KUL İHVÂNİ “KuN feyeKuN” SOHBETİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

KUL İHVÂNİ “KuN feyeKuN” SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

KUL İHVÂNİKûN feyeKûNSOHBETİ

Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

Resim

Resim'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyi’l-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''Resim

Sübhaneke Allahümme ve bihamdike eşhedu enLâ İlâhe İllâ ente vahdeke la şerike leke estağfirke ve etubu ileyk.


İçinde bulunduğumuz zamanda öyle çapraşık öyle karışık bir hayat yaşamaktayız ki, her canın, her zaman yaşadığı şeyler.
Fakat, bizim içinde bulunduğumuz durumda da bunu görmemek mümkün değil.
Sanki, insan bir dizide veya filmde oynarcasına kendi hayatını sürdürürken boşuna doğmuş boşuna ölmüş gibi, bir boşluktan bir boşluğa gidiyormuşçasına akıl.
Aklın kendi köşesindeki kısır döngüsü.
Nasıl bir somun ve cıvata yalama olursa binlerce kez onu sıkmaya çalışsanız bir şey yapamazsınız.
Çünkü onun gideceği yol bozuktur ve kısır döngüde döner durur.
Biliyorsunuz somunlar ve cıvatalar eşleşirler, fiş-priz gibi eşleşirler.
Eğer dişli yemişse cıvata, somun da artık yol alamaz.
Zâten somunun cıvatayla sıkışmasının sebebi “BİZ BİR-İZ” yolunu almaktır.
Yani bir cıvata bir somunla araya bir parça koyarak sıkıştırılıyorsa yol bitti der.
Biraz daha yürü diye sıkıştırıldığından dolayı aradaki parçayı sıkıca tutarlar.
Ama cıvata dişli yemişse avara kasnak olur.
Artık olduğu yerde sürekli döner kısır bir döngüye girer.
Dolap beygiri gibi boşuna döner.
Aynı şeyleri yaptığını zanneder fakat işlem sonuç vermez..

İçinde bulunduğumuz hal işte bu!
Düşünce âleminde de böyle, iş âleminde de bu böyledir.
Üstelik insanların seviyeleri, ikil seviyeleri yükseldiği için daha fazla mutsuz ve umutsuzlar ve zihin arkasında daha korkulular, korkusuz değiller.
Hep dikkat etmişimdir somun cıvataya.
Akıl, çocuk gibidir ve hep çocukluğunu korur.
Son nefese kadar bu çocukluğunu korur.
Eğer korumamış olsa zâten çok kısa sürede yıpranır, yaşlanır ve bunak insanlarla dolar dünya.
İşte bunun için zâten, bizim aklımızın anlayacağı şeyleri öğrete öğrete, onu patlatmadan, çatlatmadan, kendi kabında, kıvamında, olgunlaşmasını sağlamamız gerekir...

Bir yere yöneliş Kıbledir Kabüldür.
KABUL ve KIBLE, İlahî BİLElik Kudretinde oluştur. O sonsuz gücü elde ediştir.
KIBLEsizlik ise AYNın, asla ASLı ile olmayışıdır.
Onun için bir kişi Mekke’ye varıp sırtını KÂBEye dayasa dönse namaz kılsa boşa kılar.
Kutuplarda olan birisi de KÂBEye yönelse-dönse kabuldür.
Kıble tüm namaz denilen ibadetin tümünün temelindedir. Olmazsa olmazıdır..

İşte basit bir somun-cıvata, akıl ve hayat, ruh ve beden, iki uç, birbirini tamlayanlar, birbirlerini tamamlayanlar, birbirleriyle bir yolda buluşmazlarsa bu yarımların gideceği bir yer yoktur.
Ondan dedim: “yalama olmuş cıvata, somunu bin kere çevirirsiniz boşa çevirisiniz”.
Çünkü onların kıblesi bir değil, yolları da yok.
Bu insanın kendi içindeki çelişkilerin iç dengesizliklerin çıkmazların, letâif labirentlerinin amansız çöküşü ve dış düzensizliklerin yıkışıdır.
Korkunç iç ölüşüdür.
Ondandır ki dışı harika gözüken bir cevizi, özü çürük olduğu için kırıp atıyorsunuz.
Özünden dirilir her can daima. Özden kastım, AYNen böyledir.
Bir somun tarla gibidir, kadın gibidir.
Bir cıvata tohum gibidir, baba gibidir.
Daima tamlayandırlar, birbirlerini.
Bir beden ana gibidir, tarla gibidir, temeldir, asıldır, ez-Zâhir’dir. Ama bir ruh da sürekli HAYY getiren, ama sürekli getiren kendisi sürekli Emr Âleminden olan, hiç bağlantısı kesilmeyen, “hadi git yarat git ne yaparsan yap!” değil.
Her AN yeniden, her andan kastım saniye bile değil.
Sonsuz bir bağ kuran yoldur, RUH denilen şey.
Herkesin ruhu yaratılmış kendi başına bırakılmış!” Yok öyle bir şey.
Yani, “Herkesin elektriğini verdik gitsin kullansın!” değil ki RUH, depolara doldurulan benzin değil.
Fırından aldığın ekmek değil.
Burada alıp verdiğin nefes gibi sürekli gelmesi gereken bir cereyandan bahsediyoruz.
Bütün bunlar tüm hayatı kapsar.
Basit bir ana-baba, çoluk-çoçuk, basit bir beden, nefis, akıl, fikir, kalb, ruh, basit gibi gözüken bir kâinât, insanlar, hayvanlar, galaksiler, tüm küçük parçalar halinde birbirinin aynısıdır.
Onun için zâten bir ZERREnin dönüşü ile bir KÜRREnin dönüşü aynıdır.
Kâinâtın halkedilişi ile NuR-u MİM’in halkedilişi AYNıdır.
AYNıdan kastım aynı yaratılış içindedir.
Farklılığı gören sadece seyircidir, yani halktır.
El HAKK ALLAH celle celâluhu TEKtir.
Allah, tek iş yapar “Kûn!” “Kûn!” “Kûn!” değil.
Yani “Kûn!” ama, “Fe Yekûn”...
Onun için de, enfusta, yaşayış başlar. “Kûn”un yaşayışı başlar.
Âdemin zahrından alınıverir kıyamete kadar ez Zâhir Zuhuruna çıkacak tüm CANlar...
Bir tek incir tohumu gibi, insan tohumu da, onun içinde kıyamate kadar geleceklerin olduğu da bir hakikattır.
Tüm “Kûn!” Âdem için “Kûn”la, son nefesi verecek son insan “Kûn!”u arasında bir fark yoktur.
Arada bir sürü AN ve her ANın “Kûn”ları var değildir.
Kûn!” bir tanedir. “Kûn”un başı sonu yoktur.
Baş son yaratılan insan için yani insan aklı içindir.
Tüm târifler insan aklı içindir. Kesrettir. Vahdet ise tektir...

Onun için zâten Kur'ân-ı Kerim’in anlaşılması zor oluyor.
Yani bir taraftan “habli’l- verid”en de yakın.
HablB-ilelik hakikatıdır Barbaros.
Yani açıklanması zor olan ya da gerekmeyen latife, lütufe, lütuf basit bir şey değildir.
O her ne ise “lâm” ne “lâm”ıysa istediğin kadar nerden gidersen git. Akıl olarak vereceğin “lâm”dır.
Elif- Lâm-Mim, Kaf-Lâm-Mim, Sad-Lâm-Mim, Sin-Lâm-Mim.
Kalem de, Kelâm de, Selâm de..
Nerden gelsen insan aklının geleceği yer daima “Lütfullah”tır ve “letaif” içindedir kendisi.
Gelişim içindedir, tevhid tekemmülü içindedir ve bunu yaşayarak anlaması ve şâhid olması gerekir, fiilen.
Bu şekilde İÇte, özden ÖZ AKRABa olan Rabbül âlemin ve DIŞta ALLAH celle celâluhu: “ve kanellahü bi külli şey'im mühiyt”. Allah he şeyi yutmuştur, her şeyi.
Cehennem bir şey değil midir? Elbette bir şeydir.
Allah” ise değildir ve ŞEYLER-EŞYÂyı yaratandır.
ALLAH celle celâluhu Cenneti- Cehennemi de yutmuştur.

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta: Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Allah herşeyi kuşatıcıdır.”
(Nisa 4/126)
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ “KuN feyeKuN” SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Merkezde Rububiyyet Tevhidi, Muhitte Uluhiyyet Tevhidi..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun): Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.”
(Nûr 24/35)

Allâhu nûrus semâvâti vel ard” insanı çok ilgilendiren bir husus.
Sizin “zâhir” dediğiniz Kull-i Şey, “zâhir” dediğiniz, ALLAH’ın nurundan ibarettir.

ALLAH” muhittir bir şey/kimse sistem dışına çıkamaz yani.

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan): Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).”
(Nisâ 4/126)

Bâtın, dediğimiz şey ise doğrudan doğruya RaBBü’l Alemin iledir. Zâhir ise gerçekten “ALLAH Nuru”dur.

Onun için Rububiyet ve Nübüvveti, ALLAH ve Rasûlü, Uluhiyet ve Rasûliyeti çok iyi anlamamız gerekiyor.

Bir daha söylüyorum. Rububiyet ve Nübüvvet, içerdedir.

NebeBİLE-lik nurudur. Haber getirdi, haber götürdü, işte bize Kur'ân-ı Kerim’i getirdi, okuyoruz, ona göre hareket edeceğiz, o başka bir şeydir.

Tamam, doğrudur, doğrudur amma, bir de zâhir hayat yürüyor.

Jeolojik yaşlarla 5 milyar sene önce yaratılan demirin atomu 5 milyar senedir dönüyordu, jeolojik hesaplara göre 100 milyar sene sonra yok olacak, demek ki 150 milyar senedir dönüyor, falanla bitmez bu işler.
Nasıl dönüyor?
Benim ampul 150 bin senedir yanıyor da Keban nerde?
Bunu akıl teorileriyle, akıl formülleriyle çözmek mümkün değildir. Çünkü “vücudumuzdaki sonsuz hücrelerin, akıl ermeyecek hızlarla dönerken, dağlardakiler taşlardakiler dönerken bu sonsuz enerjiyi nerden alıyor?” kavramını akıl katiyen bulamaz ve bulamamıştır zâten.
Onun için de insanın yavaş yavaş, sindire sindire, hazmede hazmede, hakikatı aklına anlatması gerekir.

Bunun için zâten insanlar, kendilerine hizmet ediyorlar akıllarına hizmet ediyorlar, akıllarının sağlıklı gelişmesini, algılamasını, algıladığını hazmedip yaşamasını, kendi kendilerine hizmetçidirler.
Bu bizim toplumumuzda öyle bir yere doğru gidiyor ki, bizim çocukluğumuzda analarımız bostandan gelen domatesleri yaz günleri dilerler, damlara sererler, kuruturlar, kışın onları döverek ya da parçalayarak yemeklerde kullanırlardı.
Demin televizyonda bir yaşlı insan diyor ki: “Ben, çeri domatesini nasıl alırım. 6-7 Lira olmuş?”
Aynı kişi anamın çocuğu yani, aradan kaç sene geçmiş domates, bırak domatesi tarlada karpuz çıkıncaya kadar karpuz bilmezdik. Bugün ise dünyanın bütün meyveleri en basit bir kasabanın marketinde.
Şunu söylemek istiyorum çok yükselmiş bir hayat seviyesi içinde yaşıyoruz. Çok yükselmiş.
Köylerde bile buzdolabı olmayan ev yok.
Hayat çok başka yerde. Fikren de öyle.
Bir şehirden gelecek gazete okunmasını bekleyen bir köylü yerinde, dünyanın bütün televizyonlarını alacak uydu sistemleri kurulmuş köylerdeki villalara.
O günün hayretler içinde merak ettiği bir şeyi, köye araba geldi diye bütün çocuklar koşardı. Bir mahluk gelmiş gibi.
Bugün ise değil o köyde, değil Aksaray’da, Türkiye’de olmayan en son model araçlarla geliyor o çocuklar, İngiltere’den şuradan, buradan.

Şunu demek istiyorum fikir görgüyle çok yükseldi.
Fikir seviyesi yükseldi. Görüş yükseldi. Anlayış yükseldi.
Bunun antipotu yükselmeyince, iç dünya yükselmeyince felaket oldu. Felaket oldu.
Tek katlı bir tuğla gibi her an korkunç göçükler yaptı, yapacak ve yapar zâten.
Onun için de insanlar ve insanlık manevî bir sisteme koşuyor.

Ne biliyim mesela Barbaros’un söylediği İtalya’daki bir kadıncağız dünyanın bütün dinlerini inceliyor şunu inceliyor bunu inceliyor ama bir şeyi görüyor diyor ki: “iyi ama benim öbür ayağım boşta. Tamam bu ayağımla yükseliyorum gibi zannediyorum ama öbür ayağım boşta basmak zorundayım basarsam yerin dibine gideceğim!?”
Boş olduğunu görüyor.
Ve Sunullah Gaybî Baba’nın orada Barbaros’un çevirdiği şiirlerinin İngilizcesini görüp diyor ki: “burada bir ışık var. Bu ışık ne söylüyor. İşte bunu anlayabilirsem iki ayağımın üzerine “ve sebbit AKDÂMEN” olurum. “Ayaklarımızı sabit kıl” olurum. Çünkü ben bununla öbürüne basabilirdim!”

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---''Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit AKDÂMENÂ vensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne) :Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, AYAKLARIMIZı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi.
(Âl-i İmrân 3/147)

Benim namaz kılmama, oruç tutmama, Müslüman olmama filan gerek yok.
Benim aklım fikrim eriyor!”
ile “gideceği yer cehennemin zümerası” dediğimiz hüsrandır yani.
Bardağı kıracağım, tabağı kıracağım, evi yakacağım, kendimi de öldürüceğim!” bunun bir mantığı yok.
Söylenecek bir şey yok. Bu değil mesele.
Esas olan her tohumun fidan oluşu yaprak çıkarışı çiçek açışı ve tohum verişi gibi bir tekemmülün sağlanmasıdır.
Dosdoğrunun yaşanmasıdır.
Bunu şunun için söylüyorum, bu o kadar büyük boyutlara ulaştı ki, bu taraftaki boşluk, herkes can derdinde, can derdinde ama can derdi tüccarları da var yalnız.
Can derdinde olabilirsin ama bu can derdindekiler “canının bir parçasını da bana ver ben sana çâre bulacağım!” diye geri kalanını da almakta elinden..

devam edecek...
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ “KuN feyeKuN” SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

ZEVK 665

Kâinât "Kün fe yekûn!" dür, tohumda incir ağacı
Zerrede kürre kaderi, her bahar giyer bu tacı
Bunca sanat bunca zevkle, her an-her yerde-her hâlde
Halkın HAKK'a eğilimi, Kâbe kavseyn Mi'racı...


18.04.1990 08:22 dr.


ZEVK679

[Renge raksa ahenge bak, Sırr-ı Subhân seste Deniz
Bir Kün feyekûn konseri, sanki her nefeste Deniz
Kulak ver dinle İhvâni! Arala Beden Perdesin!
Dost'un daimi zikrinde, bin bir dilli beste Deniz


29.04.1990 18:00
Rmzn byrm 4


ZEVK 681

Aşk Aynası Âşık kalbi, seyret kâinâttır Kur'ân
Kün feyekûn hükmü sensin, ayân- beyân- üryan- bürhan
Bunca eşya bunca olay, HAKK esmâsının esrarıdır
Bir ilâhi kompütüre bağlamış sistemi Subhân


30.04.1990 12:47 dr.


ZEVK 688

''Kün feyekûn'' kalbim Kâbe, vücûdum Belde-yi Emin
Vahdetin kesret kılıfı, mihmanıyım Yâr haremin
Geldim-gördüm-BİLdim-BULdum, yandım ağladım aşk ile
Gâhi Mecnun gâh Leylâ'yım, çâresi yok Yâr yâremin.

06.06.1990 08:55


Belde-yi Emin : Mekke.
Mihman : f. Misafir.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ “KuN feyeKuN” SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Bugün postaneye gitmek için çıktığımda ikindi namazını kılarken telefon birkaç kere çaldı.
Ama çalıyor bırakıyor şeklinde. Sonra dedim “Kimdir acaba bu” bilmediğim bir numara. Aradım.
Bir zaman benim kombiyi tamire gelen bir ustanın yanındaki bir kişi.
Emekli olmuş onun yanında çalışıyor. Anadolu insanı.
Hocam bizim bir sıkıntımız var” dedi.
Hayırdır ne olmuş” falan,
İşte biz normal bir hayat yaşayan insanlarız. Emekliyiz, her şey mükemmel. Ancak benim eşim Abdulcebbar Boran diye Evrenosoğlunun adamıymış birine takılmış…”
Bursa’da gördük biz de.
İlk geldiğimiz zamanlarda konferansı vardı. Pazar günü gittik.
Yani ne oluyor diye bakmaya gittik, gördük çünkü.
Manken kızlar envai türlü teşrifatçılar, yol göstericiler şunlar bunlar kıyamet gibi hizmet.
Şehrin her yerinde dev reklamlar. Fizik mühendisi Abdulcebbar Boran, İlahiyatı anlatacak, şunu anlatacak, bunu anlatacak bir sürü şeyler anlatacak.
Her yerde reklamlar biz de oradan gördük.
Ben bu kişiyi tanıyorum ama nerden tanıyorum çıkaramadım ama tanıyorum” dedim.
Nerden tanıyorum, bu “University of Allah” var ya, Allah’ın üniversitesi Amerikadaki orada arapça kısmında, çok mükemmel bir Arapça öğretmenleri var onların, adam orda üniversite kurmuş üniversiteden mezun ediyor. Devlet gibi yani.
Arapça bölümü de, bir kadın veriyordu çok güzel bir insan çok güzel anlatıyor, ama her anlattığının sonunda da diyor ki: “Bütün bunlar Efendimizin sayesinde, Efendimiz lütfetti, Efendimiz hayatımızı bağışladı” falan feşmekan diyor.
Ben o tarafları es geçiyorum diyorum ki: “Ben Arapça öğrenmek istiyorum o kadar”.
sitelerine bakarken bu kişinin, bu Cebbar denen kişinin videolarını da gördüm.
Bu Mihr, Evrenosoğlu denen sapık adam, Onun da bazı videolarını falan o zaman izledim.
Mehdi- Mesih, Mihr-i Mesih.
MİHR-in; İ’si imam, Ha’sı halife, R’sı Rasûlmüş hâşâ!,
Rasûlun, Halifenin İmamı Mesih ve Mehdi olarak gelmişmiş!!.
Demiş ki bu adam: “Tüm Rasûllerin imamıdır o. Peygamberlerin imamıdır. Mesihdir, Mehdidir şu an hayattadır. O benim farzı ayn’ımdır tabi olmak. Tarikata girmek şeklinde falan değil, direk biat etmek. Tıpkı Peygamber aleyhisselam gibi doğrudan doğruya biat gibi biat etmezsen dinin yoktur!” vs.. Bu şartları varmış.
Tabiî ki bunun bir sapık olduğu ya da başka amaçlı kullanıldığı açık.
Çünkü benim de gördüğüm paralar pullar!
İşin ilginci o konferansın girişinde Sivaslı bir kişi saçlı sakallı bir insan, dedim ki: “Burada tasavvuf derneği varmış. Öyle yazıyor bak tasavvuf derneği getirtiyormuş bunları!.”
Evet bizim Efendim!” dedi.
Allah Allah, siz böyle reklamlar verebiliyor musunuz, yollarda falan bütün şehri kaplamışsınız?”
Biz yapmıyoruz ki!
Kim yapıyor?”
Abdulcebbar Bey yapıyor. Bu adam Kanada’da yaşar.
Zaman zaman buraya gelir ayda bir kere konferanslar verir, insanları tarikatlarına kabul eder, buraları organize eder.
Başka ne yapar? Sizin derneğinize de bir şeyler yapıyor mu?” Adam saf çünkü hemen: “Tabi efendim sağ olsun hiç esirgemiyor bize şunları yaptı bunları yaptı
İçeriye bir girdik ki salonun dörtte üçü çarşaflı kadın, saçlı sakallı insanlar, hayret ve dehşet verecek bir şey ve adam konuşmaya başladı, 15 dakika tahammül edebildik.
Dedim kalkalım şimdi bir şey çıkarıcaz. Çünkü öyle sapık, aşikâr sapık ki, açıkça sapık yani.
Bizim bu arkadaşımız Ali de diyor ki: “Benim hanım gitmiş bulmuş onları. Birkaç celselerine katılmış tövbe vermiş, tövbe almış, biat etmiş. Artık başka birisine tabi olursa başka birisiyle konuşursa başka birisinin sözünü dinlerse şimdi, Allah katında kâfirmiş. Bıraksan nereye bırakırsın, bırakmasan nereye bırakmasın.
Bu nedir hocam biz bu işin içinden nasıl çıkıcaz?.”

Ben de dedim ki “Çok zor bir iş. ama gitmem lazım”.
Postaneye yarın da gidersin hocam şu kadınla bir konuş. Bizim hiçbir şeyimiz yoktu, normal hallerde insanlardık namazımızı kılar ibadetlerimizi yapardık.”
Bizim size gitme adetimiz yok. Size gelelim, o adetimiz de yok. Ama bunu nasıl çözeceğiz.
Telefon açtı hanımına. Dedim: “Bacım, nedir derdin senin? Sana, Kur’ân ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yetmedi mi? Bilmediğin görmediğin duymadığın anlamadığın insanla ne işin var? Bütün insanlar 70 milyon insan şimdi gidip Amerika’ya ona biat mı edecek?
Efendim ben onlara tövbe verdim, dönersen kâfirsin aynen böyle diyorlar, Siz ne diyorsunuz?”
Ben de: “Diyorum ki dönmezsen kâfirsin. Dönmezsen zâten kâfirsin!” dedim.
Tövbe Allah’a verilir. Hıristiyan değiliz, günah çıkartacak değiliz ve hayret içinde kaldım.
Sen gidiyorsun Gemliğin bir gecekondu mahallesindeki kadına bile gelebiliyorsun.
Bu güç, bu para gücü, bu şeytan gücü, içte - dışta öyle bir boyutlara ulaşmış ki, Allah yardım ede!.
Ve çocuklarımızın geleceğini düşündüğümüzde yüreklerimiz yanıyor.

Bakın 11 inci ayın beşinde 10 sene önce, 2001 de, 2 zevk yazmışım 1877 1878 zevkleri.



ZEVK 1877

Onlar!..

SUSUzluğunu Unuttu.. SıRR Sahrasında SUSUzlar!
Uykuyu Ucuz Uyuttu… UMut Ufkunda UYkuSUzlar
CANını Dişine Takmış..→HaKKtaHaKKtanHaKKaHaKKla
Dört ÂLEMde HaKK’ın DOSTu.. Hüzünsüzler KorkSUzlar!.


05.11.01 20:04


يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ
Resim---Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne): Ey kullarım! Bugün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz de.”
(Zuhruf 43/68)

الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمِينَ
Resim---Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn(muslimîne): Benim kullarım, âyetlerimize inananlar ve İslâm’ı yaşayan müslümanlardır.
(Zuhruf 43/69)




ZEVK 1878
Ve Bunlar!..

Gırtlakgırtlağa Kavgada.. PARAya Kul Olmuş İnsan!
Sanki Para Panayırı… Kudurmuş mu?. N’olmuş İnsan!
Sadakatsız!. Adalatsiz!.. Muhabbetsiz!.. Merhametsiz!..
FiKRî KİMliğin BOŞaltıp.. DÜNYA İle DOLmuş İnsan!..


05.11.01 20:15


Kâleme almışız da worde geçmemişiz.
Arayıp taramadan önüme açılan bir yer, hiçbir şey yapmadan. Diyor ki, Onlar ve Bunlar.
Onlar, kim? Onlar, hiç değişmedi.
Âdem aleyhisselam zamanında Habil’di, Bugün de Habil. Kabil o gün de Kabildi bugün de Kabil.
Sadece elbiseleri değişti, âletleri, edevatları değişti.
Sonuç aynı yalnız “Onlar” dediğimiz, Yunus Baba gibiler.
Para, menfaat, sadakatsizlik vesaire gibi mefhumlarla alâkası olmayan, dağdaki turaç kuşu gibi, çam ağacı gibi, gökteki bulut gibi yaratıklar.
De ki Yunus Emre. Hanı, hamamı, tamı, tamamı hiç alâkası yok.
Yeri yurdu yok. Ama her evde bir Yunus Emre var şimdi ANAdoluda, o başka.
Onun için “Onlar” diyoruz zâten.

SUSUzluğunu Unuttu.. SıRR Sahrasında SUSUzlar!
Uykuyu Ucuz Uyuttu… UMut Ufkunda UYkuSUzlar
CANını Dişine Takmış..→HaKKtaHaKKtanHaKKaHaKKla
Dört ÂLEMde HaKK’ın DOSTu.. Hüzünsüzler KorkSUzlar!.


إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"İnnellezine kalu rabbünellahü sümmestekamu fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun: Rabbımız Allah deyip de sonra doğru gidenler, her halde onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olmıyacaklardır"
(Ahkaf 46/13)

Biliyorsunuz Onlara korku yoktur.
Onlar asla hüzünlenmezler ve korkmazlar.
Hüzünlenmez derken, korku ne o zaman?
Zâhir ve bâtın Kur’ân-ı Kerim’de çok güzel işlenmiştir.
Korku azametten doğar. Dış düzenin bozulacağından.
Hüzün ise iç dengenin yıkılacağından duyulur.

Onun için Allah-u Zül Celâl’in 4 âlemde Dostundan kastı “ İlâhe İllâ Allah”ı tamamlayandır.

يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ
Resim---Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne) : "Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız."
(Zuhruf 43/68)

الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمِينَ
Resim---Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn(muslimîne) : "Ki onlar, benim âyetlerime iman edenler ve müslüman olanlardır."
(Zuhruf 43/69)

ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ
Resim---Udhulûl cennete entum ve ezvâcukum tuhberûn (tuhberûne) : "Siz ve eşleriniz cennete girin; sevinç içinde ağırlanacaksınız."
(Zuhruf 43/70)

Bakın “Yâ ibâdi” Ey kullarım, “lâ havfun aleykum” Asla korku yoktur sizin üzerinize “El yevm” bu gün.
El yevm” “bu gün” harfi tariflidir, herkesin içinde yaşadığı gündür. Bugündür.
ve lâ entum tahzenûn” ve asla siz hüzünlenecek de değilsiniz. Mahzunluk yok, hüzünlenmek yok bugün!.
Ellezîne” Kim onlar?
âmenû bi âyâtinâ” âyetlerimize iman ettiler, âyetlerime değil âyetlerimize “âmenû” iman eden oldular bizim âyetlerimize.
ve kânû muslimîn” onlar Müslüman oldular.
Korkmayanlar ve hüzünlenmeyenler.
Zâhirde korkmayan, bâtında hüzünlenmeyen.
O gün de yaşadılar, bugün de yaşıyorlar.
O günün Yunus Emre’siyle bu günün Yunus Emresi arasında hiçbir şey yok fark eden!.
Aynı insandı, tek fark, aklı ve elbisesidir.
Aynanın öbür tarafı, gırtlak gırtlağa kavgada, paraya kul olmuş insan.
Bu canlar cenginde gırtlak gırtlağa kavgada paraya kul olmuş insan!
Ne acı değil mi? Nefsinin hevâsını ilâh etmek?!.

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen): Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”
(Furkân 25/43)

Ben nefsimin hevasını ilâh eder miyim?” gibi düşünür insan. Oralara gitmesine gerek yok.
Daha açık derinlere dalmasına gerek yok.
Paranın kulu insan, sanki para panayırı kudurmuş mu ne olmuş insan?
Sanki burası bir para panayırı yani.
Kağıtları veriyorlar birbirlerine.
Kağıtları alıyorlar veriyorlar. Kağıt, kağıt!
Rahmetli Sıddık Hocam derdi, Muhammed Sıddık Hocam: “Parayı mı yiyeceksiniz buğday olmasa?”
Paranın gücüne güvenerek, hangi paradan bahsediyorsunuz?
İşte bu sadakatsiz, adâletsiz, muhabbetsiz, merhametsiz insan!.
Eğer bir millet sadakatsiz ve merhametsiz ise, bir devlet de muhabbetsiz ve adâletsiz ise kıyametin kopmasını falan bekleme, zâten kopmuş bil!
Fikri kimliğini boşaltıp, dünya ile doldurmuş insan.
Kendi kimlik ve kişiliğinin yarısını inkar edip geri kalan yarısını, tümünü de bir çıkar para uğruna, yani öyle kapsamış ki, “iyi bir insan olması için çocuk okutmak değil” “iyi bir para kazanması için çocuk okutmak!” ana fikir olmuş ufacık yarış atları BeBelerimizde!
Tüm yanlış yere gitti toplum.
Bu yukarda anlattığım kalender Ali’nin başına gelen değil, İslam âleminin başına gelen bir felakettir.
Bugün bu çocuk ah çeker!.
Söylüyor da zâten: “Ben bu kadını, Hocam, bırakırım, atarım onu evden!” diyordu.
Ben Peygamberlerin imamını bulmuşum, ona biat ettim!” diyen kadını ne deyim ben müslümanım!”

Benim dediğim de şu: “Tek gerçek var: Kur’ân-ı Kerim ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem

İnanmak, inanmamak insanın kendisinde.
Ama mesned, ayak basacak tek yer, zâhirde Nebî Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, bâtında Kur’ân El Kerim.
Çünkü bütün Zül Celâli ve’l- İkram’ı toplayan “Kerim”lik Kur’ândadır.
Onun için Kur’ân-ı Kerim, bir diri Kur’ân-ı Kerim, zâhir hayatımızda her an manevî bir tohumdur.
Tıpkı cereyan gibidir. Ve ALLAH celle celâluhu’dandır, Hakk’dır ve Hayy’dır.
Falan tarihte gelmiş bir Kur’ân düşüncesi, Matbaa Kur’ân’ıdır. Muhammedî Kur’ân Hayy Kur’ân dır.
Harfler aynı kaplardır. İçindeki ise sürekli kendi çağına, zamanına, devrine göre, Allah’u Zül Celâl’in Lütfü Keremi olarak yağar.
Bunun adına; yorum dersin, ilham dersin, anlama dersin, çağın gereği dersin.
Problem nerde çıkar?
Yok kardeşim, ben bu kabın içerisine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaşadığı devri koyacağım, bu âyet o zamanki müşriklere indi bana ne?”
Koy. Şu şu şu âyetler müşrikler için geldi, müşrik yok, kaldır onları, tamam.
Şunlar şunlar şunlar şu olaylardan dolayı geldi, kaldır. Tamam.
Öyle bir gariplik ki bomboş bir kitap verecek elimize yani.
Halbuki Kur’ân-ı Kerim bir tek harfin, noktası da hariç olmamak üzere sana gelmiştir, bana gelmiştir, BİZe gelmiştir ve câridir. Caridir , her zaman geçerlidir yani.

تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ
Resim---Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe): Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.
(Tebbet 111/1)

مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ
Resim---Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb (kesebe) : Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.”
(Tebbet 111/2)

Ebu Leheb’in eli kurusun da şimdiki Ebu Leheb’in eli kurumasın mı?
Bizim devrimizin Ebu Lehebi ne olacak?
Benim Ebu Leheb’liğim ne olacak?
Ebu Leheb’in karısı ne olacak?
Hakkın ve Hayrın kesicileri, zâhir ve bâtın Rahmaniyet ve Rahimiyet kesicileri.
Hiçbir insan aklının alamayacağı şey, adamın kendisini gördük.
70 yaşında falan bir insan. Hangi amaçla, nasıl bir inançla, nasıl bir insanlık aklıyla, böyle saçma sapan: “Tüm peygamberlere Arşta namaz kıldırmış da imam olmuş!” da.
Hani küfür olur da böyle saçma sapanı da olmaz hem de hâlâ Müslümanım derken ve Kur'ân-ı Kerimden bahsederken!
Müslüman bir insan nasıl zerresine inanabilir.
Elbette “Enayiler olmasa açık gözler acından ölür!” dü derim yaa!
Ama aynı kişinin Nur televizyonundaki konuşmasından dolayı televizyonda biat de alıyormuş.
Bir zaman Hasan Dağında yayladayız, kocası Fransa’da çalışan bir gelin geldi yaylaya, “bir şey sormaya geldim” diye.
O adama mürid olmuş. Hem de televizyonda mürid olmuş.
Nasıl içerden göçüyoruz, dışarıdan göçüyoruz.
Onun için de istediği kadar ham sofular Allah’ın dinini koruyacağını iddia eden cemiyetçiler, hâşâ Allah elini çekti de, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de çok uzaklarda kaldı da, iş bunlara düştü!..
O bu değil, onun için zâten livecillah, SeBiLiLLaH, Allah için, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem için hasbi habibi hizmette oluş gerçekten muhteşem bir şeydir.
Kıymetli bir şeydir, anlaşılması zor olabilir fakat gün gelecek ki herkes son nefesini hırladığında “eyvah ki ne eyvah!” diyecek.

Bunu şunun için söyledim demek ki işin boyutları gittikçe büyüyor.
Allah Celle Celâluhu korusun inşae Allah bağışlasın ve yardım etsin!.
Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön