25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ

Resim---Fa’lem ennehu ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum : Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir. (Muhammed 47/19)


Resim

Resim---Bu kelimeyi Hz. Rasulullah aleyhissalattü vesselâm Muaz, bin Cebele söyler: “Yâ Muaz, ben seni severim. Biliyorum ki yevmiyede belki binlerce kelime-i tevhid getiriyorsun ama, ben sana muhtasarca bir şey talim edeyim ki bunu söylersen on binlerce ve daha üstünde bir bedeli vardır.” diyerek buyurmuştur.
[Muhammed Sıddık Hekim Efendi (k.s), 40 Hadis ]


Lâ ilâhe illâllahu adede kelimatihi: Onun-ALLAH celle celâluhunun Kelimeleri adedince Lâ ilâhe illâllahu - ALLAHtan başka El İlâh yoktur!

Lâ ilâhe illâllahu adede halkıhi: Onun-ALLAH celle celâluhunun Halkettikleri adedince Lâ ilâhe illâllahu - ALLAHtan başka El İlâh yoktur!

Lâ ilâhe illâllahu zinete arşihi: Onun-ALLAH celle celâluhunun Arşının süsü-ölçüsünce Lâ ilâhe illâllahu - ALLAHtan başka El İlâh yoktur!

Lâ ilâhe illâllahu mil'e semavatihi: Onun-ALLAH celle celâluhunun semâlarının-Göklerinin dolusunca Lâ ilâhe illâllahu - ALLAHtan başka El İlâh yoktur!

Lâ ilâhe illâllahu misle zalike meahu: Ve onunla beraber bunun mislince-AYNısınca Lâ ilâhe illâllahu - ALLAHtan başka El İlâh yoktur!

Vel- hamdulillahi misle zalike meahu: Ve onunla beraber bunun mislince-AYNısınca ALLAHa hmdolsun!

Lâ yuhsihi melekün vela ğayruhu: Öyleki Meleklerin veya başklarının sayamayacağı kadar Lâ ilâhe illâllahu - ALLAHtan başka El İlâh yoktur!

Eşhedü ella ilâhe illâllah ve Eşhedü enne Muhammed'en abduhu verasülühü: Ben ALLAHtan başka El İlâh olmadığına ve Ben MuhaMMed aleyhi's-selâmın Onun KULu ve Resûlü Olduğuna şâhidlik ederim-Şâhidim!.."
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

ALİ AYYdır
ALİ HaYYdır
Zikrullah OK
ALİ YAYYdır…
kerremullahi veche


Resim

ZEVK 4622

İNSAN
-ı KÂMİL Kevseri, HâL-i Hazır HASL-ı ALİ kerremullahi veche
RASÛLuLLaH EMÂNeti
, Ehl-i Beyt-in ASL-ı ALİ kerremullahi veche
SıRR
-ı SIFIRR SüVeYDÂsı BİZ BİR-İZ Be nin NOKTASI
MuhaMMedî AŞKın MEŞKi
FAZİLETin FASL-ı ALİ kerremullahi veche


Kul İhvâni

26.09 11 21:10
bursa..dsi..

Resim

ZEVK 2192

Yâ RABBIM!

Sırr
-ı Kur'ân hakkı için, ihsân eyle ilme'l-haifin
Hûbb
-i Habib hakkı için, ikrâm eyle ihlâse'l-mûkînin
El
-i Ehl-i Beyt hakkı için, lûtfeyle tevbete's-sıddîkin
HAKK'ı bilir halk hakkı için, inâm eyle şükre's-sabîrin...


Kul İhvâni

Resim

ZEVK 2197

Yâ Rabbenâ. Salât-ü-selâm et, MUHAMMEDÜ'l-Melce'-i Fukara'ya.
Muhtarü'l- Seyyidü'l- beşer, Şefi'-i Rûz-i cezâya!
Efsahü'l- Kelâma-Server-i Enâma, Ecmelü'l- Enbiyâya
Bâis
-i Hilkat-i Kâinât'a, DOST Muhbub-i Kibriyâ'ya!


Kul İhvâni

Resim


ZEVK 2198

Yâ Rabbenâ
! Salât-ü-selâm et, Habibin MUHAMMEDÜ'l-Mustafa'ya
Fâtimâtü
'z- Zehra anama, AŞK'ın "ÂSL"ı Ehl-i Beyt-ü-âl-i Abâ'ya
Kerremullahi Veche
'ye, Alîyyü'l- Haydârü'l- Mûrtezâ'ya
Ahsenü
'l-hülûk Hasan'a, Hüseynî Şehîdü'l-Şah-ı Kerbelâ'ya...


Kul İhvâni

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

25 EKİM 2011

Resim

Kul İhvÂNi EREN DUASI :

Resim

On Dokuz SES-ten
Sekiz CeNNet DUAMIZ:


Resim
"Euzu billâhi’s-semî'il-alîmi mine’ş-şeytani’r-racîmi min hemzihi ve nefhihi ve nefsih:Kovulmuş şeytanın dürtmesinden, üflemesinden ve kötü nefesinden her şeyi en iyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım."


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen) : Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin. (Ahzâb 33/56)

Sadakallâhu'l-azîm

Resim

İmâm-ı Alî (kerremullahi veche) Efendimiz'in Salâvâtı ile BİZ BİRlikte.. :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmânirrahîm


Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


Allahümme inni es'eluke!
Resim
İlmel- Hâifîn! İnâbetil- Muhbitîn! İhlasel- Mukînîn!
Tevbetes- Sıddıkîn! Zikrül- Zâkirîn! Fikrül- Fâkirîn!
Şükres- Sâbirîn- Hamdel- Hamidîn! Edebel- Müeddibîn!!
İslahel- Muslihîn! İflahel- Muflihîn!-İrfanel- Ârifîn!
Aşkul- Uşşakîn! İrşadel- Mürşidîn! Bedelul-Ebdâlîn!
Birrul- Ebrârîn!. Hayrul- Ehyârîn!. Hurrul- Ehrârîn!..
Ve SÖZün ÖZ, Nurul- Muhammedîn! sallallahu aleyhi ve sellem
İnşae ALLAHur- Rahmân!.. Vel- hamdülillahirabbil- âlemîn.

Âmin!
Âmin Yâ Muîn celle celâluhu!

Yâ Latîf ALLAH celle celâluhu!
Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Yâ Rahîm ALLAH celle celâluhu!
Yâ Rahmân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Hannân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Mennân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Deyyân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Furkân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Sultân ALLAH celle celâluhu!
Yâ ALLAH! ALLAH celle celâluhu!

Lâ ilâhe illâ Allah Muhammeder- Resûlullah..
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhu ve resûluhu!..


Resim

Allahumme innî eselüke: Allah’ım SEN-den isterim!.
Yâ Huve! Yâ Men!
Lâ Huve illâ Huve!
Yâ Men! Lâ ilâhe illâ Huve!
Olan ALLAH celle celâluhu SEN’den isterim!
Resim
İlmel- Hâifîn:
Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm ve EREN edebiyle İLİM edip de ilmiyle amelin güçlüğünü yaşayış korkusunda olan Hakk Dostlarının İLMinden İsterim!

İnâbetil- Muhbitîn:
Mürşid-i Mutlak MuhaMMed aleyhi's-selâmı DUYup-UYmuş, Tenezzül ve Tevazu’ Sahibi, Alçak gönüllü MuhaMMedî Hasbî Hizmetçilerin İnâbe-Mâsivâyı terk edip HAKK’a DÖNÜŞlerinden İsterim!

İhlasel- Mukînîn:
MuhaMMedî Samimiyyet içinde senlik ve benliğin kalktığı sınırda ikân bulmuş, mutmainden de ötede kâni olmuş, Şüphesiz ve Tereddüdsüz olarak İmanî, Kur'anî hakikatların Hakikat-ı MuhaMMedîyyesini YAŞAyarak ULAŞmış Yakîn EHLinin İHLASından isterim

Tevbetes- Sıddıkîn:
MuhaMMedî Sadakatta Samimiyyetle ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çokça SADIKlıkta Sabırlı Hakk SIDDIKların TEVBElerinden İsterim!

Zikrül- Zâkirîn:
Rububiyyet Kevniyyeti Sahbiliğini ÖZden SÖZe ANan ANdıran Kâinat-Kendi-Kalb ve Elindeki Kur'ân-ı Kerimin “İKRÂ!” Zevkindeki, ZİKRini Unutmayan Unutursa ANında Hatırlayan Hakk Zâkirlerin ZİKRinden İsterim!

Fikrül- Fâkirîn:
Şah Damarından KARÎB Rububiyyetin Zâhir ve Bâtın Kevniyet OLuşumunu MuhaMMedî Şuurla ANlayan ve gereğini YAŞAyan
Başka düşüncelerden yoksul, “FAKRıyla FAHReden!”e ÜMMet Hakk Fâkirlerin FİKRinden İsterim!


Şükres- Sâbirîn:
HaKK Teâlâ’yı Hakça DUYup MuhaMMedî ESRâRda HaYRa UYUşta Selâmet SABRında Olan Sâbirînlerin Her yerde her zaman, her Haldeki ŞÜKRünden İsterim!

Edebel- Müeddibîn:
Allahu zul celâl’in Hulkullahını, Kur’an-ı Kerim’in Hulku’l- Kur'ân-ı Kerimi ve Hulku’r- Resulü;
Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmdan alan Hulku’l Velâ EHLi ERENler EDEBiyle edeblenmiş HaKK Müeddiblerin EDEBinden İsterim!


İslahel- Muslihîn:
Küllî ŞEYle, OL-Anlarla UYUŞUM-Barış İçinde Yaşamayı İrade etmiş SULH EHLi-İyiliğe Yönlendirci-Terbiye edici -Hataları DÜZENleyici-Resulî SEViyeci Muslihînlerin İSLAHından İsterim!

İflahel- Muflihîn:
ÖZ-lerinde, Küllî ŞEY-in “Lehu:O’nundur” HAKKlığını İdrak etmiş
İçlerinde “felahu” yu bulmuş- ÖZ-Merkezlerindeki ÖZ Sahibleri RABBlarını BİLmiş- Döndürenle BİZ-BİRlikte, Muhitte DÖNenleri SELÂMEte Çekici –Felaha kavuşturcu Muflihînlerin İFLAHlarından İsterim!


Hamdel- Hamidîn:
MuhaMMed aleyhi’s-selâm Hakikatını BİLmiş, MahMud aleyhi’s-selâm-HaMid aleyhi’s-selâmı Makamını BULmuş ve Ahmed aleyhi’s-selâm AHLÂKında Olmuş,
MeDDe Hakikatının İLK HAMD edeni AHMED aleyhi's-selâm’ın HAMDinde BİZ-BİR-İZ Ahvâlini Yaşayan HaKK Hamidîlerin HAMDinden İsterim!


İrfânel- Ârifîn:
ERen Kâmili Kalbinden GEÇerek, Edeb Resulî İrfân Kevserinde olmuş Hakk Ariflerin İRFÂNından İsterim!.

Aşkul- Uşşakîn:
Ahmedî AŞK Ocağında YANarak Zâhir ve Bâtın Şektten kurtulmuş Gerçek Hakk ÂŞıKların AŞKından İsterim!

İrşadel- Mürşidîn:
Mürşid-i Mutlak MuhaMMedî Menbağın Mecrası, Raziyeten-Merziyyeten RüŞDe ERmiş ve de ERdiren Hakk Mürşidlerin İRŞÂDından İsterim!

Bedelul-Ebdâlîn:
4 ÂLEMde 7 Nefs Letâif Kemâlat Menzilleri, 4x7=28 Peygambere BEDEL tebdil olanlar, Büdelâlar, AŞK u CEZBe Ehli Hakk Ebdâlların BEDELinden İsrterim!

Birrul- Ebrârîn:
MuahaMMMedî Hamiyyette En Birr Olanlar, Özü-Sözü dosdoğrular, En İYİler, Birr u TaKVâ, ZüHD ü TaKVâ Ehli Ebrârların Birrinden İsterim!

Hayrul- Ehyârîn:
MuahaMMMedî Mekanda En Hayırlılar, En Zor Yolun Rahat Rehberleri, SıDK u HuŞû Ehli Ehyârların Hay-larından İsterim!

Hürrul- Ehrârîn:
HaKk’a karşı Haşyette-Hayrette-Dehşette, , Halka Karşı Fütursuz, Korkusuz-Hüzünsüzlerin, HÂLde En HüRRlerin , Hakk Havf u Recâ Nazz Ehli Ehrârların Hürr-ündendirler..

Nurul- Muhammedîn:
Ve kısacası SÖZün ÖZü,
SıRR-ı Sıfır, SıRR-ı Süveydâ, SıRR-ı SaHiBB, SıRR-ı SuBHÂN SEÇKinleri..
Âlim, Âşık, Kâmil, Ârifler Arafatları..
Abdâl, Ahyâr, Ebrâr, Ahrârlar Sır-at-ları,
Ledünn İlmi SultANları Cemu’l-CEM’ cANları KEVSERin Küllî Kerem Kâynakları Hakk MuhaMMedîlerin NÛRundan İsterim!..


Resim

FATİMATÜ'Z- ZEHRÂ ANNEMİZİN SALÂVÂTI İLE BİZ BİRlikte.. :

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ رُحُهُ مِحْرَبُ الْاَرْوَاحِ وَ الْمَلاَئِكَةِ وَ ألْكَوْنِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُوَ إمَامُ الْأَنْبِيَاءِ وَ الْ مُرْسَلِين
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُو إمَامُ أهلِ الْجَنَّةِ وَ إبَادِاللّهِ الْمُؤْمِنِين


TÜRKÇESİ :
Allahümme salli alâ men ruhuhu mihrabü'l- ervâhi ve'l- melâiketi ve'l- kevni
Allahümme salli alâ men hüve imâmü
'l- enbiyâi ve'l- mürselin,
Allahümme salli alâ men hüve imâmü ehli'l- cenneti ve ibâdillahi'l- 'minin...

MÂNÂSI :

Allah’ım!
Ruhu, kâinâtın, meleklerin ve ruhların Mihrabı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!

Allah’ım!
Katından gönderilenlerin ve peygamberlerin İmamı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!

Allah’ım!
Cennet ehlinin ve Allah’ın mü’min kullarının İmamı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!


Resim

(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)

Resim

Diye bir dua bu.
Bu 2002 Bolu’da . Bu daha çoğalabilir tabi .
O zaman çalakâlem yazılmış ama, daha devam edilebilir.
Yani, başka ebrâr, ahyâr, ahrâr, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Nuru istenir.
Şuuru istenir. Onuru istenir. Süruru istenir.
Daha biraz daha 18 tane olabilir. Şu an da 14 tane, 4 tane daha ekleyip 18 yaparsak, Gül’de bunu bir güzel güllerse olur bize bir “Gül Duası” inşallah.
Bu sayfadaki bir şiiri okuyayım ondan sonrada bildiğimiz şekilde devam edelim ..

Can Dost Diye bir şiir yazılmış.
Dokuzuncu ayın biri, iki bin iki de. (01.09.2002), Gece yarısı, Bolu’da yazılmış.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

CAN DOST!..

ALLAH-a Giden Yolu BİL!
NûR-u MÎM-le RUHunu SİL!
HAKK Dostların İP-in DİZİL!
BUL-ursun AŞK Oymağını

Resim

Bu Âlemden Esrâr GEÇti
Sâdık
-Sâlih-Ebrâr GEÇti
Ebdâl
-Ehyâr- Ehrâr GEÇti
ALıp AŞKın Kaymağını


Resim

MuhaMMedî OL-up BİZ-le
Ehl
-i Beyt-in İZİn İZ-le
GELenden
-GEÇenden gİZ-le
BUL up AŞKın Kaynağını


Resim

MuSâ-nın Âsâ-sın Dayan
İbrahim YASAsın Dayan
HaKK
-ın MUSTAFAsın Dayan
AT
-ıp NeFSin Deyneğini

Resim

ihvÂNim YAŞAm Şamata
BİN
-dirirler Tahta AT-a
SÜRersin sıRRın SIRAT
-a
GİY
-ip Hesab GÖYNEğini


01.09.02 22:15
B o l u …
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

ALLAH-a Giden Yolu BİL!
NûR-u MÎM-le RUHunu SİL!
HAKK Dostların İP-in DİZİL!
BUL-ursun AŞK Oymağını…”

Aşkın oymağına giden yol, Allah’a giden yol, Allah Dostlarının kalbinden geçer.
Hakk’ın yolu, Hakk Dostları’nın kalbidir.
Yeter ki bu ipe dizil. Sende bulursun aşk oymağını.
Fişi prize sokarsan Keban burada , bura Keban’da olur.


Resim

Bu Âlemden Esrâr GEÇti
Sâdık
-Sâlih- Ebrâr GEÇti
Ebdâl
-Ehyâr- Ehrâr GEÇti
ALıp AŞKın Kaymağını
…”

Onlar ayranla yoğurtla uğraşmadılar. Kaymağı alıp geçtiler.


Resim

MuhaMMedî OL-up BİZ-le
Ehl
-i Beyt-in İZİn İZ-le
GELenden
-GEÇenden gİZ-le
BUL up AŞKın Kaynağını
…”


Aşkın kaynağını bulmakla yetmez yani.
Gelenden geçenden gizlemek gerekir.
Nice aşklar vardır ki, harman olmuştur bu yüzden.


Resim

MuSâ-nın Âsâ-sın Dayan
İbrahim YASAsın Dayan
HaKK
-ın MUSTAFAsın Dayan
AT
-ıp NeFSin Deyneğini…”

Elindeki benlik değneğini, sopasını at, dayanacaksan Musa aleyhi's-selâm’ın Asâsına dayan.
İbrahim aleyhi's-selâmın Hanif Dinine dayan.
“Hakk’ın Mustafa’sına sallallahu aleyhi ve sellem’e dayan
atıp nefsin değneğini.”


Resim

ihvÂNim YAŞAm Şamata
BİN
-dirirler Tahta AT-a
SÜRersin sıRRın SIRAT
-a
GİY
-ip Hesab GÖYNEğini…”

Gömlek bizim yörükçede göğnektir. Anam “göğnek” der mesela.
İhvânim senin yaşam dediğin bir şamatadan ibaret,
Şu anda sessiz koca şehirde çıt çıkmıyor.
Ama gündüz kıyametler kopuyor.Aldım-verdim.


BİN-dirirler Tahta AT-a
Çok şeye binersin. Ömür boyu ayaklarına binersin, arabalara binersin, ateşe binersin, uçaklara binersin de sonunda seni tahta ata bindirirler. Dört kişi omuzlar salacanı.

SÜRersin sıRRın SIRAT-a
Her ki neyin videoya alınmışsa omuzlarında, o sırrı sırata sürersin.

GİY-ip Hesab GÖYNEğini…”
Bu da çok önemlidir. Hacca giderken Mikât Noktaları vardır, oralara vardı mı kral ya da köle fark etmez her insan elbisesini çıkarır.
Erkekler dikişsiz bir ihram giyerler.
“Haram bölgesine giriyorum” derler ve her şey haram olur.
Kendi saçlarının bile bir telini koparamazlar.
Kendilerine bile toplu iğne batıramazlar, kendileri dahi olsa. Batırırlarsa bir çizik atarlarsa kendi bedenlerine dahi bir koyun kurban kesmeleri gerekir ya da 10 gün oruç tutmaları gerekir. Neden?
Çünkü orası Hakk’ın Haram Bölgesidir.
Zâhirde bir misaldir. Ama Habli’l- verid çemberine giren gönüllü olarak ruh olarak girenler bir kere “ben” deseler Rabbları gücenir.
Çizik atmış olurlar kendileri dahi “ben” demekle dahi.
Öyle bir
lâ hüve illâ hüve vardır ki, beni –seni kaldırmış, sadece varlığı mevcut olduğu için dışarıda şu an da mevcut gözüktüğü için “O” demektedir ama “O” dediğini bile bilir ki “O” diyen dahi Allah’ın Nurudur.
“Allah nuru’s- semavati ve’l- ard” dır çünkü.



Resim ---"ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin) ,ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şeyin alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Zâhir ve bâtın böylesine ortadan kalkar çünkü. İkilik kalkacağı için.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Hümeyra:Ahmet Canın gönderdiği kütüphaneci kişinin hayatı çok ibret verici.
(http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... eci#p69502)
Yaşadığımız hemen her anda insanlara hayırlı olmak, yaptığımız işin tam olarak hakkını vermek ne kadar önemli bir şey.
Bunu çok güzel anlatıyordu.
Orada özellikle Gül’ün söylediği dua çok bana yeni bir pencere açtı çünkü öyle düşünmemiştim önceden.
Odun taşınıyor. Taşınıyor ama nereye taşıdığımız tabi çok fark ediyor, sonucu çok değiştiriyor.
Allah inşallah Ebu Leheb’in karısı gibi cehenneme değil de Yunus Emre Hazretleri gibi dergâha odun taşıyanlardan eylesin demiş. Ben de çok sevinerek “Âmin!” dedim o duaya.
Hayırlı işler yapmakla geçecek olan çok kısa sürecek olan zamanlarımızı hep hayırlarla kullanmak gerektiğini tabi yeniden anlamış oldum.
Söyleyeceklerim bunlar hep aynı konuyu tekrar tekrar söylerim bundan sonra konuşacak olursam.
Böyleydi aklıma gelenler, teşekkür ediyorum.


Bakınız dünya zâhir, âhiret bâtını arasında din bağı vardır.
Din sanki bir sayfa gibidir. Kağıt gibidir. Bir yüzü zâhir öbür yüzü bâtındır.
Kağıdın ilim üzerine yazılır hayat ve âhiret.
Bunun bilançosudur, sonucudur, en sonudur.
Neticesidir yani.
Bu ise dört aşamada yaşanır.
Bu insan hayatı, iman, kendi gerçeğine, kendi aslına, faslına sıla ediş, sall ediş, salat ediş Rabb’ına rücü ediş, daha doğrusu Rahman’a geliş..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Ya eyyetühen nefsül mutmeinnetü. : Ey huzura kavuşmuş insan! (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrci'iy ila rabbiki radiyeten merdiyyeten.: Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhuliy fiy 'ibadiy. : Seçkin kullarım arasına katıl, (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhuliy cennetiy.:Ve cennetime gir. (Fecr 89/30)

Fe firrû ilâllâh”.

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Resim---Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun) : O halde hemen ALLAH'a kaçın; haberiniz olsun ki, ben size ondan gelen açık bir uyarıcıyım. (Zariyat 50)
Allaha firar ediniz.

Bu ana emirler insan sonucunu;
Ve ileykel- masir:

Resim---Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr(masîru) : Peygamber (Aleyhisselâm) ve müminler, rabbisinden kendine indirilen Kur’âna iman ettiler; hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman eylediler. (Allah’ın) Peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırt etmeyiz ,duyduk ve itaat ettik; Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz, dönüşümüz ancak sanadır, diye söylediler. (Bakara 2/285)

Koşarak vardığımız yerde; seyirterek, siyirterek, yürümek değil yani.
Bir rolanti de giden sürekli aynı hızda giden bir araba gibi kalb çalışmakta.
Kendi gerçeği, kim olduğu, kimliği, kişiliği, dıştaki hüviyeti, içteki mahiyeti, sonusuzdaki maliyeti yani insanda bir şeydir bu âlem de her şeyin gözüken yüzü zâhiri, varlık sebebi bâtını ve bunun neye yaradığı bir maliyet getirir yani sonuç getirir.
Bu insanda imanla başlar. Buna iman eder insan.
Allah’a iman ediyorum güzel sözdür de
ALLAH’ı BİLmek için, kendini BİLmek, YOLunu BULmak için, Keba’nın yolunu nasıl bulursun?
Kapının önündeki elektrik direğinden ve giden kablodan bulursun.
Çok akıllılık yapıp Keban’dan hat çekmezsin kalkmazsın zâten çekemezsin.
İşte Allah Dostları ve Ehli Beyt aleyhi-s’selâm’ı
BULmak ve BİZim varacağımız sınırdaki ana trafoda OLmak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ de ve Allah’ta YAŞAmak.
Allah’ta Allah’ı yaşamak.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Allâhu nûrus semâvâti vel ard

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Resim---Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şeyin alîm(alîmun) : Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; inde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Nûr 24/35)

Ve kânallâhu bi kulli şeyin MUHÎTâ

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا

Resim---Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şeyin MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır. (Nisâ 4/126)

Allah’tan başka Allah’ın Nurundan başka diyelim hadi bir şey yok. Gözüken gözükmeyen.
Bu iman doğru imandır. Bu iman kendine imandır.
Allah Dostlarına imandır, itimaddir yani emin olmaktır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den emin olmaktır .
Ve Allahu zu’l- Celâl’den emin olmaktır.
“Emin olunmaz mı?” lafı doğru değildir. Emin olunmaz.
Allah emindir Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem emindir.
Ehl-i Beyt aleyhi’selâm, Allah dostları emindir.
Eminliği denenen benim. İmtihan salonun da olan benim.
Üstümdekiler değil. Bu bakımdan iman çok çok önemlidir.
Ve iman hakkı duyup hayıra uymaktır. Hakka bakmak hayırı yapmaktır yani.
Bunu dediğiniz anda hayırı yapmak dediğiniz anda amel girer.

Şafîi Mezhebinde amel imanın şartıdır.
Bir kişi namaz kılmıyorsa üç gün kılmazsa ceza görür.
Ameli-Namaz kılmayı da şart koşmuştur.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bizimle kâfirlik arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur.”
(Nesaî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Namazı kasten terk eden kâfirdir.”
(Taberanî)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

İmamı Azam Efendimiz, inkar etmediği sürece kâfir dememiştir ama diğer mezhebler namaz kılmayana kâfir demiştir.
Ağırdır ama bir çıkış yolu bulmuştur.
Çıkış yolu demeyelim de İmam-ı Azam Efendimiz demiştir ki:
bugün kılmıyor yarın kılacak çünkü inkar etmiyor demiştir.
Serbest bırakmış anlamında değil.
Demek istiyorum ki amelde bu kadar çok önemli sözün fiiliyata geçmemesi çok yanlış bir şey.
Bu yeterli mi?
Çünkü iman size aittir. Amel kâmil edebiyle rota bulur.
İman BİLinir fiilen. Sence, bence ama edeb BULunur.
Edeb ekrandan okunmaz, satırdan okunmaz. Sadırdan sadıra geçer.
Kâğıt üzerinde Keban’dan elektriği alıyorum yazmakla elektrik alınmaz.
Çünkü o hayat işidir, hayal işi değildir.
Fiilen almanız gerekir. Diriden diriye almamız gerekir.
Bu gün önemini kaybetmiştir, değerini kaybetmiştir. Kıymetini de kaybetmiştir.
Yani yoz insanların elinde yozlaşmıştır, başka yerlere kaçmıştır,
İslam dini başka din haline gelmiştir.
İnsanların kendilerine göre uydurdukları bir hale dönüşmüştür.
Görünüşte çok doğru gözükür fakat doğruları o kadar zayıftır ki gerçek doğruyu taşıyamaz.
Hakikat doğrusunu taşıyamaz.
Çünkü edeb yoksunu hale gelmiştir.
Yani amel, edebsiz İblisce bildiği şeyleri uygulayamamaktadır. Çok ağır bir şeydir.
Bu ise
Ahlâklı Olunurla mümkündür.
İman ve amel elde etmişim, evet, bunun
hılk” “ hılkıyet dediğimiz halkediş-ahlâk halk edişe uymaktır .
Ahlâk; hulûk Allaha aittir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkını sorduklarında siz Kurân okumuyor musunuz? Kurânın ahlâkı, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ahlâkıdır" Ayşe validemizden.
İmam-ı Ahmed'in Yahya b. Said (ibn-i Ebu Arub), Katade ve Zarare b. Evfa kanalı ile "Müsned" adlı eserinde verdiği bilgiye göre Said b. Hişam bir gün Abdullah b. Abbas'a gelerek kendisine Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığını sordu. Abdullah ibni Abbas da ona: "Peygamberimizin kıldığı vitir namazı hakkında en geniş bilgisi olan kimsenin kim olduğunu sana söyleyeyim mi?" diye sordu. Said b. Hişam'ın: "evet, söyle" demesi üzerine Abdullah b. Abbas: "Hz. Ayşe'ye git ve bu soruyu ona sor, sonra da gel, verdiği cevabı bana anlat "dedi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Hikayenin bundan sonrasını Said b. Hişam şöyle anlatıyor:
Hz. Ayşe'ye: "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin ahlâkı hakkında bana bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana: "Sen Kur'an okumuyor musun?" diye sordu. "Evet" demem üzerine "Peygamberimizin ahlâkı Kur'an'ın kendisi idi” dedi. Bu cevabın arkasından kalkmayı düşünmüştüm ki, birden aklıma Peygamberimizin gece ibadeti konusu geldi. Hz. Ayşe'ye: "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin gece nasıl ibadet ettiği konusunda banâ bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana: "Sen Müzzemmil Sûresini okumadın mı?" diye sordu. "Evet, okudum" demem üzerine Hz. Ayşe şunları söyledi;: "Yüce Allah bu surenin baş kısmında geceleri ibadet etmeyi farz kıldı. Bunun üzerine Peygamberimiz ile yakın arkadaşları bir yıl boyunca geceleri ayakları şişesiye kadar namaz kılmaya koyuldular. Yüce Allah bu Sûrenin son ayetini on iki ay gökte tuttu. Bir yıl sonra inen son âyetle bu yük hafifletildi ve gece ibadeti farz olmaktan çıkarak nafileye dönüştü.
Bu cevabın arkasından yine kalkmayı düşünmüştüm ki, birden aklıma Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığı konusu geldi. Hz. Ayşe'ye: "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığı hakkında bana bir bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana şunları söyledi: "Biz O'nun abdest suyunu ve misvakını hazırladık. Allah O'nu gecenin dilediği saatinde uyandırırdı. Kalkınca ağzını misvaklar, abdest alır ve namaza dururdu, hiç oturmadan sekiz rekat kılardı. Sekizinci rekatta oturunca Allah'ın adını anar, O'na dua ederdi. Sonra selâm vermeden kalkar, dokuzuncu rekatı kılardı. Sonra oturup tek olan Allah'ın adını anar, dua eder, arkasından işitebileceğimiz bir ses tonu ile selâm verirdi. Bu selâmın arkasından oturduğu yerde iki rekat daha kılardı. Yavrum, böylece kıldığı vitir namazı on bir rekat olurdu. Sonraları yaşlanıp da vücudu ağırlaşınca ayakta kıldığı dokuz rekatlık vitri yedi rekata indirdi. Selâm verdikten sonra da oturarak iki rekat daha kılıyordu. Yavrum, böylece kıldığı toplam vitir namazı dokuz rekat oluyordu. Peygamberimiz kıldığı namazları sürekli olarak kılmayı severdi. Bu yüzden geceleri uyanamayınca yahut bir sancısı, bir hastalığı olunca kaçırdığı bu gece namazı yerine gündüzleri on iki rekat kılardı. Peygamberimizin gece sabaha kadar Kur'an okuduğunu ve Ramazan dışında bir ay boyunca oruç tuttuğunu hiç hatırlamıyorum.” dedi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Hulkullah, Allah’ın ahlâkıdır da vardır.
Hılkıyyet, onun demin okuduğumuz duadaki gibi pek çok yönden artık kurtulması ıslah ve iflah olmuş olmasını gerektirir.
İrfandır çünkü ki bu bile değişkenlik gösterir.
Değişmeyen kemikleşmiş huy, hal haline gelmesi sonuçta istenendir.
Bir ömür
lâ ilâhe illallah MuhaMMeder resûlullah diye bu noktayı bulmak için insan ilim yapar, iman eder, ibadet eder, itaat eder, efendim irfan eder, ikan eder, ihsan eder şunu yapar bunu yapar son nefeste ne gerekmekte?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin: eşhedü enne MuhaMMeder- rasûlullahı gerek.
“eşhedü en lâ ilâhe illallah”tan önce “eşhedü enle MuhaMMeden rasûlullah” gerek.
Ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hazır, huzur ve hızır olması gerek.

“BİZ BİR-İZ” sözü bir kelime değildir.
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem”in “nahnu”sunda “nahnu” olmak gerekir.
Ki O’nun “nahnu”SU ALLAH’ın “nahnu”sudur.
ALLAH TEKtir. Nahnu’dan kasıt tam anlatılamaz, anlatılsa baş ağırır.
Onun için RaBB ve Rasûl’den ben kendimde dikkat etmek zorundayım diye, Kur’ân-ı Kerim bir sayfa olsaydı, arka bizim göremediğimiz arka Bâtın yüzünde RaBB’ın sözü, gördüğümüz yüzünde Rasûl’un sesi sallallahu aleyhi vessellem’in.
Arkada mânâ, önde madde. Yani arka soyut, ön somut.
Demek istiyorum ki olmayan bir şey oluvermekte.

“KûNN” derken Rabbu’l-âlemin, “feyeKûN” oluvermekte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Nurunda.
Bu söylemeye çalıştığım gerçek lâ ilâhe illallahtır.
Bu şehâdet şerefine erenler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şefaatıyla şehâdet şerefine erenlerden kastediyorum, işte bunlar varlıklarını insan aklının hizmetine sunmuşlardır.
Ne bugün uçaklar var. Var mı kitap dağıtan uçaklar?
Yok. O gün eşekle dağıtan o kimsenin anlatmak istediği bir şey insanların aydınlanmasıydı hizmetti ve harika bir şeydir ve bu yüzden benim rahmetli babamda 1943 yılında askerliğini on başı olarak yaptığı için okuma-yazma öğrendiği için, Konya Ereğli İvriz Eğitim Enstitüsüne girmiştir.
Orada eğitim görmüştür ve eğitmen olmuştur.
Kendisi anlatırdı: “Bir okul ziyaretine geldiklerinde, herkesin bir güzel söz söylemesini istediler” diyor. “Herkes bir şey söyledi.
Bende kalkıp dedim ki:
“Beş kuruşun kıymetini bilmeyen bir kuruşa kul olur” dedim.
“Bana bir dolma kalem hediye ettiler” derdi.
“Beş kuruşun kıymetini bilmeyen bir kuruşa kul olur” dedi diye… Onların menfi yönleri olmuştur, müsbet yönleri de olmuştur. Babam köyde ilkokulu bütün dağ köylerinin tümünden önce yaptıran kişidir. Kendileri yaptıryor.
Ve halk dışlıyordu. Pantolon giydiği için “arkadan cepliler” v.s lakaplar takılmıştır.
Çünkü halk, geri kafalı, geri düşüncede idi. Bu çağlar boyunca yürüdü.
Bâtında da yürüdü. Medrese, Konya Medresesine altın yaldızlı palanla giden Hz.Mevlana’nın bindiği katırın ayak sesleri çınlardı diye kayıtlar var. Sessizlik olurdu yani.
Aynı devirde Yunus Emre’yi görseydik bizim Tokarız’dan Alaca’ya dağlardan geçip giden bir dilenci sanırdık.
Tekkeyle Medrese kültürü böylesine aykırı gitti.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Dün Ahmedle tecvid bakıyorduk Kur’ân’a birlikte bizde. Yıllarca okunuyordu o Hunneler, gunneler, şunlar, bunlar.
Ara ki ne zaman B’den önce N geldiyse M okunacak.
Kur’ân mı okuyacağım onu mu takip edeceğim.
Bu bu kadar neden, “bağlı kal, medreseden kopma” diye.
Kara kaplı kitap ne yazıyor
? Neden?
Çünkü onlar bilir. Halk bilemez.
Bugün ilkokul okumayı bilen bir çocuk açsın meali okur.
Meali aç, okut. Birinci sınıftaki çocuğa
“ne anladın?” de senin anladığına yakın anlar.
Çünkü Türkçe anlar.
Kötülük yapanlar ateşe girecekmişi anlar çocuk.
Neden yasaktı
?.
İşte bu irfan yolu kapalıydı. “Ârif olan anlar”, şudur, budur, vardır elbette, sırrı vardır herkes bilsin anlamında değil ama açık olmalıydı kapı.
İşte bütün bu anlatmaya çalıştığım şeyler o “eşekli kütüphanecinin Palan kaşında yazıyor yani.

Halka hizmet Hakka hizmettir.
Buradaki sadakat samimiyet ve bundaki sabr şüphesiz ki selâmete götürür.
Gerçekten böyle insanlar yaşamıştır yaşamaktadır ve yaşayacaktır.
Bizler sözünü etsek dahi kendi içinde yaşadığımız can çile arabasının fikren tevhid tekerleri olmalıyız ve saz ilen söz ilen renk ilen söylediğimiz şeyler, netice olarak insanları Rabbu’l-âlemin’e çağırıcı olmalıdır.
Zamanlarımızı inşallah hakta ve hayırda geçirmeyi Allah nasib etsin. Ve hasbi hizmette etsin.

Bu konuyu bitirirken demek istiyorum ki iyi bir kul; Allah’a ibadet eder de Resûlullah salllallahu aleyhi ve selleme ne eder?
İbadet edemez.
Hizmet eder hizmet!.
Allah Dostlarına ne eder? Himmet diler.
Kendine ne yapar? Merhamet eder.
Kendi kendine merhamet eder ki himmet bula ki himmet bulunca şefaat bula. Şefaat bulunca, şehâdet bula.
Bunlar değişmeyen kurallardır.
Yaratıldığı gündeki serçe bugün ki gibi serçe idi. Hiç bir şey değişmedi.
Değişen insanların kendileri için uydurdukları binalar şunlar bunlar ıvır zıvır şeyler.
Bildikleriyse trilyonda bir bile değil.

Evet. Çok güzel söylüyorsun yani yazmalı.
Böyle her zaman söylüyorum, güzel yazmak, çirkin yazmak, doğru yazmak yoktur.
Ben de dahil hepimiz anlamadığımız bir yer olursa sorarız değiştiririz düzeltiriz tabiî ki bizim bir davamız yok ve
BİZ BİR-İZ yani burada hiçbir şey yok.
Ama yazmalıyız. Ve biz şunu unutmamalıyız ki bizim iç âlemimiz de neyimiz varsa bir çocuk büyür gibi büyür.
Herkes de böyledir ama iyi büyür ama kötü büyür.
Büyümek her an değişim içindeyiz kemâlat içindeyiz ve bunu kaçırmamamız gerekir inşallah.
Evet Gül sen ne diyorsun?

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Gül : Sağolun Hocam, Allah razı olsun. Humeyracan’a çok teşekkür ediyorum. Yazdıklarından çok faydalanmaktayım.
Muhakkak karşılıklı sağolsun, inşallah onun yazılarını da sabırsızlıkla beklemekteyim çok güzel pencereler açmakta, bütün arkadaşlarımız da öyle. Çok sağ olsunlar.
Hocam benim birkaç tefekkürüm olmuştu, onları paylaşmak istiyorum.
Öncelikle bugün bir şey oldu ve bir bağlantı kurdum bu tam doğru mu değil mi onu da bilmiyorum ama anlatmak istiyorum. İşyerindeydim, birisi geldi, kendisi içeri girer girmez dedi ki:
“Ben” dedi “madde bağımlısıyım, uyuşturucu kullanıyorum” ve dedi “eğitim almak istiyorum sizin kurumunuzda, iyileşmek istiyorum, artık bıktım bu hayattan” dedi.
Kollarını çıkardı, gösterdi, hepsi kesik içindeydi. Ve dedi ki:
“ben ölmek istiyorum artık, beni kurtarın!”.
Ne yapabiliriz diye düşündüm.
Sonuçta bizim kurumumuz bir özel eğitim merkezi, Onun ise bir psikiyatrist’e, psikoloğa, amatem’e ihtiyacı vardı.
Bunu anlatmaya çalıştım kendisine, burada kendisine yönelik bir eğitim verilemeyeceğinden ama hastaneye giderse oradakilerin yardımcı olabileceğini anlatmaya çalıştım.
Sonra dedi ki:
“Bana devlet yeşil kart vermiyor, 27 yaşındayım. “Gücün kuvvetin yerinde git çalış” diyorlar, “annem , babam da yok”. Ölmüş annesi babası da.
“Ben, ne yapacağım bilmiyorum” dedi.
Hemen sonra birkaç tane hastane aradık. Ametem’i aradım.
Bilgisayarın başındaydım, internetten baktım, bir kaç yerle görüştüm
“ne yapabiliriz” diye, “yeşil kartı yok nasıl yardımcı olabiliriz” diye.
Aradığım hastaneler hep aynı şeyi söyledi,
“yeşil kart şart, aksi taktirde çok masraflı olur”.
Ondan sonra kaymakamlığı aradım, durumu anlattım: “bir gencimiz var, yardım istiyor, madde bağımlısı olduğunu söylüyor ve artık bundan bıktığını yaşamak istediğini, adam gibi yaşamak istediğini söylüyor ama maddî imkansızlıklardan dolayı tedavi göremediğini, devletin de yeşil kart vermediğini söylüyor” dedim.
Kiminle görüştüğümü bilmiyorum orada. Saat dört civarındaydı.
Konuştuğum kişi dedi ki:
“Yeşil kart başvuru yerine gitsin hemen, “benim durumum böyle böyle” diye anlatsın, yeşil kart istediğini ve bu isteğinde de ısrar etsin” dedi.
Bu konuşmayı kendisine aktardıktan sonra hemen çıkıp gitti. Sonra ben bizleri düşündüm.

Yusuf aleyhis-selâmın kıssası aklıma geldi.
Beden kuyusu aklıma geldi.
Madde hayatı bağımlılıklarımız aklımıza geldi.
Maddeden kurtulamayışlarımız, mânâ gözümüzün bir türlü açılamayışı hep bunları düşündüm.


Bir diğer söylemek istediğim ise şuydu: Burada zaman zaman yürüyüş yaptığım oval şeklinde bir yürüyüş parkuru var. Yürüyüş yönümde genelde oradaki diğer insanlarla aynı yönde olmakta.
Bir an saat yönüne zıt bir şekilde yürüdüğümüzü fark ettim.
Hemen gözümde bir saat canlandı.
Sanki bizler yürüdükçe saatin akrebiyle ve yelkovanıyla karşılaşmakta idik, birbirimizle selâmlaşıp geçip gitmekte idik ve tekrar, tekrar bu devam etmekte idi.
Burada ikili sistemlerimiz aklıma geldi.
Ve bu karşılaşma ile aklımda canlanan bir dörtlümüz oldu.
Zamanla karşılaştıkça sanki Bebekliğimiz, Gençliğimiz, Olgunluk Dönemimiz ve İhtiyarlığımızla karşılaşmaktaydık.
Şimdilik bunlar aklıma gelmekte.
Teşekkür ediyorum Hocam sağ olun, başka bir diyeceğim yok.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Biz teşekkür ederiz.
Hep söylüyorum ya Rahmetli Siirtli Hocam onlara:
“Muhabbet fedaîleri” derdi.
“Ben severim, sarhoşları, ayyaşları” derdi.
“Çünkü onlara kimse inanmaz, kimse yüzüne bakmaz, bunlar bir yere gitse gittiği belirsiz olur, gelse geldiği belirsiz olur, ilgilenen olmaz, bunlar kimseye kötülük yapmaz, ya şu câminin önüne oturupta, ezan okununcaya kadar, en ağır iftiraları, yalanları, dedikoduları yapanları ne yapmalı?!” derdi.
Selâm vermeden girerdi onlar içeriye çünkü.
Bunun nedenini sorduğum zamanlarda bu şekilde açıklardı.
Yine kendimizin de şahid olduğumuz aNKa’nın Dedesi Hoca Amcam’ın evi şehrin dışındaydı.
Oralar boştu eskiden yani. Ara boştu.
Şehirden oraya yürünürken boş tarlalar içinden geçilirdi, sonra evler vs. oldu.
Bir adam, elinde şarap şişesiyle pislik içerisinde çocuklar toplanmış oradaki mahalleden gelen çocuklar falan eğleniyorlar bir şeyler yapıyorlar.
Benim anladığım kadarıyla da böyle bir durumda, var ya insanda bu insan bu pis sarhoşa kötü bir şey söyler, burnunu çevirir bu tarafa çeker gider, normali buydu bence.
Tam tersi oldu, ona hiç tiksinmeden yaklaştı, koluna girdi:
“İsmail Efendi olabilir insan hali üzülme, çoluk çocuk şey yapmasın seni şöyle bir kenara alalım da!” dedi.
Yani bir çok saygıdeğer bir insana muamele şeklinde ve onun utanmaması içinde
“olabilir insan hali olabiliyor da” gibi sözlerle geçiştirmesi çok ders olmuştu bana.
Bu âlemde pozitif ve negatif sahneleri de açan Allah’tır, ikiliği ortaya çıkaranda Allah’tır, kaldıran diyende Allah’tır.
İbret sahnesini kuran kendisidir Celâl Sahnesini. Cemâle çağıran da kendisidir.
Ama Celâl Sahnesini bomboş bırakacaktı da boş bir Celâl Sahnesi mi olacaktı.
Hayır hayır, kimle dolduracağını o bilir.
Ama kader, kaderullah. Kim diyebilir ki:
“Ben bu hale düşmem!.”
Düşer hem de nasıl düşer!!. Ve bunları çok yaşadık.


420 adet daireyi bankalara kaptırıp, evinin kirasını ödeyemeyen bir müteahhit bir yere girmiş oranın kirasını ödeyemeyen bir müteahhit, çok uzaktan beri beni tanıyan bir insan!..
Bu kişiyi normal hallerinde Sera otelinin önünde son model arabalarda etrafında fır dönen insanlarla görürdünüz.
Nerden nereye düşebiliyor insan. İnsan çünkü bu.
İbret Sahnesi ile Hikmet Sahnesinin arasında bir ara kesit yoktur, yoktur, bizim bildiğimiz yoktur oraya varıp da duracak değilsin.
Oradayken öyle olduğunu anlarsın.
Elinle ateşin arasında ara kesitin olmadığı gibi bir haldir bu.
Akıl vardır amma akıl dediğin nedir?
At gözlüğü takar akıl. Mecbur takar.
Ne zaman ki NAKİL gelir de fır döndü olur, bilye gibi olur, başsız ayaksız olur, şunsuz bunsuz olur.
Dediğin gibi o bir esrara, uyuşturucuya bağımlı
“Kötü Adam”!...
Öyle iyi adamlar var ki 1001 taneye bağımlı. Nelere bağımlı, nelere bağımlı?
Saçının telinden vazgeçmiyor, canını vereceğini söylüyor, saçının telinden de vazgeçmiyor.
Bunları yaşadık, yaşıyoruz yaşayacağız da.
Nefsimizde, yakınlarımızda, hepsinde yaşadık ve yaşıyoruz.
İşte
“Bağsız Bağlılık” bu bağlardan kurtulmanın adıdır.
Bir hayvanı bile üç noktadan bağlayın. Üç tane kazık çakın, üçünden bağlayın, hayvan kıpırdayamaz.
Çünkü sadece bir Tekinden bağlasınız etrafında tek daire çizer. Yarıçapı kadar daire çizer.
İki kazık çakarsanız aralarında gelir gider.
Üç kazık çaktınız mı kıpırdayamaz, sabitlenir.
İşte bu bağımlılıklarımız bizi güya aradığımız, güya olmaya çalıştığımız v.s, v.s, tüm bunlar bizde olanlardır.
Gözümdeki gözlüğü aramak gibi, bırak gözlüğü gözümüzü aramak gibi.
Bendeki
“BEN”i aramak!
Bütün bunlar laftan konuşmaktan hatta düşünmekten öte ne zaman yaşayışa geçer.
İşte MuhaMMedî MerhaMet insanı MuhaMMedî MuhaBBete götürür.
MuhaMMedî Muhabbet mutlaka MuhaMMedî hasbi hizmete götürür ki Hakikat-ı MuhaMMedîye buradadır.
ALLAH bu âlemi MERHAMETULLAH ile yaratmıştır.
Gördüğümüz bütüüünnn tecellîlerin temelinde Rahmâniyyetten Rahimiyete bir fışkırış vardır.
Onun için ana rahmi ve ana organı ana rahmi Allah’ın Haramıdır. Kâbe gibidir, aynen böyledir.
Çünkü zâhir tüm akıllar burdan doğar ve İSMini ALLAH celle celâluhu vermiştir.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Demin dediğim kör-sağır ve dilsiz ve bencil güya “Allah” der, güya bunu söyler, yapar eder, ama sonunda da “ben” der.
Öyle bir tasavvuf kötü demiyoruz karışmıyoruz ama MuhaMMedî değil.

MuhaMMedî Tasavvuf bilmediğin, görmediğin, tanımadığın ancak ruhunla duyduğun hissettiğin ve içinin gözyaşını onun adına dökebildiğin bir Merhamettir, Muhabbettir, Hasbi Hizmettir Hakikat-ı MuhaMMedîyedir. İşte bu kadardır.
Ona ne yapılacak, o ne yapacak Allah’ın programındadır.
Çünkü yarın
kûn fe yekûn olacaktır.
Van depremini izliyorsunuz,
bilardo oynuyorduk, topa vuracaktım, sallandığını gördüm, vazgeçtim ve masanın altına girdim ben kurtuldum , öbürleri öldü diyor.
Topa vuracaktım vazgeçtim diyor.
Çünkü sallantıdan deprem olduğunu anladım, masanın altında kurtuldum!
Oysa 1 saniye önceki programı başkaydı.
Bütün akılların programı başkaydı.
Ama
kûn fe yekûn değiştirdi, kendi programını uyguladı.
Demek istiyorum ki ona bir iyilik ya da kötülük yapmış, sen yapmış değilsin.
Sen neyi yapmışsın kendine olanı yapmışsın.
Demişsin ki:
Ben MuhaMMedî Merhameti bilirim, MuhaMMedî Muhabbeti bilirim, MuhaMMedî Hasbi Hizmeti bilirim ve Hakikat-ı MuhaMMedîye’nin bu olduğunu da bilirim. Bu benim için bir imtihan sorusudur ve önüme kondu. Şimdi bunla imtihan oluyorum. Bana ne zıkkım iç, hadi git, diyebilirsin, ya da hiçbir şey demeyip burnunu çevirirsin, kıvırırsın dönersin!
İşte bu güzelliği yaşamak ve yaşatmak. Yaşamak ve yaşatmak!. Eğer bir engel varsa bin metre ipek ipliğin bir tek düğümü altın iğneden geçirmez!.
Bir düğüm ya çözeceksiniz ya keseceksiniz, ya da vazgeçeceksiniz.
İşte bu düğümlerimizi çözdükçe,
BUZ dediğimiz şey buzdaki moleküllerin birbirlerine “BİZ BİR-İZ” demeleridir. Zincirlenmeleridir, bağlanmalarıdır.
Erimek ise, o bizleri çözüp hizmete gelmektir
SU olmaktır.
Su ile ağzınızı yıkayın, ayağınızı yıkayın, istediğiniz yeri yıkayın o kirlenmez, sizi arıtır ama kirlenmez.

İşte
MuhaMMedî Merhamet sahibi, Muhabbet sahibi insanlarımız hamd olsun böyledir. Çok iyi yapmışsın, gerçekten, gerisi senle ilgili değil çünkü Allah yardım edecektir.
Ama buraya kadar senin yapmak senin için bir KULluk denemesidir.
Ve bunu yapmalısın. Yapmazsan boş konuşursun netice alamayız Allah korusun.
Ve biz kemâlatlarımızı daima dışarıya dönük yorumlarız kıyaslarız.
Hakikatte Yunus Emre’nin türbesi hiç yoktur. İşin gerçeği.
Gerçekten nerde öldüğü bilinmemektedir. Gerçekten bilinmemektedir.
Çünkü o öldüğü zaman tanınan birisi değildi ki.
Eserleri bile sonradan derlendi insanların konuşmalarından derlendi.
Ama öyle türbeler görürsünüz ki hayretler içinde kalırsınız.
Oysa Yunus Babanın her evde bir EMREsi ve türbesi vardır.
Şunu demek istiyorum insan yaptığını Allah için yapıyorsa kıyas yapmaması gerekir.
Dışarıya kıyas yapmaması gerekir.
Ben şunları şunları yapıyorum, sen de bunarlı yap diye pazarlığa oturmaması gerekir Rabbisiyle.
Bunlardan geçmek kolay değildir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

İkinci söylediğin, yürüyüş her insan yaklaşık 1600 km/saat dünyanın dönüş hızı yeryüzüne ayak basan her insan 1600 km/saat hızla ölüme koşmaktadır her nefeste.
1600 km/saat insan için çok büyük bir hızdır. Uçaklardan daha hızlıdır.
Bu kadar hızlı ölüme koşan bir insan, bu hızlı koşuda ana rahminde olup gözünü açmadan öbür ana rahmine geçer.
Toprak ana rahmine geçer.
İşte bu ikisinin arasını Kâmil Kalbi mefhum olarak doldurursa ve oldurursa yani doldurur ve oldurur ve yaşatırsa buna mükemmel ve mükemmil
MuhaMMedî İNSAN denir.
Çünkü bizim için kamil tektir, tek gerçektir O da
MuhaMMed aleyhisselâmdır.
Bizim için Mürşid-i Mutlak MuhaMMed aleyhisselâmdır.
İmam-ı Mutlak MuhaMMed aleyhisselâmdır.
Biz bizim önümüzdekileri hep böyle gördük, hep.
Rahmetli Hacı Osman Efendi: “40 yıl evlad 40 yıl eksiksiz 39 değil 40 yıl ağaların koyunlarını güttüm dağlarda. 40 yıl çobanlık. 60 koç kattık!” derdi.
Çünkü bir yıldan önce katılır koç. Yılını tamamlamadan katılır. 60 koç katımı 40 yıl.

“Molla Hafız Emmi ne tarafta çift sürecekse sürüyü oraya götürürdüm, sürü otlarken ve o da çift sürerken bende yanında elif’tir, be’dir, cim’dir, ha’dir diye öğrenirdim. Ondan esrar almaya çalışırdım, himmet almaya çalışırdım. O yokluk dönemlerinde yani!”

Bütün bunlar ama hayatının kaderini yaşamıştır.
Öyle olacağına kuşlar gibi hava da uçsaydı değil.
Allah nasıl takdir ettiyse öyle.

Hep diyoruz: Beni meyhanenin önüne dikme direk olarak Kâbenin kapısına dik de GÖR! değil mesele.
Mesele; senin alnının çatında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ahmed aleyhis-selâm ampulü yanacak mı, yanmayacak mı?
Sen yandığında meyhanedekiler ne halt ettiklerini görecek mi görmeyecek mi?
Senin ayağını bastığın yerden ALLAH sözü fışkıracak mı, fışkırmayacak mı?
Sen güneş gibi her yeri/kesi aydınlatacak mısın, aydınlatmayacak mısın?
Yağmur gibi rahmet yağdıracak mısın, yağdırmayacak mısın?
Şu rüzgarlar gibi okyanusların rahmetini buraya taşıyacak mısın, taşımayacak mısın?
Sen toprak gibi ölüleri yutup da diriltecek misin, diriltmeyecek misin?
İşte MuhaMMedî meşk budur. Allahın aşkı MuhaMMedî meşktir bu!.
Ve bunun için mü’minlerin kalbi bu âlemlerin köşküdür inşallah.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Dediğin çok güzel bir şey.
Şüphesiz ki tekemmül-gelişim dediğimiz, kemâlat-olgunluk dediğimiz şeyler böyle bizim dünya hayatımız gibi değildir.
Hele bizim yolumuzda,Tevhidî Tohumlama ve MuhaMMedî Mayalanma esastır.
Tohumlarsınız, mayalanmasını beklersiniz, sadakat gösterirse yol alır, göstermezse çürür gider.
Ona da müdahele etmezsiniz.

İnanmak basit bir şeydir, basittir ama temeldir, lise 2’deyken okumuştum. Harp ve Sûlh. Ordaki başroldeki kişinin adı nedir? Levy’di bildiğim kadarıyla Levy.
Koca romanın son paragrafını hiç unutmuyorum.

Levy sırt üstü yattı, gökyüzündeki bulutları seyretti seyretti, gözünden bir damla yaş kaydı ve dedi ki: İnanmak bu mudur Rabbim?
İnanmak bu kadar basittir. Bir damla gözyaşıdır inanmak.
Allahu zul- Celâl’le hesaplaşmak değildir.
MuhaMMedî melâmette böyledir sebebsiz, kıyassız ve şartsız inanmak.
MuhaMMedî Melâminin diğer insanlardan farkı, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in farkıdır.
Nerededir, köpek görse dahi, ona merhamet eder, hizmet eder,
“BİZ-BİR-İZ” der, köpekten cevap alır.
Köpek de: Evet, doğru söylüyorsun Ayşe BİZ BİR-İZ der o da.
Çünkü Sen taşlamıyorsun, ekmek atıyorsun. Sen MuhaMMedîsin.
İşte bu hayat düsturu, değişmeyen HALe geldi mi ahvâl olur-haller olur.
Ahlâkında gelişmiş olur. Sağlam olur.
İnşaALLAH!

Evet. Ahmet Can, buyur.


Ahmet Can:
Ben şeyi sormak istiyordum hocam. Daha önce üye olduğum bir mail grubu vardı, ondan sabahtan bir mail aldım. Bu İmam-ı Rabbanî’nin Mektubatıyla 294. Mektubundan bir alıntı yapmış. Orda Cenab-ı Allah’ın Tekvin sıfatından bahsediliyor 294. Mektubatta.
Burda
“MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın Rabbi olan Rablerin Rabbi perdesindedir” diye bir deyim geçiyor, onu ben kafamda tam oturtamadım, burada Rablerin Rabbi deyimini İmam-ı Rabbanî mi yanlış kullandı, onu zannetmiyorum ama hani Rabbu’l- âlemin tamam da Rablerin Rabbi deyim olarak benim kafamda oturmadı. Onunla ilgili ben size sormak istiyordum, teşekkür ederim.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Mina yayınlıyor formumuzda, İmam Rabbanî Mektubatın’ı yayınlıyor, şimdi 410’larda falan. 294’ü bulsak. Rablerin Rabb’ı
Rabb.
Rab kelimesi yasaklamadan önce, kadınlar kocalarına “rab” diyorlardı, Köleler de sahiblerine “rabbım” diyorlardı.

İslam gelince: Bir daha söylemeyeceksiniz! diye açık şekilde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yasaklamıştır.
Rab her bakımdan tüm hizmetlerini gören , bakımını, vesairesini temin eden, terbiye eden, yetiştiren anlamına gelen bir kelimedir. Zâhirde olarak söylüyoruz.
Demek ki acaba neyi kasdetti, onu kendisinden okumak lâzım. İmam Rabbanî Hazretleri böyle rastgele bir şey söylemez.

Bizim doğrusu ayrılmak açısından değil de farklı olduğumuz yerler vardır. Sebeb şudur: Başından beri birisi bir şey söylemişse sanki Kur’ân-ı kerim ve hadis kapıları kapanmıştır olamaz!
Yani biz görmeyecek miyiz onu, biz
Şeen in üstüne gitmeycek miyiz?,
Kûn fe yekûnun üstüne gitmeyecek miyiz,
Dört haramın üstüne gitmeyecek miyiz, bilmeyecek miyiz bunları? Bizden önce söylenmedi diye ya da başka şekilde söylendi diye!
Ya da çok daha ağırı “rabıta”, “kalbinde şeyhini taayyül edeceksin!” demeleri.
Küfürdür açıkça. Siirtli Hocma’da kendisi iyi bir Nakşî olmasına rağmen asla yaptırmaz ve küfür olduğunu söylerdi.
Ama öyle büyük zâtlar göreceğiz ki rabıtayı esas almıştır.
Hatta Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i yüreğine oturtacaksın bile küfürdür. Bu doğru değildir.
Çünkü Resûlullah sallallahu Rabbu’l- âlemin için Resûlullah’tır. Onun irsal yoludur. Kablo Keban’ın elektriğini getirmek için kablodur, yoksa hiçbir şey değildir.


Ben 204’ü açtım, 294 dediniz değil mi?
Ahmet Can: Evet hocam 294.

Mebde-i teayyünleri, insanların mebde-i teayyünleri ve Yaratılış Tecellîleri bildirilmekdedir.
Yani zâhir ve bâtın insan dizaynı başlangıçta ve nasıl zuhurat olmuş tecellîler olmuş bunu bildirmektedir bu mektup diyor. Teayyün kalıplı, kasıdlı, efendim, insan olmak yani Rabbu’l- âlemin’in karşısına bir muhalif halife ama muhalif halife yalnız. İhtilafta çıkarabilecek, halife diyor Allahu zu’l- Celâl.
Çünkü esmâların tümünü yüklediği için.
Kendi sanki Allah’ın gölgesi “Zıllıluuha” falan diyorlar ya gölge mölgeye gerek yok.
Sanki onun yerine bu işi yapacak birisi gibi. Halife neyse o.
Ama unutmamak gerekiyor ki ihtilaf da var bunun içinde.
Burdaki “mebde-i teayyün” insanın var olması, ortaya çıkması, inanlık yapması, hesaba çekilmesinin tümünü tayin etme bakımından, ayan-ı sabitelerinin insanlara yüklemesi bakımından anlatmış burada.

Sonra bak ne diyor?.
“MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın ayağı altındadır.”
Falanca “İsa aleyhi’s-selâm’ın ayağı altındadır.”
Bir başkası da “Musa aleyhi’s- selâm’ın ayağı altındadır.” demişlerdir.
Evet. Bunlara gerek görmüyorum ben. Bu laflara gerek görmüyorum.
Türkçe MuhaMMedî, İsevî, Musevî de.
Kaldı ki ben Musa aleyhi’s-selâm olmayacağım Musevî olacağım.
O’nun nefis aşamalarındaki, Kur’ân-ı Kerim’deki Musa aleyhi’s-selâm’ın hallerini zâten yaşayacağım.
Zâten İsa aleyhi’s-selâm’ın özellik ve güzelliklerini yaşayacağım.
Öyle noktalar gelecek ki Eyüp aleyhi’s-selâm gibi sabredersem Eyyubî olacağım.
Yusûf aleyhi’s-selâm gibi dört gömlek yırttıracağım. “Yusufîyim!” diyeceğim yoksa “nefsi emmareden korkarım!” diyor ben korkmayacak mıyım?


Çok basit tasavvufta, ama “ayağının altına almıştır”, şudur, budur. Bunlar doğru değildir.
Yani doğru değil derken, ben gerek görmüyorum böyle laflara ama söyleyeceksen
“MuhaMMedî” olmak, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olmak değildir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İmanını-Amelini-Ahlâkını ve Hallerini fiilen yaşamak ve yaşatmaktır.
Daha artık öyle diğer yollara gitmeyi hiç doğru bulmuyorum ama burda Rabbu’l- rab, bu şeyde bulamadım ben.

Halim Can:
Hocam ben aktardım, 294.mektubun son satırları. O şeyi aktardım burayada mesaj olarak bakmadınız.
“MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın Rabbi olan Rablerin Rabbi perdesindedir. MuhaMMed aleyhisselâmın rabbi olan ism, hayât sıfatından başka, bütün ismlerin ve sıfatların üstündedir."

Evet bunun içindir ki tecellî-yi Zâtî, yalnız MuhaMMed aleyhi’s-selâm’da olur.
Başkalarının tecellîleri sıfatların perdeleridir.
Aynı şeyi söylüyor bakın dikkat edin.

Biz, Zât-Sıfat-Esma ve Eşya OLuşmuştur diyoruz, öyle inanıyoruz, görüyoruz.
Şimdi tecellî-yi zât, nerde zuhur etmiştir.
İlk kendin Nurundan kendini Nurunu yaratmıştır.
Nedir o Nur-u Mim’dir, çok-yok değil TEKtir AHMED aleyhi's-selâm Nuru.
Onun için söylediği tam doğrudur.
Zât bir tek MuhaMMedî Mazhar-zuhur yeri, Masdar- sudur yeri, tüm Meslek –suluk- yeri, Mezheb-gidilecek yol-, Mahşer, haşr-toplanma yer..
Tümünün Menba’ı hep nedir?.
MuhaMMed aleyhis-selâmdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

“Başkalarının tecellîleri sıfatların perdesindedir”.
Sıfatlar nerde? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de.
“Allah’ta sıfat olur.” Diyenler var.
Hayır. ALLAH celle celâluhu Allah’tır.
Sıfat vs AKLa anlatım içindir, Allah’ta bir şey olmaz.
Kendinde târifsiz Allah’tır, El ALLAH değildir, harf-i târifsiz ALLAH celle celâluhudur .
Tecellî ettiği ANda sıfat ortaya çıkar.
Elektrik ampulde var. Daha doğrusu anahtarda bekliyor. Var mı?
Kontrol kâlemiyle bakıyorum, var!
Düğmeye bastığım anda sıfat ortaya çıkar.
Eğer çamaşır makinasıysa başlar çalışmaya-yıkamaya, buzdolabıysa dondurmaya, fırınsa yandırmaya, ampulse ışık vermeye.
Sıfatlarını döker artık her âlet kendi kaderince-kadarınca ve yaratıcı CERYÂN gibi TEKtir...
Bu sıfatların tecellîlerini görürüz. Işıksa gözümüz görür.
Dolapsa hemen bakarız ki buz gibi olmuş.
Öbürü yakmaya başlamış. Esmaya dönüşür.
Devam edersek ellerimizi yakar, ellerimizi dondurur, eşyaya dönüştürür bizi.
Kendine çevirir yani ne ise işin sonuna vardırır. Daha ne yapar?
Yakar, yakar, yakar fırın. Ne kadar yakar?
Yanamayacağın kadar yakar. “Kim”liğin yok artık dur yani eşya çünkü.


Burda söylenen şey: Sıfat tecellîsidir.
Onun için ben Râsulullah, Rabbu’l- âlemin’in, Allah’ın sıfatı gibidir diyorum onun için demeye çalışıyorum ama bir türlü beceremiyorum.
Yani sayfanın bir tarafı Rabbu’l- âlemin SÖZü, bir tarafı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in SESi falan yaklaştırıp yaklaştırıp Kur'ân-ı Kerimde kalmaktayım hamdolsun!
Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Rabbu’l- âlemin gibi demekte şirktir yalnız burada durup insan aklına bir hürmet etmek lâzım yani.
Bunu Halim düşünsün, ya da Tarık düşünsün bunu.
Kendi aklında kendi vicdanında düşünsün demek lâzım.
Evet, sıfat tecellîlerinin esma oluşu, esmanın eşyaya zuhuru hep doğrudur.
Şu andaki bütün dünyadaki insanları, bir
“kûn fe yekûn”u ters çevirin, Âdem aleyhi’s-selâm’ın “ZAHR”ına-ZÂHİR kaynağına toplarsınız.
Dünyadaki bütün incirleri ilk incir çekirdeğine toplayıverirsiniz, bu açık.
Teknik olarak da açık, tasavvuf olarak da. Ne diyor?
“Başkalarının tecellîleri sıfatların perdesindedir.”
Evet öyledir. Önümde bir incir çekirdeği var, “kıyamete kadar gelecek incirler bunun içindedir” diyorum.
Onun sıfatıdır çünkü, perdededir.
Hiç olmazsa MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın Rabbi olan Rablerin Rabbi perdesindedir.
Neden Rububiyet’e sokuyor?
Çünkü Rabb, işlem fabrikasıdır. Mekanizmasının adıdır.
“Elhamdu lillâhi rabbil âlemîn” bu yüzden AKLa hitaptır.
Diğer esmalar kendi başına anlatım iken Rabb ise fiilen oluşumu yapandır.
Zâhir-Bâtın bileliğinin kuralıdır zâten.
Şu an da fiilen işin başındadır, Şe’ÂNdadır.


Şe’eNULLAH:


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin: Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahmân 55/29)

“Yok canım hocam Keban yıllar önce kurulmuş da bize elektrik geliyor.”
Öyle bir şey yok. Allah Şe’en’dedir bunun için işte.
Şah damarından yakın ama şu AN-ŞeÂNda da yakın.
Ve bu yüzden yaşıyoruz zâten.
Ceryan geliyor demek istiyorum. Bilelik “B” leri. “Rablerin Rabbi perdesindedir.”

Burada “Rabbukumul a’lâ” diyor firavun. “Ben sizin yüce rabbiniz değil miyim?” diyor.


فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumul a’lâ : «Ben sizin en yüce Rabbinizim» dedi. (Nâziât 79/24)

Başkaları da demiştir çünkü Rububiyet insana yakın bir mekanizmadır.
Uluhiyet değildir. Allahlık iddia edenden hiç aklı başında birisi yani doğru gözükür birisi çıkamaz.
Ne dediğini bilmeyen olabilir ama iddiası zordur demek istiyorum ZÂT olduğu için.
Rabblerin Rabbi!.


İşte bir zaman ben lisede parasız yatılı “leyl-i meccâne” okurken çok şeyler böyle ters şeyler düşünürdüm yani.
Bir gece bir sınıfa indim aşağıya: “Allahı Allah yarattı! Allahı Allah yarattı! Allahı Allah yarattı!” diye böyle kendi kendime yani sayısız söylüyorum.
“Allahı Allah yarattı! Allah Allah yarattı!” durmadan aksatmadan demekte tekrar etmekteyim!.
“Yeter artık!” dediğim zaman dona kaldım.
İşte şimdi en son söylediğim “ALLAH celle celâluhu” idi, ötekiler “yaratılmış isimlerdi” diye.
“Yeter!” dediğim yerdeki artık yaratılmayan ALLAH celle celâluhudur, “AKLIN SINIRI” ndaki yani.
Rabblerin Rabbından kastı bu, çok Rabb anlamında değildir yani. Şimdi her yaşta AKLın bir Rabbı vardır; 3 yaşında,18 yaşında da olacaktır, 20 yaşında da olacaktır. Olgunlaşınca olacaktır.
Yani burdaki kasıt başka Rabblara tapıyor anlamında değil AKLî aşamaları gösteriyor.
MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın Rabbı olan isim Hayat sıfatından başka bütün isimlerin sıfatların üstündedir.


Burda başka bir şey daha söylüyor: “Rububiyet yüzünü ancak Rasûliyette gösteririr” diyor.
Allah’ın Nurunu, Nur-u MuhaMMed olarak görürsün diyor.
Tabiki öyle göreceğim ilk başta-yaratıldığım NUR o olduğu için.
Bütün isimleri yutar. Hangisini yutmaz diyor?
Hayat sıfatından başka bütün isimlerin sıfat üstündedir diyor.
Bu ben beni bağışlasın ama ben bilemiyorum yani.
Böyle hayat sıfatını nasıl dışarıya çıkarırsın?
Rububiyet, hayatla yürüyen bir esmadır, sıfattır yani.
Rabbın dışında nasıl tutarsın?
Bilemiyorum neden tuttuğunu ama acizâne benim anlama tarzım anlayışımda Şah damarımdan yakın olan Rabb her AN varıdr ve Şe’eNdedir..
Er RABB, Hakk yaratır, Hayy kılar ve Hüviyet veririr.
Onun adına da derler ki Hümeyra, Barboros vs..
ALLAH celle celâluhu yapar bunu. Rabbu’l-âlemin ALLAH celle celâluhu karşısında bir başkası değildir.
Diğer esmalar da değildir.
Râsululah sallallahu aleyhi ve sellem hiç değildir. Eşyadır çünkü.
MuhaMMedîyetiyle diyorum, Beşeriyetiyle. Abdullah aleyhi's-selâm’dır.
Onun içinde burada Rablerin Rabbı, Rabbu’l- Rabb, Kur’ân’da da geçiyor.
Ben not aldım inşallah Kur’ân’da da nasıl geçiyor diye bakacağız


Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Evet, Tarık, sen ne diyorsun bu konularda ya da kendi sormak istediğin bir şey var mı?

Tarık Can :
Hocam Allah razı olsun. Öyle geçen gün dinliyordum Hocam. Dini radyolardan biriydi.
Orda şey diyordu Hocam. Allah lafzını kullandıktan sonra “Allah celle cemâluhu” diyordu.
Dikkat kesildim acaba yanlış mı işitiyorum falan diye ama sürekli bu şekilde söylüyordu bu da bilmiyorum beni biraz rahatsız etti, hani böyle bir kullanım ilk defa duyduğum için.
Böyle bir şey doğru mudur? Onu sormak istiyorum.


Doğru değildir. Celâl, Allahu zül celâl’in ikram mekanizmasıdır ve baştan celâldir, Zül-Celâli vel- İkramdır.
Yani tek iki olduğu anda celâlle olmuştur İkramı ve derhal buyurmuştur ki:
İkiyi kaldırın! Tevhid edin!.
Cemâl, cemâl AKIL için hayali bir şeydir yani demek istiyorum ki cemâl Cemâlullah.
İnsanlar Allah’ı bir şey bir eşya sanmakta yani “cemâlini görmek.” Ordaki cemâl, Cemâl Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle ilgili Türkçesi bu, onu demek istiyorum.

Bunu biz bu konuya hiç girmedik girsek işte iş karışır.
Ankara’da bir abimiz vardı da bâzen gelir sohbet ederdik bizde.
“Siz, Rasûlullah’ı amma öne çıkarıyorsunuz ha.”diyordu..
Cemâlullah-Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi Anlatsak, iyice çıldırırlar demek istiyorum.
Ama cemâl bizim aklımızın anlayacağı;

“CeLâL”in lâmlarının zıdlığı.. CeLâL LÂnet ve Lütuf CeM’idir. İnkar ve ikrar CeM’idir.
Allah zul celâl’inden ikram eder. Allah bunun sahibidir. Allah zul cemâlinden ikram etmez.
Onun için ne dediğini bildiği yok.
Bana bir tek âyet göstersin cemâl’le ilgili bakayım.
Çünkü cemâl, aklın, cemâli seyretmesi, ancak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de mümkündür. Neden?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir Celâl’deki “Lânet”i “Lütfullah”a çeviren.
İnsan aklına yerleştirilmiş olan negatif esmaları SEVİYEleyen eşleriyle.

“Ed Darr” zarar vereceksin yüklü sende, çare “En Nafi” menfaat vereceksin de yüklü.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu esmayı bu esmaya seviyelediği anda zarar vermek - fayda vermek kalkıyor ne kalıyor MuhaMMedî Âdem-Adam kalıyor. Onu kullanıyor çünkü.
Sanki çıplak kabloya fiş takmış gibi “buyur kardeşim diyor sen ceryanı kullan işine bak. Ceryanın yaktığı, yıktığı ötesi bırak orayı sen geç. Sana lâzım olanı yap!”


Onun içinde câhillikte oluyor. Yani neden söylüyorlar.
“Allah Cemâlullahu” mu diyecek! “Allah celle celâluhu” mu? ,
“celle cemâluhu” mu? “Celle celâluhu” mu?
Cemâlinden Allah “cell” edermiş ha, tecellî edermiş?!.
Ne dediğini bilmiyor ki!.
“Celle Celâluhu”nun ne olduğunu bilmiyor ki “celle cemâluhu” yu bilsin!
Küçümsemiyorum, “Cell”eyi bildiği yok daha “Sall” eyi bildiği yok. “Dall” eyi bildiği yok. “Cell” ne TeCELLî ne?..
Hiçbir şey bilmeden konuşmak boş laflar!.. Değil mi?.


Bismillâhirrahmânirrahîmi bile bildiği yok. Neden?
“Esirgeyen, bağışlayan Allah’ın adıyla başlarım.”
Neyi esirgeyeni, bağışlayanı. Şu ÂN da-ŞeÂNda “OL!” makta OL-AN OLUŞun temeli nedir?

Rahmânîyyet ve Rahimîyyet’tir. Tohum ve Tarladan ibarettir Sistem.
Bu İKİliyi TEKlemekten ibarettir.
Doğan çocuğun adıdır: Dilara, Ceren, Meriç şu bu. Sistem böyledir.
Neden
Nebiyyül- ÜMMîdir Nur-u Mim?
Nerededir Meryem aleyhi’s-selâm’ın kocası?
Nerdedir Âdem aleyhi’s-selâm’ın anası-babası? Neden?

Kendinde CEMdir Rahmâniyyet ve Rahimiyyet. Meryem kendisindedir çünkü.
Rahmân, rahmeyn’dir. İki rahimdir. Rahmân kelimesi, Arapçanın kendi taktiğidir bu rahmeyn ikinin rahmin CEM’idir o.
Onun için bir erkekten-tohum olarak kız ve erkek doğar bir kadından-tarla olarak da kız ve erkek doğar.
Yani ZIDların zevki vardır.
Ben doğrusu bu tür polemiklere katılmıyorum.
Onun için de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bir soru sorulmuştu bir kenara çekti soranı konuşurken, yakınındaki sahebeler de aralarında böyle hususlarda münakaşa ediyor, işte ifrat ve tefrit konuşuyorlar.
“Öyle olmaz böyle olur şöyle olur! vs.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buna çok üzüldü. Dönüşünde hemen yere çömeldi.
Eliyle mübarek eliyle kumları düzeltti, asâsıyla ortaya bir çizgi çizdi. “Benim ve bana uyanların sahib çıktıklarımın sahib çıkanların yolu budur. Ve başında Allah vardır. Allah’a gider bu yol diyor yani. “SEBİLİLLAH”.
Sağ tarafa çiziyor çizgiler paralel çizgiler, başlarında şeytan vardır, sola çiziyor, çiziyor çok. Başlarında şeytan vardır.
Ne demektir bu?
“İfrat ve tefrit istemiyorum, i’tidal istiyorum” demek. “Orta yol istiyorum” demektir.
Sağa çizilen çizgiler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sanki buyuruyor ki: “Benden daha dindarlar daha coşkunlar gelecektir” böyle hadisler de var. Çok. Ama başlarında şeytan vardır.”
Sola çizilen çizgilerde de: “Ya da dini hafife alan küçümseyen daha basit görenlerin de onlarında başında şeytan vardır.”


MuhaMMedî Melâmette-Tasavvufta uydur kaydır İŞ yoktur hâşâ, konuşacaksak MESNEDli konuşmalıyız İnşâallah!
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Zer (ra)'e: "Cin ve insan şeytânlarından ALLAH'a sığındın mı?"buyurunca Ebu Zer: "İnsanın da şeytânları var mıdır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : "Evet, onlar cin şeytânlarından daha şerlidir!..." buyurdu.
(İ. Ahmed,Müsned I/178,179,265)


Resim---İbni Mes'ud (ra): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

ALLAH celle celâluhunun SALLat YOLU tektir:

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Resim---“Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne) : Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup sakınırsınız.” (En’âm 6/153)

ALLAH celle celâluhunun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleminin YOLuda TEKtir ve O dur İ’tidaldir ZÂTen..

İ’tidal; YOKluğun Tefritinden, ÇOKLuğun İfratından kurtulup, TEKliğin TEVHİDine ULAŞımın Anası, Esası ve Temeli ve ALLAH’ın YOLUdur..

Bir başka rivâyette:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kumu düzleyip asası ile ortaya bir dikey çizgi çizdi ve: “Bu ALLah’ın yoludur” buyurdu. Sonra o çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da yollardır ve her yolun başında oraya çağrıda bulunan bir ŞEYTÂN vardır!” buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Bana uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîrâ o yollar sizi ALLah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti.” (En’âm 6/153) “buyurmuştur.
(İbni Kesir 2/190)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; ALLAH Teâlânın yolu olan orta yol, Fırka-i Nâciye, İ’tidal Yolu olan Sırat-ı Müstakîmin sağına çizgiler çizerek ifratçıları, aşırı dincileri ve bidadçıları; soluna çizgiler çizerek tefritçileri, dini ve Sünnet-i Seniyyeyi ibtale (hükümsüz bırakma, bozma) çalışan benlikçileri ve her ikisinin de başlarındaki şeytânları ne güzel târif buyurmuştur.

İfratsız, tefritsiz; i'tidal üzere, Fırka-i Nâciye ki sırât-ı müstakîm olan interkollekte (ortak) sisteme bağlamak esastır...

İnsanoğlunun hevâsı, aklını bastırdı mı hayvandan hatta İblisten dahi alta düşer.
İnsanoğlunun aklı hevâsını bastırdı mı melekten de üstün olur... Mesele
MuhaMMedî Şuûr edebilmekte...


Şuûr: İnsana verilen maddî, mânevî tüm nimetleri (göz, kulak, beyin, kalb, akıl, hafıza v.s.) organize edip, tevhid ettirip, birlikte i’tidal (optimum) üzere hakta ve hayırda kullanabilme kabiliyeti yeteneği ve gücüdür...

Şuûr: İnsana yüklenen esma TÜMMü AKIL Nimetini selamete erdirerek Akl-ı Silm edip, Akıldan Nakile, Zâhirden Bâtına, Maddeden Mânâya geçişte NEFSin İlk Aslen Anlayış, İnceliklerini iyice İdrak ve Şahsî Vicdan Hissidir.

Şuûr: Emânet ve Ni’meti en hayırlı bir şekilde (optimum, i’tidal üzere) kullanabilme melekesidir. Şahdamarından da YAKIN olan RABBul’- ÂLEMine Muhammedî İman, Amel, Aklâk ve Hâlde Şehadet Yaşayışıdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 25 EKİM 2011-KUL İHVÂNİ SALI SOHBETİ

Mesaj gönderen Gul »

“Kur'ân-ı Kerimden başkasını tanımam!” diyen cübbeli-cübbesiz ahmaklar;
Rabbu’l- âlemin SÖZÜnü Rahmetenli’l- âlemin SESİnden DUYup UYmaya hasret gidecekler peşin ceheNnemlerinde!..

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de Kur’ân-ı Kerim’dir. Bunun için buyuruyor:
“size iki emanet bırakıyorum. Ehl-i Beytim ve Kur’ân-ı Kerim”

Velâyet Kablosu Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm ve İçindeki Nübüvvet NUR CERRyÂNı..

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Müslümanlar! Ben ancak bir insanım! Rabbimin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki kıymetli ve ağır şey bırakıyorum. Onlar birbirinden ayrılamaz. Eğer bunlara uyarsanız yolunuzu sapıtmazsınız. Bu iki kıymetli şeyden biri içinde Nur ve doğru yol bulunan Allah’ın Kitabı'dır ki O’nun gökten yere sarkıtılmış ipidir. Ona tutulan doğru yolu bulur Ondan ayrılan sapar. Diğeri de Ehl-i Beyt-i Itret’imdir. Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım!" buyurdu.
(Sahih-i Müslim 2: 325; Tirmizi H. No: 4036 4038; İ.Hanbel Müsned 5: 182 189 3: 26.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Müslümanlar! Ben bütün Mü’minlere öz canlarından daha evlâ değil miyim? Öyleyse ben kimin Mevlâsıysam Ali de onun mevlâsıdır. Ya Rabb! Onu Velî edinenlerin Velisi ol düşmanlarına da düşman ol!” buyurdu.
(İ. Hanbel Müsned 4: 281 Buhari Tarih 1: 375 İ. Mace Sünen H. No:116)

GÖRene VAR!..
KÖRe ne car???...

Bakın bir şeyde biz aynı şeyi söylüyoruz farklı söylüyoruz.

Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.
Mesnedi meçhul hadisiyle insanları sömürü ağına çekenler..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlimler peygamberlerin varisleridir”
(Aclûnî, Keşfu'l-hafa, II, 64)

İnsanın kendi aklına güvenerek yalnız başına hareket etmekten kaçınması, gerçek MuhaMMedî âlimlerin ve gerçek MuhaMMedî Mürşidlerin tevhid tavsiyelerine uymasıdır..

O zaman insan bir tarikata girmelidir, birine bir el vermelidir, bunlar hep doğrudur doğrudur doğrudur da biz çok basit bir soru soruyoruz.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem nerede?
“Hep Mürşid hep Pîr Hazretleri” diyenler, kuru gürültüye İLİM, EDEB, İRFÂN, ERKÂNsız göbek atanlar kimin OYUNunu Oynamaktalar?..


İşte bu can “Biz de seviyoruz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemimiz orda amaa!”
Aması yok burada olması lâzım.
Çünkü bizim
MuhaMMedî Melâmet yolumuzda Keban’a gitmemize gerek yok!
Keban bizim her âletimizde
BİZ-BİRdedir ZÂTen eğer BİZ-BİR isek.
Yani buradan Keban’a kadar direklerimiz yıkılmamışsa, hatlarımız kopmamışsa, adam gibi adamlar ERENler ELden ELe ELden ELe, EL-ELe, yürekten yüreğe, diriden diriye Hayy olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle, el Hayy olan ALLAH celle celâluhu ’a bağlamışlarsa ki;
Demin dediğim oydu işte, “el Hayy esması dışarıda diyor” ama neden dediğini bilemiyorum! buydu.
Ama dışarıda falan değil el Hayy tecellî Tezgâhı ŞeÂN İŞİnin başında ZÂTen.
Rabbu’l- âlemin, şah damarından yakın olan Rabbu’l- âlemin’dir. Hayyı ben Rabbu’l- âlemin’den alıyorum Türkçe söylüyorum haylen değil fiilen YARATAN ALLAH celle celâluhudur!..


Onun için İmam Rabbani Efendimiz dese, kim derse desin, ben, sen meselesi değil.
Çok açıktır SüNNEt...
Onun için zâten gelişmemiştir. Gelişmemiştir.
Biz geliştiriyor değiliz biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle ve Kur’ân-ı Kerim’e bakıyoruz, İKİ EMÂNETe!.
Yarın daha başkaları bakacak, diyecek ki:
“Kul İhvâni sen görmemişsin ben göreceğim!” demeli.
Görecek tabi. Görmeli. Yoksa çağlar gerisinde kalır. İnanç ve İ’tikad çöker şimdiki gibi ALLAH celle celâluhu korusun!.

Ben katılmıyorum. Bunlar Cemâl’in ne olduğunu bilmiyorlar. Cemâl, celâl’deki LÂnet ve LüTüF lâm’larından biri.
O inkarın kalkması değildir, inkarın ikrarla SEVİYElenmesidir.
“LÂ ilâhe” inkarı kalkamaz.
Kaldırıp da bundan sonra “ilLÂ Allah!” diyeceksin, “LÂ ilâhe”si yok ken!
Diyemezsin. Olacak. “Gübreyi kaldıracağım hocam, gül istiyorum!” Kaldıramazsın.
Sen bırak gübreyi kaldırmayı, Gülü alkışlamayı da, Gübreyle gülün arasındaki “CAN” ın El Hayy olan ALLAH celle celâluhu NURU olduğunu ANla, Rabbu’l- Âlemin olduğunu ANla!.
Bırak öteyi beriyi yani!.
İşte mesele bu Tarık Can.
Evet. Evet Halim, hâlimce söyle bakalım.


Halim Can:
Halimce söyliyim. Halimce söyliyim mi hocam! Halimi bilsem. Eskiden bir dizi vardı. Karaşimşek diye. Şeyde tek kanallı dönemde. Bugün matematik arabaları gibi o gün ki araba vardı. Kullanan kişi hemen komut veriyordu
“Kit, şuraya gel şunu yap!” falan.
O da cevap veriyordu:
“Yapıyorum, ediyorum, hallediyorum!” Bâzen de “hayır!” diyordu.
Gittikçe kendim öyle bir şeyde gibi olmaya başladım sanki Hocam.
Yani benim vücutta sanki bana karaşimşeklik yapıyor gibi. Bazılarına
“evet” diyor bazılarına “hayır!” diyor.
Yani ne istediğimi de bilmiyorum, ne yapmak istediğimi.
Çünkü bir zamanlar istediğim şey oldu. Ama o olunca umduğum şekilde değerlendiremedim o süreyi.
Şimdi başka bir şey istiyorum, bu sefer onun ne getireceğini bilmiyorum hani bugün şehrin ortasında bir o yana bir bu yana
“deli dana” derler bizim orda deli danalar gibi dolaşırken sizi aradım.
Eskiden netti hocam bazı şeyler.
Yani çocukken sevinmemiz gereken bir olay oluyordu da; seviniyorduk, üzülmemiz gereken bir şey oluyordu üzülüyorduk.
Yani kolaydı o zaman. Şimdi öyle değil yani.
Sevineceğim yerde ağlıyorum ağlayacağım yerde hiç bâzen tesir etmiyor.
Demin Gül anlatırken ben burada aynı onun şeyine boğuldum da. Yani o şey duygu komutu öyle bir geliyor ki hani siz
“dur” diyemiyorsunuz şey gibi yükleniyor.
Hani sizin örneğinizde elektirik; işte geliyor, fırında ısıtıyor, lambada yanıyor falan ama biz fırın mıyız, lamba mıyız, dolap mıyız, hepsi miyiz bâzen çünkü şaşırtıyor.
Yani işte ısıtmam lâzım diyorsun, bakıyorsun soğutuyorsun yani senin kontrolun dışında bir şey var âlet mi değişiyor ne oluyor anlamıyorum da bi içinden çıkılmaz bir hal gibi Halim Can’ın halleri Hocam!.
Çoğu zaman yani artık ne düşüneceğimi bilemiyorum çünkü düşünmek yoruyor sadece bir işe yaramadığını hissediyorum ama için susmuyor sürekli bi
“al takke ver külah”.
Yani her an öyle o şeylerle meşgul.
Hani kendime rağmen kendimle boğuşuyorum gibi sürekli bir taraftan yargılıyorum yani kendi kendimi yargılıyorum.
Bir taraftan yargıladığım için kendimi suçluyorum.
Geçen öyle diyorum ki hani.
Hani insan neye tasa ediyor ki neye dertleniyor.
Bu şeyi bu kâinâtı yöneten eden, kullar gibi değil ki hani bi yanlış yapsın adâletsiz yapsın hâşâ!.
Her şeyi olması gerektiği gibi yapıyor.
Bunu da biliyorsun o zaman niye diyorum sıkıntı, niye dert. Olmaması lâzım.
İşte yani yargılıyorum şeyimde bu türlü.
Şey yani hocam işte karmakarışık.
Yani kördüğüm şeyi var ya meselesi var ya onun gibi.
Şeyler duygular çok baskın yani.
Düğmeye basılmış gibi alıyor götürüyor sizi ve kontrol edemiyorsunuz.
Öyle olunca şey içinde sıkıntı oluyor hani
“BİZ” leyken bir sorun yokta toplum içindeyken sıkıntı oluyor.
Yani şöyle sıkıntı oluyor istiyorum ki insanlar seslenmesin.
Yani çünkü seslendiği zaman hem şeyimizin gereği bizim ahlâkımızın gereği güler yüz göstermek zorundayız ama o anda gülmeyi hiç istemediğim için istiyorum ki hiç kimse selâm vermesin öbür taraftan baktığım zamanda sırf kendimle meşgul olduğumu görüyorum bu sefer o da yanlış olduğunu görüp öyle yargılıyorum.
Yani ne yapmak lâzım, nasıl yapmak lâzım ya da bir şey yapabilme imkanımız var mı ki, durup seyretmek mi lâzım sürekli böyle şeyler kafamın içinde dönüp duruyor.
Eskiden böyle değildi yani daha mı iyiydi eskisi, onu da bilmiyorum da.

“Az bi aşım kaygısız başım” hesabı.
Ama çârenin ve şeyin, imkanın hani şimdi demin siz anlatıyorsunuz işte
“hizmet, ışık olabilecek misin, ayağını bastığın yer temizleyebilecek misin?”
Ha öyle bir şey olduğunda onu yapabilme imkanı bizde değil zâten.
Onu yapabilen, insan yani kendinden geçmiştir ve bize düşen yapamayacağımızı anlamak, pes etmek mi hani bir laf var ya
“Çekil aradan ortaya çıksın yaradan”
Yani “biz kendimizi aradan çekme bize düşen o sadece o da onu bile yapabilecek imkanımız yokken boşuna mı uğraşıyoruz?”
Diye böyle sürekli karmakarışığım Hocam.
Allah hayır etsin inşallah.
Şu şeyle de demin Ahmed’in sözylediği, Ahmed mi söyledi, diğer kardeşimiz mi?

“Rablerin Rabbi perdesindedir”
Bana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin’in bir hadisi var: “Ben Allah’tanım, mü’minler bendendir” buyuruyor ya o hadisi şerif aklıma geldi.
Onla bir ilgisi var gibi düşündüm.


ALLAH celle celâluhu hepimize iyilik güzellik versin hak ve hayırda etsin inşallah.
İnsan AKLı sayısınca milyarca tane Rabb düşüncesi vardır. Herkes Rabbını şöyle düşünecektir böyle düşünecektir.
Hani işte, Musa aleyhi’s-selâmla ilgili hadistir.
Tûr’a giderken çölde bir tanesi çıkıyor karşısına, böyle saç baş karışık havalara taş atıyor küfür ediyor Rabbu’l- âlemine işte
Çık ortaya, gel karşıma, Sana şunu yaparım bunu çatarım!” diyor falan.
Musa aleyhi’s-selâm:
“Sen ne yapıyorsun diyor, Rabb’a küfür edilir mi?”
“Sen Musa mısın? Tûr’a mı gidiyorsun, RaBBınla konuşmaya?” “Tur’a gidiyorum RaBBımla konuşmaya!”
“Ona söyle erkekse çıksın karşıma bakayım. Şöyle yapacağım böyle çatacağım ona!.”

Musa aleyhi’s-selâm Şaşırıyor, tabi yoluna devam ediyor. Bakıyor ki orada kumların içinde, bir tane pîr-i fâni birisi, böyle süklüm püklüm oturuyor nur yüzlü.
Musa aleyhi’s-selâm :
“Nedir baba derdin bu ıssız yerde?”
Rabbımı bekliyorum yıllardır, gelecek, görüşüceğiz! Sen Musasın görüştüğünde selâmımı söyle de gelsin, gelsin gayrı, gelsin dizime yatsın, başını okşayım,saçlarını tarayayım, bitlerini öldüreyim.!”
Hadis böyle, “başındaki bitleri öldüreyim, dizime yatsın!”

Musa aleyhi’s-selâm Tûr’da: “Ya Rabbi bu ne hal, kim bu kulların?” dediğinde, ALLAH celle celâluhu: İlk gördüğün, benim SEVDİĞİMdir. O, istediğini söyler!. İkinci gördüğün ise beni SEVENdir! buyruyor..

Bu İbretle Hikmet Sahnelerinde oynayışlarımız çok ilginç Halim!. Hiçbir çocuk kendi büyüdüğün farkında değildir.
Hatta kendi anne babası bile fark etmez.
Bir başaksı görse:
“Aaa delikanlı olmuş!”
Ya da “Aaa genç kız olmuş!” der.
Sen ise hiç farkında değildin ama demek ki görmemiş 5-6 sene amcası, teyzesi onu, büyürken böyledir.
Buradaki burada önemli olan ve çok yanıltıcı olan kendisine hedef belirleyip: “
Ben burada mıyım, şurda mıyım?” demesine gerek yok.
Muhakkak ki lâzım olan yerde kullanılacaktır ZÂTen.
Sen zincirlere bağlansan İzmir’den gideceksen gidersin hiç dert etme.
Katiyyen hatta bir lokma nerdeyse oraya gidersin ayrıca da, haa senin işin ise İzmir’den lokmayı aramaya gitmek değil.
İzmir’de durmak işte
“İşi, Aşı,Eşi, Başı” düzgünleştirmek emredilen budur çünkü.
“Öyle mi olacak?” Öyle olacağını bilemeyiz onu. Gerçekten bilemeyiz. Katiyyen ama.
Biliyorum diyen ahmaktır. Ahmaktır.
Sünnetullah’ı bilmiyor, Şeenullah’ı bilmiyor, Emrullah’ı bilmiyor, Muradullah’ı bilmiyor.
Bilseydi susardı yani!...

Onun içindir zâten ben şahsen ne Allah Dostlarından ne de söznün bilene birinden bir kelime duymadım!.

“Yedi yaşımı doldurmamıştım diyor hafız olduğumda, yedi yaşım dolmamıştı!” diyor Siirtli MuhaMMed Sıddık kaddesallahu sırrahu Hocam.
“Ablam beni eline aldı, tek eliyle havaya kaldırdı da: “Hafızımıza Maşaallah deyin!” diye gösterdi, "babam 5 koç kesti ziyafet çekti Siirt’e!” diyor.
“Beş koç kesti ki kazanlarla pilav ve et yapıldı, Siirt halkının tümünü davet etti!” diyor.
Yıllarca dizdize, gönül gönüle yaşadık görülmüş mü böyle baş çıkarmak,
“ben de” demek!..
Kendisinin dâima buyurduğu ve istediği:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve Kur'ân-ı Kerimden ayrılmayınız!”
Onun için Kıtmir TEZimiz açıkçadır;
Bizler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayakkabısıyız. Nereye basarsa bizimle basar.
Tuvâlete de bizimle gelir, mutfağa da bizimle gelir. Biz arabasınnın tekeriyiz. Her yere basarız. Ama iki EMÂNETini taşırız, taşırız!
Onun için kolay değil ateşe basmak yalnız, yürek ister yürek!.
Cehennemin içinden geçerken de, geçeceğiz bizimle geçirecek yani.
Tekerlek olmak kolay değil. Çamura gelirsin çamurlanırsın, pise basar pislenir, mise basar mislenirsin!
Bok Bahçesinden de geçeceksin Hak Bahçesinden de, Yolu yaratan yolculuk imtihanını kurdu!

Biz kıyasladığımız için, aynı sıkıntıları ben de yaşıyorum ve yaşarız.
Bir de şu vardır; insan, biliriz ki kemâlatta ilerlemek mârifet değildir ilerlememek mârifetsizliktir.
Bir insanın Mü’min olması ona diğerlerinden yükseklik getirmez, ancak mü’min olmaması kendisine alçaklık getirir.
Onun için de tabiî ki tekemmül edeceğiz etmeliyiz mutlaka!
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i yakalamalıyız ve bırkmamalıyız sahib çıkmalıyız ve sahib çıkılmalıyız.

Mesele
“Lâ ilâhe illa Allah” seviyesinde kalabilmekmiş.
Ceryan kesilse ışık yok! Biz de can çıksa nefes alamıyoruz.
Şu ANda birebir anlamda söylüyoruz.
Rabbımız’dan CAN CeRRyÂNı almaktayız.
ALLAH celle celâluhu’dan demiyorum bakın Rabb’tan diyorum.
İşte bu bu Keban var ya düşündüm bugün buzdolabının elektriğini nasıl aldığını BİZliğini BİLEliğini ve BİRliğini..
7 Nesini 1 Kimini elektrikçiler düşünsün.

Ben fırsat eldeyken, hayali bir direkten, hayali bir elektrik almak istemiyorum.
Bu âlem, el Zâhir Esması zuhuru, şehâdette Şimdi Zâhiren olur ve bütün şehâdet zâhirde yapılır.
Allahu zu’l- Celâlin AKIL için en yüce esması El Zâhir’dir.
Çünkü içinde yaşadığı kendidir zâten.
Kendini bilmek hayrette bırakır insanı.
Ama o İslam ilmini yapanlar
“Allahu nuru’s- semavatı velard”ı bir kelime açıklamıyorlar.
“Yerde ve gökte her şey Allah’ın nurudur” deyip geçiyorsa, bu doğru değildir.
Bana açıkça söylemesi lâzım:
“Kardeşim bu gördüğün gübre var ya Allah’ın nurudur. Bu gül de Allah’ın nurudur. Ben de Allahın Nuruyum! Ama kaderim tütün tohumuysa tütün çıkarım. Ama Allah’a tütün olurum yalnız. İncirse incir çıkarım. Hayy olurum!” demek istiyorum İnşallah.
Evet. Hümeyra var mı sorun?


Hümeyra Can:
Soru değilde hocam bu dedikleriniz üstüne bişeyler söylemek istiyorum.
Bu durumların çoğu hatta aynı bizimde düşünüp yaşadıklarımız.
Ben bu durumları yaşarken şöyle bir çözüm yolu buldum, onu izah edeyim.
Sanki onu yaşayan ben değilmişim, karşıdan bakan biriymişim, hani elmanın yarısı öbür yarısına
sen” der aslında o yarısı da bu taraftakine “sen” der.
Dışarıdan bakan ikisine de güler ya onun gibi.
Bu durumlarda hatta insanlarla gücenip böyle konuşmak istemediğim zamanlarda tam tersini yapmaya çalışıyorum yani böyle bir yol geliştirdim bu hoşuma gidiyor aslında tiyatro gibi bir durumda ortaya çıkıyor.
Televizyonda bir film var, başladı
“Su Dünyası” isminde.
Orda herkes su da yaşıyordu, toprak hiç kalmamış, ne bileyim çok saf su kıymetlendi.
Filmin o kadarını izlemek bile dört unsur sizin anlatmakta olduğunuz
Sadakat-Samimiyet-Sabr-Selâmet.
Özellikle bu “4S” li bana hep çıkış yolları açıyor bu.
Bizlerde işte hayatın içerisinde çok bunaldığımız zamanlarda kendi özümüze samimi, içten davranıp, kendimizi kıymetli bulup, olan eldeki imkanı boşa harcamamak için bir Çıkış Kapısı olabiliyor, bir hayırın kapısı olabiliyor.
O sebeble hep sebeb olmaya çalışmak gerekiyor.
Allah hep sıkıntıların arkasında bir güzellik bir ferahlık bir mükafaat diyim artık, zorunda değil ama bize muhakkak bir şey ikram ediyor.
Çokça hamd olsun çünkü bizler inşallah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in neticesinde imanı bulduk yaşadık elhamdülillah.
Bunları söylemek istedim canım hocam çok teşekkür ediyorum fırsat verdiniz Allah razı olsun.


Cümlemizden razı olsun inşallah.
Biz de öyle karıncaya sormuşlar:
“Yolculuk nere?”
“Hacc inşallah!” demiş..
“Bu ayaklarla mı?” dediklerinde.
“Varamazsam da bu yolda ölürüm ya!” demiş.

Yani o, aslında gittiğimiz yer bizde Keban bizde.
Yani aklen gidiş-gelişler vardır.
Aslında insan kendi, onun içinde Kur’ân-ı Kerim çok güzeldir.
“Aklınız kadar anlayınız.” “Emr âlemindendir.”
Şu an bizde olan ruh emir âlemindendir.
Yani ceryan ordandır, ne anlayalım?

“Aklınız kadar anlayın.”

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Ruh emr âlemindendir, âyeti celilesinden ne anlayalım?" diye sorulmuş.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise: "Aklınız kadar anlayın!..." buyurmuş.
Ben bu hadisi Fahreddin Razi Efendimizin tefsirinde gördüm.

Demek ki avcılar beraber oluyorlar, taş oynayanlar beraber oluyor, herkes kendi grupları ile genellikle böyledir.
En büyük topluluklardan birisi biziz genellikle çoğunluk nerdedir?
Sokaktadır şurdadır buradadır.
Ama biz ilim irfanla biraz daha haşır neşir olmak için beraberiz, ve olmaktayız ve oluyoruz inşallah Allahın izni ve inayetiyle.
Aşkın Bahçesi Kur’ân! Lale gül bahçesi Kur’ân!

“İkrâ!” ya Karîn olmalı.
“İkrâ!” ya karîn, en yakın, karındaş olmalı.
Yani sen Kur’ân, Kur’ân sen olmalı ki bu
MuhaMMedî olunduğu zaman mümkün müdür?
Mümkündür. Gecenin, güzel sohbetin, özellik ve güzelliğine uygun olarak bir insan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gözünden görebilir mi?

Evet. Allah’ın izni ve inayetiyle söylüyorum.
Evet. Bu mümkündür. Bu bir üstünlük, alçaklık değildir. Bu olması gerekendir.
Ama unutmamak gerekir ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ateşli humma da:
“7 kuyudan 7 kırba su getirin başımdan dökün dökün ateşimi alsın!” buyurmuştur.
Ve Refik-i Alâ’ya yol dilemiştir.



Kütüb-i sitte ölüm bölümünde Aişe r.ah Resulullah (sav)`ın Vefatı ile ilgili; Resulullah (sav), sıhhati yerinde iken şöyle diyordu: "Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden kabzedilmez. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır." Aleyhissalatu vesselam hastalandığı zaman O`nu, (başı) dizimin üstünde baygın vaziyette gördüm. Bir ara kendine geldi. Gözlerini evin tavanına dikti ve sonra: "Ey Allahım Refik-i A`la`da (bulunmayı tercih ederim)" dedi. Bu sözü işitince ben (kendi kendime): "Demek ki (makamı gösterildi) ve bizimle olmayı tercih etmiyor" dedim. Bunun, sıhhatli iken bize söylediği şu hadis olduğunu anladım: ["Hiçbir peygamber cennetteki makamını görmeden kabzedilmez, sonra yaşamaya devam veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır."] Resulullah (sav)`ın telaffuz ettiği son söz: "Allahım, Refik-i A`la`da" cümlesi oldu." (Refik-i A`la: Cennetin en yüksek makamında bulunan peygamberler cemaatidir).
HadisNo : 5405


Çünkü Ez Zâhir esması Allah’ın celâl esmasıdır.
Cemâle çevirilişi de MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın kalbinde mümkündür inancımız budur.
Bu bir inanıştır ve şehâdetimizi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah ve Râsulu’nün sesinde istemek gibi..

“Biz-Bir” burada o, orda değil.
Biz O’ndayız. Herbirimiz bir damla kevserdeyiz.

“BİZ BİR-İZ”

Allahumme salli ve sellim ve barik ala seyyidina MuhaMMedîn abdike ve nebiyyike ve resûlike ve nebiyyül ümmiyi ve ala alihi ve sahbihi ve ehli beytihi.

Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke.
Velhamdülillahi Rabbil âlemin. Elhamdülillahi Rabbil âlemin.
Allahu zu’l- Celâl geçmişe dönük Tevbe istiğfarımızı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’de BİZ-BİR-İZ eylesin. Affetsin, bağışlasın, rahmetine gark etsin. "semi'na ve ata'na ğufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr"i tecellî ettirsin.
Biribirimizin Gelecek Gıyabî duacıları olalım, hak ve hayır duacıları olalım. Allahu zu’l- Celâl bizi DUÂda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de BİZ-BİR-İZ lütfü kereminde eylesin. Âmin!..
Allah’ın rahmeti üzerimize olsun!.
Es selâmu aleyküm ve rahmetullah.

Ve aleyküm esselâm ve rahmetullah.

Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön