Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesALLAHu sırrahu


MD.TMMSHBTLR-20

Resim

KADER-KEDER-KEDİ-TEVEKKüL

(TEKKE CÂMi SOHBETi)



(Profosör Doktor Münir Derman Beyin 14 Mayıs 1967 Pazar günü Tekke Câmiinde yapmış olduğu derstir.)

Aziz Cemâat, İmam Efendinin okuduğu Kur’ân-ı Kerim, Âyet-i Kerime sonunda lâ yağlemuuun diye bitti. Onlar bilmezler demek.
Bu Âyet-i Kerimenin Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin Efendimizden hicretten 170 sene sonra bu Âyet-i Kerimeyi İmam-ı Azam bir yerde kullanmıştır.
İmam Efendi okurken o hatırıma geldi sizde bilesiniz diye anlatıyorum.
İmam-ı Azam biliyorsunuz 150 hicrî senesinde dünyaya teşrif ettiler, Numan ismi.
Anasının ismi Zehra Binti Şems Şems ibni Hayfundur bu annelerinin ismi hiçbir kitabta yoktur, yalnız İbni Hallegan Tarihinde vardır.
Genç yaşta Medineyi teşrif ediyorlar kendileri, Kâbe yi ziyaretten sonra SallALLAHu aleyhi vesellemin Efendimizin Ravzasına gidiyorlar.
Kendisi harardı İmam-ı Azamın.
“Harrar” demek ipekli kumaş satandır, ipekli kumaş.
Medine’ye yanaşıyor, yürüyerek tabi atınan felan değil.
Ravza-yı Mutaharadan aşağı yukarı 2-3 kilometre uzakta konaklıyor çadırcağızını oraya kuruyor, yanaşamıyor Ravza-yı Muhataraya, ordan ziyaret ediyor.
Gece rüyasına giriyor SallALLAHu aleyhi vesellemin :
“Yâ İmam niçin yanaşmıyorsun?” diyor. Edebinden yanaşmıyor, edebinden.
Ondan sonra yavaş yavaş Ravza-yı Mutaharaya yanaşıyor İmam-ı Azam.
İşte o zamanlar Medine’de büyük âlim ve imamlardan İmam-ı MuhaMMed vardı.
Akşamları oldu mu ikindiden sonra Mescid-i Nebevinin dışında, 150 Hicrîden sonra oluyor bu.
Oturur İmamı MuhaMMed, bütün ders alacak dünyanın her tarafından gelen talebeler de etrafına oturur. İmamı Azam’da orda halkanın içine girmiş. İmamı MuhaMMed soruyor. Bir sual soruyor.
Ona soruyor, ona soruyor. Sual bitti mi tekrar soruyor.
İmamı Azam’a gelmiş. Demiş ki, İmamı Azam 25 yaşında o zaman.

“Seni yeni görüyorum demiş sen ne iş yaparsın?” demiş.
Demiş:
“Efendim ben demiş Kur’ân-ı Kerim okurum” demiş, bu kadar.
“Peki nerelisin?” demiş “Memleket?”
“Mine’l- Irak, Irak’lıyım” demiş. Yani Bağdad’dan.
“Şu münafık memleketi mi?” demiş, İmamı MuhaMMed soruyor.
Irak’tan, Münafık Memleketlerinden demek.
Biliyorsunuz Münafık Memleketleri, Ehl-i Beyti perişan ettiler ordakiler biliyorsunuz.
Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Hasan ve Hüseyin bütün ehl-i Beyt kılıçtan geçti. Münafık olmasın da ne olsun!
Onun için o memleketlere
“Münafık Memleketi” buyuruyor İmamı MuhaMMed. Sesini çıkarmamış İmam-ı Azam.
Öyle kelimeler konuşurken insan çok dikkat etmesi lâzımdır.
Çünkü söz keskin bir kılıçtır, nasıl keseceği belli olmaz.
Söylenen söz, atılan ok gibidir geri gelmez.
Belki birinin kalbini kırarsın, belki bir ALLAH Dostunu üzersin.
ALLAH Dostunu üzdü mü, Cenâb-ı ALLAH’ın sillesi gelir insana.
O sille hiç habersizdir. Böyle güler oynarken
“Pıt!” diye gidiverir insan.
Ölmek de para etmez. Ölmek hani ölmek daha iyi, sürünür insan.
İmam-ı Azam’a tekrar sıra gelmiş. Demiş ki:
“Oku demiş bir Kur’ân-ı Kerim oku!” demiş.
“Euzu Billâhimineşşeytanirracim” İmam Efendinin okuduğu âyeti okumuş. Aha onu.
İmam MuhaMMed yerinden fırlamış:
“Sen demiş İmam-ı Azam dedikleri bir genç var Bağdadda, işittim o sensin” demiş. Ne yazıyor orda orda ne diyor ALLAH?
Sen bana Irak münafık memleketi dedin amma Âyet-i Kerime de
Medineliler münafıktır diye Âyet-i Kerime vardır burda. İmamı MuhaMMed’de Medine’li.
Hendek Gazvesinde Medine’liler münafıklık yaptılar.

“Medine’liler münafıktır” diye sen cetvel kalem attın, ben Âyet-i Kerimeyle isbat ediyorum!”diyor.
Onun için dinî meseleler konuşurken felan hoca “şöyle söyledi, felan hoca böyle yazdı”
Onlar sapık insanların bel kemiğinden konuşan insanların sözüdür.
Âyet-i Kerime var mı, Kur’ân-ı Kerimde, kalk minareden kendini at!
Yoksa “ahaaaa bana bakma ağam!” diyeceksin.
“Efendim şu şöyle ediyor!.”
Nasreddin Hoca’ya mübareğe sormuşlar demişler ki:
“Çaylak var ya hani uçuyor çaylak o. Senenin altı ayı dişi olurmuş altı ayı da erkek olurmuş hoca ne dersin buna?” demişler.
“Valla bilmiyorum ben suala cevab veremem. Bu sene çaylak olayım da gelecek sene sana haber veriyim” demiş.
Onun için bu lakırtılara çok dikkat edin!.

Şimdi aziz cemâat,
Asrımız, içinde bulunduğumuz asır, asır, asır 100 sene demek.
100 sene bitti mi başka bir asır. 20.inci asır da yaşıyoruz! Ne demek 20.inci asır?
Hazreti İsa’dan beri geçen 20 asır geçti. Yirminci asır. Bu asır Âhir Zaman asrıdır.
Bu gün dünya insanları dünyaya nispetle çok akıllı, âhirete nisbetle çok câhil ve deli insanlarla doludur.
Hakiki sizler gibi mü’minin sevinci olsa da, hüznü acısı kalbinde yaşar.
Kalbin en büyük ölümü, ALLAHtan ve onu anmaktan gâfil yaşamasıdır. Bildiği halde bilmemezlikten gelmektir.
Bilmediği halde, bilir görünmek asrımızın en mümeyyiz farız-ı mümeyyizidir. Herif bir şey bilmez, bilir görünür.
Bildiği halde de bilmemezlikten gelir insan, nemelâzımcılık.
Onun için asrımızın en büyük vasf-ı mümeyyizi budur.
Hakiki bilgi mi öğreneceksin, Hakk Erlerinin ağzından alınır, defter köşelerinden değil.
Her çeşit bilginin esası, bilgi sahibinin halinden alınır, sözünden değil.

“Felan adam nasıl yapıyor ben de öyle yapıyım!” taklidçi olacaksın.
“Efendim felanca böyle söyledi, çok güzel söyledi.”
Zâten “ne güzel söyledi” diye diye hiç kimse bir şey yapmıyor.

Aha şurda Yûnus Emre Hazretleri var.
Yûnus Emre Hazretlerinin bundan 20-25 sene evvel Hıdırellez geldiği zaman halk tarafından Müslümanlar toplanırdılar.
Pilavlar koyunlar keserler, giderler Yûnus Emre’nin Sarı Köydeki kabrine.
Orda birisi çıkar Yûnus Emre hakkında konuşur dua edilir, yenilir gelinirdi. Yûnus Emre nereliydi Sarı Köyünde yatıyor.
Ondan sonra çıktı şimdi turist celb etmek hikayesi anıtları yapıyoruz bilmem ne.
Bu sefer işe para girdi, Karamanlılar diyor ki:
“Yûnus buradadır!”
Eskiden niye demedin Yûnus orda da, şimdi çıktı.
Biraz daha para artırsa, Bursalılar:
“Bizde Yûnus!” Yûnus’u param parça edecekler.
ALLAH Velîleriynen oyun olmaz oğlum, o kadar!

İnsan, bilmediği şey önünde ses çıkarmaması, hakiki ilim odur.
Anlamadığın şeyde ve ilmin yetmediği yerde de o bilgin kişiye teslim olman lâzım ki bu da İslamiyettir. İslamiyet, teslim olmak demektir.
Anlamadığın bir iş varısa o işi bilen ve yapan birisi varsa:
“Haaa bu doğrudur ben ona inandım!” demektir.
Böyle olduktan sonra ALLAH ni’metini, ihsanınını, rızkınını verir.
Ni’met; kâfirine, imansızına, münafıkına, velîsine her taraftan Cenâb-ı ALLAH bu ni’meti gönderir.
Fakat ni’met, şükürü bulamayınca.. şükür ne?
Kuş su içer: “Civv! Civvv!” öter “Ohh!” demek o.
Yağmur yağar, tarlalar yemyeşil olur “Ohh!” demek o.
At, su içer ondan sonra kişner o, “Ohh!” demek.
Köpek yemeğini yer “Ohh!” der, kuyruğunu sallar.
Kedi yemeğini yer başlar tuvâlet yapmağa görünüş “Ohhhh!” demek o.
“Ohhhh!” un İslam Dininde, insan dilinde ki şükür etmektir çok şükür etmektir şükür etmektir.
Ni’met gelir şükrü bulamayınca, gidiverir bu şükürsüzlükler gidiverince memleketten betbereket kalkar ondan sonra kuraklık olur.
Yağmur yağar, sel gelir, şu olur bu olur, afetler görülür.
Ondan sonra efendim haydi yağmur duasına.
“Nereye gidiyorsunuz?” Edebsizliğini mi götürmeye savaşıyorsun.
Yağmur duası olur! Olur amma nasıl olur.
Eskiden beri orası çöl ise yağmur yağmazsa İslamlar gider: “Yâ Rabbi! Sen yağmur versen!” derler.
50 sene evvel Eskişehir’i tanıyanlar var mı içinizde?
Vardır muhakkak, şuralar Odun Pazarı’nın her tarafı ormanlıktı.
Cenâb-ı ALLAH ormanları halk etti bulutlar gelsin yağmur düşsün diye.
Dedelerimiz ormanların hepisini katlettiler, yağmur gâyet tabi gelmez. Bütün Âyet-i Kerimede vardır bu Âyet-i Kerimede...


Âyet-i Kerimede:
Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân
Necm Arapçada yıldız mânâsına gelir ama Konuşma Lisanındadır.
Kur’ân Lisanında yıldız “Nucum” olarak kullanılır.
Kevkeb kullanılır cem’i olarak kullanılır.
Kur’ânda “Necm” kelimesi “çemen” mânâsına gelir.

Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân ağaç ve çemen secde ediyor görmüyor musunuz?” diyor Cenâb-ı ALLAH.
O halde ağaç yerden el Rezzâk Esmâsı, El Hayy Esmâsı, El Bedi’ Esmâsınnan zikrediyor ALLAH’ı dâima…


../...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Mesaj gönderen kulihvani »

Ağaç ve çemen secde ediyor görmüyor musunuz? diyor Cenâb-ı ALLAH.
O halde ağaç, yerden er Rezzâk Esmâsı, El Hayy Esmâsı, El Bedi’ Esmâsıynan zikrediyor ALLAH’ı dâima. Sen onu katlettin mi şehid ettin onu. Onun için Cenâb-ı Peygamber:
Ağaçları katletmeyiniz! buyuruyor. Şehid ettiler dedelerimiz ormanları.
Ondan sonra herifi katlet sonra:
“Efendim ben yanlışlıkla yaptım!” Hangi mahkeme, insan beşerî mahkemesi var ki katledeni: “Ben öyle yaptım beni affet!” demiş de affetmiştir.
Bir defa onu affettir de, ondan sonra yağmur duasına çık oğlum.
Yağmur duası, ormanları katledilen yerde câiz değildir. Kim ne söylerse söylesin. Vırıltı yok bu işte.
Âyet-i Kerime okuyorum. Hasan efendinin Lakırtısını söylemiyorum.
Bir defa İnd-i İlahîdeki yaptığımız hataları şey edelim, sildirelim ondan sonra naz yapmağa başlarız. Kıldık namazı
“Yâ Rabbi şunu ver!” Verdik aldık aldık verdik yok öyle iş, yok öyle iş.
Öyle iş olsaydı hükümetler bir Hoca Sınıfı kordu:
“Felanca ile harb var dua et Hoca Efendi!” “Hani kim?”
ALLAHa sevdirmek lâzım kendini oğlum sevdirmek lâzım.
Onun için ALLAHtan korkan kimseden her şey korkar.
Bir insan ALLAHtan korktu mu, her şey ondan korkar.
ALLAHtan kormayan, her şeyden korkmaz, ürker ürker!
Ürkmek başkadır, korkmak başkadır biliyorsunuz, ürkmek hayvanlara söylenir.
ALLAHtan korkan kimseden her şey korkar. ALLAHtan korkmayan, her şeyden ürker.
Dinsizler vardır, dinin aleyhinde bulunurlar: “Neyimiş din?” derler.
Dinsizliğin ne gayesini ne de insanlara faydasını gösteremezler.
Birisinde mezarın ötesi yok. Götür mezara, öldük gitti.
ALLAH yok. Âhiret yok, şu yok bu yok yok. Yok olsun.
Diğerinin içi nihâyeti, ALLAHu Zülcelâl ile doludur oğlum.
Senin inandığın iki tarafında da Cenâb-ı ALLAH var.
Merecel bahreyni yeltekıyân Aha âyet o.
Ordaki ki kara burunnan bilmem ne burnu değil Hoca Efendinin söylediği.
Aha içerde bu
Merecel bahreyni yeltekıyân o işte o.
Yıllardan beri: “Bu âlemin ötesinde başka bir şey yok!” diye bağıran milyarlarca insan vardır.
Bütün ömrü, beşikle mezar arasına sıkıştırmıştır herif!
Şehvanî arzularına kapanmıştır, bunlara “Materyalist” diyorlar, maddeye tapan. Bir yani daha diyeceğim ben.
Otomobil, apartuman, manto, sinemâ hasretinin çemberi içine kalmış zavallı dünya mahlukları! Bunlar islama asıl hücum etmiştirler.
Kimseden korkmam oğlum. Şivarım olmadığından kimseyi korkutmak şivarım olmadığından kimseden de korkmam!.
Kendi basit elbisemi ve kendi yaşayışımı kürke değişmem oğlum. ALLAH’a tapar, Peygambere rûhumla inanırım. Kur’ânı takdis ederim, O’nunla amel ederim. Başka ben anlamam bir şey. Hiç kimseden de şikâyetim yoktur, ne insandan, ne hayvandan ne de dünyadan!
Hakiki dindar o mesuddur ki ibâdetinde riyâ, işinde hile ve yalan, midesinde haram yoktur. Bunu yap ellerini kaldır.
Eğer ellerin, dilinin söylediği ellerinden sana Cenâb-ı ALLAHtan süzülmezse, gel benim kafamı kes!
Hakiki mertebeye geldi mi o insandan artık ALLAH Dostu olur, ondan hiçbir şey hiçbir fenâlık bir yerden gelmez.
Onu kimse ürkütemez o adamı, ne cin taifesi, ne insan, ne yer haşeresi ne de yırtıcı hayvan, hiçbir mahluk o adama dokunamaz.

Hazreti Halvanî, şeyde Emevilerin son devrinde yaşlı bir adam Hazreti Halvanî. Kızmışlar buna:
“Aslanlara atılacak!” demişler. İhtiyar adam, ihtiyar, 70 lik küsur, gözleri görmez.
Arena hazırlamışlar etrafı duvar. Üç dört tâne aç aslan.
Koymuşlar oraya çekilmişler. İplernen demir kapıları açmışlar.
Bu hikaye değil oğlum hikaye, gözüynen gören tarihçiler yazıyor.
Aslanı bırakmışlar onlar da seyrediyorlar bu hanımların oturduğu yerden gibi. Aslan ne yapacak Halvan’a?
Halvan, sahabeden birisi. Resûlullah Efendimiz zamanında 17-18 yaşındaymış, 70 yaşına gelmiş.
Aslan bir hucum etmiş şeye, Hazreti Halvan oturuyor.
Şöyle bir gelmiş etrafını bir dolaşmış, ağzınnan eline şöyle bir dokunuvermiş. Oturmuş karşı karşına.
“Oturdu, manyetizma mı yaptı?”
Yok ulan, manyetizma felan yok, aslan oturdu!
“Nasıl oturur?”
Yav şuradan üç beştâne Macar, üç beş tâne bilmem Fransız sürtük herif aslanı terbiye ediyor, takla attırıyor top oynatıyor da sahabenin karşısında aslan kendiliğinden olur öyle yavv!.
Korkmuşlar hep:
“Ne oldu?” diye.
Hemen kılıçlı adamlar girmişler, aslanı yine odasına koymuşlar.
Gelmiş yine af dilemişler o zamanın emiri, ismini söylemeyeceğim
“Afedersiniz demişler kusura bakmayın!” birisi de sormuş ki: “Yâ Halvan demiş korkmadın mı, ne oldu?” demiş.
“Hiç, ben korkacak bir şey yok” demiş.
“ALLAH demiş ecelimi getirmişse aslan beni parçalayacaktı.
Yalınız demiş şuna şüphe ettim”
demiş. “Kıpırdamam o oldu.
Aslan ağzıynan şöyle elime dokundu, aceba abdestim kaçtı mı kaçmadı mı onu düşünüyordum!”
demiş. Aha müslümana bak oğlum!

Cenâb-ı Ali’ye ok girmiş ok, harbte, el vurduramıyor, ağrıyor.
Ubeyd ibni Cerrah o zamanın Operatörü:
“Ali dur şöyle. Sıkı tutun kolunu demiş çıkarıyım bu oku burada kalmasın!”
“Aman amuca demiş çok ağrıyor”
“Eee çıkaracağız oğlum bu oku burada kalmaz.”

Okun ucu girmiş şiş gibi şu hanı tığlar var onun gibi.
Şöyle bir çekmiş
“Aman!” demiş.
“Ne yapacağız ya?”
“Dur demiş Namaz Masasına yatayım”
demiş Hazreti Ali, bunlar hep abdestli, bir elinen “ALLAaaHuekber!” demiş huzura durmuş oturduğu yerden, çekmiş çıkarmışlar.
Biz şimdi aha burada namaz kılarken bir pire ısırsa çifte atarız be!
Ondan sonra “namaz kılıyoruz” deriz.
Yooo, yaparız ağam, çifte atmayız ama hafif şöyle bir kımıldarız.
Onun için su pislendi mi oğlum bir lakırtı vardır, su pislendi mi bir yerde durak çamura yağmur yağdı da bulaştı pislendi mi.
ALLAH buluta emir verir;
“Onu iyi bir yere çek götür.”
Güneş hemen ısıtır buhar olur.
Güneşe der ki:
“Onu yukarı çek, şu pis suyu!”
Güneş kızdırır buhar olur bulut alır çeker.
Nihâyet:
“Götür der onu öteye.” Der. Alır götürür denize bırakır. “Bu SU ne?”
Ulan SU, hakiki müslümanın canıdır, canı, canı.
O can insanların kirliliklerini yıkar, eritir, götürür.
Onun için siz içinize inci tânesi koyuyorsunuz, nohut tânesi değil.

Onun için İslam çok ağlar. Gözden damlayan katrelerin her birinde yüzlerce insana cevab vardır lakırtı vardır, onları anlamağa çalışın!
Ama doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur. Feleği ve Arşı bile ağlatır hakiki ağlamak.
İnsandaki isteklerimiz vardır: “Şu, şöyle ol!” Bu istekler, hani mahallede köşe başında sıcak zamanda uyuyan köpekler vardır, uyur. İstekler, uyumuş köpeklere benzer insanda.
Onlardaki hayır, şerr de gizlidir. İnsandaki istekler, uyumuş köpekler gibidir. Hayır ve şerr o isterlerde de aynen gizilidir.
Onları harakete getirmemek lâzım. Eğer onları harekete getirirse insan kuruntuya girer.
Bazı insanlar vardır her şeyden kuruntu eder. Buna ne derler Arapçada. Adama kendi gölgesi düşman olursa, dünyanın hiçbir yerinden emin olamaz o adam!.
Parası vardır, şuraya mı vereyim ordan al faiz geliyor şunu mu yaptırayım bunu mu?
Vesvese içindedir, o dünyanın hiçbir yerinde emin olamaz.
Hakiki Müslüman, yokluğa kanaat eder, yokluğu kendisine rozet, ziynet eder takarsa o adam mum gibi olur mum.
Mumun alevi gibi olur, mumun alevinin gölgesi yoktur.
Onun için Resûllah’ın da gölgesi yoktur, aha bu, budur. Resûlullah’ın dediğinde erimek lâzım.
Demin dedik ki su çıktı havaya değil mi? Unutmayın o söylediklerimi unutmayın, sonra bunları toplayacağım ben haaa! Siz şöyle bakıyorsunuz. Sonra toplandı mı işin içinden çıkamazsınız.
SU aktı yere. SU da bir ot, bu temiz suyu emdi, içti. Şimdi oraya bir hayvan geldi, otu derhal otladı yedi. Ot hem yenir. Ot hem yedi hem yendi.
Neyi yedi SUyu yedi. Hayvanda onu yedi. Bu ALLAH’ın Kanunu.
“Efendim ben şöyle şöyle yapıyorum da böyle böyle oluyor. İslamların başına çok felaketler geliyor!”
Küfüre giriyorsun!.
Zât-i ALLAHtan başka her varlık aha anlattığım ot Hikayesi gibidir.
Ot biter suyu yer, hayvan da gelir o otu yer. Bütün ALLAH’ın Kanunu böyledir dünyada.
İşte onun için.
Kul huvallâhu ehad. Allâhus samed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekun lehu kufuven ehad
ALLAH ne yer, ne içer, ne doğurur ne uyur, aha bu işte bu. Biz de Kul huvallâhu ehad.. ALLAH ne doğurur!
Zâten doğurmaz ulan. Zâten yemez bir şey uyumaz. Bende biliyorum onu sende biliyorsun aha bu. O halde bütün kâinâtta ne varısa ALLAH vaaar.
Dünyada her hayal, bir hayali yemekte. Düşünceden başka bir düşünceyi otlamaktadır.


../...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için “Efendim felan yerde bir velî var gidip onun elini tutalım.”
Git tut! ALLAH’ın bir velîsinin eline elini verdiğin zaman yiyicilerden kurtulursun.
Tanrı Eli onların üstündedir bilirsin.
Hanı Hüdeybiye’de ağacın altında el ele koydular.
Cenâb-ı Peygamberin eli en üstünde idi, değil mi?
Hudeybiye Biatı. Bu biat işi masal değildir, hikaye değildir.
Bunun böyle olduğunu anlamak için vuku’ya gelmiştir o.
O Hubeydiyede Cenâb-ı Peygamberin “yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh”
Hanı var ya Elleri ellerin üstüne koydular böyle and içtiler.
Resûlullah Efendimizin eli de en üstünde idi.
Bu, herhangi bir biat değildir.
Bu nesle, bizim neslimize dünya ya böyle bakanın dünyada mevcud olduğunu anlatmak için yapmıştır Cenâb-ı Peygamber bunu.
Yani, Her zaman elin altında el vardır.
Velî, vaktın peygamberidir demektir.
Resûlullah’ın Nuru onda tecellî edecek. Her vaktın bir Gavsı vardır.
İşte, o eli bilip tuttu mu Hudeybiye Müsalasında Resûlullah’ın elinin altına girmişin demektir bu, o demektir.
“Nasıl olmuş, nerden biliyorsun efendi?”
Ulan bilmeye lüzum yok. 10 kişi, daha dünyada iken Cennetle tebşir edilmiştirler. Aşere-yi Mübeşşere bilirsiniz değil mi?
Daha ölmeden:
Siz Cennetliksiniz diye Âyet-i Kerime geldi.
“Hangileri onlar?”
İşte aha onun elinin altına girenler. Gir, sende ol Cennetlik.
Ne korkuyorsunuz Cennete girmek o kadar güç mü zannediyorsunuz. “Efendim!”
“Efendim!” i yok.
Secdeye bak, halılar yırtıldı kafanı süre süre.
Bir gün kafanda sürünecek, işte gittin Cennete.
Sürmeyenler ne halt etsin, sürmeyenler diyor ki:
“ALLAH Gafurur Rahîmdir” diyor.
O ümid ediyor da, senin halıları yırtıyorsun sen nasıl gitmeyeceksin?
Buz gibi gideceksin.
Öyle yağma yok. Öyle küçük bir şeyde “Gümmm!” diye aşağıya gitsek hep beraber çıkarız dışarı yeter bu kadar.
Öyle iş olur mu?
“Tamam oldu.”
Ondan sonra herif para kazanır, kazanır, kazanır ondan sonra da tamahı başlar yine kazanacağım diye.
Siz kazanmışsınız devâm ediyorsunuz daha kazanacağım diye İslamın da tamahı vardır.

Efendim, bu
“sahabelerin Cennetle tebşir edilmesi” demek, “kıyamete kadar bunun vaktı vardır” demektir.
“Vakit geçti” deme ben ne yapayım şimdiye kadar siz masal hikaye dinlemediniz.
El elden üstündür, o üstün elden de üstün el var.
Ava giderken avlanma oğlum. Serçe kuşu vardır bilirsin “Cikk! Cikkk! Cikkk!” şey eder. Bir şey yiyeceği zaman 80 defa etrafına bakar.
Bir dâne alacağım diye avcıya tutulmamak için. Sen kelepir diye, arkana bakmadan alırsın.
Bizde arkadaşlar ameliyat yapıyor elini, köylü memnun, getiriyor.
Kıvırıyor tabi başka diyerekten, başka şeylerlen.
Oh köylü olunca ondan sonra yumurta, peynir, koyun!
“Ohooohohoooo” yok işte!
Kelepir iş yok oğlum, kelepir iş yok.
Hediye geldi mi “Lappp!..” diye alır. Birisi senden bir şey isterse, o yok.
Gider köylünün evine gideriz. Hasbe’l- vazife, köylü yoğurt getirir zavallı. Bilmem ne eder, tavuk keser, yedirir seni. Herkes de yemez ya, yedirir seni.
Köylü gelir bir gün “Nasılsın Beyim?” der.
“İyiyim ağam” felan.
“İşte ne var ne yok”
Sen başka tarafa “iyiyim iyiyim” başka tarafa bakarsın, ulan evinde yemek yedin herifin.
Eee sonra gel yaaa otur bir kahve, hangi şehirli köye gitmiştir de yemeksiz kalmıştır.
Köylü şehre gelmiştir de evine yemeğe dâvet etmiştir.
Göster bana bir babayiğit bakiyim.
Göster, göster de ki “var!” ayağını öpeceğim elini değil, ayağını öpeceğim. “Yok!”
O halde gelsin, neyimiş hediye efendimiz “alın verin” demiş peygamberimiz “alın verin” demiş ama böyle soytarılıknan değil.
“Hediye efendim “Hediyeleşin!” hediye bu?”
Eeee öyle değil, öyle değil o!..
Ebu Lehebin Karısının boynundaki hurma lifi gibdir?

Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb. Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb. Se yaslâ nâren zâte leheb . Vemreetuh, hammâletel hatab. Fî cîdihâ hablun min mesed.
Hurma ipi bağlı omuzlarında Cehenneme gidecekler artık.
Onun için tevbe et, tevbe et!
Tevbesiz ömür baştan başa can çekişmekten başka bir şey değildir.
İslam can çekişmez, ahrete inanmayan can çekiyir.
Çekişmek demek, öyle olmayacaktı da böyle olacaktı demek.
Öleceğiz, hepimiz öleceğiz yav.
Hakiki İslam ölürken gülerek ölür: “artık gidiyorum!” der.

Bunlar anlatılmaz vesselâm!.

“Cennet anaların ayağının altındadır.” değil mi?
Halkın da anası o velîdir, Cenâb-ı Peygamberin varisi velîdir, O’na yüz süreceğiz!.
Şimdi de bir Analar Günü çıktı biliyorsunuz, Analar Günü.
Analar Gününü, Amerikalılar 50 sene evvel icad ettiler.
Yavv 1380 sene evvel Cenâb-ı Peygamber demiş ki
“Cennet anaların ayağının altındadır.”
“Ananın duasını al! Anana fenâlık etme!”
Türkiye hep analarnan dolu yavv!
Arkasında taşıyor anasını arkasında köylü.
Odun Pazarında kucağında taşıyor.
Daha biraz parası varısa arabaya koymuş arabada taşıyor.
Daha daha daha varısa, başka arabaya koyuyor.
Mürebbiye denilen Kırgız bir kadına taşıttırıyor.
Sonra o ana, Ana Günü oluyor.
Ulan Türkiye de Ana Günü diye bir şey yoktur, hep ana.
Analar Günü.
Neyse anam gitti de kurtuldu bu Analar Gününden.
İyi, Analar Gününü devâm ettirsinler!.

Mal, evden seninle beraber Odun Pazarı Mezarlığına gitmez oğlum.
Yalınız senin arkadaşın gider seninlen, o da mezar başına kadar haaa o da sonra geri döner. Ondan sonra korkar geri döner.
Yalınız yaptığın işler mezara beraber girer seninle.
Onun için mezara gittiğin zaman, a bu göğsünün içindeki boşluk temizse
E lem neşrah leke sadrek yapılmış mı acaba?
Resûlun Sadrını Cebrâil yaptı. Seninkini de bir ALLAH Dostu yapar.
Ayın Nuru, pisliğe de vurur altına da vurur.
Onun için korkacak bir şey yok!.

Bu hususları anlamak için biraz kafa yormak lâzım.
Kuşların dilleri vardır.
Hani avcılar kuşların dillerini taklid ederler.
Bülbül gibi öterler. Karga gibi bağırırlar, tuş taklidi edenler vardır.
İyi ama, bu boğazdan gelen bir takliddir, asıl seslerindeki mânâ nedir onu kim bilir?
Onu Süleyman bilir. Onun için hepinizde Süleymanlık var oğlum ama haberinizde değil. Kitabı alıp rafa koymağa benzer okumamak gibi.
Bir Âyet-i Kerimede diyor ki can:
Boğaza geldiği zaman siz hastaya bakarsınız, bir çâre bulamazsınız. Bizise ona sizden daha yakiniz diyor Cenâb-ı ALLAH “Biz daha yakiniz! Ama siz göremezsiniz.”
Vakıa Sûresinde var hanı her gece okuduğum.
Her derdin bir çâresi var bunun da öyle.
Yalınız bir şeyin çâresi yoktur, kaza ve kaderin oğlum.
Aman oraya itiraz etme!
Kaza ve Kader geldi mi herkes aptallaşır zaten.
İlaç da fayda vermedi mi, yolu şaşırır insan.
Öteye beriye saldırmağa başlar.
İnsanlar sebebleri, hastalıkları, kılıç yarasını, Azrâilin işini bile göremezler, Azrâil de o sebeblerde gizlidir. Ama Azrâil de sebebtir.
Alan ALLAH size sizden yakındır. Ama siz göremezsiniz diyor.
Bu sırların hepisi ölüm anında ortaya çıkıyor.
““Ve zanne ennehul firâk. Velteffetis sâku bis sâk. İlâ rabbike yevme izinil mesâk.”
Hep göreceğiz ölümü, hep göreceğiz böyle sinemâ perdesi gibi.
İnsan öldü mü ağlamağa başlarız.
“Niye ağlayacaksın?”
“İnsan bir hiçin kayboluşuna ağlar mı?”
Ağlamaz!
“Can, beden kavgasından kurtuldu gitti!” demektir.
Ölümü görmeden, Cennete gitme yolu da yoktur oğlum.
Şeddad gibi, Cenneti yerde yaptırmağa savaşma.
Öldükten sonra Cennet Yolu öyle gidiyordu.
Ama başka bir yol gördünse, söyle biz de gidelim oraya.

Zindana da zincirlere bağlı bir adam tasavvur edin, rüyada gül bahçesinde dolaşıyor görse kendini, o bahçeden geri döner mi hiç.
Dua et o cesedden çıksın, ne yapabilirsin cesede içinde bağırsak dolu.
Kıyamet günü her bedene “Kalk!” emri verildiği zaman “kum biiznî” “izin verildi kalk” dendi mi yani surun üfülemesi İsrafil sur üfüleyecek.
“Eee Sur üfülemesi ne olur?”
Yav Ramazan da davulu çalıyor, herif iftara kalkmıyor, o kadar derin uykusu var.
Bu serseriler âhiret zamanında da serserilikleri devâm edecek, onun için kuvvetli sur çalacak.
Cankurtaran gidiyor iken arabayı duyuyor, kamyon gine yolda.
Bağırtacaksın, top atacaksın onun için sur üflenecek.
Sur demek ALLAH’ın: “Eyy zerreler yerden artık kalkın yukarı!” demesidir.
Sabahleyin kalkınca nasıl aklımız başımıza geliyor.
Vücud kendi bedenine giriyor, rüyada gezdiğin gibi.
O sür üfülendiği zaman can da, kıyamet günü gelir bedene girecek!


../...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Sûr demek ALLAH’ın:Ey zerreler yerden artık kalkın yukarı! demektir.
Sabahleyin kalkınca nasıl aklımız başımıza geliyor. Vücud kendi bedenine giriyor, rüyâda gezdiğin gibi.
O sür üfülendiği zaman can da kıyâmet günü gelir bedene girecek.

Efendim benim bedenime mi gelecek benim rûhum?
Gâyet tabi senin. Kuyumcunun Rûhu, Terzinin Dükkânına girmez ki, senin ona gelir.
Hep uyuyoruz, gece Amerika'ya gidiyorsun rüyâda sabahtan geldi mi Mister Ceymis’in cesediynen uyanmıyorsun yine sen ne isen o sun. Bilgi sâhibinin canı, bilgi sâhibinin bedenine. Zâlimin canı, zâlimin kendi bedenine girecektir. Orda dalevera parti hikâyesi yok haa!.

Sen kaptın! Ben kaptım!yok.
Hep numaralıdır yerler.

Nasıl olur bu?
Yavv hepiniz koyun bilirsiniz, 300 tâne koyun anaları sağılmakta, kuzular öteki ağılda.
Sağılma biter kuzuları bırakırsınız. Hep koyunlar birbirine benzer gider kendi anasını bulur.
Sende kendi cesedini bulacaksın o kadar pislik taşıdın o şeyde.
ALLAH bir bilgi vermiştir ruhlara, gider bulursunuz.
Yâhuu, ayağın bile karanlıkta ayağın, ayakkabını buluyor giyiyor kendi ayakkabını.
Rûhun da gelir o kadar mezarlık içinde bulur, ya kokusundan ya bir edebsizliğinden yanaştı mı anlar onun kokusunu girer içine.
Her sabah uyandığımız zaman, yeni küçük bir mahşere uyanıyoruz, onun gibi o da büyük mahşer.
Bizim uyanıp uyuyup ertesi gün uyanmamız mahşer olacağına şâhiddir işte, olacak. Küçük ölüm, büyük ölümü aydınlatır.

İnsanın içi ateşe hâkimdir, İnsanın içi, rûhu, rûhu.
Dışına ateş yakar. Dikkat et! Lakırtıya dikkat et! Bu laf Sırların Sırrı gizlidir bu lakırtıda. Ateşin kudreti, içinde su olan tahta destinin dışındadır.
İnsanın sırrı, ateşten de üstündür! O halde içini yükseltmeğe bak!. Yükseltti mi git fırına gir hamam gir korkma bir şey olmaz. Halbuki sen derinin üzerinde deriye bürünmüşsün. Ateş yalınız senin deriyi yer.
Donmuş suyun güneşten haberi yoktur. Güneşten haberi oldu mu, su çözülür kendi kendine.
Senin içindeki Nûr-u Rasûlullahtan haberin olsa hiç seyyia kalmaz vücudunda, ama nerde?
Sen Rasûlullah’ı Medîne'de zannediyorsun. Rasûlullah’ın Nûru, bütün kâinâta dağılmıştır, senin içinde.
Kibir, insandaki deriden ibâret, deriden gelir. İçten haberi olmamaktan gelir.
Taşlar vardır bilirsiniz taş, taş. Taş, taşlıktan geçmedikten sonra fâni olmadıktan sonra yüzüğe taş olmaz. Yâkut olmaz, elmas olmaz bilmem ne olmaz!.

Eğri olma! Eğri merdivenin gölgesi de eğridir.
Eğrinin doğrusu, doğrunun eğrisi, yine eğridir oğlum. Odun gibi dümdüz ol!
Ayna var ayna. Aynanın sûreti yoktur iki aynayı birbirinin karşısına getir birbirini göstermez aynalar.
Aynanın sûreti yok! Bakarsın birbirini göstermez. Ama ayna ile sûret arasında bir birlik vardır.
Bunu anlatmak uzundur, aklı olana bir işâret kâfidir. Arabı göster aynaya Arap gösterir.
Pâdişahı göster Pâdişah gösterir. Ne gösterirsen göster. Ayna sapına kadar doğrudur da ondan sûreti yoktur. Sende sapına kadar doğru ol, sûretin olmaz. Duvarı del geç ondan sonra hiç kimse görmeden!

Firavun ne dedi?

Ben ALLAH’ımdedi, alçaldı.
Mansur:

Ben ALLAH’ımdedi, yükseldiii.
Benim!demekEne’l- Hakk dedi
Ben ALLAH’ımdedi.
“Benim!demekHakikatta O’ dur! demek.
Bu bir şeyin bir şeye sızması gibidir. Biri iki varlık gördü, biri tek varlık… Arada fark.
Firavun iki varlık gördü:

ALLAH var, bende Yer ALLAH’ıyım!dedi.
Ötekisi:
Bir tek ALLAH vardır, Benim!dedi
Benim içimdeki!Biri kurtuldu yükseldi, biri alçaldı.
Onun için Cenâb-ı Peygamberin bir hadisi var diyor ki:

Ruku’ ve sucud.Rüku' yapıyoruz ya namazda bir de secdeye varıyoruz.
Bu varlık halkasını ALLAH kapısına vurmaktır!diyor böyleküt! kütt!.
Kapıda halka var,
ALLAH’ın kapısında hâşâ bu da kapıdaki halka.
Rüku' ve sucud:
Tak! Tak! Tak!kapıyı çalmaktır.
Bu halkayı çalana muhakkak diyor rûhumu yed-i kudretinde tutan ALLAH’ıma kasem ederim ki ona devlet yetişir! diyor, aha Hadis-i Peygamberi, ben demiyorum.
Onun için Kur’ân'da gene bir âyet var bu âyetin altında. Adâlette binlerce lütuf gizlidir.

Kısasta sizin için hayat vardırdiyor Âyet-i Kerime.
Ne demek bu?
Bir kâtilin Hayât-ı Husûsîyesinde kısası hoş görmeyen.
Meselâ bir adam bir adamı öldürdü.

Efendim bunu da öldürelim! diyor
Canım öldürmeyelim bunu!
O, yalınız katilin hayâtına bakıyor da o merhâmeti duyuyor.
Yâhut siyâset korkusuyla öyle bir iş yapmaktan çekinecek olan yüz binlerce mâsumun hayâtına bakmaz. Öyle insanlar vardır ki üç defa dört defa kaynatıp baksan, kendisinde bir hîle bulamazsın. Kaynat istediğin kadar hîle bulamazsın, aha böyle adam lâzım.

Mevlânâ diyor bir Mesnevisinde ki:
Bir çarık vardır insanda, bir de post!
Post, çarığımdiyorsen meni’den husûle geldin oturdiyor.
Kanım da post!diyor. Aha bu iki pislikten yetiştin. Ötekilerin hepisi ALLAH’ın ihsanıdiyor.
Seni tertemiz giydirdi, içirtti de oturttu, kendine gel!diyor.
Güneş varken yıldız görünmez bilirler beyler. Kendi benliğin varken, insanın dünyâya bağlı varısa bu lakırtıdan bir şey anlamaz. Bak şimdi yıldız görünmez.
Bedeni insanın zayıflar, rûhu zayıflamaz. Gemi zayıflar, rûh zayıflamaz.
Rızkı taksim eden Cenâb-ı
ALLAHtır. Şikâyet edersen küfürdür.
Bana göster dünyâda bir insan ki kanaatten ölmüştür. Kanattan hiç kimse ölmemiştir. Hırs ile de pâdişah olanı göster bana!. Yoktur!.
Ten Midesine yapışırsan, Ten Midesi seni samanlığa çeker. Gönül Midesi de, Reyhan Bahçesine götürür insanı. Bilirsiniz bir kurban keseriz, otla arpa yiyenden kurban olur, et yiyenden olmaz oğlum.
ALLAH nûru ile gıdâlanan da, Kur’ân olur, Kurban olur.

Bu rahmetler insanın her an namaz kılanın içine yağmakta. Gökte yağmurdan başka bir şey yağmaz bilirsiniz. Yağmur suyu her yeri yeşertir türlü renklere boyar, değil mi?
Rahmet
ALLAH’ın rahmeti. Eee peki. Fakat oluktan su keserse komşular birbirini öldürür be.
Senin suyunu aldım benim suyum!rezâlete bakın.
Havadan rahmeti iner, her tarafı ıslatır saksılarını, tarlalarını, sarnıçlarını her yerini doldurur, Rahmettir o
ALLAH verir.
Senin oluktan akarken su geliyor:
Höttt benim oluğumu kestin!diye millet birbirini katleder.
O halde Cenâb-ı
ALLAH rızık taksimini kullara verseydi, hep birbirimizi yerdik, aha ortada iş.
İyi yerden alıp da söz söylersen yağmur suyu gibidir, aha benim dediğim gibi.
Diğerlerinden alırsan oluk gibidir, milleti birbirine sokar. Felanca böyle dedi felanca böyle dedi.
Abdestin farzı şuydu, yok burası yıkanmadı şöyle birbirine. Oluk Suyundan gibi..

Âlemde o kadar gizli merdivenler vardır kiii, bu basamaklar basamak basamak basamak
ALLAHa kadar çıkar. Bu lakırtıdan derisi kalın olanlar vardır azizim,utanmazdenilir. Bunların derisi, dünyâda en kalın derili gergedandır. Gergedanın derisinden bile kalın suratlı adamlar vardır. Yüzüne tükürsen farkında değildir. İşte bu yüzden insanlar hayâle kapılmıştır.
Şu şöyle midir? Bu böyle midir?diye bunu Cenâb-ı Peygamber bildiği için:
Din ehli tam 72 fırkaya ayrılacaktır!buyurmuştur bir hadisi şerifinde. İşte aha ayırılmıştır.
Gök için bir yeryüzü lâzımdır da ondan ayırmıştır. Yer olmasa gök olmaz. Yere nazaran gök diyoruz. Göğe nazaran da yer diyoruz.

Cennet, Cehennem bedene âid demin dediğimiz deriye âid, içe âid değil. Sende içindeki
ALLAH’ı, Rasûlullah’ın Nûrunu sevdikten sonra artık ücret istemek de ayıptır yavv.
Nefes alıyorsun, rızkını veriyor, bilmem ne ediyorsun, yiyip içiyorsun. Bir de namaz kılıyorsun.
Yemeği yedin, suyunu içiyorsun, elbisen var, ısınıyorsun felan ondan sonra:

Ben namaz kılıyorum Yâ RABBi şu kadar da ücret istiyorum!
Ayıp yavvv!. Bu kadar olmaz! Nasıl olur, Mi’raca çıkıyorsun namazda, değil mi?
Mi’raca Rasûlullah’ı kim çıkarttıCebrâil çıkarttı. Senin içinde de Cebrâil'den bir parça var.
Cebrâil hırs yapar mı oğlum hiç. Ne ücreti istiyorsun?..

Kedere kapılma!
Keder diken gibiderler dedemiz değil mi?
Dikene benzer keder. Ama dikenin kendisi değil. Katı Taş Gönüllü dersin, Taş değil, gönlüü.
Bu lakırtılar, aklı şaşırtan sersem eden, tersine çakılmış nallar gibidir nal nal, at nalı.
Öteki âlem, ne bu âlemin içindedir ağam, dikkat et! Öteki âlem, görmediğimiz âlem ne bu âlemin içindedir, ne dışında ne altında, ne üstünde! Ne bu âleme bitişiktir ne bu âlemden de ayrıdır. Gel çık işin içinden bakıyım! Öteki âlem, ne bu âlemin içindedir, ne dışında, ne altında ne üstünde.
Ne bu âleme bitişiktir ne bu âlemden de ayrıdır. Onu anladığın zaman işte Mansur olursun.
Meselâ elinde bir sanat var insanın değil mi, şunu yapıyor.
Gözün bakışında, karşıyı görüyorsun. Dil fâsih, konuşuyorsun bir şey.
Dilin sûretinin konuşma, ne içindedir ne dışındadır, ne o sûretle bitişiktir ne de ayrıdır, değil mi?

Konuşuyorsun ağzınlan. Dilinin dışında mı?Hayır.
İçinde mi?Hayır.Onnan bitişik mi?Hayır
O halde ne? Bu işâretten anla bir şey yavv.
ALLAHSennen konuşuyorumdiyor.
Ben kulumla konuşur, kulumla görür kulumla işitirim.ALLAHtan bir parça girmiş senin içine.
Vele Zikrullah’ı Ekberen büyük zikir ALLAH’ı zikir. Öyle tefsir edilmez o.
ALLAHtan başka zikredilecek var mı? Yoktur.
Vele Zikrullah’ı Ekber içindeki sana senden yakın olan
ALLAH’ın zikrini harekete geçirdi mi en büyük zikir odur işte. Onun için abdest alıyorsun.
Senin içinde
ALLAH senden sana daha yakinken, nasıl vücûduna edebsizlik sokabilirsin, nasıl pislik sokabilirsin, nasıl hile dolanbazlık sokarsın, faziletsizlik, ahlâksızlık, şehvet, şunu, bunu sokabilirsin içine. Şehvetini şey etmek için evlenme müessesini koymuş, helâl etmiş sana.
Ondan kurtulmak için de secde yapacaksın, gusledeceksin diyor cesedinin edebsizliğini affediyorum diyor ALLAH. Daha nedir, mahalleye öteye beriye saldırıyorsun. Rızkın geliyor ekmeğe.
Kanaatten kim ölmüştür, bir çorbaynan ekmek ye. İlla her gece baklava tavuk mu yiyeceksin?.
Hangi tavuk yiyen afedersiniz helâya altın yapmıştır. Hepisi aynı şeyi yapmıştır! Kanaat, kanaat!..

../...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için, suyun pislikten arınması için Beden Irmağını temizlemek lâzımdır. Onda bir bulanıklık kalmamalı.
Kalmadı mı, böööyle berrak havuza baktığın zaman yüzünün aksini görürsün. Yemek, içmekle onu bulandırıyorsun.
“Efendim yemek helâl değil mi. Değil mi?”
Yemeknen diyorum o “İç Su” yu bulandırıyorsunuz.
“Efendim yemek, Yemek helâl değil mi?”
Onu bende biliyorum ağam helâl olduğunu, yiğidim biliyorum sapıtma söylediğimi anlamağa savaş.
İnsanın içi yüzündedir. Onu herkes görür anlar ama, söylemezler yüzüne. Hastanın öleceğini yüzüne söylemezler. ALLAH her türlü ayıbı şey eder.
“Efendim herif benim içimi bildi. Kerâmet gösterdi.”
Yok efendim kerâmet değildir.
Temiz insanların normal bir halidir senin kerâmet dediğin.
Sen adamın öleceğini anlamazsın doktor baktı mı “Bu hırlıyor” der nabzından. Kerâmet mi o?
Doktorun normal hali.
Temiz insanların da temiz hali insanın yüzüne bakmayla içini anlar o, ne düşündüğünü anlar ooo!.
Ne düşündüğünü anladığı için, edebinden söylemez onu.
Şimdi öyle insanlar olmadığı için herif bir şey yaptı: “Vay anasına velî” oldu.
Öyle velî olmak kolay mı yavv!

Demirle mermeri bile eritir kaza ve kader.
Biz değirmen taşının dönüşünü görüyoruz.
Değirmen taşını dönderen SU-dan haberimiz yok.
Gözünün önünden perde kalktı mı, o zaman hayra şerre sevk edenlerin yüzlerini kendiliğinden görebilirsin.
Kur’ânda bir kelime vardır: “Kâne, kâne, kâne.” Kâne, “oldu” demek, mazidir Arapçada.
Her şeyi Cenâb-ı ALLAH anlatırken “oldu” der. “Ne zaman oldu Yâ Rabbi?”
Bu bizim anlamamız içindir, mekanı yoktur.
ALLAH için de geçmiş gelecek, ne sabah vardır ne akşam yoktur bir şey.
Kâne kelimesine bazıları kapılır, hocalık taslarlar. “Efendim kâne, böyle diyor!”
O Kur’ânın mânâsı, herkesten sorulmaz. Kitablarımız var işte ordan bakar söyleriz.
Asıl Kur’ânın Mânâsını, hevâ hevesini ateşe atmış, Kur’ân huzurunda alçalmış, Kurban olmuş, Rûhu Kur’ân kesilmiş adamdan sormak lâzım.
Yağ, kendini güle fedâ edip de gülü içinde eritirse, gül kesilirse, onu yağ diye kokla! Gül yağı olur.
İster yağ diye kokla, ister gül diye kokla, ikisi de AYNıdır.
Gül yağı, yağdır değil mi?
İçinde gül gül birbirine karışmış birbirinnen fedâ etmiş.
İster onu yağ diye kokla, ister gül kokla, koku aynıdır.

İnsana çarpan dertler ne kadar varısa insanın yaptıklarının cezâsıdır.
Tencerenin ağzını kapatırsan, tencere kaynamağa başlar oğlum.
Arapça da bir lakırtı vardır bir taşın içinden bir kaynak su çıksa dışarı, şöyle fışkırdı, bir kaynak oldu.
Taş nerde kalır suyun içinde gizli kalır oğlum. Artık kimse ona taş demez haaa. Çünkü o taştan İNCİ gibi su çıkıp akmakta.
Onun için insanın kalbi, bu vücud, ALLAH’ın kâseleri ne dökerse onu doldurur. Öyle kulluk yapmalıdır ki oğlum, hürler bile senin kulluğuna hased etsin. İnanmış adam diye şöyle adama derler ki, kâfir bile onun imanına gıbta etsin.
Bir hadisi Peygamberiye de buyuruyor ki: “İnsanlarla hoş geçinmeyen ve kendisiyle hoş geçinilmeyen adamdan hayır yoktur!”

Bir kâfire bir müslümanın birisi, Beyazidi Bestamî zamanında demiş ki: “Gel ağam sen iyi bir adamsın Müslüman ol!” demiş.
“Eğer târif ettiğin Müslümanlık âlemin şeyhi Beyazidin Müslümanlığı ise ben ona takad getiremem!” demiş.
“Onun imanına hayranım ve inanıyorum!” demiş.
“Diğerlerinin adı Müslüman, mânâsı yok!” demiş.
Beyazidi Bestamî Hazretleri, 13 defa hacca gitmiş yürüyerek. Kâbe’yi uzaktan görmüş daha..
Şimdi bakın azizim size söyleyim; ihram var ya ihram, ihrama girilecek hudud içinde Kâbe’yi gördü mü tavaf insana farz olur. Meselâ, amuca hacca gidecek. “Ben gidemeyeceğim amuca, al şu üç yüz bin lirayı da benim yerime de tavaf et!” dedim.
Eğer amuca ilk defa gidiyorsa hacca benim yerime hacc yapamaz. Kâbe’yi görür görmez ona farz olur hacc. Benim için başkasını tutması lâzım. Onun için birinin yerine birisi gideceği lâzım evvelce hacca gitmesi şarttır. Eğer ihrama girilmeyecek yerden Kâbe’yi görürsen bir şey yok. Miknatis hududuna girip de, ihrama girip de, Kâbe’yi gördü mü tavaf farz olur.
Beyazidi Bestamî Hazretleri 13 defa gitmiş ihram hududuna daha girmeden bir yoklamış kendini: “Yâ Rabbi döneceğim geriye demiş. Daha Kâbeyi tavaf edecek derece de temizlenmedim!” demiş.
“Nasıl olur bu?” Oğlum siz elinizi yemekte, yıkarken sabunnan yıkarsınız, değil mi?
Ben ameliyata girerken, af edersiniz çırçıplak olurum, iş yeri gömlekleri giyerim.
Ondan sonra kaynamış, 1000 derecede kaynamış suyunan 15 dakika elimi fırçalarım.
Ondan sonra bilmem nelerin içinde, şunların 80 türlü ilaçtan geçirilir. Yüzüm kapatılır. Otokuraldan çıkmış şeyler giyerim.
Çünkü adamın karnını açacağım mikrop giderse adam peritonit olur. İkimiz de yıkanıyoruz.
Sokağa bir şey düşer, elma. Birisi bilmeyen alır şöyle şurasına şey eder “Rap!.” diye ısırır onu.
Ben yerden alamam mikrobu biliyorum çünkü. Bizim bilmediğimizi bildiği için ben temizlemem.
Bizim yanımızda temizleyici âlet haline gelmiş adam. Sabunu da geçmiş, ama kendi hali “Yooo diyor ben yapamam!” diyor. Onun için Müslüman dâima güler yüzlü olacak.

Aynı devirde bir papazın kızı varımış. Babasına tutturmuş ki “ben Müslüman olacağım” demiş.
Babası: “Etme kızım etme” demiş. “Ahhhaaaahaaa!” demiş.
Aylarca iki sene uğraşmış “Müslüman olacağım” demiş.
Bir gün bu hristiyan memleketinin papaz kilisede, bir kervan geçiyormuş. Kilisenin önündeki meydanlıkta duraklamışlar.
Öğle namazı. Devenin üstüne çıkmış bir Arap ezan okuyor.
Öğle ezanı piste bir sesi var herifin, nasıl okuduğu belli değil çirkin. Papazın kızı da şeyde, kilisede.
Kız kardeşine demiş ki: “Nedir o birisi bağırıyor?” demiş dışarıda. “Ne biçim ses” demiş.
“Kız kardeşim demiş sen hani Müslüman olacaksın ya?” “Haaa!” demiş.
“İşte o Müslümanlar buradan geçiyor da demiş onların ibâdetleri var ibâdetlerine çağırmak için bağırıyor herif!” demiş.
“Onların ibâdetleri var ibâdetlerine çağırmak için bağırıyor herif” demiş. “Ben Müslüman olmayacağım” demiş.
Papaz, elbiseler paralar maralar almış doğrudan doğruya o ezan okuyan adama demiş ki: “Sana hediyeler getirdim!” “Efendi ne oluyor Papaz efendi?”
“Aman, demiş ben 3 senedir kızımı Müslüman olacak diye envâi çeşit lakırdılar söyledim vazgeçirtemedim sen şu kerih sesinnen vazgeçirttin bana büyük bir iyilik yaptın, al şu hediyeleri!” demiş.

Onun için iyi sesli lâzım iyi sesli.
Suyu yağa karıştırmışız, kandili de bozmuşuz haliyle senelerden beri.
Suyu yağa karıştırdı mı kandil yanmaz. Ne yaptığımızı bildiğimiz yok…

Bir adam varımış bir de ahbâbı varımış. Ahbâbını eve da’vet etmiş.
3 okka et almış, götürmüş vermiş karısına ki pişir bunu da bir ahbâbım var gelecek.
Karısı obur bir karıymış, eti pişirmiş “lululup!” hep yemiş. Akşama herif, akşama getirmiş eve.
Şimdi öyle obur karılar yok canım eskiden vardı.
Gelmiş:
-karı yemeği yaptın mı? demiş.
-Efendi demiş anca çorba yaptım
-Niye eti yapmadın?
-Valla kedi kaptı demiş.
-Ne dedin? demiş
-Kedi kaptı.
-Yavv 3 okka eti kedi yer mi?
-Yedi demiş… kedi.
Herif bakmış ki kedi duruyor, almış kediyi ordan.
Eskiden evde kantarlar vardı, şöyle kantarlar her evde vardı.
Birde şöyle bende küçüklükten bilirim kancası vardır şöyle tutarsın şöyle iner küçük kantar da var.
Bir kantara tartmış kedi normal kilosunda.
-Ehe karı, demiş kedi yediyse eti, demiş. Bak burada görünen okkaya nazaran kedi bu. Bu kediyse et nerde? demiş. Bu et ise kedi nerde? demiş. Bu tarttığım hayvan et ise kedi ne oldu? demiş. Yok bu kediyse et nerde? demiş…
../...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Mesaj gönderen kulihvani »

Biz Resûlullah’tan bırakılan dîni bu hâle getirdik oğlum. Bu hâle getirdik. Bakın kaç yüz bin kişi olan şehirde şuradaki Müslümanlara bakınız. Oraya onu soktuk, buraya bunu soktuk. Gelecekleri de kaçırdık.
Geçende herif Cuma’ya geliyor. “Efendim Cuma’ya yalınız (vakit namazını kılmazken cuma namazına) gelenin namazı olmaz!” mış!
Niye olmuyor? Birisi mi zorladı getirtti onu buraya? Yoo kendiliğinden geldi. Efendim bayramdan bayrama gelsin, secdeye başını koyuyor mu bu. Koyuyor.
Her askere giden mareşal olmaz oğlum. Her harbiyeden çıkan albaylıktan yâhut binbaşılıktan tekâvüt olur üç 300 kişi çıkar bir tânesi orgenaral olur. Siz 5 vaktinizi kılıyorsunuz, başka bir şey arıyorsunuz siz. O da şükrediyor “ALLAH var” diyor işte bu kadar kılıyor ama secdeye başını koyuyor o. Öyle hakir görmemeli. Kim, bayram namazına kim zorluyor onu gel diye?
Kimden utanıyor yâhut birisi mi zorluyor gideyim bir Bayram Namazı’nı Ramazan bitti şu oldu bu oldu.
Ramazan’dan Ramazan’a Teravih’e geliyor beş vaktini kılıyor. "Yooo yooo yooo olmaz!."
Kime olmaz? sen nesin? kimin vekilisin? Sen ona o kadar güzel nasihat et ki o alışsın gelsin. Birden külfet olmaz.
Kedinin önüne bile götür koskocaman ciğeri koy vallâhi yemez kedi küçük parçalarınan vereceksin, iştahı kaçar. Evinizde kedi var götür koy ciğeri yemez. Küçük parçalarınan vereceksin, onu yer.

Beyazıd’in topraktan bir bedeni var ama aydın nurdan da bir canı var. “Şaştım kaldım!” demiş o kâfir. “Ben Beyazıd gibi olamıyorum tâkat getiremem İslâm olmaya” diyor.
O halde Beyazıd, bedeni mi aydın? nurdan olan, canı mı? Bedeni ise Ruh nedir? Ruh ise beden nedir?
Bu iş ne senin işin ağam, ne benim işim; her ikisi de odur. Fakat mahsûlün adı dânedir. Diğerinin ismi de saman çöpü, aha bunun arasındaki fark gibi. Zâten Cenâb-ı ALLAH’ın hikmeti zıd şeyleri birbiriyle kaynaştırdı.
Ruh bedensiz bir iş görmez. Kalıbında ruhsuz soğur donar.
Kalıbımız meydanda, canın gizli! Âlemin sebebleri bu ikisinden düzenlenmiştir.

Bir avuç toprağı al bir insanın kafasına at, yarılmaz kafası. Bir testi suyu al birinin kafasına indir, yine yarılmaz.
Toprak ile suyu karıştır bir kerpiç yap bir kafaya vur bakalım, paramparça edersin. Başın yarıldı mı kerpiçin suyu aslına gider. Ayrılış gününde de toprak aslına döner.
ALLAH’ın su ile toprağı birleştirmesindeki hikmet bu ahâli.
Başka birleşmeler de olmuştur. Onları ne kulak duymuştur ne göz görmüştür oğlum.
Kar ve buz, güneşi görseydi buzluktan ümîdini keserdi buz olmazdı.
Ten gözü, insanın şeklini görür. Can gözü, “Mâ zâgal basaru” Sırrını öğrenir, bu âyet-i kerimedir.
Onun için her şey aslına dönecektir aha budur. Onun için kendine bak kendine, kendine… başka hiçbir yere bakma!.
Her kamıştan şeker olmaz ağam. İstersen git şeker fabrikası burada, ordaki mutahassıslara sor.
Aha bu ağacın içine söğüdü şey etsen, söğütten de meyve olmaz. İnsanlık din ile gâibtir din olmadı mı mesele yok!.

Size Kur’ân’dan ve Rasul’den bir iki âyet okuyarak sözüme nihâyet vereceğim.
En büyük ibâdet, zâlim sultana karşı kelime-yi hakkı söylemektir. “Afdalu’c-cihâdu kelimetu’l-adli inde sultanu’l-câir”, Hadis-i Resûlullah. ALLAH tembeli sevmez. Hadis-i peygamberi.
Komşunun aç kaldığını bildiği halde tok uyuyan bizden değildir diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Ebediyen yaşayacakmış gibi dünyâya yarın ölecekmiş gibi âhirete çalış.”
“Vatan hudûdunda bir an nöbet bekleyen asker cehennemde yanmayacaktır” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber. Ama nasıl asker? Demin anlattığım gibi asker gusulsüz müsülsuz asker değil haa, zâten öyle asker olmaz.
“İnsanların en hayırlısı insanlara hayırlı olanlardır. Sizin en hayırlınız âilesine hayırlı olandır. Beşikten mezara kadar ilmi arayın Çin’de bile olsa ilmi gidin bulun. Ulemânın mürekkebi şuhedânın kanından hayırlıdır” diyor. İlim, rütbelerin hepsinden yüksektir.

Er-Rahmani’r-Rahîm. Mâliki yevmi’d-Dîn.

Yâ ilâhi! Resûlu Edibin Resûlullah’ı Sallallâhu aleyhi ve sellem hürmetine hepimizi ve İslâm câmiasını, memleketimizi her türlü âfâtı semâviye, âfâtı belâiyye, âfâtı maraziyyeden mâsun kıl Yâ RABBi!
Memleketimizi her türlü düşman istilâsından koru Ya RABBi!
Îcab ettiği zaman ordumuzu mansuru muzaffer eyle Ya RABBi!
Mîdemize çocuklarımıznan berâber helâl lokma nasîbi müyesser eyle Ya RABBi!
Yarın huzûruna geldiğimiz zaman mezarda bize meleklerinle iltifat nasîb eyle Ya RABBi!
Âhirete intikalimizde Resûlu Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin güler yüzünü görmek elinden öpmek nasîbi müyesser eyle Ya RABBi!
Lillahi!l- Fâtiha!..

Resim

Ravza-yı Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Mümeyyiz: Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü farkeden. İmtihandaki talebenin bilgisini imtihan ederek yoklayan kimse. Gr: Tırnak işareti.
Vasf: Sıfat. Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl. Bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak târif etmek.
Taklid: Takma, asma, kuşatma. Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.
Kevkeb: Yıldız. Parıldamak.
Rezzâk: Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (ALLAH)
Bedi’: (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. Garib. Acib. Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. Beğenilen. Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.
Beşerî: İnsana ve insanın fıtrî hallerine mensub ve müteallik. İnsanla ilgili.
Câiz: Mümkün, olur, olabilir. Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.
Şivar: Meşveret etmek, konuşmak, istişâre etmek, danışmak.
Takdis: Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek. Cenab-ı Hakk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve ALLAH'a (C.C.) şükretmek.
Manyetizma: yun. (Manyetik) Mıknatıs gibi çekici kuvveti olan.
Katre: Damla. Su damlası. Bir damla olan şey.,
Hüdeybiye: Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye giden yolun üzerinde ve Mekke'den bir merhale uzaklıkta küçük bir köy olup, yakınında bir kuyu ve bir ağaç vardır ki, bu ağacın altında Hazreti Fahr-i Kâinat Efendimize (A.S.M.) beşinci hicrî senede eshabı tarafından biat olunmuştur. Hicretten beş sene on ay geçtiğinde Hazreti Peygamber, maiyetindeki Muhacirîn ve Ensar'dan 1400 kişi bulunduğu halde umre niyetiyle Kâbe-i Şerife'yi ziyaret maksadıyla gidip bu yere vardıklarında Kureyş'in harb için karşı çıktıklarını haber alması üzerine, harb niyetiyle gelmeyip ancak sıla-i rahm ve Beytullah'ı ziyaret niyetiyle geldiklerini beyan buyurmuşlarsa da, Kureyş o sene Hazreti Peygamber'le müslümanların Mekke'ye girmelerine razı olmayıp ertesi sene kabul edecekleri şartıyla ve diğer bazı şartlarla muahede akd etmişlerdir. Bunun üzerine mezkur sahabeler Hudeybiye'nin yakınında bulunan ağacın altında Hazreti Peygamber Efendimize biat ettikten sonra Medine-i Münevvere'ye dönmüşlerdir.
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. Rey vermek.
Tecellî: Görünme. Bilinme. Kader. ALLAH'ın (C.C.) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi
Aşere-yi Mübeşşere: Hazreti Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler ALLAH'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte ALLAH'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zâtlar şunlardır: Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Abdurrahman bin Avf, Hazreti Ubeyde bin Cerrah, Hazreti Said, Hazreti Sa'd bin ebi Vakkas, Hazreti Talha, Hazreti Zübeyr İbn-ül Avvam (R.Anhüm).
Hasbe’l- vazife: Vazife gereği.
Şeddad: Kâfir. Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı ALLAH'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.
Kum biizni: İznimle kalk!
Sur: (Sûret. C.) Kıyamet günü İsrafil Aleyhisselâm'ın çalacağı boru. Buna Sur-u İsrafil de denir. Boynuzdan yapılan düdük.
Kasem: Yemin. Ahdetme.
Hayat-ı Hususîye: Özel Hayat. Kerih: İğrenç, tiksindirici. Muharebe ve cenkte olan şiddet. Pis, çirkin, fenâ şey. Nefse kerahetlik vercek kabahat.
Okka: t. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye
Obur: Çok yemek yiyen.
Tekaüd: Oturma. Fârig olma. Karşılıklı oturma. Emeklilik.
Hakir: Küçük. Ehemmiyetsiz. Kıymetsiz. İtibarsız. Kudretsiz.
Takat: Güç, kuvvet. İktidar.
Mutahassıs: Bir işin hakikatını, içyüzünü çok iyi bilen. Bir meslekte mâhir olan. Has ve mahsus olan.
Afat: Belâ. Musibet. Büyük felâket.
Semâviye: Gökle alâkalı, semâya dair ve müteallik. İnsan eseri olmayan, vahiyle gelmiş bulunan.
Belaiye: (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazât. İmtihan. Dâhiye. Yaramaz nesne.
Maraziye: (Maraz. dan) Hastalıkla alâkalı. Hastalığa aid. Hastalıklı.
Masun: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam
İstila: (Vely. den) Kaplamak, yayılmak. Ele geçirmek. İşgal etmek. Meydanın sonuna erişmek. Basmak. Galebe etmek.
Mansur: Yardım edilen, yardım görmüş. Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur)
Muzaffer: Kahraman. Gâlip gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş. Zafer kazanmış, zafer kazanan.
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib
Fem: Ağız. Dihen. (Kelimenin aslı: "Feveh" veya "Fâh" dır.)
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. Rey vermek.
İcaz: (İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
Acz: Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. Zarardan korunmak gücünün olmaması. Bir şeyin geri tarafı
Bahr-i Ahmer: Kızıl deniz, Şap Denizi.
Filozof: feylesof. Felsefe ile uğraşan, felsefeci. (İlm-i hikmetle meşgul olan mütefennin. Dinle münasebeti olmayan gayr-ı Müslim.
Ferş: Yer. Yeryüzü. Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey.
Sahavat: Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek.

Resim

---- Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Ağaçları yakmayınız ve kesmeyiniz. Evleri de yıkmayınız!"
(Ramuz El Hadis, cilt 1, 76/12)

----Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Müsafeha edin, müsafeha kini, kırgınlığı giderir. Hediyeleşin, çünkü hediye, sevgiyi artırır, düşmanlığı giderir.” buyurmuştur.
(İbni Asakir)

----Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır.” buyurmuştur.
(Beyhekî)

----Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Hediyeleşin, çünkü hediye, dostluğu artırır, kini, düşmanlığı giderir.” buyurmuştur.
(Taberanî, Ebu Nuaym)

----Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Hediye verene, siz de hediye verin! Eğer verecek bir şey bulamaz iseniz, onun için dua edin ki hediye karşılıksız kalmasın!” buyurmuştur.
(Nesaî)

----Muâviye İbn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime radıyALLAHu anh Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin a gelir ve: “Yâ Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin , ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır” buyurur.
(Nesâî, Cihâd, 12)

---- Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “El cennetu tahte akdamül ümmehat: Cennet anaların ayakları altındadır.” buyurmuştur.
(Kenz-ül Ummal, Hadis: 45439.)

“Din ehli tam yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır!”:

Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.” “O bir tâne kurtulan fırka kimlerdir yâ Resûlullah?” sorusuna: “Onlar benim ve ashabımın üzerinde gittiğimiz yola gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, Îmân 18; Ibn. Mâce, Fiten 17; İ. Ahmed II/332)


Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Mü’min hoş geçimlidir.Başkalarıyla hoş geçinmeyen, kendisiyle hoş geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” Buyurdu.
(Hakim, El-Müstedrek, 1, 73)

Afdalu’c-cihâdu kelimetu’l-adli inde sultanu’l-câir:

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultana karşı söylenmiş hak sözdür” buyurdu.
(Ebu Davud, Melahim, 17; Tirmizî, Fiten 13.)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” buyurdu.
(Câmiu’s-Sagîr, 2/12, Hadis No:1201)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork!" buyurdu.
(Münavi. Feyzü’l-Kadir, 2/12; Kenzü’l-Ummal, 3/40, hn: 5379)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyendir” buyurdu.
(Kenzü’l-Ummal, 3/238, hn: 6336)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin :"Üç kişinin gözünü cehennem ateşi yakmaz: ALLAH yolunda kaybedilen göz, ALLAH yolunda nöbet bekliyerek geceleyen göz, ALLAH korkusundan yaş akıtan göz."
buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyALLAHu anhu'dan; Ramuzu'l- Ehadis)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "İki göze ateşin erişmesi haram edildi: ALLAH'ın haşyetinden ağlıyan göz, İslam ve Müslümanları kâfirlerden korumak için gözcülükte geceleyen göz." buyurdu.
(Ebû Hüreyre (adiyALLAHu anhu'dan; Ramuzu'l- Ehadis)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “İnsanların en iyisi insanlara en çok faydası dokunandır.” buyurdu.(Dare Kutnî)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en hayırlı olanlarınızdır." "Kadınlarınıza karşı hayırlı olmayı birbirinize tavsiye edin." buyurdu.
(Müslim, Radâ 62; Tirmizî, Radâ 11)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “ALLAH’ım tenbellikten ve acizlikten sana sığınırım.” buyurdu.
(NiŞaburî, Müstedrek 1 /430)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Komşusu aç iken, tok yatan (gerçek) mü’min değildir.” buyurdu.
(Buharî)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Beşikten mezara kadar ilim öğrenin!” buyurdu.
(Aclûnî, keşfü’l-Hafa, 1/137, 148, 363)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “İlim Çin’de de olsa alınız.” buyurdu.
(Aclûnî, keşfü’l-Hafa, 1/137, 148, 363)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Âlimler Peygamberlerin vârisleridirler.” buyurdu.
(Aclûnî, keşfü’l-Hafa, 1/137, 148, 363)

---Ebu Ümâme (radıyALLAHu anh) rivâyet etmekte: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a biri âbid diğeri âlim iki kişiden bahsedilmişti. Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu."
(Tirmizî, İlm 19, (2686).)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Ümmetime iletmek üzere kırk hadis ezberleyene şefaat ederim." buyurmuştur.
(İbni Adiy)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Kırk hadis bırakarak vefat eden Cennette arkadaşımdır.” buyurdu.
(Deylemî)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “ALLAHü teâlânın rızası için, helâli ve haramı açıklayan, kırk hadisi ümmetime bildiren, âlim olarak haşr olur.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Ümmetimin din işlerinde faydalı kırk hadis ezberleyen, âlimlerle haşr olur.” buyurdu.
(Taberanî)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “ALLAHü teâlânın kendisine mağfiret etmesi ümidi ile, benden kırk hadis yazana, ALLAHü teâlâ rahmet edip şehid merdebesi verir.” buyurmuştur.
(İbni Cevzi)

Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Kim ümmetim için kırk hadis ezberlerse, ALLAH Azze ve Celle onu kıyamet gününde fakih bir âlim olarak diriltir.” buyurdu.
(Hatibul Bağdadi Tarih (6/322); Buharî Tarih (3/141); Ebu Nuaym Hilye (4/189) İbni Cevzi İlelül Mütenahiye (1/112) İbni Hacer el Askalani İmtaul Esmâ’da hadisin bütün tariklerini ve şâhidlerini zikretmiştir.)

---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Men sabera zafera = Sabreden zafere ulaşır.” buyurmuştur.
(Hadis-i Şerif)

Resim

وَمِمَّنْ حَوْلَكُم مِّنَ الأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ مَرَدُواْ عَلَى النِّفَاقِ لاَ تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُم مَّرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ
----“Ve mimmen havlekum minel a’râbi munâfikûn(munâfikûne), ve min ehlil medîneti meredû alen nifâkı lâ ta’lemuhum, nahnu na’lemuhum, se nuazzibuhum merreteyni summe yureddûne ilâ azâbin azîm(azîmin): Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azab edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.” (Tevbe 9/101)

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
“Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân: “Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler.” (Rahmân 55/6)

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
----“Ven necmu veş şeceru yescudân (yescudâni): Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler.” (Rahmân 55/6)

مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
----“Merecel bahreyni yeltekıyân (yeltekıyâni): Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.” (Rahmân 55/19)

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
----“Kul huvallâhu ehad (ehadun): De ki: O ALLAH, birdir.” (İhlâs 112/1)

اللَّهُ الصَّمَدُ
----“Allâhus samed (samedu): ALLAH, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, dâimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).” (İhlâs 112/2)

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ
----“Lem yelid ve lem yûled: O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 112/3)

وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
----“Ve lem yekun lehu kufuven ehad(ehadun)::Hiç bir şey de, O’na denk olmamıştır.” (İhlâs 112/4)

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
----“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen): Şüphesiz sana biat edenler, ancak ALLAH'a biat etmişlerdir. ALLAH'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de ALLAH'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.” (Fetih 48/10)

تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ
----“Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe): Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.” (Tebbet 111/1)

مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ
----“Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb (kesebe): Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.” (Tebbet 111/2)

سَيَصْلَى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ
----“Se yaslâ nâren zâte leheb (lehebin): Alevi olan bir ateşe girecektir.” (Tebbet 111/3)

وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ
----“Vemreetuh (vemreetuhu), hammâletel hatab (hatabi):Eşi de; odun hamalı (ve)” (Tebbet 111/4)

فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِّن مَّسَدٍ
----“Fî cîdihâ hablun min mesed (mesedin): Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.” (Tebbet 111/5)

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
----“E lem neşrah leke sadrek (sadreke: Senin göğsünü açıp genişletmedik mi ?” (İnşirah 94/1)

فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ
----“Fe lev lâ izâ belegatil hulkûme(hulkûme): Hele can boğaza gelip dayandığında,” (Vâkıa 56/83)

وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ
----“Ve entum hîne izin tenzurûn(tenzurûne): Ki o sırada siz (sadece) bakıp durursunuz,” (Vâkıa 56/84)

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
----“Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn(tubsirûne): Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz.” (Vâkıa 56/85)

وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ
----“Ve zanne ennehul firâk (firâku): Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır.” (Kıyâme 75/28)

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
----“Velteffetis sâku bis sâk (sâkı): Bacak bacağa dolaşır..” (Kıyâme 75/29)

إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ
----“İlâ rabbike yevme izinil mesâk (mesâku): O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.” (Kıyâme 75/30)

Firavun ne dedi “Ben ALLAH’ım” dedi, alçaldı:

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى

--- " Fekale ene rabbukumu’l-'a'la. Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.” (Naziat 79/24)

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاْ أُولِيْ الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne): Ey akil sahibleri! Kisasta sizin icin hayat vardir. Artik, ALLAH'a karsi gelmekten sakinirsiniz .” (Bakara 2/179)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

“Ütlü ma uhiye ileyke minel kitabi ve ekimis salah innes salate tenha anil fahşai vel münker ve lezikrullahi ekber vALLAHü ya'lemü ma tasneun: (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut 29/45)

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ

---“Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk(ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn(mu’minîne): Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (ALLAH:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecellî edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.” (A'râf 7/143)

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ

---“Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme): Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahîm'e karşı soğuk ve esenlik ol." (Enbiyâ 21/69)

مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى

---“Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ: Göz kayıp şaşmadı ve (sınırı) aşmadı.” (Necm 53/17)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-20

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ZEVK 4334

A L L A H D o S T u Huzurunda, SıRR-ı SıFıRını SOY maK
Kalbden Kalbe ALLAH YoLu, NuR SAÇana RuHunu DuY mak
ÖMRÜNÜN ÖZET SÖZÜNDE, E R E N -l e r GÖZ-ü ÖZ-ünde
MuHaMMeDî NûR NEŞ’E-si, MüNiR HOCA-m SaNa UY-mak…


27.01.11 16:05
nrm.kbr.bnd..
Resim
Cevapla

“SOHBET - 20” sayfasına dön