KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Resim KUL İHVÂNİ 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi


Ahmed Er Rufaî kaddesallahu sırrahu Salâvât-ı Şerifesi
(17 Haziran 2011 Tarihli Kul İhvâni Sohbeti)


14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Cevheratu'’l-Esrar ismiyle anılan bu salâvât Ahmed er Rufaî Hazretlerine ait evraddır. Samimiyetle devamında pek çok sırların seyrine ulaşılacağı önemle bildirilmiştir.

Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM

Resim

Resim
TÜRKÇESİ: Allâhumme salli ve sellim bârik alâ nûrike'l-esbaki Ve sırâtike'l-muhakkak Ellezi ebreztehu rahmeten Şâmileten livucûdike Ve ekremtehu bi şuhûdike Ve'stafeytehu linübüvvetike ve risâletike Ve erseltehu beşîran ve nezîra Ve dâiyen ilallâhi biiznihi ve sirâcen munîra Noktati merkezi bâi'd-dâireti'l-evveliyyeti Ve sırrı esrâri'l-elifi'l-kutbâniyyeti Ellezî fetakte bihi ratka'l-vucûdi Ve hassastehu bi eşrâfi'l-makâmâti bi mevâhibi'l-imtinâni Ve'l-makâmi'l-mahmûdi Ve âksemte bihayâtihi fi kitâbike'l-meşhûri li ehli'l-keşfi ve'ş-şuhûdi Fe huve sırruke'l-kadîmu's-sâri Ve mâi cevheri'l-cevheriyyeti'l-câri Ellezî ahyeyte bihi'l-mevcûdâti min ma'’denin ve hayevânin ve nebâtin Kalbi'l-kulûbi Ve rûhi'l-ervâhi Ve i'lâmi'l-kelimâti't-tayyibât El-’kalemi'l-a'lâ Ve'l-arşi'l-muhît Rûhi cesedi'l-kevneyni Ve berzehi'l-bahreyni Ve sâniye isneyni Ve fahri'l-kevneyni ebi'l-Kâsımi ebi't-tayyibi seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdi'l-muttalib abdike ve nebiyyike ve habîbike ve rasûlike'n-nebbiyyi'l-ummiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslîmen kesîrâ bi kaderi azameti zâtike fî külli vaktin ve hînin. Subhâne rabbike Rabbi'l-izzeti ammâ yasıfûn ve selâmun ale'l-murselîn ve'l-hamdu lillâhi Rabbi'l-âlemîn.

MÂNÂSI: Ey RABBim, önceki nûrun olan, Kendi mevcûdiyetin sebebiyle, kapsayıcı bir rahmet olarak ortaya çıkardığın; Kendini müşâhede ettirerek keremlendirdiğin; Nebîliğine ve Rasûlluğuna seçtiğin; müjdeci, uyarıcı olarak gönderdiğin; Kendi izniyle ALLAH'a bir çağırıcı ve nûruyla aydınlatan bir kandil, ilk "bâ" dâiresinin merkezdeki noktası, kutup "elif"inin sırlarının sırrı kıldığın; varlık çemberini kendisiyle yardığın; en güzel mevhîbeleri vererek en şerefli makamları, Makâmı Mahmûd'u kendisine mahsûs kıldığın; ehl-u keşfe ve şuhûda malûm kitabında hayâtına kasem ettiğin; kadîm sırrın ki sârî; cevherlerin cevheri bir "su" ki câri; ki bu suyla Sen ma'den, hayvan ve bitki gibi mevcûdâta can verdin; kalplerin kalbidir o, ruhların rûhu; hoş kelimeleri yayan; en yüce kalemdir; kuşatan bir Arş, iki kevnin bedenindeki ruhtur; iki deniz arasındaki aşılmaz berzah; ikinin ikincisi; iki kevnin de medârı iftihârı; Ebu'l-Kâsım, Ebu't-Tayyib; Seyyidimiz, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (salallâhu aleyhi ve sellem), Senin kulun, nebîn, sevgilin, rasûlun, ummî olan nebîn, işte ona, onun âline, ashâbına çokça, her zaman ve anda Kendi zâtıyın azâmeti mikdârınca salât ve selâm ediver, onu mübârek kıl! RABBin işte O azîz olan RABBin, inkarcıların vasfettiklerinden münezzehtir!. Rasûllere de selâm olsun. İşte o hamd ki âlemlerin RABBine mahsustur!.


ResimEs Selâmu aleykum ve rAhmetullahi,ve berekatuhu

Eûzu billâhi’s- semî'i'l- alîmi mine’ş-şeytâni'r-racim.
Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm.

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidina ve Muhammedîn Nûru’z-zâtı’s sırrı sâria’l- cemî'i’l- esmâı ve’s- sıfat dâimen kesîran mubâreken tayyiben fîh, in şâe Allâhu'r-rahmân.

Elhamdu lilllâhi rabbi'l-âlemin ve çok şükür Yâ Rabbi'l-âlemin. Hamdu senâ olsun RABB'ımıza, bizi bu anlara getirdiği için ve kendisinden haberdâr kıldığı için!.

RABBu'l-âlemin kendi Rubûbiyyet rızâ ve rüşdünde yaşattığı için.
Daha doğrusu “bizimle berâber” demeye bile insan çekiniyor, biz onda yaşadığımız için, ya da bizde yaşıyor gözüktüğü için, kısacası bizi yaşattığı için RABB'ımıza sonsuz hamdu senâ olsun. Şükürler olsun!. İnşaallahu'r-rahmân…

İnsan öyle bir garip şeydir akıl ki, bir usturanın ağzı gibi, iki yüzün arakesiti gibi bir noktadadır akıl.
Bir ince sırdır insan dediğimiz şey Barbaros.
Aslı “ins” ins’ inden ibârettir yani. Baştaki in, “en” demektir. Yarattıkları içerisinde “en” oluşudur.
Muhammedî bir pozisyonda bulunuşudur. Son noktada oluşudur.
O’nu anlama kâbiliyeti istidadı kendinde melekesi verilmiş olmasıdır.
Hilâfet budur. Ondan dolayı da halîfedir ve ihtilaf da edebilir. Hizbu'ş-şeytana kadar gidebilir.
Bu bulunduğu usturanın ağzı gibi dediğim yerin adı “din”dir.
Ve burada akıl, zâhirinde dünyâyı, bâtınında âhireti yaşar. Nerede?
Bu arakesitte. Usturanın ağzında. Tel canbazının ayağının altındaki telde yâni.
Sağa atarsa dünyâ, sola basarsa âhiret.
Ama ikisini de zâhir ve bâtını seviyelediği zaman, dinde seviyelediği zaman.
İşte teslim olursa buna müslim, îman ederse mü’min deriz.
Gerçekten Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme tâbi olursa, yâni ALLAHu zu'l-Celâl'e tâbi olursa velî olur.
İtaat ederse ehli olur. Ehl-i MuhaMMed Aleyhi's-selâm ya da Ehlullah olur.
Yâni bunlar bir makam ve yükseklik değildir.
Bunlar bir anlayış tarzıdır. Yaşayış tarzıdır. Hissediş tarzıdır.
Kendi yaşıyor gibi değil, onlar yaşıyor gibi anlayabilmektir.
Öyle yürekler, pâk ve temiz, gerçekten müteeddib, ,mütezekka, taayyib, mutahharun ve musaffa yürekler vardır ki, onlar da ALLAH Dostları, Ehl-i beyt Aleyhi's-selâm, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ve RABBu'l-âlemîn alenen yaşar. Gerçekten yaşar.
İşte bunlardan bir tânesi de Ahmed Er-Rufâî Hazretleridir. 14. Salâvât, onun salâvâtıdır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri benim hayâtımda en çok gönül bağı kurduğum sevdiğim ama üzerinde çalışma imkânı çok bulamadığım bir zâttır. Hasan-ı Şâzelî Hazretleri ile berâber.
Kendisine karşı sonsuz bir bağımız ve hani ne olursak olalım, bir babanın çocuğu olur, birisi yaramaz olur, birisi yarar olur ama ikisini de sever.
İkisine de bağlılığı vardır. Birinde üzüntü duyar, birinde sevinç duyar fakat bağlılık vardır. Biz de öyleyiz.
Bir zamanlar, geçen zamanlar içerisinde, biliyorsunuz ben 18 sene civârında deniz kenarına giderdim yazları. Sâhile gider orada “Lâra Zevkleri” ya da “Lâra şiirleri” o dönemler geldiğinde göreceksiniz.
Hep Lâra, deniz fırtınaları, şunlar bunlar anlatılacak.
İşte öyle bir zaman içerisinde, o fırtınalı günlerimde zamanlarımda Ahmed Er-Rufâî Hazretlerini görmek istedim. Yâni gönlüm istedi.
Bir ikindi zamânı, akşam olmamıştı, ikindi geçmişti, bir zaman içerisinde bir siluet hâlinde, denizden yürüyerek deniz kenârına geldiğini, benden birazcık daha boylu ama ufacık tefecike yakın bir insan, sakalları seyrek, sanki kırmızı kırçıllı bir yüzle, başında siyah bir sarık var.
Alelâde sarılmış gibi, diyebileceğim bu kadar.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri , Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme karşı o kadar büyük bir saygı ve muhabbet duyan bir zâttır ki, “Efendim bu kişi otururdu orada sabahtan akşama kadar namaz kılardı, oruç tutardı” felan bunlar farzdır.
Yemek yemek, su içmek, tuvalete gitmek gibi farz-ı ayn şeylerdir.
Mesele bunlardan daha ötededir.
Yâni Ahmed Er-Rufâî Hazretleri, Rufee kendi kabilesinin ismidir. Oradan gelmektedir.
Onun o muhteşemliği, şimdi yerinde yeller de esse, onun tılsımını kullanarak insanlar avurtlarına şiş sokup çıkarsalar da, onu bedenlerine sokup çıkarıyorlar.
Oysa Ahmed Er-Rufâî Hazretleri insanları bugün bile hayret ve dehşette bırakacak kadar muhteşem bir kerâmet zirvesindeki bir zâttır.
ALLAH Celle Celâluhu himmetini canevlerimizde can eylesin inşaallah.

Ahmed Er-Rufâî Hazretleri Efendimizin salâvâtı gerçekten o meşhur halılar var ya, ipek halılar, İran’da vs var. Santimetrekaresinde şu kadar düğüm var.
Halının kıymeti bundan anlaşılır.
Ne kadar çok düğüm varsa o kadar halis muhlistir.
En ince iplikten dokunur hakaik ve dakaiklerdir işte böylesine bir halı gibi dOKUnmuştur!..

Hakîkatler ve incelikler, letâif gergefine gerildi mi burada artık alış-veriş olmaz.
Halbuki demin söylediğim usturanın ağzındaki akıl dünyâdan alır âhirete verir. Bir alış-veriş için yaratılmıştır.
Oysa bunlar akıllarını nakil yaptıkları için, oysa bunlar nakillerini kendi vicdanlarında yaşayan Hayy olan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemden ve Hayy olan Rahmeten li'l-âlemîn’den ve Hayy olan RABBu'l-âlemîn’den aldıkları için her an vahyî, veysî, vehbî, kesbî, mekanizmaları ile çalışan zâtlardır.
Bizler için dînimizde, dünyâmızda ve âhiretimizde çok muhteşem olan şeyler onlar için bir görevdir.
Sanki cehennemin içerisinden 1 sn’de geçersek yanmayacakmışız gibi bizi yıldırım hızıyla geçiriyorlar. Biz yanmıyoruz.
Onlar geri dönüp yine geçirmeye devam ediyorlar, durmadan bu işi yapıyorlar. Hiç bıkmıyorlar.

İşte bu insan aklına anlatılacak bir esrar bir sır asla değildir.
Ve insanlar buralarda elenir giderler Barbaros.
Ben hep bunu dağa çıkışa benzetirim.
Siz Hasan Dağı’na çıkacaksınız. 50 kişi aşağıdan çıkarsınız, belli bir yere gelirsiniz 40 kişi kalır.
Şişmanlar, soluk alamayanlar, kilolular, yorulanlar vs hep oralarda dökülür artık.
Ne zaman ki Kartal Gölüne çıktınız 20 kişi kalmaz, ama ne zaman yukarıya vurunca hava basıncı azalır insanın iç basıncı artar, birçok insanların ağzından burnundan kan gelir.
Ya da kıpkırmızı olur yüzü, dalağı şişer, nefesini yetiştiremez.
İşte buralarda elene elene dağın tepesine çıkarsın.
İlkokul üçüncü sınıfa giden Fâtih çıkmıştır. 70 yaşında teyzem çıkmıştır.
Ama pek çok delikanlı aşağıda kalmıştır.
Anka ile falan çıktığımız zamanı söylüyorum.
Bundan şunu söylemek istiyorum.
Bu elekler öyle garib eleklerdir ki, “Kûn Fe yekûn” Elekleri denene denene gider.
Ve insan aklı ister ki kendi istediği yerde denensin. Böyle yaratılmıştır.
Halbuki aslâ böyle değildir. Kader kaderullah’tır.
Bütün mesele Sadâkatle, Samîmiyetle ve Sabırla Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi İZlemektir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi İZlemeyenlerin duydukları sözler, âyetler, bunlar bilgisayara bakarak yemek yemek gibidir.
Ya da “yemek yiyorum” diye yazı yazmak gibidir.
Fiiliyata geçmez demek istiyorum.
Onun için Ahmed Er-Rufâî Efendimiz gibi büyüklerimizi ALLAH Celle Celâluhu bizim meded merciimiz menbâımız kılsın inşaallah.
Bizim târikatlarımızda, Kadirîdir, Nakşîdir, Rufaîdir vs.dir doğrudur.
Hangisinden olalım diye bir endişemiz asla yoktur. ALLAH’a şükürler olsun.
Çünkü biz ALLAH’ın izni ve inâyetiyle iyiysek de, kötüysek de, yapıyorsak da, yapamıyorsak da, ne ediyorsak da candan yürekten Ehl-i beyt Aleyhi's-selâm'a bağlıyız.
Ne zaman Somuncu Baba denilirse bizim babamızdır.
Ne zaman Abdulkadir-i Geylânî Hazretleri denilirse bizim dedemizdir.
Ne zaman Ahmed Er-Rufâî Hazretleri denilirse bizim dedemizdir.
Bizim güzelliklerimizle övünç duyarlar.
Yaramazlıklarımızdan üzüntü duyarlar.
ALLAH bizi bağışlasın, affetsin ve Rahmetine gark etsin.
Gelecek zamanlarımızı ve sıhhatlerimizi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin izinde ve dizinde kılsın.
Bu hususta bize meded eylesin. Kalblerimize ilham eylesin.
Ve onları işlemek nasib etsin inşae ALLAH!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Ahmed Er-Rufâî Hazretleri neden bu kadar önemli?
Onun hayâtından kısaca bahsedeceğim ama, kendisi Hacc'a gidiyor biliyorsunuz 555 Hicrî yılında, ve Hacc'da Mekke’deki işi bitince Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme ziyârete gidiyor. Medîne’nin haram sınırlarına girdiği zaman ayakkabılarını çıkarıyor. Başını açıyor. Yalın ayak, başı kabak.
Epey bir mesâfedir bu denilen mesâfe, otobüsle sanıyorum yarım saat falan sürüyor.
Taa oradan yâni Medîne’nin Haram Bölgesine girdiği, hürmete lâyık bölgesine girdiği zaman yalın ayak yürüyor.
Ravza-i mutahhara’ya Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin huzûruna geldiği zaman Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in kabri önünde kıbleye dönüyor, yüksek sesle diyor ki: “Es-selâmu aleyke Ya Ceddi
Çok nefis bir Arapçası vardı, ama Arapçasını bulamadım tercüme olarak: “Bu uzaklık hâlinde rûhumu elçi yolluyorum, bu yeri öpsün diyerek vekil tâyin ediyorum rûhumu, işte bu kalıpların devleti hazır bekliyorum, sağ elini uzat dudaklarım yansın istiyorum”.
Ama eskiden biliyorsunuz bilgisayar yoktu. Bu zâtın bende iki kitabı vardı o kadar sert o kadar şeydi ki, Siirtli Hocanın olmadığı bir sohbette bir bölümünü okudum diye Sâlih diye bir arkadaş, kraldan daha çok kralcı birisi: “böyle kitaplar burada okunmaz hocam olsaydı müsaade etmezdi”, dedi.
Bir gün sonra Siirtli hocam geldiğinde: “Hocam müsaade ederseniz şuradan bir şey okumak istiyorum “dedim, “buyur” dedi.
Okudum dedi ki: “Ahmed Er-Rufâî mi okuyorsun?” “evet, onu okuyorum “dedim.
Bir anda yüzü değişti: “Sen onun nasıl namaz kıldığını biliyor musun? El-Kahhar esmâsında namaz kılmak ne demektir bilir misin?
Bilmem, ben hep câmide kıldım. Ben ateşin içinde namaz kılmadım. Ben denizin içinde namaz kılmadım. Gökyüzünde de kılmadım
Ama o El-Kahhar esmâsında kılıyordu!” dedi.
Ahmed Er-Rufâî bu, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'le : “Sağ elini uzat dudaklarım yansın Ya Rasûlullah” dediğinde, sallallâhu aleyhi ve sellem, sağ eli ışık huzmesi şeklinde çıkmıştır: “Ve aleykum Es-Selâm evlâdî” buyurmuştur.
Dedeciğim, ceddim!” diyor. Yâ Ceddî, dedem. Selâm olsun sana, “Ve aleykum Es-Selâm”.
Bu olay hayâlen olmamıştır.
Olayın şâhidlerinin başında Abdülkadir Geylânî Kaddesallâhu sırrahu'l-azîz vardır.
Ve biraz sonra da söyleyeceğiz: “Sahâbe de dâhil, sahâbeden sonra en üstün Ahmed’dir” diye buyurmuştur Abdulkadir Geylânî Efendimiz.
Çünkü Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin ona muhteşem iltifatına şâhid olmuştur.

Aynı şeyler biliyorsunuz benzer şekilde Şeyhu’l- Hazîn Hazretlerine de olmuştur.
1920’ler civârında o dönemde. Fiilen olmuştur.
Bütün insanlar duyarak, Şeyhu’l- Hazîn'de ses hâlinde duyulmuştur.
Ahmed Er-Rufâî de ise sağ elini uzatmıştır.
İşte bu yüzden Rufâî’ler tılsım hâlinde kullanmışlardır bunu.
Yanaklarına şiş sokma, çeşitli ateşe girip çıkmalar gibi.

Ahmed Er-Rufâî Hazretleri 7 yaşında babasını kaybetmiştir.
Zor bir yetimlik dönemi geçirmiştir. Babası Seyyid’dir.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in torunudur.
Dedeleri Sünnî ve Şiî çatışmalarında vaaz ve nasihat için gönderilmiştir.
O nedenle Basra civârında, Bağdat civârında kalmışlardır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin 1118 Milâdi yâni 512 Hicrî târihinde doğduğu tespit edilmiştir.
63 yaşında iken 1182 yılında HAKKa yürümüştür.
Nesebi İmam-ı Hüseyin Aleyhi's-selâm’dır. Tüm kaynaklar bu hususta birleşir.
Babası Seyyid Ali’dir. Annesi ise Eyyub El-Ensâri Hazretlerinin torunlarından Fâtıma El- Ensâri’dir.
Bizim İstanbul'daki Eyyup Sultan babanın torunudur.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin dayısı büyük âlimlerden Mansur Radıyallâhu anh’dır.
Mansur Radıyallâhu anha Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem “Fâtıma’dan doğacak çocuğu Aliyyu'l-kari vasfî’nin terbiyesine teslim et!” buyurmuştur.
40 gün sonrada Ahmed Er-Rufâî Hazretleri doğmuştur.
Basra’ya gitmelerinin sebebi dediğim gibi, oradaki irşad içindir.
Babası görevi gereği Bağdat ile Basra arasında Bataih denilen bataklık bir bölgede İnabide Köyünde doğmuştur Ahmed Er-Rufâî Hazretleri.
7 yaşına kadar babasıyla kalmış, babası vefat edince Mansur El-Bataihi, bulunduğu köyden dolayı ismini alıyor, kardeşleriyle birlikte onu himâyesine almıştır.
Çok küçük yaşta hâfızlığını tamamlamıştır.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin işâreti üzerine Şeyh Ali El-Kâri El-Vasfi’ye teslim edilmiştir.
Bu zât Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem çok yakın ilişkisi olan bir zâttır.
Çok insan yetiştirmemiştir. Hep özel görevlidir.
Ahmed Er-Rufâî , çok küçük ve genç olmasına rağmen tahsilinde, tâlim ve terbiyesinde büyük dikkat ve titizlikle hareket etmiş, ona ana röper noktalarını vermiştir.
Harita üzerindeki röper noktalarını tespit ettirmiştir.
Bu araları sen dolduracaksın, hani örümcekler atıyor ya, önce iskeleti-ana ipleri atıyor sonra araları örüyor.
O ana gergefi gerdiriyor. Ondan sonra araları Barbaros sen doldur.
Barbaros gitti başka bir Barbaros geldi onu da sen doldur.
Bu şekilde muhteşem bir İlim, Edeb, İrfÂN, ErkÂN Dünyâsı kuruluyor onu demek istiyorum.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri neden bu kadar önemli?

Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Özelliği nedir?
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri aklı ve nakli çok değerli bir şekilde seviyelemiştir.
Aklı ve nakli seviyelemiştir. “Lâ ilâhe” Aklıyla, “illâ ALLAH” Naklini seviyeleyerek, ALLAH tevhîdini getirmiştir.
Bunlar bizim büyüklerimiz, bizim önümüzdekilerdir.
“Efendim şöyle yaparsak cehennemden kaçarız, şöyle yaparsak cennete kavuşuruz!”
Anladım cehennemden kaçalım, cennete kavuşalım da şu işi bir anlayalım önce.
İşin aslını astarını bir anlayalım.
O zaman belki kaçtığımız yerde güneş doğsa gece gündüz olacak.
Belki cehennem cennete dönecek.
İki yer yok ki. Bu kaçışlar bu koşuşları durdurmak, neyle olacak bu?
Sadrdan sadra olacak. Satırdan satıra değil.
Elimiz Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin eline ulaşırsa, dilimiz diline ulaşırsa, kalbimiz kalbine rûhumuz rûhuna kavuşursa ki, zâten ruh tektir. O da Rûh-u Rasûlullah’tır.
Tüm yaratıklar melek dahi olsa Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in rûhundan yaratılmıştır.
Üfürülen Rahmân nefhası->RABB nefhası->Rasul nefhası-> kainata ve herKESe RUH Nefhası bunlar hep dörtlü sistemdir.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri gerçekten kendine mahsus bir fıkıh, hadis, tefsir anlayışı olan hakîkî bir mutasavvıftır.
Ne acıdır ki o çağın gereği eserlerinin çoğu yansıyamamıştır. Kendisi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELL muhabbetinden dolayı çok etkili bir hatibtir.
İrticâlen konuşur. Bir şeyi yazarak çizerek hazırlayarak değil.
Kendi hâlinde akışına bırakır.
Gözleri sürekli sürmeli gezer.
İnsanların yüzüne direk bakmaz.
Sanki bir şeye gülüyormuş gibi ya da dünyâyı hafife alıyormuş gibi olaylar karşısında çok rahat, sâkin bulunan bir zâttır.
Tebessüm ve sukûnet onun ana vasıflarındandır.
Sekînet-i Muhammedîyye sallallâhu aleyhi ve sellemin bu güzelliği kendisinde her zaman vardı. Ne zaman yoktu?
Namazda. Sohbet için bir yer yurt aramaz.
Sokaktaki iki tâne serseri çağırsa dese ki: “hocam bize sohbet et!” sanki binlerce kişiye, reis-i cumhurlara, halîfelere şuna buna vaaz ediyor gibi bir îtina ile onların nazına oynardı.
Meşhur Ebû Zekeriyya, o da büyük bir mutasavvıftır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerine çok soru soran âlimlere müdâhale ediyor: “Ne kadar soru soruyorsunuz!
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri gülüyor diyor ki: “Yâ Zekeriyya, bu dünyâ fânidir, bırakınız ben hayattayken sorsunlar
Ne demek istiyor?.
Bu dünyâ fânidir, insanlar heyecan fırtınasına kapılıyor, sorsunlar ben gidersem soruları cevapsız kalacak.
Onun için çok genç yaştayken kaybetmiştir Vasfî Hazretlerini 27 yaşındayken kaybetmiştir.
Ne diyor: “Herkes üstâdıyla iftihar eder. Ben ise talebem Rufâî ile iftihar ettim!” diyor.
Herkes kendisini yetiştiren üstâdıyla iftihar eder, ben de yetiştirdiğim Rufâî ile iftihar ettim!” diyor.
Bu kadar aralarında muhteşem bir muhabbet var doğmuştur. Çok kısa zamanda meşhur olmuştur.
Kendi isteğiyle değil. şaşkın ve taşkın değil. Aşkın bir aşkla herkese karşı bir muhabbet beslemiştir.
Aslâ halk içinde meşhur olup herkesin etrâfında pervâne döndüğü birisi olmasına, Münir Derman Hocam gibi, o da müsaade etmemiştir.
Fakat kendi makam ve görevlerini de fiilen yapmıştır.

O devrin Abbasi halîfesi Muhtefi’ye diyorlar ki:“Bu Ahmed Er-Rufâî var ya, kadın ve erkeklerle sohbet ediyor birlikte, hatta zikir ettiriyor. Onlar zikir ederken kadınlarda dışarıda duruyorlar, sessizce onlarda katılıyorlar!”
Ve Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin tehlikeli olduğunu, kendisine yakında isyan edeceğini söylüyorlar.
Ehl-i Beyt Aleyhi's-selâm'ın hep başına gelen şeyler onun da başına gelecek tabi.
Halîfe de müfettişler gönderiyor.
Bu müfettişlerle ilgili kerâmetleri vardır.
Soru sorduklarında Aslan'a dönüşmüştür.
Döndüklerinde şöyle demişlerdir raporlarında: “Eğer bu seyyid ve müridleri Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin sünnet yolunda değillerse, yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiçbir kimse kalmamış demektir!” demişlerdir.
Bu kadar Kur’ân-ı Kerîm ve Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme bağlı idi.

Nerede fark var?
Şurada fark var. Ahmed Er-Rufâî Hazretleri diyor ki; kadın ya anamdır, ya eşimdir, ya kızımdır, ya gelinimdir. Ya da dünyâdaki bütün kadınlar kız kardeşimdir. Başka birşeyim değildir, diyor.
Çünkü İslâm üzere yaşıyor. Onun içinde zâten herşey bu sınırlar içerisinde yürüyor.
ALLAH Yolunda ve Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem Yolunda.
Kendisine âit küçük bir misâfirhânesi vardır.
O misâfirhânenin dışında hiç yemek yemez.
Oraya o devirde çok olan cüzzam hastaları gelir, eli ayağı düşmüş, burnu düşmüş falan. Orayı bilirlerdi çünkü.
O misâfirhânesinde onlara yemek verir, kendi elleriyle temizler, yıkar, merhemler sürer, elbiselerindeki yırtıkları da yamardı.
Bu kadar mütevâzi bir zâttı.
Namaz kılarken benzi birden sararır, kendinden geçer bir hoş olur, hayret ve dehşet içinde kalırdı seyredenler.
Çünkü: “Neden böyle oluyor” dediklerinde ALLAHu a'lem belki Vâsıti Hazretleri soruyor bilemiyorum ama, diyor ki: “Efendim namaza kalktığım zaman sanki ALLAH bana El-Kahhar ismiyle tecelli edecek gibi geliyor!”… Burada bir nokta.

Siirt’li Hocamın Ahmed isminde küçük kardeşi vardı.
Siirt’te yaşardı. İki kere geldi Antalya’ya bende gördüm kendisini.
Doğuşundan îtibâren garib bir insan.
Aşağı yukarı 70 küsur yaşında vefat etti.
Yüzüne baktığınızda zâten bir deliyle konuştuğunuzu sanırsınız.
Çok temiz giyinirdi ama garib bir insandı.
Çok ilginçlikler vardır onun hayâtında. Bu zât Antalya’ya gelmiş.
O zaman Siirt’li hocamın sır sohbetleri diye gece yapılan 7 kişiyle yapılan sohbetleri vardı.
Kuyumcunun evinde ise oraya 7 kişi giderdi.
Orada her türlü soru serbestti.
Sır Sohbeti” olmasının sebebi buydu. Ne sorarsanız sorun. Cevapsız kalmayacak yâni. Ben bunları banta almıştım.
O zaman dediler ki: “Efendim biz bu kadar yıldır konuşuyoruz. Siz bunları banta aldırmıyorsunuz sır diye, Abdüllatif geldi getirdi oradan bir küçücük teyp kaydediyor!”
O da döndü dedi ki: “Ama Abdüllatif SıRR-ı SıFıR. Sırsız. Değil mi? Kırsız, sırsız ne derseniz deyin!” dedi.
Bu bantlar hâlâ duruyor.
İşte o sohbetlerin birisinde bir gece, Mehmet isminde bir kuyumcu vardı meşhur, zenginlerinden Fenike’nin.
Onun Antalya’daki evindeydik. Ahmed Abi'de gelmiş oraya.
Ben kapıdan girince bu bir celâllendi.
Aman Ya RABBi bir heyecanlandı kalktı falan.
Salonun ortasına geldi, bağırarak: “Abi dedi, söyledin mi anlattın mı Ahmed Er-Rufâî Hazretlerini. Neden böyle, nerede namaz kıldığını. Nerede kılardı?”
“Otur Ahmed yapma!” şu bu falan.
Geldi böyle kucakladı beni, kucak kucağa oturuyoruz biz.
Sırtım onun göğsünde, çok hızlı nefes aldığı için sanki sırtımda körük var gibi onun göğsü çalışıyor, zikr-i dâim olan bir zâttı yâni. Her an zikirde olan bir zât.
Efendim namaz kılınacak” dendi. Siirt’li hocam yatsı namazlarını kıldırırdı.
''Ved’duha ve E lem neşrah''’ten başkada bir âyetler okuduğunu hayâtı boyunca görmedim ben yatsı namazında.
Hep onu okur. Çok güzel okurdu tabii.
Ama Ahmed Abi gitti. O ev sâhibine işâret ettiler. Onu aldı gitti.
Biz namazımızı kıldık. Hocam kıldırdı sağ olsun. Duâlar bitti.
Gittiği yerdeki kapı açıldı. Büyük bir evdi. Konak yâni.
Bir kişi geldi ki: “Bu adam Ahmed Abi değil mi? Ya da dersin ki, bu adama bir ton dayak atmışlar. Burada hışr olmuş adam!” Hocam nasıl bir iş?” dedim.
Abdullatif yalnız olmayınca namaz kılamıyor!” dedi.
Cemaatin içinde namaz kılamıyor bu” dedi. “Tek kılması lazım!”

Kur’ân-ı Kerîm’de “Harrû succeden” deyimi vardır.
ALLAH’a öyle burnunuz üzerine yere yatın” derken, “secde yapın” derken, “al kendimi yere çaldım, parçaladım” demek değildir.
Buzluktan vaz geçtim Su oldum” demektir. “Hürriyete kavuştum” demektir.
Ben buz iken hürriyette miydim sanıyorsun?

Bu böyle bir HARRûdur ve böyle bir hayrân kalıştır, harrû yapıştır.
HARRû Secdeleri...


إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Resim---''İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ HARRÛ SUCCEDEN ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne) : Bizim âyetlerimize öyle kimseler îman ederler ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere (*) kapanırlar ve RABBlerine hamd ile tesbih ederler de kibirlenmezler.”
(Secde 32/15)
(*): Secde âyeti okudunuz secde ediniz.

İşte bunlar Kahhar sıfatının, El-Kahhar’ın, harra harra, harra succedan vardı ya, kızgın sacın üzerine dökülen bir bardak suyun zıplayarak yok oluşunu anlatmıştım ya, işte öyle.
Harra, Kahhara, Kahhar kudretinde olan yâni.
Bunlar gerçekten hayâtın içindeki, hayâtın içinde çok zevkli şeyler vardır, avcıysanız ava gidersiniz, balıkçıysanız balığa gidersiniz.
Taş oynamak istiyorsanız gider kahvede akşama kadar oturur oynarsınız.
Zevklerdir bunlar. Ama öyle de zevkler vardır ki, Bedenî, Nefsî, Kalbî ve Ruhî Zevkler.
İşte Ruhî Zevklerden birisi de “SALL SıRRının kahhara geçişidir”. HaRRa’ya geçişidir.
Harârete geçişidir, yâni “RSıRRının hakîkatlerine Zâhir ve Bâtında kudret olarak erişmek anlamındadır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin âşıklarından bir tânesi de, ve bütün hayâtında.
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:
Kur’ân-ı Kerîm’de “Harrû succeden” deyimi vardır.
“ALLAH’a öyle burnunuz üzerine yere yatın” derken, “secde yapın” derken, “al kendimi yere çaldım, parçaladım” demek değildir.
“Buzluktan vaz geçtim Su oldum” demektir. “Hürriyete kavuştum” demektir.
Ben buz iken hürriyette miydim sanıyorsun?

Bu böyle bir HARRûdur ve böyle bir hayrân kalıştır, harrû yapıştır.
HARRû Secdeleri...


إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Resim---''İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ HARRÛ SUCCEDEN ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne) : Bizim âyetlerimize öyle kimseler îman ederler ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere (*) kapanırlar ve RABBlerine hamd ile tesbih ederler de kibirlenmezler.”
(Secde 32/15)
(*): Secde âyeti okudunuz secde ediniz.

İşte bunlar Kahhar sıfatının, El-Kahhar’ın, harra harra, harra succedan vardı ya, kızgın sacın üzerine dökülen bir bardak suyun zıplayarak yok oluşunu anlatmıştım ya, işte öyle.
Harra, Kahhara, Kahhar kudretinde olan yâni.
Bunlar gerçekten hayâtın içindeki, hayâtın içinde çok zevkli şeyler vardır, avcıysanız ava gidersiniz, balıkçıysanız balığa gidersiniz.
Taş oynamak istiyorsanız gider kahvede akşama kadar oturur oynarsınız.
Zevklerdir bunlar. Ama öyle de zevkler vardır ki, Bedenî, Nefsî, Kalbî ve Ruhî Zevkler.
İşte Ruhî Zevklerden birisi de “SALL SıRRının kahhara geçişidir”. Harra’ya geçişidir.
Harârete geçişidir, yâni “r” sırrının hakîkatlerine zâhir ve bâtında kudret olarak erişmek anlamındadır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin âşıklarından bir tânesi de, ve bütün hayâtında.
Resim

Resim

ZEVK 4288

HaVVa-HAcErr-ASiYe-MeRYeM, Dört Köşesi ALT BAŞında
ÂMiNe – AYŞe – FâTıMa - HaTiCe Hayy ÜST KAŞında
SuCCetu’l- HARRa SıRRında cİSİMde cAN HAKKîkatı
Kadın HaRRaM-KâBe HaRRaM, HaCCeRRu’l-ESVeD TAŞında..


29.12.10 01:39
nrml.alâim-i semâ…

HaRRa: Harâretli. Kızgın. Çok sıcak. Yakıcı. En içten ihlâslı. Zâhir Bâtında El RaBB, El HaKKu celle celâluhu zuhûru.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Aynı şekilde Ali Hüsâmeddin Hazretleri de öyleymiş.
Siirt’li Hocamın şeyhi, Şeyhu'l-Hazin’in oğlu Alaaddin Efendi'dir. Alaaddin Efendi, Şeyhu'l-Hazin’in oğludur.
Şeyhu'l-Hazin Irak’taki Seyyid Ali Hüsâmeddin Hazretlerine bağlıdır.
Ali Hüsâmeddin Hazretleri de benzer bir insandı.
Namaz kıldıktan sonra yarım saat dağlara çıkmadan duramazdı.
Böyle bir zâttır. Meşhurdur onun o halleri.
Ve bir gün bahçede sohbet ediyor.
Yaz günü kuyu başında, kendisine bağlı müridleri hayretler içinde dinliyor.
Önlerinden bir kişi geçiyor böyle, diyor ki: “Bak şu gördüğünüz beyaz elbiseli kişi Hızır’dır, bir ihtiyacı olan varsa gitsin!
Bir kişi yerinden kıpırdıyor. Dizlerinin üzerine rüku hâline gelince ayıkıp diyor ki: “Efendim özür dilerim boş bulundum. Cevap, diyor ki: “Zâten boştun. Otur da dol!
Boş muşum efendim diyor, Hızır hazırdaymış. Huzurdaymış. Ben zannettim ki ikilikte!
Onda mı? Bunda mı? Şunda mı? Meğer külli şey hazırda, huzurda, hızırdaymış. O kimi arıyor?
Put arıyor. Başka bir şey arıyor. O bilmiyor ki Barbaros, kalb pirizi kalb fişi dediğimiz, duvardaki piriz fiş mi ALLAH aşkına?
Nasıl?
Ameliyat yapıp da kalbinin içine fiş piriz mi takacağız?
Bu kadar farklı söylediğim şey.
Dışarıdaki Hızır’ı bulmak ile içerideki Huzûru bulmak, Huzurda Hazır olmak, zâten hazır ve huzûru yaratan ALLAH, RABBi'l-Âlemîn şah damarından yakın. Bunu anlayabilmek için..

Meşhurdur onun menkîbeleri.
Bir gün soruyor, diyor ki: “Benim hatâlarımı kusurlarımı söyleyin!
Herkes “yok efendim falan” diyor.
Hayır hayır söyleyin” diyor.
İçinizdekini söyleyin, zâten görünüyor diyor içinizdekiler!
O zaman birisi diyor ki: “Efendim şu rastgele ayak takımını da getiriyorsunuz buraya!” diye.
Ooof diyor, siz hepiniz beni ALLAH Âşığı biliyorsunuz, ama bilmiyorsunuz ki ben yeryüzünde yaşayan herkesten daha aşağıyım. Çünkü ben Muhammed Aleyhisselâmın hizmetçisiyim. Arabanın tekeriyim. Yolda ne olur bilemem?
Ne olacak yol bu, pis de olur, pas da olur, mis de olur, teker nereye basmaz ki? Teker yol mu seçer?
Teker nereye secde etmez ALLAH aşkına?
Tekerin yüzü nereye değmez Barbaros?
Uçar mı yâni? Önüne gübre geldi diye uçar mı? Gül geldi diye bu tarafa mı düşer?
Hayır. Her noktasına. Dikkat edin. Ben çok severim tekeri. Arabanın tekerini.
Düşünebiliyor musun Barbaros, İstanbul’dan çık Adana’ya kadar git bu yolun her miliminde o tekerin yüzü vardır.
Ben bayılırım tekere. Değmedik bir nokta koymaz.
Ne güzel değil mi? Olabilir mi böyle bir şey ya?
Tabii, biz Antalya’dan çıktık Bağdat Kerbelâ üzerinden Hacc'a gittik otobüslerle. Yolun her zerresine bastılar. Bu neye benziyor?

Bir bardak suyu camın üzerine dökerseniz her zerresi secde eder.
Hiçbir zerre üst üste kalmaz, yer bulabilirse.
Ancak yer olmazsa biribirinin üzerlerine binerler.
Yoksa bütün zerreler sıfıra sıfır yayılırlar. Secdegah.
Su insanlar Veliyullah'lardır en azından.
Çok saf iseler Ehlullah'lardır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin rûhu şâd olsun!.

Öyle ilginçtir ki, kendisine aynen Zeyn el-Âbidîn Hazretleri gibi.
Zeyn el-Âbidîn Hazretlerine diyorlar ki, kendi devrinin en büyük zâhir âlimlerinden birisi, Zeyn el-Âbidin Hazretleri kendisine zulmeden Hârun Raşid’e felan beddua etmiyor.
Ya seyyid sen Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in kanını, canını, îmânını taşıyorsun, bu zâlimlerin zincirlerine bir şey yapamıyor musun?” diye söylediğinde.
ALLAHu ekber!” dediğinde şakır şakır zincirler yerde, gökler açılmış gök âlemleri yâni.
Diyor ki: “Biz o zincirlere değil, biz şu zincirlere bağlıyız. Kader zincirlerine bağlıyız!” diyor.
Niye fitne çıkaracak!. Üç günlük dünyâya mı sıkışmış yâni.
Efendim “O münâfıktır!” dedi size deyince.
Bir kağıt kâlem getirir misiniz?” demiş.
Ey falan (şimdi ismini hatırlamıyorum) falan oğlu falan. Eğer söylediğin yanlışsa sana bir teşekkür ederim. Doğruysa iki kere teşekkür ederim. Ellerinden hürmetle öperim.
Ne diyor?
Bana münâfık demişsin. Bir bakacağım. Yanlışsa, “peki neden öyle gözüktüm ben?” diyeceğim. Bu adam böyle görmüş. Niye öyle gördü beni? Münâfıklık hâlim mi var ki beni öyle gördü bu adam? Niye öyle göründüm? Bu adam beni uyardı. Münâfıklık kisvesi en ağırdır, kâfirlikten de kötü. Kâfir müslüman olur geçmiş günahları af olur. Bu kadar güzel bir şey yaptı, uyardı beni. Söylediği yanlış ama öyle gözüküyormuşum. Dikkat edin. Ama doğruysa, işte o zaman iki kere teşekkürü hak eder, diyor. Benim yanlışımı bana haber verdi. Beni uyardı. Ve beni kurtardı!” iki kere teşekkür…

Ahmed Er-Rufâî Efendimizin, birkaç tâne kitabı vardı. Bunların bâzılarını bulabilirsek yayınlayalım, okuyalım inşae ALLAH.
O’nun yolu MuhaMMedî bir YOLdur. Dâima tevekkül içinde kalır.
Bizim büyüklerimizin yolunda olduğu gibi, asla halk içinde meşhur olmaz. Halk tarafından meşhur edilemez.
Kendilerinin izinin arkasına bir çalı çekerler.
Çölde yürüyor ama arkasına bir de çalı bağlamış. Çalı izini kaybettiriyor.
Dâima tevekkül içinde olurlar. Sadâkat içinde bulunurlar.
Muhammed Aleyhi's-salatu ve's-selâm’ın yolunu tam olarak uygularlar.
Kendisinde çok kerâmetler görülmüştür.
Dil ile Zikir, Akıl İle Fikir, Kalb ile Şükür , Ruh ile Sabır Yolu İZlemekte ustadır kendisi.
Tabi ki böyle büyük zâtların arkasında, nasıl ki tüm kara sinekler bir damla bal için biribirlerini yerlerse bu şekilde bir şeye de uğramıştır.
Pek çok kişi Ahmed Er-Rufâî isminde şu anda, ben kendimde şâhid olmuşumdur ki, İslâm dışında yaşayanlarına şâhid olmuşumdur.
Yâni açıkça: “Muhammede'r-rasûlullahdemeye gerek yok,Îsâ rûhullahdiyenlerde cennete girecektir” diye dediklerini duymuşumdur.
Kitaplarını da okumuşumdur. İsim vermek istemiyorum.
Tabi ki bunlar bu zâtların ismini kullanmışlardır. Hiç doğru değildir.

Ahmed Er-Rufâî Efendimizin güzellikleri çoktur.
Siirt’li Hocam Cevheratu'l-esrar” Sırların Cevherleri isimli bu salâvâta samîmiyetle devam edenlerin, pek çok sırların seyrine ulaşabileceği önemle bildirilmiştir dedi.
Kendiside bu kanaatteydi zâten Hocamın.
14. Salâvâtımızdan bahsediyorum.
Şöyle aklımızın gönlümüzün erdiği kadar hep berâber bakalım. Nasıl bir Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLi SELÂMlıyor?


Resim

Resim

LÂTİN HARFLERİ İLE: Allâhumme salli ve sellim bârik alâ nûrike'l-esbâk Ve sırâtike'l-muhakkak Ellezî ebreztehu rahmeten Şâmileten livucûdike Ve ekremtehu bi şuhûdike Ve'stafeytehu li nubuvvetike ve risâletike Ve erseltehu beşîran ve nezâra Ve dâiyen ilallâhi biiznihi ve sirâcen munîra Noktati merkezi bâid dâireti'l-evveliyyeti Ve sırrı esrâri'l-elifi'l-kutbâniyyeti Ellezâ fetakte bihi ratka'l-vucûdi Ve hassastehu bi eşrafi'l-makâmâti bi mevâhibi'l-imtinân Ve'l-makâmi'l-mahmûd Ve âksemte bihayâtihi fî kitâbike'l-meşhuri li ehli'l-keşfi ve'ş-şuhud Fehûve sirruke'l-kadimu's-sâri Ve mâi cevheri'l-cevheriyyeti'l-câri Ellezî ahyeyte bihi'l-mevcûdâti min ma’denin ve hayevânin ve nebâtin Kalbi'l-kulûbi Ve rûhi'l-ervâhi Ve i'lâmi'l-kelimâti't-tayyibât El’kalemi'l-a'lâ Ve'l-arşi'l-muhît Rûhi cesedi'l-kevneyni Ve berzehi'l-bahreyni Ve sâniye isneyni Ve fahri'l-kevneyni ebi'l-Kâsım ebi't-tayyib seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdi'l-muttalib abdike ve nebiyyike ve habîbike ve rasûlike en-nebbiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslîmen kesîra bi kaderi azâmeti zâtike fî külli vaktin vehinin Subhâne rabbike rabbi'l-izzeti ammâ yasifûn ve selâmun ale'l-murselîn ve'l-hamdu lillâhi rabbi'l-âlemîn.

MÂNÂSI: Ey RABBim, önceki nûrun olan, Kendi mevcûdiyetin sebebiyle, kapsayıcı bir rahmet olarak ortaya çıkardığın; Kendini müşâhede ettirerek keremlendirdiğin; Nebîliğine ve Rasûlluğune seçtiğin; müjdeci, uyarıcı olarak gönderdiğin; Kendi izniyle ALLAH'a bir çağırıcı ve nûruyla aydınlatan bir kandil, ilk "bâ" dâiresinin merkezdeki noktası, kutup "elif"inin sırlarının sırrı kıldığın; varlık çemberini kendisiyle yardığın; en güzel mevhîbeleri vererek en şerefli makamları, Makâm-u Mahmûd'u kendisine mahsûs kıldığın; ehl-u keşfe ve şuhûda malûm kitabında hayatına kasem ettiğin; kadîm sırrın ki sârî; cevherlerin cevheri bir "su" ki câri; ki bu suyla Sen maden, hayvan ve bitki gibi mevcûdâta can verdin; kalplerin kalbidir o, ruhların rûhu; hoş kelimeleri yayan; en yüce kalemdir; kuşatan bir Arş, iki kevnin bedenindeki ruhtur; iki deniz arasındaki aşılmaz berzah; ikinin ikincisi; iki kevnin de medârı iftihârı; Ebu'l-Kâsım, Ebu't-Tayyib; Seyyidimiz, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (sallallâhu aleyhi ve sellem), Senin kulun, nebin, sevgilin, rasûlun, ummî olan nebîn, işte ona, onun âline, ashâbına çokça, her zaman ve anda Kendi Zât'ının azameti miktarınca salât ve selâm ediver, onu mübârek kıl! RABBin işte O azîz olan RABBin, inkârcıların vasfettiklerinden münezzehtir!. Rasûllere de selâm olsun. İşte o hamd ki âlemlerin RABBine mahsustur!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

(Ankara’da yatsı ezanı okunuyor.)
Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm. Lâ ilâhe illâ ALLAHu’l- meliku’l- hakku'l-mubîn muhammede'r-rasûlullah sâdıku’l- va’di’l- emîn.
Âmennâ ve saddekna ve şehidna inşaallahurrahmân Ya RABBi'l-âlemîn.
Allâhumme salli ve sellim ve bârik ala seyyidina muhammedin abdike ve nebiyyike ve rasûlike nebiyyi'l-ummiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve ehli beytihi .

"Allâhumme Rabbe hâzihi'd-dâveti't-tâmme ve's-salâti'l-kâime âti Muhammedeni'l-vesîlete ve'l-fazîlete ve derecete'r-refîate veb'ashu Makâmen Mahmûdeni'llezî va'adtehu.''

Câbir radiyallâhu anhu'dan:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ezânı işittiği zaman (sonunda) kim: "Allâhumme Rabbe hâzihi'd-dâveti't-tâmme ve's-salâti'l-kâime âti Muhammedeni'l-vesîlete ve'l-fazîlete ve derecetu'r-refîate veb'ashu Makâmen Mahmûdeni'llezî va'adtehu. (ALLAHım... Ey bu eksiksiz dâvetin ve kılınan namazın RABBİ (sâhibi)! MUHAMMED (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e vesileyi ve fâzileti ver. O'nu va'adettiğin (üzere) Makâm-ı Mahmûd üzere ba's et (dirilt)" derse, ona kıyâmet günü mutlaka şefâatim helâl olur." buyurdu.
(Buharî, Ezân 8; Ebu Dâvud, Salât 28 (529); Tirmizî, Salât 157 (211); Nesâî, Ezân 38 (2,26); İbn Mâce, Ezân 4 (722)

"Cevheratu’l-Esrar" ismiyle anılan bu salâvât Ahmed er Rufâî Hazretlerine âit evraddır. Samîmiyetle devâmında pek çok sırların seyrine ulaşılacağı önemle bildirilmiştir.

Allâhumme salli ve sellim bârik alâ nurike'l-esbak Ve sırâtike'l-muhakkak Ellezî ebreztehu Rahmeten Şâmileten li vucûdike

ALLAH’ım teslîmiyette sell’limizi selâm olarak, istikâmette sall’lımızı salât olarak, ve bârik, ve bereketli olarak, kimin üzerine?
Alâ” O’nun üzerine ki, “nûrike” O senin nûrundur. Nûr-u Mim Nûrullah’tır.
Nûrike’l- esbaki” senin en sâbık, en öndeki, müsâbakada en önde yâni, en ön, ilk nûrundur.
ve sırâtike muhakkıki” senin muhakkak, muhakkik yolundur, ki o “sırâtıke’l- muhakkik” muhakkak, hakîkati aslâ geçmeyen kaybolmayan bir yolundur.
Sırat, insanların ayağının yürüdüğü yol değildir tasavvufta. Beden, nefis, kalb ve rûhunun geldiği gibi, Rahim’den doğduğu gibi Rahmân’a geçişidir. Rücu başlamıştır.
“ellezî ebreztehu Rahmeten şâmileten livucûdike”
Senin vâcibu’l- vücud olan vücûdun, gerçek vücud olan vücûdun, milyarlarca gölge vücudlar, mevcut gözüken.
Ortaya bir çivi koyun, dört yönden lamba yakın, çeşitli olsun aynı olmasın ışık yükseklikleri, hepsinin gölgesini görürsünüz ayrı ayrı.
Daha dün, bizim evimizin önündeki kuvvetli ışık gölge yapıyor.
Gece Ay’da oradan gölge yapıyor. Baktım iki tâne gölgem var. İki ışığa göre iki tâne gölgem var. Biri zayıf biri kuvvetli.
Hattâ yürüyünce gölgeler bir yerde kesiştiler. Biribirinin üstüne bindiler.
Ellezî” o ki, o senin muhakkik, tahkik edilmiş, hakîkatın kendisini fiilen yürüten yerine getiren yolun.
O ki, “ebrezethu Rahmeten” sen O’nu bâriz kıldın ortaya çıkardın.
Rahmet olarak, Rahmeten li'l-âlemîn olarak “şâmileten livücûdike” neye şâmil oldu bu?
Şâmileten, neyin şâmilidir. “li” için “vücûdike” senin vâcibu’l- vücud olan gerçek varlığına şâmil oldu.
Her eserin altında ALLAH’ın imzası var.
Allâhu nûru’s- semâvâti ve’l-ard.”
Biz fiillerinden dolayı Mûsâ aleyhi's-selâm, Firavun diye ayırırız.
Gül gübre diye bizim aklımız ayırır.
Yoksa ALLAH’ın nûrundan başka bir şey yoktur ortada. “şâmileten livücûdike” Sen O’nu kendi mevcûdiyetini göstersin diye kapsayıcı bir Rahmet olarak “şâmileten” bâriz olarak ortaya çıkardın.
“ve ekremtehu bi şuhûdike”
O’na öyle bir ikramda bulundun ki Yâ RABBi'l-âlemîn Yâ ALLAH Celle Celâluhu, şâhidin oldu.
O’na bakan Sen’i gördü yâni.
O Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemden sesi duyanlar, Sen’in sözünü duydular.
Öyle ikramda bulundun ki, kendi şuhûdunu şâhidliğini fiilen yaşattın yâni O’na.
“ve ekremtehu” O’nu keremli kıldın,ikramlı kıldın.
“bi şuhûdike” Sen’in şuhûdunla O’nu ikramlı kıldın.
Sen’in şâhidliğinle şuhûdunla. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin Eşhedüsü, ALLAH’a eşhedüdür.

Ve'stafeytehu linübüvvetike ve risâletike
Mustafa sırrına erdirdin. Istıfa ettirdin. Istıfa, Mustafa sırrına.
Eledin eledin eledin tek o kaldı kaderinde. Takdirin böyleydi yâni.
Ne için? “li” için “nübüvvetike” nebîliğinde “ve rusûlike” rasûliyyetinde.
Ne farkı var Nebîlik ile rasûllüğün?
Ben fark olarak görmüyorum şunu söylüyorum.
Nübüvvet, nebîlik bilelik nûrunu her an taşımayı gerektirir. Şu anda dahi.
Ceryan dedeme de lâzımdı, babama da, bana da lâzım, torunuma da lâzım.
Yağmur o dedemin dedesinin dedesine de yağmıştı, şimdi de yağıyor, inşallah torunlarıma da yağar.
Ama herkesin yağmuru ayrı.
Nübüvvet böyle bâtınen devamlılık ister. En alta iniktir.
Ama rusûlike sell ettiricidir. Teslim alır teslim eder Barbaros.
Teslim alır sen Müslüman olursun. Teslim eder ırci’ etmiş olursun.
Mutmain olmuş nefis, “ırcıi’ rabbike” den kasıt mutmain olmuş nefis. Neye mutmain olmuş?
ALLAH ve Rasûlune iman ediniz” olmuş yani. Rasûle îman etmiş.
Ne demek îman etmek? E söyledim ya?
Ne söyledin. Söylemeyle mi oluyor yâni.
İşte burada Mustafa sırrı Nübüvvet ve Risâlette direkt olarak.
Bakın nasıl güzel yerleştiriyor. Nübüvvet ve Risâleti Mustafa Aleyhi's-selâm sırrına yüklüyor. Mustafa nedir?
Istıfa daha doğrusu. İçe taraflığın sâhibliğidir. İç kim? İçte kim var?
Vallâhi şahdamarından daha içeri, daha yakınında RABBi'l-Âlemîn ALLAH celle celâluhu var.
RABB’a taraflığı sâhiblik ne demektir?
Hizbullahlık’tır.
Ama dışa sâhib çıktığı anda görecek ki hizbu'ş-şeytanlıktır. İkilik hizbinde ALLAH’a karşılıktır.
Hizbullah ve Hizbu'ş-şeytan terâzinin iki gözü gibidir yâni zıttır. Başka üçüncüsü yoktur.

ve erseltehu beşîran ve neziran
RABBi'l-Âlemîn Sen O’nu irsal ettin. Rasûl olarak gönderdin. İrsâliyetçi. Getirici götürücü gibi yâni. Rasûliyyetin karşılığı Elçi vs. değildir ne elçisi?.
Elçi sananlar, buraya haber bıraktı gitti sananlar çok postacı bekleyecekler daha. Öyle şey yok!.
beşîran ve neziran” bizi “ ilâhe” de nezir “İllâ ALLAH” ta Beşîr Barbaros.
ilâhe” de nezir nezredici, uyarıcı, uyandırıcı, ayıktırıcı.
İllâ ALLAH” ta Beşîr, Rubûbiyyet şâhidliğini bile olarak yaşamaktır Beşîr.
Herkes kendisi: “Vay be benim âletteki ceryanda Keban’danmış Barbaros.
Hocam benimki de oradanmış.
Buzdolabı diyor: “benimki de oradanmış
Fırın diyor: “benimki de oradan”, lamba diyor “benimki de oradan”, herkes diyor “benimki de oradan”, aynı yerdenmiş.
Biz zannediyorduk herkesin RABB'ı var.
Herkesin RABB'ı var da, bir tâneymiş gibi.
Beşîriyete gider. Beşerata gider. Beşer de budur zâten.
Ne demektir beşer?
Rubûbiyyet şuhûdunu kendine çekti mi beşer olur.
Ama Beşîr ne demek?
RABB'a çekti mi Beşîr olur. Beşîr olur Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Ve dâiyen illâ ALLAHi biiznihi ve sirâce'n- münira
ve daiyen” kendisi bir dai’dir. Dua edicidir.
Aynı zamanda çağırıcıdır. “illâ ALLAH” ALLAH’a bir çağırıcıdır. Aynı zamanda dua edicidir.
Duanız olmasa neye yarardınız”ı fiilen tatbik eder.

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
Resim---Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ (lizâmen): De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır." (Furkân 25/77)

bi iznihi” Sen’in izninle. “ve sirace'n- münira” o bir sıraçtır. “münir” ALLAH’ın nurunu ALLAH’tan ALLAH’ın kullarına aktaran bir ampul gibidir.
Yani onsuz bu ışık ortaya çıkmaz.
İşte böyle bir sıraçtır. Işık saçıcıdır.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem bu. Değil mi?
Sırac. Burada nur saçıcılık çok özel bir şeydir.
Sâdece sırac, alın kardeşim ışığınızı diye, her zerresini aydınlatır.
Senin yüzünü aydınlatacağım, gözünü aydınlatmayacağım” demez.
Ayırmadan gayırmadan güneşin her noktada aydınlatması gibidir.

Noktati merkezi bâi'd- dâireti'l- evveliyyeti

Çok ilginç değil mi? İlk “B” dâiresinin diyor Barbaros.
Bismillah derken oradaki “B” var ya. Daha hiç Kur’ân'a felan başlamadık.
“İkra!” Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme gelen ikra'dır.
Biz Kur’ân-ı Kerîm'e Fâtiha ile başlarız. İkra' ile başlamayız. “Bismillâhirrahmânirrahim” ile başlarız.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme, “İkra!” buyuruluyor. Bunda ayrı bir iş var.
İşte Münir Derman Hocamın “ denemez!” dediği budur.
Nerede Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in besmelesi?
İşte o zaman ne diyor Münir Hocam?
Onu araştır” diyor değil mi?.

noktati merkezi bai'd- daireti'l- evveliyyeti
Evveliyyet Dâiresinin, “b” Merkez Noktası.
Evveliyyet Dâiresinin “b” merkezinin, be harfi var ya.
Be harfinin merkezinin noktası. Evveliyyet dâiresinin be merkezinin noktası.
Çok ilginç şeylerdir bunlar. Merkezdeki noktası yâni.
İlk "B" Dâiresinin, dâireti’l- Evvel, ilk, evvel.
İlk baştaki dâirenin B Dâiresinin merkezdeki noktası. Merkez noktası.
Biz, bu B Dâiresini tanıyoruz. Tanıyoruz değil mi Barbaros?
Bu Habli’l- Verid Dâiresi. Dâirelerin en evveli.
Ne diyor bak “dâireti’l- evveliyyeh” en evvel olan dâirenin, B Dâiresinin yâni, be, be!
B Dâiresinin merkezindeki NoKTa olan “Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem” e salât ve selâm ediyor.

Barbaros Can:
Hocam, bu bizim çizdiğimiz dâire resimlerini hatırlattı.
Geçen gün bizim Bosna’daki arkadaşımız, şiirleri çeviriyoruz ya birlikte.
Arada bir yardım ediyoruz ya kendisine.
Bir sürü şiir getiriyor bazen değişik değişik yerlerden, o bir kitap hazırlıyor.
Çeviri yaptığımız o arkadaş geçen geceki rüyasını anlattı bana.
Rüyasında, “yatağın üzerinde kalktım yanda sandalyede oturuyorum” diyor.
“Odanın içerisinde önümde bir tâne dâire var, oluşuyor önümde” diyor.
“O dairenin de merkezinde bir tane nokta var” diyor.
“O dairenin ortasındaki nokta aşırı bir süratle dönüyor, çok hızlı bir dönüş yapıyor” diyor.
“Bu dönüşten etrafa bir takım gölgeler yayılıyor, ortaya çıkıyor” diyor.
“Bu gölgeler evin içerisinde, odanın içerisinde dönmeye başlıyor” diyor.
“Artık kim varsa odada bulunanlar korkmuşlar. Fakat, ben korkmadan o dairenin merkezine doğru bakıyorum” diyor.
“Bu nedir?” diye bana sordu.
Ben de: “Biz geçenlerde şekli açıkladık, Esma-i Hu’yu açıkladık” dedim.
Resmini de yapmıştık hatta, sen de demiştin ki o zaman: ”Kimse Hu Esması ile ilgili açıklama yapmazken Kul İhvani nereden biliyor nasıl yapabiliyor bu açıklamaları” diye bana sormuştun dedim.
“Şimdi dedim kendin görüyorsun, ne şekilde olduğunu, bizim dediğimiz şeylerin hayal olmayıp bir takım hakikatlere örnek teşkil ettiğini sen kendinde görüyorsun” dedim.
Bir şeyin noktasından, dairenin merkezindeki sürekli dönen o noktanın bütün suretleri gölgeler halinde, asıllarından gölgelerini nasıl çıkardığını, gölgeler halinde dışarıya çıkardığını sana göstermişler” dedim.
“O görmüş olduğun rüya haktır” dedim.
“Çünkü etrafımızdaki şehâdet âlemi içerisindeki zuhura çıkan her ne varsa o noktanın dönüşüyle, hareketinden mânâ ve madde çıkaran zuhuratlardır yani” dedim.
“Bu zuhuratların hepsi de orada rüyanda gölgeler olarak temsil edilmiş veya bireysel akıllar olarak düşün sen!” dedim.
Onu hatırlattınız hocam şimdi.

Kul İhvÂNi:
Evet canım şimdi işin daha garip tarafı o kardeşimizin kemâlât aşamalarını ne küçük görürüz ne de fazla görürüz.
Seviyelerse alkışlarız. Maximum, minimum değil, optimuma gitmesini isteriz.
Şöyle ki; o merkezde gördüğü noktanın döndüğünü söylüyor. Halbuki biliyorsun ki, merkesdeki nokta dönemez.
Eğer gerçekten merkezdeki noktayı gördüyse dönemez o.
Sizin arabanızın tekerinin merkezindeki tek nokta nasıl dönecek? Kimin etrâfında dönecek?
Sâbittir. Teker- çember 1000 km hızla dönse dahi merkez-döndüren rot sâbittir.
Bunu anlamak için çok zaman lâzım.
Buradaki mesele Barbaros, sistemi iyi kurmak. İyi kurmak derken iyi anlamak.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri Efendimiz 1100-1200 de mi yaşamış, şimdi neredeyiz, bu kadar zaman neden var?
Meselâ “bism”, “Bi” ile.. “İsm” esmâ-isim.. İSM ile..
“Bism” için hepimiz ne kadar uğraşıyoruz. Ne diyor?
Bak oğlum diyor, en evvel olan dairenin adı “B Dairesi”dir diyor.
Vay bee, “bism” derken bizi aldı “Habli’l- verid” e götürdü.
İşte bunun merkezi, dönmeyen-Merkez ama tüMM Muhiti döndüren NOKTAdır. Bütün kâinâtı.
“Rahmeten li'l-âlemîn Merkezi” dir o.
“Hocam Nûr-u Mim” diyorsun.
“Kim diyor Nur-u Mim” diye.
Ne diyorum “Nûrullah” diyorum.
Nûr-u Mim dediğim nedir?
Nûr-u Mim, Nûrullah’ın tecellîsidir. Put mudur?
Hâşâ. Onun için, kaldıralım mı?
Neyi kaldıralım yani. Çocuğun babasını kaldıralım dedesini kaldıralım, ötesini kaldıralım. Yazı tura mı atalım. Neyi kaldırıyoruz?
Kaldıracağına de ki: “Ahmed’in oğlunun oğluda Ahmed, onun oğlu da Ahmed, kıyâmete kadar Ahmed’ler zinciri var. Sen her Ahmed’in kendi devrÂNını, seyrÂNını, cevlÂNını, hayrÂNını bir ÂNlat çocuğa ÂNlat!”
ÂNlasın ona göre yaşasın mesele bu yâni.
Ben demişim sen demişim mesele değil “RaSûlî SEVİYE” ile seviyelenmedikten sonra.
Biz 10 kişiyiz her birimizin bidonları değişik şekillerde kılıflarda renklerde yerlerde, kaderlerde.
Ama kalb bağlantılarını kurduğumuz zaman herkes aynı seviyede Su ile doluyor ki BİZ BİR-İZ Bileşik Kapları olduk hamdolsun!.
Dışarıdan birisi bakıyor, bu bidon şeffaf kırmızı, içindeki su kırmızı sanıyor.
Öbürü yeşil sanıyor. Kimi Barbaros sanıyor, kimi sen ben sanıyor!.

Ama esas: “Ve sırrı esrâri'l- elifi'l- kutbâniyyeti
SıRRına erenler diyorlar ki: “O içindekiler Mustafa Suyu. Kaplardan bakma kalıplardan bakma, kalbden bak göreceksin Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin kerem kevserindeki Mustafa suyunu!"
Ve sırrı esrâri'l- elifi'l- kutbaniyyeti
O Muhammed Aleyhi's-selâm ki sırların SıRRıdır. Nerede? “Kutup Elifi” nde, elifinde. Kutbâniyyet elifinde. Kuzet-Güney Kutubları gibi, AKLın Zâhir ve Bâtın Kutubları..
Demin neredeydi?
Verdâniyyette, vürûda-Vârid oluşta, virdlikte, “Habli’l- Verid” likte “Be” idi.
Şimdi kutbâniyyette “ELİF” olarak SıRRın SıRRıdır.
Şu ANda vardır o zâten, Kutub. Elif gibidir elif!.
Merkeze çakılmış Arzdan Arşa kadar uzanan bir piston gibidir yâni. Kutub!..
Elektrik cereyânını meydana getiren artı eksi Uçlar gibi can ceryÂNI menba’ı..
Aynı tende-canda mıknatısın uçları gibi İkilikte gözüken ama Tek Kutub…
Mürşid-i Mutlak Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in el AN,
Kanını, canını, îmânını taşıyan Halka HAKK’ın Hizmetçisi Kutbu’l-A'zam, RÜŞD Odağı kaddesallâhu sırrahu..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Ellezî fetakte bihi ratka'l-vucûdi
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu.
O ki “fetakte bihi ratkal vucûdi” bunu açıklayamıyoruz . yâni ne diye açıklayacağız?
Kelime bulamıyorsun ki. Ne diyelim şimdi biz.
Vücud ALLAH’ın vücûdudur. Vâcibu’l- vücud ALLAH’tır.
Ötekileri gölge vücudlardır. Barbaros bugün var yarın yok.
Ahmed Çakır bugün var yarın yok. Tarık var gözüküyor ama yarın yok.
Ama ALLAH hep var. Varlıktan kasdımız bizim gibi var değil.
ALLAH celle celâluhu varlığı yaratandır. Yokluk-Varlık olmayandır.
Bak ne diyor, “el vücudu” senin vücudunun “ratkal bihi” onunla yardın ve başka anlamda aynaya baktırdın. Ayna oldun. Sana ayna mı var. Biz o aynada seni görüyoruz .
"fetakte ellezi” işte sen onda bunu kıldın.
Varlık çemberini yâni. Onun kendiyle kıldın.
Nûr-u Mim'le tamamladık biz. biz hiçbir zaman resimle ressamı bilemezdik.
Resimle ressamın arasına öyle bir şey koydun ki, resimle ressam nerede buluşur?
Fırçanın ucunda buluşur. Fırçanın ucuna, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'dir işte bu.
Onunla resimle ressamı anladık biz yâni.
Meselâ böyle anlatılabilir. Kelimeler öyle zor ki.
Şiir gibi olduğu için çok zor.

Ve hassastehu bi eşrafi'l-makâmâti bi mevâhibi'l-imtinân

Ne yapmış “ve hassastehu” O’na mahsus kıldın. Tahsis ettin yâni.
bi eşrefi'l-makâmati” en şerefli makamları.
Şimdi birisi çıkacak diyecek ki, falanın makâmı falanın makâmı.
Bütün makamların yaratıldığı nokta orası.
Aşağısı yukarısı cenneti cehennemi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in nûrundan yaratılmıştır.
Firavun'u Mûsâ’sı İblis'i Melek'i bütün bunlar sonradan isimlenir, İŞlerinden dolayı.
Yoksa hepsinin aslı astarı ALLAH’ın Nûrudur.
ALLÂHu nûru’s- semâvati ve’l- ard” dır.
Aradan şunları bunları ayır, yoktur.
Kimi ayıracaksın. Başka sâhib mi bulacak? İki tâne (hâşâ) RABB mı var?
Onun için dikkat et “ve hassastahu” hassastahu’yu tahsis ettim. Demek ki, başkaları da var. Öyle değil.
Sad, sad’da, insan aklının zâhir ve bâtındaki sâhibliğinin hulkiyyetinde vardır Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
Yâni akl-ı kül’dür. Bütündür. Keban gibidir yâni.
Bütün akıllar ondan akıl alabilir. Parça parça olarak.
Ama tümü tammlamada değil tümmlemede Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem doğrudan doğruya ortaya çıkıverir.
bi mevâhibi'l-imtinan
O’na mevhibelerin en muhteşemini vererek, övgülerin övülenlerin, ihsanların, sevgilerin, güzelliklerin en tatmin edicisini vererek, yani “ey nefsi mutmainne” gibi.
Çocuklar var değil mi? önce oyun oynarlar işte biliyorsunuz, küçüklerimiz, Ahmed’in küçük var, senin var, Tarık’ın var.
Onlar kendi yaşlarında. Ama büyüdükçe neyle oynuyorlar bak. Onlar imtinanlar, tatmin eden şeyler nasıl değişiyor.
Kocaman çocuk olmuş, şimdi sen diyorsun ki: “gel şunu oyna, bunu oyna!
O ise “yok” diyor. “Şimdi artık şunu istiyorum, bunu istiyorum.
İşte bu mevâhibler mevhîbeler, bağlılıkları sağlayan sevgiler saygılar, aşklar meşkler, tüm bunlar birer mevâhibtir.
Mevâhib nedir?
Vehebe’den gelir, vehhâb’dan gelir. Hibe edişten gelir.
Hîbe nedir?
Bilelik hüviyetine kavuşmaktır.
Mevhîbe öyle bir şeydir ki, sizi RABBâni insan kılar.
Yâni kâmil insan kılar. Ehl-i Beytî insan kılar. Muhammedî insan kılar. Kur’ânî insan kılar. RABBâni insan kılar.
İNSAN kılar, insan. Sultan kılar.
el imtinanel Mennan olan ALLAH, imtinan, tatmin edici halde kılar.
Mennan, zâhir ve bâtın nûrullah’ın Muhammedî yansımasıdır.
Yâ Hannân Yâ Mennân, Hannân hakîkatleridir, Mennân Muhammedî hakîkatıdır.
Sendeki bendeki ondaki farketmez. Bir gün inşaallah gireriz.
Yâ Hannân Yâ Mennân Yâ Deyyân Yâ Furkân Yâ Sultân Yâ ALLAH Yâ Rahmân.
Bu sonu “an” ile biten esmâlar, işte itminan Mennân ve hîbe edilişidir.

Bu makamlar dediğimiz şeyler, beni bir yüzbaşı yapıver, binbaşı yapıver falan değil.
Ben Muhammed’in hür askerine sordum: “Madem sen hür askersin madem o zaman onbaşısı var çavuşu var değil mi?
O zaman Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin yüzbaşısı, binbaşısı kim?
” dediğimde, böyle delirmiş gibi oldu.
Ama Efendim biliyorsunuz ki” ellerini omuzuna götürüyor rütbe işâreti yapıp, sonra eline üfürüyor, diyor ki: “Biliyorsunuz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemden başkasında rütbe yok!
Bir tek İmam-ı Mutlak Muhammed Aleyhi's-selâm’da vardır rütbe! Geri kalan safta erattır. Er oğlu erdir”.
Er’den bahsediyor.

Yaşanmış bir olay;
Hacı Bayram Câmisinin önüne getirilen bir orgeneral, ölmüş adamcağız, koymuşlar salaca taşına.
İmam “ey millet” diyecek namaz kıldıracak ama bizim oradaki melâmet delilerinden birisi diyor ki: “Bırak ben yapacağım müezzinliği” diyor.
Ne yapacak orada kargaşa, “ee yap!” diyor.
Bağırmaya başlıyor: “Er kişi niyetine!
Biraz daha yaklaşıyor: “Er kişi niyetine! Er kişi niyetine!” deyince orgeneralin emir subayı yarbay fırlayıveriyor: “Sen ne hakla benim paşama er dersin, orgeneraldir. Er deyip duruyorsun be adam sen kimsin?
Deyince o da diyor ki yarbaya: “Paşam paşam, buraya öyle paşalar yattı ki kadın elbisesi yazıktı onlara, öyle de kadınlar yattılar ki giyecek er elbisesi bulamadık, sen neden bahsediyorsun!”.
İşte ben o er’den bahsediyorum. İnşaallah.
Tek Er.Tek Er. Bizim “teker ol, teker ol, teker ol” dediğimiz arabanın tekeri sanma Ahmed Can.
Arabanın tekeri de, Tek Er’dir yalnız o. TekBir gibi Tek Er.
Biz, TekBir, TekEr. O muhteşem birşeydir.
Teker bilye gibidir tek noktaya basar. Her noktası aynıdır.
Dâiresel düzlemden bahsediyorum. Küresel de öyledir.
Hayat ile Teknik ve Tasavvuf ANTİPOTtur.
Eller gibidir biribirine yapıştırdığınız zaman taMMlarlar biribirini.
Ve bu ellerin üzerinde ALLAH’ın eli oldu mu tüMMlenir.
Yani bu ellerin evvel ve âhirinde ALLAH celle celâluhu vardır. Tabi ki ALLAH celle celâluhu vardır.
Demek ki evvel âhir aynı yerdedir.
Hitam budur zâten. Bunu anlayıştır.
İşte böyle bir mevâhibden bahsediyoruz.


Ve'l-makâmi'l-mahmûd
El Makam, El Mahmûd. Makâmi’l- Mahmûd’u ikisini de nasıl târifliyor görüyor musun?
Hem El Makam Muhammedî kıyama kalkış, kıyâmeti koparış.
Bir de Hamdi, Muhammedî yapış. El makâmi’l- Mahmûd.
ALLAH’ım Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme Makâmı Mahmûd’u ver!
Tercüme ediliyor değil mi?
Makâmı Mahmud kendisi ya zâten kardeşim!.
Sen şunu bir anla şunu: “ALLAH’ım şu Makâmı Mahmûd’u benim yüreğimde de doğur da, gecelerim gündüze çevrilsin bir kurtulayım!” de.
Ben kendim için diyorum. Ve en çok ihtiyaç duyan insanım.
ALLAH’a çok şükürler olsun ve ALLAH şâhid ki isterim. İstemekten çok ötede.
Makâm-ı Mahmûd aklın hamd makâmıdır.
Yani cehennemlikten kurtuluş makâmıdır.
Makâmı Mahmûd, aklın Şeytanlığını terkedip İslâm oluş makâmıdır ki bu cehennemden cennete geçişidir zâten.
Bu aklın Cehennem'likten, Şeytan'lıktan, iki şeylikten, TekBir’liğe geçişidir.
İki şey nedir?
ilâhe İllâ ALLAH”.
Akıl Şeytanlık yapıyor. Hem “ ilâhe”, hem de “İllâ ALLAH”, diyor.
Bir anlamda münâfıklık yapıyor. Münâfık nedir?
Nefeke nedir nefeke?
Nefeke köstebek deliğidir. Yer fâresi deliğidir.
İki kapılıdır. Hangisinden sıkışırsa ötekisinden kaçar.
Bunun için nifak denmiştir ona. Münâfık da buradan gelir.
Güvenilemeyen, ALLAH Celle Celâluhu ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme verdiği sözde sadâkatine güvenilmeyen demektir.
İşte burada akıl bu ikiliğini tek noktaya çıkarıverdi mi, TekBir’e çıkarıverdi mi, ALLAHu ekber ALLAHu ekber, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin SESiyle ALLAH Celle Celâluhu’nun SÖZünü duyuruverdi mi kendine, akıl aklını başına aldı mı demek istiyorum,
İşte o zaman Muhammedîyyeti kıyama kalkmış demektir.
ALLAHu ekber’i kıyamdadır. Namaza başladı sayalım Târık.
İşte Makâmı Mahmûd’da Cehennem kapanmıştır.
Cehennem kapanmıştır derken, ALLAH’a şükür Cehennemden kurtuldu, tamam o doğru da artık Akıl, Nakilleşmiştir, Cennetleşmiştir yâni.
Rahmân ve Rahimiyyet SEVİYElenmiştir..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

"Ve âksemte bihayâtihi fî kitâbike'l meşhûri li ehli'l-keşfi ve'ş-şuhûd"
Ki sen o Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in keşif sâhibi, ehli olanlar ve şuhud sâhibi olanlar (keşif sâhibi oluş ve şuhud sâhibi oluş farklıdır) keşif sâhibi olan, keşif sâhibi olur, fetih sâhibi olur, şuhud sâhibi olur, bunlar güzel şeylerdir.
İlkokul güzel değil midir?
Ortaokul güzel değil midir?
Lise güzel değil mi?
Üniversite güzel değil mi?
Güzel. Bunların hepsinin yeri var, yurdu var, bakarsan şimdi tümünü görebilirsin.
Dersin ki: “Târık İlkokulda okuyan Târık. Ortaokulda okuyan Târık. Liseyi okuyan Târık. Falan üniversiteyi okuyan Târık. Bizim Târık!
İşte ben de bunu söylüyorum ya. Ehl-i keşif Târık diye. Ehl-i fetih Târık. Ehl-i şuhud Târık. Ehl-i uhud Târık.
Uhud, sücud, şuhud, vücud, ne dersen de. Tüm bunlar BİRlik içinde olup kemâlatla ortya çıkarlar...
Ama makamlarda değişiklik vardır: çocuktur, gençtir, şudur, budur, diye. İşte burada sen O’nun, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin ehl-i keşfe ve şuhûda, şuhûdun, keşif sâhibi ve şuhud olanların, bakın keşif birisi okudum anladım diyor.
Birisi de diyor ki, ben şâhidim oradaydım. Bu kadar kesin biliyorum.
Ma'lum kitabında, onlarca çok iyi bilinen ma'lum kitabında.
Bakın rumuza bakın rumuza, Kur’ÂN-ı Kerîm de diyebilir.
Ama Kur’ÂN-ı Kerîm İstanbul matbaasında basılan Kur’ÂN-ı Kerîm var. Arabistan matbaasında basılan Kur’ân-ı Kerîm var.
Para verip aldığın var. Kağıdın üzerine yazılan var.
Kalblerin içinde kaynayıp duran var. Fokurdayan var.
Daha ötesinde var. Daha ötesinde var. Daha ötesinde var.
Var yâni. Onu söylüyor zâten o da. Onun için önemlidir salâvat.
Herkes yazar. Oturur bir şey yazarsın. Yazarsın da.
Ne dediği çok önemli. “ve aksemte “ sen onun üzerine yemin ettin yâni, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem üzerine.
bi hayâtihi” hayâtı üzerine yemin ettin.
fi kitâbike'l-meşhur” meşhur kitabında, Kur’ÂN-ı Kerîm de.
li ehli'l-keşfi ve'ş-şuhud” bunu ancak keşif ve şuhud ehli olanlar için yaptın yâni.
Buradaki aksemte’yi maalesef biz Arapça’yı kelime olarak bir yere yüklemek zorunda kaldığımız için, aksemte yemin etmek, kısımlara bölmek, daha başka çook şeyleri vardır. Kısmet bile buradan gelir.

Yâni Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin hayâtının kısımlarını, taksimlerini, yani aksemte’yi söylüyorum.
Kitâbike'l-meşhur, şuhur, şehir, meşhur olan, şehir olan, şuhur olan, şihr olan, hür olan, bu ÂN’dır. Her an olan’dır.
İşte burada Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin hayâtının kısımlarını, taksimlerini, fasıl fasıl yaşayanlar, MuhaMMedî muhteşemliği fiilen yaşayanlar, kimlerce bu bilinir?
Keşif ehli ve şuhud ehlilerince bilinen, böyle bir Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme salât ediyorum diyor.

"Fehuve sirruke'l-kadimu's-sâri . Ve mâi cevheri'l-cevheriyyeti'l-câri ."

O Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem ki, ALLAH’ım Senin Rasûlun ki, Rasûlullah ne demek?
“ALLAH’ım Senin Rasûlun var ya işte O’nu diyorum.” demektir.
ALLAH’ın Rasûlu. ALLAH Rasûlu. ALLAH’ın Rasûlu. RASÛLULLAH.
Ne “ALLAH Rasûlu!” böyle konuşanlara sözümüz!
Rasûlsuz ALLAH bilinemez.
Kaldır Kur’ÂN-ı Kerîm’i ortadan da, ALLAHı nasıl bileceksin?
Bism” demeden girebiliyor musun Kur’ÂN’a, gir bakalım nasıl giriyorsun?
Yâni şunu demek istiyorum.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemi anlamaya, anlatmaya bir ömür, bin ömür yetmez.
Herkes taksimi kadar, orada söylüyor zâten, “ve aksemte bi hayâtihi”, O’nun hayâtını aksem ettim.
Kısım kısım ettim, taksim taksim ettim, yemin ettim diye.
O’nun adına yemin ettim. Yemin etti de, ne yemin etti?

"Fehuve sirruke'l-kadimu's-sâri"
O senin SıRRındır. El-kadim’dir. En kadim olandır.
Dâimiyyet kudreti kendinde olandır. Bu ne demek?
Şu an HaYY demektir. Kıyâmete kadar HaYY’dır.
HaYY olmayan bir zamânı yok. Kıdem onundur çünkü.
Yâni kadim SıRRın ki, sâri. Es-sâri bir sır bu. Ne demek?
“Sâri hastalık” deyince ne derler?
Çok bulaşıcı demektir. Bir virüs çıkmış kardeşim, tık demeden gidiyor ya. Bir günde bir şehri öldürüyor yâni. Bu kadar sâri.
Sâri ne demek aslında, sır sâhibi demektir. Halîfe kim?
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem. Nûr-u Mim yâni.
Fehuve sirruke'l-kadimu's-sari” senin sâri SıRRının, esas sır sâhibliğinin sırrıdır o.
Öyle bir sır ki, sâri bir sırdır o.

Ve mâi cevheri'l-cevheriyyeti'l-câri.

O kadar cevherlerin cevheri bir su ki, câridir. Bak, cevahare, cevahare, cevahare, câri.
Çünkü cevherler de câri kökünden gelir. Temelinde yâni.
Ne demek câri, geçerli demek değil mi? Câri kânun diye neye derler?
Geçerliyse, şu anda fiilen yürüyorsa, hayattaysa, mer'i ise ona câri denir.
Cevher; her zaman değeri olan demektir. Değerini kaybetmeyendir.
Altın bir cevherdir meselâ. Mücevherdir. Dâimâ kıymetlidir. Enflasyon bilmez yâni.
Kendi her zaman kıymetlidir. Değerini kaybetmez. Sebep?
Paslanmaz da onun için. Ondan daha sarı ma'denler vardır. Sarılığı değil, ağırlığı da değil, güzel gözükmesi ne bakımından, asla paslanmaz.
Oksijenle arkadaşlığı yoktur yâni, yakamaz oksijen onu. Zor yakar. Bunun için, paslanma oksijenle evlenmektir ma'denler için. Metaller için. Diğer moleküller için.
Hidrojen bu bakımdan çok kalenderdir. Sanki Âdem babamız gibidir kurban olduğum.
Tak, atlar. Hiç. İyiki de atlar. Yoksa susuz kalırdık.
İki eliyle oksijeni yakalamasaydı, iki eliyle diyorum dikkat et. 2 Hidrojen’dir. “İkilik erkektedir” diyor değil mi Münir Derman Hocam. Ne demek istiyor?
Erkek dediğin iki tâne hidrojenden ibârettir.
Molekülsüz duramaz çünkü onlar. İkiliksiz olmaz.
16.000 tâne âlem kadındadır. 2 de erkekte, eder mi 18 sana. Eder. Onun adı H2O dur.
Tek başına birisi yandırıcı, birisi yanıcıdır.
Ama ikisi berâber oldu mu söndürücüdür. Cennet'tir Türkçesi yâni.
Rahîmiyyet ve Rahmâniyyet SEViyelenmesi de bu anlamdadır.
İşte Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem, o muhteşem peygamberimiz Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem, öyle bir SUdur ki, Mâi ne demek Mâi? Mim
Elif, birde HEMZE bakayım. Mâ, a’yı çekiyor.
Sâhiblik. MuhaMMedî sâhiblik. Kime?
SâhiB”liktir. Bu “be” den daha önemlidir değil mi?
Bilelikten çok daha önemlidir.
Onun için buyuruyor ki, “her debeleneni sudan yarattık” “mâe” den yarattık.

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih(batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn(ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’(erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun): ALLAH , her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. ALLAH, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz ALLAH, her şeye güç yetirendir.
(Nûr 24/45)

Öyle bir “mâe” dir ki, MuhaMMedî hemze’dir ki.
Yukarıda elif’ten bahsetti. Be’den bahsetti burada, mâe’de MuhaMMedî hemzeden bahsediyor.
Öyle bir cevherlerin cevheridir ki, el-câri şu anda câridir.
Câri ne demek aynı zamanda? Komşu demektir. Câriye?
Geçerli olan. Hükmü şu anda var olan.
Böyle bir Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem.
Şu anda câridirde çok dikkat etmemiz lâzımdır.
Cevherlerin cevheri bir sudan yarattım, şu anda da câridir. Çok basit sorular.
Hemen dersiniz ki, “suyunuz var mı Melek hanım?” “yoksa susuz musunuz?”.
“ Var hocam ALLAH’a şükür, her gün suyumuz şakır şakır akıyor.”
Ne güzel. Câri çünkü. Bir hafta akmasa?
Bir hafta değil hocam, 2 gün akmasa biz susuzluktan ölürüz.
İşte MuhaMMedî Meşrebin, MuhaMMedî Şuurun, Nur'un, Sürûrun, Onurun câri oluşu çeşmeden akan su gibi yüreklerimizde her an akışı, böyle bir SaLLâvatı anlatıyorum. Cevherlerin cevherinin câri oluşuyla.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Ellezi ahyeyte bihil mevcudâti min ma’denin ve hayevânin ve nebâtin

Bu öyle bir cari sudur ki,“Ellezi” o su ki, “ahyeyte bihi” sen onunla diriltiyorsun, diriltirsin-hayy edersin, her zaman.
Bu mevcut gözüken “min ma'denin” madenlerden, “ve hayevanın ve nebâtın” hayvanlardan ve nebatlardan, yeryüzünde başka ne var?
Madenler var. Bitkiler var. Havanlar var.
Debelenenlerin tümüne insan da dahil hayvan olarak, hayvan kötü bir şeydir midir, yok yok. Hayvan nedir?
Hayatta olan demektir. Hayatta olanlar demektir. İnsan aklıyla genel hayvandan ayrılmıştır.
Bir damla su ile dirilttin.“ahyeyte” hay kılarsın, diriltirsin, şu anda yaşatırsın tüm mevcudatı onunla.
Tamam bir damla suya muhtaç, hayvan da bir damla suya muhtaç da, maden nereden bir damla suya ihtiyaç duyar?
Ben de diyorum ki, “oradaki mâe sâdece bir damla su hikâyesi değil. ALLAH ile bağının kopmayışını anlatıyor” diyorum.
Onun için de, “ALLAHu nûru’s- semavati ve’l- ard”, “ALLAH yerlerin ve göklerin nurudur” derken, şaka söylenmiyor, ya da mecaz kullanılmıyor. Açıkça buyuruluyor.
Her şey ALLAH’ın nûrundan yaratılmıştır.
Başka ortağı yoktur, ondan bundan bir şey alınsın.
Burada bunu anlamamız gerekiyor.

Kalbi'l-kulûbi Ve ruhi'l-ervâhi
O öyle bir Muhammed aleyhi's-selam ki, “kalblerin kalbi. Ruhların rûhu.
O kalblerin kalbi, ruhların rûhudur. Neden?
Çünkü bütün ruhlar O’ndan taksim olur.
Kalbler O’na bağlanmadan ruhlar irtibat kuramaz. Menbâ’-ı mutlak Muhammed aleyhi's-selatu ve's-selâm. Miftâh-ı mutlak... ALLAH’a gidiş Rasûl iledir, Hizbullahda?
ALLAH ile kandırılmak” ladır Hizbüşşeytanlık da!.
ALLAH!” diye diye kandırır kendini. ALLAH korusun!.

Ve i'lâmil kelimâti't-tayyibât
En güzel kelimeler, “i’lam” bildiren, öğreten. “el-kelimati’t- tayyibat” tayyib kelimeleri, burada tayyib ne diye anlaşılıyor?
Ayıplardan arınmış, tayyib olmuş kelimeleri, en güzel en hoş kelimeleri.
Tayyib “tıb” demektir. Bildiğimiz tıb var ya, doktorluk o demektir.
Çok güzeldir, çok iyidir, çok hoştur.
İstediğini söyleyebilirsin boş laflar.
Esasını. Esâsını bilemiyoruz.
Ama diyoruz ki biz, “ayıplardan arınmış” diye söylüyoruz.
Ayıplardan arınma kelimelerini buyuran, öğreten bize O’dur.
Buradaki kelime, kelam, elif–lâm-mim, burada kef-lâm-mim’dir. Orada elif-lâm-mim. Burada kef-lâm-mim. Lâm-mim’in kevniyyete gelişi var burada. Gözüküyor çünkü.
Başka, en güzel kelimeler, tayyib kelimeler nereden geldi?
Kelâmullah’tan geldi. Nasıl geldi?
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme geldi, bize öğretti.

El’kâlemi’l- a'lâ
O öyle bir Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dir ki, El-a'lâ’nın kâlemidir.
El A'lâ kimdir? ALLAH celle celâluhudur. A'lâ ne demek?
En iyi, en güzel, en hoş, şudur, budur.
Lütfullah’ı AYNen kendinde yaşayan kişi alâ’dır. Bu kolay bir şey değildir.
Her saniye nefesimi veren RABBu'l-âlemin benimle berâber”, demek her yiğidin yükleneceği bir yük değildir.
En iyisi “ben kendim yaşıyorum” desin, tepinsin, yesin, içsin, gezsin, yani.
Daha rahat demek istiyorum. Yoksa kâlemu’l alâ, kader kâleminin cızırtısını duymak, çok zor.
Hiçbir şey olmuyormuş gibi, bu haldeyken, beşer kılığındayken, “Ya Rasûlullah şu toprak şu züccâcede,şişede, bir gün kaynarsa anla ki”,
Daha Hüseyin aleyhi's-selâm 5- 6 yaşında yok yâni, bu torunun şehid olacak.
Ümmü Seleme validemizi çağırıyor Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, buyuruyor ki, ya Ümmü seleme bunu sakla. Bir gün bunun içindeki toprak kan gibi kaynayıp taşmaya başlarsa anla ki, Hüseyin şehid oldu.”
Hiçbir üzüntü işareti falan yok. Neden?
O El Emin. Emânet verilebiliyor ona. O kalemi biliyor, defteri biliyor, yazmayı biliyor, okumayı biliyor, kaderullahı biliyor, takdiri biliyor, gelip geçiciyi biliyor, herşeyi biliyor.
Yâni, bu dizi, film bu gün oynar. Yarın başkası oynar. Onu biliyor.

Ve'l-arşi’l- muhit
O öyle bir Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ki, kâlemu’l alâ ve aynı zamanda kuşatan bir arş’dır. “ve arşi’l- muhit” yutan bir arş’dır. Muhit olan bir arşdır. Yutan. Kim için?
Rahmeten li'l-âlemin’dir. Bütün âlemlere rahmet olan elbette, varlık âleminde gözükenlerin tümü nûr-u mim’den dolayı içindedir.
Öyle şey mi olur?.
Vallâhi olur. Yâni kâinâttaki bütün incirlerin tümünü, ilk incir çekirdeğinin içinde bulursunuz.
Bu gördüğünüz bütün insanları, bütün kâinâtta insan kılığında gelmiş olanların tümünü Âdem Aleyhi's-selam’ın tek tohumunda görürsünüz.
Azıcık akıl fikir sâhibi olan herkes bir tâne tavuk yumurtasını alsın, Batı tarafına baksın, kıyâmet günü gelecek olan son horoz oradan ötmeye başlar: “Ben buradayım Ahmet can!” der.
Bu tarafa-Doğusuna çevirirse dedelerinin dedesi ilk horoz oradan öter: “Ben buradayım!” diye.
Herkes, her AN diridir. Yumurtayı kırmazsan!. Değil mi?
Yumurtayı berbat etmezsen. Delmezsen.
Hocam ne var şu pis kabuklu yumurtada? Bilmem, tavuğun şurasından, burasından çıkmış vs. vsi.
Vallâhi oğlum delme kabuğunu!.
Toplu iğnenin ucuyla delersen, kabuğu deler şeriatı mahvedersin.
Önce beyazı öldürürsün, târikatı mahvedersin.
Sarıyı kokutursun, mârifet gider.
Ve içerisindeki horoz dölünü öldürürsün, kıyâmete kadar gelecek civcivler sana dâvâcı olurlar ve Hakîkatı mahvedersin..
Ne olacak?
Eğer bir ana kucağı, bir yar sıcağı, bir güzellik bulsaydı o içerideki civciv önce sarıyı yiyecekti. Sonra beyazı yiyecekti.
Yumurta kadar olacaktı kendisi.
Birgün kendisi kendi gagasıyla, kendi kozasını delecekti, yumurta kabuğunu kıracaktı.
İlk defa kanatlarını çırparak: “ ilâhe illâ ALLAH!” çekecekti. İşte bütün bu özellik ve güzellikler bunu saklamaktadır.

Ruhi cesedi'l-kevneyni
“Kevn” oluş demektir. “Kevneyn” zâhir ve bâtında olan, madde ve mânâ da olanlar.
İki kevneynin cesedinin rûhu, dünyâ ve âhirette.
Dünyâ cesedi ve âhiret cesedinin rûhu tek yine O.
Cesed çünkü dâimâ âlet gibidir. Buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın diye sayabilirsiniz.
Ruh ceryan gibidir...

Ve berzehi'l-bahreyni
İki denizin birleşim noktası, bahreynin.
Berzah, iki denizin, bahreynin birleştiricisi. İki deniz arasındaki aşılmaz berzah.


وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَّحْجُورًا

Ve huvellezî merace'l-bahreyni hâzâ azbun furâtun ve hâzâ milhun ucâc(ucâcun), ve ceale beynehumâ, berzehan ve hıcran mahcûrâ(mahcûran): Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur.
(Furkân 25/53)


مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ

Merece'l-bahreyni yeltekıyân(yeltekıyâni): Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.
(Rahmân 55/19)


بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَّا يَبْغِيَانِ

Beynehumâ berzehun lâ yebgıyân(yebgıyâni): İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.
(Rahmân 55/20)

Mareca'l-bahreyn arasındaki berzah.
Aşılmazlığı nereden geliyor. Neden aşılmaz?.
Şimdi, insanlar meditasyondan bahsederler.
Uçmaktan kaçmaktan bir şeyler görmekten, cennete girmekten vs. bahsederler.
Doğrudur amma, ben acizâne çok iyi bilirim ki, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin gözüyle görmediğime hiç inanmam. Çünkü bu madde ve mânâ âlemlerinin aşılmaz berzahı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemdir.
Türkçesi; o tepeye çıkmayan öbür tarafı göremez!. Bu kadar. Efendim, “gördüm” diyor.
Bu tarafta gördüyse, halisünasyon görüyor.
Yâni, âyetler var onunla ilgili Barbaros,
Nefsin şuhası” buyuruyor ALLAH celle celâluhu.
Şaha kalkışı yani. ALLAH korusun. Korkunç bir şeydir.


فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humu'l-muflihûn(muflihûne): Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar ALLAH'tan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil tutkularından korunursa; işte onlar, felah bulanlardır.
(Tegâbun 64/16)

Kendisini Rabb ilan etmeyi bırak, o bile yetmez yani.
Öyle saçmalıklar içine girer ki, şu anda ilâhlaştığını-uzanım olduğunu felan sanır yani. Korkunç hatalara girer.
Şimdi şu anda “MuhaMMedî” ismiyle bile saçmalayan çokça, artık ayarı da kaçtı topuzun.
Bir gün face’de “ben Rabb’ım" (hâşâ) diyen birisine rastlarsan falan hiç şaşırma!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »


Barbaros Can:
E diyor hocam bana, ikinci rüyayı anlatıyor.
“Onda da diyor, bir taht gördüm, tahtın üzerinde de Allah varmış” diyor.
“Çin imparatoru gibiydi” diyor.
“Derilerimin birden döküldüğünü hissettim” falan filan.
Ben de dedim: “Kardeşim bu gördüğünüz rüya yanlıştır yani. Öyle şey olmaz. Bu senin düş gücün!”
“Ee tecellîdir!” diyor.
“Öyle tecellî etmez kardeşim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi rüyamda gördüm dersin tamam anlarım. Allah nereye tecellî eder ki, sen onu biliyor musun?” dedim.
“Nereden çıkartıyorsun böyle bir şeyi. Sen hangi noktadasın? Nereden bakıyorsun? Ne Çin İmparatorundan bahsediyorsun? Sen hayal ediyorsun, kendi kendine uyduruyorsun kafandan!” dedim.
Öyle deyince de hemen şey yapıyorlar.
Bize dese birisi böyle bir şey, ben derim ki “ya eyvah!” derim yani.
Bu benim şeye benziyor, seneler evvel 7-8-9 yıl evvel rüyamda bir an böyle bir hal geçirmiştim, bir kapı açılıyor.
Kapının arkasından ben öldüm zannediyorum.
Ölmüşüm de huzura gelmişim. Karanlıktan bir kapı açılıyor.
Kapı açılınca içeri bir bembeyaz çok kuvvetli bir ışık vuruyor, o ışığın sol tarafında cüppeli bir kişi oturuyor eski islami kıyafetlerle bağdaş kurmuş bir şekilde, arkasında da o ışık kuvvetli bir şekilde vuruyor.
“Ben artık bu işin sonuna gelmişim, diyorum.
Ölmüşüm artık eyvah, bir sürü günahım var, yandım ben!” diyorum.
Orada Felak, Nas okuyorum yani rüyanın içerisinde.
Ondan sonra uyanınca rüyadan, o ışığın Rabbim olduğunu veya Allah olduğunu düşünüyorum.
Uyanınca balkona çıkıyorum, diyorum ki: “ben Allah’ı görmüşüm!.”
Onun gibi, sonra zaman geçince, insan okuyunca oradan buradan değişik şekillerde bakınca anlıyor.
Ya, diyor insan, “ben bir hal bir şey görmüşüm ama o öyle değilmiş!”
Fakat bunu bazı gençlere anlatmak mümkün olmuyor.
Çünkü biz, hamdolsun en azından birisi bir şey dediği zaman bize, o lafı dinliyoruz.
Bazı insan da dinlemiyor meselâ hemen: “yok yok” diyor kapatıyor konuyu.
Veya konuyu değiştiriyor. İlla ifade edecek yani gördüğünü.
Halbuki söylediği şey çok saçma yani!

kulihvÂNi Hocam:
Barbaros, çok güzel ifade ettiniz can..
Sohbetin gelişimde olmasını istiyoruz.
İstiyoruz sen de biliyorsun ki, hep beraber yapalım, ne kadar güzel olur.
Dediğin şeyler hakikaten çok güzel.
Kaldı ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem edeblidir.
ALLAH celle celâluhu için edeblidir, edebli değildir denemez hâşâ. Küfürdür.
El-Edib Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir. El-Akil Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Böyle dört tane isim vardır. Bu esmalar, Allah’a izafe edilemez.
Huluk da öyledir meselâ. Allah ahlaklıdır diyemezsin.
Huluku’l azim Muhammed Aleyhisselam’dır.
Edebsiz ilim iblisindir. Sözümüze dikkat etmek lâzım.
İblis, defalarca konuşmuştur Allah’ü Zülcelal ile.
Rest çekmiştir. Pazarlık yapmıştır.
“Sen bana izin ver, şöyle yapmazsam”, demiştir.
“Hadi yap da göreyim!” demiştir.
Mesele O’nu görmek görmemek mesele değildir. Başka iş.
İnsanlar daha o kadar uzakta ki, yani çok, daha kırk fırın ekmek yemeleri gerekecek bu yolda.
Çünkü onların yoluna, bakın gerçekten Deccal çıkacaktır. Ve dediğini yapacaktır.
Yerden bir avuç gübre alacak, pislik, ve uzâttığı kişiye altın olarak verilecektir.
Bunları yaşayacak bu millet.
Efendim at gübresimi, koyun gübresi mi, keçi gübresi mi?
Öyle değil. Öyle değil. Allah korusun.
En sağlam müslüman mü’min dahi, bir avuç paraya put ediverecek.
Onun için âyetler var zâten. “ne kadar az bir paraya Allah’ı satıverdiniz” diye yani.

اشْتَرَوْاْ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً فَصَدُّواْ عَن سَبِيلِهِ إِنَّهُمْ سَاء مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---''İşterev bi âyâtillâhi semenen kalîlen fe saddû an sebîlihî, innehum sâe mâ kânû ya'melûn(ya'melûne): Allah'ın âyetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsânî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!”
(Tevbe 9/9)

Allah’ın âyetlerini satıverdiniz.
Bütün bunları gören bir gerçek mü’min Deccâle diyecek ki: “Biz seni zâten biliyoruz. Sen bir kişiyi ikiye yaracaksın arasından geçeceksin, yeniden birleştireceksin. Biz bunları biliyoruz. Ama başka bir şey daha biliyoruz. Sen “ ilâhe illâ ALLAH Muhammede'r resûlullah” diyemezsin. Hadi de!” Asla diyemez.

Deccâl ilginç bir ilintidir İslamada ve öncesinde..

Resim---Nitekim bir hadislerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hiç bir peygamber yoktur ki ümmetini tek gözlü yalancı (Deccâl)'den uyarmış olmasın. Dikkat edin ki onun bir gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir. Körün (Deccâl'in) iki gözünün arasında KFR (kâfir) yazılmış olacaktır" buyurdular.
(Buhârî, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 101; Tirmizî, Fiten, 56)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nuh’dan sonra, hiçbir peygamber yoktur ki, kavmini deccal ile korkutmasın. Ben de sizi onunla korkuturum.”
(Tirmizî)

Kur'ân-ı Kerim'de Deccâl'den bahsedilmez.
Ancak sahih hadis kitaplarında Deccâl'le ilgili pek çok rivayet vardır.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadislerinde: "Şüphesiz on alâmet zuhur etmedikçe kıyamet kopmayacaktır:
"Doğuda, Batıda ve Arap yarımadasında birer yerin batması: Duman; Deccâl; Dâbbetü'l-arz ; Ye'cûc ve Me'cuc; güneşin battığı yerden doğması ve Aden toprağının sonundan (Yemen'den) bir ateş çıkarak insanları haşrolacakları yere sürmesi"
buyurmuştur.
(Müslim, Fiten, 39, 40, 128, 129; Ebû Dâvûd, Melâhim, 12; Tirmizî, Fiten, 21; İbn Mâce, Fiten, 25, 28).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Dikkat edin Deccâl'in sağ gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir" diye ümmetini bu konuda uyararak Deccâl'in harikalarına aldanmalarını önlemiştir. Hadislerde Deccâl'in iki gözü arasında KFR (kâfir) yazılacağı ve bunun herkes tarafından okunacağı bildirilmiştir.
(Müslim, Fiten,102, 103,105). Deccâl, müminler için çok büyük bir fitne olduğundan, bütün peygamberler ümmetlerini Deccâl'e karşı uyarmışlardır. (Buhârî, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 101)

Yine hadislerde bildirildiğine göre Deccâl, Medine'ye giremeyecektir.
Zira, Deccâl çıktığı zaman Medine'nin yedi kapısı olacaktır ve her kapıda iki melek bekçilik yaparak Deccâl'i Medine'ye sokmayacaktır.
(Buhârî, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 112).

Deccâl, Medine'nin dışındaki bazı işlenmedik tarlalara kadar gelecek, o günün en hayırlı insanı çıkıp Deccâl'e: "Şehadet ederim ki sen, bize Rasûlullah'ın sözünü ettiği Deccâl'sin" diyecektir.
Deccâl de yanındakilere: "Ne dersiniz, bu adamı öldürsem, sonra diriltsem şüphe eder misiniz?" diye soracak, oradakiler de: "Hayır!" diyecekler.
Bunun üzerine Deccâl onu öldürecek, sonra diriltecek. Dirilttiği adam o anda: "Vallâhi senin hakkında hiçbir zaman şimdikinden daha basiretli olmamışımdır" şeklinde cevap verecektir.
Deccâl onu tekrar öldürmek isteyecek ama buna gücü yetmeyecektir. Bu şahsın Hızır aleyhi's-selâm olduğu söylenir.
(Buhârî, Fiten, 27; Müslim, Fiten, 112)

Müslimde Uzun bir hadisin soruda geçen kısmı şöyledir:

Resim---“... Deccal bir kavmin üzerine gelir ve onları dâvet eder. Onlar da ona iman edip kendisinin çağrısına uyarlar. Ardından semaya emreder, sema yağmur yağdırır. Yere emreder de, yer her türlü bitkiyi bitirir... Bir harabeliğe uğrar ve ona hitaben: ‘Hazinelerini ortaya çıkar’ diye emreder. Sonra yetişkin gençlik dolu bir civanmert çağırır. Onu kılıçla vurup, iki parça halinde keser. Parçalarını bir ok atımı mesafesi kadar birbirinden ayırır. Sonra, parçaladığı genci çağırır. O da hemen yüzü parıldayarak ve güler halde ona yönelir, gelir. ...
(Müslim, Fiten, 110)


Resim---Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Deccâl'in aldatmacasına karşı da ümmetini şöyle uyarmıştır: "Ben, Deccâl'in beraberinde olan şeyleri pekala biliyorum: Onun beraberinde sudan bir nehir ve ateşten bir nehir olacaktır. Ama ateş gördüğünüz şey sudur. Su gördüğünüz şey ise ateştir. İmdi sizden kim buna erişir de su içmek isterse, ateş gördüğünden içsin. Çünkü onu su bulacaktır."
(Buhârî, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 105-109; Ebu Davud).

Demek ki Deccâl, Allah'ın, insanları imtihan için kıyâmetten önce göndereceği bir sihirbazdır.
Cennet'i Cehennem gibi; Cehennem'i Cennet gibi göstermeye çalışarak fitne ve fesada sebep olacaktır.

Kehf sûresinin ilk ve son âyetlerini (Deccâl'e karşı) okuyan mümin onun fitnesinden korunmuş olur.
(Müslim, Fiten, 110)

Deccâl, yeryüzünde kırk gün kalacaktır.
Sıkıntıdan dolayı kırk günün birinci günü bir yıl gibi, ikinci günü bir ay gibi, üçüncü günü bir hafta gibi, diğer günleri normal günler gibi gelecektir.
(Müslim, Fiten, 110).
Deccal'in göstereceği harikalar; rüzgâr estirmek, yağmur yağdırmak, bitki bitirmek vb. birtakım kandırıcı aklı çeldirici harikalardır.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim Kehf Sûresi’nin başından (bir rivayette de sonundan) on ayet ezberlerse Mesih Deccal’in şerrinden emin olur.” buyurmuştur
(Ebu’d-Derda radıyallahu anhudan ; Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî)

Meselemiz geleceği zaman gelecek olan Deccalden önce sağdan-soldan gelen ifrat-tefrid ÖNcülleri-Decalilunları…

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Otuz kadar yalancı deccaller çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.”
(Ebu Hureyre radıyallahu anh dan; Tirmizî, Ebu Davud)

Bakın ölçüye bakın: “Hocam, bu adam allame-i cihanmış!”
Ne allame-i cihanı be. Bu Adam kim?
ilâhe illâ ALLAH Muhammede'r Resûlullah” dan başka bir şey bilmeyen, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uğruna çarmıha gerilen Sümeyye Anne!
Senin benim gibi hâlâ daha öyle aklını müslüman etmek için çalmadığı kapı kalmıyor değil.
Aklı islam değil, aklı naklen ehlullah olmuş. Aklı ehlullah. Kırkbin parçaya bölseniz, kırkbini de: “ ilâhe illâ ALLAH Muhammede'r Resûlullah”diyor.
Siz gidin kırk gün sonra gelin, ya da kırk yıl sonra gelin. Ne fark eder.
İşte bu, burada anlaşılması gereken şey, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin muhteşemliği, öyle bir Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu yani. Evet.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Ve ruhul cesedi kevneyni”, iki cesed, iki âlemin cesedinin ruhu. “Ve berzahül bahreyni”, iki denizin berzahı.
Ve sâniye isteyni” “isteyn” ikinci,“saniye isteyn” ikinci olan. İkinciliğe sahib. İkincinin ikisi. İkinin ikincisi.
Gel de çık bakalım işin içinden. Hiç daha, hayatta duydun mu? İkinin ikincisini?
Bunu götürüp Sevr Dağındaki, İkinin birincisi Ebu Bekir Radıyallahu Anh, İkincisi de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, gibi bir anlayışa sokup mahkum etmememek lâzım.
ve saniye isteyni” Allah var idi. Varlık ve yokluk yok idi.
Allah akla göre var idi. Evet ne oldu sonra?
Allah Celle Celaluhu “VAR” ından var etti.
Yani bir “ŞEY” yarattı. Onu muhatab kıldı. Kendisi mütekellim oldu. Karşısına muhatab kıldı.
Allah Tek idi. Sonra ne oldu?
İkinin ikincisi çıktı mı ortaya? Değil mi? Çıkmadı mı?
Yani, “saniye isteyni”, çünkü onun gelişine bakın, gidişine bakın. Nereden geldik buraya?
Berzahü’l- bahreyni”, iki denizin berzahı,ve saniye isteyni, ikinin ikincisi, ikilik nerede Rahmeten lil âleminde.
Bütün âlemler nerede?
Bu tarafta. Âlemler nedir? “Lâ ilahe âlemleri” dir.
Bunun tesbit âlemleridir. Şehâdetin yaşanma âlemleridir.
Yaşanmadan şâhidlik yalancılıktır yani.
Yalancı şâhidliktir olmaz.

Ve fahri’l- kevneyni ebi’l- Kasım ebi’t-tayyib seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdil muttalib abdike ve nebîyyike ve habibike ve rasûlike ennebbiyyi’l- ümmiyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesira

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin zâhir-bâtınını anlatıyor.
İki kevnin de medar-ı iftiharı. İftihar merkezi yani.
Ebu’l Kasım, Ebu’l Tayyib, Kasım’ın babası, Tayyib’in babası,Tâhir’in babası,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem oğulları seyyidimiz Muhammed bin Abdullah bin Abdulmuttaib sallallahu aleyhi ve sellem.
Abdike senin kulundur, ve nebîyyike nebîndir, ve habibike sevgilindir, senin HABBEndir yani, Rasûlike senin rasûlündür.
Resûliken nebîyyi’l- ümmiyyî, öyle bir Resûldür ki aynı zamanda nebîyyi’l- ümmî’dir, yani BİLElik Nurunda ANA-ÜMM gibidir, ana merkezdir yani. Keban’lığı vardır kendisinin.

Ve ala alihi” O’nun âli pâk yolunda yürüyenlere, “ve sahbihi” ona sahib çıkanlara ve aynı zamanda sahib çıktıklarına,
ve sellim tesliman” tam bir teslimiyetle teslim olarak, müslüman olarak, sellim olarak, bu salât ve selamımı SALL et, SILAma ULAŞtır Yâ RABBim Teâlâ!..

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen): Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”
(Ahzâb 33/56)

Siz de tam bir teslimiyetle selam edin bakayım.
“Aleykum es selam!” deyin.
Ben sapasağlam sîn-lâm-mîm oldum. Ben selamete ulaştım.
Benden ancak size yarar gelir, ışık gelir, nur gelir, ceryan gelir, can gelir, demektir.
Tam bir silm ile bu. Teslim, tam, silm’in tamamıdır. Tamamlanmıştır. Eksiksizdir.
kesira çokça kesrette vahdet zevki..

bi kaderi azameti zâtike”, ne kadarmış?
Kaderi ve kadarı ne kadarmış. Senin zâtının azamti kadar.
fikülli vaktin vehinin” gerek insan aklına, hesabına, kitabına giren zaman dilimi, gerek hinn, isterse uzun bir zamanda, istersen hiin şimdi şu anda, her an kendi Zâtının azameti, miktarı, kaderince salât ve selam ediver.
Subhane rabbike” Senin Rabbın subhandır.
rabbil izzeti amma yesifun Rabbin izzetlidir.
Onların vasıflandırdığı şeylerden hâşâ, izzetlidir, insanların söylediği, ne demişler?
İyi diyenler bilmişte mi demiş? Herkes zannını söylüyor.
Zannını söylemeyen Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Ne kadar yakınlaştıysan, o kadar limite yakınsın demektir. Ancak bu açı kanadı gibidir. Ters orantılıdır. Gittikçe açar. Ama dönerse de gittikçe daralır.

ve selâmün öylebir selam ki;
alel mürselin bütün müsellerin üzerine olsun.
vel hamdulillahi rabbil âlemin. Âlemlerin Rabbına hamd ederim
AhMed Aleyhisselam, HaMid Aleyhisselam, MahMud Aleyhisselam, MuhaMMed Aleyhisselatu ves sellamın hamdinden hamd ederim.
Akıl gerçekten MuhaMMedîyyete ermişse-erimişse, hamdın üç makamını da anlamış demektir…

Üç karanlıktan geçersiniz yaratılırken buyurulurken, geriye dönüşte de üç makam, üç hamd le cennete dönüşülür, hakikatler anlaşılır.
“Vayy bee ben de zannettim ki şöyleymiş. Meğer hiç de öyle değilmiş!” diye taMM tamına anlaşılır inşaallah.

GELiş yolumuzda ANA Karnımızda, 3 ÜMMî HAMD diyârına göz atalım bir inşae ALLAH buyurunuz;

İnsanoğlu ZÂTen ÜMM-ANA karnındayken-rahmindeyken Rahimiyyetin 3 aşama ÜMMÎ-varılamaz-erilemez HAMDini yaşayarak doğmaktadır..

Resim “CENİN” ciğin CAN HAMdi..

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel en’âmi semâniyete ezvâc(ezvâcin), yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâs(selâsin), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn(tusrafûne): Allah sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluktan) çevriliyorsunuz?”
(Zümer 39/6)

Bu İlahî HAMD DEVReleri ve insan Oluşum EVReleri..
Sadece ZÂHİRen bakıldığında CENİN CANının rahimden insan sûretinde çıkışından önce 3 karanlık MekÂNda-ODAda;
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Isı, hareket, darbe gibi denge-düzenini bozacak her engeli emici-yok edici SEBBAHA SıRRına bakınız!

1- Karın duvarı
2- Rahim duvarı
3- Amniyon kesesi…

RABBımızın SÖZü RASÛLümüzün SESİ RahmÂN nefesi olarak DERun DUYuşumuza sunulduğunda teknik bu seviyede değildi ama Sünnetullah ve ŞeÂNullah ASLen AYNendi..
Amniyon kesesi keremine bakınız ki içindeki hâlâ Anlaşılamayan bir SIVI ki;
Döllenmiş de can olmuş EMBRİYOyu DIŞtan İÇe korumakta, en lazım harketine gelişimine yataklık yapmakta, her ihtiyacını hazır etmekte, 31 derecede sımsıcak rahmet yuvasında HAMdin HATMi başlamakta en İÇte..

O Anki yeniden YARATılış yolunda âyet-i celilede buyrualan 3 boğum ilk MekÂN makamları;
1. Fallop borusu: Spermle yumurta birleştikten sonra fallop borusu boyunca ilerler. Fallop borusu boyunca ilerleyen zigot bölünerek çoğalma aşaması
2. Rahim duvarındaki bölge: Fıtraten nereye yapuşacağını bilen HÜCRe-ZeRRelerin asılıp tutunma (alaka) aşaması..
3. Amniyon kesesi: Ceninin etrafındaki içi özel bir sıvı ile dolu kese içinde kerem Kemâlâtı aşaması..
3 ÂLEM Sırrında sırayla geçilen SIRAT KÖPRÜleri ve mânâda DÖNÜŞün ayak İzleri..

İşini ehli kişilerin bilimsel kitaplarında incelenemiştir ki;
1. Preembriyonik aşama: Bu aşama birinci trimester olarak anılır. Hücreler çoğalırken 3 tabaka şeklinde organize olurlar, ilk iki haftayı kapsar.
2. Embriyonik aşama: Hücre tabakalarından temel organlar ortaya çıkmaya başlar. İkinci trimester olarak anılır. İkinci haftayla sekizinci hafta arasını kapsar.
3. Fetal aşama: Bu aşamada yüz, eller, ayaklar belirginleşir, insan dış görünümü ortaya çıkar. üçüncü trimester olarak anılır. Sekizinci haftadan doğuma kadar olan safhadır…

Safha safha ASLın FASLı cereyÂNI-Suduru-Zuhuru.. ZüRRiyyet Zincirin HAMD ZİKRi Zevki..
ALLAHça-Kur'ân-ı Kerimce Meni, Alaka, Mudga Tevhid Tâbirleri Terminolojisi..
AHSENi Takvîm.. een Lâzım ve Lâyık KIVAMda İniş-ÇIKış.. Uruc-RüCu’ Mi’racına uygun..

ZÂTından NÛRuna URUC..

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin) : Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde-kıvamda yarattık.”
(Tîn 95/4)

ESFELe İNİŞ İmkÂNla İmtihÂNa YÜKSELiş..

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
Resim---Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne) :Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına kaktık-attık-indirdik.”
(Tîn 95/5)

İLLiyyine geri DÖNüş dârü’s- SeLÂM SıRRına HAMD..
“RABBine DÖN!”

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten) : Dön Rabbine, ondan râzı olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak.”
(Fecr 89/28)

Ve mıknatıs gibi zıt Uçlu ama AYNı BİR-TEK insan Aklı..
Bir ucunda Hizbullalık diğerinde Hizbuşşeytanlık ARAsında KULLuk imtihanı..
Hükmullahsa apaçık, ASLın fASLına Uyarısına HAMd..

أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ
Resim---Em hulikû min gayri şey'in em humul hâlikûn(hâlikûne): Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?”
(Tûr 52/35)
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Evet. Bu salâvat, Ahmed Er-Rufaî Efendimizin salâvatı gerçekten çok güzeldir.
Yani ben dilimin döndüğü kadar, ya da anlayabildiğim kadar size anlatmaya çalıştım ama gerçekten çok güzeldir.
İfadeye de zor geliyor demek istiyorum. Neresine ne diyeceksin?
Kelimeler çok güzel, bütünleşmiş halde. Şiir gibi zâten.
Onun içinde zâten çok meşhur olmuşlar.
Bir sürü insanların sözlerinin içerisinden seçilmişler.
Mustafa sırrına ermişler, Allah’ın izni ve inâyetiyle.
Sevmek bu anlamdadır. Yani basit bir sevgi saygının çok ötesindedir.
Aynı nefesi alabilmektir. Aynı neşeyi yaşayabilmektir.
Aynı inancı paylaşabilmektir Allah’ın izni ve inâyetiyle.
İnsanların kendi içindeki dış düzen ve iç dengeyi kurmalarıyla doğrudan ilgilidir. Seviyelenme dediğimiz özellik ve güzellikler inşaallah.
Evet Ahmed Can bu salâvat böyle güzel bir salâvat, ne diyorsunuz? Nasılsınız?
Siz de buyurun. Hissiyatınız nedir? Sizler ne düşünüyorsunuz? Kendi gönlünüzdekiler nedir?

Ahmed Can:
Allah razı olsun Hocam, sağlığınıza duacıyız. Güzel bir salâvat dediğiniz gibi.
Ben bir soru sormak istiyorum hocam size. Daha önce de 15. Salâvatı işlemiştik.
30. Salâvat ile birlikte, zâten burada sitemizde de yazıyor.
Sabah ve akşam namazlarından sonra 3 kere okunmasında maddî ve manevî rızıklara vesile olacağı, nefsin gelişiminde yardımcı olacağı söylenmiş.
Sitemizde bu şekilde not edilmiş. Tabii burada yaklaşık 45 tane salâvat-ı şerife var sitemizde. Biz de bunları tek tek işliyoruz.
Ezberlememiz her zaman mümkün olmadığı için, her zaman okuma imkanımız olmuyor. Bunları nasıl okumalıyız?
Belli bir tanesini seçip vird mi edinmemiz gerekiyor?
Yoksa zaman buldukça birer birer okumamız mıgerekiyor?
Bunları nasıl okummız gerekiyor? Bu konuda benim kafamda soru işareti oluşmuştu.
Sizden bunu öğrenmek istemiştim. Teşekkür ederim.

Kul İhvâni:
Ahmed Can burada, Siirt’li Hocamın ya da diğer büyüklerimizin söylediği işaret ettikleri bilgi şu.
Bu salâvatı zaman zaman okuyun. Bu salâvatların içindeki mânâları anladığınızda göreceksiniz ki; bu anlayış sizi o noktaya götürür.
Onun mânâsını bilmeyen bir kişi sabah akşam değil, bin kere okusun, yüzbin kere okusun Fransızca bir şarkı okuyor gibidir.
Ben demiyorum ki, Arabça söylemenin bir yararı yok, vardır elbette.
Hiç değilse adamın iyi niyetinden dolayı vardır.
Mânâsını anlamasam da, bu ne diyorsa bende onu söylemek istiyorum, diyor. Halbuki bu günkü devirde, sen, ben, biz, neden bakın biz buraya Arabçasını yazıyoruz.
Altına Latincesini yazıyoruz. Altına mânâsı diyoruz.
Şunun için; bunu okuyan insan yukarıdakini biliyorsa ne güzel.
Onu bilmiyorsa bunu okusun. Bunu da okumaya fırsatım yok diyorsa mânâsını okusun.
Yani daha daha diyorsa, buna kötek lâzım yani. Değil mi?

Bunun için, hasbi hizmet çok kıymetlidir. Yani sizin dediğiniz çok doğru bir şey.
Burada bu kadar salâvat var, hangisini okuyalım?
Meselâ Muhyiddin Nuru’l Arabi Hazretlerinin Salâvat-ı Kübrâsını 1989 yılında benim elime vermişlerdi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ravzasında okumam için.
Latince harflerle yazılmış bir kopyaydı. O zaman daktiloyla yazılmış.
Çok uzun bir salâvat, dilden dile de geçtiği için âyetleri bile bakarsın oooh, kelimeler değişmiş, harfler değişmiş, görme gitsin.
Böyle iken ben onu düzeltme imkanı bulmadan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kabrinde okurken, Cemati’l İslam Üniversitesi var, Medine’deki üniversite.
Orada doçent olan fakat Ravza’da görevli bir zât, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin türbesinde görevli kıpkırmızı sakallıbir zât,koşarak geldi.
Ben dedim ki: “Bizi yasaklayacak!”
Biz de İmam Hatib Lisesinden 3-4 öğretmenle beraber okumaya başlamıştık. “Şimdi bizi yasaklayacak!” dedik yani, ama hiç de öyle olmadı.
Ben okuyorum. O diyor ki: “Hata! Hata!”
Ben Latinceden okuyorum o zaman. Elimde yazılmış.
Bana “orada oku!” dendi çünkü. “Bunu al götür orada oku”, böyle aynen.
Yazmış birisi daktiloyla. “hata, hata”diyor yani “hatalı bu”.
Bende: “sana ne hata” felan diyorum. Ama adamın dediği başkaymış.
Başka yani, ne diyor? “Burada hata var!” bildiği için.
Neticede dedi ki: “lütfen bunu bana ver”.
“Ama bende başka yok dedim, bunu Kâbe’de de okumam lâzım, söz verdim.
Orada fotokopi lâ,lâ,lâ, fotokopi yok. Fotokopi yoksa, buda yok. Dua da yok.
Yani onlar karşıdır salâvata, buna rağmen çok istemişti o.
Sonra dedim ki: “keşke verseydim”. Ama ne yapayım, bana kalmıyordu...

Neticede biz geldik döndük sonra, zaman geçti. Onların Arabçasını yazdım ben, görüyorsunuz mânâlarını çevirdik.
Ama bunu nasıl okuyabilirsin sayfalarca sürüyor.
Ne bileyim bir gün salâvat zevkin düşerse, geçerken selâmun aleykum, aleykum selâm Salâvat-ı Kübra, olabilir yani.
Vird edinecekler içinde kısaları var seversin, olabilir.
Ama her gün okuyacağım. Keşke okusan.
Arada sırada okusan bile diğer günlerinde, diğer ilim ve irfanlarını takviye ederek, ve hasbi hizmete ayırarak gitmek bence daha doğrudur.
Biliyorsunuz enterkollekte olarak, paralel bağlı olarak, bileşik kaplar gibi bağlı, BİZ-BİR-İZ bağıyla bağlı olabilmek için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kendisinin vird edindiği dersler var.
Biz MuhaMMedî Melâmette Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin günlük vuslat vazifelerini yürütmeye çalışırız.
Bunun dışındaki zevklerde herkesi serbest bırakır, danışıldığın da cevab veririz.
Yoksa kimseye karışmayız çünkü o kendi bileceği iştir...

Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem günde 70 kere, 80 kere tevbe istiğfar etmiştir. Biz de 100 tanedir. Neden 100? Bir tesbih boyudur. 80’e 20 daha eklese ölecek değil ya!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Barbaros Can:
Bir yerde tevbe istiğfarı 100 kere çektiğine dair de bir Hadis gördüm hocam.
Ama nerede gördüm bilmiyorum. Geçenlerde rast geldi. “biz hep 70 tevbe istiğfar çektiğini okumuştuk, 70’i 100 yaptık sanmaktaydık” dedim.
“Hocam görseydi” dedim. O zaman siz aklıma geldiniz.

Kul İhvâni:
Evet gerçekten Barbaros 100 istiğfar da var. Ama salâvat da 100 yok.
Ve orada bir tesbih kadar olabilir. Yani adam 80 mi, 90 mı sayacağına bir tesbih bitirir 100 rahatlar.
Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem 100 kere istiğfar etmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem 80 kere istiğfar etmiştir.
Ama biz bunu bir tesbih yapsak, 20 defa daha yapınca, dersin kendi sisteminden gelmiştir bu.
Kadirî yolundan gidersin, Hacı Osman Efendinin yolundan gideriz bakarız ki orada ne öne geçer, Tevhid öne geçer ama öbürleri yine vardır.
İşim gücüm tevhid, ama vardır. Efendim Melâmet’e geçersin direkt olarak Allah esması yükler.
Nakşî olarak düşünürsün, Siirt’li Hocamın yoludur ki, mevcut Nakşîlerle kendisinin tarik olduğu Nakşîlerle bile ilgisi yok sanırsın.
Doğrudan doğruya bizim dersimizin aynısını çekmiştir.
Hatta “Subhanallahi ve bi hamdiki estağfirullah el aziym “ böyle buyuruluyor efendim ne dersiniz” dediğimde, dedi k: “Abdüllatif hemen tâlim edelim herkese ki, ben de dahil istiğfarı böyle yapalım çünkü, bu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin istiğfarı ile, “izâ câe nasrullahi” deki ifadeyi tam karşılıyor. Biz kendi başımıza “estağfirullah el aziym” dersini niye çekelim.
Boş hali vaktimizde biz böyle çekeriz.
Buradaki kasdım şu; esas temel vird, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin her günkü temel virdi nedir? Beş’tir. Bunlar;

1. Tevbe istiğfar 100

2. Salâvat , işte efendim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine salâvat etmiş midir?
Öyle değil. Öyle değil. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kendisi salâvattır zâten.
Sen kendine bak. Hizbüşşeytan mı olacaksın? Hizbullah mı olacaksın? Ona bak sen.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin benim salâtıma, salâvatıma (hâşâ) ihtiyacı yoktur.
Allah , Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile anılır. Ya, işte bu salâvat.

3. 100 Tevhid “Lâ ilâhe illâ ALLAHu vahdehu lâ şerike leh lehul mülkü ve lehul hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr” Burada 100 Tevhid.

4. 100 Allah. “Allah! Allah!” nerede biter?
Kalb’te. Allah, daima. Allah! Allah! hep sağdan sola vurur. Kalb’te yok olur gider.
Bu vuruşlar, Allah vuruşları ile Kalb Allah diye kendi başına atmaya başlar.
Başlar mı? Başlar. Nakşîlik’te de görüyoruz ki, Allah esması sessiz olarak işlenmektedir.
Ama MuhaMMedî Melâmet’te yol Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yoludur.
Bütün gerçek yollar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin deryasında kaybolurlar.
Bizim MuhaMMedî Melâmet’ten kasdımız; Mürşid-i Mutlak Muhammed Aleyhisselâm ’dır, İmam-ı Mutlak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’dir.
Burada ben,sen, o felan bunlar, biz biribirimizin hizmetçileriyiz. Hizmetçileriyiz. Arabanın tekeri.. TEK ERi erenlerin
4 tekerin biri bensem, birisi de sensin ne var yani.
Tek’er olmayıp da çift’er mi olacaksın yani. O zaman çift’er git. Gider yani. Çift’er dediğimizde hizbüşşeytandır yani. Çift de iki başlılık vardır.

5. Beşincisi de, Vird Kur’ânları’dır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in hadisleriyle buyurduğu ve her gün okuduğu sûre ve âyetler..

Bir sahabe geliyor dışarıdan diyor ki: Ya Resûlullah bir yere gidecektik!” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hemen geliyorum” “şu Kur’ân virdimi halledeyim geliyorum”. Bunlar Hadislerle bellidir.
Fatiha, Bakara’nın başı, Allahhü lâ, Amene’r- resûlü, Âl-i İmrân dört âyet, ondan sonraki arkadaki Şehidallahu, 18-19 ve 26-27 Âl-i İmrân, Yâsîn, Secde, Duhan, Vakıâ, Mülk, Nebe, gibi sûreler aklımda öyle kalmış.

Ondan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de olmadığı, olduğunu tam bilmiyorum, bilmiyorum değil öyle görmedim ama, biz İsra’nın son bölümünü de okuyoruz.
Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin virdinde bu varsa da ben görmedim yani. Hadis olarak görmedim demek istiyorum.
Efendim Secde sûresi, Yâsin sûresi, ondan sonra 467. Sayfanın başındaki sûrenin ilk dört âyeti, 496. Sayfada ki Duhan sûresi, 511. Deki Fetih sûresinin ilk 4 âyeti, sonra en son âyeti Muhammede'r Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) le başlayan kısmı. 534. Sayfadaki Vakıa sûresi, Tebareke, Amme, okumuştur Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Açıktır bunlar.

“Efendim benim uzun derse vaktim yok ne olacak?” Dendiğinde ise şöyle olacak.
Vaktin yoksa “Subhanallahi ve bi hamdihi estağfirullah el azim” demeyeceksin, “estağfirullah el azim” diyeceksin.
Vaktin yoksa salâvatı şerifeyi “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” diyeceksin. Diyebilesin diye çünkü, desin.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu vahdehu la şerike leh lehul mülkü ve lehul hamdu külli şey’in kadir”vaktim yok “ ilâhe illâ ALLAH”. İçinden de Muhammede'r Resûlullah.
Bunlar mümkün. Hele hele kadınlar için, Şeyh Alaaddin Efendimizin meşhur sözğ vardır:
“Ellerini kaldırsın 10 defa “ ilâhe illâ ALLAH Muhammede'r Resûlullah” desin vallahi kabulümüzdür” diye.
Kadınların işi, meşgalesi vardır, şu vardır, bu vardır, onlarda her zaman her halde içlerinden parmak sayıları kadar 10 kere “ ilâhe illâ ALLAH Muhammede'r Resûlullah” derlerse, biz onların diyor (kendi sisteminde) bileyiz onlarla” diyor.
“Onlar bizim için her şeyi yapmış demektir. Çünkü “bağlıyım” diyor.

Bu salâvatları da bu anlamda anlamamız lâzım.
Vird sabah akşam okumak çok güzel şey fakat, o kadar çok şey var ki hangisini okuyayım ben diye düşündüğümüzde farzlar birinci esastır. Asla terkedilemez.
Ondan sonra gelen kesin sünnetlerden sünnet-i müekkedler.
Ondan sonra normal sünnetler. Ondan sonra Allah dostlarının dedikleri ve ondan sonra senin benim dediğime gelebilirsin Ahmed Can.
İzah edebildim mi?
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Ahmed Can:
Sağolun hocam teşekkür ederim. Yeterli oldu sağolun.

Kul İhvâni:
Bir şeyin çok iyi anlaşılması lâzım.
Siirtli Hocam 84 yaşında vefat etti.
Hayatımda hiç kimseyi tarikata davet etmedim, kimseyi de red etmedim!” derdi.
Bu o kadar muhteşem bir şeydi ki, “imaen ya da gönül olarak öyle şeyler asla hayalimden geçmez!”demekte..
Fakat birisi kendisine müracat etti mi ilk sorusu: “Senin bir tarikatın yok mu?”
Adam da saf yani: “Var efendim”.
“Bir şikâyetin mi var?”
“Var efendim”
“O zaman o zâta söyle, de ki, senden şikâyetçiyim”.
Adam buraya düştü mü bil ki adam gitti. Bu adam gitti işte şimdi.
Bir adam “tarikatım var” dedi mi, gitti bu adama artık Siirtli Hocamdan bir meded olmaz ona.
“Eee şikâyetim var!”
Var ise, o zâta söyle belki düzeltecek.
“Hatalı mı görüyorsun şeyhini?”
“Yok!.”
“Yoksa peki ne diye ayrılıyorsun oradan. O yolda yürü işte!”

Bundan şunu demek istiyorum, çünkü halkın teveccühü davulun sesine gidiyor.
Davulcunun ne dediğine göre de değil. Davulun gümbürtüsüne gidiyor öyle değil.
Hedefte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin olması gerekir.
“Siz kimsiniz hocam? Öteki kim? Beriki kim?”
Vallahi kimin ne olduğunu bilmiyorum ama biz söylüyoruz, biz arabanın tekeri gibi, deniz feneri gibi: “Ey millet burada Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin İZİ var hep beraber buyurun! Göbekten atıyorsa canın çekiyorsa çok tekere ihtiyacımız var!”
4 tekerli değil bizim araba çok, 99 tekerli de değil, sonsuz tekerli.
Teker çok lâzım. Her zaman hizmet lâzım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme ulaşım sadece hizmetle mümkün.
İbadet edilemez Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kimsenin bir şeyine muhtaç değildir, hâşâ.
İnsanlar, bazı cemaatler para toplayıp “Peygamber Aleyhisselâmın adına kurban keseceğiz” felan, ne saçmalıyor.
Yani komik. Saçmalıklar.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kurbanı murbanı kesilmiştir. Kurban murban bizim kendi kestiğimiz hayvan kurbanlardan bahsediyorlar.
Biz kendi kendimizi kurban kesebiliyor muyuz? Kendi içimizdeki kurbanları.
Kurban yazıları yazıyoruz. Şiirler yazıyoruz. Ama kurban olamıyoruz.
Çünkü kurb-ÂN olmak ne demektir?
Ne demektir Barbaros kurbÂN olmak?
Kurb-ÂN olmak ne demek? Kurb-ÂN?

Barbaros Can:
KURBiyyet ANInı yaşamak YAKÎNliği, değil mi hocam.
Şah damarından yakın olan karib olana kurbiyyeti ifade etmek.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Sevgili Hocam Barbaros Cana sorduğunuz bu soruyu okuyunca bir şey anlatmak istedim. Soruyu cevaplayacak bir bilgim ya da yaşantım yok ama bir rüya görmüştüm. Bir sohbetinizde bu rüyamı anlatmayı çok istemiştim ama kismet olmamıştı. Şimdi inşaALLAH hayr olsun deyip "Bıçak sırtında yaşamak" demek istiyorum

"Bıçak sırtında yaşamak"

Bıçagın bir yüzü zikirsizlikten donan ben gibi diğer yüzü zikirsizlikten yanan ben gibi. Ayni şeyin iki yüzü. Iki yüzlülük... Donmak ve yanmak. Bununla yüz yüze gelmek. Bıçak sırtında oluştan korkuş ve korkunun son ucu en nihayet ümit.Teslim olmaktan başka çare bulamayış. Kaçışın son durağı...Bıçak sırtı...


"La rahate fiddünya"

'10 yıl önceydi...2003. Rüyamda bir kurbanlık kuzu gibi kurban edilmeyi beklemekteydim. Kurban edecek kişi elinde bıçağıyla duruyordu. Korkulu ve kaçısı olmayan ama son ucu umut dolu olan bekleyişimin ardından... En nihayet ızdırabım sona ermişti. Evet artık korkacak bir şeyim kalmamıştı- bir ümidim de. Şimdi çok rahattım. Bu iş nasıl olacak? Canım yanacak mı-bıcağın soğuk yüzü beni donduracak ya da sıcak yüzü beni yakacak mı? Ya da ümit ediyorum ki bu iş cok kolay olsun..... Iç seslerim bitmiş şimdi sonucu bizzat yaşamaktaydım. YAŞAmaktaydım. Korkularımdaki kadar zor olmadığını ve ümitlerimdeki kadar kolay olduğunu şu an yaşayan bir şahittim...'

Simgelerle dolu hayatım rüyalarımda simgelerle gözlerimin önüne nasılda seriliyor ve sırası geldikçe karşıma çikiveriyor. Ali Kerremullahi veche Efendimiz'in keskin kılıcı nasılda keskin bir zeka gibi gözümün önünde pırıldıyor her seferinde yeniden yepyeni ve pırıl pırıl.


Resim---Resûlullah (sav) : “Lâ rahate fi’d-dünya : Dünyada rahat yoktur” buyurmuştur.
aNKa yazdı:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
Resim
"Mü'min'e bu dünyada Rabbisine mülâki oluncaya kadar rahat yoktur." buyurduğuna göre Rabbisine mülâki oluncaya, rahatı rahmana kavuşuncaya kadar burada rahat olmadığına göre fani, gelip geçici olan dünyanın, ahirete nisbetle ne değeri olabilir?
Allahü Zülcelâl bizlere şuur versin. Bizlere muin olsun.


Muhammed SIDDIK (k.s.)

http://www.muhammedinur.net/forum/viewt ... &start=125
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Uzak&Yakın SeSin..

Resim gİZli GELen KOKU gibi
sence
-bence BİZde SEVgi
hİÇ ÇÖLÜnün HeP ÇiÇeği
SEVen
-SEVilen Resim SEVgili!..

Resim

ZEVK 4998

HiCRR-i İSMâil HüCRResi.. HaCeRRin HaYY KucAĞı güLL!..
NeFSine, NeFSin KURB-ÂN-ı.. Resim İbRAHÎM-in BıçAĞı güLL!..
KORKu UMut!.. Resim AKIL İŞ-i.. fASLın ASL-ını Resim BİL-İŞ-i?!.
OL-MA!” sın OL!” sun! OcAĞı!.. “OL-AN” “O”-nun sıcAĞı güLL!..


27.07.12 00:20.. 8 rmzn..
brsbrs.tmmtktktrstkkmz…



sevgili IYŞŞ cANımız,
DÜNkü DÜŞün HAYR OLsun inşâe ALLAH!..
Bu GÜN kü gÖNlün ve de ÖMRün Nûr-u MîM dOLsun inşâe ALLAH!..
İşin ASLı fASLı gERçekten; zANNdan, ÂNN-a GEÇ-İŞ KURbiyyeti..
Her ÂNN yeniden YARATılışa İştirak ŞEVKi ve de ZEVKidir..
ÂN-a YakÎNlik.. BİZ BİR-İZ ŞUURu- NÛR-u - SüRuRu ve de ONuRu..
ŞU-dur.. BU-dur-a Ne Hacet.. Lâ HUve iLLÂ HUU!.. haYY DosT!..
ÖVmek ya da YERMek.. İfrat-Tefrid.. AHHmak İŞi..
ÂŞIKçası ise İ'tidalde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem EFENDimİZin SEViyesinde MüBÂrek Olsun inşâe ALLAH!..

AFFrikanın en güney BURnuna ve de NURSEL canıma benden de seLÂM edersin inşâe ALLAH!..

SEN-ce YAŞAmak ne güzel ALLAHımmm!..

MîM MuhaBBetlerimle GÜLL-cANımız!..
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Kul İhvâni:
AYNen evet. AN’a karib olmaktır.
Çünkü o, öyle bir sınırdır ki, bıçağın burnu, yaratan ile yaratılan nötrdür.
Yani konuşulamaz. Buna çok şâhid olmuşumdur.
Bir bayramda 7 kurban kestiğimi hatırlıyorum deniz kenarında komşularımın kurbanlarını da..
Yani 7 tane canın ilk bıçakla nasıl çırpındığını biliyorum.
Şunu demek istiyorum. Hepsinin birleştiği noktayı da biliyorum.
Keçiler farklıydı ama kesen bıçak benim bıçağımdı.
Onlar kurbandı çünkü. Onlar AYN-ı ANı yaşadılar. Bende Ayn-ı ANı yaşadım.
Sadece gözüm iki olduğu için ben biraz aralıklı gördüm. Bir film gibi.
Yavaşa aldığın zaman oh, istersen arkadan seyret filmi.
Resmin yarısı devrilir devrilir gelir.
İstersen 1 dakikaya çevir “cızzt!” diye geçer diye görürsün.
Bunlar hep kurbandır. Garib-ÂN dır. Karib-ÂN dır.
Garib-ÂN ise galibiyettir.
Yakınlıktan da, karib oluştan da, karib de zâten ne vardır?
Rabbani kudret vardır. Garib de ise, Rabbanî galibiyet vardır.
Dolayısıyla garib gurbet falan hep güzeldir. Harikadır yani.
Tüm bu söylediklerimizin temeli hep Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi anlayış, daha sonra Allah’ı anlatışını anlayış, anlayıştan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde sidreti münteha olmak.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sadrında Sidre-yi müntehâ olmak.

Barbaros:
Sadrların nihâyeti, yani bütün sadırları kapsıyor mu hocam?

Kul İhvâni:
Hııı hııı. Bütün sadırları kapsıyor. Nasıl olur?
Olur. Bunu anlatamıyorum işte.
Eğer üst üste koysanız Türkiye’yi doldurur belki incir odunları ilk yaratıldığı günden bu yana.
Odunları kesipte Türkiye’nin üstüne yığsaydınız odundan dağlar oluşurdu. Milyarlarca senedir.
Amma bütün bu odunlar, bu incir ağaçlarının ilk incir tohumundan yaratıldığını anlamak için insanın allâme-yi cihan olmasına gerek yok.
İlkokulda ki çocuk bile anlar bunu.İşte onu söylüyorum.
Onun için MuhaMMedî Melâmi bir eser yüklü eşek değildir, Kur’ân-ı Kerim de buyurulan.
O eser, eser bir Âşıktır. Onun estiği eserdir. Eşek değildir.
Kendisi, eseri eser kılan bir Âşıktır. Bu çok önemli bir ayırımdır.
Allah celle celâluhu hepimizi Hakk’ta Hayr’da ve Rızasında kılsın inşaallah.
Ve karibliğimizi, garibliğimizi, bu da dört tanedir aslında ama diğer ikisi nerede bilmiyorum. Garib, karib, var yani.
Harabe, harab etmek, harab olmak, mihrab da oradan gelir, harabe’den.
Meryem’in mihrabı vardır. Zekeriyâ’nın da mihrabı varmış değil mi?
Başka kimin var? Başka mihrab yok. Mihrab Meryem Aleyhisselâmın etrafında var.
Zekeriyâ Aleyhisselâm Meryem Aleyhisselâm’ın babası gibi.
Babası değil, teyzesi kocası ama babası hükmünde yani Hocası.
O’nun terbiye edeni, yetiştireni, kefili olanı Zekeriyâ Aleyhisselâm.
Allah celle celâluhu peygamberi eliyle büyütmüştür O’nu.
Ne garib şeyler var dünyada ya?
Meryem Aleyhisselâm’ı peygamber aleyhi's-selâm büyütüyor.
Musa aleyhisselâm’ı Firavun büyütüyor.
Ama firavunun karısı Asiye Ana’da çok harika bir şey yani. Firavun’un eşi.
Bakın kıyas değil anlaşılsın diye söylüyorum.
Kur’ân-ı Kerim’in bir kıyas, tartı olmayıp, MuhaMMedî SEVİYE olduğunu anlamak için.
Hatice validemizin ismi Kur’ân-ı Kerim de yoktur. Ama Firavunun karısının adı vardır.
Bunlar ne kadar garib şeylerdir. Oluş sebepleri de çok ilginçtir.
Ve bütün bu çabaların sebebi daha rahat anlayışlar, nasıl daha rahat anlatırız insanlara?
Hep beraber kendimizde dahil nasıl bir yol buluruz birlikte.
Bunun içinde büyüklerimizin salâvatları ve selâmları ile felan uğraşıp duruyoruz.

Tarık sesin var mı canım? Nasılsın? Ne ediyorsun? Sormak ya da anlatmak istediğin bir şey var mı?
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ Ahmed Er Rufaî (ks) SALÂVÂTı SOHBETİ

Mesaj gönderen simurg »

Tarık:
Sağolun Hocam Allah razı olsun. Çok güzel izahlar.
Bu şekilde anlattığınız açıkladığınız zaman anlamamız daha kolay oluyor. Ağzınıza sağlık hocam Allah razı olsun!.

Kul İhvâni:
Cümlemizden olsun inşâe ALLAH!.
Allah celle celâluhu geçen zamanlarımızdaki şaşkınlık, taşkınlık ve yaramazlıklarımızı bağışlasın Resûl-i ekrem sallallahu aleyhi ve selleme.
Tevbe istiğfarında bizi de bir etsin. BİZ BİR-İZ kılsın inşâe ALLAH!.
Geçmişimizi mağfiret etsin ümmet-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber.
Gelecekteki dualarımızı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin dualarına katsın.
Bizi ehl-i dua kılsın inşaallah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin dualarının içinde BİZ BİR-İZ etsin.
Ya Rabii, Ya Allah celle celâluhu bu yaşadığımız sürece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ravzasında razı olduğu kevser içinde bizimde rızalarımızı bulundur BİZ BİR-İZ kıl inşâe ALLAH!.
Son nefeslerimizde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin şehâdetinde şehâdetimiz yerini alsın, şereflensin inşâe ALLAH!.
Eşhedü enla ilahe illâ ALLAH, ve eşhedü enne Muhammeden ResûlullahBİZ BİR-İZ şerefine.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin yüreğinde cennetlerinde ebediyyen bu hayat içerisinde Nurullah içinde Nur kalmak nasibimiz olsun inşaallahurahmân.

Mübârek Zâtı HAKK Olan ve BİZler ÜMMeti olarak HAKKI DUYmak Ve HAYRa uymakta İmam-ı Mutlakımız ve Mürşid-i Mutlakımız, MuhaMMed Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sonsuz sınırsız ve İlmullahça Es Salat ve Es Selâm OLsun!
Ve'l-hamdu li'llâhi RABBi'l-âlemîn.

Evet tekrar görüşmek üzere Allah’ın selâmı kelâmı selâmeti üzerimize olsun.

Resim'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyi’l-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''Resim

Sübhaneke Allahümme ve bihamdike eşhedu enLâ İlâhe İllâ ente vahdeke la şerike leke estağfirke ve etubu ileyk.

ElhamdulillahiRABBilâlemin!
Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön