CUMA HUTBELERİMİZ

Mübarek Günlerimizde birbirimizi hatırlayalım.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 20.11.2015


Resim

KÜRESEL TERÖRÜN HEDEF ALDIĞI DİN: İSLAM

Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah’a giden yolu kapatanlar, onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler. (1)
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların güvende oldukları kişidir. Mümin ise canları ve malları hususunda insanların kendisinden emin oldukları kişidir. (2)

Değerli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (s.a.s) aracılığıyla İslâm mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir konuda ortak koşmamak ve sadece O’na kullukta bulunmak, bu ilahi mesajın temelini teşkil ediyordu. Bu mesaj, değerler manzumesi olarak öldürmeyi değil yaşatmayı, zulmetmeyi değil hakkı gözetmeyi, batıla değil hakikate tabi olmayı, hayâsızlığı değil iffeti kuşanmayı ve erdemli duruşu takdim ediyordu. Bu mesaj, cehaleti değil bilgi ve hikmeti öğütlüyordu. Bu mesaj, savaşı değil barışı, terör ve vahşeti değil vicdan ve merhameti, fitne ve fesadı değil sulh ve salahı öğretiyordu. Bu mesaj, vurdumduymazlığı değil sorumluluğu, bencilliği değil paylaşmayı, bölüp parçalamayı değil birleştirmeyi esas alıyordu.

Kardeşlerim!
İslam, hayatın her kesitine vicdan ve merhameti bir ilke, bir prensip olarak yerleştirdi. En zor zamanlarda dahi zulme, şiddete ve haksızlığa asla müsaade etmedi. Meşru müdafaa sadedinde değerlendirilen savaşın bile bir hukuku, bir ahlakı olduğunu asırlar öncesinden insanlığa haykırdı. Kadına, çocuğa, yaşlıya, tabiata dokunulmasını, zarar verilmesini kesin olarak yasakladı. Bu insaf ve merhamet çağrısı kısa sürede tüm coğrafyalarda yankı buldu. Müslümanlar, âleme silah, şiddet ve vahşet değil; sevgi, merhamet, şefkat, adalet ve hakikat medeniyeti taşıdı.
Ancak zamanla kimi cahil müntesipler, dinin özünden, ruhundan, hayat veren değerlerinden uzaklaştı ya da türlü hile ve desiselerle uzaklaştırıldı. İnsanı yaşatmak ve ona varlık gayesini anlatmak üzere gelen bir din, nice süfli emellere alet edildi. İslam, bütün hakikatleri insanlığa bildirmişken kimileri, hakikatin sadece kendi ellerinde olduğunu iddia eder hale geldi.


Kardeşlerim!
Yüce Dinimiz İslam, bugün çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Zira İslam’la, Müslümanlıkla ilgisi olmayan cinayet şebekelerinin işlediği cürüm, saldırı, vahşet ve katliamlar ne yazık ki İslam’la birlikte anılır olmuştur. Modern zamanların tüm insafsızlığı, vicdansızlığı, adaletsizliği İslam’a ve masum Müslümanlara mal edilmeye çalışılmaktadır. İslam, vicdanı ve insafı kirlenmiş, yüreği tükenmiş insanlarca terör ve vahşetle birlikte zikredilerek olumsuz bir İslam imajı ve algısı üretilmektedir. Dinimiz, itibarsızlaştırılmaya, İslâm’la ilgili, insanların kalplerinde bir endişe ve korku oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Kardeşlerim!
İnsanlığa rahmet olarak gelen bir dinin, bir kitabın, bir peygamberin ve o dine mensup olan insanların bu tür terör olayları üzerinden itibarsızlaştırılması, en az işlenen bütün bu vahşetler kadar ağırdır. Yeryüzündeki en büyük cinayet, ahlak ve hukuk tanımayan katliamlara cihat adı verilmesidir. İslam dininde, hayat rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’de böyle bir anlayış yoktur. Dinimizin cihat anlayışı, öldürmek değil, yaşatmaktır. Harap etmek değil, mamur eylemektir. Gönüllere kin, nefret, intikam tohumları değil, sevgi, şefkat, merhamet tohumları ekmektir. Yeryüzüne şiddet, terör ve vahşet üzerinden korku değil, hak ve hakikat yoluyla barış, güven, huzur ve adaleti yaymaktır.

Kardeşlerim!
Bugün din adına masum insanları, kadınları, yaşlıları, çocukları acımadan öldürenler aslında bütün insanlığı katletmektedir. Ne hazindir ki, İslam’ın yüksek şiarı olan tekbir, bu vicdansızlıklara alet edilmektedir. Aslında Ankara’da Paris’te, Beyrut’ta, Bağdat’ta, Nijerya’da, hâsılı dünyanın dört bir yanında öldürülen sadece masum insanlar değil, âlemlere rahmet olarak gönderilen İslam’ın yüce değerleridir. İnsanlığını yitirmiş, gözü dönmüşlerin yaptıkları yüzünden tahkir edilen, Kerim Kitabullah’tır. İtibarsızlaştırılan, Merhamet ve Şefkat Peygamberi Habibullah Muhammed Mustafa’dır. Ötekileştirilenler, dışlananlar, teslimiyetle bu kitaba, bu peygambere gönül veren sadık ve masum Müslümanlardır.

Kardeşlerim!
Bugün, din kisvesine bürünmüş cinayet şebekeleri, geçmişten günümüze birikmiş öfkeleri, incinmiş onurları, bastırılmış duyguları, yıkılmış hayalleri istismar etmektedir. Onlar bugün, tarihte acı hikâyeleriyle hatırladığımız, ortalığı yakıp yıkan, topyekûn medeniyetimizi tahrip eden Moğollarla aynı yöntemi kullanmaktadırlar. Vicdan ve insaf medeniyetine kast eden Haçlılarla aynı yolu yürümektedirler. Bu coğrafyanın masum insanlarını ölümlerden ölüm beğenmeye mecbur edenler, aslında tüm insani değerlere kastetmektedirler. Ancak bizler biliyoruz ki, dillerinden tekbir düşmese de, alınları secdeden kalkmasa da insanlık dışı katliamların faillerinin İslam’la uzaktan yakından asla ilgisi yoktur. Zira insana ve insanlığa yönelik bu tür vahşeti gerçekleştirenlerin, onları yönlendirenlerin ne Allah’a saygıları, ne de herhangi bir dine mensubiyetleri söz konusu olabilir.

Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz dünyada huzura, ahirette kurtuluşa erebilmek için İslâm’ın rahmet yüklü mesajlarına yeniden sımsıkı sarılalım. Çocuklarımıza ve gençlerimize sahip çıkalım. Onlara inanç ve değerlerimizi doğru öğretelim. Sahih dini bilgiye ulaşma ve sahip çıkma çabasını hiç elden bırakmayalım. Sunulan her dini bilgiyi araştırma ve incelemeden kabul etmeyelim. İslâm’ın rahmet iklimini en güzel şekilde temsil etmek için gayret gösterelim.
Hutbemizi şu dua ile bitirmek istiyorum:
Rabbimiz! İlmimizi, anlayışımızı artır ve bizi salih kullarından eyle!



(1) İbrahim, 14/3.
(2) Tirmizî, İmân, 12.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 27.11.2015


Resim

İMANI HAYAT KILABİLMEK

Aziz Kardeşlerim!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s)’e bir gün, “İman nedir?” diye soruldu. Efendimiz, “İman, seni dünyada mesut kılacak bir ahlaktır. Allah’ın haram kıldıklarından uzaklaştıracak bir takvadır. Cahillerin yapıp ettiklerinden uzak tutacak vakur bir duruştur.” (1) şeklinde cevap verdi.
Bu cevabıyla Efendimiz, insanı insan kılan ahlakın, takvanın, izzet ve şerefin, onurlu bir hayatın, imanın önemli bir yansıması olduğunu çağlar ötesinden dile getiriyordu. Rahmet Peygamberinin bu cevabı, yaratılışımızın hikmeti ve varoluşumuzun gayesini de gayet veciz bir şekilde özetliyordu.

Kardeşlerim!
İman, tevhide sımsıkı sarılmaktır. İman, Rabbimizin rızasına ve ebedi kurtuluşa erebilmenin temel esasıdır.(2) İman, Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna gönülden inanmaktır. Kalbin Allah’a sadakat ve teslimiyetidir iman. Bu sadakat ve teslimiyetin düşüncemizde, özümüzde, sözümüzde, davranışlarımızda, hâsılı hayatımızın bütün kesitlerinde tezahür etmesidir. Bu itibarla iman, sadece bir gönül tasdiki ve dil ikrarı değildir; aynı zamanda bir eylemdir, bir hayattır.

Aziz Müminler!
Hayatının her kesitinde bizlere en güzel örnek ve rehber olan Peygamberimiz (s.a.s), kısa sürede şirkin yerine tevhidi, zulmün yerine adaleti, hayasızlığın yerine iffeti yerleştirmiştir. Kin, nefret ve husumetin yerine şefkat, merhamet ve kardeşliği ikame etmiştir. Efendimiz, her şart ve durumda Rabbimize, kendimize, çevremize ve birbirimize karşı sadakati, samimiyeti ve ahde vefayı gözetmemizi istemiştir. Özümüz ve sözümüzle doğruluktan ayrılmamayı, her hâlükârda hak ve hakikatin yanında olmayı öğütlemiştir.
Kutlu Nebi (s.a.s),
“Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe kâmil manada iman etmiş olamazsınız.” (3) sözüyle imanı, kardeşimizi gözetmek, onun sevinç ve kederini paylaşmak, dahası “ben” i “biz” kılmak diye tanımlamıştır.İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.” (4) sözüyle de, imanın müminleri sevmek, onlara değer vermek ve değer bilmek olduğunu haber vermiştir.

Kardeşlerim!
Mümin, imanının bir gereği olarak Allah ve Resûlü’nün emir ve yasaklarına riayet eder. O bilir ki, imanı diri tutan, salih amel ve güzel ahlaktır. Rahmet Peygamberi tarafından “elinden ve dilinden emin olunan kişi” şeklinde tarif edilen mümin, her daim istikamet üzere olur, emanete asla ihanet etmez. Elini harama alet edemez, hiçbir canlıya zarar veremez, zulmedemez. Kin, nefret ve düşmanlıkla gönlünü harap edemez. Hiçbir dünyevi çıkar için dilini yalanla kirletemez. Bakışlarını harama yöneltemez, ayaklarını harama yönlendiremez. “Utanmadıktan sonra dilediğini yap.” (5)nebevi öğretisini kendisine rehber edinen bir mümin, ahlakı, fazileti, erdemi ve güzellikleri kuşanır, imanı ile bağdaşmayan söz ve davranışlardan kaçınır.

Kardeşlerim!
Geliniz. Hep birlikte şu soruları sorarak kendi kendimize bir muhasebede bulunalım: Rehberimiz, yol göstericimiz olan Peygamberimiz (s.a.s)’in temsil ettiği ve bize öğrettiği ahlakın neresindeyiz? Samimiyetimiz, merhametimiz, adaletimiz, ahde vefamız, hoşgörümüz, nezaketimiz, sevgi ve saygımız, sabrımız onun bize öğrettiklerine ne kadar benziyor? Eşimize, evladımıza, arkadaşımıza, dostumuza, komşumuza, akrabamıza ne kadar güven verebiliyoruz? Hayatımızda kaç yetim ve öksüzün sevinmesine yardımcı olabildik? Bizler evlerimizde kışı beklerken, barınacak yeri olmayan kardeşimizin derdiyle ne kadar hemhal olabildik, ona ne ölçüde bir katkıda bulunabildik? Nefesimizi alıp verdiğimiz her dem Rabbimizin rızasını ne kadar gözetebiliyoruz ve ona ne kadar yaklaşabiliyoruz?

Kardeşlerim!
İman, ibadet ve ahlak bir bütün halinde hayatın her kesitinde etkin ve belirleyici olmalıdır. İmanımız, hayatımızı, bugünümüzü ve yarınlarımızı diri tutmalıdır. Unutmayalım ki; iman, Allah’ın bize en önemli nimetidir. Ve her nimet bir sorumluluk gerektirir. Yalnızca vicdanlara mahkum edilip gündelik hayata yansımayan, pratiğe dönüşmeyen iman, sahibini sorumluluktan kurtaramayacaktır.
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu anlamlı duasıyla bitirmek istiyorum:

“Allah’ım! Beni amellerin ve ahlâkın en güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen ulaştırabilirsin. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.” (6)


(1) Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 5005.
(2) Tâhâ, 20/75.
(3) Buhârî, İman, 7.
(4) Müslim, İman, 93.
(5) Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 54.
( 6) Nesâî, İftitâh, 16.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 04.12.2015


Resim

BEDEN ÜLKESİNİN SULTANI: KALB

Kardeşlerim!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, sıkça dile getirdiği dualardan biri şöyleydi: “ Ey kalbleri hâlden hâle çeviren Rabbim! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (1)

Kardeşlerim!
Efendimiz, bu duasında Yüce Allah’tan kalbini iman ve istikamet üzere sabit kılmasını dilemişti. Zira kalb, iman ve istikametin merkezi, başlangıç ve bitiş yeridir. İman ve İslam’ın bir tezahürü olan her hayırlı ve faydalı işe öncelikle kalbde niyet edilir. İşte böylesi bir öneme sahip olan kalb, Peygamberimiz (s.a.s) tarafından beden ülkesinin sultanı diye takdim edilir. (2)

Kardeşlerim!
Kalb, sadece vücutta kan dolaşımını ve hayatın devamını sağlayan bir organ, küçük bir et parçası değildir şüphesiz. Kalb manevi hayatımıza yön veren ve akıbetimizi belirleyecek olan bir merkezdir. Kalb, iman ve küfrün, sevgi ve nefretin, cesaret ve korkaklığın, iyilik ve kötülüğün, kısacası bütün duyguların kaynağıdır. Güzellikler de çirkinlikler de hep kalbde başlar kalbde biter. Hayrın ve faydalı düşüncelerin barınağı olan bir kalbden ancak güzellikler yansır. Çirkinliklerle kirletilmiş, olumsuzlukların esiri haline getirilmiş bir kalbden yansıyacak olan da kötülüklerdir. Efendimiz (s.a.s), bu gerçeği “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücut iyi olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalbdir.”(3) hadisiyle dile getirmiştir.

Kardeşlerim!
Mümin, kalbini güzelliklere, hayra ve insanlığın faydasına açan, kötülüklere sımsıkı kapatan kişidir. Mümin, kalb-i selim sahibidir. Selim kalb, Allah’a gönülden teslim olmuş bir kalbdir. Bu kalb, ışığını imandan, güzelliğini salih amellerden alır. Selim bir kalbde dünyevi hiçbir kaygı, tasa ve kedere esir olma yoktur; yalnızca Allah’a dayanıp güvenme vardır. Bu kalbde onur ve haysiyeti zedeleme yoktur; izzet ve saygınlık vardır. Selim olan kalbde sorumsuzluk, bencillik, kin, nefret, zulüm yoktur; paylaşma, diğerkâmlık, sevgi, saygı, hoşgörü vardır. Bu kalbde şiddet, husumet değil, şefkat, merhamet, ülfet, muhabbet vardır. Bu kalbde hayâsızlık değil, iffet, erdem, fazilet vardır. Bu kalbde “ben” değil, “biz” vardır; birlikte ağlayıp birlikte gülme vardır. Bu kalbde kibir değil tevazu, yalan ve eğrilik değil sadakat, kabalık değil nezaket, katılık değil letafet, korku değil cesaret vardır.
Selim bir kalbe sahip olan mümin bilir ki; kendisi, borçluya, hastaya, yaşlıya, darda kalmışa, mazluma, mağdura yardım eli uzatılmasını isteyen bir medeniyetin mensubudur. Bu kalbin sahibi bilir ki; o, Abdullah, Enes, Beşir gibi yetimlere, öksüzlere baba şefkatiyle muamele eden bir Peygamberin ümmetidir. Selim bir kalbin sahibi bilir ki; onun
“Asıl elde tuttuğun değil, dağıttığın bizimdir.” (4) buyuran, komşuyu gözeten, yoksula kol kanat geren bir peygamberi vardır.

Kardeşlerim!
Üzülerek belirtmek gerekir ki bugün hırs, tamah, daha çok kazanma, daha çok haz alma ve daha hızlı yaşama arzusu insanlığı adeta kuşattı. Bugünlere ve yarınlara yön veren beden ülkesinin sultanı kalbler bedenlere esir oldu. Bugün insanlık, topyekûn bir merhametsizlik, vicdansızlık ve vurdumduymazlık sorunu yaşıyor. Nice mazlumların feryadına, yardım çığlıklarına kulak tıkanıyor. Nice canlar, şiddete, zulme, teröre kurban gidiyor. Niceleri evsiz, yurtsuz, yuvasız bırakılıyor. Denizler, her geçen gün mülteci mezarlığına dönüşüyor. Kıyıya vuran minik bedenler, aslında vicdanların kıyıya vurduğunu, her gün insanlığın irtifa ve itibar kaybettiğini haykırıyor.

Kardeşlerim!
Bugün kalblerin pasını, katılığını, hastalığını silmek için bir gönül terbiyesine ve merhamet seferberliğine ihtiyacımız var. Bugün bize ahirette gerçek manada fayda sağlayacak olan kalb-i selime çok ama çok ihtiyacımız var. O halde geliniz, “O gün, ne mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a kalb-i selim ile gelenler fayda bulur.” (5) âyetini bir kez daha derinden tefekkür edelim. Fıtratımızda var olan selim kalbimizi, zihnimizle, dilimizle, salih amellerimizle daha da tezyin edelim. Kalbimiz, her daim Rabbimizin rızasını arasın, O’nun ve Resulü’nün sevgisiyle dolsun. Kalbimiz, güzelliklerin merkezi olsun ve etrafımıza güzellikler saçsın. Gönüllere sevinç, huzur ve mutluluk taşısın.
Hutbemi Kur’an-ı Kerim’in ve Efendimiz (s.a.s)’in bize öğrettiği şu dualarla bitirmek istiyorum:

“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet bağışla! Hiç kuşku yok ki, lütfu bol olan yalnız sensin.” (6)
“Allah’ım! Kulağımın kötülüğünden, gözümün kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin kötülüğünden sana sığınırım.” (7)


(1) Tirmîzi, Daavât, 89
(2) Abdurrezzâk, el-Musannef, XI, 221.
(3) Buhârî, İman, 39.
(4) Tirmizî, Sıfatu’l Kıyâme, 35.
(5) Şuarâ, 26/88-89
(6) Âl-i İmrân, 3/8.
(7) Nesâî, İstiâze, 4.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 11.12.2015


Resim

DÜNYA-AHİRET DENGESİ

Aziz Kardeşlerim!
Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün hasta bir sahabîyi ziyaret etti. Ona nasıl dua ettiğini sordu. O da, “‘Allah’ım! Beni ahirette ne ile cezalandıracaksan onu şimdiden dünyada bana ver!’ şeklinde dua ediyorum” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, böyle dua etmemesi konusunda onu uyardı. Kendisine, “Allah’ım, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”(1) şeklinde dua etmesini tavsiye etti.”(2)

Kardeşlerim!
Aslında bu dua, Yüce Rabbimizin Kerim Kitabımızda bizlere öğrettiği hikmet yüklü bir duadır. İtidali, yakarışı, ibadeti hayatının vazgeçilmezi kabul eden Efendimiz (s.a.s), bu dua ile dünya ve ahiret arasında dengeli bir tutuma, ölçülü bir hayata dikkat çekmiştir.(3) Bu dua, insanı bu dünyada ve ahirette mutlu kılacak olan şeyin iyilik, salih amel, güzel ahlak olduğunu hatırlatır bizlere. İşte bugün bizler, bu duayı her gün beş defa huşuyla eda ettiğimiz ve huzura erdiğimiz namazlarımızda okuyoruz. Böylelikle, dünya ve ahiret dengesini gözettiğimizi her daim dile getiriyoruz. Dünyadaki sorumluluğumuzu, ahiretteki hesabı, mizanı, sıratı, mükâfat ve cezayı bir an olsun unutmadığımızı ikrar ediyoruz.

Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, “Allah’ın sana verdiğinden O’nun yolunda harcayarak ahiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma...”(4) buyurmaktadır. Rabbimizin bizden istediği, ne dünya için ahireti feda etmek, ne de ahiret için dünyayı terk etmektir. Bizden istenen, bu iki hayat arasında bir denge kurabilmektir. Dünya hayatını ahirete tercih etmemektir, menfaatin esiri olmamaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmamaktır, heva ve hevesi Allah’ın rızasından üstün tutmamaktır.

Kardeşlerim!
Dünya ve ahiret arasındaki dengenin nasıl olması gerektiğini Peygamberimizin örnekliğinde görmekteyiz. Allah Resûlü, ibadetimizde, gündelik hayatımızda, dahası bütün yaşantımızda ölçülü olmamız gerektiğini bildirmiştir.(5) Onun hayatı, bu denge ekseni üzerine kurulmuştur. Efendimiz, dünyadan el çekip sadece ahiret için yaşamaya karar veren bazı sahabileri bedenin, ailenin ve sahip olunan nimetlerin hakkını vermeleri hususunda uyarmıştır.(6) O, “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.”(7) uyarısıyla kendisinin böyle bir hayat tarzının olmadığını ifade etmiştir.

Kardeşlerim!
Kimileri, zaman zaman bu dünyanın ahiret yurduna açılan bir kapı, bir imtihan alanı olduğunu göz ardı edebilmektedir. Kimileri, ahireti uğruna, doğru olmayan bir inançla dünyanın meşru nimetlerinden kendini mahrum bırakabilmektedir. Kimileri ise kendi anlayışlarından kaynaklanan aşırılıkları dine mal ederek, rahmet yüklü mesajlarıyla hayat veren yüce dinimize şiddet, vahşet ve
katliamlarla ihanet edebilmektedir. Kimileri, dini ruhundan, ibadetleri özünden koparmak suretiyle dar kalıplara mahkum etmekte ve sadece şekle indirgeyebilmektedir. Kimileri ise, yaşantı boyutunu tamamen ihmal ederek dini sadece vicdanlara hapsedebilmektedir. Gerçek şu ki; bütün bu algı ve anlayışlar, Peygamberimizin insanlığa takdim ettiği örnekliğin ve Müslüman kimliğinin doğru idrak
edilemeyişinin sonuçlarıdır.


Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, kâinattaki her şeyi bir denge üzere yaratmıştır.(8) Fakat günümüz insanının bu dengeyi ve hayat ölçüsünü yitirmesinin acı neticeleri bütün ibretiyle karşımızda durmaktadır. Bugün niceleri, modern dünyanın, daha çok kazanma ve haz alma tutkusunun, bilerek ya da bilmeyerek adeta esiri olmaktadır. Dünyanın bir köşesinde insanlar yiyecek ekmeğe muhtaçken, diğer bir köşesinde israf, savurganlık, vurdumduymazlık, bencillik had safhadadır. Kimileri, daha konforlu, daha ışıltılı bir hayat arzularken, sığınacak bir barınak uğruna nice canlar okyanusların derin ve karanlık sularında umutları ve yarınlarıyla birlikte yok olmaktadır. Bu olumsuzluklar karşısında insanlığın, bugün topyekûn bir itidal çağrısına muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu itidalin, sadece çağrılarla değil, sağlam ve sarsılmaz bir imanla, paslanmamış yüreklerle, tükenmemiş gönüllerle hayata geçirilebileceği asla unutulmamalıdır.

Kardeşlerim!
Geliniz, Yüce Kitabımızın ve Peygamberimizin bize öğrettiği itidale dair duayı kendimize şiar edinelim. Sevgimizde, yergimizde, yaşantımızda, ibadetimizde, dünya ve ahirete bakışımızda bu dengeyi hakim kılalım. Unutmayalım ki; bu bakış ve tutum, sahih ve makbul bir kulluğun gereğidir. Yine unutmayalım ki; niyeti en yüce olanımız, hem dünyasının hem de ahiretinin işlerine önem verenlerimizdir. (9) Hutbemizi, Peygamberimiz (s.a.s)’in anlam dolu şu duası ile bitirmek istiyorum: “Allah’ım! İçinde yaşadığım, geçimimi sağladığım dünyamı ve ebedî yaşayacağım ahiretimi benim için hayırlı kıl. Hayatımda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan eyle.” (10)


(1) Bakara, 2/201.
(2) Müslim, Zikir, 23.
(3) Müslim, Zikir, 26.
(4) Kasas, 28/77.
(5) Buhârî, İman, 29.
(6) Buhârî, Edeb, 84.
(7) Müslim, Nikâh, 1.
(8) Rahmân, 55/7-8.
(9)İbn Mâce, Ticaret, 2.
(10) Muslim, Dua, 71.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 18.12.2015


Resim

RAHMET VE MERHAMET YÜKLÜ ADALET PEYGAMBERİ

Aziz Kardeşlerim!
Allah Resulü (s.a.s), ashabıyla birlikte Mekke’yi fethetmeye gidiyordu. Bir ara, Ensar’ın sancaktarlığını yapan Sa’d bin Ubâde’nin dilinden intikam dolu şu sözler döküldü: “Gün, savaş ve intikam günüdür. Gün, kan akıtmanın helal olduğu gündür…”
Bu sözleri duyan Rahmet Elçisi, hemen harekete geçti. Sancağı Sa‘d’dan alarak başka bir sahabîye verdi. Ardından ashabına döndü ve şöyle dedi: Gün, merhamet günüdür. Gün, kan akıtmanın haram olduğu gündür…(1)

Aynı şekilde Efendimiz, ordusuyla Mekke’ye hareket halindeyken yeni doğurmuş, yavrularını emziren bir köpek gördü. Rahmet Elçisi, devesinden inerek bir sahabîyi bu hayvanın başında nöbet beklemek üzere görevlendirdi. Ta ki ordu, buradan geçinceye kadar, hayvan ve onun yavruları zarar görmesin diye. Tam o noktada ashaba dönerek şöyle dedi:Yerdeki bütün mahlukata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.(2)

Kardeşlerim!
Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece Efendimiz (s.a.s)’in dünyayı teşrifleri vesilesiyle Mevlid Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Tüm insanlığın, Peygamberimizin yüce örnekliğinden nasibini almasını Cenab-ı Mevlâ’dan niyaz ediyorum. Rabbimiz, gönlümüzde var olan peygamber sevgisini hiçbir zaman eksik etmesin. Bizi onun eşsiz örnekliğinden mahrum bırakmasın.

Kardeşlerim!
Resul-i Ekrem Efendimiz, az önce zikrettiğim hikmet ve insafla müzeyyen sözleriyle on dört asır öncesinden tüm insanlığa büyük bir ders veriyordu. İnsana yakışanın yüreğini kin, nefret ve intikam ateşiyle tüketmek değil; sevgi, saygı, merhamet ve affın güzelliğiyle tezyin etmek olduğunu haykırıyordu. Efendimizi âlemlere rahmet kılan ve ahlakta yüce tutan, onun bu anlayış ve tavrıydı. O, insanlığın yolunu, insanların gönül ve zihinlerini aydınlatan bir kandildi. O, bir müjdeciydi; Allah’a hakiki anlamda kul olan, insanî değerleri yaşayıp yaşatanlara büyük mükâfatlar olduğunu haber veriyordu. Bir uyarıcıydı o; insana Rabbinden, fıtratından, ahlak ve erdemden uzaklaşmamasını hatırlatıyordu.

Değerli Kardeşlerim!
Nübüvvet zincirinin son halkası olan Efendimiz (s.a.s), insanlığı bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na kul olmaya davet etti. Onun daveti; ölüme hayat, zulme adalet, cehalete bilgi, vicdansızlığa merhamet, husumete barış oldu. İnsanlık, onunla gerçek anlamını, yaratılış gaye ve hikmetini bir kez daha idrak etti. O’nun sözleri, insanı özüyle buluşturan, kendisiyle barıştıran, tabiatla kaynaştıran, Rabbine yakınlaştıran mesajlar oldu.

Aziz Müminler!
Geçmişten günümüze Müslümanlar olarak, ne zaman ki bu mesajlara sımsıkı sarıldık, bunları yaşamak ve yaşatmak için gayret gösterdik, işte o zaman Peygamberimize layık aziz bir ümmet olduk. Ne zaman da gevşekliğe düştük, onun hikmetli öğretilerinden, örnekliğinden uzaklaştık, işte o zaman yolumuzu kaybettik ve ümmet olarak sıkıntılara maruz kaldık. Bugün de topyekûn insanlık ve bilhassa da İslam coğrafyasının içinden geçtiği zorlu süreçlerin temelinde onun rahmet yüklü mesajlarının, bugüne ve yarına bakışının doğru anlaşılamaması yatmaktadır. Onun eşsiz örnekliğinin, ağızlardan gönüllere indirilememesi, zihinlere, dimağlara iyice yerleştirilememesi, hayata geçirilememesi yatmaktadır. Bugün, İslam coğrafyasının dört bir yanında katledilen masum canların, akan kanın, gök kubbeye yükselen feryatların sebebi bizim Şefkat Peygamberine hakkıyla ümmet olamayışımızdır.

Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s), insan ve Müslüman olarak bizlere sorumluluğumuzu ve görevlerimizi öğretti. Ancak bizler, çoğu zaman dünya meşgalesine adeta esir olduk. Efendimiz, ırk, dil, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin hepimizi aynı Allah’a, aynı Kitaba, aynı Peygamber'e inanan, aynı secdeye baş koyan, aynı kıblede istikameti bulan kardeşler olarak ilan etti. Fakat bugün bizler, kardeşlik ahlakını unuttuk, böylesi ulvi bir değeri çoğu zaman cehalet, menfaat, kısır çekişme ve inatlaşmalara kurban eder olduk. Rabbimizin, Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (3) mesajıyla takdim ettiği Peygamberimiz, bizlere merhameti, şefkati, vicdanı, insafı, affı, sabrı ve hoşgörüyü öğretti. Ancak bizler, kendimize, ailemize, çevremize karşı bu hasletleri yitirdik. Yüreklerimiz katılaştı. Rabbimizin gönüllerimize yerleştirdiği tertemiz fıtrata tam anlamıyla sahip çıkamadık.

Peygamberimiz, bizlere adaleti öğretti. Ancak bizler, adalete yalnızca başkalarının muhtaç olduğunu zannettik. O, bizlere yetim ve öksüz kalışı, çaresizlik içerisinde çare, ümitsizlik içinde ümit oluşu, en zor zamanlarda bile hayata azimle tutunuşu öğretti. Fakat bizler, başımıza gelen en ufak bir musibette dahi savrulmalar yaşadık, çoğu zaman da kaderi suçladık. O, bizlere kimsesizlerin kimsesi, mazlumların umudu, gariplerin yurdu olmayı öğretti. Fakat bizler, bitmeyen arzu ve isteklerimizi bir türlü dizginleyemedik.


Kardeşlerim!
Bugün, bütün insanlık olarak intikamı, nefreti, kan dökmeyi önceleyen çağrılara değil, Efendimizin hikmet, merhamet, vicdan, adalet, hak ve hakikat yüklü çağrılarına ihtiyacımız var. Bugün, çoraklaşan yüreklerimizin onun rahmet damlalarıyla hayat bulmasına ve yeniden fethedilmesine çok ihtiyacımız var. Bugün, onun gözüyle insanlığa bakabilmeye, onun yüreğiyle tüm acı ve kederleri hissedebilmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bugün, her yönüyle onu örnek almaya, onun ahlakıyla ahlaklanmaya; sünnetini, benliğimizi her türlü kötülükten koruyacak erdemli tutum ve davranışlara dönüştürebilmeye çok ama çok ihtiyacımız var.

Salât-u selam, tahıyyat-u ikram, her türlü ihtiram Efendimiz (s.a.s)’e, onun âline, ashabına ve onun yolundan gidenlere olsun.


1 Buhârî, Megâzî, 49.
2 Tirmizi, Birr ve Sıla, 16.
3 Enbiyâ, 21/107.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 25.12.2015


Resim

SAYILI NEFESLERİMİZİ TÜKETİRKEN…

Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, güçlüdür, bağışlayandır.”(1)

Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (2)

Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken yere dörtgen bir şekil çizdi. Sonra o şeklin ortasından dışarı uzanan bir çizgi ve o çizgiye bitişen başka çizgiler çizdi. Ardından, kendisini meraklı bakışlarla seyretmekte olan ashaba dönerek bunların ne anlama geldiğini şöyle açıkladı: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır. Dörtgen de insanın ecelidir ve onu kuşatmıştır. Diğer çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu arzu ve tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun önünü keser ve onu alıp götürür.” (3)

Kıymetli Kardeşlerim!
Allah Resulu (s.a.s), bize bahşedilen hayatı, hayata dair emellerimizi ve bu emelleri ansızın sonlandıran ecelimizi, böylesi veciz bir benzetmeyle anlatıyordu. Pek çoğumuzun bitmeyecek sandığı şu kısacık hayatın, aslında göz açıp kapayacak kadar bir zamanda yaşanıp tükeneceğine işaret ediyordu. Ecelin çevreleyip kuşattığı insanın, ebedi özgürlüğe ancak iman, salih amel; helal ve haramlara riayet etmekle ulaşabileceğini vurguluyordu.

Kardeşlerim!

Her bir anımız, her bir saniyemiz aslında en kıymetli sermayemizdir. Hayat, bu sermayenin ya kazanıma dönüştürülmesi ya da beyhude tüketilerek heba edilmesidir. Şüphesiz, iyi ve güzel işler yaparak sorumluluk bilinciyle geçirilen bir ömür, Allah katında kazanca dönüştürülmüş bir ömürdür. Haramların, kötülüklerin esaretinde tüketilmiş bir ömür ise heba edilmiş bir ömürdür.

Kardeşlerim!
Bize emanet edilen hayat yolculuğunda zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ömür sermayemiz tükeniyor. Zamanını, mekânını ve nasıl olacağını bilemediğimiz o malum sonla bir gün hepimiz yüzleşeceğiz. O an gelecek, fani dünyadan baki âleme göç edeceğiz.
İşte ömür sermayemizden bir yılımızı daha geride bıraktık. Yeni bir yılın eşiğindeyiz. Hayat defterimizden bir sayfayı daha eksiltmek üzereyiz. Yarınlara dair planlar yapıyor, hayaller kuruyoruz. Ancak bu noktada hepimize önemli bir vazife düşüyor. Her birimizin, dünümüz ve bugünümüzün muhasebesini yapması gerekiyor. O büyük gün gelmeden, fırsat elden gitmeden, sayılı nefeslerimiz tükenmeden kendimizi sevap-günah, hayır-şer, iyi-kötü konularında hesaba çekmemiz gerekiyor. Öyleyse geliniz, hep birlikte kendimize şu soruları soralım ve cevabı kendi iç dünyamızda arayalım:
Ömür sermayemizi nasıl tüketiyoruz? Hayatımızı Rabbimizin razı olacağı şekilde değerlendirebiliyor muyuz? Hevâ ve heveslerimizi dizginleyebiliyor muyuz? Dünya meşgalesine esir olmaktan kurtulup ruhumuzu özgürleştirebiliyor muyuz? Zihnimiz kötü düşünceye, dilimiz kem söze, elimiz zararlı işe kapalı mı? Yoksa dilimizle kardeşimizi incitiyor, elimizle yaralıyor, hâsılı gönüller yıkıyor muyuz? Kalbimizi, Resul-i Ekremin insanlığa takdim ettiği merhamet, şefkat, nezaket, adalet, hak ve hakikatin merkezi yapabiliyor muyuz? Yoksa üzerimizde taşıdığımız kul hakkının ağırlığı, omuzlarımızı çökertip yüreklerimizi tüketiyor mu?
Yetimlere, öksüzlere, gariplere, kimsesizlere kol kanat gerebiliyor muyuz? Yoksa onları, umursamaz bir edayla yalnızlığa, gizli köşelerde gözyaşı akıtmaya mı terk ediyoruz? Komşumuzun, yakınlarımızın, kardeşlerimizin derdiyle hemhal olabiliyor muyuz? Yoksa külfet olurlar endişesiyle kendileriyle aramıza görünmez duvarlar mı örüyoruz? İslam dünyasını kasıp kavuran, kardeşi kardeşe kırdıran fitne ateşi, bizim kalplerimizi sızlatıyor mu? Çocukları, kadınları, yaşlıları, masum canları hedef alan silahlar, onların başına atılan tonlarca bombalar bizim de yüreklerimizi dağlıyor mu? Yoksa modern dünyanın ürettiği kendinden başkasını düşünmeme hastalığı gözümüzü kör, kulağımızı sağır edip vicdanımızı esir mi aldı?


Kardeşlerim!
Acısıyla tatlısıyla geride bırakılan bir yılın bu sorularla muhasebesinin yapılması gereken saatler ne acıdır ki bir takım yanlışlarla heba edilmektedir. Tüketim çılgınlığı, haz ve eğlence kültürü teşvik edilerek başta gençlerimiz olmak üzere milletimizi var eden yüce değerler yozlaştırılmaya çalışılmaktadır. Dünyanın farklı coğrafyalarında kimileri hayatta kalabilme mücadelesi verirken dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne hazin bir manzaradır!

Kardeşlerim!
Geliniz! Bugünümüz, ömrümüze işaret koyacağımız gün olsun. Sermayemiz güzel ahlakımız ve salih amellerimiz olsun. Ecelimiz gelmeden evvel, dünümüzü ve bugünümüzü bir kez daha gözden geçirelim. Yarınlarımıza dair hayallerimiz, hesabını veremeyeceğimiz hayaller olmasın. Sayılı nefeslerimizi, kayıplara, ah vahlara, hüsrana değil, ebedi bir hayatın kazanılmasına vesile kılalım.
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hikmetli tavsiyesiyle bitirmek istiyorum:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın.”(4)


(1) Mülk, 67/2.
(2) Buhâri, Rikâk, 1.
(3) Buhârî, Rikâk, 4.
(4) Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 01.01.2016


Resim

RABBİMİZ! BİZİ DOSDOĞRU YOLA İLET!

Aziz Kardeşlerim!
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da şu âyeti kerimeyi okudu(1): “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”(2)

Kardeşlerim!
Rabbimizin dosdoğru yolu olan ve dualarımızdan hiç eksik etmediğimiz sırât-ı müstakimi, Efendiler Efendisi bizlere böyle takdim ediyordu. Bu yolun yolcusu olmanın, şeksiz şüphesiz mümin olmayı, Allah ve Peygamberinin mesajlarını her daim sadakat ve teslimiyetle dikkate almayı gerektirdiğini bildiriyordu. Efendimiz, hiçbir eğrilik ve sapkınlığın bulunmadığı bu yola koyulan yolcunun, dünya ve ahirette huzur ve mutluluğa ulaşacağını vurguluyordu. Farklı yolların ise insanı sadece sırât-ı müstakimden değil, aynı zamanda Rabbinin rızasından, Resûlullah’ın izinden, yaratılış amacından, dahası tüm insani erdemlerden uzaklaştıracağını haber veriyordu.

Kıymetli Kardeşlerim!
Sırât-ı müstakim, Kur’an’ın yoludur. Peygamberlerin yoludur. Allah’a verdikleri sözden bir an olsun ayrılmayan, sadakatle sembolleşen sıddıkların yoludur. Sırât-ı müstakim, şühedanın, salih amel işleyenlerin, ilahi lütuf ve nimetlere talip olanların yoludur. Bu yol, “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır. Rehberliğin en güzeli Muhammed’in rehberliğidir.”(3) hadisini hayatında değişmez ilke olarak kabul edenlerin yoludur. Sırât-ı müstakim dışındaki yollar ise şeytanın davet ettiği yollardır. Bu yollar, gayr-ı meşru arzu ve isteklerin, hırsların, kin ve düşmalığın, fitne ve fesadın, ayrılık ve gayrılığın, bencilliğin adreslerine uzanan yollardır.

Kardeşlerim!
Sırât-ı müstakimde sadece bir olan Allah’a kulluk vardır. Hayatı O’nun emir ve yasaklarına göre tanzim etmek vardır. Allah Resulünü sevmek ve ona gönülden tabi olmak vardır. Onun gibi dosdoğru, emin ve yüce bir ahlak üzere oluş vardır.

Sırât-ı müstakimde, hayır ve güzelliklere anahtar, şerre kilit oluş vardır. Sırât-ı müstakimde insanı itibarsızlaştırmak değil, yüceltmek; öldürmek değil, yaşatmak vardır. Sırât-ı müstakimde ötekileştirmek değil, biz olmak; parçalanıp yok olmak değil, bir ve beraber olmak vardır. Farklı renkleri, farklı dilleri Yüce Yaratanın bir ayeti olarak telakki etmek vardır. Sırât-ı müstakimde yalan, hile ve türlü desiseler değil; dürüstlük, erdem ve istikamet üzere olmak vardır. Sırât-ı müstakimde şiddet, zulüm, terör değil; şefkat, merhamet ve adalet vardır. Bâtıl ve beyhude davaların peşinde savrulmak değil, hak ve hakikate tâbi olmak vardır.

Kardeşlerim!

Çağımızda bütün bu anlamları ifade eden sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı için, dünyada ve gönül coğrafyamızda korku, acı, gözyaşı, huzursuzluk kol geziyor. Sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı için bugün semamız nice merhametsizliklere, arzımız nice vicdansızlıklara şahitlik ediyor. Sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı içindir ki; dünyada milyonlarca insan evinden, barkından, yurdundan kaçıyor, açlık ve sefaletten hayatını kaybediyor. Sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı içindir ki; bugün ayrılık-gayrılık ve tefrikaya düşülüyor; kardeşlik, muhabbet, adalet, hak ve hakikat çağrıları cılız ve karşılıksız kalıyor. Öyle ki, mezheplere, meşreplere, dillere, ırklara, coğrafyalara mensubiyet, kimilerince İslâm’a ve ümmete mensubiyetin önüne geçiriliyor. Allah’ın insana lütfettiği saygınlık, haysiyet ve dokunulmazlık, dünyanın pek çok yerinde gün be gün çiğneniyor.

Kardeşlerim!
Unutmayalım ki; kurtuluşumuz, huzur ve mutluluğumuz Rabbimizin bizlere Kitabı ve Peygamberi aracılığıyla öğretmiş olduğu sırât-ı müstakiminde, dosdoğru yolda sapmadan, yılmadan yürümekle mümkündür. Efendimiz (s.a.s)’in eşsiz örnekliğinden ayrılmamak ve onun bize öğrettiği yüce değerlere sımsıkı sarılmakla mümkündür.

Hutbemi her gün namazlarımızda okuduğumuz, Rabbimize teslimiyet ve niyazımızı dile getirdiğimiz Fâtiha suresindeki şu âyet mealleriyle bitirmek istiyorum:
“Rabbimiz! Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!”(4)


(1) En’âm, 6/153.
(2) Dârimî, Mukaddime, 23.
(3) Nesâî, Salâtu'l-îdeyn, 22.
(4) Fâtiha, 1/5-7.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 08.01.2016


Resim

EDEP VE HAYÂ

Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün ashâbına,
“Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz!” buyurdu. Ashab,
“Yâ Resûlallah! Biz zaten Allah’tan hayâ ediyoruz, elhamdülillah!”[/color] şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, sözlerine şöyle devam etti. “Hayâ, sadece sizin anladığınız manada değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, bütün organları her türlü günah ve haramdan korumaktır. Dünyanın geçici nimetlerine aldanmamaktır. Ölümü ve ölümden sonraki hayatı asla unutmamaktır.” (1)

Kardeşlerim!
Rabbimizin insanın fıtratında var ettiği duygulardan biri de edep ve hayâdır. Edep ve hayâ, Efendimizin de işaret ettiği gibi yaratılış hikmet ve gayesine uygun, insana yaraşır bir hayat sürme çabasıdır. Edep ve hayâ, insanın nefsini terbiye etmesi, kendini ve haddini bilmesidir. (2)

Ruhunu Kerim Kitabımızın mana sofrasından besleyen müminler, kâmil insan olma yolunun edep ve hayâdan geçtiğini bilirler. Müminin söz ve davranışları edeple değer bulur. Edeple yapılan tövbe makbul olur. Dua ve ibadetler, edeple eda edilirse Allah’a yükselir ve sahibini yüceltir.

Aziz Müminler!
Edep ve hayâyı kuşanan kalpte ancak hayır ve güzellik bulunur. Edebi şiar edinmiş bir zihinden ancak faydalı düşünceler sadır olur. Edeple konuşan bir dilden ancak hayırlı ve hoş sözler dökülür. Böyle bir dil, kendini ilgilendirmeyen boş sözlerden, dedikodu, yalan, iftira gibi mümine yakışmayan konuşmalardan uzak durur.

Edep ve hayâ ile nazar eden göz, kendi ayıbını aramaktan başkalarının kusur ve noksanını göremez.
“Söyle müminlere, gözlerini muhafaza etsinler.”(3) âyetinin terbiyesinden geçen göz, mahremiyet sınırlarını ihlal edemez. Edep ve hayâ perdesine bürünen kulak, Rabbimizin hoşnut olmadığı her türlü söze kapalıdır. Edep ve hayânın tadına varan gönül, kin, haset, kibir, nefret gibi her türlü nefsani duygunun esaretinden kurtulur.

Değerli Kardeşlerim!
İnsan her yaşta, her çağda ve her konumda edep ve hayâya muhtaçtır. Edep, bizim medeniyetimizde üstün bir ahlâkî meziyet olarak değer görmüştür. Ancak bugün büyük oranda insanlık, bir edep ve hayâ mahrumiyeti, bir ahlak çöküntüsü yaşamaktadır. Günümüz dünyasında ahlâkî değerler giderek yozlaşmaktadır. Öyle ki, önceleri edep ve hayâ sahibi olanlar övülür, değerli görülürken, şimdilerde edepli davranmak ve hayâlı olmak bir eksiklik, bir zayıflık gibi algılanmaktadır. Edebe aykırı sözler sarf etmek ve ahlâk dışı davranışları alenî olarak işlemek ise ne acıdır ki kimilerince cesaretin, özgüvenin ve özgürlüğün göstergesi kabul edilmektedir.
Nice zihinler, gönüller ve bedenler edep ve hayâ ile yücelmek yerine edepsizliğin girdabında boğulmaktadır. Fıtratı zedeleyen, ahlakı zayıflatan, hayâ perdesini yırtan araçlar her geçen gün artmaktadır. İnsanlık, nicelerinin ar damarlarının çatlayışını üzüntü ve ibretle izlemektedir. Kimi sosyal medya ortamları, ekranlar, sayfalar her gün hataya teşvik eden, günahı tatlı gösteren, kötüye ve şiddete müsaade eden kareler yayınlamaktadır. Çocuklar istismar malzemesi hâline getirilmekte; kadınlar, cinsel meta olarak görülmektedir. Dün harama karşı edeple öne eğilen başlar, hürmetle çevrilen gözler bugün sınır tanımaz bir biçimde harama yönelebilmektedir.


Kardeşlerim!
Bütün bunların temelinde erdem ve ahlak üzerine bina edilmeyen bir hayat anlayışının var olduğu aşikârdır. Edep ve hayâ yoksunluğu, insanın değer bakımından yoksullaşmasının bir ifadesidir. Edepsizlik, değersizliktir. İnsanın fıtratında var olan edebi, hayâyı kaybetmek, kişiyi “en şerefli varlık” olmaktan çıkararak değersizleştirir. Peygamberimiz, hayâ ve edebin, imanın bir tezahürü olduğunu, bu meziyetlerden kendini mahrum edenlerin ise hüsrana sürükleneceklerini haber vermektedir.(4)

Kardeşlerim!
Geliniz! Edep ve hayânın eşsiz bir hazine olduğunu bir kez daha hatırlayalım. İşe önce kendi ayıplarımızı görüp düzeltmekle başlayalım. Zamanın ve mekânın hakkımızda şahitlik yapacağı hesap günü gelmeden önce kendimizi hesaba çekelim. Mümin olmanın hakkını verebilmek için gayret gösterelim. Her hal ve hareketimizde Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimizin ahlak ve edebini örnek alalım.
Hutbemizi, müminin nişanı olan edebe dair şu veciz ifadelerle bitirmek istiyorum:

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan,
Giy o tâcı emin ol her belâdan.


(1) Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 24.
(2) İsrâ, 17/37.
(3) Nûr, 24/30-31.
(4) Tirmizî, Birr ve Sıla, 65.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 15.01.2016


Resim

İMTİHANIN ADI: FİTNE

Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden sadece zulmedenlerle sınırlı kalmayacak fitneden sakının. Ve bilin ki, Allah’ın cezası oldukça şiddetlidir.”(1)
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bahtiyar kimse, fitnelerden uzak kalandır. Bir musibete uğradığında sabredendir. Yazıklar olsun fitneye sebebiyet verenlere ve destek olanlara!”(2)

Aziz Müminler!
Kerim Kitabımızda farklı anlamlarda kullanılan fitne kelimesi aynı zamanda “imtihan” anlamına gelir. Kimi zaman canımızla imtihan oluruz. Kimi zaman sahip olduğumuz ve nice emeklerle biriktirdiğimiz malımız ve mülkümüzle imtihan oluruz. Kimi zaman göz aydınlığı evladımızla imtihan oluruz. Kimi zaman yüzümüzü güldüren bir sevincin adıdır imtihan. Kimi zaman başımıza gelen bir musibettir imtihan.

Kardeşlerim!
Kimi zaman da imtihanımız, türlü huzursuzluklara, karışıklıklara sebep olan fitne karşısındaki tutumumuzdur. Yüce Rabbimiz, fitnenin öldürmekten daha kötü, daha korkunç olduğunu belirtir. Peki fitne neden bir insanı öldürmekten daha kötü ve korkunç olarak takdim ediliyor bizlere? Çünkü fitne, kin ve husumete sebep olur. Kardeşliğimizi ve birliğimizi sarsar, gücümüzü zayıflatır. Fert ve toplumların güne ve yarına dair umudunu yerle bir eder.

Fitne, insanların onurlarını, şeref ve haysiyetlerini zedeler. Fitneyle iştigal etmek zihni kirletir, gönlü kirletir, dili kirletir. Fesat peşinde koşan ve insanları birbirine düşürmek için çalışanlar, sadece şeytanın amacını kolaylaştırırlar. Benliğindeki fitne duygusu, kişinin yalnız kendisini değil, aynı zamanda toplumu ve hatta insanlık ailesini tarumar eder. İşte bu nedenledir ki, Yüce Rabbimiz ve Peygamber Efendimiz, fitneyi değil, ıslahı; çatışmayı değil, kaynaşmayı esas almamız hususunda bizleri sıkça uyarır. Kerim Kitabımız, fitne çıkararak huzursuzluk ve kargaşaya neden olanların ahirette ağır bir cezaya çarptırılacaklarını bildirir.
(3)

Kardeşlerim!
Tarih, fitnenin sebep olduğu nice yıkımlara, nice kıyımlara, nice karanlık dönemlere şahit olmuştur. Geçmişte yaşanan kavgaların, savaşların, katliamların birçoğunun temelinde fitne vardır. Biz de geçmişte türlü fitnelere maruz kaldık, türlü fitnelerle imtihan edildik. Bugün de ülke olarak, millet olarak en ağır imtihanlardan geçiyoruz. Birlik beraberliğimize kast eden ve bizi birbirimize düşürmek isteyenlerce fitne ateşi her geçen gün bütün şiddetiyle körükleniyor. Pek çok kardeşimiz ve masum insan, fitnenin sebep olduğu hain saldırılarla, vicdan ve insafını kaybetmişlerin sınır tanımayan vahşetleriyle can veriyor. Cehaletten kaynaklanan taassupla, birtakım mihrakların yönlendirmesiyle her türlü şiddet ve cinayeti meşru gören bir anlayış, kalbimize bir hançer gibi günden güne saplanıyor.

Diğer yandan hiçbir ahlaki değer ve sınır tanımaksızın ortaya atılan ve aslı astarı olmayan ithamlarla diller kirletiliyor, zihinler ve gönüller bulandırılıyor. Fitne ve huzursuzluklara sebep olunuyor. Görsel ve sosyal medyada asılsız söz ve töhmetlerle nice masum insanın onur ve haysiyeti, izzet ve şerefi ölçüsüzce dile dolanıyor. Oysa en büyük fitnelerden biri, bir insanın onur ve haysiyetine kast etmek değil midir? En büyük zulümlerden biri, dili zehirli bir ok haline getirerek nazargâh-ı ilahî olan kalpleri yaralamak değil midir?


Kardeşlerim!
Bizler, geçmişten günümüze her zorluğu, her imtihanı Rabbimizin emirlerine, Peygamberimizin öğütlerine riayet ederek geçtik. Fitne, fesat, kaos ve desiseleri basiretle, ferasetle hep birlikte aştık. Gönülleri bir, hüzün ve kederleri bir, gayeleri bir kardeşler olduk. Öyleyse geliniz, bugün de millet olarak bizi kuşatan, yarınlarımızı tehdit eden fitne ve güçlükleri aşabilmek için rahmet, adalet, hak ve hakikat dini İslam’a sımsıkı sarılalım. Hep birlikte fitne ateşini söndürmenin yollarını arayalım. Bizi birbirimize düşürmeye yönelik tuzak ve komplolara, içimizden ve dışımızdan beslenen fitne uzantılarına karşı uyanık olalım. Farklıklarımızı bir eksiklik, ayrılık ve çatışma nedeni değil, bir zenginlik vesilesi olarak görelim. Kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi her türlü aidiyet ve çıkarın üstünde tutalım. Önyargılardan sıyrılarak birbirimizin izzet, onur ve haysiyetini saygın, muhterem ve mükerrem görelim. Allah’a, Peygambere, ahlaki değerlere gönül vermiş müminler olarak fitne ve fesadın değil, ıslahın öncüsü olalım. Boş, asılsız, aslına vakıf olmadığımız, fitneye sebep olan dedikodu ve töhmetin peşinde koşarak ömrümüzü ve zamanımızı israf etmeyelim. Elimizle, dilimizle, hâsılı bütün bir bedenimizle bir gün mutlaka hesaba çekileceğimizi unutmayalım.

Hutbemi şu dua ile bitirmek istiyorum:
Ya Rabbi! Fitnenin esiri olmuş zihin ve gönle sahip olmaktan sana sığınırız. Dillerimizi fitne ateşini tetiklemekten, gönüllerimizi, gözlerimizi, kulaklarımızı hak ve hakikate karşı kör ve sağır kesilmekten muhafaza eyle! Bize kudret ver; haysiyetin ayaklar altına alınmasına müsaade etmeyelim. Bize gayret ver; aramıza öfke, kin ve nefret tohumları ekmek isteyenlere fırsat vermeyelim. Bize vahdet ver; bir olalım, birlik olalım.
Rabbimiz! Milletimizi ve İslam âlemini her türlü fitne ve musibetten muhafaza eyle! Bizleri tevhit üzere sabit kıl!


(1) Enfâl, 8/25.
(2) Ebû Dâvûd, Fiten ve Melâhim, 2.
(3) Bürûc, 85/10.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 22.01.2016


Resim
SÖZ AHLAKI

Aziz Müminler!
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s)’e sahabeden biri, “Kurtuluşun yolu nedir?” şeklinde bir soru sordu. Efendimiz, bu soru vesilesiyle tüm müminlere kurtuluşa ve huzura giden yola dair şu önemli tavsiyede bulundu: “Diline sahip ol! Fitneye bulaşma! Günahların için pişmanlıkla gözyaşı dök!”(1)

Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Sözü doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.”(2)

Kardeşlerim!
Söz, Yüce Rabbimizin kelam sıfatının bir yansımasıdır. Âlem, O’nun “Ol” sözüyle var olmuştur. Âdem (a.s.), O’nun bir sözüyle yaratılmış ve insan, dünya serüvenine sözle başlamıştır. Rabbimiz, kelâm sıfatının bir tezahürü olarak insanlara vahiy göndermiştir. Kerim Kitabımız Kur’an, okunan bir söz olarak Efendimiz (s.a.s)’e vahyedilmiştir. İnsanoğlu, zihin ve gönül dünyasındakileri hep sözle ifade etmiştir. Dil, aklın da kalbin de tercümanı olmuştur.

Kardeşlerim!
İslam medeniyeti ahlak, hikmet, irfan, hak ve hakikati izhar eden bir söz medeniyetidir. Sözde öncelikle doğruluğun, sadakatin bulunması gerekir. Söz, hak ve hakikate tercüman olmalıdır. Yalanla, iftirayla zihinler, gönüller, diller kirletilmemelidir. Doğru olmayan sözlerle fesat ve huzursuzluğa sebebiyet verilmemelidir. Emanet olan ömür sermayesi ve hızla akıp giden zaman, faydasız, beyhude sözlerle israf edilmemelidir. Bu hususta Efendimizin “Ya hayır söyleyin, ya susun!”(3) uyarısı her daim şiarımız olmalıdır.

Allah katında sözün değeri, hakkı ve hakikati ne kadar yansıttığı ile ölçülür. Çünkü söz, özün aynasıdır ve sadece insanın davranışını değil, aynı zamanda kişiliğini, hatta âkıbetini belirlemektedir. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz, şu âyet-i kerime ile haber vermiştir:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(4)

Kıymetli Kardeşlerim!
Sözde aranan diğer bir özellik ahlaktır, nezahettir. Sözün bir ahlakı, bir âdâbı vardır. Mümin, konuşmasıyla zarafet ve nezaketini yansıtmalıdır. Onun kelâmı, güzel ve hoş olmalı, insanın gönlüne akmalıdır. Ancak, gönle akabilmesi için söz, samimiyetle, gönülden söylenmelidir. Efendimiz (s.a.s), insanları etkilemek için yapmacık sözler söyleyenleri, ağzını eğip bükerek gösteriş amacıyla söz sarf edenleri Allah’ın sevmediğini haber verir.(5) Müminin insanlara lânet okuyan, kaba, çirkin, kötü sözlerle hakaret eden biri olamayacağını vurgular.(6)Sadaka diye tanımladığı güzel sözün, kişiyi cehennem ateşine karşı koruyan bir kalkan olduğunu bildirir.(7)

Kardeşlerim!
Ne acıdır ki günümüzde büyük ölçüde sözün değeri düşmüş, imaj yüceltilmiş, görüntü ve görsellik öne çıkarılmıştır. Çoğu zaman söz söyleme sorumluluğu göz ardı edilir olmuştur. Sorumsuzca, sonu düşünülmeden söylenen sözlerle nice olumsuzluklara, huzursuzluklara, buhranlara neden olunmaktadır. Sosyal medya başta olmak üzere kimi yayın organlarında gündeme getirilen asılsız sözlerle kitleler etki altına alınmakta ve algılar yanlış yönlendirilmektedir. Hiçbir ahlakî değer tanımaksızın, insanların kişilik hak ve onurları hedef alınmakta ve insafsızca zedelenebilmektedir. Daha da ötesi kimilerince zaman zaman hiçbir insanî değer gözetilmeksizin türlü iftira ve karalama kampanyalarıyla din ve dini müesseseler itibarsızlaştırmaya çalışılmaktadır. Gayri ahlakî ve gayri vicdanî bu tür çabalar, mümin gönülleri derinden yaralamaktadır. Bu asılsız sözlerin, araştırılıp teyit edilmeden dillere dolanması ise ne vahim bir durumdur. Unutulmamalıdır ki bu tür sözleri ortaya atanlar kadar, araştırma gereği duymadan onlara itibar edenler de sorumluluk ve vebal sahibidir.

Kardeşlerim!
Bugün, insan olarak, Müslüman olarak hepimize düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne kendimizi kaptırmamaktır. Manayı maddeye, bâkî olanı fâniye, hakikati yalana esir etmemektir. Söz ahlakı ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek her daim hak ve hakikatin peşinden gitmektir. İnsanî ilişkilerimizde empati, saygı, nezaket ve anlayışı kendimize şiar edinmektir. Her bir sözümüzün, her bir işimizin kıyamet günü hesabının sorulacağını unutmamaktır.
Hutbemizi Yunus Emre’nin şu anlamlı beyitiyle bitirmek istiyorum:

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.

(1) Tirmizî, Zühd, 60.
(2) İbn Hanbel, III, 199.
(3) Buhârî, Edeb, 31.
(4) Ahzâb, 33/70-71.
(5) Tirmizî, Edeb, 72.
(6) Tirmizî, Birr ve sıla, 48.
(7) Buhârî, Cihad, 128, Buhârî, Edeb, 34.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 29.01.2016


Resim

EN GÜZEL İSİMLER O’NUNDUR

Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”(1)

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor:
“Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri öğrenip gereğiyle amel ederse cennete girer.” (2)

Kıymetli Kardeşlerim!
Hepimizin müminler olarak Yüce Rabbimize karşı görev ve sorumluluklarımız vardır. Bunların başında O’nu tanımak, O’na inanmak, O’nun varlığını ve birliğini kabul etmek, bir an olsun O’nu akıldan çıkarmamak gelir. Verdiği nimetlere karşı şükrün bir tezahürü olan ibadetlerle O’na yakınlaşmaya vesileler aramak gelir.

Yüce Rabbimiz, kendisinin pek çok güzel isminin olduğunu bildirmiş ve bu isimlerle kendisine dua etmemizi istemiştir.
(3) Kerim Kitabımızın pek çok âyetinde bu isimlerle kendisini bize tanıtmıştır. Efendimiz (s.a.s) de Yüce Allah’ın doksan dokuz ismi olduğunu bildirmiş ve bunları tek tek saymıştır.

Kardeşlerim!
Bir mümin için asıl olan, sadece Allah’ın isimlerini ezberleyip okumak değildir. Bu isimlerin anlamlarını öğrenmek ve bu isimlerle Allah’a duada bulunmaktır. Asıl olan, bu ilâhî sıfat ve isimlerin öğrettiği anlamlarla hayatı mâmur etmektir.
Yüce Rabbimiz, Rahman’dır, Rahim’dir. Çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Dünyada bütün canlılara, bütün insanlara, ahirette ise müminlere karşı merhametlidir. O halde, mümin, nefsine uyup haddi aşmış bile olsa, Allah’ın engin rahmetinden umudunu kesmemelidir. Allah’ın, kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları bağışladığını bilmelidir.
(4) Son nefese kadar tövbe kapısının açık olduğunu ve imtihanın sürdüğünü asla unutmamalıdır. Allah’ın sonsuz merhametini uman mümin, öncelikle kendisine şefkat ve merhameti şiar edinmelidir. Gönlünü kin, nefret, husumet, zulüm gibi kötülüklere esir etmemelidir.

Allah Sabûr’dur, sonsuz sabır sahibidir. Her şeye gücü yettiği halde, kendisine karşı haddi aşanları, nankörlük ve türlü saygısızlık yapanları cezalandırmakta acele etmez. Mümin de Cenâb-ı Hakk’ın Sabûr isminden nasibini alarak sabrı kuşanmalıdır. Türlü sıkıntı ve musibetler karşısında O’na sığınmalı ve O’na güvenip dayanmalıdır.


Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Rezzak’tır. İsteyene istediğini verendir. Sonsuz cömertlik sahibidir. Mümin, “Ey ruhumun ve bedenimin gıdasını yaratıp veren Rezzâk!” dediği zaman bilir ve inanır ki, Allah onun rızkına kefildir. Bu rızık vakti gelince kişiyi bulur, bunun kendisine ulaşmasını hiçbir kuvvet engelleyemez. Yeter ki mümin, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirsin.
Allah Refîk’tir, Halîm’dir. Nezaketi, kolaylığı, lütuf ve ihsanı sever. Öyleyse mümin de hilm sahibi olmalıdır. Nezaketi, sevgi ve saygıyı elden bırakmamalıdır. Cömertliği kendine şiar edinmelidir.


Kardeşlerim!
Rabbimiz, her daim bizimledir. Bizi, yalnız, yardımsız, desteksiz, sahipsiz bırakmaz. Bize bizden daha yakındır. Gerçekten görmek için bakarsak, her doğrunun, her kemâlin, her cemâlin yanı başında O’nun eserini buluruz. O’nun dosta karşı dostumuz, külfete karşı yardımcımız olduğunu fark ederiz. Bize gösterdiği bu ilgi ve sevgiyi karşılıksız bırakmak, Gerçek Dost’a karşı büyük bir hak bilmezlik ve nankörlük olmaz mı?

Hutbemizi Rabbimizin, kendisini bize tanıttığı şu kutsi hadis ile bitirmek istiyorum: “Kulum beni zikrederken onunla beraberim. O beni kendi başına zikrederse, ben de onu kendim zikrederim. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”
(5)



(1) Haşr, 59/24.
(2) Buhârî, Şürût, 18.
(3) A’râf, 7/180.
(4) Zümer, 39/53.
(5) Buhârî, Tevhid, 15.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »


İLİ : GENEL
TARİH : 05.02.2016


Resim

ŞİMDİ YARALARI SARMA ZAMANI!

Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilik ve Allah’a karşı gelmekten sakınma hususunda yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.”(1)

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kişi, kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder...”(2)

Aziz Müminler!
Dünya üzerinde birbirini alevlendiren nice çatışma ve savaşın yaşandığı ağır bir dönemden geçmekteyiz. İslam coğrafyasının farklı köşelerinde insanlığın utancı niteliğinde kara günler yaşanıyor. Masum Müslümanlar dayanılmaz acılar yaşıyor. Akan kan bir türlü dinmiyor. Çevremiz bir ateş çemberi ile sarılmışken, Türkmen, Arap ve Kürt binlerce kardeşimiz, barış umuduyla ülkemize sığınıyor.
Diğer taraftan ülkemiz de zor zamanlardan geçiyor. Birliğimizi sınayan, bütünlüğümüzü hedef alan hain eller, vatanımızın bir köşesinde şiddeti tırmandırıyor. Onlarca kahraman evladımız şehit düştü. Ciğerler dağlanıyor, ailelerin boynu bükülüyor.
Bugün varlığımızı seferber ederek yıkılanları yeniden inşa etmek, yorulana can, boğulana nefes, kimsesize kimse olmak, kardeşliğimizi bir daha hatırlamak durumundayız. Şimdi gözlerin feri, dillerin duası, yüreklerin cesareti olma zamanıdır. Şimdi yaraları sarma zamanıdır.


Kardeşlerim!
Öncelikle vatanımızın güvenliğini canları pahasına sağlayan aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, onları en derin minnet ve şükranla yâd ediyorum. Yüce Rabbimiz onları rahmet ve mağfireti ile huzuruna kabul buyursun. Mekanları cennet olsun.
Şehitlerimizin ailelerine bir defa daha başsağlığı diliyorum. Şehitlerini en yüce makamlarda ağırlayan Rabbimiz, onlara sabır ve metanet ihsan etsin. Yüreklerindeki yangını söndürsün, gözyaşlarını dindirsin.


Kardeşlerim!
Şimdi milletçe şehitlerimize olan vefa borcumuzu ödeme zamanıdır. Şimdi şehit ailelerinin yaralarını sarma zamanıdır. Onların evlatları biz olalım, ellerini biz öpelim, hallerini biz soralım, dualarımızı onların dualarına katalım. Şehit eşlerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarında yanlarında olalım. Şehitlerimizin bize emaneti olan çocuklarını bağrımıza basalım. Şehit, Rabbine kavuşmuştur, nimetlerle ikrama ermiş, ebedi mutluluğa erişmiştir. Bize düşen, onun ardında bıraktığı emanetlere bu hayatı kolaylaştırmak, hayata tutunma ve ayakta kalma gücü aşılamaktır.

Kardeşlerim!
Şimdi terörün mağdur ettiği kardeşlerimizin yaralarını sarma zamanıdır. Evleri yakılıp yıkılan, şehirlerini terk etmek zorunda kalan, çocuklarını okula gönderemeyen, iş yerlerinin kepenklerini kapatan binlerce insanımız hayata dönmeyi bekliyor. Bugün bizim vazifemiz onlara ensar olmak, dertlerine derman olmak, halleriyle hemhal olmaktır. Bugün bizlere düşen, hayatın eski tadı ve ahengi ile akması ve hatta eskisinden daha büyük umutlar taşıması için kardeşlerimizin yanında olmaktır. Evsize ev, yuvasıza yuva, kimsesize kimse olmayı bilen milletimiz, bugün terör mağduru olan kardeşlerimizi yalnız bırakmayacaktır. Terörle örselenen ruhları tedavi edelim, toprağından koptuğu için garipleşen yüreklere dokunalım. Bu vatanın geleceği olan yavruların gözlerinin önündeki yıkıntı sahnelerini silelim, kulaklarındaki silah seslerini unutturalım.

Kardeşlerim!
Şimdi Bayır Bucak Türkmenlerinin yaralarını sarma zamanıdır. Türkmen kardeşlerimiz, son ana kadar topraklarını zalimlere karşı savunmak ve yurtlarını terk etmemek için uğraşmış, canlarını dişlerine takarak hayatta kalma mücadelesi vermiştir. Son büyük saldırı ve bombalamaların ardından ülkemize sığınan binlerce soydaşımızın ağır yaralarını sarmak için seferber olma zamanıdır. Onlara hicretin zorluklarını unutturacak, kendilerini dost ellerde hissettirecek, yitirdikleri güven ve huzur iklimine kavuşmalarını sağlayacak her türlü yardım ve desteğimiz için gün bugündür. Gün, yaraları sarma günüdür.

Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Diyanet Vakfımız olarak daha önce milletimizin hayır elini dünyanın pek çok noktasına ulaştırdık. Bugün de “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” başlığıyla yeni bir kampanya başlatmış bulunuyoruz. Bu kampanya uzak diyarlara değil, bizzat kendi dünyamıza kendi vatandaşlarımıza, misafirlerimize yöneliktir. Bu itibarla, bugün ülkemiz genelindeki bütün camilerde şehit ailelerimiz, terör mağduru kardeşlerimiz ve ülkemize sığınan Türkmen kardeşlerimiz için bir yardım kampanyası düzenlenmiştir. Rabbim yaptığınız ve yapacağınız yardımlarınızı kabul eylesin.

Kardeşlerim!
Hutbemizi bütün mümin kardeşlerimiz için önemli olduğuna inandığım bir hususu dile getirerek bitirmek istiyorum. Geleceğimizin teminatı yavrularımızın yetişmesi için, göz aydınlığı çocuklarımızı, okullarımızda tercihe bağlı olarak okutulan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin Hayatı derslerini seçmeye teşvik edelim. Bunun, anne babalar olarak üzerimize düşen dini bir vazife olduğunu unutmayalım.



(1) Mâide, 5/2.
(2) Müslim, Zikir, 38.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 12.02.2016


Resim

PEYGAMBERE İMAN TEVHİDİN BİR GEREĞİDİR

Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ ”(1)
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Gönülden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah, cehennemi haram kılar.”(2)

Kardeşlerim!

İman esasları Allah’ın varlığını, birliğini, eşsiz ve ortaksız olduğunu kabul etmekle başlar. İman esaslarından biri de peygamberleri, ayrım yapmaksızın kabul etmektir. Bizler, Müslüman olmanın bir gereği olarak bütün peygamberlere, nübüvvet zincirinin son halkası Muhammed Mustafa’ya (s.a.s) ve onun tebliğ ettiklerinin tamamına şeksiz şüphesiz iman ederiz. Bu imanımızı kelime-i şehadetle gönülden tasdik ederiz.diyerek tevhide olan bağlılığımızı, Efendimize olan iman ve sadakatimizi dile getiririz.

Aziz Müminler!
Peygamber Efendimiz (s.a.s), Allah’ın aramızdan seçtiği, müjdeleyici ve uyarıcı olarak görevlendirdiği, kitabı ile şereflendirdiği son peygamberdir. O, Rabbimizden aldığı vahyi kusursuz bir şekilde bize ulaştırmış, anlatmış, açıklamış ve yaşamıştır. Bu yüzden ona iman eden, Allah’a iman etmiş; onu inkâr eden de Allah’ı inkâr etmiş olur.(3)

Peygamberimiz, bütün insanlığa gönderilmiş bir rahmet vesilesi ve hidayet rehberidir. O, bizlere varoluşumuzun gayesini haber vermiştir. Allah’a kul olmanın, O’nun rızasını ve cennetini kazanmanın yollarını öğretmiştir. Peygamber Efendimiz, özüyle ve sözüyle, her haliyle bizler için ahlak, iffet, şefkat, merhamet ve adalete dair muhteşem bir örnek olarak yaşamıştır. O, ashabına ve “kardeşlerim” dediği bizlere sadakati, dürüstlüğü, vefayı, fedakârlığı öğütlemiştir. Efendimiz, bizim iki cihanda serverimizdir.

Kardeşlerim!
Hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin diliyle bizlere ulaşmıştır. Onun örnekliğinde hayat bulmuş, okunmuş, anlaşılmış ve uygulanmıştır. Kur’an’ı yaşanan bir kitaba dönüştüren Peygamberimizdir. Vahyin ağırlığını ilk karşılayan, ilâhî kuralları ilk açıklayan, insanlara Allah’ın muradını duyuran Peygamber Efendimizdir. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini, rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz öğretmiştir. Orucun ne şekilde ve nasıl tutulacağını, zekâtın hangi mallardan ve ne kadar verileceğini, haccın menasikini bizlere hep Peygamberimiz göstermiştir. Kısacası ibadet hayatımız, onun örnekliğinde şekillenmiştir.

Kardeşlerim!
“Bize Kur’an yeter” anlayışıyla peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir. Bu duruş, Kur’an’ın bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda bize, kendisiyle birlikte Resulüne inanmayı (4) ve tabi olmayı (5) emreder. Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı ister.(6) Dolayısıyla Peygamberimize inanmayan, onun siretini ve sünnetini benimsemeyen bir anlayış, İslam anlayışı olamaz.
Peygambere iman etmeden, Kur’an ile sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz. Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz ve yaşanamaz. Bizi bu konuda ikaz eden yine bizzat Efendimizdir. O şöyle buyurur:
“Sakın sizden birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, köşesine yaslanmış olarak cahilce, ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona uyarız; hadis tanımayız!’derken bulmayayım!”(7)

Kardeşlerim!
Tarihin yüce rehberlerine, insanlığın barış ve umut elçilerine, Efendimiz başta olmak üzere bütün peygamberlere sonsuz salat ve selam olsun. Rabbimiz, bizleri tevhidi hakkıyla anlayan, kendisine hakkıyla kul olan, Resulüne hakkıyla tabi olanlardan eylesin! Peygamberimizin ümmeti olma, onun sancağı altında toplanma ve şefaatine nail olma bahtiyarlığından bizi mahrum bırakmasın. Onun sünnetinden, muhabbetinden, bereketinden bizleri bir an olsun ayırmasın.


(1) Âl-i İmrân, 3/31.
(2) Buhârî, İlim, 49; Müslim, İman, 47.
(3) Nisâ, 4/80. Ayrıca bkz. Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmâre, 33.
(4) Nisâ, 4/136.
(5) A’râf, 7/158.
(6) Ahzâb, 33/36.
(7) İbn Mâce, Sunne, 2; Tirmizî, İlim, 10.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 19.02.2016


Resim
PEYGAMBERLER ALLAH’IN KUTLU ELÇİLERİDİR

Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Biz Allah’a ve Allah’ın bize indirdiği kitaba, aynı şekilde İbrâhim, İsmâil, İshak, Yakûb ve torunlarına indirilenlere; Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve Rableri tarafından bütün peygamberlere gönderilenlere inandık. Allah’ın peygamberleri arasında ayrım yapmayız; biz Allah’a teslim olmuşuzdur’ deyin.”(1) Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Peygamberler, ataları bir kardeşlerdir.”(2)

Kardeşlerim!
Peygamberlerin her biri, Allah’tan aldıkları vahyi insanlara ulaştırmak üzere insanlar arasından seçilmiş kutlu elçilerdir. İman esaslarından biri de hiçbir ayrım gözetmeksizin bu kutlu elçileri kabul ve tasdik etmektir. Bizler, hemen her gün okuduğumuz “Âmenerrasûlü” diye bilinen ayetlerde peygamberlerin tümüne inandığımızı ve aralarında hiçbir ayrım yapmadığımızı dile getiririz.

Aziz Mü’minler!
Yüce Rabbimiz, Kerim kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere peygamberlerin hayatlarından örnek alacağımız kesitler sunar. İlk insan olma şerefi yanında, ilk peygamber de olan, insanlığın içinden süzülüp çıkartılmış, özü itibariyle en temiz ve saf olan Hz. Âdem, Safiyyullah olarak örneğimizdir. Hiçbir taviz ve gevşeklik göstermeden sabırla 950 yıl boyunca tevhid mücadelesini sürdüren Hz. Nuh, Nebiyyullah olarak örneğimizdir. Tevhid uğrunda dağ gibi ateşe atılan, Allah’a sadakatin ve müstakim duruşun sembolü Hz. İbrahim, Halilullah olarak örneğimizdir. Teslimiyetin zirvesine oturan, Allah’ın emrine tereddütsüz “evet” diyen Hz. İsmail, Zebihullah olarak örneğimizdir. İffet ve hayâ ile özdeşleşen, nefsin gayr-ı meşru istek ve arzularına Allah korkusuyla “hayır” diyen Hz. Yusuf, Sıddîkullah olarak örneğimizdir. Doğumuyla Firavun’ları telaşlandıran, Firavun’un sarayında ama Allah’ın gözetiminde büyütülen, peygamberlik verilince de firavunun düzenini yerle-yeksan eden, Allah’ın kendisiyle konuşarak yücelttiği Hz. Musa, Kelimullah olarak örneğimizdir. İsrailoğulları Tevrat’ı, Zebur’u ve peygamberlerinin mirasını, güç ve saltanat adına tahrif edip ifsada başlayınca, iffet abidesi Hz. Meryem’e, Allah Teâlâ’nın kendi ruhundan ‘ol’ emriyle ilkâ ettiği Hz. İsa, Kelimetullah olarak örneğimizdir.

Aziz kardeşlerim!
Bütün vahiylerin zirvesi olan Kur’an-ı Kerimle gönderilen ve peygamberlerin özü, özeti hatta özlemi olan, kıyamete kadar da ona iman etmeden, onun getirdiğine teslim olmadan, dünya ve ahirette kurtuluşun mümkün olmayacağı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), Habibullah olarak bizim ve bütün insanlığın yegâne örneğidir. Bütün bu özelliklerine rağmen yüksek bir tevazu ile Efendimiz, kendisini Hz. Âdem ile başlayan Peygamberlik binasının eksik bir tuğlası olarak nitelendirmiştir. Hz. Âdem’den Hâtem’ül-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’ya kadar tüm peygamberlere salat ve selam olsun. Rabbimiz, bizleri ve neslimizi onların en güzel örnek olan hayatlarından ve kutlu yollarından bir an olsun ayırmasın. Kıymetli Kardeşlerim! İki gün önce insanlıktan nasibini almamış her türlü değerden ve vicdani duygudan yoksun kişi veya kişiler tarafından Ankara’da gerçekleştirilen saldırıda şehit olan güvenlik güçlerimize, hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Haktan rahmet niyaz ediyor, yaralı olan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. Yakınlarına ve milletimize sabır, metanet ve baş sağlığı diliyorum. Cenâb-ı Allah bu saldırıda hayatlarını kaybeden masum kardeşlerimizi engin rahmet-i Rahmanıyla karşılasın. Rabbim millet olarak sabır ve tahammül gücü zorlanan gönüllerimizi onarsın, yaralarımıza derman olsun. Milletimizin başı sağ olsun.
(1) Bakara, 2/136.
(2) Buhari, Enbiyâ, 48.
Hazırlayan : Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 26.02.2016


Resim

ÂHİRETE İMAN

Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(1)

Kardeşlerim!
Bir cuma günüydü. Peygamberimiz (s.a.s) minberde iken bir adam mescide girdi ve onun konuşmasını keserek, “Ey Allah’ın Resûlü, kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Sahâbe, soruyu soran kişiye susmasını işaret ettiyse de o, aynı soruyu üç kez tekrarladı. Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra, “Kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?” dedi. O adam, “Benim, Yâ Resûlallah.” diyerek cevap verdi. Peygamberimiz, “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. O adam, “Benim çok fazla amelim yok. Ancak ben Allah ve Resûlü’nü gerçekten seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdu.(2)

Allah Resûlü (s.a.s), bu hadisiyle o büyük güne, hesap vaktine daima hazırlıklı olmamız gerektiğini vurguluyordu. Kıyametin ne zaman kopacağından çok daha önemli olan, bizim ona ne kadar hazır olduğumuzdu. Kıyamete hazırlık ise, Rabbimizi ve peygamberimizi gönülden sevmekten, Allah ve Resûlü’nün istediği doğrultuda bir hayat sürmekten geçiyordu.

Kardeşlerim!
Öldükten sonra dirilmeye, mahşere, hesaba, âhiret gününe iman etmek, dinimizin temel esaslarından biridir. İnancımıza göre mebde yani her şeyin Allah tarafından yoktan yaratıldığı, meâd yani bâkî olan Allah dışında her şeyin bir gün yok olacağı inancı birbirinden ayrı düşünülemez. Varlığın hakikatini, hayatın anlamını, yaratılışın gayesini bilmeyen, ölümü, ölüm ötesini, yeniden dirilişi, kıyameti, hesabı, âhireti anlayamaz. Âhiretin, bizim ebedî yurdumuz, sonsuz ikamet mahallimiz olduğunu kavrayamaz.

Aziz Müminler!
Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, anlamsız ve gayesiz yaratılmadığımızı, başıboş bırakılmadığımızı, ölümle birlikte yepyeni bir hayata doğacağımızı bizlere haber vermektedir. Dünyanın bizler için aldatıcı bir meta olduğunu sıklıkla hatırlatmaktadır. Hayatın dünyadan ibaret olduğu fikrinin, kişiyi inkâra sürükleyeceğini bildirmektedir. Âhireti yok sayan bir dünyanın oyun, eğlence, gösteriş ve övünmeden ibaret olduğunu vurgulamaktadır.

Kardeşlerim!
Fâni olan dünya hayatı, ebedî âhiret hayatına giderken konakladığımız geçici bir menzildir. Bizler, ebedî yurdumuzu, âhiretimizi bu dünyada kazanacağız. Dünya bir imtihan yeriyken, âhiret hesap, sırat, mizan, cennet ve cehennem safahâtıyla hakikatin ve mutlak adaletin zuhur edeceği yerdir. O gün, dünya hayatında yaptığımız her hayrın mükâfatını göreceğimiz gibi, işlemiş olduğumuz her günahın da hesabını vereceğiz. Kimseye zerre miktarı haksızlık yapılmayacaktır.

Bu şuurla hayatını tanzim eden bir kişi, sürekli kendini hesaba çekecektir. Allah’ın huzurunda vereceği hesabı düşünecek, haramdan, günahtan, kötülükten uzak durmaya çalışacaktır. Şerrin kilidi, hayrın anahtarı olmak için çabalayacaktır. Helâl, sevap ve iyilik peşinde bir hayat sürme idealinde olacaktır. Bu inanç ve anlayışın yerleştiği bir toplum da elbette barış, huzur ve güven toplumu olacaktır.


Kardeşlerim!
Mizanda salih ameli ağır basanlar, ahirette kurtuluş ve felaha ereceklerdir. İyilikleri hafif gelenlerse, kendilerine yazık etmiş olduklarını itiraf edeceklerdir. Unutmayalım ki; cennet, tohumunu bu dünyada ektiğimiz bir bahçedir. Cehennem ise, ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir ocaktır.
Hutbemi şu dualarla bitirmek istiyorum:

“Allah’ım! Bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”(3)
“Allah’ım! Ebedî yaşayacağım ahiret hayatımı benim için hayırlı eyle! Hayatı her türlü iyiliği artırmama vesile kıl! Ölümü de her türlü kötülükten kurtuluşuma vesile eyle!”(4)


(1) Haşr, 59/18.
(2) Tirmizî, Zühd, 50.
(3) Bakara, 2/201.
(4) Müslim, Dua, 71.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü


(Not: Bu hutbeyi Ayşe Hafsa Sultan camisinde(Manisa) dinlemek nasip oldu çok şükür.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 04.03.2016


Resim

KİTAPLARA İMAN

Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah, sana Kur’an’ı hakk ile ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; furkanı da indirdi…”(1)

Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, insanı varlıkların en şereflisi olarak yarattı. Onu kendisine muhatap kabul etti. İnsanlığın tarihi, vahiyle, ilâhî kelâmla başladı. Rabbimiz, kelâmını, muradını kitaplarıyla, peygamberleriyle bizlere ulaştırdı. Kâinatı mamur kılmamız için bizi vahiyle, bilgiyle donattı. Bizlere yol gösterdi. Kendini tanımamız, O’na ibadet etmemiz, her iki dünyada huzur ve mutluluğa ermemiz için bizleri vahiyle destekledi. Hayatın ve ölümün, dünyanın ve ahiretin anlamını, doğruyu yanlışı, hakkı batılı, iyiyi kötüyü vahiyle bildirdi. Ahlak ve erdemi, adalet ve hakkaniyeti vahiyle öğretti.

Kardeşlerim!
İnsanlık tarihinde zaman zaman tevhidin, yaratılış hikmet ve gayesinin unutulmaya yüz tuttuğu dönemler yaşanmıştır. Yüce Rabbimiz, peygamberleriyle doğru yolu insanlığa yeniden göstermiştir. Yaşanılması için kitaplar göndermiştir. Allah’ın kitapları, sözlerin en güzeli olan Allah kelâmının harflere, satırlara dökülmüş şeklidir. Mümin olmanın esaslarından biri de Allah’ın kitaplarına imandır. Kitaplara iman, Allah kelâmının hakk olduğunu, doğru olduğunu tasdik etmektir. Kitaplara iman, onların her birinin kendisinden öncekini tasdik ettiğini ve son halkasının Kur’an ile taçlandırıldığını kabul etmektir.

Kardeşlerim!
İlâhî kitaplara ayrım gözetmeksizin iman etmemiz emredilir. Bu iman, hiç şüphesiz o kitapların bozulmamış, Allah’tan geldiği şekliyle muhafaza edilmiş hâlleri için söz konusudur. Biz müminler, ilahi kitapların asıllarına iman ederiz. Onların tahrif edilmemiş hallerinin, Allah kelâmı olduğunu kabul eder, onlara saygıda kusur etmeyiz. Kitabı inkâr etmenin, aslında onun sahibini inkâr etmek anlamına geldiğini biliriz. Kur’an dışındaki mevcut ilâhî kitapların asıllarının, insanlar tarafından değiştirildiğini de kabul ederiz.

Kardeşlerim!
İlâhî rehberler olan kutsal kitapların tahrif edildiği bir dönemde Rabbimiz, peygamber olarak Efendimizi göndermiştir. Bir kez daha vahyi ile insanlığa yol göstermiştir. İlk insan ile başlayan vahiy geleneği, Muhammed Mustafa (s.a.s) ile nihayete ermiştir. O, Hâtemü’n-Nebiyyindir, son peygamberdir. Onun, bizzat yaşayarak bizlere öğrettiği Kur’an-ı Kerim son ilahi kitaptır. Artık tek rehber, hidayetin kaynağı Kur’an’dır. Dünya ve âhiret saadeti, Kur’an’da ve Resûlullah’ın örnekliğinde bize takdim edilen yüce değerleri yaşamaya bağlıdır.

Kıymetli Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerim, Efendimizin ümmetine bıraktığı en büyük mirasıdır, yaşayan mucizesidir. “Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (2) âyetinde bildirildiği gibi o Allah’ın muhafazası altındadır.

Kur’an, bize var oluşumuzun anlamını, hayatımızın gayesini gösterir. Nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi anlatır. Nasıl iyi bir kul, nasıl iyi bir evlat, nasıl iyi bir komşu, hâsılı nasıl iyi bir insan olacağımızı öğretir. Merhameti, adaleti, iyiliği öğütler. Kur’an’ı okumak ibadet, dinlemek ibadet, anlamak ibadettir. Onu yaşamak ise yaratılışımızın gayesidir. Kur’an, kendisine tutunan için koruyucu ve kurtarıcıdır. Şifa kaynağı, hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir. Kur’an’ın rehberliğinde, Efendimizin örnekliğinde hayatlarını tanzim edenler, asla yollarını şaşırmayacaklardır;
(3) istikametlerini kaybetmeyeceklerdir.

Yüce Rabbimiz, bizleri Kerim Kitabımızın nurundan, rehberliğinden, Efendimiz (s.a.s)’in örnekliğinden mahrum bırakmasın. Hutbemi Peygamberimizin şu hadisiyle bitirmek istiyorum:
“Sözün en güzeli Allah’ın kelâmı, en güzel yol da Muhammed’in yoludur.” (4)



(1) Âl-i İmrân, 3/2-4.
(2) Hicr, 15/9.
(3) Muvattâ, Kader, 1.
(4) Nesâî, Sehv, 65.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 11.03.2016


Resim

DÜNYAYI İYİLİK DEĞİŞTİRİR

Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilikle kötülük asla bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde iyilikle ortadan kaldır. O zaman göreceksin ki, seninle arasında husumet bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”(1)

Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) bizleri şöyle uyarıyor:
“ ‘İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, kötülük yaparsa biz de kötülük yaparız.’ diyen sıradan kimseler gibi olmayınız. Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilikle karşılık vermeyi, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getiriniz.”(2)

Kardeşlerim!

Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifte, hayatımızın herhangi bir safhasında karşılaşabileceğimiz husumetlere karşı nasıl bir tavır takınacağımız öğretiliyor bizlere. Kötülüklerin, ancak iyilikle ortadan kaldırılabileceği belirtiliyor. Yüreğimizi kötülüğe esir etmekten, kötülüklerle onu bir taşa dönüştürmekten sakınmamız gerektiği haber veriliyor. İyilik, şefkat, merhamet gibi ulvi hasletlerle önce kendi gönüllerimizi mamur etmemiz, sonra da bunları çevremize ve dünyamıza dalga dalga yaymamız isteniyor.

Aziz Müminler!

İslâm medeniyetinde iyilik, var oluşun temel gayesidir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünde iyilik, birr ve ihsan, hayır ve marufu egemen kılmak için yaratmıştır. İnsan, bu dünyada iyi, doğru, güzel, hayırlı ve faydalı olan işleri yapmak için vardır. Kötü, yanlış, çirkin ve zararlı işlerden kaçınmak ve bunlara engel olmak için vardır.

İmanın ve her türlü ibadetin bize kazandırmak istediği haslettir iyilik. İyi ve iyilik, insanı insan kılan değerlerin bütünüdür. İyi bir kul, iyi bir evlat, iyi birer anne-baba, iyi bir eş, iyi bir komşu, iyi bir dost, iyi bir arkadaş olmak, kısacası iyi bir insan olmak İslam’ın her birimizde görmek istediği en önemli özelliktir.


Kardeşlerim!
İyilik, insanın sadece kendi menfaati için çalışması demek değildir. İyilik sadece maddi yardımları anımsatacak kadar dar kapsamlı da değildir. İyiliğin bitmez tükenmez çeşitleri vardır. Bizi iki cihanda aziz kılacak, huzur ve mutluluğa ulaştıracak, bize Rabbimizin rızasını kazandıracak her türlü söz, tutum ve davranış iyiliktir.

İyilik yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe sığınak, muhtaca imdat olmaktır, dünyayı yaşanılır kılmaktır. İyilik, ümmetin boynu bükük yetimlerinin başını şefkatle okşayabilmektir. Mazlumları sevindirmek, İslam coğrafyasının mülteci durumuna düşen muhacirlerine ensar olabilmektir. İyilik, ağır hayat yükünü omuzlamak zorunda kalan engelli kardeşlerimizin önündeki engelleri kaldırabilmektir. Darda, yolda kalmışa yardım elimizi uzatmak, kimsesize kimse, çaresize çare olabilmektir iyilik. İyilik, bazen kardeşimizin yüzüne tebessümle bakmak, bazen de sıkıntılı anlarımızda birbirimiz için âminlerde buluşmaktır. Unutulmamalıdır ki; insan kardeşini ne kadar düşünürse, mazlumun, yetimin, kimsesizin derdiyle ne kadar hemhal olursa kendisine de o kadar iyilik yapmış olur.


Aziz Kardeşlerim!
Üzülerek belirtmek gerekir ki; her geçen gün çevremizi ve insanlığı kötülükler kuşatıyor. İyilik anlayışı gün geçtikçe zedeleniyor. Dünyanın bir bölümü açlık, sefalet ve korku içinde temel ihtiyaçlarını karşılamanın mücadelesini veriyor. Diğer bir bölümü ise sorumsuz ve ölçüsüzce arzularının peşinden koşuyor. İnsanoğlu, hırs ve tamah, heva ve heves uğruna insaf, vicdan ve merhametini kaybediyor.

Kardeşlerim!
Bugün insanlık, kötülüğü kötülükle, şiddeti şiddetle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Kötülüğe kötülükle mukabele etmenin, sadece ve sadece kötülüğün sayısını artıracağını göz ardı ediyor. Oysa Yüce Rabbimiz, bütün insanlığa muhteşem bir yol gösteriyor. Kötülüklerden kurtulmamız için yeryüzünde iyiliği egemen kılmamızı emrediyor. İyiliği egemen kıldığımızda kötülüğün kendiliğinden ortadan kalkacağını, şerrin hayırla; fesâdın ıslahla düzeltilebileceğini haber veriyor. Kötülüklerin esiri olmamamız için kalbimizden kin, öfke ve nefreti atmamızı, gönüllerimizi rahmet, şefkat, merhamet, muhabbet gibi erdemlerle müzeyyen kılmamızı istiyor.

Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz! Hep birlikte kalplerimiz arasında iyilik ve merhamet köprüleri kuralım. İyiliği hanelerimizde, memleketimizde, ülkemizde ve dünyamızda dalga dalga yayalım. Dünyayı iyiliğin değiştireceğini unutmayalım.

Hutbemi Rabbimizin Kerim Kitabımızda bize öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum:
Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru! (3)


(1) Fussilet, 41/34.
(2) Tirmizî, Birr, 63.
(3) Bakara, 2/201.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 18.03.2016


Resim

ÇANAKKALE VE BİRLİK RUHU

Kardeşlerim!
Öncelikle hutbeme başlarken geçen Pazar günü Ankara’daki menfur saldırıda hayatını kaybeden tüm kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Ve hepinizi, hayatını kaybeden kardeşlerimizin aziz ruhları için birer Fatiha okumaya davet ediyorum. el-Fâtiha.

Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Yılgınlık göstermeyin, hüzünlenmeyin. Eğer iman etmiş kimseler iseniz üstün gelecek olan sizlersiniz.” (1) Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın duvarları gibidir.” (2)

Kardeşlerim!
Bundan bir asır önce kahraman ecdadımız, bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye haykırdı. Onlar, i’lâ-yı kelimetullah için, din-i mübin-i İslâm için kanlarını ve canlarını feda ettiler. Şehadet şerbetini içtiler, o yüce mertebeye eriştiler. Tevhidi savundular, İslâm’ın izzet ve şerefini, Müslümanların haysiyet ve onurunu müdafaa ettiler. Mabetlerimize namahrem eli değdirtmediler. Şehadetleri dinimizin temeli olan ezanlarımızın susturulmasına müsaade etmediler. İmanlarıyla, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, Allah’ın inayet ve yardımıyla büyük bir zafer kazandılar. Bu vesileyle başta Çanakkale şehitlerimiz olmak üzere bütün şehitlerimize Yüce Rabbimizden rahmet diliyorum.

Aziz Müminler!
Nasıl ki insanların fert olarak imtihanları söz konusuysa milletlerin de imtihanı vardır. Millet olarak biz de tarihin hemen her döneminde zorlu imtihanlardan geçtik. Varlığımıza, inancımıza, mukaddesatımıza, huzurumuza kast edildi. Vicdanı körelmiş, insafını kaybetmiş güçler, bizi tarih sahnesinden silmek amacıyla Çanakkale’de olduğu gibi, Sakarya’da, Dumlupınar’da var güçleriyle üzerimize geldi. Bu ordular karşısında elimizde güçlü silahlarımız yoktu; fakat kalplerimiz iman doluydu. Gönüllerimiz birbirine sımsıkı bağlıydı. Aynı secdede Rahman’a kul olmakla, aynı kıblede istikameti bulmakla, birbirimize verdiğimiz değerle, muhabbetimizle, birlik ve beraberlik ruhuyla bütün zorlukların üstesinden geldik. Din, ezan, bayrak ve mukaddesat uğrunda Doğusuyla, Batısıyla, Kuzeyiyle, Güneyiyle hep birlikte aynı safta mücadele ettik. Binlerce evladımızı şehit vererek bu toprakları hep birlikte vatan kıldık.

Aziz Kardeşlerim!
Bugün millet ve yaşadığımız coğrafya olarak yine ağır bir imtihandan geçiyoruz. Bizi birbirimize düşürmek, gücümüzü zayıflatmak isteyenler tarafından, ülkemiz, bir ateş çemberinin içerisine çekilmeye çalışılıyor. Mezhep, meşrep, ırk, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin kardeşliğimiz, birlik ve beraberliğimiz, huzurumuz hedef alınıyor. Nice evladımız, geleceğimiz için şehadet şerbetini yudumluyor. İnsanlıktan nasibini alamamış, hiçbir ahlaki ve insani değer tanımayanlarca gerçekleştirilen hain terör saldırılarında masum kardeşlerimizi yitiriyoruz, yaralanıyoruz. Büyük üzüntüler yaşıyoruz.
Bize bu acıları yaşatanlar, kardeşliğimizi, birlik ve dirliğimizi hedef alanlar bilmelidirler ki; bizler bu topraklarda rengi rengine, dili diline, sesi sesine, gönlü gönlüne karışmış bir milletiz. Bizler asırlardır sevinçte-kederde, varlıkta-yoklukta birlikte ağlayıp birlikte gülmüş bir milletiz. Acı, şiddet ve korku bizi asla yıldıramayacaktır. Aksine bizi birbirimize daha fazla kenetleyecek, kardeşlik bağlarımızı daha da pekiştirecektir.


Kıymetli Kardeşlerim!
Yeter ki bizler, milletimizin, ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızın farkında olmaya devam edelim. Şiddet, korku ve acıyla bizi birbirimize düşürmek isteyenlere inat, gönüllerimizi hiçbir ayrım gözetmeksizin sımsıkı kenetleyelim. Yeter ki gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı, “sen”, “ben” anlayışını bir kenara bırakıp “biz” anlayışıyla yekvücut olalım. Terörün ve onu kullanan şer odaklarının, topyekûn ülkemize, milletimize, kutsalımıza, istikbalimize kastettiğini asla aklımızdan çıkarmayalım. Yeter ki her türlü fitne, hile, tuzak ve oyuna karşı uyanık olalım. Aramızdaki muhabbet ve kardeşliği zedeleyecek her türlü söylem ve eylemden uzak duralım. Aksi takdirde terörün ve onu yönlendiren karanlık mihrakların emellerine alet olacağımızı asla unutmayalım.

Kardeşlerim!
Geliniz! Şu mübarek Cuma vaktinde, hep birlikte Rabbimize şöyle yalvaralım:
Rabbimiz! Kardeşliğimize, birliğimize, dirliğimize, izzetimize, şerefimize göz dikenlere fırsat verme! Allah’ım! Dinimizin, milletimizin bekasını sarsacak her türlü dahili ve harici saldırılardan, fitne ve fesatlardan milletimizi, memleketimizi ve âlem-i İslam’ı muhafaza eyle! Varlığımıza, canlarımıza, mukaddesatımıza, huzurumuza kast edenlere karşı milletçe yekvücut olmayı nasip eyle Allah’ım! Rabbimiz! Bu toprakları vatan kıldığımız günden bugüne kadar nasıl birlikte kardeşçe yaşadıysak bundan sonra da bu şekilde yaşamayı bizlere nasip eyle!


(1) Âl-i İmrân, 3/139
(2) Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 25.03.2016


Resim

HAK VE HAKİKAT

Aziz Müminler!
Allah Resulü (s.a.s), bir gün ashâbı ile otururken onlara, “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Ashâbdan söz alan biri, “Müflis, malı mülkü olmayan kimsedir.” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz, asıl müflisi şöyle tarif etti ve onun ibretli akıbetini haber verdi: “Müflis, dünyadayken namazını kılmış, orucunu tutmuş, zekâtını vermiş olarak kıyamet günü Allah’ın huzuruna gelen fakat kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını gasp etmiş, kimine hakaret etmiş, kiminin canına kast etmiş kişidir. Yapmış olduğu iyiliklerin sevabı, dünyada bir şekilde haklarını ihlal ettiği hak sahiplerine verilir. İşlemiş olduğu günahlara karşılık iyilikleri kifayet etmezse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.”(1)

Rahmet Elçisi’nin dilinden dökülen bu kutlu söz, iman ve sorumluluk, iman ve amel, söz ve ahlak konusunda hassasiyet göstermeyen kişinin o büyük günde uğrayacağı hüsranı vurgulamaktadır.

Kardeşlerim!
Bizler, bu dünyaya her şeyden önce Hak ve hakikate şahitlik etmek için gönderildik. Hak ve hakikatin kaynağı, sahibi ve belirleyicisi olan Yüce Rabbimiz, “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun...”(2) buyurdu. Ve bütün inananları hakkı tanımaya, hakikati duyurmaya, adaleti yüceltmeye davet etti.

Bizler de, imanımız ve Müslümanlığımızın tescili olan kelime-i şehadetle Rabbimizin varlığına ve birliğine, sonsuz kudretine, O’nun Âlemlere Rahmet Elçisi Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın peygamberliğine şahitlik ettik. Bu, sadece dilden dökülen bir şahitlik değildi elbette. Bu ulvi şahitlikle ağır bir sorumluluk da üstlendik. Rabbimize, bize emanet ettiği hak ve hakikate sahip çıkma, şahitlik etme, onu yaşama ve yaşatma sözünü verdik.


Kıymetli Kardeşlerim!
Hakka sahip çıkmak, Rabbimize, kendimize, çevremize ve bütün yaratılmışlara karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir. Rabbimize karşı hak ehli olmak, O’na karşı vazifelerimizde teslimiyet ve sadakat sahibi bir kul olmaktır. Her vesile ile O’nun rızasını aramaktır.

Kendimize karşı hak ehli olmak, Allah’ın lütfu olan nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Zihnimizi kötü düşüncelerin esiri yapmamaktır. Dilimizi kötü sözlere kapatmaktır. Bedenimizi kötülükten korumak, insanlığın hayrı ve faydası için kullanmaktır.
Çevremize karşı hak ehli olmak, onlara karşı şefkat, merhamet, insaf ve adaletle davranmaktır. Dili, ırkı, mezhep ve meşrebine bakmaksızın hiç kimsenin can, mal, onur ve haysiyetine dil uzatmamaktır. Dünyanın sadece bize değil, bizim dışımızdakilere de ait olduğunu unutmamaktır.


Kardeşlerim!
Her türlü israftan kamu malını çarçur etmeye; kumardan gaspa; dolandırıcılıktan hırsızlığa; aldatmadan hileye; karaborsacılıktan haksız kazanca; gıybetten iftiraya; yalandan sahteciliğe; cinayetten şiddet ve teröre, İslam’ın yasakladığı bütün davranışlar, aslında hem Allah’ın hakkına hem de insanların hakkına bir tecavüzdür, zulümdür. Müslüman, bu gibi durumlarla bir arada olamaz. Müslüman, bu gibi kötülüklerle anılamaz. Mümin, asla başkalarının hakkını gasp edemez. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliğe sessiz de kalamaz. Zulme duyarsız olamaz. Zalimin yanında yer alamaz. Çünkü mümin, Peygamberimizin tarif ettiği gibi, insanların elinden ve dilinden emin oldukları, canları ve mallarını kendisine karşı güvende bildikleri kişidir.(3)

Kardeşlerim!
Bizler, dünyada gerçek anlamda hakkı, hukuku tesis etmiş, adaleti yüceltmiş bir medeniyetin mensuplarıyız. Biliyoruz ki, hiçbir haksızlık, hiçbir zulüm ebedi değildir. Ve yürekten inanıyoruz ki; hakkı tutup kaldırdığımız sürece batıl bize asla zarar veremeyecektir. Haklının yanında olduğumuz müddetçe Rabbimiz bizi yüceltecektir. Yeter ki bizler, hak ve hakikatin kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’i ve Efendimiz (s.a.s)’in sünnetini kendimize rehber edinelim. Yeter ki, hak benim, hakikat yalnız benim elimdedir demeyelim. Dinimizin bize öğrettiği hak duyarlılığına sahip olalım ve bunu yaymak için çabalayalım.
Hutbemi gönülden “âmin” diyeceğimiz şu dua ile bitirmek istiyorum:


“Allahım! Hakk’ı hak bilip Hakk’a uymayı, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan kaçınmayı bizlere nasip eyle.”


1 Müslim, Birr ve Sıla, 59.
2 Maide 5/8.
3 Nesâî, İman ve Şerâiuhû, 8.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 01.04.2016


Resim

ÖFKEYE HÂKİM OLABİLMEK

Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlardır, öfkelerine hâkim olanlardır, insanları affedenlerdir.”(1) buyurarak takva ehli müminlerin bir özelliğinin de öfkeyi kontrol edebilmek olduğunu haber vermektedir.

Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken onlara, “Pehlivan kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Sahabe, “Pehlivan, güreşte rakibini yenen kişidir.” cevabını verdi. Bunun üzerine Efendimiz, “Asıl pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, öfke anında kendisine hâkim olup öfkesini yenebilendir.”(2) buyurdu.

Merhamet Peygamberi, bu sade ama bir o kadar da anlamlı benzetmeyle gönüllere ve zihinlere nakşedilecek bir mesaj veriyordu. Nice pişmanlıklara, gözyaşlarına, âh-vâhlara neden olan öfkeye mağlup olmamamız konusunda bizleri uyarıyordu. Efendimiz, bir taraftan öfke kontrolü konusunda ashabını eğitirken bir taraftan da her birimiz için vazgeçilmez öğütlerde bulunuyordu. Bir defasında kendisine gelip, “Yâ Resûlallah! Bana özlü bir tavsiyede bulun!” diyen birine, Efendimiz;
“Öfkene hâkim ol!” (3) demekle yetiniyordu.

Aziz Müminler!
Yüce Rabbimiz, öfkeden sakınma konusunda Kerim Kitabımızda peygamberlerin hayatlarından bizlere kesitler sunar. Bu peygamberlerden biri Musa (a.s.)’dır. Onun yokluğunda kardeşi Harun, kavminin hidayetten uzaklaşmasına engel olamamıştı. Bu duruma öfkelenen Hz. Musa, onu yakasından tutup hiddetle silkelemişti. Neticede kardeşinin ikazıyla öfkesine hâkim olmuş ve “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bize rahmetinle muamele eyle. Sen merhameti engin ve sonsuz olansın.”(4) yakarışıyla Rabbine sığınmıştı.

Yunus (a.s.), kavmini bir olan Allah’a teslimiyet ve kulluğa davet etmişti. Ancak onlar, bu daveti karşılıksız bırakmışlardı. Bunun üzerine Yunus Peygamber, bir hışımla kavmini terk edip gitmişti. Ama öfkesi onun için bir imtihana dönüşmüştü. Bir balığın karnında karanlıklar içerisinde kalmış, sabrın ve itidalin anlamını bir kez daha kavramıştı. Nedametle Rabbine şöyle iltica etmişti:
“Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Ben gerçekten kendine yazık edenlerden oldum.”(5)

Kıymetli Kardeşlerim!
İnsanlığın yolunu aydınlatan peygamberlere dair bu örneklerle bizi eğitir Âlemlerin Rabbi. Peygamberlerin dahî kimi zaman öfkelendiklerini ancak öfkelerini Allah’a sığınarak yendiklerini öğretir. Peygamberimiz (s.a.s) de, öfke anında kişinin Allah’a sığınmasını, hesabı, sevap ve günahı hatırlamasını tavsiye etmiştir.(6) Öfkelenince dilimizin isyan, küfür, intikam sözcüklerine değil; dua, sükûnet, esenlik ifadelerine tercüman olmasını istemiştir.

Kardeşlerim!
Olgun bir insan ve kâmil bir mümin olmanın tezahürlerinden biri de öfkeye hâkim olabilmektir. Onun bir anda parlayan ateşine odun değil su taşımaktır. Zira öfkesine yenik düştüğünde insanın gözü kör, kulağı sağır olur; insaf ve vicdanı devre dışı kalır. Öfke seline kapılan kişi merhametten, hoşgörüden yoksunlaşır; kırıcı, yıkıcı hale gelir. Hatta ölümle sonuçlanacak kadar aşırı davranışlar sergileyebilir.

Nitekim günümüzde öfkenin sebep olduğu nice olumsuzluklara, ibretlik ve hazin tablolara hemen her gün şahit olmaktayız. Şeytan, öfke silahıyla aramıza kin, nefret, intikam tohumları ekmektedir. Nice akrabalık, dostluk ve kardeşlikler sudan sebeplerle başlayan kavga ve çekişmelerle husumete dönüşebilmektedir. Bir anlık öfke, ailelerde, iş ortamlarında, hâsılı gündelik hayatın farklı alanlarında nice mutlulukları alıp götürmekte, nice hayalleri yok etmektedir. Nice yuvalar, bir anlık öfke ateşiyle yanıp kül olmaktadır. İnsanoğlunun öfkeye yenik düşmesinin bedelini kimi zaman masum eşlerin, çocukların, anne-babaların, komşuların, suçsuz insanların canlarıyla ödemesi, yüreklerimizi parçalamaktadır.


Kardeşlerim!
Bugün, insanlık olarak bir stres çağında yaşıyoruz. Gündelik hayatta zaman zaman bizi çileden çıkaran olaylarla karşılaşıyoruz. Fakat bizler, öfkemizde haklı olsak dahî, öfkenin bizi nerelere sürükleyebileceğini asla unutmayalım. Hayatın bir imtihan olduğu gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım. Duyduğumuz her sözü, başımıza gelen her bir olayı akl-ı selimin süzgecinden geçirelim. Geliniz, müminler olarak daima şefkat, merhamet, hoşgörü ve sabrı kuşanalım. Öfkenin esaretiyle, kin, nefret, husumet gibi duygularla yüreklerimizi karartmayalım. Mevlanâ’nın “Hilm kılıcı, öfke kılıcından keskindir.” sözünü kendimize şiar edinelim.
Yüce Rabbimiz bizleri öfkesine mağlup olanlardan değil; sabrı kuşanan, öfkesini yenebilen, haklıyken dahî affedebilen müttaki kullarından eylesin!


Kıymetli Kardeşlerim!
Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, bir kez daha rahmet, bereket ve bağışlanma mevsimi olan üç ayların eşiğine ulaştık. Önümüzdeki Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Regâib Kandili’ni idrak edecek ve üç ayların ilki olan Recep ayına gireceğiz. Regâib Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Yüce Rabbimiz, üç ayları en güzel şekilde değerlendirebilmeyi, rızasını kazanmış olarak hep birlikte Ramazan bayramına erişebilmeyi nasip eylesin.


(1) Âl-i İmrân, 3/134.
(2) Müslim, Birr, 106; Ayrıca bkz. Buhârî, Edeb, 76.
(3) Buhârî, Edeb, 76.
(4) A’râf, 7/151.
(5) Enbiyâ, 21/86-88; Ayrıca bkz. Saffât, 37/139-148.
(6) Buhârî, Edeb, 44.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 08.04.2016


Resim

HZ. PEYGAMBER, TEVHİD VE VAHDET

“Lâ İlâhe İllallah” diyerek kelime-i tevhidi samimi bir şekilde gönlüyle tasdik, diliyle ikrar eden ve tevhid inancını benimseyen muvahhid kardeşlerim!

Rab olarak Yüce Allah’ı, din olarak İslam’ı, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’yı, Kitap olarak Kur’an-ı Kerim’i kabul eden bahtiyar müminler!

Allah’ın lütfu ile kardeş olan, kardeşliklerini bu mabette yan yana saf tutarak, aynı duygu ve gayeleri paylaşarak pekiştiren kıymetli kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun.


Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.”(1)

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Âdem'in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”(2)

Kardeşlerim!
Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinin yıldönümü olan yeni bir Kutlu Doğum Haftasına daha girmiş bulunuyoruz. Bu hafta içerisinde, Peygamberimizi anmak ve onun mesajlarını anlamak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu sene yüce dinimizin tevhid inancı ve vahdet anlayışına dikkat çekmek ve bu konuda bir bilinç oluşturmak amacıyla Kutlu Doğum Haftası’nda “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temasını gündeme taşıyacaktır.

“İnsanlığı diriltmek, insanlığı yaşatmak ve insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım!” çağrısıyla Peygamberimiz (s.a.s)’in ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, tevhid ve vahdet konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. İnsanlığın topyekûn sıkıntılı süreçlerden geçtiği şu günlerde, parçalanan zihinlerin, yaralanan gönüllerin tamirine katkı sağlanacaktır. Bu vesileyle Kutlu Doğum Haftanızı tebrik ediyorum. Bu haftanın hepimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum.


Aziz Müminler!
Tevhid, Yüce Rabbimizin varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde yaymak ve egemen kılmak üzere gönderilmiştir. Onlar bu uğurda çetin mücadeleler vermişler, ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Tevhid inancının son elçisi olarak Yüce Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’i görevlendirmiştir. Âlemlere rahmet Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa yeniden tebliğ etmiştir. Yalnızca Allah’a kul olmaya ve insanca bir yaşayışa çağırmıştır. Rahmet peygamberi, kısa bir sürede şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden muvahhit bir toplum inşa etmiştir. Onun Mekke’de yaktığı tevhid meşalesi her geçen gün yayılmıştır. Öyle ki bu meşale ile karanlıklar, aydınlığa; zulüm, adalete; kin ve nefret, şefkat ve merhamete dönüşmüştür.

Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s), sadece tevhid inancını değil, beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Bu anlayış, Ensar ve Muhacir arasında zirveye çıkan kardeş olma, birlik olma, bütün olmaya dair en nadide örnekleri insanlığa takdim etmiştir. Efendimizin vahdet anlayışı ile dilleri, renkleri, ırkları farklı ama inançları, gayeleri, gönülleri aynı “birler” “bin”, “binler” “bir” olmuştur.

Aziz Müminler!
Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değildir, aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid inancının bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmaktır.

Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı ise vahdettir. Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadır. Birlikte yaşama şuuruna sahip olmaktır, ortak değerler etrafında kenetlenmektir, ortak ideallere yönelmektir. Vahdet, tevhidin sancağı altında toplanmaktır, Allah yolunda her türlü çıkarı bir kenara bırakmaktır. Varlığımızı, yokluğumuzu, acılarımızı, sevinçlerimizi, dualarımızı ortak kılmaktır vahdet. Müslüman kanının dökülmesini, Müslümanların bölünüp parçalanmasını engellemek için var gücümüzle çalışmaktır.

Vahdet, İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkında olmaktır. Unutulmamalıdır ki yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün insanlığa huzur ve saadet getirecek yegâne çözüm İslam’dadır, imandadır, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışındadır. Ancak bunun için bizim tevhid ve vahdeti iyi ve doğru bir şekilde idrak etmemiz gerekmektedir.


Kıymetli Kardeşlerim!
Özelde Müslümanların, genelde ise bütün insanlığın tarihin en buhranlı günlerini geçirdiği şu süreçte bizlere büyük görevler düşmektedir. Küfrün karşısında tek ses, zalimin karşısında yekvücut olmak biz Müslümanların en önemli görevlerindendir. Ancak bunu başarabilmemiz, her şeyden önce birbirimizin mezhebini, meşrebini, ırkını, dilini, coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını esas almakla mümkündür. Birliğe, dirliğe ve huzura giden yol da; dostu düşmanı tanımanın yolu da; başkalarının değil, ümmetin yüzünü güldürmenin yolu da buradan geçmektedir.

Kardeşlerim!
Kutlu doğumunu idrak edeceğimiz Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü evrensel mesajların; başta ülkemiz olmak üzere bütün Müslümanların vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. İnsanlığın, merhamet dini İslam’ın rahmet ve adaletinden hiçbir zaman nasipsiz kalmamasını, Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine vesile olmasını diliyorum.


(1) En’âm, 6/102.
(2) Tirmizî, Menâkıb, 74.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 15.04.2016


Resim

TEVHİD VE VAHDET MEDENİYETİ

Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet ediniz.”(1)
İşte bu âyet Müslümanların tek bir ümmet olduğunu gayet açık bir şekilde bize göstermektedir.

Kardeşlerim!
Müslümanlar, Mekkelilerin baskı ve zulümlerinden dolayı dinlerini yaşayamaz hale gelmişlerdi. Efendimiz (s.a.s) onların başka bir diyara göç etmelerine izin vermişti. İslam’ın bu ilk muhacirlerinin başında Peygamberimizin amcası Ebu Talib’in oğlu Cafer vardı. Habeş Kralı Necaşi, ülkesine sığınan bu insanları dinlemek istedi ve onları huzuruna kabul etti. Cafer ve arkadaşları, içeri girerken gelenekte olduğu üzere kralın huzurunda secdeye kapanmamışlardı. Necaşi bunun sebebini sorduğunda, Cafer, “Biz Allah’tan başka kimseye secde etmeyiz.” şeklinde cevap verdi ve sözlerine şöyle devam etti: “Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. İnsanlıkla bağdaşmayan bütün kötülükleri işlerdik. Hak ve hukuka riayet etmezdik. Biz bu haldeyken Allah, içimizden asîl, doğru, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a imana ve kulluğa davet etti. Doğru söylemeyi, emanete riayeti, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalan şahitlik yapmayı, yetim malına el uzatmayı, insan onur ve haysiyetini zedelemeyi yasakladı. Biz de onu tasdik ettik. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Bundan dolayı halkımız bize düşman oldu. Biz de senin ülkene sığındık…”(2)

Kardeşlerim!
Bu konuşma İslam’ın tevhid inancını ve vahdet anlayışını ortaya koyan, İslam medeniyetinin bir tevhid ve vahdet medeniyeti olduğunu vurgulayan bir konuşmadır. Resul-i Ekrem’in hayatını, mesajlarını özetleyen bir hitaptır Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması. Bu konuşma Afrika’nın kararmış idrakini aydınlatan, Necaşi’yi kavmiyle birlikte Muhammed Mustafa’ya ümmet kılan bir konuşmadır.

Kıymetli Kardeşlerim!
Allah’ın varlığına ve birliğine iman olan tevhid, İslam’ın özü ve ruhudur. Tevhit, her şeyin tek ve mutlak yaratıcısı olan Allah’ın yüceliğini ve celalini haykırmaktır. Tevhit, kulluğun Allah’tan başka hiçbir varlığa yapılamayacağının ilanı ve imzasıdır.
Tevhid, insanın amaçsız ve gayesiz yaratılmadığını, yalnız olmadığını, Yaratan’ın ona her şeyden yakın olduğunu bildirir. İnsana insanlığını hatırlatan tevhid, insanla kâinatın, akılla kalbin, ruhla bedenin birliğidir, bütünlüğüdür.
Tevhid, soyut bir inanç değildir, aynı zamanda bir yaşayış biçimidir, bir vahdettir. Aynı Rabbe kul olan müminlerin, aynı inanç, aynı duygu ve aynı gaye etrafında kenetlenmesidir. Tevhid, emandır, emniyettir; barıştır, huzurdur, güvendir.


Kardeşlerim!
İslam medeniyeti, bir tevhid ve vahdet medeniyetidir. Tevhit ve vahdet medeniyeti, kâinatı Batı-Doğu, Kuzey-Güney diye bölmez. Tevhit ve vahdet medeniyeti, insanları dil, renk, coğrafya farklılıklarından dolayı ötekileştirmez.(3) Bu medeniyetin mensupları, bütün insanları ya hilkatte eş (4) ya dinde kardeş olarak kabul ederler. Bütün insanlığa, hatta evrene ve içindekilere şefkat ve merhametle bakarlar; kin, nefret, intikam gibi duygularla yüreklerini karartmazlar.
Bu medeniyet, Rahman’ın vahdaniyetinde toplumu birbirine bağlar. Şan, şöhret, makam, mevki, zenginlik ve güç, ırk ve mezhep, bu medeniyette asla bir üstünlük ölçüsü değildir. Bu medeniyet, insana bizatihi insan olduğu için değer verir. Onu erdem ve ahlakına, niyetine, sözüne ve fiillerine göre değerlendirir.


Aziz Kardeşlerim!
Bugün şiddetin, kargaşanın gölgesinde ortaya çıkan kimi akımların, İslam’a verdikleri en büyük zarar tevhid ve vahdet medeniyetini yaralamalarıdır. İslam dünyasının yaşadığı en büyük sorun, insanı, tarihi, toplumu, kâinatı, medeniyeti yorumlayan bir ilke olan tevhidin, sadece soyut bir inanca indirgenmesi çabasıdır. Tevhidin, başkasını tekfir eden bir ideoloji, vahdetin ötekileştirme zihniyeti olarak algılanmasıdır. Bu nedenledir ki, bugün İslam coğrafyasında tevhid inancı vahdete, birliğe dönüştürülememektedir. Geçmişte insanlığa örnek olan emân ve güven, selâm ve huzur medeniyeti yeniden inşa edilememektedir.

Kardeşlerim!
Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını yeniden ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek için hep birlikte çalışalım. İslâm coğrafyasında barış ve huzuru, merhamet ve şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti, ahlak ve fazileti yeniden egemen kılalım. Bunu başarabilmenin yolunun da Kerim Kitabımızın rahmet yüklü mesajlarına, Efendimizin eşsiz örnekliğine sımsıkı sarılmaktan geçtiğini unutmayalım. İnsanlığı diriltmek için, insanlığı yaşatmak için, insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım.
Hutbemi, her gün namazlarımızda okuduğumuz ve tevhid inancımızı ikrar ettiğimiz Fâtiha suresinin şu âyetlerinin meali ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!”
(5)


(1) Enbiyâ, 21/92.
(2) İbn Hanbel, I, 202.
(3) İbn Hanbel, V, 411.
(4) Tirmizî, Menâkıb, 74.
(5) Fâtiha, 1/5-7.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »


İL : GENEL
TARİH : 22.04.2016


Resim

TEVHİD VE VAHDETİN ÖNCÜSÜ MÜMİNLER

Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için var kılınmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.”(1)

Aziz Müminler!
Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün ashâbıyla birlikte bir kabristana uğradı. Orada medfun olanlara, “Allah’ın selamı size olsun ey Müminler diyarının sakinleri! Biz de bir gün inşallah sizlere kavuşacağız.” şeklinde selâm verdi. Sonra sözlerine, “Benden sonraki kardeşlerimi görmüş olmayı ne kadar da çok arzu ederdim.” şeklinde devam etti. Bu sözü işiten ashâb, “Biz senin kardeşlerin değil miyiz yâ Resûlallah!” dediler. Allah Resûlü, “Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise benden sonra gelecek müminlerdir.” buyurdu.(2)

Evet, bir zamanlar Müminlerin sayıları pek azdı. Sonra dalga dalga, nesilden nesile çoğaldılar. Zamanla kıtalar kuşatan büyük bir topluluk hâline geldiler. Peygamberimizden öğrendikleri hakikatleri dünyanın her tarafına yaydılar. Gittikleri her yere şefkat, merhamet, insaniyet taşıdılar. Mümin gönüller, imanla birbirlerine ısındı ve kaynaştı; ırk, renk, dil, bölge ve coğrafya farkları gibi engeller bir bir aşıldı. Müslümanlar kardeş oldular, yekvücut oldular.(3) Tevhid ile gelen vahdetin temsilcileri oldular. Bir ve beraber olmanın en güzel örneklerini sergilediler. Aynı kıbleye dönerken, Kâbe’de yan yana tavaf ederken, aynı inanca bağlı bir ümmet olmanın huzur ve mutluluğunu yaşadılar. Bilgiyi, hikmeti ve marifeti rehber edindiler, insanlığı yücelten medeniyetler inşa ettiler. Yeryüzünde hak ve adaleti tesis ettiler.

Kıymetli Kardeşlerim!
İslâm ümmeti, İslâm’ın bir araya getirdiği müminler topluluğudur. İnsanlığa örneklik, önderlik ve rehberlik yapacak ana kitledir. Tüm insanlık için var kılınmış topluluktur. Bu itibarla yeryüzünde hak ve adaleti tesis etme gibi bir sorumluluğu vardır. İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma gibi bir vazifesi vardır. İslâm ümmeti, bir anneden doğmuş çocuklar gibi güven ve sadakatle birbirine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.s)’in rehberliğinde yüce değerleri yaşayan ve yaşatan topluluktur. Her türlü aşırılıktan uzak, mutedil bir ümmettir.

Aziz Kardeşlerim!
Ne zaman ki Müminler, Kerim Kitabın ilk çağrısı olan ilim, hikmet ve marifet yolundan uzaklaştı, o vakit cehalet bataklığına saplandı. Böyle bir durumda fert ve toplum hayatına, insanlığa yön veren, ışık tutan değerler üretemedi, medeniyet inşa edemedi. Bilgide, fikirde, düşüncede, eğitimde, kültürde ve sanatta tutulma yaşadı, söz sahibi olamadı.
Ne zaman ki heva ve heves, menfaat ve çıkar, hak ve hakikatin önüne geçirildi, o vakit ihlas ve samimiyet kaybedildi. Dinin özünden uzaklaşıldı. Riya ve gösteriş ön plana çıkarıldı.
Ne zaman ki, İslam dünyasında çalışma ve üretme terk edildi, o vakit fakirlik ve yoksulluk girdabına düşüldü. İslam beldelerinin zenginliği sömürülmeye başlandı. Müslümanlar, hep başkalarının ürettiklerini tüketmeye mecbur bırakıldı. Ne zaman ki Müslümanlar, tefrika, ayrılık ve gayrılığa düştüler, o vakit coğrafyamız eman ve güven, sulh ve selam özelliğini kaybetmeye başladı. Gücümüz zayıfladı. Kötülüklere engel olamaz, huzur ve barışı sağlayamaz olduk.


Kardeşlerim!
Bugün İslam coğrafyasını üç büyük fitne ateşi sarmış vaziyettedir. Birincisi, mezhepçilik fitnesidir. Mezhebe, meşrebe mensubiyeti, İslam’a, Muhammed Mustafa’ya mensubiyetin önüne geçirmek, Müslümanlar için en büyük fitnedir. Kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir ederek ümmetten saymama gafleti içerisinde olmak, Müslümanları kuşatan en büyük tehlikedir.
İkinci büyük fitne, Peygamberimiz (s.a.s)’in “Cahiliye asabiyeti” olarak adlandırdığı ırkçılık fitnesidir.
Oysa yüce Rabbimiz Kerim Kitabında şöyle buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.”(4)
Üçüncü fitne ise terördür. Kimilerinin, masum insanları hunharca katletmeyi cihat, kendisiyle beraber kadın, erkek, çoluk-çocuk demeden insanları öldürmeyi şehadet zannetmesidir. Hiçbir insani ve ahlaki değer tanımayan eli kanlı terör örgütlerinin, insanları evinden, yurdundan, işinden, gücünden etmesidir. Gözü dönmüş cinayet şebekelerinin, topyekûn bir milletin, ümmetin istikbalini hedef alması, insanların ümitlerini, hayallerini kazdıkları çukurlara gömmeye çalışmasıdır.

Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz bütün bu hastalıklarla mücadele etmeyi, her türlü fitne ateşini söndürebilmeyi İslam ümmetine nasip eylesin. Bizleri, zihinleri ve yürekleri bir, gayeleri ve duyguları bir, sevgileri ve hüzünleri bir kardeşler topluluğu eylesin! Bu camide yan yana, omuz omuza durduğumuz gibi her daim müminler topluluğu olarak yan yana, gönül gönüle olabilmeyi bizlere bahşeylesin! Ümmet-i Muhammedi tevhid ve vahdette birleştirsin.


(1) Âl-i İmran, 3/110.
(2) Müslim, Tahâret, 39;
(3) Buhârî, Salât, 88.
(4) Rûm, 30/22.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İLİ : GENEL
TARİH : 29.04.2016


Resim

MİRAÇ KANDİLİ

Kardeşlerim!
Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece Miraç Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum.
İsrâ ve Miraç, Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Mevla’nın sonsuz âyet ve kudretini müşahede etmek için yaptığı mucizevi bir yolculuktur. Pek çok ilahî hikmet ve bereketi barındıran bu kutlu yolculuk, okuduğum âyet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir:


“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”(1)

Kıymetli Kardeşlerim!
Miraç, Rahmet Peygamberi (s.a.s)’nin Allah’ın sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine yaptığı en görkemli şahitliktir. Rabbimiz, bu şahitlikte gerçek yüceliğin yalnızca kendisine ait olduğunu Efendimizin şahsında beşeriyete bir kez daha göstermiştir. Aynı zamanda arınma, yücelme ve kulluğun zirvesine erişmenin yollarını da öğretmiştir. Âlemlerin Rabbi, teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine mazhar olarak bâki makamlarda yüceleceklerdir.

Aziz Müminler!
Miraç, bir yünüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için müjdedir Miraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların büyük günahlarının bağışlanacağını bu kutlu gecede müjdelemiştir.
Bizler için hediyedir Miraç. Rabbimize en yakın anımız olan namaz, bu gece beş vakit farz kılınmıştır.2 Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in, miraç ile mana âleminin basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber” diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını derinden kavrarız. Kıyamımızla istikamet üzere, dosdoğru oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz. Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz. Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahıyyatımızla Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit namazımızda tüm canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız.


Kardeşlerim!
Her gün yatsı vaktinde okuduğumuz Âmenerresûlü diye başlayan âyetler bize Miracın bir hediyesidir. Bizler bu ayetlerde, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettik” diyerek Rabbimize verdiğimiz kulluk sözümüzü yenileriz. “İşittik, itaat ettik. Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş ancak sanadır.” âyetiyle teslimiyetimizi dile getiririz. “İnsanın yaptığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir” diyerek sorumluluk bilincimizi tazeleriz. Bununla birlikte, dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı ve karşılığı olduğunu, ahireti ikrar ederiz. Ve nihayet, şu dualarımızla Rabbimize en içten yakarışlarla iltica ederiz. “Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.”

Kıymetli Kardeşlerim!

Miraç değerleri, bizlere yüce ve anlamlı ufuklar açan kutsal değerlerdir. Miraç değerleri ile insan, esfel-i sâfiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur; ahsen-i takvime, en güzel hale ulaşır. Miraç değerleri, insanı sidre-i müntehaya, en üst kemal noktasına çıkarır. Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta kararlı olalım. Yeter ki burağımız imanımız, refrefimiz ibadetlerimiz, salih amellerimiz ve güzel ahlakımız olsun. Böyle olduğu takdirde hayatımızın her anı bizim için miraç olacaktır.

Kardeşlerim!
Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere düşen, miracı Peygamberimiz (s.a.s)’in bir hatıratı, bir tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir. Bu sadakat ve teslimiyeti gösteremeyenler, miracın anlamı, ruhu ve kazanımlarından mahrum kalacaklardır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini bir kez daha tebrik ediyorum. Bu kutlu gecede Yüce Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan diliyorum.


(1) İsrâ, 17/1.
(2) Müslim, İman, 279.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: CUMA HUTBELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

İL : GENEL
TARİH : 06.05.2016


Resim

O BÜYÜK GÜNE HAZIR MIYIZ?

Aziz Müminler!

Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor:
“Kim zerre miktarı hayır işlerse mutlaka karşılığını görecektir. Kim de zerre miktarı şer işlerse karşılığını görecektir.”[1]

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Gaflete dalarak ölümü ve ölüm sonrası hayatı unutan kul ne bedbahttır!”[2]

Kardeşlerim!

Bir gün Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’e sahabeden biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Müminlerin en hayırlısı kimdir?” diye sordu. Efendimiz, “Ahlakı en güzel olandır.” karşılığını verdi. Aynı sahabi, “Peki müminlerin en duyarlısı ve şuurlusu kimdir?” diye sorunca Peygamberimiz, “Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayatı için en güzel şekilde hazırlanandır.” buyurdu.[3]

Aziz Kardeşlerim!


Rabbimize hamdü senalar olsun ki, bizleri bir kez daha rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi olan üç aylara eriştirdi. Kısa bir süre önce hep birlikte üç aylara yeniden ulaşmanın huzur ve mutluluğunu yaşadık. Regaip kandilini hep birlikte gönülden dualarla, yakarışlarla idrak ettik. Rabbimize olan rağbetimizi ve ahdimizi yeniledik. Miraç kandilinde Rabbimize imanımızı, Peygamberimiz (s.a.s)’e bağlılığımızı, namaza olan muhabbetimizi bir kez daha tazeledik. Ellerimizi, gönüllerimizi Rabbimize açtık, af ve bağışlanma diledik. Esfel-i sâfiline düşmekten O’na sığındık. Bizleri imanımızla, salih amellerimizle ahsen-i takvim üzere yaşatmasını O’ndan niyaz ettik. Rabbimiz, bu yakarışlarımızı, niyazlarımızı kabul buyursun. Hep birlikte bizleri günahlardan, kötülüklerden arınma ve kurtuluş beratımızı alabilme fırsatı olan Berat kandiline eriştirsin. Bizleri gölgesi üzerimize düşmüş Kur’an ayı Ramazanla ebedi nimetlerine nail olan bahtiyar kullarından eylesin.

Kardeşlerim!

Rabbimizin bize bir emaneti olan ömür sermayemiz hızla tükeniyor. Her bir nefesimiz, her bir saniyemiz, bizi ölüm gerçeğine biraz daha yaklaştırıyor. Herkesin yapıp ettiklerinin karşılığını eksiksiz göreceği hesap gününe doğru ilerliyoruz. Peki müminler için esenlik, selam yurdu, inkârcılar içinse pişmanlık ve hüsran diyarı olan âhirete hazır mıyız? Hesap, mizan, hayatımızın akışı içerisinde ne kadar yer tutuyor? Günah-sevap, hayır-şer konusunda ne kadar nefis muhasebesi yapabiliyoruz? Yoksa akıp giden hayatın günlük meşgalesi, dünyanın türlü hengâmesi bizlere bütün bunları unutturuyor mu?


Kardeşlerim!


Dünyadaki hazlar, tutkular, hırslar, kinler, nefretler, kavgalar, hepsi son nefesi verdiğimizde bitiyor. Dünya imtihanımız, ölümle birlikte sona eriyor. Günahların, isyanların, kırılan gönüllerin hesabını vermek de iyiliklerin mükâfatına ulaşmak da âhirete kalıyor. Hakikat bu iken hayatın gündelik koşuşturmaları içinde ölüm bize bazen yabancı düşüyor. Zaman zaman âhiretle aramıza duvarlar örüyoruz adeta. Oysa dünya fani, geçici; âhiret ise bâkî, ebedi olandır. Âhiret, hesap, mizan, cehennem ve cennet safahâtıyla mutlak adaletin zuhur edeceği yerdir.

Kardeşlerim!


Kerim Kitabımız, sorumlu bir varlık olduğumuzu, başıboş bırakılmadığımızı, öldükten sonra yeniden diriltilip huzur-i ilahiye çıkarılacağımızı bizlere haber veriyor.[4] Rabbimiz, dünyanın geçici zevklerine, aldatmacalarına kanmamamız, daha hayırlı ve kalıcı olan âhiret saadetine erişebilmemiz için bizleri şöyle uyarıyor: “Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.”[5]

Aziz Müminler!

Elbette müminler olarak âhirete gönülden iman ediyoruz. Zira biliyoruz ki âhirete iman, iman esaslarından biridir. Ve bizler yine biliyoruz ki âhirete iman, sadece dilin ikrarından ibaret de değildir. Allah’a ve âhirete iman eden, Rabbine gönülden itaat eder. Allah’a ve âhirete iman eden, Allah’ın Resûlü’nü kendine örnek alır. Onun öğütlerine kulak verir, sünnetini kendine rehber edinir. Allah’a ve âhirete iman eden, haramlardan uzak durur. Şirkten ve günahtan, ateşe düşmekten kaçarcasına kaçınır.

Allah’a ve âhirete iman eden, haksızlık yapmaz, zulmetmez, şiddet uygulamaz. Allah’a ve âhirete iman eden, canı pahasına da olsa doğruluktan ayrılmaz. Hiçbir cana kıyamaz. Hiçbir canlıya bilerek, isteyerek zarar vermez, veremez. Diliyle dahi kardeşini incitemez. Allah’a ve âhirete iman eden, yetime, yoksula, dara düşene kol kanat gerer. Garibin, fakirin, dertlinin halini bilir. Kimsesize kimse, çaresize çare olur.

Kardeşlerim!

Unutmayalım ki; dünya, âhiretin tarlasıdır ve kişinin âhiretteki konumu, dünyada yapıp ettikleriyle belirlenecektir. Öyleyse geliniz, içerisinde bulunduğumuz üç ayları fırsat bilelim. Fâni olan dünya hayatımızı ebedi mutluluk ve huzura dönüştürmeye gayret edelim. Gönlümüzden sevgiyi, merhameti, şefkati, iyiliği eksik etmeyelim. Allah’a iyi bir kul, Peygamberimiz (s.a.s)’e iyi bir ümmet, birbirimize iyi birer kardeş olalım. Rabbimizin huzuruna, âhiret yurduna hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşayarak varalım.

Rabbim bizleri ölümden sonrası için hazırlanan ve hesabını kolay verebilen kullarından eylesin.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Zilzâl, 99/7-8.
[2] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 17.
[3] İbn Mâce, Zühd, 31.
[4] Mü’minûn, 23/115; Kıyâmet, 75/36, 40.
[5] Fâtır, 35/5.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Resim
Cevapla

“Bayram ve Kandil Mesajları” sayfasına dön