ...
Bu işten mahrum olmak, neredeyse bu atı öldürür..

İnsan da böyle.
Biz, zamanla alışkanlıklarımızın esiri olur ve onları severiz.
Vermeye, yardım etmeye öylesine alışmışım ki, yakınlarımın beni arayıp sormaması bir yana, istemeye gelmemeleri bile üzüntü kaynağım oluyordu...
Siz de hiç böyle duygular yaşadınız mı?
Evlilik hayatı da son dayanma gücünü harcamak üzereydi. Eşimle arayı bir türlü düzeltemiyordum.
Zâten onları hep ikinci plana attığım için, kendine göre haklı olarak bana serin, soğuk ve resmi davranıyordu.
Hiç bir konuda tartışamıyorduk bile....

İnanın beni dertlerim değil dertsizlik, yavaş yavaş öldürüyordu. Hayata karşı bir bıkkınlık, bir doymuşluk içindeydim.
Hiçbir şeyden zevk alamama gibi bir hale gelmiştim.
Aslında o zamanlar farkında değildim ama , hiç kimsenin benimle ilgilenmemesi, arayıp sormaması, son derce incitip, kalbimi kırıyordu galiba...
En başta da eşimin alâkâdar olmaması.....
Sanki dünyada yapacak bir şey yokmuş zannına kapılarak, bir öğleden sonra, üst kattaki asma kat bölümüne çıktım.
Elamanıma, biraz dinleneceğimi söyledim.
Yanıma da morfin ampullerini almıştım.
Enjektöre çektim, yanı başıma koydum. Divana uzandım. Hayatımı şöyle derin derin gözden bir geçireyim istedim.
Belki on kişilik bir ömür yaşadığımı, bunun beni son derece yorgun ve bıkkın düşürdüğünü, gülmek bir yana, şöyle doya doya, içimi çeke çeke bir ağlamayadığımı bile fark ettim.
"Erkek" Hanım Efendiler ağlamaz ya!...
Gözlerimden, bir iki damlanın yavaşça yanaklarımdan aşağıya süzülüşünün verdiği hazzı yudumlarken, üstüme tatlı bir uykunun çöktüğünü, uykuya dalmadan önce hissediyordum...


Devamı var
.
En son HAYY-DOST tarafından 17 Oca 2012, 19:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

""MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan
" lar olmak dilek ve duasıyla
....



Uyku ile uyanıklı arasında, bir ses duydum.
Ses alt kattan geliyordu." Eczacı hanım yokmu?"
Elemanın sesi cevaplıyordu:
"Eczacı hanım birazdan burada olur. Biraz meşgul de..."
“İyi. Öyleyse. Biz de birazdan tekrar uğrarız bir yere kadar gidiyoruz. Dönüşte inşallah."

Çok tanıdık serin ve selâmetli bir ses idi.
Hemen yerimden fırladım.
Üstüme başıma çeki düzen verip, aşağıya indim.
Sesin sahibi gitmişti.
Akşam oluyordu. Unseren eczanesinin camlarında....
Ben masama oturmuş o tanıdık sesin sahibini tarifsiz bir heyecanla bekliyordum.
Kapının camına şavkı vurdu yüzünün.
İster inanın ister inanmayın, onu gördüğümde, normal insanların görüntüsünden çok başkaydı.
Etrafında bir ışık halesi vardı. Yüzü duru , durgun, dingin ve nurluydu...
Yerimden fırladım..
"Aaaa! Faruk abi gelmiş..."
Hemen paltosunu aldım.
"Buyur" edip oturttum.
Görüşmeyeli, yıllar gelip geçmişti.
Onu ilk gördüğümden bu yana, başka bir insan olmuştu.
Hal hatır sorarken birbirimize, hafızam yıllar öteye uzanıyordu aynı anda.

(Babamın ve annemin rahmetli olmasından sonraydı.
Bir gün rahmetli babamın arkadaşlarından birinin, selâmıyla bir Beyefendi bir çocuk getirdi:
"Sanayide bu çocuk ziyan oluyor, sizin eczaneye çırak olarak versek!" diye ricâda bulundu.
Hiç düşünmeden: "Mâdem baba hatırıyla geldiniz, sizi kırmak olmaz. Çocuk yarın işe başlasın dedim."
Eşim: “Çırağa ihtiyaç yoktu" moktu, dediyse de .. Benim dediğim oldu.
Faruk abimle ilk defa o zaman zâhiren tanışmıştık .
Gerçek tanışma daha sonraları olacaktı...
Faruk abim o zamanlar, bilgisayar şirketi sahibiydi.
Ankara Hacettepe Üniversitesinin bilgisayar işlerine baktıklarından orada çevresi genişti.
Çok yakınım olan bir hasta için, bize oradan randevu almıştı.
Başka bir yakınım ile beraber üç kişi, Ankara’ya gittiğimiz de bizimle ilgilenmişti.
Hasta ile ilgili işlerimiz bitince, akşama evlerine bizi yemeğe götürdü.
Eşi de bizim oralıydı. Kardeşi yanımda çalışıyor diye, (daha doğrusu İNSANlığından), bizi iyi karşıladı.
O akşam yediğim, etli kuru fasulye yemeği ile, domatesli bulgur plavının tadını hiç unutmuyorum.
Yemekten sonra , çaylarımızı içerken, Faruk abim kalın bir kitabtan çok güzel sohbetler okudu.
Sırayla bize kitaptan bölümler açtırdı.
Diğerlerini bilmem de, bana gelen bölüm, o kadar iç dünyamı yansıtıyordu ki, çok şaşırdım.
Daha sonraları öğrenecektim ki (O ZAMAN ADINI SORMAYI AKIL EDEMEDİĞİM) o kitabın adı ,
ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİY'di.

Ertesi gün, otelde bir gece kaldıktan sonra, Samsun’a döndük.
Doktorun verdiği ilaç, hastamıza çok iyi geldi. Bir müddet kullandıktan sonra iyileşti.
Ondan sonra bir defa daha, Faruk abimle (o zamanlar benim için "Faruk Bey"di) karşılaştık.
Kayınvalidesinin, ameliyatında bir hastahanede.
Sadece benim kan grubum tuttuğu için, hastaya kan vermek durumunda kalmıştım.
Çok sonraları Faruk abim anlatır;
Havalı-mavalı sosyetik görünümlü halime bakıp: "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!" diye hayret etmiştim!” der.)

O günlerden sonra dört-beş yıl geçmiş aradan…
Ve işte bu güne kısmetmiş görüşmek.
Öyle bir yalnızlık içindeydim ki, Faruk abiyi görmek beni bu yüzden bu kadar sevindirmişti.
Biraz sohbetten sonra, gizli bölgelerine dalar gibi kalbimin, acılarıma , sızılarıma dokunup, beni hıçkıra hıçkıra ağlattı.
Sonra dönüp bir de son darbeyi vurdu:" Hiç değer mi insanın kendini öldürecek kadar ye’ise düşmesine, dünya?”
“Bir de bu dünyanın öte tarafı var." “ALLAH’a hesap vermek var”
Birden yukarıda unuttuğum, dolu enjektör aklıma geldi.
Oysa Faruk abiye hiç söz etmemiştim olanlardan.
Bana güzel bir maneviyat sohbetiyle, âhireti hatırlattı.
Bu arada kitablığın kapalı raflarında unuttuğum, Fizilâi’l- Kur'ân-ı Kerimân’ları da…
Ne kadar büyük bir gaflete düştüğümü, fark ettim.
Ben nasıl ALLAH’dan ümit kesmiştim böyle!.
Hayatı sadece dünyadan ibaret sanma gafletinden daha büyük bir aldanış olamıyacağını, işaret etti şaşkın aklıma…

(Ne bâdirelerden geçmiş olmama rağmen, gücümün dayanağımın neden tükendiğini, hayretle kendime sordum. Cevap, kocaman bir cahillik, bilgisizlik, boşluk…
Beynimin çok az bir yerini kullanıp, büyük bir kısmını ne kadar boş bıraktığımı, daha sonraları anlayacaktım.
Kupkuru bir süngerin, suyu içine çekişi gibi, bu boş hücreler, ilahî bilgilerle, şerefyâb olup,
Gerçek kimliklerine kavuşacaklardı.
Akrabalarının, yakınlarının dertlerinden başka dertle dertlenmemiş, ebevynlerinin ve nefsi adına sevdiği insanların hasretinden başka hasretle hüzünlenmemiş, KALBim, nasıl bir aşk ateşine ocak olacak, alevleri hiç sönmeyen yangının mekanına dönüşecekti..
Kalbim asıl ve gerçek sahibine teslim olacaktı.
Bu mübârek kulunu başuna bana göndermemişti, Rabbü’l- âlemin.
Faruk abim, ikinci doğuşumun, ebesi idi.
Hep önünden gafletle geçtiğim, manevî kapının , Hakk Kapısının, anahtarını getiren bir Tevhid Eriydi.
Hayal kırıklığına uğratan, geçici sevdaların, ölüsünü gömüp, mezarlık mezbelesine çevirdiğim yetmiyormuş gibi, gerçek sahibinden mahrum bırakıp, çürümeye terk ettiğim kalbim..ahh! kalbim!….)

Kurumuş gönül topraklarımı, İlahî Nur ile doyurup, ölü hücrelerimi canlandırıp, bana yeni bir yaşamın kapılarını açan MÜBÂREK İNSAN, gözlerimi yaşlı, İlahî Aşkımı başlı bırakıp gitti.
Bir daha ki görüşme kimbilir ne zaman olurdu…?
Mahzun kırgın kalbime, görünmez bir el ile ilaç sundu ve gitti....
O akşam rüyamda, bembeyaz bir gül bahçesinde (AMA ÇOK BÜYÜK BİR BAHÇE) Faruk abime vermek niyetiyle, en güzel gülü bulabilmek adına, dolaşıp durdum. Sonunda bir gül kopardım.
Bu seferde Faruk abimi ararken uyandım.
Ama onlar ailece çoktan Ankar’a ya gitmişlerdi….
DEVAMI VAR
En son HAYY-DOST tarafından 19 Oca 2012, 12:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

"HAKK şerleri hayr eyler
Ârif ânı seyreyler
Zan etme ki gayreyler
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler"
..


Resim

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan"lar olmak dilek ve duasıyla



Aradan bir aya yakın bir zaman geçti.
Bir bahâne ile, zaten hiç aklımdan çıkmayan Faruk Abimi, çekine çekine telofanla aradım.
"Nerelerdeydin bacım, biz de seni bekliyorduk" dedi.
O- na rüyamı anlattım.
"O beyaz gül sensin. aslını görmüşsün . Biz sana Hakk adına geldik.
Hakk dairesine girmek için, o gülü bize sunmaktasın" dedi.
Bunlar benim, o kadar yabancı olduğum kavramlardı ki: "Biraz açıklarmısınız?" dedim.
Belki bir saat kadar Tasavvuftan anlattı.
Ve bu hayatı yaşayanlardan. Hakk Âşıklarından. Allah dostlarından.. Evliyâlardan...
Anlattı anlattı... Çok alâkamı çekmişti.
Anlattıkları bana ve edindiğim kültüre o kadar yabancıydı ki....


(Sizler bunu garib karşılayabilirsiniz. Atmış sekiz kuşağı denen devrede, yaşadık.
O zamanlar, sağ-sol davalarından başka bir şey öğretmezlerdi bize.
Okuduğum kitabların isimlerini yazmıyorum reklam olmasın diye ...
Hep sol içerikli kitablardı.
Lise yıllarında da "Barbra Cardland" serilerini okumaya başlamıştım.
Okullarda öğretmenlerimiz, "sağcı", "solcu" diye anılırdı.
Mübârek dinimizle ilgili hiç bir eğitim yoktu.
Aileden aldığımız "taklidi eğitim" le o günlere gelmiştik.
Dokuz yaşında oruca başlamıştım.
Anne annemin öğrettiği namaz dualarıyla, arada bir namaz kılardım.
En çokta mübârek gecelerde ..
Yalnız lise yıllarında, bir arkadaşım vardı "Hafız Kemâl’in kızı Selviye...
O beş vakit namazını kılardı.
Bana da okulda öğle ve ilkindi namazlarını kılmamı söylerdi.
Beraberce, Hademe Teyzenin odasında kılardık.
En son, okuduğum "Fizilal'il Kur'ân” dan hatırımda kalan bilgiler vardı.
Bilgi yaşanmazsa, hayata geçirilmezse, kumlara yazılan yazılar gibi, zaman rüzgârıyla silinip gidiyordu.)


Mübârek abim, beni hemen hemen bir yıla yakın bir zaman, her gün, telefonla, yabancısı ve câhili olduğum, Tasavvufi ilimle tanıştırıp, aydınlattı.
Bir gün bana bir koli dolusu kitap gönderdi.
Hepsi de çok özel ve güzel kitablardı.
Ama içlerinde bir tane vardı ki, yıllar boyunca hiç elimden düşmeyecekti.
"ABDÜLKÂDİR GEYLÂNİ'N SOHBETLERİ"
Okuduğum kitablarda anlayamadığım ne varsa, yine telefonla, Faruk Abime soruyordum
O da, büyük bir sabır ve nezaketle cevaplıyordu.
Bu arada Abimin teşviki ile iki vakit namaz kılmaya başlamıştım (sabah ve yatsı namazları)
Bir gün telefonda konuşurken, öğle ezanı okundu.
"Haydi bakalım, şimdi namaza" dedi.
"Abi ben öğle namazı, kılmıyorum ki!" dedim
"Haydi şu andan itibaren namazı beş vakite çıkarıyoruz" dedi. "Allah'ın emri böyle.."
Ben de hemen çağrıya uydum.
Zamanla bu beş vakit namaz, daha da çoğaldı.
Nâfilelere başladım . Halim de yavaş yavaş değişimler oluyordu.
Evliyâların, Allah Dostlarının hayatını anlatan kitabları okudukca, şaşırıp kalıyordum.
Bu öylesine değişik, öylesine harika bir dünya idi ki, kendimi bambaşka bir âlemde buluyordum.
Okudukça, yaşadığım hayatın ne kadar yavan -yanlış olduğunu anlıyor, yavaş yavaş,
pişmanlık ve utanma duygularıyla, kıvranıyordum.
Bir zaman önce meâlini okuduğum Kur'ân-ı Kerimin, beynimin hücrelerinde meydana getirdiği değişiklikleri anlatırken,
ölü hücreleri nasıl dirilttiğini tasvir yapmıştım.
Şimdilerde ise, kalbime bir şeyler oluyordu.
Zâten, kalbimin çorak topraklarında açan bir beyaz güle, Faruk abim ilk "Can Suyu" nu, vermişti.
Artık, tek gülü olan kalbimdeki o çoraklık, doyasıya besleniyor, harika bir şekilde, gülistana dönüşüyordu.
Tanımaya başladığım Allah Dostlarının hepsini birden seviyor, sevmeye ve sevilmeye hasret kalmış kalbime, her biri ayrı bir taht kuruyordu.
Bu sonraları da hep böyle devam edecekti.
Tâ ki "Kesrette Vahdeti" fark edinceye kadar...


“Sen Hakk’a tevekkül kıl
Sabreyle ve râzı ol
Tevfiz it ve rahat bul
Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler "

Devamı var
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

"Kalbin ana berk eyle
Takdîrini derk eyle
Tedbirini terk eyle
Mevlâ görelim neyler.Neylerse güzel eyler
"
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

""MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan " lar olmak dilek ve duasıyla
....


Hayal değil düş değil, inanın hiç boş değil, kelime kelime yaşadım, yaşıyorum,
hakikatiyle anlatılacak iş değil....
Bir gece rüyamda "Seyyid Kutbiddin Hazretlerini " gördüm.
Eski işyerimizin bulunduğu caddenin, hemen arka tarafında, tarihi bir mezarlık var.
Sorup soruşturdum, Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin torunlarından olan bu mübârek evliyâ, burada medfunmuş.
On üç on dört senedir, bu muhitte olmama rağmen, hiç haberim olmadan yaşamışım.
İşte onu, rüyamda görüyor, ve yerini öğreniyordum.
İnanılır gibi değil ama ilk defa bu kabristana giriyordum.
İçinde çok güzel dekore edilmiş bir türbe...
İçerisi misk gibi kokuyor.
Kâbe’nin örtüsünü andıran, ama yeşil üzerine altın rengi ipliklerle işlenmiş mübârek dualar.
İlk defa bir türbe görüyordum.
Sebebli veya sebebsiz (bilemiyorum) ağlamaya başladım.
Öyle çok hıçkırıyordum ki, neredeyse boğulacaktım.
Beni ağlatan, yüreğime yıldırım gibi çarpanın ne olduğunu bir türlü çözemiyordum.
Başım secdede ne kadar zaman, gözümden akar gibi görünen, ama kalbimin, içimin çok ötelerinden, derinlerinden, akıp gelen bu sular seller, sanki senelerin biriktirdiği kirleri yıkamaya devam etti bilemiyorum.
Mekanın ne kadar değişik, huzurlu, selâmetli ve cezbedici bir havası vardı... (anlatmak zor. yaşamak lâzım...)

Daha sonraları uzun bir süre, bu kabristan;
benim bülbüllerle halleştiğim,
duygularımı kelimelere döküp, şiirleştirdiğim, karmakarışık dünya çöplüğünden kaçıp sığındığım, huzur-hânem olmuştu.
Hiç olmazsa günde bir defa vakit namazımı, türbede kılıyor, oranın olağan üstü mübârek havasını teneffüs ediyordum.
Câminin hocası beni tanığından vakitli vakitsiz,
her konuda toleranslı davranıyordu.
“Allah yoluna döndüm” diye, çok seviniyor ve takdir ediyordu.
Bâzen türbenin anahtarını bana verdiği bile oluyordu.

Öyle bir sevdâya düşmüştüm ki, ilerki zamanlarda bu, müthiş bir aşka dönüşecek, geçici varlığım, bu aşkın ateşinde yandıkça,
"Ey ateş-i aşk, kuluma serin ve selametli ol!" emri almışcasına, ateşin alevleri, yüreğimden dışarı mısra mısra dökülüp,
serin bir şiir ırmağına dönüşecek ve bu ırmak yine beni ıslatıp serinletecekti.

Yıllar boyunca, ağlamaya vakit bulamadığımdan içimde biriken göz yaşları,
haykırmaktan utandığım ızdırablarımın feryadları, o şiirlerde harf, harf, kelime kelime
mânâ mânâ yerini bulup, kağıt üzerinde kalem cızırtısına dönüşecekti...

Seydi Padişah Kabristanında bülbüllerin terennümlerinde, gerçek anlamını bulacak,
bir müddet gönlümü onlara çok yakın bir dost eyleyecekti...
Gözüm, gönlüm görmez olmuştu, dünyaya ait hiçbir şeyi..
Adımı DELİye çıkaracak öyle bir sevdâya öyle bir aşka düşmüştüm ki...
Beni bu girdaptan HACI AHMED KAYHAN EFENDİ çıkaracaktı...
Daha sonraları......İNŞAEALLAH....
DEVAMI VA
R
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

DÖNMÜŞSÜN!..

DERDİN NEDİR SENİN, EY! MAHSUN GARİB GÖNÜL,
SUYU KURUYUP ÇEKİLEN GÖLE DÖNMÜŞSÜN,
NE AÇAR GÜLLER BAĞINDA, NE DE ÖTER BÜLBÜL,
YAĞMURLARA HASRET ÇÖLE DÖNMÜŞSÜN...


Resim

AĞLARSIN GÖZÜNDE BİR DAMLACIK YAŞIN YOK,
DELİ DİVÂNESİN HEM BİR MAMUR BAŞIN YOK,
ÖLMÜŞSÜN, BİR YETİM GİBİ MEZAR TAŞIN YOK,
ARANMAYAN SORULMAYAN KULA DÖNMÜŞSÜN...


Resim

PERVÂNELER GİBİ DÖNERSİN, ATEŞİN YOK,
GEÇMİŞSİN DÜNYADAN BİR ALIŞVERİŞİN YOK,
NE ARKADAŞ NE DOST, CANDAN BİR KARDEŞİN YOK,
BİR KENARDA UNUTULAN ELE DÖNMÜŞSÜN...


Resim

KIRIK DÖKÜK VİRÂNE YER, HARAB OLMUŞSUN,
İÇENİ SARHOŞ ETMEYEN ŞARAB OLMUŞSUN,
HER GİRDİĞİN GÖNÜLE IZDIRAB OLMUŞSUN,
YANARDAĞDAN DÖKÜLEN LAV, SELE DÖNMÜŞSÜN...


Resim

ISSIZ BİR GECE, İNLEYEN FERYAD OLMUŞSUN,
DAĞ DELİP GEÇEN, SEVDALI FERHAT OLMUŞSUN,
ÇÖLDE ÇİZİLİP UNUTULAN BİR HAT OLMUŞSUN,
GİDİLİP GELİNEMEYEN YOLA DÖNMÜŞSÜN...


Resim

ÇATLARDI BAĞRINDA EĞER OLSAYDI TAŞLAR,
BİR SIZI BİTER İÇİNDE DİĞERİ BAŞLAR,
ÂŞIK GÖNÜLDE HEM YAZLAR OLUR HEM KIŞLAR,
GARİB GÜLİZÂR NE HÂLDEN NE HÂLE DÖNMÜŞSÜN
...

Resim GÜL-iZâR Resim Resim
12/04/1990- SAMSUN
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

MEVLÂM!..

DAHA DOĞAR DOĞMAZ ALDIĞIM NEFESTE,
ANAMDAN, BABAMDAN DUYDUĞUM İLK SESTE,
SAĞIMDA SOLUMDA AHESTE AHESTE,
ARADIĞIM SENMİŞSİN , EY YÜCE MEVLÂM!..

Resim

ÇOCUKLUĞUMUN DERİN YALNIZLIĞINDA,
HAYATIMIN EN MAHCUB GENÇKIZLIĞINDA,
GÖNLÜMÜN AŞKTAKİ KARARSIZLIĞINDA,
ARADIĞIM SENMİŞSİN EY YÜCE MEVLÂM!..

Resim

KIRLARDA BAYIRDA, DÜZDE YOKUŞTA,
BÖCEKLERDE, ARIDA KELEBEKTE KUŞTA,
İLK BAHARDA, SONBAHARDA , YAZDA KIŞTA,
ARADIĞIM SENMİŞSİN EY YÜCE MEVLÂM!..

Resim

SAÇLARIMDA UÇUŞAN SERİN RÜZGÂRDA,
GECELERİ İÇİME DOLAN EFKÂRDA,
ARKADAŞTA, DOSTLARDA, KARDEŞDE YÂRDA,
ARADIĞIM SENMİŞSİN, EY YÜCE MEVLÂM!..

Resim

SANA CANDAN YAKIN "EVLİYÂ" GÖNLÜNDE,
EN UMUTSUZ ANIMDA ACILI GÜNÜMDE,
BÜTÜN BİR ÖMÜR YAŞAMDA ÖLÜMDE,
ARADIĞIM SENMİŞSİN EY YÜCE MEVLÂM!..


Resim GÜL-iZâR Resim Resim
24/05/1990-SAMSUN
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

SEN OLMAYINCA!.

NE ÖVÜLMEKTEN HOŞNUTUM, NE YERİLMEKTEN,
SEN OLMAYINCA YEREN DE , ÖVEN DE BENİ,
NE ÜZÜLMEKTEN HOŞNUTUM, NE SEVİNMEKTEN,
SEN OLMAYINCA ÜZEN DE SEVEN DE BENİ..

Resim

NEYLEYİM YÂR SIRA SIRA YÜCE DAĞLARI,
NEYLEYİM "İREM" MİSÂL ÜZÜMLÜ BAĞLARI,
GİDEMEM , GELEMEM BUNCA UZAK YOLLARI,
SEN OLMAYINCA, GEL DİYEN, KOVAN DA BENİ...

Resim

BÜLBÜL OLSAM, SENSİZ ŞAKIYIP SÖZ DİYEMEM,
NASİB ETMEZSEN, BİR LOKMA EKMEK YİYEMEM,
TÜRLÜ LİBÂS, İPEK , ATLAS GİYEMEM,
SEN OLMAYINCA GİY DİYEN, SOYAN DA BENİ,

Resim

GÜLİSTANIM OLSA, AL GONCA GÜL DEREMEM,
LÜTUF ETMESEN RABB'İM, CEMÂL'İN GÖREMEM,
CENNET'TEN SEKİZ KAPI AÇILSA, GİREMEM,
SEN OLMAYINCA, GİR DİYEN, ALAN DA BENİ...


Resim GÜL-iZâR Resim Resim
GÜLİZAR-1992-SAMSUN
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

ResimTüm Sevdalarım

Resim Sana ALLAH'ım!.


Yıkılır önünde inadım ve gururum,
Eğilmez sıra dağlar gibi durur sevdam,
Bu beden sarayına sultan iken ruhum,
Çâresiz alır prangalara vurur sevdâm...

Resim

Bâzen garib gönlümde bitmeyen savaştır,
Bâzen çiçekli bahar bazen karlı kıştır,
Bâzen de kalbimin gözünden akan yaştır,
Akar akar da yanağımda kurur sevdâm...

Resim

Ne meraklıdır köşklere ne de saraya,
Bulamadım bir çâre araya araya,
Hasretle kalbimdeki kapanmaz yaraya,
Bitmez acılar, ızdıraplar verir sevdâm...

Resim

Al ları attırır kara yazma bağlatır,
Coşkunca sular gibi durmadan çağlatır,
Ne gece der, ne de gündüz, her dem ağlatır,
Bir nebze olsun gülmeyi çok görür sevdâm....

Resim

Ne tutkudur, nede bitmek bilmeyen heves,
Varı yoğu yâr'dır, yok olur gider herkes,
Ciğerimden çıkar yavaşca nefes nefes,
Uzanır cennet-i âlâ ya varır sevdâm....

Resim

Doğduğum günden beri yüreğimde vardı,
Benle büyüdü şahlanıp ruhumu sardı,
Gönlümde hiç solmayan bahar-ı gülzârdı,
Sanmam ki kabrimde son bulur sana sevdâm


Resim GÜL-iZâR Resim
07/02/1995-seher vakti
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

Bitmez Hiç AĞlayışın!.

Mâziye takılıp kalma, bu günü yaşa bil
İnsan oğlu şaşar elbette günahsız değil,
Yeterki tövbe ile tüm günahları sil,
Olmasın hiç ümitsiz yarınlara bakışın...

Resim

Bunca yıl koşturup durdun bilmeden dur durak,
Yakışır mı başını yerden yerlere vurmak,
Taşarak akma böyle, sâkin ol durgun ırmak,
Yavaş yavaş olmalı Hakk yolunda akışın...

Resim

Her kulun kalbinden Allah'a giden bir yol var,
Sen o yolu açık tut her daim ona yalvar,
Bu dünyada gülenler, ahrette çok ağlar,
Bırak da burada aksın gözlerinden yaşın…

Resim

Ne gündüzünde tat var ömrün ne gecesinde,
Bin türlü çile gizli şu âlemde nicesinde,
Her zaman yol aşar dağların en yücesinde,
Dağ gibi kıyamda ol hep secdeye varsın başın…

Resim

Gidiyorsun bir yolda doğru mu bilemezsin,
Gel derler sana, Hakk’a gel dönüp gelemezsin,
İbâdetsiz nefis dağlarını delemezsin,
Sen RaBB’e sığın, boşa gitmesin tüm uğraşın….

Resim

İmtihan için, aldanma sakın bu dünyaya,
Uçarak geç bu yoldan, eğlenip kalma yaya,
Uzun emellere kapılıp dalma hülyaya,
Bahar bitti, yaz bitti, belki bu son kışın…

Resim

Hiçbir kimse gelmedi bu âleme boşuna,
Her ne kadar ölüm gitmese de hoşuna,
Bir gün gelir melekü'l- mevt senin de başına,
Doğdun büyüdün yarın ihtiyar olur yaşın….

Resim

Sevenlerin malın mülkün kalır arkanda,
Yersiz yurtsuz kalırsın şu kocaman mekânda,
Bir görülmüş rüya olur hayatın o anda,
Dostun olur yalnız, başucunda mezar taşın…

Resim

Bir “bülbül”de bir “ağlayan gül”de bitmez ah-ı zâr,
Hakk’ın Âşıklarına derman olur mu ağyâr,
Hem dertli hem garib hem hasrettesin gülizâr,
Hıçkırır durur kalbin, bitmez hiç ağlayışın…
Bitmez hiç ağlayışın!..


Resim GÜL-iZâR Resim Resim
19/09/1995
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan " lar olmak dilek ve duasıyla
....




ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Faruk abimin, Hakk yolunun kapısını açtığından bu yana iki yıla yakın bir zaman geçmişti.
En büyük tesellim bu harika yola adım atabilmiş olmaktı.
Burada maksad her ne kadar hedefe varmak olmasına rağmen, "Hakka eremezsek de, topal karınca gibi, yolunda bâri ölürüz!."
avuntusu ile, her AN , yeni duygular, yeni bilgiler ve yeni HÂLlerle tanışarak , bu mübârek yolun farkını fark ederek, kaderimizle,
ve kadarımızla yaşamaya devam ediyordum.
Son zamanlarda, mübârek Abimin, işleri çok yoğun olduğundan, her arayışımda ona ulaşamıyordum.
Bu bende biraz hüzün meydana getiriyıordu.
Bir gece enteresan bir rüyâ gördüm. Çok canlı, uyanıkken yaşıyormuş gibi...
Bir binanın merdivenlerinden çıkıyorum.
İnen-çıkan insanlar o kadar kalabalık ki...
Sıkıntı ile beşinci kata kadar çıkıyorum.
Beşinci katın kapısına geldiğim de, kapıyı açık buluyor ve içeri giriyorum.
Fakat en üst kat, sonsuz bir deniz ve kumsalı var.
Kıyıya yakın bir yerde, Faruk Abim, arkası dönük bir beyle hararetle bir şeyler konuşuyor.
İkisi de suyun üstünde, batmadan duruyor, ve konuşmaya devam ediyorlar.
Ben, yüksek bir sesle "Faruk Abi! Faruk Abi!. " diye sesleniyorum.
Fakat bir türlü sesimi duyuramıyorum. Onlar devâm ediyorlar.
Çok üzgün ve kederli olarak, geri dönmeye niyetleniyorum.
Adımımı yarım olarak dışarı atıyorum, ama ağlamaktan gözlerimde sonrada sürülmüş âhiret sürmelerim akmış.
“Ben nasıl diğer insanların arasına dönerim, artık işâret konmuş bana!” diye, tekrar geri giriyorum.
Faruk Abimlerin bulunduğu yerin biraz ötesinde birini görüyorum.
Onun bulunduğu sahil pırıl, pırıl gümüşten sanki.
Hiç kum yok. Deniz de masmavi, üstü bembeyaz bulutlarla kaplı.
"Gel evlâdım gel! Geri dönme. Ben seni bu sahilden denize erdireceğim!."
Diye elini sallıyarak, beni dâvet ediyor.
Dikkatle baktığımda, yaşlı aydınlık yüzlü uzun boylu, zayıf nâif birisini görüyorum.
ve adımlarımı o tarafa doğru atarken uyandım...

Bu rüyayı birkaç gün sonra Faruk Abime anlattım.
"Kızını da al gel!. Seni birisiyle tanıştırmanın zamanı gelmiş!"dedi.


(Kızım da Faruk Abimi çok sevmiş, daha sonraki bir kaç defa ailelerimizle yaptığımız görüşmelerde ,
Faruk Abim eşime değil de, kızıma kendini kabul ettirebilmişti...
Kızım o zamanlar ondört yaşlarındaydı...
Oğlum da on iki yaşlarında...Faruk Abimi o da çok sevmesine rağmen, daha sonraları, genellikle Ankara'ya,
kızımla gitmek durumu hasıl olduğundan oğlum biraz kıyıda kenarda kaldı...
Ama her zaman iki büyüğümünde dualarına mazhar oldu. Hamdolsul Allah'a!..)


Kızımla berabar Ankara’ya gittik.
Bir günlüğüne Faruk Abimin ve eşi Ömür kardeşimin misâfiri olduk.
Ertesi günü bizi bir apartmana götürdüler.
"Parlar Apartmanı"
Yavaş yavaş merdivenlerden çıkarken, inenler çıkanlar vardı. gelip, gidenler...
Beşinci kata gelince zili çaldık.
En üst kat, teras kat..
İçeri kabul edildik. Oturduğum yerden karşıda gökyüzü görünüyordu.
Masmavi deniz gibi gök yüzü, pamuk gibi bembeyaz bulutlarla kaplıydı.
Birden gördüğüm rüya hatırıma geldi.
Tam bunları düşünürken içeri, beklediğimiz Zât-ı Muhterem girdi.
Beni gümüş sahilden, denize girdireceğini söyleyen, geri gitmemem için beni iknâ eden, mübârek insanın tâ kendisiydi.
Onu görür görmez, ağlamaya başladım.
Gözümdeki siyah sürmeler yanaklarıma aktı.
Yüzüm karman çorman oldu. Bir mendil verdiler makyajlı yüzümü sildim.
Hacı Ahmet Kayhan Efendi Hazretleri kaddesallahu sırrahu beni bir evliyâ gibi karşıladı.
Ne kızıla boyalı saçlarıma, ne rujlu dudağıma, ne de uygunsuz kılık -kıyafetime baktı.
Sanki yıllardan beri tanışıyormuş gibiydik.
Gönül göğümde bir güneş doğmuşcasına, yıldızlar söndü birer birer.
Ay yüzüne peçe gerdi.
Ne mübarek bir insandı.
Kalbime kalbinden öyle bir feyz akıyordu ki, otuzyedi yaşıma gelinceye kadar, böyle bir şey ne yaşamış, ne de şâhid olmuştum.
O gün "Muhammedî" olmanın anlamını , "Muhammedî" olmuş o mübârek Zâttan öğrenmeye başladım.
Kısaca, dostlar, ben "Dede"ye âşık oldum.
İlahî AŞKın nârına yanmaya başladım o gün.
Nasıl anlatabilirim ki ... Ancak bu kadar işte!..

(devamı var
)
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan " lar olmak dilek ve duasıyla
....


EREN EŞiğinden girmiş, mübârek veliyullah eli öpmüştük Hamd-ü senâlar olsun Rabbülâlemine.
Boşalan akülerin ceryanla doldurulması gibi, görünmez ama hissedilir bir ilahî kaynaktan, can ceryanım, artırılarak, Bedenime, Kalbime ve Ruhuma DİRİ-lik verildi.
İçimde sızlayan yaralarım sarıldı. Sanki tüm hücrelerim yenilenmiş gibi, enerji dolu olarak memleketime döndüm.
Eczaneme gelen lere devranışlarım, tavırlarım değişti.
Daha candan, dah neşeli, daha olumlu davranıyordum.
Bu arada ibâdetlerime devam ediyor, çokca kitab okuyor, Allah Dostlarının hayatlarını inceliyordum.
Onbeş günde bir veya ayda bir, Dedemizi ziyaret ediyor, kendimi tâzeliyor ve geri dönüyordum.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, yine bir gece değişik bir rüya gördüm.

(Aslında bu rüyadan önce iki defa örtünme (tesettür) ile ilgili rüyâ görmüş ama nefsime de uygun gelmediğinden pek üstünde durmamıştım.
Bu sefer çok açık seçik, kaçınamayacağım ve bir bahâne bulamıyacağım kadar anlamlı bir rüyâ idi.)

Harika renkleri olan, pırıl pırıl, hareketli, yanıp sönen ışıklarla donatılmış,( tıpkı, mehtablı bir gecede, hafif dalgalı denizin sularına, ay ışığının,
pırıl pırıl yansıması-yakamozu gibi, ama rengarenk görünen), bir perdenin önünde tahhiyata oturmuşum.
Onbeş yaşlarında, çok güzel bir genç kız olmuşum.
Saçlarım ipek gibi dalga dalga, parlak kestane rengi, neredeyse dört- beş metre uzunluğunda, arkamdan yerlere doğru uzanmış.
Saçların güzelliği neredeyse perde kadar dikkat çekici.
Perdenin arkasından kalbime bir hitâb geliyor:
"Ey kulum. Bana hiçbir örtü engel teşkil etmez. Ben azümüşan, görüneni de görünmeyeni de bilenim.
Senin hücrelerine hayat verenim. Kalbindekileri, beynindekileri, bedenindekileri hakkıyla tek bilen BEN-im.
Huzuruma gelirken örtünüp, daha sonra açılıyorsun. Asıl örtünmen gerekenlere örtün. Emrimi doğru öğren ve emre uy!"

Bundan daha açık yorumu içinde bir rüya hiç görmemiştim. Bu rüyayı hiç unutmadım. Görüntüsünü hafızama resmeyledim. Allah cellecelâlühünün inâyeti ile.
Ne zaman nefsimin ve şeytanîlerin oyununa mâruz kalsam, rüyamı ayık ve bakarken, yeniden görür iman tazelerdim. Benim için bu, rüyadan daha ziyade,
gerçeğin ta kendisiydi.
Ben yine de "Dede"me anlatmak için Ankara’ ya gittim.
Gelenler gittikten sonra, bir mühendis hanımla ikimiz kaldığımızda, tam rüyamı anlatıp, anlatmama arasında kıvranırken,
"Sen söyle bakalım, Nur sûresinin örtünme ile âyetlerinin meâli nedir?"
Önce şaşırdım. Lâkin sonra, gâyet güzel bir şekilde, açıkladım.
"Yaa işte böyle. Şimdi sen bundan sonra, benim yanıma gelirken örtündüğün gibi, Allahın yasak ettiği yerlerde de örtün!"Dedi mübarek Dedem.
Söyleyecek sözüm yoktu artık. CEVAB verilmişti.
Benimle orada bulunan Hanım Efendi de: "Efendim , o zaman ben de örtüneyim mi?” diye sordu.
"Senin için daha erken, biraz daha zaman var" diye cevab verdi.
"Şimdi nereye yoculuk" diye sordu. Efendi Dedem.
"Aydın’a kardeşlerimin yanına gidiyorum." dedim
"Dönüşte uğrarsın. örtünü de al, oradan!" dedi.
Dönüşte uğradım.
Başörtümü almış ve örtmüştüm.
"Âferin kız, çok yakışmış, haydi hayırlı uğurlu olsun!" dedi.
HiMMetlenmiş baş örtüm başımda Samsun’a döndüm.

(DEVÂMI VAR
)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Yâ uHtînâ!.

Şu cihÂNda cÂNlar ceNgi
gÖZe gÖZlük yedi reNgi
Yar
-ım Nefeslik Nefisler
GÖR!”emediler miheNgi

ZEVK 4742

İnsÂN aklın İkİ liği.. Zâhiri-Bâtını meĞer!
Nûr-u MîMde BiR Eylersen Ezeli-Ebedi eĞer!
Muradullah KAZAsının, Emrullah KADERi İÇİnde
GEÇmiş zamÂN OLurki cÂN
, HaYYâli bin cihÂN deĞer!..


18.01.12 11:48
brs

Yâ uHtînâ!.:Eyy Kız Kardeşimiz...
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen halimkok »

Değerli HAYY-Dost...

Yüreğine sağlık desem...
Yüreğin sağlığı da sıhhati de bulmuş şükür.

Sen, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Sohbetlerini nasıl bir şevk ile okudunsa,
ben de aynı şevk ile okudum hepsini bir solukta.

Daha önceden neden göremedim diye üzülürken bir yandan,
Her bölümün altında olduğu gibi en son bölümün altında da yazan;

"DEVAMI VAR" yazısını görünce...

İyiki de dedim daha önce görmemişim...

Çünkü daha önce görseydim okuduğum bir iki bölüm kesmezdi beni...
Rahat huzur bırakmazdım sende; Hayy de biran önce yaz... Çok merak ediyorum diye debelnir dururdum.

Tüm samimiyetimle söylüyorum ki... Daha önce yazdıklarını da okuduma amma
Bu bölümde okuduklarımla ben başka bir seni okudum...

Anladım ki ya daha önceki sen başkaydın gönlüme
Ya da daha önceki ben başkaydım...

Bilmiyorum... Doğrusunu Allah bilir... Ama iç sesim okudu yazdıklarını...
Bildiği bir hikayeyi anlatır gibi...
Daha da bir şey demek saçmalamış olmak istemiyorum.
Çünkü bazı duyguların duyuşu geçtikten sonra bakıyorum yazdıklarıma da
"Ben miyim bunları yazan" diyorum kendi kendime...

He işte öyle...

Ne güzel olmuş yazman veya yazdırılması...
Mevlam razı olsun... ve Razı olunanlardan eylesin seni...

Muhammedi Muhabbetlerimle...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

kulihvani yazdı:Resim

Yâ uHtînâ!.

Şu cihÂNda cÂNlar ceNgi
gÖZe gÖZlük yedi reNgi
Yar
-ım Nefeslik Nefisler
GÖR!”emediler miheNgi

ZEVK 4742

İnsÂN aklın İkİ liği.. Zâhiri-Bâtını meĞer!
Nûr-u MîMde BiR Eylersen Ezeli-Ebedi eĞer!
Muradullah KAZAsının, Emrullah KADERi İÇİnde
GEÇmiş zamÂN OLurki cÂN
, HaYYâli bin cihÂN deĞer!..


18.01.12 11:48
brs

Yâ uHtînâ!.:Eyy Kız Kardeşimiz...
Her zaman minnettarım ve şükran doluyum....
Sizin gibi bir abimiz olduğu için kendi adıma, çok şanslıyım..
Allah Cellecelalühü, ebeden ve daima sizden razı olsun.
İnşae Allah her işiniz güzel ve kolay eylensin.
Saygılarımla ellerinizden öperm.
Kıymetli büyüğümüz...
ŞİMDİ Kİ ZAMAN OLUR Kİ,YAŞANMASI, CENNETLER DEĞER
....
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen simurg »

Es selam olsun gönlünüze sevgili HAYY-DOST Can,

sizi okumak kendimizi aynada seyretmek misali,
gördüklerimizle kendimizi tanımak
henüz göremediklerimizle de bir gün karşılaşmak ümidi ile
sevgi ile okumaktayım kalbinizin pırıltılarını. duacınızım.

Yazmak zamanı gelmesi gerekiyor insanın.
Yazmak bir üstünlük değil, yazacak kıvama gelememiş olmak bir hamlık sanırım.
Her hali ile kalbini yazarak bize sunan herkes yüce duygularından ötürü bizim yücemizdir.
Allah daima razı olsun.

Bütün hayatımı, özellikle de kalbimi inşaa eden batıni hayatımı
kendime bile susmak yerine
avaz avaz yazmayı çok isterdim.

Kimsenin eleştirisi ve yargısı değil beni engelleyen,
sadece kimin umurunda duygusu.
Benim hiç yapamayacağım bir şeyi yapmakta ve gitgide şeffaflaşmaktasınız.
Sizi kutluyor takdir ediyorum.

sizin gözlerinizi hiç görmedim,
ama özünüzü bize emanet etmekte olduğunuza minnet duyuyorum,
bütün hatıra-yı hakikatleriniz ayak izleri gibi bize yol göstermekte.

Sizi seviyorum. Daim selam ve muhabbetlerimle.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan " lar olmak dilek ve duasıyla
....


İşte böylece hayatımda yepyeni bir dönem başlıyordu.
İçim NURlanırken, dışım KORlanıyordu.
O yıllar şimdiki kadar kolay değildi.
Hele de toplumun içinde, sahnenin tam ortasındaki bir genç hanım için...
Bazılarının dediği gibi , bir metrelik bez parçası değildi, başıma tac edip, gurur ve vekarla taşıdığım BAŞ ÖRTÜSÜ...
BEDEN kalesinin burcuna, başıma, inancımın bayrağını dikiyor, ve herkese Allah Cellecelalühü'nün kulu,
Resulu Muhammed Mustafa'nın ümmetinden biri olduğumu İLÂN ediyordum.
Bir zamanlar, yaşadığım hayat düzenini değiştirmeye gücümün yetmiyeceğini düşünerek, bir dolaba kapattığım,
Fizilâli’l- Kur’ân:" Kur'ân’ın Gölgesinde" ciltlerini de artık meydan çıkarıp, yeni baştan ilk defa okuyormuş gibi, bu defa yaşam tarzı olarak benimsemek üzere,
son derece dikkatlice okumaya başladım....
Giyim tarzım, yavaş yavaş değişime uğramış, daha bol daha tesettürlü kıyafetleri tercih ediyor olmuştum.
Kısacası," olduğum gibi görünmeye" başlamıştım.

Örtünme konusunda biraz acele edince, mübarek Faruk Abim anlatmıştı:
"Bacım, iki türlü meyve vardır. Birincisi, önce dışını, olgunlaştırır, daha sonra da içini . Tıpkı, kavun karpuz gibi...
İkincisi ise, önce içini olgunlaştırır, sonra da dışını. Tıpkı, ceviz fındık gibi...
Sen önce içini olgunlaştır, sonra da dışınla meşgul olursun. Zaman şimdi bunu gerektiriyor.
Eğer güçlü bir maneviyatın , imanın yoksa şeytanilerin saldırılarını bertaraf edemeyebilirsin.
İnsanın yaşam tarzını, üç yüz atmış derecelik bir dönüşle değiştirmesi çok zorlukları da beraberinde getirir.
Çok hanım kardeşim var önce örtünüp, daha sonrada mücadele edemeyip eski haline dönen".

Sabır edip, bu durumu akışına bırakınca, Faruk Abimin ne kadar haklı olduğunu anlıyordum.
Kalbimde güçlü bir iman, en önemlisi de yanımda Allah Dost'larının himmeti vardı...
Kesin ve "son karar" olarak tercihimi, yapmıştım.
Örtünmeden önce, bazı konumlarda, eski hayatımdaki bazı sosyal ortamlara katılabiliyordum.
Örneğin, eşimle ve çocuklarımla, bir yere yemeğe çıktığımızda, ortamı fazla irdelemiyor, şartları kafama takmamaya gayret ediyordum.
Ama tesettürden sonra, içkili bir lokantada yemek yiyemiyor, şarkılı türkülü yerlerde bulunamıyor, deniz kenarında oturamıyordum.
Müthiş bir bunalım ve sıkıntı fani varlığımı sarıyor, boğulur gibi oluyor ve öleceğimi sanıyordum.
Zaman ilerledikce, eski hayatıma dair ne varsa bana işkence olmaya başlamıştı.
Elimi ayağımı haramlardan ciddi bir şekilde, çekmeye , Allah ve Resulü'nün yasaklarına uymayı yakınlarımın hatırına feda etmemeye ,
Bana ikram edilen ikinci ömrümü, heder edip boşa geçirmemeye gayret gösteriyordum.
Ömür ırmağım akarken aheste, aheste, kalbimde allah aşkı, dilimde ilahi bir beste, elimde Muhammedi güllerden deste, önüme duran zorlara,
nefsimi yakan şeytani korlara doğru yürüyordum.
O kadar yumuşak, o kadar narin ve inceydim ki(sonradan böyle olmuştum), hiç kimseyi incitmemeye özen gösteriyor, dilimin döndüğünce halimi anlatıyor, yanıbaşımdaki insanlardan, birazcık anlayış bekliyordum.
Zaman an be an akıp giderken, varlıklarıyla yoklukları belli olmayanlar da hayatımdan tamamen çekilip gitmiş olacaklardı.

Eşimin (yazıp elime tutuşturduğu, boşanma dilekcesini, yine eşimin yakın arkadaşı olan bir hakime verirken), karşı geçede bıraktığım,
İnsanların içine karışıp gidişi yüreğimde garib bir ayrılık hüznü bırakıyordu. Arada bir dönüp dönüp ardıma baktığımda , acaba benimle
gelmeye karar verir mi ki diye umutlandığım olmuştu.
Lakin , bir daha bir araya gelmemek üzere, iki çocuğum da benimle kalmak üzere ayrıldık.
Yine yol yokuş, yine yalnızlık düşmüştü bahtıma...
Yalnızların kervanına yetişmek için, döküle saçıla hızla yürüyordum. Çöplükteki pisliklerimi temizlemek üzere öyle bir çöle girmiştim ki... "Ayrıdık bitti" ile savuşturulacak bir konu değil aslında ,on yedi yıllık duvarları sabır taşları ile örülmüş bir evlilik sarayını yıkmak.
Lakin, neyin uğruna yıkıldığına bakılırsa o zaman her şey değişir.
Zaten tek teker üstünde giden bir araba gibiydi . O da pes edince, kaçınılmaz son gelmiş oldu.
Çocuklarımın babası, aslında bey efendi , hatırı sayılır bir insandı. Onun açısından bakıldığında "suçlu" bendim.
"Benim açım" diye bir şey yoktu artık hayatımda. Bu nedenle," Kur'an ve Sünnet" açısından bakıldığında "herkes kendi yoluna" olması gerekiyordu.
ve öyle de oldu. Karşılıklı anlaşarak ( bu arada olanlar çocuklara oldu) ayrıldık.
Benim yanımda kalmalarına rağmen, her ne zaman isterlerse, gidip görüştüler.
Hiç bir şekilde karşı olmadım. Babalarını hiç kötülemedim. Kusur bulmadım. Zor olsa da zaman içinde yeni düzene alıştılar....
Oğlum daha dışa dönük bir çocuk olduğundan, hayatın sorunlarını bana hissettirmemeye çalışarak, yaşadı. Kendine göre arkadaşları,
kendine göre bir çevresi vardı. Üniversite yılları da böyle geçti.
Kızım ise tam tersine bana çok bağımlı, hassas ve ince ruhlu sorunlarını içinde yaşayan birisi idi.
En iyi tarafı, benimle birlikte, Hacı Ahmet Dede'mizi(KAS) ziyaretlerimde beni yalnız bırakmaz, yoldaş ve arkadaş olurdu.

Fazla teferruata girmenin pek faydası olamaz diye düşünüyorum.
Öyle konular var ki çok özel kişilerle, özel dairede çok özel konuşulması gerekir.
Şunu belirtmeliyim ki, Allah(CC) kimsenin yuvasını yıkmalarına izin vermesin. Bunlar kolay yaşanası imtihanlar değil.
Gerçi Mevlâm "dağına göre kar verir, karına göre de dağı genişletir "derler.
Derler de,bağı kopmuş tesbih gibi kimseyi dağıttımasın Allah'ım.....Gerçekten zor işler bunlar...

âhVal-i ÂŞIK..

Bilirsin Dost Solar Her Açan Çiçek!
Ne Var Ağlayacak? Ne Var GÜLecek?
Kadere Gücenme GELen GEÇecek..
“Ah!”ı Kalır Yer Yüzünde Âşığın!..



Cihanın ÇİLEsi Göklere Ağar,
SEVenin Sînesi SEVdâsın Sağar,
Tek GÜL Açar Gör Başına KAR Yağar,
İlk Baharı Son Güzünde Âşığın!..



Kanı Dinmez Deli, Değme Yarama!
Leylâ ZÜLFü Ateş, Elle Tarama!
Yerlerde Göklerde YÂRin Arama!
SEVgilisi Kör Gözünde Âşığın!..



Yuvasız Kuş Gibi Döner DevrÂNda,
Dillere Destandır SıRR-ı SeyrÂNda,
Paramparça her Bir Yanı Bir Yanda,
Kara SEVdâ SıRR SÖZünde Âşığın!..



Kul İhvÂNi Sefîl DERTler OD-Ağı
EL-lerin Dikeni GÜLün Budağı
HüKMümüz Vermişse YÂRin DuDağı
“ÖLüm-DOĞum BİR!” ÖZünde Âşığın!..


BÖYLE YAŞAMAK
Kaç baharda açıp, kaç kışta soldum,
Sevdim kaderimi, meftunu oldum,
Kalbime akıttım, ne varsa doldum,
Canımı yakıyor, böyle yaşamak....

Bilmem neye güldüm neye ağladım,
HAKKa aşık gönlüm, kime bağladım,
Halden bilmezlere boşa çağladım,
Canımı yakıyor böyle yaşamak...

Yüreğim sızlatan, YARin yaresi,
Bilirim ki yine yarda çaresi,
Yere göğe sığmaz, aşık narasi,
Canımı yakıyor böyle yaşamak...

Kalbi aksevdalı, çölde leylayım,
YÂR bilsin halimi, gizli ağlayım,
Parelenmiş yaram, neyle dağlayım,
Canımı yakıyor böyle yaşamak....

Halden anlar diye dosta hallandım,
Yarasına değdim, heyhat! aldandım,
Ateşten zülfüne, ben zaten yandım,
Canımı yakıyor böyle yaşamak....

İmtihanı ağır, aşka talibin,
Merhemi kâr etmez, başka tabibin,
Boynu hiç dik durmaz, mahzun garibin,
Canımı yakıyor böyle yaşamak.....

Bin diken batırdı bir gül koklattı,
Bir üzüm yedirdi, bin tokat attı,
Her zerrem her zaman, acılar tattı,
Canımı yakıyor böyle yaşamak....

"Ölüm doğum bir"de, yaşanan yalan,
Ah-ı zar olmasın, ardımdan kalan,
Sabrımın azlığı, siteme salan,
Canımı yakıyor böyle yaşamak...

Gözlerimin yaşı dökük yaşadım,
Varlıktayken boynu bükük yaşadım,
İki yakam açık sökük yaşadım,
Canımı yakıyor böyle yaşamak...

Yarenin adı var, kendisi nerde,
Gülizar onunla düştü her derde,
Biter bu imtihan, bir gün bir yerde,
Canımı yakıyor böyle yaşamak....

GÜL-İ ZÂR

ZAMANLA

İnsan alışırmış sevmediği şeylere bile,
Düşmanın attığı taşa, dostun attığı güle,
Bağrını dele dele söyleyen zehirli dile,
İnsanın DERMANı olurmuş DERTleri, zamanla...

Sevdânın karasını ak eylermiş yüce Mevlâ,
Çölleri gül gülistan, kalmazmış ne Mecnun ne Leylâ,
Süheylâ olurmuş, aşkın nârında yanan Züleyhâ,
İnsanın DERMANı olurmuş DERTleri, zamanla...

Hasretiyle yanmak YÂRin, en güzel bahtiyarlık,
Hiç umûrunda mı RÛHun, yaşlanmak, ihtiyarlık,
Gelir geçer her şey, dünyâ fânidir, darlık- varlık,
İnsanın DERMANı olurmuş DERTleri, zamanla...

Alışmak zor gelse de inleyerek önceleri,
Izdırablar yavaşca mekân tutar geceleri,
"AHH" larında kavrulup, yanar, pişer niceleri,
İnsanın DERMANı olurmuş, DERTleri, zamanla...

Gülizâr sen dahi sevdin uzaktaki yakını,
Yıllar var ki anladın artık dost- düşman farkını,
Mâdem döndüren EL-BÂKİ VAR zamânın çarkını,
İnsanın DERMANı OLMALI DERTleri, zamanla...

GÜL-i ZÂR

Resim


DEVAMI VAR
En son HAYY-DOST tarafından 27 Oca 2012, 11:38 tarihinde düzenlendi, toplamda 4 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

HALİM ve SİMURG DOSTlarım,
Değişik yollardan geçip gelsek de, değilmi ki Muhammedinur'da buluşmuşuz,
Bundan daha çok ne mutluluk verebilir BİZe?
Muhammedi seviyeli,Muhammedi muhabbetli, Muhammedi sevgilerle dolu, bu ortamdan mahrum etmesin
RAHMAN VE RAHİM olan ALLAHımız bizi ...
YAZdıklarım, YAŞAdıklarım veya YAŞATıldıklarım...
Tamamiyle "BEN"liğimi soyarak, kalbimden ve ruhumdan akıp gelen, iddiasız, duygu pınarımdır, sizlere aktardıklarım. Saf duru ve temiz...."Ben " ile bulanıklandırılmamış veya "Ben" likten arındırılmış..
İnsanın sizin gibi dostları olması ne güzel...Hamdü Senalar olsun Rabbül Alemine ....
Selamların en makbülü de üzerinize
......
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: geçmiş zaman olur ki

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

"MuhaMMedî Şuuru BiLen,"
"MuhaMMedî NûRu BULan,"
"MuhaMMedî SüRûRda OLan,"
"MuhaMMedî ONûRu YAŞAyan"lar olmak dilek ve duasıyla


HAKK YOLun
yolcusuyuz artık.
Bâzen yürüyerek, bâzen koşarak, bâzen uçarak ilerliyoruz.
Bâzen de engellere takılıp, yerimizde sayıyoruz.
Yol boş değil.
Bizimle gidenler, bizden önce gitmekte olanlar, bizim ardımızdan gelenler yol yolcularla dolu...
Yolda eğlenip kalanlar, mola verenler, geri dönenler.....daha neler, neler....
Her yolcunun, bir rehberi, bir bineği var...
Rehberimden izin aldım.
Yoldaki bir gruba katılıp, onlarla yolculuğa devam etmek için.
Zâten on beş günde bir rehberimi ziyarete gidiyordum.
Benim feyz ve irşad kaynağım belliydi.
Kalbimi kime rabt eylediysem, (eylediyseler), ondan akıyordu MuhaMMedi can ceryÂNı....
Bilemiyorum ki, (doğrusunu Allah bilir) onların mı bize ihtiyacı vardı? Yoksa, benim mi onlara...
KADİRî'lerin kollarından biri olan, bir câmianın hanımlar grubuna katıldım.
Üç yıla yakın, bir zaman , zikir meclislerinde, dua, Kur'ân-ı Kerim ve sohbet toplantılarında onlarla beraber oldum.
Çok güzel duyguların yaşandığı, çok derin mâneviyat dolu ANların hatıralara yüklendiği,
Nefs-Beden, Kalb- Ruh BİRlikteliğinin sağlandığı, harika zikir halkalarında nasıl da uçarak yol aldığımızı hatırlıyorum.
Hacı Ahmet Kayhan Dedem'izin, izniyle maddî ve manevî hizmette bulunduk inşae ALLAH.
Onların vakıflarının il bölge sorumlusu, ilahiyat fakültesi son sınıfta öğrenci olan bir derviş genç vardı..
Gerçekten MuhaMMedî Davaya gönül vermiş, çok samimi hizmet ehli son derce mütevazi bir hayat yaşayan, davasına ve mürşidine itaatli biriydi.
Vakıfa ait tasavvufî bir dergiden, ayda yüz taneye yakınını bize getirirdi.
“Etrafa ve gelen müşterilere satayım” diye.
Bendeniz de alır, parasını kendim öder, herkese bedava dağıtırdım.
Bunu ona söylemezdim ki, “Böyle yaptığımı bilse bir daha getirmez” diye.
Bu böyle üç yıl devam etti...
Bu zaman zarfında, ilahiyatçı dervişin kız kardeşini de yanıma çırak olarak verdiler.
Yanımda çalıştığı altı yıl boyunca, çok hizmetini saygısını ve sadakâtini gördüm.
İyi bir eczacı teknisyeni olarak da yetişti, maşae ALLAH..Şimdilerde bir başka eczane de iyi bir eleman olarak çalışıyor..

Seyid Kutbuddin Hazretlerinin türbesinin bulunduğu, kabristanının karşısında ona bir ev kiraladık.
Orası hem sohbet ve zikir evimizdi, hem de onların barınağı idi.
Doğrusu, o günler harika günlerdi. Biz Hakk Aşığı hanımlar, bir araya gelir, “Yâ HaYY!” diye inim inim inletirdik Samsun’un akşamlarını...
Üç yılın sonunda ilahiyatcı dervişi evlendirdik. Ankara’ya taşındı. Kızkardeşi, zâten Samsun’da evliydi.
Eşi askerdeyken , kızım gibiydi bana..
Her işime koşuşturur, her sıkıntıma omuz verirdi. Çok becerikli, er yürekli bir laz kızıydı.
Sülalesi ALLAH yolundaydı. Üniversite mezunu dayıları ve diğer akrabaları da, hepsi aynı mürşide bağlıydılar.
Gerçekten güzel insanlardı. ALLAH hepsinden razı olsun...
Bana dost ve yâren oldukları için , o yalnız günlerimde....
ve Allahım'a da sonsuz hamd ü senâlar olsun!.

İşte böylece HaYY celle celâluhu ve HÛ celle celâluhu NûRunda yıkana yıkana tertemiz gelip-geçti bu üç yıl da böylece....

“Yalnızca Sen ALLAH’sın!”

Sayısız Âlemler yarattın, sanatınla donattın,
AŞKla âşıklar nâra yaktın, ne yürekler kanattın,
Nakış nakış işledin, çizdin, yere göğe san'atın,
Benzer ve ortağın yok "TEK"sin, "Yalnızca Sen ALLAH'sın!."

"Külli şey'in Kâdir"sin, her an," Kûn!" emrinde tüm âlem,
AŞK ve muhabbetten yarattın, sevgili kulun Âdem,
Dirilten- öldüren de Sen’sin, Hallâk’sın her an her dem,
Benzer ve ortağın yok “TEK”sin, “Yalnızca Sen ALLAH’sın!.”

Azamet ve Kibriyan HAStır, Sana mahsus sadece,
Biribirini izler düzgün, çıkar gündüzden gece,
Kelimelerin yayılmıştır, harf harf, heceden hece,
Benzer ve ortağın yok TEK’sin, “Yalnızca Sen ALLAH’sın.”

Muhammed Resul, Habibindir, uyanlar kurtulurlar,
Onu gerçek sevip sayanlar, Sen’den ikrâm bulurlar,
Ahlâkıyla bezenen kullar, Cennette “BİR”olurlar,
Benzer ve ortağın yok TEK’sin, “Yalnızca Sen ALLAH’sın”

Âlemlere “Rahmet” yarattın, “Rahmet-en lil- âlemin”
Sen ve meleklerin, selâmda, O’na olsun selâmın,
Adınla okusun göz, yazsın, besmeleyle kalemim,
Benzer ve ortağın yok TEK’sin, “Yalnızca Sen ALLAH’sın!.”

Rehberim Kelâmın Ku’rân-dır, “OKU, anla ve yaşa,”
Onunla başlarım, azimle, nefsim ile savaşa,
Görmezmezmiyim ? Hükmün nasıl da, geçer toprağa taşa,
Benzer ve ortağın yok TEKsin, “Yalnızca Sen ALLAH’sın!.”

Gülizar kulun şaşkın kaldı, neler olup bitmekde,
Dünya, ay, yıldızlar, kayıp, kaderine gitmekde,
Zaman, dertler, çileler beni, Sana doğru itmekte,
Benzer ve ortağın yok TEKsin, “Yalnızca Sen ALLAH’sın!.”

GÜL-i ZÂR




DEVAM EDECEK İNŞAEALLAH
En son HAYY-DOST tarafından 31 Oca 2012, 17:33 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Cevapla

“Hikaye, Makale ve Yazılar” sayfasına dön