ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

EL VEFÂ Bî-AHVÂLi’L- MUSTAFA aleyhisselâm.
ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in HAYATı


ABDURRAHMAN İBNü’L- CEVZÎ


ABDURRAHMAN İBNü’L- CEVZÎ KİMdir.:

Tefsir, hadİs, târih ve Hanbelİ mezhebi fıkıh âlimi. Künyesi, Ebü’l- Ferec olup, ismi, Abdurrahmân bin Ali bin MuhaMMed bin Ali bin Ubeydullah bin Abdullah bin Kasım bin Nadr bin Kasım bin MuhaMMed bin Abdullah bin Abdurrahmân bin Kasım bin MuhaMMed bin Ebİ Bekr Sıddİk’dir (radıyallahü anhum). Ebü’l- Ferec, büyük dedesi Ca’ferül- Cevzî’ye ait El Cevzî nisbetinden dolayı, İbn-i Cevzî diye meşhûr oldu. Kendisine de; El-Kuraşî, et-Teymİ, el-Bekri, el-Bağdâdî nisbet edildi. İbn-i Cevzî, Hanbelİ Mezhebine mensup büyük bir müfessİr, kudretli bir edİb, târih ve terâcim (biyografi) müellifidir..

İbn-i Cevzî’yi, İbn-i Teymiyye’nin talebesi olan İbn-i Kayyim el-Cevzîyye ile karıştırmamalıdır. İbn-i Kayyim 1292-1350 (H. 691-751) târihleri arasında yaşamıştır. Aralarında bir buçuk asırlık bir zaman farkı vardır. Ayrıca İtikâd ve fikrİ bakımdan da çok farklı şahsiyetlerdir. Ebü’l-Ferec İbni Cevzî, Ehl-i sünnet, diğeri ise dört mezhebe uymayan bid’at ehli birisidir..

Ebü’l-Ferec İbni Cevzî’nin doğum târihi kesin bilinmeyip, 1120 (H. 511) senesinde Bağdâd’da doğduğu tahmin edilmektedir. Küçük yaşta iken babası vefât edince, annesi ve halası tarafından büyütülmüştür.
Beş yaşında iken Ebü’l- Fadl bin Nasır mescidinde vâz dinlemeye başladı. Halası, İbn-i Cevzî’yi İbn-i Nâsır’a teslim etti. Hocası ona, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberletti. Onu bir çok âlime götürdü. Onlardan ilim dinletti. İbn-i Cevzî, dinlediği âlimlerin hepsinden icazet (diploma) aldı. Ders aldığı hocaların sayısı seksen yedi idi. İbn-ül-Hüsayn, Kadı Ebû Bekr Ensârî, Ebû Bekr Mervezî Ebû Kasım Harîrî, Ali bin Abdülvâhid 4 Dİneverî bunlardan bâzılarıdır..

İbn-i Cevzî hazretlerinden, halkın yanında, bir çok âlim de hadİs ve diğer ilimleri dinlediler. Pek çok âlim kendisinden hadİs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Oğlu Sâhîb Muhyiddîn, torunları Ebü’l-Muzaffer, Sıbt İbn-ül-Cevzî, Hafız Abdülganî, İbn-i Debîsi, İbn-i Katî’î, İbn-i Neccâr, İbn-i Halîl, İbn-i Abdüddâim, Necİb Abdüllatîfi’l- Harrânî (İbn-i Cevzî’den son icazet almış olan âlim,) el-Fahr Ali bin Buhârî bunların başlıcalarıdır..

Ebü’l-Ferec beş medresede ders verdi. Eshâb-ı kiram düşmanı pek çok kimse vâzları sebebiyle tövbe etti. Bunların sayısı yüz binden fazladır. Vazlarında o kadar insan toplanırdı ki, başka hiç bir âlimin vâzmda bu kadar kalabalığa rastlanmazdı. Vâz meclislerinde halîfe, vezİr ve büyük âlimler bulunurdu. Ebü’l- Ferec İbni Cevzî’nin vâz meclislerinin benzeri yoktu. Onun verdiği vâzlar büyük faydalar sağladı. Gafilleri uyandırdı. Câhiller onun sözlerinden çok şeyler öğrendiler. Günahkârlar onun meclisinde tövbe ettiler. Bir çok müşrik, orada müslüman oldu..

Buyurdu ki: “Elimde yüz bin kişi tövbe etti. Yirmi binden fazla yahûdİ ve hıristiyan müslüman oldu.”
İbn-i Cevzî Hazretleri, her yedi günde bir, Kur’ân-ı kerİmi hatim ederdi. Cum’a namazı ve vâz vermek hâriç, evinden hiç çıkmazdı. Asla kimse ile şaka yapmazdı. Helâl olduğu kesin olarak bilinmeyen şeyi yemezdi Bu âdetini ömrünün sonuna kadar devam ettirdi..

İbnü’l- Katî’î onun hakkında; “İnsanlar İbn-i Cevzî’nin sözünden faydalanırdı. Bir mecliste yüz kişi, bazan daha çok kimse tövbe ederdi. Mensur Câmii’nde, senede bir veya iki gün vâz verirdi. Vâz verdiği yer tıklım tıklım olurdu. Binlerce insan onu dinlemeye gelirdi” demektedir.
İbn-i Cevzî rahmetullahi aleyh pek çok eser yazmıştır. Eserlerinin üç yüz kırkdan fazla olduğunu bizzât kendisi haber vermiştir. Hadİs ve hadİsin bölümlerine dâir yazdığı kitablar gibi kimse tasnif yapmamıştır. Bir eser yazarken, kitabın tertİbini, bâblara ayrılmasını güzel yapardı. Toplama ve yazma konusunda çok kabiliyetli idi.
Kendisi; “İlk tasnif ve te’lif ettiğim eser, on üç yaşında iken Kur’ân-ı Kerİm İlimleri ve Kur’ân-ı Kerİm İlimleriyle ilgili tasniflerin tesbiti kitabıdır” demektedir..


Bilinen eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1-) Zâdü'l- mesîr fi ilm-it-tefsir.
2-) Teysîrü'l- beyân fi tefsîri'l- Kur’ân.
3-) Teysîrü'l- beyân fi tefsîri'l- garîb.
4-) Garîbü'l- garîb.
5-) Nüzhetü'l- uyûn en-nevâzır fî'l- vücûhi ve'n- nezâir.
6-) El-İşâretü ile'l- kırâ-kırâati'l- muhtâre.
7-) Tezkiretü'l- müntebihi fi uyûni'l- müştebeh.
8-.) Fünûnü'l- efnân fi uyûni ulûmi'l- Kur’ân.
9-) Virdü'l- egsân fi fünûni'l- efnân.
10-) Umdetü'r- râsih fî ma’rifeti'l- mensûh ve'n- nâsih.
11-) El-Muntazam ve mültekatu'l- muntazam (Târihe dâirdir. On cild hâlinde basılmıştır).
12-) El-Mugnİ fİ ulûmi'l- Kur’ân.
13-) El-Vefâ bi-ahvâli'l- Mustafâ ve diğerleri..

İbn-i Cevzî buyurdu ki:
“Kim kanâat ederse, geçimi iyi olur. Kim tama’ederse (dünyâ lezzetlerini haram yollardan ararsa), geçim sıkıntısı çeker.”
“Hâin, korkak; sâlih kimse, cesur olur.”


(İslam Tarihi Ansiklopedisi)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

GİRİŞ.:

"El Vefâ Bi-Ahvâlil-Mustafa" Kitabıyla İlgili Bir Değerlendirme.

Bize İslam ni’metini lütfeden Allah'a hamdolsun, Peygamberimiz ve şefâatçimiz MuhaMMed'le âline, ashabına salât ve selâm olsun.
“El Vefâ bi-Ahvâli'l-Mustafa” kitabını, mütevazi bir gayret sarf ettiğimiz yeni baskısıyla sunuyoruz. Onun hakkındaki sözü bu değerlendirmenin sonuna bırakıyoruz.
Bu, gerçekten* Hz. Peygamber'in güzel sîretini (hayatını) ihtivâ eden etraflı bir kitabtır. İmam İbnü’l- Cevzî, bu kitabı mükemmel bir şekilde yazmış ve onda herşeyi toplamıştır. Nitekim O kitabının mukaddimesinde şöyle demiştir: "imamlarımızdan bazılarının O'nun (Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem) gerçek faziletini bilmediklerini gördüm. Onun mertebesini göstereceğim, halini başından sonuna kadar açıklayacağım ve bu kitabta peygamberliğinin doğru ve bütün peygamberlerden üstün olduğuna dair delilleri getirebileceği şekilde yazmak istedim. Sonunda, gömüldüğü yeri ve toprağım, ona salâtın faziletini, ümmetinin amellerinin ona arzedilmesi, onun nasıl diriltileceği ve onun şefâat etme durumunu zikredip kıyamet günü yaratıcıya yakınlığını ve derecesini bildirdim."
İbnü’l- Cevzî tâ Âdem (aleyhisselâm) zamanından kıyamet günü diriltilmesine kadar peygamberimiz hakkında gelen haberleri rivâyet etmiştir. Hadisleri senedinden ayırmıştır. Nitekim bu konuda şöyle demiştir: "Okuyucuya bıkkınlık vermesi endişesiyle hadislerin senetlerini vermeyeceğim."
Fakat İbnü’l- Cevzî sakınabileceği bir hataya düşmüştür. Çünkü o başından itibâren yalan hadisleri rivâyet etmemek için kendi kendine söz vermişti. Bu konuda şöyle diyordu: "Çok rivâyet etmeyi gaye edinenlerin yaptığı gibi sahihe yalan karıştırmayacağım. Meselâ; Hame İbn el-Heyyim'le Zureyb İbn Bersemli'nin hadisi gibi -ki bu hadis onun Mucalese'sinde geçmemiştir- Allah'ın hidâyetini dilediği kimse için sahih rivâyet yeterlidir."
Verdiği bu sözden sonra onun bizzât kendisinin yazdığı "el-Mevzuat" ve "el-Ileli'l-Mütenâhiye fİ'l-Ehâdisi'l-Vahiye" kitablarında zikrettiği birçok haberi rivâyet ettiğini görüyoruz. Hatayı arttıran, onun, getirdiği hadislerin bazılarının zayıflığı hakkında konuşup adları geçen kitablarında rivâyet etmiş olmasına rağmen bazıları hakkında da konuşmamasıdır. Bu, hadisin sıhhatli (sahih) olduğuna zimni bir muvafakat olmuştur. Bu, çok büyük bir hatadır.
Fakat İbnü’l- Cevzî'nin, kitabının mukaddimesinde kendi kendisine verdiği söze itibar etmezsek onun kitabı çok güzel yazdığını ve bölümlere ayırma işini çok güzel yaptığını görüyoruz. Yine onun, İbn Kuteybe'nin bize ulaşmayan kitablarından nakilde bulunan tek kişi olduğunu görüyoruz. Aynca kitab Hz. Peygamber'in sîreti hakkında yazılabilecek konuların tamamını içine almıştır. Kitab, tam, mükemmel ve orjinal olarak çıkmıştır.
Bu arada, "el-Vefâ"nın, bölümler ilâve edilerek ve bazı değişikler yapılarak İbnü’l- Cevzî'nin "el-Muntazam fî Tarihi'l- Mulûk ve'l- Umem" adlı kitabının Hz. peygamber'in sîretiyle ilgili bir özeti kabul edildiğine işâret etmemiz yerinde olur.
[1]


Hz. Peygamberin Sîreti Hakkında Yapılan Teliflerin Gelişmesi:

Hz. Peygamber 'in sîreti hakkındaki telifleri inceleyen kimse bunun Hz. Muaviye zamanında başladığını görür. Muaviye, tarihi müstakil bir kitaba kaydettirmek ister ve bu işi Ubeyd İbn Şeriyye el-Curhumî es-San'ani'ye emreder. Ubeyd İbn Şeriyye ona "Kitabu'l-Mulük ve Ahba-ru'l-Mazin"i yazar. Ondan sonra birçok âlim gelir ve Hz. Peygamber'in sîretiyle ilgili rivâyetleri toplarlar. Hz. Peygamber'in sîretini kitablara geçiren birçok muhaddis vardır. Bunlar arasında; Urve İbnu'z- Zubeyr İbnu- Avvam (ö; hicri 92), Eban'İbn Usman İbn Affan (ö; hicri 105), Vehb İbn Munebbih (ö; hicri 110), Şurahbil İbn Sa'd (Ö; hicri 123), İbn Şihab ez- Zuhri (ö; hicri 124), Asım İbn Ömer İbn Katade (Ö; hicri 120), Abdullah İbn Ebi Bekr İbn Hazm (ö; hicri 135), Musâ İbn Ukbe (ö; hicri 141), Ma’ıner İbn Raşid (ö; hicri 150), MuhaMMed İbn İshak (Ö; hicri 152), Ziyad el-Bekkai (ö; hicri 183), MuhaMMed İbn Ömer İbn Vakıd (ö; hicri 207), el-Vakidi'nin katibi MuhaMMed İbn Sa'd (ö; hicri 230) ve İbn Hişâm (Ö; hicri 218) vardır.
Bundan sonra, yukarda sayılan kitablardan iktibas eden âlimler gelmişlerdir. Onlar bu kitabları yeni başka bölümlere ayırdılar; İbn Fa-ris el-Lugavi (ö; hicri 395), imam Ebi'l- Ferec AbdurRahmân İbnü’l- Cevzî -bu kitabın müellifi- (ö; hicri 597), MuhaMMed İbn Ali İbn Yusuf eş-Şafîi eş-Şami (ö; hicri 600), İbn Ebi Tayy Yahyâ İbn Humeyd (ö; hicri 630), Zâhiruddin Ali İbn Kazeruni (ö; hicri 794), Alauddin Ali İbn MuhaMMed el-Hallati el-Hânefî (ö; hicri 708), İbn Seyyidinnas el-Basri (ö; hicri 734), Şihabuddin el-Gırnati (ö; hicri 779), Ebu Abdillah MuhaMMed İbn Ah-med İbn Ali el-Endelusi (ö; hicri 780), imam Celâluddin es-Suyuti (ö; hicri 911), es-Salihi (Ö; hicri 975) ve Ali İbn Burhanüddin (Ö; hicri 1044) bunlardandır.
[2]

Hz. Peygamber'in sîreti hakkındaki telifler böyle gelişti ve nihâyet devrimizde sîret yazmak bizden önce telif edenlerden ilmi bir madde olarak nakledilmesi şekline dönüştü. [3]


İbnü'l- Cevzî ve İlmî Hayatı:

Adı ve Soyu:
AbdurRahmân İbn Ali Ebi'l- Hasen İbn MuhaMMed İbn Ali İbn Ubeydillah İbn Abdillah İbn Hammadi İbn AhMed İbn MuhaMMed İbn Cafer İbn Abdillah İbni'l- Kasim İbn MuhaMMed İbn Ebi Bekr es-Sıddik Abdillah İbn Ebi Kuhafe. Hafız allâme Cemâluddin, Ebu'1-Ferec İbnü’l- Cevzî, el-Kureşi et-Teymi, el-Bekri, el-Bağdadi, el-Hanbeli vaizliğinin yanında, tefsir, hadis, fıkıh, va'z, zühd, tarih, tıp ve başka ilimlere dair ünlü kitabların sahibidir.
Meşhur olduğu "İbnü’l- Cevzî" nisbeti atalarından birine dayanır. Bu, Cafer'dir. Ona Cafer el-Cevzî deniliyordu. Tarihçiler bu nisbetin ona nerden geldiğinde ihtilaf etmişlerdir. Onun, Basrâ'da bir nehir kenârındaki girintiye, Basrâ'da el-Cevzî denilen bir mahalleye nisbet olduğu söylenmiştir. Başkaları da Onun ceviz satmaya veya Bağdat şehrinin mahallelerinden birisi olan Meşraatu'l- Cevz'e nisbet olduğu görüşündedirler. Bu arada ailenin dedesinin Vasıfta avlusunda ceviz bulunan yegane evde oturmasından dolayı bu nisbetle meşhur olduğunu söyleyenler vardır.
[4]


Doğumu:

İbnü’l- Cevzî, Bağdad'da "Derbu Hubeyb" te doğdu. Doğum yılında ihtilaf edilmiştir. Hicri 508 yılıyla 510 yılı arasında doğduğu kesindir.
İbnü’l- Cevzî kendisi doğum tarihini bilmemektedir. Ed-Dimyati, el-Mustefed min Zeyl-i Tarih-i Bağdad'ın 418. sayfasında, İbnü’l- Cevzî'nin yazısından şu sözünü nakletmiştir.
"Doğumumu kesin olarak bilmiyorum ancak babam on dört yılında öldü ve annem: Sen üç yaşlarındaydın, dedi."
[5]


Yetişmesi:

İbnü’l- Cevzî, küçüklüğünden itibâren ilmi bir havada büyüdü. Babası öldüğünde, ilmi eğitimini ve kendilerinden ilim aldığı hocalarına gönderme işini halası üzerine aldı. Kendini, derse ve ilim meclislerine devama adadı. Akranlarının oynadıkları şeyleri bıraktı. Leftetu'l-Kebid, s. 81 de kendisinden şöyle bahsetmiştir.
"Çocuklar Dicle'ye inip eğlenirlerdi. Bense çocuk olduğum halde bir cüz alır. Nehir kenârındaki insanlardan ayrı olarak oturur, ilimle uğraşırdım."
[6]


Hocaları: [7]

İlk defâ 516 yılında ders dinlemiştir. 520 ve daha sonra da denilmiştir.
Ebu'l-Hüsayn, Ali İbn Abdilvahid ed-Dîneveri, el-Huseyn İbn Muhammed el-Bari, Ebü’s- Seâdat AhMed İbn AhMed el-Mutevekkili, müezzin Ebu Sa'd İsmâil İbn Ebi Salih, fâkih Ebu'l- Hasen Ali İbn ez-Zağvani, Ebu Galib İbn el-Benna ile kardeşi Yahyâ, Ebu Bekr Muhammed İbnu'l-Hüseyn, Hibetullah İbn et-Taberi, Ebu Galib MuhaMMed İbnu'l-Hasen el-Maverdi, Isbahan hatibi Ebu'l-Kasım Abdullah İbnu'r-Râvi, Ebu's-Suud AhMed İbnu'l-Mucella, Ebu Mansur AbdurRahmân İbn MuhaMMed el-Kazzaz, Ali İbn AhMed el-Muvahhid, Ebu'l-Kasim İbnu's-Semerkandi, İbn Nasır ve Ebu'l-Vakt'ten ders dinlenmiştir.
Kendisinin 87 şeyhi olduğunu bildirmiştir. Kendi yazısıyla târif edilemeyen şeyleri yazmıştır. Çok küçükten vaaz vermiştir. Şerif Ebu'l- Kasım Ali İbn Yala İbn Avz el-Alevi el-Herevi ve Ebu'l-Hasen İbnu'z-Zağveni'den vaaz okumuştur. Ebu Bekr İbn MuhaMMed ed-Dineveri'den fıkıh öğrenmiştir. Hadisi de İbn Nasır'dan almıştır. Edebiyatı Ebu Mansur Mevhub İbnu'l-Cevaliki'den okumuştur.
Ondan oğlu Muhyiddin Yusuf, torunu vaiz Şemseddin Yusuf, hafız Abdulğani, şeyh el-Muvaffak, el-Behâ AbdurRahmân, ez-Ziya MuhaMMed, İbn Halil, ed-Dubeysi, İbnu'n- Neccar, el-Buldani, ez-Zeyn İbn Abdilkerim, en-Necib Abdulmuttalib ve başka kimseler rivâyet etmiştir.
İcazet yoluyla ondan rivâyet edenler de şunlardır: Şeyh Şemsuddin AbdurRahmân, AhMed İbn Ebu'l-Hayr, el-Iz Abdulaziz İbn es-Saykal, Kutbuddin AhMed İbn Abdi's-Selâm el-Asruni, Takıyyuddin İsmâil İbn ebi'l-Yusr, el-Hadir İbn Abdillah İbn Hamuye, el- Fahr Ali İbn el-Buhari, Hafız İbn Nasır, ona duyurmayı, ve ona öğretmeyi çok isterdi. Kıraatlari Ebu MuhaMMed Sibtıl-Hayyet'ten okumuştu.
Vaaz vermede eşi benzeri bulunmayan birisiydi. Ed-Dineveri ve el-Mutevekkilî'den rivâyet edenlerin sonuncusudur.
[8]


İlmî Derecesi.:

İbnu’l- Cevzî, zamanının imamı ve değişik ilimlerde devrinin allamesiydi. Halife, vezir ve büyük şahsiyetlerin toplantısında bulunur, onlar da onun vaaz meclislerine gelirlerdi. Onun meclisinde en az bin kişi bulunurdu.
Torunu Şemsuddin Ebu'l-Muzaffer şöyle demiştir: “Hayatının sonuna doğru bir gün minberde şöyle dediğini duydum: Şu iki parmağımla iki bin cilt yazdım. Benim vasıtamla yüz bin kişi tövbe etmiş, yirmi bin yahudi ve hıristiyan müslüman olmuştur.”
İbnü’l- Cevzî fâkihti. İbn Receb onun ekolünün yani Hanbeli fıkıh ekolünün faydalı olduğunu belirtmiştir. Fıkıh ve akaid konusundaki kitabları 54 e ulaşmıştır.
Tarih konusunda orijinal eserleri bulunan bir tarihçiydi. Tarih, menkıbeler ve esma (isimler) konusundaki eserleri 92 ye ulaşmıştır. Vaaz vermede güçlü birisiydi. Öyle ki, hakkında: O, Irak'ın âlimi, ülkelerin vaizi denilmişti. İbn Receb onun hakkında: Vaaz verdiğinde kalbleri yerinden oynatır ve insanların içi parçalanırdı, demiştir. Vaaz ve rekaikle
[9] ilgili eserleri de 143 e ulaşmıştı.
Bütün bunlara ilâveten, İbnı'l-Cevzî mükemmel bir müfessirdi. Kendisi hakkında şöyle demiştir: "Kur’ÂN indiğinden beri vaaz meclisinde Kur’ÂN'ın tamamını tefsir eden bir vaiz bilmiyorum. Lütuf sahibi olan Allah'a hamdolsun." Bunları meşhur tefsiri "Zadu'l- Mesir"de toplamıştır.
Yine onun, edebiyat ve dil konusunda geniş bir ilmi vardır. O konularda da 16 kitabı vardır.
Böylece kendimizi, çok kitab yazan, türünde eşi benzeri olmayan ilmi bir ansiklopedinin önünde buluyoruz. Hatta şöyle denilmiştir: “İbnu'l- Cevzî'nin yazdığı tomarlar toplanıp hayatındaki günlere bölünse her bir güne dokuz tomar düşer.”
[10]


İbnul-Cevzî’nin Çektiği Mihne (Çile, Belâ):

İbnu'l-Cevzî hayatının sonunda bir mihneyle karşılaştı. Aslında farklı durumları olan bir meseleden dolayı onu halifeye jurnal ettiler. Yazın, evinin bodrumunda oturmuş yazı yazarken, ağır söz ve hakaretler yağdıran bir kişi geldi. Onun kitablarıyla evini mühürledi. Çoluk çocuğunu dağıttı. İlk gece onu bir gemiye bindirip Vasıt'a götürdüler. Hiçbir şey yemeden orada beş gün kaldı. O sırada seksen yaşındaydı. Onu, Vasıfta bir eve hapsettiler. Oraya bir kapıcı bıraktılar. Kendi hizmetini kendisi yapıyordu. Çamaşırını yıkıyor, yemeğini yapıyor, kuyudan suyunu çıkarıyordu. Bu şekilde, beş yıl kaldı. Meselenin sebepleri arasında şu vardı. İbn Yunus onu yakalamış, İbnu'l- Kassab da İbn Yunus'un taraftarlarına uymuştu. İnancının bozuk olduğu söylenen er-Rukn Abdusselâm İbn Abdilvehhab İbn Abdilkadir el- Cili'nin, İbnu'l- Kassab'la arası çok iyiydi. Ona şöyle dedi: “İbnu'l-Cevzî'nin yanında sen nesin ki?”
O İbn Yunus'un en büyük arkadaşlarındandır. O: “Ona dedemin okulunu verdi. Onun görüşü sebebiyle benim kitablarım yakıldı. O, Ebu Bekr'in çocuklarından bir haricidir.”
İbnu'l Kassab şii idi. Halifeye yazdı. Bazıları ona yardım ettiler ve halifeyi kandırdılar. O da onun er-Rukn Abdusselâm'a teslimini emretti. Oğlu Muhyiddin Yusuf büyümüştü. Vaaz etmeyi öğrenmişti. O, zeki bir çocuktu. Vaaz yaptı, Halife'nin annesi, İbnu'l-Cevzî'nin kurtarılmasını söyledi. Bunun üzerine İbnu'l-Cevzî serbest bırakıldı ve Bağdad'a döndü.
[11]


Kitabları:

İbnü’l- Cevzî bize, sayısı yaklaşık dört yüz küsura varan çok miktarda eser bırakmıştır. Ona tenkidler yöneltilmiş ve bazıları hatalarını incelemiştir. Fakat o, şöyle diyordu: "Ben mürettibim (tertipleyen sıraya koyan), Musânnif (telif eden yazan) değilim."

Eserlerinden bazıları şunlardır:

1. Zadu'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir.
2. Camiu’l- Mesanid
3. El-Mevzuat
4. Telbisu İblis
5. Zemmu'1- Heva
6. Tuhfetu'1- Va'z
7. Tebsıratu'l- Mübtedi
8. El-Mak'adu'l- Mukim
9. Musİrul- Azmu's-Sakin ila Eşrefî'l- Emâkin.
10. Safvetu's- SafVe
11. El-Muhtar fı'htiyari'l- Ahbar.
12. Nesimu's-Sihr
13. El-Müntehâb
14. El-Yevakit fı'1-Hutâbi'l- Vaziyye.
15. Ed-Delâilu fi Meşhuri'l- Mesail
16. El-İntîsâr fi Mesaili'1- Hılaf
17. El-Mezhebu fil- Mezheb
18. Menâkıbu Bağdad.
19. Şuzûru'1- Ukud fi Tarihi'1- Yehud.
20. El-Muntezâm fi Tarihi'1- Muluk ve'1- Umem. [12]
21. Telkihu Fuhumi Ehli'1- Eser fi Uyuni't- Tarihi ve's- Siyer.
22. Ez-Zuafa
23. El-Ehâdisu'r- Raika
24. Uyunu'l- Hıkayat
25. En-Nuzhe
26. Ei-Mucteba
27. Nefyu'n- Nakl
28. El^Hadaik
29. Nefyu't- Teşbih
30. Minhacu 1- Vusul ila İlmil- Usûl.
31. En-Nasih ve'1- Mensuh
32. Uyunu Ulumi'l- Kıraat
33. Nuzhetu'n- Nevazır
34. El-Muğni fı'1- Kıraat
35. El-Humkave'1- Muğfelin
36. El-Menâfıu fı't- Tıbbi
37. Eş-Şeybu ve'1- Hıdab Ravzâtu'n- Nakil
38. Takvimu'l- Lîsân
39. Muntehe'l- Muştehi
40. El-Mutrib
41. El-Mulhib
42. El-Muzic
43. SabaNecd
44. Mmhacu'l- İsâbe fi Mahabbeti's- Sahabe
45. Fununu’l- Elbab
46. Es-Sebat Inde'i- Memât
47. Nesimu'r- Riyad
48. İkazu'l- Vesnan
49. EI-Muhadese
50. El-Mecalisu'1- Yusufiyye
51. El-Havatim
52. Vasıtatu'1- Ukud
53. Minhacu'l- Kasıdin
54. EI-Letaif
55. Selvetu'l- Ahzan
56. Esbabul- Hidâye li-Erbabi'1- Hidâye
57. El-Ilelu'1- Mütenâhiye fı'1-Ehâdisil- Vahiye
58. Takribu't- Tariki'1- Ebad fi Fazli Makberati AhMed
59. Ez-Zurafa ve'1- Mutemâcinin
60. Menâkıbu Ebi Bekr
61. Menâkıbu Ömer İbn Abdilaziz
62. Menâkıbu Said İbnil- Museyyeb '
63. Menâkıbu Hasen el- Basri.
64. Menâkıbu ibrahîm İbn Edhem
65. Menâkıbu'l- Fuzayl
66. Menâkıbu AhMed
67. Menâkıbu'ş- Şafıi
68. Menâkıbu Ma'ruf
69. Menâkıbu's- Sevri
70. Menâkıbu Bişr
71. Menâkıbu Rabia
72. Saydu'l- Hâtır
73. Mevasimul- Umer
74. Kane ve Kane fı'1- Va'z
75. El-Uzle
76. Meramiku’l- Muvafik
77. Er-Riyaza
78. En-Nasr ala Mısr
79. Et-Tıbbu'r- Ruhani
80. El-Vefâ bi-Ahvali'1- Mustafa.. Bu, size takdim ettiğimiz (elinizdeki) kitabtır.
Onun, bunlardan başka birçok kitabı vardır. Uzatmamak için diğerlerini sayamıyoruz.
[13]

Ölümü Ve Gömülmesi:

Torunu Ebul-Muzaffer şöyle demiştir: “Ramazan'ın yedisinde, cumartesi günü, Maruf el-Kerhi'nin bitişiğindeki Ummu’l- halife türbesinin altına oturdu ve şu beyitleri okudu.:
“Allah'tan müddetimi uzatmasını,
Niyetimde olanı lütfetmesini dilerim.
Benim ilimde benzeri olmayan bir himmetim var.
Benim himmetim becerikli ve gayretli olmayanları geride bırakmıştır.
Benim o kadar çok meclisim vardı ki benzese benzese cennete benzerdi..”

Oradan ayrıldı. Beş gün hasta yattı. 597 yılı, 13 Ramazan'da cuma günü, akşamla yastı arasında öldü. Zıyauddin İbn Sukeyne'yle Zıyaud-din İbnü'l- Habir seher vakti onu yıkamaya geldiler. Bağdad halkı toplandı. Dükkanlarını kapattılar. Halk onu AhMed İbn Hanbel'in kabrinin yanına götürdü. Cenâzesine kalabalık bir cemâat iştirak etti.
Kabrinin üzerine şöyle yazılmasını tavsiye etmişti: “Ey günahı çok olana, katında, affı çok olan! Günahkar, bir günahı affetmem umarak sana geldi. Ben bir mîsâfirim. Misâfire verilecek karşılık, Ona iyilik etmektir..”
Böylece zamanın sayfaları, eşi benzeri bulunmayan bir âlimin üzerine dürüldü. İslam kütüphânesi orjinal eserlerle zenginleşti. Allah imam İbnu'l- Cevzî'ye rahmet etsin. Onu Firdevs cennetlerine soksun. Bizim ve bütün müslümanlar adına ona en iyi mükafatı versin.
[14]

Kitab ve Tahkik Ederken Takib Edilen Yol:

Daha önce kitab, üstad Mustafa Abdulvahid'in tahkikiyle 1966 yılında Daru'l- Kutubi'l- Hadise'de basılmıştır.
Tahkik eden üstadın sar fettiği büyük gayrete rağmen o baskıda ilmi yönden bazı eksiklikler vardır. Bu eksiklikler şunlardır;
1-) Matbaa hatalarının çokluğu. Kitabın içinde fazlaca bulunan bu hatalar onu ilmi yönden de bozuk hale getirmiştir.
2-) Hadis-i şeriflerin ilmi tahriclerinin (kaynak tesbitinin) yapılmaması. Çok azmin ilmi tahrici vardır. Haberler de aynı durumdadır.
3-) Kitabta gelen zayıf ve mevzu (uydurma) hadisler hakkında açıklama olmaması. Bunlara ne müellif ne de tahkik eden işâret etmiştir. Bu konuda da çok az miktarda açıklama vardır.
4-) Kitabın teknik yapısının bozukluğu. Bu da, onun estetiğini bozmuştur. Bunun sebebi de, birden fazla matbaada basılmış olmasıdır.
İşte bütün bunlar beni, kendisine ve ilmi şerefine yaraşacak bir şekilde baskıda meydana gelen hataları giderecek bir tarzda kitabı tekrar çıkarmaya sevketti.
[15]


Kitabın Yazma Nüshaları.:

1-) Daru'l-Kutubı'l-Mısriyye nüshası no ve dalı: 192 Teymur; 200 sayfadır. Hicri 1182 yılında yazılmıştır. Hata ve tahrif çoktur.
2-) EI-Mektebetu'1-Ezheriyye (Ezher Kütüphânesi). No ve dalı: 36 tarih. 187 varaktır. Bir varakta 29 satır vardır. Bunda da tashif ve tahrif çoktur.
3-) British Museum'daki OR 7709 numaralı nüsha. Berlin'de de 9573 ve 9574 numaralı bir başka nüsha, üçüncüsü de ez-Zeytune'dedir. (Brockelman'dan nakledilmiştir.)
[16]


Kitabın Adının Tesbiti:

Kitabın adı, yazma nüshalarda aşağıdaki şekillerdedir. Ezher'deki nüshada: “El-Vefâ fi Bazı Ahvali'l-Mustafa”. Daru'l-Kutubi'l-Mısriyye nüshasında: “El-Vefâ bi-Ahvali'l-Mustafa”. Brockelman'da: “El-Vefâ fi Fazaili'l-Mustafa”. Miratu'z-Zemân'da: “El-Vefâ bi-Fazaili'l-Mustafa.”
Üstad Mustafa Abdulvahid, Daru'l- Kutub nüshasındaki ismi tercih etmiştir. Bizde değişiklik yapmadan o ismi aldık.
[17]


Kitab Üzerindeki Çalışmam:


1. Önce matbaa hatalarını düzeltmek ve tahriften kurtarmak için, Daru'l-Kutub ve Ezher kütüphânesindeki nüshalara baş vurdum.
2. İki nüsha arasındaki farklılıkları tesbit etmek istemedim. Çünkü bu türlü farklılıklar son derece az ve bunları tesbit etmenin herhangi bir faydası yoktu.
3. Hadis-i şeriflerle sahabe ve başkalarından gelen haberlerin tahricini (kaynaklarının tesbitini) yaptım. Bunu şu ana kadar basılmış hadis kitablarından, hadisin şahinliği, zayıflığı, uydurma veya yalan olduğu hakkında söylenileni naklederek gücümün yettiği kadarım kaydederek yaptım.
4. Açıklanması gereken bazı kelimelerin açıklamasını yaptım.
5. Ustad Mustafa Abdulvahid'in metni tesbit ve düşen kelimeyi tamamlamak için hadis kitablarından yaptığı bazı ilâveleri olduğu gibi bıraktım. Bunu köşeli parantez arasında bırakmak ve kaynağım belirtmemek şeklinde yaptım. Çünkü bu dipnotların ağırlığını gidermek içindir. Değilse, faydası olmaz.
6. Hadis ve haberlere sonuna kadar devam eden numara verdim.
7. Açıklamak için bazı isimler ilâve ettim. Onları köşeli parantez arasına koydum.
8. Bu basit mukaddimeyi ve imam İbnu'l- Cevzî'nin biyografisini yazıp kitab için sarfettiğim gayreti belirttim.
Allah'tan, bu çalışmayı kendi rızası için yapılmış saymasını, bize onun karşılığında sevap vermesini ve bizi zelil olma (hor ve hakir olma) şerrinden korumasını dilerim..

Mustafa Abdulkadir Ata
el-Ehram, 4 Aralık 1987 12 Rebiussani 1408
[18]


Müellifin Önsözü:

Peygamberimizi (sallallahu aleyhi vesellem) gönderdiği bütün peygamberlerden, kitabımızı indirdiği bütün kitablardan üstün tutan, biz son ümmetini ilk yapan Allah'a hamdolsun. Onun, onunla ve onun için olduğuna inanan biri olarak şükür ona olsun.
Allah size rahmet etsin. Biliniz ki, efendimiz Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) varlığın özüdür. O, Vahyin aktarıcısıdır. Onun şerefinin kapladığı sahaya ne beşer yaklaşabilir ne de melek. O, yürürse, makamının bulunduğu yere hiçbir mahluk giremez. Âdem yaratılmadan önce O'nun adı belirtildi, peygamberlere, onun varlığını âleme bildirmeleri emredildi. Ondan önceki peygamberler sadece ümmetlerine gönderildiler. Dâvetinin umumi olması sebebiyle herkesi teşrif etti. Peygamberlerin şeriatlerinden birçoğu onun şeriatiyle kaldırıldı.
Ben imamlarımızdan bazılarının onun gerçek faziletini bilmediklerini gördüm. Onun mertebesini göstereceğim, başından sonuna kadar halini açıklayacağım ve bu kitabta peygamberliğinin doğru olduğuna ve derecesinin bütün peygamberlerden üstün olduğuna dair delilleri getirebileceğim bir kitab telif etmek istedim. Sonunda gömüldüğü yeri ve toprağını, ona salât getirmenin faziletini, ümmetin amellerinin ona arzedilmesi, onun nasıl diriltileceği ve onun şefâat etme durumunu zikredip kıyamet günü yaratıcıya yakınlığını ve derecesini bildirdim.
Dinleyene bıkkınlık vermesi endişesiyle hadislerin senetlerini vermeyeceğim. Çok rivâyet etmeyi gaye edinenlerin yaptığı gibi sahihe yalan karıştırmayacağım. Meselâ: Hame İbn el-Heyyim'le Zureyb İbn Bersemli'nin hadisi gibi -ki bu hadis onun Mucalese'sinde geçmemiştir-. Pek tâbii, Allah'ın hidâyetini dilediği kimse için sahih rivâyet yeterlidir.
Bu kitabta beş yüzden fazla bölüm vardır. Allah, rahmetiyle muvaffak kılandır.
[19]


NOtLar:

[1] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 5-6.
[2] İbn Hişam, Siretu'n-Nebevîyye'nin tahkikinin mukaddimesi, tahkik: Mustafa es-Saka ibrahim el-Ebyari ve Abdulhafız Şelebi, I/5, 6, 7, 8 Mısır el-Halebi baskısı 1955 miladi (biraz tasarruf ederek).
[3] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 6-7.
[4] Dr. Hasen Isa el-Hakim, Dirasetu'l-Muntazam li'bni'l-Cevzi, 42; Şunlardan naklen İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, Xllt/28; ibn Receb, Tabakatü'l-Hanabile, I/400; ibn İmad el-Hanbeli, Şezeratu'z-Zeheb: İV/330; Münzirî, Tekmile li-Vefayati'n-Nakaie, II/293; Ibnu'l-Verdi, Tarih, 11/170; Zehebî, Tezkiratu'l-Huffaz: İV/1342; Suyutî, Tabakatu'l-Huffaz, s. 478 ve İbn Receb, Ez-Zeyl li't-Tezkire, I/400.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 7.
[5] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 7-8.
[6] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 8.
[7] Bakınız: İbnu'l-Cevzi'nin, Abdulkadir Ata tarafından tahkik edilmiş. Saydı "I-H at ir kitabının tahkikinin mukaddimesi.
[8] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 8-9.
[9] Rekaik: iman ve ibadet duygusunu kuvvetlendiren, dünya ihtirasını zayıflatan.
[10] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 9.
[11] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 10.
[12] Allah Tealâ bize o kitabın tam yazma bir nüshasını lütfetti. Ben kardeşim Muham-med Abdulkadir Ata ile birlikte bu kitabı tahkik ettim. Beyrut'ta Daru'l-Kutubi'l-llmiyye'de basıldı.
[13] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 10-13.
[14] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 13.
[15] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 14.
[16] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 14.
[17] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 14.
[18] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 15.
[19] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 16.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

BİRİNCİ BÖLÜM

PEYGAMBERİMİZİN YARATILIŞI

Resim

PEYGAMBERİMİZ Hz. MUHAMMED'in, Hz. ÂDEM'DEN İTİBÂREN ADININ AÇIKÇA BELİRTİLMESİ.:

1-) El-Irbaz İbn Sariye, Allah'ın Rasûlünün (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dediğini rivâyet etmiştir.
"Ben, Âdem daha balçık halindeyken Allah katında hatemi'l- enbiyâydım (peygamberlerin sonuncusuydum)."
[1]

2-) Meyseratu'l- Fecr şunu rivâyet etmiştir: “Yâ Rasûlallah! Sen ne zaman paygamber oldun?” dedim.
Rasûlullah da şöyle buyurdu: "Âdem (aleyhisselâm), daha ruhla cesed arasındayken."
[2]

3-) Meysera şöyle der: “Ya Rasûlallah! Sen ne zaman peygamber oldun?” diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de şu cevabı verdi: "ALLAHu zü’L- CELÂL yeri yaratınca göğü yaratmaya niyet etti. Yedi kat olarak göğü yarattı. Arşı da yaratıp arş'ın bacağına: "MuhaMMed, Allah'ın elçisidir ve peygamberlerin sonuncusudur" diye yazdı. ALLAHu zü’L- CELÂL, Âdem'le Havva'yı yerleştirdiği cenneti yarattıktan sonra, kapılara, yapraklara, kubbelerin ve çadırların üzerine, Âdem daha ruhla cesed ara-sındayken benim adımı yazdı. ALLAHu zü’L- CELÂL Âdem'e can verince o, Arş'a baktı ve benim adımı gördü. Allah ona, MuhaMMed'in, Âdem oğlunun efendisi olduğunu söyledi. Şeytan, Âdem'le Havva'yı aldattığında, onlar tövbe edip benim adımın Allah'a şefâatçi olmasını istediler."
[3]

4-) Ömer İbnu'l-Hattab rivâyet etmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Âdem (aleyhisselâm) günah işlediğinde başını kaldırıp: “Rabbim! MuhaMMed'in hakkı için beni bağışla” dedi.
Bunun üzerine ALLAHu TeÂLÂ ona: “MuhaMMed nedir? MuhaMMed kimdir?” diye vahyetti. Âdem şöyle cevab verdi: “Rabbim! Benim yaratılışımı tamamladığında, başımı Arş'ına doğru kaldırdım. Bir de ne göreyim! Arşın üzerinde "Lâ ilâhe İllallah MuhaMMedu'r- Rasûlullah" yazılı. Anladım ki o senin yarattıklarının en değerlisidir. Çünkü sen onun adıyla kendi adını yanyana getirdin.”
ALLAHu zü’L- CELÂL: “Evet seni bağışladım. O, senin zürriyetinden gelen peygamberlerin sonuncusudur. Eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım" buyurdu,
[4]

5-) Said İbn Cubeyr, şöyle demiştir: “Âdem oğulları; “Allah katında en değerli yaratık hangisidir?” diye tartışma yaptılar.
Bir kısmı; “Âdem'dir. Allah onu eliyle yaratıp meleklerini; ona secde ettirmiştir.” dedi.
Diğer bir kısmı da; “Allah'a isyan etmeyen meleklerdir.” dedi.
Bunu kendisine söylediklerinde Âdem: "Bana ruh üfürüldüğünde, ayaklarıma ulaşmadan, oturmuş vaziyette doğruldum. Arş karşımda parladı. Oraya baktım: "MuhaMMed Resûlullah" (MuhaMMed Allah'ın elçisidir) yazısını gördüm. İşte o Allah katında, yaratıkların en değerlisiydi.” dedi.


6-) Vehb şunu rivâyet etmiştir: “ALLAHu TeÂLÂ, Âdem'e şöyle vahy etmiştir: “Ben Bekke'nin sahibi [5] Allah'ım. Oranın halkı benim seçtiğim kimselerdir. Ziyâretçileri benim heyetimdir ve onlar benim korumam altındadır. Orada benim beytim (evim=Kâbem) vardır. Onu semâdakiler ve yerdekilerle şenlendiririm. Onlar grup grup, saçları başları dağınık olarak ve toz toprak içinde ona gelirler. Onlar yüksek sesle tekbir getirirler (Allahu ekber derler). Telbiyede bulunurlar (Lebbeyk Allahümme lebbeyk derler), sel gibi gözyaşı dökerek ağlarlar. Ondan başkasını kastedmeden ona dayanıp güvenen beni ziyâret etmiş, bana mîsâfir olmuş, bana gelmiş ve benim evimde konaklamış demektir. Benim ona cömertliğimi göstermem, o beyti, adını, şerefini, izzetini ve yüceliğini senin oğullarından İbrahîm adlı bir peygambere ayırmam gerekli oldu. Temellerini onun için yükseltirim ve onun vasıtasıyla imarım tamamlarım. Onun suyunu ona çıkarırım, onun helâl olan yeriyle haram olan yerini ona gösteririm. Ona, oranın hac yapılan yerlerini öğretirim. Sonra orayı başka milletler şenlendirir. So-nunda senin oğullarından, MuhaMMed denilen bir peygamber gelir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Onu, o beytin sakinlerinden, idârecilerinden, bakıcılarından ve suyunu temin edenlerinden yaparım. Kim o gün, beni sorarsa ben, saçı başı dağınık, üstü toz topraklı, adaklarını yerine getiren ve Rablerine gelenlerle birlikteyimdir."
7-) İbn Abbas rivâyet etmiştir: ALLAHu TeÂLÂ Hz. İsâ'ya (aleyhisselâm) şöyle vahyetti:
“MuhaMMed olmasaydı Âdem'i yaratmazdım. Arş'ı yarattığımda sallandı. Üzerine "Lâ ilâhe illallah MuhaMMedün Rasûlullah" yazdım, sâkinleşti.
[6]

Hz. MUHAMMEDİN YARATILDIĞI ÇAMUR.:

8-.) Ka'bu'l-Ahbar şöyle rivâyet etmiştir: “ALLAHu TeÂLÂ, MuhaMMed'i yaratmak istediğinde, Cebrâil'e (aleyhisselâm), kendisine gelmesini emretti. Cebrâil (aleyhisselâm), Rasûlullah'ın kabrinin bulunduğu yer olan kabza-i beyza'yı ona getirdi. O, Tesnim (cennette bir pınar) suyuyla yoğruldu. Sonra cennet nehirlerine daldırıldı, göklerde ve yerde dolaştırıldı. Melekler Âdem'i tanımadan önce MuhaMMed'i ve faziletini tamdılar. Daha sonra MuhaMMed'in nuru Âdem'in alnında görülüyordu. Ona: “Âdem! Bu, senin soyundan olan peygamberlerin efendisidir” denildi.
Havva, Şit’e hamile kalınca, o nur Âdem'den Havva'ya geçti. O, her batında iki çocuk doğurmuştu. Ancak Şit böyle değildi. Çünkü MuhaMMed'in şerefine onu tek başına doğurdu.
O (nur), Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) doğuncaya kadar devamlı temiz olandan temiz olana geçti.


9-) İbn Abbas şöyle rivâyet etmiştir: “Yâ Resûlullah! Âdem cennetteyken neredeydin?” dedim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Onun sulbündeydim (belkemiğindeydim). Ben onun sulbünde olarak, dünyaya indim. Babam Nuh'un sulbünde gemiye bindim. Babam İbrahîm'in sulbünde ateşe atıldım. Benim anne ve babam asla zinâ yaparak birleşmediler. Ben, Âdemoğulları soylarının en hayırlı en temiz olanlarından, devirden devire, aileden aileye geçe geçe, sonunda, şu içinde bulunduğum aileden meydana getirildim. Allah, bana peygamberlik vaadetti. Beni Tevrat'ta müjdeledi. İncil'de de adımı ilân etti. Yer benim yüzümden gök de beni görmek için parlar" dedi.
El-Abbas: “Yâ Rasûlallah! Ben seni övmek istiyorum” dedi.
Rasûlullah ona: "Söyle, ağzma sağlık" dedi.
El-Abbas şu şiiri söylemeğe başladı:
"Daha önce gölgelerde ve yaprağın ayıp yerlerini örttüğü yerde iyi bir hayat sürüyordun.
Sonra dünyaya geldin. Ama ne insandın, ne et parçasıydın, ne pıhtıydın.
Nesr ve ona tapanlar sulara boğulurken sen gemilere binen meni damlasıydın.
Görünmeden Halil'in (İbrahîm'in aleyhisselâm) atıldığı ateşe geldin. Yanınadan onun içinde dolaşıyordun.
Bir sulbten bir rahîme geçiyorsun. Bir âlem gidince, başka bir âlem ortaya çıkıyor.
Hindif ten gelen faziletine şâhid olan senin soyun çok şereflidir.
Sen doğunca yeryüzünü aydınlattın.
Senin nurunla ufuk aydınlandı.
Biz o ışıkta, nurda ve doğruluk yollarında yürüyoruz.”
[7]

İBRAHÎM HALİL PEYGAMBERİN Hz. MUHAMMEDİN YARATILMASIYLA İLGİLİ DUÂSI:

10-) Hz. İbrahîm Kâbe'yi inşâ ettiğinde Mekke halkı için şöyle dua etti: "Ey Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden bir elçi gönder." [8]
Es-Suddi şeyhlerine dayanarak: O elçinin MuhaMMed (sallallahu aleyhi vesellem) olduğunu söylemiştir.

11-) El-Irbaz b. Sariye şunu rivâyet eder: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Ben, Âdem daha balçık halindeyken, Allah katında hatemu'l- enbiyâydım (peygamberlerin sonucusuydum). Bunun başlangıcını size haber vereceğim. Ben atam İbrahîm'in duasıyım. İsâ'nın kavmine geleceğini müjdelediği peygamberim. Annemin rüyâsıyım. Zâten, peygamberlerin anneleri, böyle rüyâ görürler." [9]
Leys bunu Muaviye'den rivâyet edip şunu ilâve etmiştir: “Annesi onu doğurduğunda, Şam köşklerini aydınlatan bir nur görmüştür.” [10]

Hz. PEYGAMBER ve ÜMMETİNİN TEVRAT ve İNCİL'DE ZİKREDİLMESİ, EHL-i KİTAB ÂLİMLERİNİN BUNU İTİRAF ETMELERİ.:

ALLAHu zü’L- CELÂL şöyle buyurmuştur: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o Ümmî (okuma yazma bilmeyen) peygamber'e uyanlar (var ya)..." [11] Onlar onun sıfatını (târifini) bulurlar mânâssına gelmektedir.

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Resim---"Ellezîne yettebiûne’r- resûlen nebiyye’l- ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fî’t- tevrâti ve’l- incîli ye’ınuruhum bi’l- ma’rûfi ve yenhâhum ani’l- munkeri ve yuhıllu lehumu’t- tayyibâti ve yuharrimu aleyhimu’l- habâise ve yedâu anhum ısrâhum ve’l- aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları Ümmî haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resûl) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.” (A'rÂf 7/157)

"İşte o peygamber onlara iyiliği emreder." [12]
Buradaki "iyilikten" maksad, güzel ahlâk ve akrabayı gözetip onlardan ilgiyi kesmemektir.
"Onları kötülükten meneder." [13]
Bu âyetteki münkerden maksad da, şirktir. (Allah'a ortak koşmaktır.)
"Onlara temiz (ve güzel) şeyleri helâl kılar." [14]
Bu âyetteki "temiz şeyler"den maksad Arapların temiz ve iyi buldukları şeylerdir. Şöyle denilmiştir: Bunlar İsrâil oğullarına haram olan yağlar, bâhira, şaibe, vasile ve hamdır. [15]
"Pis (ve zararlı) şeyleri haram kılar." [16]
Buradaki "pis şeyler", Arapların pis buldukları şeyler ve helâl gördükleri leş, kan ve domuz etidir.
"Ve üzerlerindeki ağırlıkları atar." [17]
Buradaki "ağırlıklar"dan maksad, İsrâil oğullarının cumartesi gününü haram kılmak, yağlar ve damar gibi ağırlıklardır.
"Üzerlerindeki zincirleri atar." [18]
Ebu İshak ez-Zeccac bu konuda şöyle demiştir: Zincirlerin zikredilmesi temsildir (misâl getirmedir). Onların katilde (öldürmede) diyet kabul etmemeleri, cumartesi günü çalışmamaları ve ellerine geçen parayı ödünç vermeleri gerekiyordu.

12-) Ali İbn Ebi Talib "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [19] âyeti hakkında şöyle demiştir:
ALLAHu zü’L- CELÂL Âdem ve ondan sonra birisini peygamber olarak göndersin de, MuhaMMed hakkında ondan şu sözü almış olmasın. Eğer o peygamber sağken MuhaMMed gönderilirse, o MuhaMMed'e inanacak ve Ona yardım edecek, Allah o peygamberlere, kavimlerinden söz almalarını da emretti..


وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ
Resim---“Ve iz ehâzallâhu mîsâkan nebiyyİne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun Musâddikun limâ meakum le tu’ıninunne bihİ ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehâztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mine’ş- şâhidîn (şâhidîne).: Ve Allah, nebilerden, “Size kitab ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitabları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka İmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misâk aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.” (Âl-i İmrân 3/81)

13-) Katade: "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [20] âyeti hakkında şöyle demiştir: “Bu ALLAHu TeÂLÂ'nın peygamberlerden, birbirlerini tasdik etmek üzere aldığı sözdür. Allah, peygamberlerinin kendilerine tebliğ ettiklerinden dolayı MuhaMMed'e inanmak ve onu tasdik etmek üzere ehl-i kitab'tan da söz almıştır.”

14-) Ata İbn Yesar şöyle demiştir: “Abdullah İbn Amr İbn el-As'la (radiyallahu anhu) karşılaştım ve ona: “Bana Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) Tevrat'taki vasfını söyle dedim.
O: “Evet, vallahi Rasûlullah Kur’ÂN'daki bazı vasfıyle Tevrat'ta tavsif edilmiştir ki, bu kesinlikle olacaktır. Şöyle ki: "Ey peygamber! Biz seni hakikaten bir şâhid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik."
[21] Ümmîler içinde koruyucu olarak gönderdik. Sen, elbette benim kulum ve peygamberimsin. Sana ben mütevekkil adını verdim. Bu peygamber, kötü huylu, katı kalbli, çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. O kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affederek ve bağışlayarak karşılık verir.
Allah (şirke) sapan (Arap) kavmini, bu peygamberin irşadıyla “lâ ilâhe illallah” diyerek tevhid kıblesine doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı gönülleri bu kelimenin büyüleyici etkisiyle açacaktır.”
[22]

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا

Resim---“Yâ eyyuhâ’n- nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezİrâ (neziran).: Ey Nebi (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, seni şâhid, müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik.” (Ahzâb 33/ 45)

15-) Abdullah İbn Selâm; Rasûlullah'ın vasfı Tevrat'ta vardır.
"Biz seni şâhid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik."
[23] Ümmîler içinde koruyucu olarak gönderdik. O, kötü huylu, katı kalbli, çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. O kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affederek ve bağışlayarak karşılık verir. Ben sapan kavmi bu peygamber vasıtasıyla Lâ ilâhe illallah diyerek doğrultmadıkça, sağır kulakları, kapalı gönülleri ve kör gözleri açmadıkça onun ruhunu almam” demiştir..

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim---“İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ (nezîren).: Muhakkak ki Biz, seni şâhid, müjdeleyen ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Feth 48/8)

16-) İbn Abbas'tan rivâyet edilmiştir: “Kab'a sordum: “Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) Tevrat'ta nasıl buluyorsun?”
Ka'bda şöyle cevab verdi: “Onu, “MuhaMMed Allah'ın Rasûlü'dür” şeklinde buluyoruz. Mekke doğumludur. Hicret yeri Tabe'dir. Şam'a hakim olacak. Ahlâksız değildir. Çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine affederek karşılık verir.”
Ka'b şöyle de demiştir: “Şunların yazılı olduğunu görüyoruz. MuhaMMed, Allah'ın elçisidir. O, kötü huylu, katı kalbli ve çarşılarda bağırıp çağıran birisi, değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine aiİederek ve bağışlayarak karşılık verir. Onun ümmeti çok hamdeden kimselerdir. Her yüksek yerde Allah'a tekbir getirirler ve her mevkide O'na hanıdederler. Bellerine izar denilen kıyâfeti (peştemâl v.s.) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar. Ezânlarının sesleri gök boşluğunda duyulur. Savaşta saf oldukları gibi namazda saf olurlar. Ezânlarımn sesleri, geceleyin, gök boşluğunda arı uğultusu gibi ses çıkarır. Onun doğum yeri Mekke, hicret yeri de Tabe (Medine) dir.”


17-) Ka'b şöyle demiştir: “İlk yarısında şunlar vardır: “Allah'ın elçisi olan MuhaMMed, benim seçkin kulumdur. O, kötü huylu, katı kalbli ve çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez fakat affeder ve bağışlar. Doğum yeri Mekke, hicret yeri Tabe'dir. Şam'a hakim olacaktır.
İkinci yarısında da şunlar vardır: MuhaMMed Allah'ın Rasûlüdür. Onun Ümmeti çok hamdeden kimselerdir. İyi ve kötü günde Allah'a hamdederler. Her mevkide Allah'a hamdederler. Her yüksek yerde ona tekbir getirirler. Onlar güneşi gözetlerler. Vakti gelince, nerede olursa olsun, namaz kılarlar. Bellerine izar (peştemâl, eteklik) bağlarlar, kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar, geceleyin gökteki sesleri an sesi gibidir,
[24]

18-) Ebu Hureyre şöyle rivâyet etmiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Musâ, Tevrat inince okudu ve içinde bu ümmet hakkında zikredilenleri gördü. Bunun üzerine o: “Rabbim! Ben levhalarda, sonuncu olan ama öne geçen ve kendilerine şefâat edilen bir ümmet görüyorum. Onu benim ümmetim yap” dedi.
ALLAHu TeÂLÂ: “O, AhMed'in ümmetidir” buyurdu.
Musâ: “Rabbim! Levhalarda, dua eden ve duaları kabul edilen bir ümmet görüyorum. Onu benim ümmetim yap” dedi.
ALLAHu TeÂLÂ: “O, AhMed'in ümmetidir, dedi.”
Musâ: “Rabbim! Ben levhalarda, kitabları göğüslerinde olan ve onu açıktan okuyan bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap” dedi.
ALLAHu TeÂLÂ: “O, AhMed'in ümmetidir” dedi.
Musâ: “Rabbim! Levhalarda sadakayı karınlarına koyan (sadaka yiyen) ve sadakadan dolayı kendilerine sevap verilen bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap” dedi.
ALLAHu TeÂLÂ: “O, AhMed'in ümmetidir” cevabını verdi.
Musâ: “Rabbim! Levhalarda birisi bir kötülüğe niyet eder yapmazsa, üzerine günah yazılmayan, eğer o kötülüğü yaparsa üzerine bir kötülük yazılan bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap” dedi. ALLAHu TeÂLÂ: “O, AhMed'in ümmetidir” dedi.
Musâ: “Rabbim! Levhalarda, kendilerine ilk ve son ilmin verildiği ve sapıklığın boynuzu Mesih Deccal'ı öldüren bir ümmeti görüyorum, o ümmeti benim ümmetim yap” dedi.
ALLAHu TeÂLÂ: “O, AhMed'in ümmetidir” dedi.
Musâ: “Rabbim! Beni AhMed'in ümmetinden yap ki bana o sırada iki özellik verilsin”dedi.
ALLAHu TeÂLÂ: “Musâ! Sana risâletlerimi vermekle ve seninle konuşmakla, seni diğer insanlara tercih ettim. Sana verdiklerimi al ve şükredenl erden ol” buyurdu.
Bunun üzerine Musâ: “Rabbim! Tamam razı oldum!” dedi."
[25]

19-) Şöyle rivâyet edildi: “Ka'bul-Ahbar, bir yahudi âliminin ağladığını gördü.
Ona: “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu.
Yahudi âlimi: “Sen bazı söyler söyledin” dedi.
Ka'b: “Allah aşkına! Ağlamana sebep olan şeyleri sana haber verirsem bana inanacak mısın?”
Yahudi âlimi: “Evet” dedi.
Ka'b: “Allah aşkına! Sen indirilen Allah'ın kitabında, Musâ'nın (aleyhisselâm) Tevrat'a bakıp: “Rabbim! Ben insanlar için çıkarılan ümmetlerin en hayırlısı olan bir ümmet görüyorum. Onlar iyiliği emredip kötülükten men ediyorlar. İlk kitaba da inanıyorlar; son kitaba da. Dalalet ehliyle (doğru yoldan sapanlarla) savaşıyorlar. Hatta tek gözlü Deccal ile bile savaşıyorlar. Onları benim ümmetim yap” dediğini, ALLAHu TeÂLÂ'nın da: “O AhMed'in ümmetidir” diye cevab verdiğini görüyor musun?” dedi.
Yahudi âlimi: “Evet” diye cevab verdi.
Ka'b: “Söyle Allah'ın aşkına! Allah'ın indirilen kitabında, Musâ'nın Tevrat'a bakıp: “Rabbim! Ben çok hamdeden, güneşin seyrini takip eden, ve münakaşa halinde kendilerine hakem tayın eden, bir şeyler yapmak istediklerinde,” İnşaallah biz onu yaparız” diyen bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap” dediğim, ALLAHu TeÂLÂ'nın da: “Onlar AhMed'in ümmetidir” dediğini görüyor musun?” dedi.
Yahudi âlim; “Evet” diye cevab verdi.
Ka'b: “Allah aşkına söyle: Allah'ın indirilen kitabında Musâ'nın Tevrat'a bakıp: “Rabbim! aralarından birininbir yüksek yere çıkınca Allahü Ekber dediğini, bir vâdiye inince Allah'a hamdettiğini, toprağın onlar için temiz olduğunu, yeryüzünün neresinde olurlarsa olsun, onlara mescid olduğunu, cünüblükten temizlendiklerini, su bulamadıkları yerde toprakla temizlenmelerinin su ile temizlenme gibi olduğunu, abdest almalarının eseri olarak alınları ve ayakları parlak bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap” deyince, ALLAHu TeÂLÂ'nın: “Musâ! Onlar Ah-med'in ümmetidir” diye cevab verdiğini görüyor musun?” dedi.
Âlim: “Evet dedi.”
Ka'b: “Allah aşkma söyle! Allah'ın indirilen kitabında Musâ'nın Tevrat'a bakıp: “Rabbim! Ben kendilerim seçtiğim âlimlere mirasçı olan, bir kısmı kendine zulm eden, bir kısmı da orta yolda giden, bir kısmı da iyi işlerde öne geçen, merhamet edilen zayıf bir ümmet görüyorum. Onlardan hiç birine merhamet edilmediğini görmüyorum. Onları benim ümmetim yap” dediğini, ALLAHu zü’L- CELÂL'ın da: “Onlar AhMed'in ümmeti, Musâ!” dediğini görüyor musun?
Âlim: “Evet” diye cevab verdi.
Ka'b: “Allah aşkına söyle! Allah'ın inen kitabında Musâ'nın, Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben Tevrat'ta mushaflan göğüslerinde saflarında meleklerin saf durdukları gibi, mescidlerinde arı uğultusu gibi ses çıkaran, hiç birinin cehenneme girmeyeceği, sadece ormanın ağaçsız olduğu gibi iyilikten uzak kimselerin cehenneme girdiği bir ümmeti görüyorum, bunları benim ümmetim yap” deyince, ALLAHu TeÂLÂ'nın: “Musâ! Onlar, AhMed'in ümmetidir” dediğini görüyor musun?
Yahudi âlimi: “Evet, Musâ Allah'ın MuhaMMed ve ümmetine verdiği iyiliğe şaşırınca, keşke ben de MuhaMMed'in ashabından olsaydım” dedi.
Allah, O'na razı olacağı üç âyet vahyetti: "Ey Musâ! Ben risâletlerimle ve seninle konuşmamla, seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. Onun için, nasihât ve herşeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini levhalarda yazdık."
[26]
ALLAHu TeÂLÂ şöyle de buyurdu: "Musâ'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk vardır." [27]
Bunun üzerine Musâ tamamen razı oldu.

قَالَ يَا مُوسَى إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالاَتِي وَبِكَلاَمِي فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُن مِّنَ الشَّاكِرِينَ
Resim---“Kâle yâ mûsâ innîstafeytuke alâ’n- nâsi bi risâlâtî ve bi kelâmî fe huz mâ âteytuke ve kun mine’ş- şâkirîn (şâkirîne).: (Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Ey Musa! Muhakkak ki; Ben, risâletimle ve kelâmımla seni insanların üzerine seçtim. Artık sana verdiğim şeyleri al. Ve şükredenlerden ol.” (A'rÂf 7/144)

وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الأَلْوَاحِ مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْعِظَةً وَتَفْصِيلاً لِّكُلِّ شَيْءٍ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُواْ بِأَحْسَنِهَا سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ
Resim---“Ve ketebnâ lehu fî’l- elvâhı min kulli şey’in mev’ızâten ve tafsîlen li kulli şey’in fe huzhâ bi kuvvetin ve’ınur kavmeke ye’huzû bi ahsenihâ se urîkum dâre’l- fâsikîn (fâsikîne).: Ve Biz, ona (Hz. Musa’ya) levhalarda herşeyden vaaz ederek (öğüt vererek) ve herşeyi tafsil ederek (kesin hükümle ayrı ayrı açıklayarak) yazdık. Artık onu kuvvetlice tut ve kavmine emret. Onu, en güzel şekilde alsınlar (uygulasınlar). Yakında size fasıklar yurdunu göstereceğim.” (A'rÂf 7/145)

وَمِن قَوْمِ مُوسَى أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ
Resim---“Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bi’l- hakkı ve bihİ ya’dilûn (ya’dilûne).: Ve Musa (A.S)’ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk’a hidâyet ederler (hidâyete ulaştırırlar). Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.” (A'rÂf 7/159)

20-) Yine Ka'b'tan rivâyet edilmiştir.
Ka'b bir adamın: “Rüyâmda insanların hesap için toplandıklarını, peygamberler çağırılınca her peygamberle birlikte ümmetinin de geldiğini, her peygamberin iki nuru olduğunu, ona tâbi olanlardan her birinin, onun vasıtasıyla yürüdüğü bir nura sahib olduğunu, MuhaMMed (sallallahu aleyhi vesellem) çağrılınca, baktı ki onun her bir kılında, başında ve yüzünde bir nur olduğunu, ona tâbi olan herkesin de, onlar vasıtasıyla yürüdüğü iki nura sahib olduklarını gördüğünü söyleyen bir adam dinledi.
Ka'b: “O, bunun bir rüyâ olduğunu bilmiyor mu? Bunu sana kim anlattı” dedi.
Adam: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin olsun ki, bu rüyâyı ben gördüm” dedi.
Ka'b: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin olsun. Bunu rüyânda sen mi gördün?” dedi.
Adam: “Evet” diye cevab verdi.
Ka'b: “Ka'b'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun veya MuhaMMed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun. Bu gördüklerin MuhaMMed'le ümmetinin, diğer peygamberlerle ümmetlerinin Allah'ın kitabındaki vasıflandır. Sanki onu Tevrat'tan okudu.”


21-) İbn Ebi Nemle şöyle demiştir: “Benu Kureyza yahudileri, Resûlullah'ın adını kitablarında okuyorlar, çocuklara vasfını, adını, hicret edeceği yerin Medine olduğunu bildiriyorlardı. O ortaya çıkınca hased edip kabul etmediler. [28]

22-) Ebu Said El-Hudrî şöyle rivâyet eder: “Ebu Mâlik İbn Sinân'ın şöyle dediğini duydum: “Bir gün aralarında konuşmak için Abdül Eşhel oğullarına geldim, o sırada biz savaşı kesmiştik. Yahudi Yuşa'nın şöyle dediğini duydum: “Harem'den çıkacak, adına AhMed denilen bir peygamberin gelmesi yaklaştı.” Halife İbn Salebe El-Eşheli, onunla alay ederek: “Sıfatı (özellikleri) nelerdir?” dedi. Yuşa: “Boyu ne uzun ne de kİsâ olan, gözlerinde kırmızılık olan, semle giyip, eşeğe binen bir adam. Burası da (Medine) onun hicret yeridir” dedi.
Ebu Said: "O gün Yuşa'nın söylediklerinden dehşete kapılmış bir halde kavmim Hudre oğullarına döndüm."
Bizden birisinin: “Bunu sadece Yuşa mı söylüyor?! Yesrib'teki bütün yahudiler söylüyorlar” dediğini duydum.
Ebu Mâlik İbn Sinân: “Kureyza oğullarına kadar gittim. Hepsi de bunu kabul edip aralarında peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) durumunu görüştüler.”
Ez-Zubeyir İbn Bata şöyle demiştir: “Sadece bir peygamberin çıkmasından dolayı doğan kırmızı yıldız doğmuştur. Artık AhMed'den başkası kalmadı. Burası onun hicret yeridir.”
Ebu Said- Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye gelince, babam ona, bu haberi anlattı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem; bunun üzerine: "Ez-Zübeyir ve yahudilerin reisi olan akrabaları müslüman olsalardı,.bütün yah udiler müslüman olurlardı. Ancak onlar, ez-Zübeyir'e tâbi olmuşlardır” buyurdu.
[29]
MuhaMMed İbn Mesleme şöyle demiştir: “”Abdül Eşhel oğulları arasında bir tek yahudi vardı, onun adı da Yuşa idi. Çocukken onun şöyle dediğini duydum. “Size bu beytin yanından gönderilecek bir peygamberin gelmesi yaklaşmıştır.” Sonra eliyle Beytullah'a işâret ederek: “Kim ona yetişirse, onu tasdik etsin.” Nihâyet, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) gönderildi. Ve biz O (Yuşa) aramızda iken müslüman olduk. Yuşa hasedinden ve düşmanlığından müslüman olmadı.

23-) Umara İbn Huzeyme İbn Sabitten rivâyet edilmiştir: Evs'le Hazrec kabileleri arasında MuhaMMed'i (sallallahu aleyhi vesellem) rahib Ebu Âmir'den daha iyi târif edeni yoktu. Onun yahudilerle tanışıklığı vardı. Onlara din konusunda sorular sorar, yahudiler de ona Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) özelliklerini ve oranın (Medine'nin) onun hicret yurdu olduğunu söylerlerdi. Daha sonra o Teyma yahudilenne gitti. Onlar. Ebu Âmir'e aynı bilgileri verdiler. Bundan sonra da Şama gitti. Hıristiyanlar a sordu, onlar da peygamberin özelliklerini ve onun hicret yerinin Yesrib (Medine) olduğunu söylediler. Ebu Âmir: “Ben Haniflik dinindeyim” diyerek döndü. Bir ibâdetgâh kurdu ve kendisi rahib oldu. Kendisinin İbrahîm'in (aleyhisselâm) dininde olduğunu ve peygamberin gelmesini beklediğini iddia etti.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'de ortaya çıkınca, ona gitmeyip olduğu yerde kaldı. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Medine’ye gelince, hased edip düşman oldu. İki yüzlülük yapmaya başladı. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) gelip: “MuhaMMed! Sen ne ile gönderildin?” dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "İbrahîm'in dini Haniflik'le" diye cevab verdi.
O: “Ben de ondayım” dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "Sen onda değilsin" dedi.
O: “Sen O'nu başkası ile karıştırıyorsun,” dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "Ben onu beyaz ve temiz olarak getirdim. Yahudi ve hırıstiyan âlimlerinin sana daha önce benim Özelliklerim hakkında söyledikleri nerede ya?" dedi.
O: “Sen onların târif ettikleri kimse değilsin” dedi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Yalan söylüyorsun” dedi.
O: “Yalan söylemiyorum” dedi.
Resûlullah fsallallahu aleyhi vesellem): "Yalancı olanı Allah tek başına ve kovulmuş olarak öldürsün" dedi.
Ebu Âmir: “Âmin, öyle olsun!” dedi.
[30]
Daha sonra Mekke'ye dönüp Kureyşîlerin dinine uyup onlarla birlikte yaşadı. Daha önceki dinini böylece bırakmış oldu.
Başka bir rivâyette şöyle denilmektedir: Taifliler müslüman olunca Şam'a sığındı. Orada kovulmuş olarak, tek başına ve garib bir şekilde Ölmüştür..


24-) İbn Abbas şöyle rivâyet etmiştir: Yahudiler, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) gönderilmeden Önce onunla Evs'le Hazrec'e karşı yardım istiyorlardı. Allah MuhaMMedi Arap'lardan gönderince onu ve daha önceki söylediklerini inkar ettiler.
Muaz İbn Cebelle Bişr İbnü’l- Bera onlara: “Ey Yahudi topluluğu! Allah'tan korkun ve müslüman olun. Biz müşrikken, MuhaMMed'le bize karşı yardım istiyordunuz. Onun gönderileceğim söylüyor ve onun özelliklerini anlatıyordunuz” dediler.
Selâm, İbn Mişkem: “O, size söylediğimiz kişi değildir. O, bize bildiğimiz birşey getirmemiştir.
ALLAHu TeÂLÂ onların sözleri hakkında şu âyeti indirmiştir: "Daha önce kâfirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitab gelipte Tevrat'tan bilip Öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkarcılaradır."
[31]

وَلَمَّا جَاءهُمْ كِتَابٌ مِّنْ عِندِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ وَكَانُواْ مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُواْ فَلَمَّا جَاءهُم مَّا عَرَفُواْ كَفَرُواْ بِهِ فَلَعْنَةُ اللَّه عَلَى الْكَافِرِينَ
Resim---"Ve lemmâ câehum kitâbun min indillâhi musaddikun limâ meahum, ve kânû min kablu yesteftihûne alellezîne keferû, fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bihî, fe la’netullâhi ale’l- kâfirîn (kâfirîne) : Ve onlara, Allah katından onların beraberindeki şeyi (Tevrat’ı) tasdik eden bir Kitap, (Kur’ân) geldiği zaman (o’nu kabul etmediler). (Kur’ân gelmeden) önce kâfirlere karşı (zor durumda kaldıklarında, Tevrat’ta bahsi geçen ahir zaman Peygamberi adına) fetih ve zafer için (Allah’tan) yardım istiyorlardı. Oysa, O bildikleri (Tevrat’ta vasfı bildirilen Peygamber) onlara gelince O’nu inkâr ettiler. Bu yüzden Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara 2/89)

Yani onlar MuhaMMed'in gelmesiyle müşrik Araplara karşı yardım istiyorlardı. Yardım isteyenler de ehl-i kitab'dı. ALLAHu zü’L- CELÂL MuhaMMedi gönderip, onun kendilerinden olmadığını görünce, onu inkar ettiler ve onu çekemediler.

25-) Katâde: "Daha önce kâfirlere karşı yardım istiyorlardı" [32] âyetini şöyle tefsir etmiştir:
Yahudiler, MuhaMMed'le kâfir Araplara karşı yardım istiyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı: “Allah'ım! Tevrat'ta gördüğümüz peygamberi gönder de onlara eziyet edelim ve onları öldürelim.
O peygamber, başkasından gönderilince Arapları çekemedikleri için onu inkar ettiler.


وَلَمَّا جَاءهُمْ كِتَابٌ مِّنْ عِندِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ وَكَانُواْ مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُواْ فَلَمَّا جَاءهُم مَّا عَرَفُواْ كَفَرُواْ بِهِ فَلَعْنَةُ اللَّه عَلَى الْكَافِرِينَ
Resim---“Ve lemmâ câehum kitâbun min indillâhi musaddikun limâ meahum, ve kânû min kablu yesteftihûne alellezîne keferû, fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bihî, fe la’netullâhi ale’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ve onlara, Allah katından onların beraberindeki şeyi (Tevrat’ı) tasdik eden bir Kitap, (Kur’ân) geldiği zaman (o’nu kabul etmediler). (Kur’ân gelmeden) önce kâfirlere karşı (zor durumda kaldıklarında, Tevrat’ta bahsi geçen âhir zaman Peygamberi adına) fetih ve zafer için (Allah’tan) yardım istiyorlardı. Oysa, O bildikleri (Tevrat’ta vasfı bildirilen Peygamber) onlara gelince O’nu inkâr ettiler. Bu yüzden Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara 2/89)

26) El-Muğire İbn Şube: Mukavkıs'ın huzuruna girdiğinde, Mukavkıs'ın kendisine: “MuhaMMed, gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer o, kıbtilere ve rumlara gelseydi, ona tâbi olurlardı” dediğini rivâyet etmiştir.
El-Muğire şunu da anlattı: “İskenderiyye'de kaldım. Bir kilise görür görmez oraya giriyor ve kıbti ve rum piskoposlarına, MuhaMMed'e dair buldukları özellikleri soruyordum. Kıbtilerin Ebu Yuhannes kilisesinin başı olan bir piskoposu vardı. Kıbtiler hastalarını ona getirirler, o da onlar için dua ederdi. O güne kadar beş vakit namazı kılmada ondan daha gayretli bir kimse görmemiştim.
Ben; “Söyle bana, gelecek bir peygamber kaldı mı?” dedim.
Şöyle cevab verdi: “Evet, o gelecek peygamber peygamberlerin sonuncusudur. Onunla İsâ İbn Meryem arasında başka bir peygamber yoktur. O, İsâ'nın bize uymamızı emrettiği peygamberdir. O, Ümmî (okuma yazma bilme-yen) Arap peygamberdir. Adı AhMed'dir. Boyu ne uzundur, ne de kİsâ, gözlerinde kırmızılık vardır. Ne beyazdır ne de esmerdir. Kılıcı omzundadır. Karşılaştığı kimseden çekinmeyip doğrudan doğruya kendisi savaşa koşar. Yanında onun için canlarını fedâ eden arkadaşları vardır. Onlar onu çocuklarından ve babalarından daha çok severler. O, selem ağaçlı yerden çıkar, bir haremden başka bir hareme gelir. Çorak topraklı ve hurma ağaçları olan bir yere hicret eder. O, İbrahîm'in (aleyhisselâm) dini üzeredir. El-Muğire İbn Şube: “Onun özelliklerinden biraz daha anlat” dedi.
O şöyle devam etti: “Beline izar sarar, kol ve bacaklarını (abdest almak için) yıkar. Daha önceki peygamberlerde olmayan özellikleri vardır. Daha önceki bir peygamber sadece kendi kavmine gönderiliyordu. O, bütün insanlara gönderilecek. Yeryüzü onun için mescid ve temiz kılınmıştır. Nerede namaz vakti gelirse, orada teyemmüm edip namaz kılabilir. Halbuki kendisinden Önceki peygamberler, bu hususta zora koşulmuştur”
El-Muğire gelip müslüman. oldu. Bütün bunları Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) anlattı. Ashabının da onu dinlemesini istedi.
El-Muğire şöyle demiştir; “iki veya üç gün onlara bunu anlatmıştım.”
[33]

27-) Yine şöyle anlatıldı: Varaka İbn Nevfel'le Zeyd İbn Said, dini (hanifliği) aramağa çıktılar. Sonunda, Musul'da bir rahibe vardılar.
Rahib, Zeyd'e: “Sen nereden geldin?” diye sordu.
Zeyd: “İbrahîm'in (aleyhisselâm) evinden” cevabını verdi.
Rahib: “Peki ne arıyorsun?” dedi.
Zeyd: “Dini” diye cevab verdi.
Rahib: “Dön, senin aradığın kendi yurdunda zuhur etmek üzeredir” dedi.
Zeyd: “Hakkı kabul ederim, ona ibâdet eder, onun kulu kölesi olurum” diyerek geri döndü.

28-) Halife İbn Abde El-Minkari şunu rivâyet etmiştir: “MuhaMMed İbn Adiyy'e: “Baban sana MuhaMMed adını nasıl koydu?”
MuhaMMed şu cevabı verdi: “Bana sorduğunu babama sordumda şu cevabı verdi: “Temim oğullarından dört kişi olarak yola çıktık. Dört kişiden birisi bendim. Diğerleri Sufyan İbn Mücaşir İbn Darim, Yezid İbn Amr İbn Rabia, Usame İbn Mâlik İbn Cundeb'ti... Biz, İbn Cefne El-Gassani'yi arıyorduk. Şam'a gelince, içinde ağaç fidânları bulunan bir gölün yanında konakladık. Gölün yakınında bir manastır, manastırda da iki rahib vardı.
O bizimle ilgilenip: “Bu dil, bu memleket halkının dili değil” dedi.
Biz de: “Evet, biz Muzar'danız.”
O da : “İki Muzar'ın hangisinden” dedi.
Biz: “Hındef ten” dedik.
Bunun üzerine o: “Yakında sizin aranızdan bir peygamber gönderilecek, ona koşun, ondan nasibinizi alın ki doğruyu bulasınız. Çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur. Adı da MuhaMMed'dir” dedi.
İbn Cefne'nin yanından ayrılıp ailelerimizle bir olunca, hepimizin birer oğlu oldu ve adlarım MuhaMMed koyduk.


29-) Seleme İbn Selâme İbn Vakş anlatmıştır: “Bizim Abduleşhel oğulları içinde yahudi bir komşumuz vardı.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) gönderilmeden az önce bir gün evinden çıkıp Abduleşhel oğullarının toplandıkları yere geldi. Ben o gün, oradakilerin en genciydim. Ailemin avlusunda, üzerime bir bürde bürünmüş olarak yatıyordum.
O yahudi, ba'sı (öldükten sonra dirilmeyi), kıyameti, hesabı, mizanı, cennet ve cehennemi anlattı.
Bunu, müşrik ve putları olan, öldükten sonra dirilmeye inanmayan bir topluluğa anlattı.
Onlar: “Kahrolasın be adam! Sen bunun olduğunu mu, insanların Öldükten sonra, orada cennet ve cehennemin bulunduğu ve istediklerinin karşılığının verileceği bir yurt olduğunu mu zannediyorsun?” dediler.
O yahudi: “Evet, kendisine yemin edilene yemin ederim ki, ben inanıyorum. Oradaki cehennemde yakılacağım süre yerine, bu dünyada en büyük tandırı ısıtıp beni de içine atıp sonra ağzını kapatıp sıvasalar, oradaki cehennem azabından kurtulmak için kabul ederdim” dedi.
Onlar: “Kahrolasıca! Peki, bu söylediklerinin delili nedir?” dediler.
Yahudi: “Şu ülkeden çıkacak olan bir peygamber” dedi ve eliyle Mekke ve Yemen tarafına işâret etti. Onlar: “Peki onu ne zaman göreceğiz?” dediler.
Yahudi, bana baktı -ki ben oradakilerin yaşça en küçük olanıydım- ve: “Şu çocuk sağ kalırsa onu görecektir” dedi.
Seleme şöyle der: “Vallahi, uzun zaman geçmeden Allah, elçisi MuhaMMed'i gönderdi. O yahudi hâlâ aramızda yaşıyordu. Biz peygambere inandık. Ama yahudi çekememezliği ve düşmanlığı yüzünden inanmadı.
Bunun üzerine biz ona: “Yazıklar olsun sana! Bu peygamberin geleceğini bize anlatan sen değil miydin?” dedik.
O da: “Evet, bendim ama bu o değildir” dedi.
[34]

30-) İbn Mesud şunu rivâyet etti: “ALLAHu TeÂLÂ bir adamı cennete sokmak üzere peygamberini gönderdi. Bu şöyle oldu: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) kiliseye girdi. Bir de ne görsün, orada bir yahudi, diğerlerine Tevrat okumaktaydı. Peygamberlerin özelliklerine gelince okumayı kestiler. Kilisenin köşesinde hasta bir adam vardı.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): “Niye durdunuz?” dedi.
Hasta adam: “Çünkü onlar bir peygamberin özelliklerine geldiler ve okumayı kestiler.”
Nihâyet hasta adam emekleye emekleye geldi. Tevrat'ı alıp okudu. Peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) târifine gelince: “Bunlar, senin ve ümmetinin özellikleridir. Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet ediyorum” dedi. Daha sonra öldü. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ashabına: "Kardeşinizi gömün" dedi.
[35]

31-)
Ubeyy İbn Ka'b şöyle anlatmıştır: “Tubba, Medine'ye gelip Kanat'ta konakladığında yahudi âlimlerini getirtip onlara: “Yahudiliğin ortadan kalkması ve Arapların dinine dönülmesi için bu şehri yıkacağım” dedi.
O sırada en bilgilileri olan yahudi Samuk, Tubba'a: “Ey Kral! Burası, İsmâil'in oğullarından, Mekke doğumlu ve AhMed adındaki bir peygamberin hicret edeceği şehirdir. O, buraya hicret edecektir. Senin yaptığın bu öldürme ve yaralamalar onun ashabı ve düşmanları arasında da çok olan birşeydir” dedi.
Tubba: “Peki, iddia ettiklerine göre bir peygamber olduğu halde, o gün onunla kimler savaşacak?” dedi.
Samuk: “Kendi kavmi, Onun üzerine yürüyecek ve burada savaşacaklar.”
Tubba: “Onun kabri nerede olacak?” dedi.
Samuk: “Bu şehirde” diye cevab verdi.
Tubba: “Onunla savaşıldığında, kim yenilecek?” dedi.
Samuk: “Bir defâsında o, bir defâsında da başkası yenilecek, senin bulunduğun bu yerde o yenilecek. Ashabı onun için, hiçbir yerde onu öldüremeyecekleri şekilde dövüşecekler. Sonuç onun lehine olacak. Daha sonra o üstün gelecek ve bu meseleyi onunla hiç kimse tartışamayacak, dedi.
Tubba: “Peki onun özellikleri nelerdir?”
Samuk: “O, ne kİsâ ne de uzun boyludur. Gözlerinde kırmızılık vardır. Deveye biner, semle denen elbiseyi giyer. Kılıcı omuzundadır. Davasının galip gelmesi için, ne kardeş, ne amca oğlu, ne de amca, karşısına çıkan hiç kimseye aldırmaz” dedi.
Tubba: “Bu şehre girmenin çâresi yok. Burayı harab etmek benim elimde değil” Kabe dedi.
Tubba, Yemen'e gitmek üzere yola çıktı. Abdullah İbn Selâm şöyle demiştir: “Tubba Yesrib yahudilerinin anlattıkları şeylerden dolayı peygamber'i tasdik etmeden ölmemiştir. Tubba müslüman olarak Ölmüştür.”
[36]

32-) Yahudilerin en iyi âlimi olan ez-Zubeyr İbn Bata şöyle der: “Babamın bana yasakladığı bir sifr (büyük kitab, Tevrat'ın bölümlerinden biri) buldum. Onun içinde: “Selem ağaçlı yerden çıkacak ve şöyle şöyle özellikleri olan peygamber AhMed'den bahsediliyordu.”
Ez-Zubeyr bunu daha peygamber gönderilmeden babasından sonra anlatmıştı.
O, peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'de ortaya çıktığını duyar duymaz, sifri yok etti.
Peygamber'in durumunu ve özelliklerini gizleyip: “Öyle bir şey yok” dedi.


33-) İbn Abbas şunu rivâyet etmiştir: Kureyza, Nadir, Fedek ve Hayber yahudileri Hz. Peygamber daha gönderilmeden O'nun özelliklerini ve O'nun hicret yurdunun Medine olduğunu biliyorlardı.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) doğunca yahudi bilginleri: “Bu gece AhMed doğdu. Çünkü onun yıldızı doğdu. O, peygamber olunca, AhMed, peygamber oldu. Çünkü yıldız doğmuştur” dediler.
Onlar, bunu biliyorlar, ikrar ediyorlar ve onun târifini yapıyorlardı. Ancak ona hased edip düşman oldular!


34-) Hz. Aişe (radiyallahu anhu) şöyle anlattı: “Mekke'de, Mina'da, ticaretle uğraşan bir yahudi oturuyordu. Rasûlullah’ın doğduğu gece, Kureyş'in toplantı yerlerinden birinde şöyle dedi: “Bu gece sizin aranızda doğan birisi var mı?”
Onlar: “Bilmiyoruz” dediler.
Yahudi: “Ey Kureyş topluluğu! Bakın! Size söylediklerimi iyi belleyin. Bu gece bu ümmetin peygamberi AhMed doğdu. İki omuzunun arasında, üstünde kıllar bulunan bir beni vardır.”
Topluluk, onun konuşmasına şaşırmış bir halde toplandıkları yerden ayrıldılar. Evlerine varınca bunu ailelerine anlattılar. Bazılarına şöyle denildi: “Bu gece Abdullah İbn Abdümuttalib'in bir oğlu oldu ve adını MuhaMMed koydu.”
Yahudinin evine gelip: “Bizim aramızda bir çocuk doğduğunu öğrendik” dediler.
O: “Benim verdiğim haberden sonra mı yoksa önce mi?” dedi.
Onlar: “Haberden önce. Adı da “AhMed” dediler.
Yahudi: “Bizi ona götürün” dedi.
Birlikte çıkıp Âmine'nin yanına geldiler. Âmine onu yanlarına götürdü. Sırtındaki beni görünce, yahudi bayıldı. Daha sonra ayıldı. Onlar: “Neyin var? Kahrolasıca” dediler.
Yahudi: “İsrâil oğullarından peygamberlik gitti, kitab ellerinden çıktı. Onun, yahudileri öldüreceği ve âlimlerini yok edeceği yazılı, peygamberliği Araplar elde ettiler. Kureyş topluluğu buna mı sevindiniz? Vallahi onlar haberi doğudan batıya gidecek şekilde sizi yenecekler” dedi.


35-) Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) şöyle rivâyet etmiştir:
“Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Beytulmedâris'e gelip: "Benim yanıma gelin ki size öğreteyim" dedi.
Onlar: “Abdullah İbn Surya (gelsin) dediler.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onunla başbaşa kalınca, “O'nun dini, Allah'ın onlara lütfettiği şey, onlara yedirdiği kudret helvası ve bıldırcınla onları gölgeleyen bulut aşkına söyle bakalım. Sen benim Allah'ın elçisi olduğumu biliyor musun?” dedi.
O (Abdullah): “Evet, benim bildiklerimi onlar da biliyorlar. Senin özelliklerin, Tevrat'ta açıktır. Fakat onlar seni çekemediler.”
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "Peki, seni ne engelliyor?" diye sordu.
Abdullah: "Ben kavmime aykırı hareket etmek istemiyorum. Belki onlar sana tâbi olup müslüman olurlar" dedi ve kendisi müslüman oldu.
[37]

36-) Ömer İbnu'l-Hattab (radiyallahu anhu) şunu anlattı: “Ben, Tevrat'ı okurlarken yahudilerin yanına gelirdim. Tevrat'la Kur’ÂN’ın birbirine uygun olmasına şaşırırdım.
Onlar: “Ömer! Bize senden başka hiç kimse sevimli değildir. Çünkü sen bizim yanımıza geliyorsun” dediler.
Ben de şöyle dedim: “Ben sadece Allah'ın kitabının birbirini tasdik etmesine şaşırdığım için geliyorum.”
Ben, bir gün onların yanındayken Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) çıka geldi.
Onlar şöyle dediler: “Bu senin arkadaşındır.”
Ben de şöyle dedim: “Allah ve size indirdiği kitab aşkına söyleyin! Siz onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyor musunuz? Onların büyüğü:
- Allah aşkına, ona söyleyin, dedi. Onlar:
- Sen büyüğümüzsün. Ona sen söyle, dediler. O:
- Biz onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyoruz, dedi. Ben:
- Eğer onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyor, ve ona uymuyorsanız, sizin haliniz ne kadar perişân!” Onlar: “Bizim melekler arasında bir düşmanımız bir de dostumuz var. Düşmanımız, ahlâksızlık ve düşmanlık meleği olan Cebrâil'dir. Dostumuz da merhamet ve yumuşaklık meleği Mikâil'dir” dediler.
Ben: “Cebrâil'in, Mikâil'in dostuna, düşman olması, Mikâil'in de Cebrâil'in düşmanına dost olmasının helâl olmadığına şehâdet ederim” dedim.
Daha sonra kalktım. Beni Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) karşıladı ve: "Bana biraz önce nâzil olan âyetleri okuyayım" dedi ve şu âyetleri okudu:
[38] "De ki: Cebrâil'e kim düşmansa şunu iyi bilsin ki, Alllah'ın izniyle Kur’ÂN'ı senin kalbine bir hidâyet rehberi, önce gelen kitabları doğrulayıcı ve mü’minler için de müjdeci olarak o indirmiştir." [39]
Ben: “Seni hak olanla gönderen Allah'a yemin ederim ki, sana sadece, yahudilerin dediklerini haber vermeye gelmiştim. Ama Latîf ve Habîr olan Allah beni geçti” dedim.
Ömer şöyle dedi: “Allah'ın dini konusunda beni taştan daha sert bulursun.”


قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ

“Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ li’l- mu’ıninîn (mu’ıninîne).: Kim Cibril’e düşman oldu ise (ona) de ki: “Halbuki muhakkak ki o (Cebrail a.s), onların ellerindeki (kitapları) tasdik eden O (Kur’ân’ı), Allah’ın izniyle, mü’minlere bir hidâyet (rehberi) ve müjde olarak senin kalbine indirdi.” (Bakara 2/97)

37-) Ebu Sufyan İbn Harb anlatmıştır: “Umeyye İbn Ebi's-Salt'la birlikte ticaret yapmak için Şam'a gittim. Nerede konaklasak, o eşyaları arasından bir kitab çıkarıp bize onu okuyordu.
Yine hıristiyan köylerinden birine inmiştik. Köy halkı onu görünce, tanıyıp hediyeler verdiler. Onlarla birlikte kiliselerine gitti. Sonra günün ortasında dönüp geldi. Kendi elbiselerini çıkardı. İki siyah elbise getirdi ve onları giydi. Daha sonra: “Ebu Sufyan! Aklına geleni sormak üzere kitablardaki bütün ilimleri belleyen bir hıristiyan âlimine gitmek ister misin?” dedi. Ben: “Hayır” diye cevab verdim.
Umeyye tek başına gitti ve gece yarısına doğru geri döndü. Elbiselerini çıkarıp yatağına yattı. Yarı uykulu yarı uykusuz sabahı etti. Gamlı ve üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor ne de biz onunla konuşabiliyorduk. O, üzgün bir haldeyken iki gece yürüdük.
Ona: “Arkadaşının yanından hiç böyle dönmemiştin” dedim.
Umeyye: “Bendeki değişiklikten dolayı” dedi.
Ben: “Sende değişiklik mi var?” dedim.
O: “Evet, vallahi, ben mutlaka öleceğim ve hesaba çekileceğim” dedi.
Ben: “Sen bana güveniyor musun?” dedim.
O: “Hangi konuda?” dedi.
Ben: “Diriltilineyeceğin ve hesaba çekilmeyeceğin konusunda” dedim.
O, gülüp: “Hayır, vallahi, biz öldükten sonra mutlaka diriltileceğiz ve hesaba çekileceğiz. Bazıları cennete girecek, bazıları da cehenneme” dedi.
Ben: “Arkadaşın senin hangisine gireceğini söyledi” dedim.
O: “Arkadaşımın bu konuda, ne benim, ne de kendisi hakkında hiçbir bilgisi yok” dedi.
Geceyi böyle geçirdik. O, bize hayret ediyor, biz de onunla alay ediyorduk. Nihâyet, Dimeşk (Şam) havalisine geldik. Mallarımızı sattıktan sonra iki ay orada kaldık.
Tekrar yola koyulduk. Hıristiyan köylerinden birinde mola verdik. Onu görünce yine yanına geldiler, hediye verdiler. O da onlarla birlikte kiliselerine gitti. Gece yarısı bizim yanımıza geldi. Siyah elbiselerini giydi. *Tekrar gitti. O günde gece yarısına doğru geldi. Elbiselerini çıkardı ve kendini yatağa attı. Yarı uykulu yarı uykusuz sabahı etti. Yine kederli ye üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor, ne de biz onunla konuşuyorduk.Yola çıktık. Birkaç gece yürüdük.
Bir ara: “Sahr! Bana Utbe İbn Rabia'dan bahset. O, haram olan şeylerden ve haksız davranışlardan sakınıyor mu?” dedi.
Ben: “Evet, vallahi” dedim.
O: “Akrabayı koruyup gözetiyor mu? Onlara ilgi gösterilmesini emrediyor mu?” dedi.
Ben: “Evet” dedim.
O: “Anne ve baba tarafından soylu ve sülale içinde şerefli birisi midir?” dedi.
Ben: “Evet” dedim.
O: “Kureyş'i ondan daha şerefli mi biliyorsun?” dedi.
Ben: “Hayır vallahi” dedim.
O: “O, muhtaç mıdır?” dedi.
Ben: “Hayır, çok zengindir” dedim.
O: “Yaşı nerelerdedir” dedi.
Ben: O, yetmişine yaklaşmıştır” dedim.
O: “Yaş ve şeref onu gururlandırdı mı?” dedi.
Ben: “Hayır vallahi, aksine onu daha da iyileştirdi” dedim.
O: “Tamam işte, o bende gördüğün değişiklik sebebi de, o âlime gidip beklenen bu adamı sormamdır” dedi.
Yine O: “Arapların haccettiği Beyt'in (Kâbe'nin) adamlarından birisidir” dedi.
Ben de: “Bizim Arapların haccettiği bir Beyt'imiz var” dedim.
O: “Sizin Kureyşli kardeşleriniz ve komşularınızdandır. Başıma, daha önce benzeriyle karşılaşmadığım birşey geldi. Dünya ve âhireti kazanma imkanı elimden gitti. Ben kendimin o kimse olacağını zannediyordum” dedi.
Ben: “Onu bana târif etsene” dedim.
O: “Orta yaşa geldiğinde genç görünen bir adamdır. İlk başta o, haramlardan ve haksız davranışlardan korunan birisidir. Akrabayı gözetir ve gözetilmesini ister. Muhtaçtır. Anne ve baba tarafından soylu bir aileye mensuptur. Sülale içinde şerefli birisidir. Askerlerinin çoğu meleklerindendir” dedi.
Ben: “Peki, bunun delili nedir?” dedim.
O: “Şam Meryem oğlu İsâ'nın göğe çekilmesinden beri herbirinde bir felâket meydana gelen seksen sarsıntı geçirdi. Beraberinde bir felâket daha getirecek genel bir sarsıntı kaldı. Bunun arkasından o gelecek” dedi.
Ben: “Bu asılsız. Allah bir elçi gönderirse, onu ancak eşraftan bir yaşlıya verir” dedim.
Umeyye: “Kendisiyle yemin edilene yemin olsun ki, o öyledir” dedi.
Yola çıktık, Mekke'ye iki gecelik mesafe kalınca, arkamızdan bize bir binitli yetişti ve hemen şöyle konuştu: Sizden sonra Şam halkı yerin dibine geçiren bir sarsıntı geçirdi ve onların başına büyük felâketler geldi.
Umeyye: “Ebu Sufyan! Ne dersin?” dedi.
Ben: “Vallahi, arkadaşının sadece doğru olduğunu düşünüyorum” dedim.
Mekke'ye vardık. Tekrar yolculuğa çıktım. Ticaret için Habeşistan'a gittim. Orada beş ay kaldım. Mekke'ye döndüm. Hind, çocuklarıyla oynaşırken, en geride MuhaMMed olmak üzere halk, hâlimi hatırımı sormak için bana geldi. MuhaMMed, bana selâm verdi, “hoş geldin” dedi. Yolculuğum ve dönüşüm hakkında bazı sorular sorduktan sonra ayrıldı.
Ben de şöyle dedim: “Vallahi bu genç tuhaf! Bana bende malları bulunan Kureyşlilerden gelip de onları ve ne olduklarını sormayan hiç kimse yok. Vallahi, bende onun da malı var. O, Kureyşlilerin mala en muhtaç olmayanı da değil ama o konuda hiçbir şey sormadı.”
Hind: “Onunla ilgili meseleyi duymadın mı?” dedi.
Ben korkarak: “Nedir onunla ilgili mesele?” dedim.
Hind: “Allah'ın elçisi olduğunu iddia ediyor” dedi.
Hıristiyanların sözünü hatırladım ve sustum.
Daha sonra Taife gittim. Umeyye'nin evinde kaldım ve: “Hıristiyanların sözünü hatırlıyor musun?” dedim.
Umeyye: “Evet” dedi.
Ben: “Oldu” dedim.
Umeyye: “Peki, kim?” dedi.
Ben: “Abdullah'ın oğlu MuhaMMed,” dedim.
Yüzünden ter boşandı ve: “Ben sağken, ortaya çıkarsa, ona yardım etme konusunda, Allah'a mazeret göstereceğim, yani ona yardım etmeyeceğim” dedi.
Yemen'den döndüm. Yine Umeyye'ye uğrayıp ona: “O zâtın durumunu öğrenmişsindir. Ona nasıl davrandın?” dedim.
O şu cevabı verdi: “Vallahi Sakif ten olmayan bir peygambere asla inanmam!”
[40]

38-) Asım İbn Umer İbn Katade, kavminden bazı kişilerin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Allah'ın rahmeti ve hidâyetiyle birlikte bizi İslam'a sevkeden şeyler arasında bir yahudiden duyduklarımız vardır:
Biz, müşrik ve puta tapan kimselerdik. Ehl-i kitab bizde olmayan bir ilme sahibti. Bizimle onlar arasında devamlı bir çekişme vardı. Onlara, hoşlanmadıkları bazı sözleri söylediğimizde bize: “Şimdi, gönderilecek bir peygamberin zamanı yaklaştı. Biz ona uyarız. Ad'la İrem'in öldürüldüğü gibi onunla bir olur, sizi öldürürüz” derlerdi.
Biz bunu onlardan çok duyardık. Allah, elçisini gönderip o bizi Allah'a, dâvet edince, ona icâbet ettik. Onların da bize sözünü ettikleri şeyleri öğrendik. Bunu hemen onlara söyledik. Biz ona inandık, onlar inanmadılar.
Bizim ve onların hakkında şu âyetler indi: "Daha önce kâfirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitab gelip de Tevrat'tan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar ettiler, işte Allah'ın lâneti böyle inkarcılaradır."
[41]

39-) Asım şöyle anlattı: Kureyza kabilesinden bir ihtiyar bana: “Kureyza kabilesinin kardeşleri Hedel oğullarından olan Sâye oğlu Salebe ile Esid ve Ubeyd oğlu Esed'in neden muslüman olduklarını biliyor musun? Onlar câhiliye devrinde Kureyza oğullarıyla birlikteydiler. Ama İslam'da, onların ileri gelenleri oldular.
Ben ihtiyara: “Bilmiyorum” dedim.
İhtiyar: “İslam'dan önce Suriye yahudilerinden İbn Heyyeban adında bir adam buraya gelip aramıza yerleşti. Beş vakit namazı kılmayanlar arasında ondan daha iyisini görmemiştik. Yağmur yağmadığı zaman bizim için yağmur duasına çıkar. Bizde suya kavuşurduk. O, ölüm yatağına düşünce: “Ey yahudi topluluğu! Benim açlık ve yoksulluk ülkesine gelişimin sebebini biliyor musunuz?” dedi. Biz de: “Sen daha iyi bilirsin” dedik.
Bunun üzerine o: “Ortaya çıkması yakın olan bir peygamberin gelmesini beklemek üzere bu şehre geldim. Bu şehir (Medine) Onun hicret edeceği yurt olacaktır. Onun daha evvel gönderilmesini, benim de kendisine uymamı isterdim. Onun geleceği yaklaştı. Ey yahudi topluluğu! Sakın sizden önce ona başka kimseler inanmış olmasınlar. O kendisine karşı gelecek olanların kanlarını akıtmağa, çocuk ve kadınlarını esir almağa gönderilecektir. Bu, sizin ona inanmanıza engel olmasın” dedi.
Allah peygamberini gönderip Kureyza kabilesini kuşattığı zaman bu üç genç o sırada genç delikanlılardı. Kabilelerinin halkına şöyle dediler: “Ey Kureyza oğulları! Vallahi, o (peygamber) İbn Heyyeban'ın size tavsiye ettiği kimsedir.”
Kureyzalılar: “Hayır, bu onun söylediği peygamber değildir” dediler.
O üç genç: “Vallahi, o peygamberin ta kendisidir” deyip aşağı indiler. Müslüman olup canlarım mallarını ve ırzlarını kurtardılar.
[42]

40-)
Selman-ı Farisi'den rivâyet edilmiştir: “Selman din aramak için rahiblerin yanında bulunmuştu. Bu rahiblerden birisi ona şöyle demiştir: “Yavrum! Vallahi, şu zamanda, insanlar arasında hareketleri bizim hareketlerimize benzeyen birini bilmiyorum ki onun yanına gitmeni tavsiye edeyim. Ancak Hz. İbrahîm'in dini ile gönderilip Arap topraklarında ortaya çıkacak bir peygamberin zamanı yaklaşmıştır. Onun hicret edeceği yer hurma bahçeleri bulunan iki kara dağ (Harre) arasında bir yerdir. Onun gizli olmayan alâmetleri vardır: Verilen hediyeden yer, sadaka olandan yemez, iki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır.”
[43]

41-) Talha İbn Ubeydillah anlatmıştır: “Busrâ Pazarına gitmiştim. Orada, manastırına çekilmiş bir rahib: “Gelenlere sorun, aralarında Harem halkından birisi var mı?” diyordu.
Talha: “Evet, ben harem Halkındanım” dedim.
Rahib bana: “AhMed Mekke'de hâlâ ortaya çıkmadı mı?” dedi.
Ben: “AhMed kimdir?” dedim.
Rahib: “Abdulmuttalib'in torunudur. Bu, onun çıkacağı aydır. O, peygamberlerin sonuncusudur. Onun çıkacağı yer Harem'dir. Hicret edeceği yer de hurma bahçeli, harreli (siyah dağlı) ve çorak topraklı yerdir” dedi.
Talha, Rahib'in söylediği beni etkilemişti. Yola çıktım ve Mekke'ye geldim. “Yeni bir olay var mı?” diye sordum.
Bana: “Evet, el-Emin MuhaMMed İbn Abdillah peygamber olduğunu ileri sürdü. Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) de ona uydu” dediler.
Ebu Bekr'e gelip ona duyduklarımı anlattım: “Bu adama uydun mu?” dedim.
Ebu Bekr: “Evet, git sen de ona uy. Çünkü o, hakka dâvet ediyor,” dedi ve onun yanına gitti.
Talha şöyle der: “Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geldim. Rahib'in verdiği haberi ve bana söylediklerini ona anlattım.”


42-) Cubeyr İbn Mut'im şunu anlatmıştır: “ALLAHu TeÂLÂ peygamberini (sallallahu aleyhi vesellem) gönderip o Mekke'de peygamberliğini ilân edince ben Şam'a gittim. Busrâ'da iken bir grup hıristiyan bana gelip: “Sen harem halkından mısın?” dediler.
Ben: “Evet” diye cevab verdim.
Onlar: “Aranızda, peygamber olduğunu ileri süren kimseyi tanıyor musun?” dediler.
Ben: “Evet” deyince, elimden tutup beni içinde heykel ve resimlerin bulunduğu bir manastıra götürdüler. Bana: “Bak! Size gönderilen o peygamberin resmini görüyor musun?” dediler.
Ben baktım onun resmini göremedim. Ben: “Onun resmini göremiyorum” dedim.
Beni ondan daha büyük bir manastıra götürdüler. Bu manastırda, öbüründekinden daha çok heykel ve resim vardı. Bana: “Bak! Onun resmini görebiliyor musun?” dediler.
Baktım. Ben Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) özellikleri ve resminin karşısındayım. Yine baktım, Hz. peygamber'den sonra onun yerine geçecek olan Ebu Bekr'in özellikleri ve resmi karşısındayım. Bana: “Onun Özelliklerini görüyor musun?” dediler.
Ben: “Evet” deyip kendi kendime, söylediklerini öğreninceye kadar onlara söylemeyeyim diye düşündüm.
Onlar: “Bu o mudur?” dediler.
Ben: “Evet” dedim. Rasûlullah’ın özelliklerini gösterdiler.
Ben: “Tamam, ta kendisi olduğuna şehâdet ederim” dedim.
Onlar: “Ondan sonra yerine geçecek olan şu şahsı tanıyor musun?” dediler.
Ben: “Evet” dedim.
Onlar: “Bunun, sizin arkadaşınız olduğuna, şunun da ondan sonraki halife olduğuna şehâdet ediyoruz” dediler.
[44]

43-) Cubeyr İbn Mut'im anlatmıştır: “Kureyş'in Rasûlullah'a eziyet etmesinden hoşlanmıyordum. Onların, onu öldüreceklerini sezince, manastırlardan birine girdim. Manastırdakiler başkanlarına gidip durumu haber verdiler.
O: “Üç gün ona, gereken şeyleri yerine getirin” dedi.
Üç gün geçince, bana bir resim getirdiler. Ben: “Bu resim kadar benzeyen hiçbir şey görmedim” dedim.
O: “Onu öldürmelerinden mi korkuyorsun” dedi.
Ben: “Zannederim, onun işini bitirmişlerdir” dedim.
O: “Vallahi, onu öldüremezler o, kendisini Öldürmek isteyenleri öldürecek” dedi.
“O, bir peygamberdir. ALLAHu TeÂLÂ onu destekleyecektir,” dedi.

44-) Safıyye bint Huyey anlatmıştır: Allah'ın Rasûlü Medine'ye gelip Kübâ'da kaldığında, babam Huyey İbn Ahtab'la amcam Ebu Yasir İbn Ahtab sabahleyin gün ağarmadan onun yanına gittiler.
Onlar güneş batıncaya kadar dönmediler, güneş battıktan sonra, yorgun ve bitkin bir halde yavaş yavaş yürüyerek geldiler. Onları neşeyle karşıladım ama onlar üzüntülerinden dönüp bana bakmadılar. Amcam Ebu Yasir'in babama şöyle dediğini duydum: “Gerçekten bu o mu?”
Babam: “Evet, vallahi o” dedi.
Amcam: “O olduğundan emin misin? Onu tanıyor musun?” dedi.
Babam: “Evet” dedi.
Amcam: “Onun hakkında ne düşünüyorsun?” dedi.
Babam: “Ona düşmanlık yapmayı düşünüyorum. Vallahi, asla böyle kalamam” dedi.
[45]

45-) Muhayrik birçok hurma bahçesine sahib bir âlimdi. Rasûlullah’ın özelliklerini biliyordu. Kendi dininin tesiri altında kalarak Uhud savaşma kadar bunları açıklayamamıştı. Uhud savaşının yapıldığı gün cumartesiydi.
Muhayrik: "Ey yahudi topluluğu, vallahi siz, MuhaMMed'e yardım etmenin üzerinize düşen bir hak olarak gerektiğini pekala bilirsiniz" dedi.
Yahudiler: "Bugün cumartesidir" dediler.
Muhayrik: "Sizin için cumartesi diye birşey yoktur" dedi.
Daha sonra Muhayrik silâhını alıp yola düştü. Uhud'da peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi. O gün cumartesiydi. Kavminden, onun peşine düşen birisine: "Eğer bugün öldürülürsem, malım MuhaMMed'indir. O, malımda Allah'ın, kendisine gösterdiği şekilde dilediğini yapar" diyerek vasiyette bulundu.
Şehid düşünceye kadar çarpıştı. Benim duyduğuma göre: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle diyordu "Muhayrik, yahudilerin en hayırlısıdır."
Rasûlüllah (sallallahu aleyhi vesellem) Muhayrik'ın mallarını aldı. Rasûlullah’ın vakıfları umumiyetle, Muhayrik'ın mallarındandı.
[46]

46-) İbn Abbas'tan rivâyet edilmiştir: Aralarında el-Velid İbnu'l-Muğire, el-As İbn Vail, Ebu Cehil, Halefin oğulları Umeyye ve Ubeyy, el-Esved İbn el-Muttalib ve başkaları olmak üzere Kureyşliler toplandılar. İçlerinden beş kişiyi, Rasûlullah'ı, Özelliklerini ve peygamberliğini yahudilere sormaları için Medine'ye gönderdiler. Gönderilenlerin arasında Ukbe İbn Ebi Muayt'la en Nadr İbn el-Haris de vardı.
Onlar şöyle dediler: "O, peygamber olduğunu iddia ediyor. Adı MuhaMMed'dir. Yetim ve fakirdir. Biz, onun Museylemetu'l-Kezzab'tan Öğrendiğini zannediyoruz."
Yahudiler: "Biz, Tevrat'ta, onun vasıflarını ve iki omuzunun arasında peygamberlik mührü olduğunu okuyoruz" dediler.
Yahudiler şunu da ilâve'ettiler: "Eğer o, târif ettiğiniz gibiyse, gönderilmiş bir peygamberdir. Davası haktır. Ona uyun, fakat ona üç soru sorun. Eğer peygamberse iki soruya cevab verir. Üçüncüsüne cevab veremez. Biz bu üç soruyu Müseyleme'ye sorduk. Bunların ne olduğunu bilemedi. Halbuki siz O'nun Museyleme'den öğrendiğini ileri sürdünüz."
Elçiler, yahudilerin verdikleri haberleri Kureyş'e ilettiler. Bunun üzerine Kureyşliler Rasûlullah'a gelip:
"MuhaMMed! Bize şu üç sorunun cevabını ver: “Zulkarneyn, ruh ve ashab-ı kehf (mağarada uzun yıllar kalanlar)."
MuhaMMed: "Bunları size yarın anlatayım" dedi. Fakat "İnşaallah" demedi.
"İnşaallah" demediği için Cebrâil ona on beş gün gelmedi. Bu durum Rasûlullah'ın zoruna gitti. Cebrâil gelince Rasûlüllah: "Bana gelmekte geciktin" dedi.
Cebrâil: "İnşaallah demediğin için" dedi ve şu âyeti indirdi. "İnşaallah demedikçe, hiçbir şey için, bunu yarın yapacağım, deme."
[47]

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا
“Ve lâ tekûlenne li şey'in innî fâılun zâlike gadâ (gaden).: Bir şey hakkında “Ben, bunu yarın mutlaka yapacağım deme.” (Kehf 18/23)

إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَى أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَذَا رَشَدًا
“İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ en yehdiyeni rabbî li akrabe min hâzâ raşedâ (raşeden).: Ancak Allah’ın dilemesiyle (yapacağım de). Ve unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: “Rabbimin beni (Allah’a) bundan daha yakın (daha üstün) bir irşad seviyesine ulaştırmasını umarım.”(Kehf 18/24)

Daha sonra ona; Zulkarneyn ve ashab-ı kehf le ilgili haberleri anlattı. Ruh hakkında da: "Ruh, Rabbimin emrindendir. Benim onun hakkında bilgim yok" dedi. [48]
Bunun üzerine Kureyşliler: "Birbirleriyle yardımlaşan iki büyücü" dediler.
Bu sözleriyle Tevrat ve Kur’ÂN'ı kastediyorlardı.


47-) Anır İbn Abese'den rivâyet edilmiştir.: "Ben câhiliyede kavmimin ilâhlarından yüz çevirdim. İlahların, asılsız, boş şeyler oldukları, kavmiminde zararı ve faydası olmayan taşlara taptıkları görüşündeydim. Ehl-i kitabtan birisiyle karşılaştım. Ona en iyi dinin hangisi olduğunu sordum. Bana şu cevabı verdi: "Mekke'den bir adam çıkacak, Kavminin ilâhlarından uzak duracak ve en iyi dini getirecek. Eğer onu duyarsan, ona tâbi ol."
Mekke'ye gidip orada birşey olup olmadığını sormaktan başka bir-şey yapmıyordum. Onlar da: "Hayır, olmadı" diyorlardı.
Ailemin yanına dönünce hayvanlarıyla gidip gelenlerle karşılaşıyordum. Onlara da soruyor ve "hayır" cevabını alıyordum.
Bir gün otururken bana, hayvamyla gelen birisi uğradı: "Nereden geliyorsun?” dedim.
"Mekke'den" cevabını verdi.
"Orada yeni bir olay oldu mu?" dedim.
"Evet, bir adam kavminin ilâhlarına karşı çıkıp başkasına dâvet etti" dedi.
"İşte bu, istediğim adam" dedim.
Bineğime binip geldim ve müslüman oldum.
[49]

48-) İbn Abbas anlatmaktadır: “Necran piskoposlarından sekizi Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geldi. Aralarında es-Seyyid'le el-Akıp da vardı. Bunun üzerine ALLAHu TeÂLÂ şu âyeti indirdi: "Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara "geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağırâlim, sonra dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet diyelim" de." [50]

فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
Resim---“Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke mine’l- ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi ale’l- kâzibîn (kâzibîne).: Artık kim sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: “Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.” (Âl-i İmrân 3/61)

Necranlılar: "Bize üç gün mühlet ver" deyip Kureyza, Nadir ve Kaynuka oğullarına gittiler. Onlara danıştılar. Danıştıkları kimseler onunla anlaşmalarını mulaane (iki kişinin birbirine lânet etmesi), etmemelerini tavsiye ettiler. O, bizim Tevrat ve İncil'de bulduğumuz kişidir, dediler,.
Bunun üzerine Necranlılar peygamberle Safer ayında bin kat, Receb ayında da bin kat elbise ve her elbiseyle birlikte kırk dirhem cizye vermek üzere anlaştılar.
,

49-) İkrime rivâyet etmiştir: Ehl-i kitabtan bazıları MuhaMMed'e daha gönderilmeden önce iman etmişlerdi. Gönderilince de ona inanmadılar. Bunun delili şu âyettir: "Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin karardığı günü (düşün). İmdit yüzleri kararanlara, 'İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyleyse inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı" denilir."
[51]

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَأَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَكْفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Resim---“Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh (vucûhun), fe emmellezînesveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum fe zûkû’l- azâbe bimâ kuntum tekfurûn (tekfurûne).: O gün (bazı) yüzler ağaracak ve (bazı) yüzler kararacak. O zaman yüzleri kararan kimselere: “Îmânınızdan sonra siz inkâr mı ettiniz? Öyleyse inkâr etmiş olmanızdan dolayı azabı tadın” (denir).”
(Âl-i İmrân 3/106)

50-) Useyme'nin mevlası (azâtlı kölesi) Sehl bir hıristiyandı ve babasıyla amcasının himâyesinde yaşayan bir yetimdi. O, İncil okurdu.
Şöyle anlatmaktadır: "Amcama ait bir kitabı aldım ve onu okudum. Bir yaprak okuyup geçtim ama onun kalınlığını yadırgadım. Baktım ki iki yaprak birbirine yapışmış. Onları birbirinden ayırdım. O bitişik olan yaprağın içinde MuhaMMed'in özelliklerini buldum. Şöyle yazıyordu: “Onun boyu ne kİsâdır, ne de uzun, rengi beyazdır. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır. İhtibayı çok yapar.
[52] Sadaka kabul etmez. Eşek ve deveye biner. Koyun sağar. Yamalı elbise giyer. O, İsmâil'in soyundandır. Adı AhMed'dir."
Amcam geldi. Kağıt yaprağını gördü. Beni dövdü ve: "Niye bu yaprağı açtın" dedi.
Ben: "Onda peygamber AhMed'in özellikleri var" dedim.
Amcam: "O, henüz gelmedi" dedi..


51-) İyi ve seçkin insanlardan olan Ömer İbn Hafs anlatmıştır: “Babam veya dedem İslam'dan önce, bir süre miras yoluyla elde ettikleri bir kağıt yaprağa sahibtiler. Onda şunlar yazılıydı: “Allah'ın adıyla. Onun sözü haktır. Zâlimlerin sözü, zararlıdır. Bu söz, âhir zamanda gelecek bir millet hakkındadır. Bellerine izar (peştemâl) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkarlar (abdest alırlar). Düşmanlarının peşinden giderlerken denize dalarlar. Onlarda namaz vardır. Eğer o namaz Nuh'un milletinde olsaydı, onlar tufan yüzündan helâk olmazlardı veya Semud'da olsaydı, sayha (nara, çığlık) yüzünden onlar yok olmazlardı.
Bana, onların bunu Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) getirdiklerini ve ona okuduklarını, bununla ilgili haberleri ona anlattıklarını, Rasûlullah’ın da onlara, bunun çoğaltılmasını emrettiğini haber verdiler.”


52-) İbn Abbas anlatmıştır: “ALLAHu TeÂLÂ Hz. İsâ'ya şöyle vahyetti: “MuhaMMed'i tasdik et. Ümmetinden O'na yetişenlere, O'na inanmalarını emret. MuhaMMed olmasaydı, Âdem'i yaratmazdım. MuhaMMed olmasaydı, cennet ve cehennemi yaratmazdım, Arş'ı yarattım, sallandı. Üzerine "Lâ İlâhe İllallah, MuhaMMedân Rasûlullah" yazdım, durdu.


53-) Vehb İbn Munebbih anlattı: ALLAHu TeÂLÂ Şa'ya'ya şöyle vahyetti: “Ben, kendisiyle sağır kulakları, kapalı kalbleri açacağım, sekineti (kalb huzuru, temkin) elbisesi, doğruluğu parolası, takvâyı vicdanı, hikmeti aklı, doğruluk ve vefâkarlığı tâbiatı, affetmeyi ve iyiliği huyu, adaleti haz ve davranışı, hakkı, yürüdüğü yolu, hidâyeti, imanı, İslam'ı, milleti (dini), AhMed'i adı yapacağım, dalaletten sonra kendisiyle hidâyet vereceğim, cehâletten sonra kendisiyle öğreteceğim, azlıktan sonra kendisiyle çoğaltacağım. (Fakirlikten sonra kendisiyle zenginleştireceğim), ayrılıktan sonra kendisiyle toplayacağım, farklı gönül ve arzularla değişik milletleri birleştireceğim, onun ümmetini en hayırlı ümmet yapacağım -ki onlar güneşin seyrini takip ederler, ne mutlu o kalblere-ümmî (okuma yazma bilmeyen) bir peygamber göndereceğim. [53]

54-) Eş'iya İlya'ya şöyle dedi: “Beytulmakdis'te bir köydür. Adı "Uraşilîm"dir: Uraşilîm'e müjdele. Şimdi sana eşeğe binen geliyor (yani İsâ geliyor). Ondan sonra sana deveye binen gelecek (yani MuhaMMed gelecek).”
55-) Rivâyet edildi ki, Şam halkından hıristiyan birisi Mekke'ye geldi. Kocaları işe gittikten sonra eğlence düzenlemek için toplanan kadınlara uğradı. Onlara şu konuşmayı yaptı: "Ey Kureyş kadınları! Sizin aranızda AhMed adında bir peygamber olacak. Hanginiz ona yatak olabilirse olsun (hanginiz onun hanımı olabilirse olsun)."
Adam gitti ve Hadice onun konuşmasını belledi.
[54]


Resim

NOTLar.:

[1] Bu hadis şu kaynaklarda geçmektedir. Hakim, Mustedrek 11/418, 600; Taberanî, Mucemu'l- Kebîr, XVIII/253; Beyhakî, Delâilü'n- Nübuüvve, I/83; İbn Asakir, Tarihu Dimeşk, I/38. Bunların hepsinde şu lafızla geçmiştir. "Ben, Âdem daha balçık halindeyken, Ummu'l- Kitab'da Abdullah ve Hatemu'l-Enbiyâydım."
Yukaridâki metinde geçen lafzın kaynaklan şunlardır: Beyhakî, Delaüu’n- Nübuüvve, I/ 81. İbn Hibbân, Sahih, 2093 (Mevaridu'z- Zaman); İmam AhMed, Musned, IV/127, 128.
Hakim, Mustedrek'te (II600) şöyle demiştir "Bunun isnadı sahihtir" Zehebî de böyle söylemiştir
Heysemî bu hadisi, Mecmau'z- Zevaid'de (VIH/223) zikredip şöyle demiştir. "Bunu AhMed, Taberanî ve Bezzâr rivâyet-etmiştir. İmam AhMed'ın senedlerinden birindeki raviler, Sa-hih'in ravileridır. Ancak Saıd İbn Suveyd müstesna İbn Hibbân onu sika -güvenilir-saymıştır."
Zebıdî de bunu ithafu's-Sadetı'l-Muttakîn'de (VI1/144) rivâyet etmiştir. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye (11/321) de, Taberî Tefsir’inde (I/435), Bağavî, Şerhu's-Sunne'de (Xlll/ 207), Tebrizî, Mişkatu'l- Mesabih'de (s. 5759), İbn Kesir, tefsirinde (I/268.VI/425), Suyutî, Durru'l- Mensur'da (329. hadiste), Sehavî, Makasıdu'l- Hasene'de (s, 737), Aclunî, Keşfu'l- Hâfâ'da (s, 2017), Karı, Esraru'l- Merfu'a'da (s. 352), Zerkeşî, Tezkiresinde (babu'l-fezaili, 16. hadiste) ve Hindî, Kenzu'l- Ummal'de (s. 3196 ve 32114) zikretmişlerdir.
[2] Bu hadisin rivâyet edildiği kaynaklar şunlardır: Tirmizî, Sünen, 3609; imam AhMed, Musned, V/59; Beyhakî, Delâilü'n- Nübuüvve, 1/85, H/129, Hakim, Müstedrek, H/608, 609 Hakim şöyle demiştir: "Bu, Buharî ile Müslim'in rivâyet etmedikleri, isnadı sahih bir hadistir." Zehebî de aynı şeyi söylemiştir. Yine Ebu Nuaym, Hılyetü'l- Evlıya (lX/53); Heysemî, Mecmau'z- Zevaıd, (Vlll/223); Suyutî, Durru'l-Mensur'da (V/184); Aclunî, Keşf’1-Haâfâ’da (11/187) ve Suyutî ayrıca Menahılu'z- Za'f'da, (S. 28) rivâyet etmiştir.
[3] 2 nolu dipnota bakınız.
[4] Bakınız- Tarihu't- Taberî, 1/160.
[5] Bekke: Mekke-i Mükerreme.
[6] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 17-19.
[7] 9 nolu hadis şu kaynaklarda geçmektedir: İbn Asakir, Tarih, 1/349, İbnu'l-Cevzî kendisi de el-Mevzuat'ta (1/281) rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu hadis uydurmadır. Bunu bazı hikayeciler uydurmuşlardır. Hennad'a güvenilmez. Belki bu hadis onun şeyhinin uydur¬masıdır veya onun şeyhinin şeyhi Ali'nin uydurmasıdır. Ali İbn Asım onun hakkında Yezid İbn Harun'un yalancı olduğu bizim malumumuzdur. Yahya şöyle demiştir: İşe yaramaz, müta-ahhirin onu itham etmekte haklıdır. El-Abbas'ın güvenilirliğinde ihtilaf yoktur." Suyutî, el-Leali'l- Masnua'da (1/264) rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: "Derim ki: Mizan'da şöyle dedi: Ali İbn Muhammed İbn Bekran, Hennad en-Nesefi'nin bir şeyhidir. O, bozuk bir haber getirmiş, asılsız olarak güzel göstermişti.-. Halilî şöyle demiştir: Halef çok zayıftır. Bilinmeyen bazı metinleri rivâyet etmiştir. Allahu a'lem." Hindî, Kenzu'l- Ummal'de (35489), İbn Kesir de el-Bidâye ve'n-Nihâye'de (U/8) rivâyet etmiştir.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:19-20.
[8] Bakara Sûresi, 129.
[9] İbn Hişam, Siretu'n- Nebevİyye'nin tahkikinin mukaddimesi, tahkik: Mustafa es-Saka ibrahim el-Ebyari ve Abdulhafız Şelebi, I/5, 6, 7, 8 Mısır el-Halebi baskısı 1955 miladi (biraz tasarruf ederek).
[10] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 21.
[11] A'raf Sûresi, 157.
[12] A'raf Sûresi, 157.
[13] A'raf Sûresi, 157.
[14] A'raf Sûresi, 157.
[15] İslam öncesi arapların batıl inanç ve adetlerinden biri de bazı sebep ve bahane¬lerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmalarıydı. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye "bahira" denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı develere "şaibe" denirdi. Bîri erkek diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye "vasile" erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli döl-leyen erkek deveye "ham" denir, o da serbest bırakılırdı. (Mütercimin notu).
[16] A'raf Sûresi, 157.
[17] A'raf Sûresi, 157.
[18] A'raf Sûresi, 157.
[19] Âl-i İmrân Sûresi, 81.
[20] Âl-i İmrân Sûresi, 81.
[21] Ahzab Sûresi, 45.
[22] Buharı bu hadisi Sahihinde 48. Sûrenin tefsiri, kitabu'l-buyu, 50. babta rivâyet etmiştir. Yine İmam AhMed, Musned, 11/174, 448; VI/236, 246 da rivâyet etmiştir. Tırmizİ de 'bu hadisin bir kısmı nı, Sünen, kitabu'l-birr, 69. babta rivâyet etmiştir. Darımi, Sünen, mukad¬dime 2. babta, Bey haki, Delâilü'n-Nübuüvve, I/375 de rivâyet etmiştir.
[23] Feth Sûresi, 8.
[24] Bu haber, İbn Sa'd'in Tabakat'ında birçok tarikten nakledilmiştir. 1/360; Beyhakî, Delâiluü'n- Nübuüvve, 1/376
[25] Bu hadisi Ebu Nuaym, Delâilü'n- Nübuvve'de rivâyet edip şöyle dedi: "Bu hadis, Süheyl'in garib hadislerinden biridir. Bu vecihten hariç, hadisi merfru olarak rivâyet eden hiç kimseyi bilmiyorum. Er-Rubi İbnu'n-Nu’man bu hadisi ve Süheyl'in diğer hadislerini rivâyet eden tek kişidir. O, zayıftır."
Bu hadisi Suyuti de Ed-Dürru'l- Mensur'da rivâyet etmiştir.
[26] A'raf Sûresi, 144-145
[27] A'raf Sûresi, 159
[28] Ebu Nuaym, Delâilü'n- Nübuvve, 1/18, no: 40
[29] Ebu Nuaym, Delailü'n- Nübuvve, 1/18; İbn Kesir, el- Bidâye ve'n-Nihâye, U/297
[30] Ebu Nuaym, Delâilü'n- Nübuvve, 1/18
[31] Bakara Sûresi, 89.
[32] Bakara Sûresi, 89.
[33] Ebu Nuaym, Delâilü'n- Nübuüvve, 1/20. Orada daha uzundur.
[34] AhMed İbn Hanbel, Musned, III/468; İbn Hişam, es-Sire, 1/231; Beyhakî, Delai-u n Nübuüvve, H/78; Salihi, Sıretu'ş- Şamiyye, 1/135, Buharî'nin Tarih'te, Hakim'in Mustedrek'te rivâyet ettiğini belirtmiştir,
[35] AhMed İbn Hanbel, Musned, 1/416; Beyhakî, Delâilü'n- Nübuüvve, VII/273; İbn Asakir, Tarih, I/342; İbn Kesir, el- Bidâye ve'n-Nihâye, VI/20; Heysemî, Mecrnau'z- Zevaid Vlll/ 231.
[36] Maverdİ, A'lamu'n- Nübuüvve.
[37] İbn Sa'd, Tabakatu'l- Kubra, 1/1; İbn Asakir, Tarih, I/352; Suyutî, Durru'l-Mensur, 111/133.
[38] Tefsiru't- Taberî, I/334.
[39] Bakara Sûresi, 97.
[40] Beyhakî, Bidâye ve'n-Nihâye, 11/116; el-iktifa, I/244; Sebilu'r- Reşad, 1/135, 136.
[41] Bakara Sûresi, 89. Bu haber, İbn Hişam, Siretu'n- Nebeviyye, 1/211 de geçmek¬tedir.
[42] İbn Hışam, Sıretü'n- Nebevıyye, 1/214.
[43] İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/214,222. Haber daha uzun olarak rivâyet edilmiştir.
[44] Ebu Nuaym, Delâilü'n-Nübuüvve, 18; Buharî, Tarıhu'l- Kebır, 1/179; Beyhakî, Dela-ilu'n-Nübuüvve, I/384.
[49] Daha uzun olarak Ebu Nuaym, Delaıİu'n-Nübuüvve, s. 211, 212; Amr İbn Abe-se'nin müslüman oluşunu Ebu Umame'den birçok kışı rivâyet etmiştir. Müslim, Şeddad İbn Ammar'la, Yahya İbn Ebi Kesir'in hadisinden Ebu Umame'den rivâyet etmiştir. Bkz: Müslim, Sahih, kitabu salati'l-musafirin ve kısarına, babı İslamı Amr İbn Abese, hadis no: 294; Bey¬hakî, Delâilü'n-Nübuüvve, 11/168, 169.
[50] Âl-i İmrân Sûresi, 61.
[51] Al-İ İmran Sûresi, 106.
[52] İhtiba: Elbiseye sarınıp bürünmek, tülbent ve kemer gibi şeylerle sırtı ve dizleri sarıp toplamak Sûretiyle oturmaktır. Bu, ellerini dizlerinin üzerine bağlamak Sûretiyle de olur. (Mü¬tercimin notu).
[53] Ebu Nuaym, Delâilü’n- Nübuüvve
[54] Abdurrahmân İbnü’l-Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 21-46..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »


HZ. PEYGAMBERİN TEVRAT'TA BİLDİRİLMESİ:

56-) ALLAHu TeÂLÂ'nın Tevrat'ın ilk sifrinde Hz. İbrahîm'e söylediği şu söz, peygamberimizin, Allah'ın eski kitablarında mevcut olan alâmetlerindendir: "Senin İsmâil hakkındaki duanı kabul ettim. Onu mübârek kıldım. Onu çoğalttım ve onu pek çok yücelttim. O, oniki büyük doğurtacak ve ben onu büyük bir ümmete vereceğim."
Daha sonra Musâ'ya bunun aynısını sifr'da (Tevrat'ta) haber verdi ve biraz daha ilâve etti.
Şöyle anlatılmaktadır: “Hacer, Sare'den ayrılınca Allah'ın meleği Hacer'e: "Ey Sare'nin câriyesi Hacer! Hanımefendine dön ve ona boyun eğ! Ben senin soyunu ve çocuklarını sayılamayacak kadar çoğaltacağım. İşte sen hâmile kalıp bir oğlan doğuracaksın. Adını da İsmâil koyacaksın, çünkü ALLAHu TeÂLÂ senin gösterdiğin huşuyu duymuştur. Onun eli herkesin elinin üzerindedir. Herkesin eli de boynu bükük olarak ona açılmıştır" dedi.
İbn Kuteybe şöyle demiştir: “Bu sözü düşün! Onda, kastedilenin Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) olduğuna açık delil vardır.
Çünkü İsrâil'in eli İshak’ın elinin üzerinde değildi. İshak'ın eli. ona boynu bükük olarak açılmamıştır. Saltanat ve peygamberlik İsrâil'le İyas'ın oğlundayken bu nasıl olabilirdi? O ikisi İshak'ın oğullarıydı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) gönderilince peygamberlik İsmâil'in oğluna geçti. Krallar ve milletler ona buyun eğdiler. Allah bütün şeriatları onunla kaldırdı. Peygamberleri onunla sona erdirdi. Âhir zamanda onlara halifelik ve saltanat verdi. Onların elleri herkesin elinin üstünde oldu. Herkesin eli arzu ve istekle, boynu bükük olarak onlara açıldı.”


57-) "Allah, Sinâ'dan geldi, Sair'den parladı ve Faran Dağlarından göründü" demesi onun Tevrat'taki alâmetler indendir.
Bunda, düşünüp inceleyene hiç bir gizlilik ve kapalılık yoktur. Çünkü Allah'ın Sinâ'dan gelmesi, Onun Tur-i Sinâ'da Musâ'ya Tevrat'ı indirmesi demektir. Bu, Ehl-â Kitab ve bize göre böyledir. Yine onun Sair'den parlaması Mesih'e (İsâ'ya) İncil'i indirmesidir. Mesih, Halil'in yurdu, Sair de, Nasıra denilen köyde oturuyordu. Onun müntesibleri, oranın adından dolayı Nasara (hıristiyanlar) diye adlandırılmıştır. Onun Sair'den parlamasının Mesih sebebiyle olması gerektiği gibi yine Faran dağlarından görünmesinin, Faran dağlarında MuhaMMed'e (sallallahu aleyhi vesellem) Kur’ÂN'ı indirmesi sebebiyle olması gerekir. Faran dağları, Mekke dağlarıdır. Müslümanlarla ehl-i kitab arasında Faran’ın Mekke olduğunda ihtilaf yoktur. Oranın Mekke olmadığını -ki bunun, onların yaptığı bir tahrif ve iftira olduğu inkar edilemez- iddia ederlerse biz de :“Tevrat'ta İbrahîm'in Hacer'le İsmâil'i Faran'a yerleştirdiği yok mudur?” deriz.
Şöyle de deriz: “Allah'ın göründüğü, adı Faran olan, Mesih'ten sonra kendisine kitab indirdiği yeri bize gösterin. İslam gibi ortaya çıkan ve dünyanın her yerinde yayılan bir din biliyor musunuz?.”


58-) ALLAHu TeÂLÂ’ınn "Beşinci Sifr"de Musâ'ya: "Ben, İsrâil oğullarına senin gibi, kardeşlerinden olan bir peygamberi ikame ediyorum ve sözümü onun ağzına koyuyorum" demesi onun Tevrattaki alâmetlerindendir.
İsrâil oğullarının kardeşlerinden olan kimse İsmâil'in oğlundan başkası değildir. Nitekim şöyle dersin: “Bekr ve Tağlip, Vaü'in oğullarıdır. Sonra da şöyle dersin: Tağlib, Bekr'in kardeşidir. Tağlib oğulları, Bekr oğullarının kardeşleridir. Bu konuda, iki babanın kardeş olmalarına dayanılır.
Eğer onlar: Allah'ın kendileri için ikame edeceğini vadettiği bu peygamberde İsrâil oğullarındandır. Çünkü İsrâil oğulları, İsrâil oğullarının kardeşleridir, deseler, onları Tevrat ve görüş (akıl) yalanlar. Çünkü Tevrat'ta Onun, İsrâil oğulları içinde Musâ gibisini ikame etmediği vardır.
Görüşe (akıla) gelince; eğer o, ben onlara Musâ gibi İsrâil oğullarından bir peygamber ikame edeceğim demek isteseydi. Ben onlara, Musâ gibi kendilerinden ikame edeceğim, derdi. O, kardeşlerinden dememiştir. Nitekim bir adam elçisine, bana Tağlib İbni Vail oğullarından birini getir, dese, onun ona Bekr oğullarından birini getirmemesi gerekir.
İbn Kuteybe şunu anlatmıştır: “Danyal zamanında peygamber geçinen Habkun şöyle demiştir: “Allah, Teyemmun'den Kıddis de Faran dağlarından geldi. AhMed'i tahmid ve takdisten yeryüzü doldu. Sağ eliyle yeryüzüne ve milletlerin kölelerine sahib oldu.”
Yine şöyle dediğini anlatmıştır: “Onun nuru sebebiyle yeryüzü aydınlanır ve denizde onun atlarına binilir.”
Ehl-i kitab'ın bir kısmında, Habkun'un sözü hakkında şöyle denildiği ilâvesi vardır:
“Kıtlık senesinde dolduracaksın. Senin emrinle oklar bükülecek ey MuhaMMed!.
Bu, onun adının ve özelliklerinin açıkça belirtilmesi demektir.
Onun, peygamberimiz olmadığını iddia ederlerse -bu, onların inkar ve tahriflerinden dolayı zor olan birşey değildir- onu tahmidden dolayı yeryüzünün dolduğu AhMed ve Faran dağlarından gelip yeryüzüne ve milletlerin kölelerine sahib olan kişi kimdir?”
İbn Kuteybe şöyle demiştir: “Şu da, İsâ'ya da Allah'ın (azze ve celle) onu nasıl zikrettiğine dair geçen şeylerdendir. Nefsimin kendisiyle sevindiği kulum.
Başka birisi bunu şöyle açıkladı: “Kulum, seçtiğim kişi, gönlümün hoşnut olduğu, ruhumu ona akıttığım. Başka biri onu şöyle târif etti: Ona vahyimi indiririm de milletlerde onun adaleti görülür. Milletlere vasiyetlerde bulunur. Gülmez, sesini çarşılarda duyurmaz. Görmeyen gözleri açar, sağır kulakları duyar hale getirir, kapalı kalbleri canlandırır. Ona verdiğimi başkasına vermem. AhMed, Allah'a yeni bir şekilde hamdeder. O, yeryüzünün en uzak yerinden gelir. İnsanları ve yeryüzünde oturanları sevindirir. Onlar, her yüksek yerde "Lâ ilâhe illallah" ve "Allahu ekber!" derler.
Bir başkası onun târifine şunları da ilâve etti: Zayıf değildir. Yenilmez, Nefsinin arzu ve isteklerine meyletmez. Çarşılarda sesi duyulmaz. Zayıf parmak kemiği gibi olan salihleri (iyi kimseleri) zelil kılmaz (alçaltmaz). Sıddıkları (doğruları) güçlendirir. O, mütevazilerin desteğidir. O, Allah'ın, yeryüzünde varlığımı isbat edinceye, onunla mazeret bulma kalkıncaya kadar, söndürülemeyen ve karşısında durulamayan nurudur. Tevrat'ına cinler de uyarlar.
Bu da onun adının ve vasıflarının açıkça belirtilmesi demektir.
Eğer: “Hangi Tevrat onundur” derlerse, biz de: “Size Tevrat'ın yerine geçecek bir kitab getirdiğini kastedmiştir” deriz.


59-) Bunlardan birisi de Ka'b'ın sözüdür: “Beytu’l- makdis (Kudüs) ALLAHu TeÂLÂ'ya, harab olduğundan yakındı. Ona şöyle denildi: “Seni, yeni bir Tevrat ve yeni işçilerle değiştireceğim. Geceleyin, kartalların kanatlarım açtıkları gibidirler (kollarını açıp dua ederler). Güvercinin yumurtasını kırmamaya çalıştığı gibi onlarda sana dikkat ve itina ile davranırlar. Yanaklarını sürerek ve secde ederek seni doldururlar.”
İbn Kuteybe şöyle demiştir: “İş'aya'nm onun hakkında söylediği sözlerden biri de şudur: "Ben Allah'ım! Seni hak ile yücelttim. Körlerin gözlerini açman, esirleri karanlıklardan kurtarıp nura götürmen için seni milletlerin nuru ve Arapların ahdi yaptım."
İbn Kuteybe şunu ilâve eder: “O, beşinci bölümde de şöyle demiştir: "İlya, sultam (güç ve otoritesi) kürek kemiğinin üzerinde olandır."
Peygamberlik alâmetinin, kürek kemiği üzerinde olduğunu kas-tedmektedir. Bu, Süryani tefsirde geçmektedir. İbrani, dilindeki tefsirde de şöyle demektedir: “Kürek kemiğinin üzerinde peygamberlik alâmeti vardır.
İbn Kuteybe şunu da söylemiştir: “Şu da Davûd'un Zebur'da onun hakkındaki sözüdür: "Rabbi yeniden teşbih edin. Şekli salihler olan kimseyi teşbih edin. İsrâil, yaratıcı Sinâ ve Sahyun'un evlerine sevinsin. Allah, onun için, ümmetini seçtiğinden, ona zafer verdiğinden ve onun yüzünden salihlerin değerini artırdığı için, yataklarında onu teşbih ederler. Yüksek sesle "Allahu ekber" derler, kılıçları vardır. Allah'a ibâdet etmeyen milletlerden (Allah için) intikam almak için ellerinde iki uçlu kılıçlar vardır. Onlar krallarını iplerle, eşraftan olan kimselerini zincirlerle bağlarlar."
İbn Kuteybe şöyle demiştir: “İki uçlu kılıçları olan Araplardan başka hangi millettir?
O kılıçlarla Allah'a ibâdet etmeyen milletlerden inkikam alan kimdir?
Peygamberler arasında kılıçla gönderilen bizim peygamberimizden başka kimdir?”
Yine İbn Kuteybe şöyle demiştir: “Başka bir Mezmur'da da şöyledir: "Ey Cebbâr (güçlü kuvvetli, kahredeci) kılıcı kuşan! Çünkü senin kanun ve şeriatlerin senin sağ elinin heybetine bağlıdır. Senin okların düzeltilmiştir. Milletler senin altına yıkılırlar."
Peygamberler arasında bizimkinden başka kılıç kuşanan var mıdır?
Milletlerin altına yıkıldıkları kimse, ondan başka kimdir?
Kanunları korkuya bağlı yani ya kabul etmek, ya cizye vermek yahut kılıca bağlı olan kimdir?
Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem): "Bana (düşmana) korku vermekle yardım olundu" [55] sözü bunun benzeridir.
Yine şunu da söylemiştir: “Başka bir Mezmur'da şu vardır: "Allah onu, peygamberliğin MahMud (övülen) bir tacı olarak çıkardı."
"Tac" kelimesini başkanlık ve imamlığa (önderliğe) Örnek olarak getirdi. MahMud da: MuhaMMed'dir (sallallahu aleyhi vesellem).
Bir de şunu söylemiştir: “Başka bir Mezmur'da şunlar vardır: "O denizden (nehire kadar), nehirlerin yanından (nehirlere kadar) toprağın kesildiği yere kadar sahibtir. Ehl-i Cezâir Onun önünde dizleri üzere çöker. Düşmanları toprağı yalarlar. Hükümdarlar ona kurbanlarla gelirler ve ona secde ederler, milletler ona itaat edip boyun eğerler, çünkü o, yoksul mazlumu kendisinden daha güçlü olandan kurtarır. Yardımcısı olmayan zayıfı kurtarır, zayıf ve zavallılara acır. Ona Sebe ülkesinin altınından verilir. Her zaman ona salât getirilir, onun her günü mübârektir. Adı ebediyete kadar devam eder."
İbn Kuteybe şunu söyler: “Denizle nehir arasındaki yere, toprağın kesildiği yere kadar Dicle'yle Fırat arasına sahib olan kimdir? Kendisine salât getirilen peygamberlerden her vakti mübârek olan ondan başa kimdir?!”
İbn Kuteybe şunu da nakletmiş tir: “Zebur'un başka bir yerinde şu vardır: “Davûd şöyle demiştir: "Allah'ım! Sünneti taşıyanı gönder ki insanlar onun insan olduğunu bilsinler."
Bu, kendilerinden uzun yıllar önce Mesih'in ve MuhaMMed'İn (sallallahu aleyhi vesellem) haber verilmesi demektir. Yani “MuhaMMed'i gönder ki Mesih'in insan olduğunu insanlara bildirsin” demektedir.
Davûd'a, iddia ettiklerini Mesih için de iddia edeceklerini bildirmektedir.
Şunu da nakletmiştir: İş'aya da şöyledir: “Bana şöyle denildi: “İyi bir bakıcı olarak kalk! Gördüğün şeye bak. Ona benim şöyle dediğimi haber ver: Gelen iki binitli görüyorum. Birisi eşeğin üzerinde diğeri deve üzerindedir. Birisi diğerine şöyle der: "Bâbil ve marangozlar tarafından yapılmış putları yıkıldı."
İbn Kuteybe şunu söylemiştir: “Eşeğe binen kimse bize ve hıristiyanlara göre Mesih'tir. Eşeğe binen Mesih olduğuna göre, MuhaMMed (sallallahu aleyhi vesellem) niye deveye binen kimse olmasın?!
Bâbil'le marangozlar tarafından yapılmış putların yıkılması onun ve onun vasıtasıyla olmamış mıdır? Mesih vasıtasıyla değildir. Halbuki, Bâbil yöresinde, Hz. İbrahîm (aleyhisselâm) zamanından beri putlara tapan hükümdarlar vardı. Onun deveye binmesi Mesih'in eşeğe binmesinden daha meşhur değil midir?
[56]



Resim

NOTLar.:

[55] Buharî, Sahih, kitabu't- teyemmun, 1; es-Sala, 56; el- cihad, 122; ta'birür- rüyâ,11, 22; el-İtisam bi's- Sünne, 1; Müslim, Sahih, kitabu'l- mesacid, 3, 5, 6, 7, 8; Tirmizî, Sünen, kı-tabu's-siyer, 5; Nesaî, Sünen, kitabu'l- gasl, 26; el-Cihad 1; Darımi, Sünen, kıtabu's-sala; 111; es-sıyer, 28; İmam AhMed, Musned, 1/301; H/222,264, 268,314,396, 412, 455, 510; III/304; IV/416;V/162, 248, 256.
[56] AbdurRahmân İbnü’l- Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 47-51...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

HZ. PEYGAMBERİN İNCİL'de BİLDİRİLMESİ.:

İbn Kuteybe anlatmıştır: Peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) İncil'de bildirilmesi şöyledir:
“Mesih havarilere: "Ben gidiyorum. Size, kendi tarafından konuşmayan hakkın ruhu Faraklit gelecek. O'nun sözü, ancak kendisine söylenildiği gibidir. O, benim hakkımda şehâdet edecek. Siz de şehâdet edeceksiniz, çünkü siz insanlardan önce olanla birliktesiniz. Allah'ın sizin için hazırladığı her şeyi o size haber verecek!” dedi.

İbn Kuteybe şunu da söylemiştir: “Yuhanna Mesih'i anlatırken şöyle demiştir: "Ben gitmedikçe size Faraklit gelmez. O gelince, insanları günahlarından dolayı azarlayacak. O, kendi tarafından konuşmaz. Ancak size işittikleriyle konuşur. Sizi hak ile idâre edecek. Size gaybtan ve olaylardan bahsedecek."
Yine onu başka bir şekilde anlatmıştır: "Faraklit, babamın benim adımla gönderdiği Hakkın ruhudur. O, size her şeyi öğretecektir."
Şöyle de anlatmıştır: "Ben babamdan size başka bir Faraklit göndermesini istiyorum ki o, ebedîyete kadar sizinle birlikte olsun ve size her şeyi öğretsin."
Şu şekilde de anlatılmıştır: "Müjdeci gidiyor. Ondan sonraki Faraklit size sırlar getiriyor ve size her şeyi açıklıyor. O, benim ona şehâdet ettiğim gibi, bana şehâdet ediyor. Ben size masallar getiriyorum. O, size tevil/yorum, açıklama getiriyor."

İbn Kuteybe şöyle demiştir: “Farklı olmalarına rağmen bunlar birbirine yakın şeylerdir.
İncil'i Mesih'ten nakledenler çok olduğu için farklıdır.
Hakkın ruhu olan kimdir ki sadece kendisine vahyedüeni konuş¬maktadır.
Mesih'ten sonra gelen ve onun tebliğ ettiğine şehâdet eden kimdir?
Deccal ve Dabbetu’l- Arz'ın çıkması, güneşin batıdan doğması v.s. gibi çeşitli zamanlardaki hadiseleri, kıyamet, hesap, cennet, cehennem v.s. gibi Tevrat ve İncil'de zikredilmeyen gayble ilgili meşeleri bizim peygamberimizden başka haber veren kimdir?”

İbn Kuteybe şöyle demiştir: “Matta incil'inde şöyledir: Yahyâ İbn Zekeriya öldürülmek için hapsedildiğinde öğrencilerini Mesih'e gönderip: “Ona şöyle söyleyin, gelecek olan o peygamber sen misin, yoksa bir başkasını mı bekleyelim” dedi.
Mesih ona şu cevabı verdi: “Hak kesindir. Kadınlar, Yahyâ İbn Zekeriya'dan daha faziletli olanın yerine geçmedi. Tevrat ve peygamberlerin kitabları birbirlerini peygamberlik ve vahiyle takip ediyorlar.
Nihâyet Yahyâ geldi. "Şimdi, isterseniz öldürün. Çünkü İlya'nın gelmesi kararlaştırılmıştır. Kimin onu duyan bir kulağı varsa dinlesin."

İbn Kuteybe şöyle der: “Bu isimde bir bozukluk vardır.
"AhMed'in gelmesi kararlaştırılmıştır" demiş olabilir. Onlar ismi değiştirmişlerdir.”
Nitekim ALLAHu TeÂLÂ şöyle buyurmuştur: "Onlar kelimeleri yerlerinden sonrasına kaydırıp değiştirirler." [57]
Böylece onu İlya yaptılar.


يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذِينَ هِادُواْ سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواْ وَمَن يُرِدِ اللّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---“Yâ eyyuhâ’r- resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fî’l- kufri minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’ınin kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne li’l- kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuke yuharrifûne’l- kelime min ba’di mevâdııhî, yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike lehu minallâhi şey’â (şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhira kulûbehum lehum fî’d- dunyâ hızyun ve lehum fî’l- âhirati azâbun azîm (azîmun).: Ey Resûl! Ağızlarıyla îmân ettik deyip, kalpleri îmân etmeyenlerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Ve yahudilerden dinleyenlerin bir kısmı, sana gelmeyen başka bir kavme yalan söylemek için dinleyenlerdir. Kelimeleri sonradan yerlerinden kaydırıp, değiştirirler ve: “Eğer size bu verilirse o zaman onu alın, eğer (böyle) verilmezse o taktirde kaçının.” derler. Ve Allah, kimin fitne içinde kalmasını dilerse, artık sen, onun için Allah’tan bir şeye asla mani olacak değilsin. İşte onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemeyi dilemez. Onlar için, dünyada bir rezillik vardır, âhirette de onlara “büyük azap” vardır.”
(Mâide 5/41)

"İLin gelmesi kararlaştırılmıştır" demiş olabilir.
"İl" Azîz ve Celîl olan ALLAH'tır. Allah'ın gelmesi demek, elçisinin onu getirmesi demektir. Nitekim Tevrat'ta şöyle demiştir: "Allah Sinâ'dan geldi." Burada Musâ Sinâ'dan Allah'ın kitabını getirdi demek istemiştir. Mesih'ten sonra hiçbir kitab gelmemiş sadece Kur’ÂN gelmiştir.
O, bu ismin verildiği peygamberi kasdetmiş olabilir. Bu onlara göre câiz değildir. Çünkü onlar Mesih'ten sonra peygamber olmadığında ittifak etmişlerdir.
[58]

Mekke, Harem Ve Beytin Önceki Kitablarda Bildirilmesi.:

İbn Kuteybe, Mekke, Harem ve Beyt'in önceki kitablarda bildirildiğini söylemiştir.
"İş'aya Kitabında şunlar vardır: "Çöller ve şehirleri Alu Kaydar’ın sarayları dolduracak. Onlar teşbih ederler. Dağların tepelerinden seslenirler. Onlar, Allah'ı yüceltirler. Karada ve denizde onun teşbihini ya¬yarlar."
"Uzaktan bütün milletler için bayrağı kaldırırım. Yeryüzünün en uzak yerlerinden onları çağırır ve onlar gelmek üzere acele ederler."
İbn Kuteybe: “Kaydar oğulları Araplardır. Çünkü Kaydar, herkesin ittifakıyle İsmâil'in oğludur.
Kaldırılan bayrak ise, peygamberliktir.
Onların çağırılması da: Onları, dünyanın en uzak yerlerinden hacca dâvet etmesi ve onların da hemen gelmeleridir. Bu, ALLAHu zü’L- CELÂL'ın şu sözünde olduğu gibidir: “İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek, yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Ka'be'ye) gelsinler."
[59]

وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ
Resim---“Ve ezzin fî’n- nâsi bil hacci ye’tûke ricâlen ve alâ kulli dâmirin ye’tîne min kulli feccin amîk (amîkın).: Ve insanların arasında haccı ilân et ki, yaya olarak ve develer üzerinde uzak dağ yollarının hepsinden sana gelsinler.”
(Hac 22/ 27)

لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ فِي أَيَّامٍ مَّعْلُومَاتٍ عَلَى مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقِيرَ
Resim---“Li yeşhedû menâfia lehum ve yezkurusmallâhi fî eyyâmin ma’lûmâtin alâ mâ razakahum min behîmeti’l- en’âm (en’âmi), fe kulû minhâ ve at’ımu’l- bâise’l- fakîr (fakîre).: Kendilerinin menfaatlerine (faydalandıkları şeylere) şahit olsunlar. Ve onları, rızıklandırdığı hayvanların üzerine belli günlerde Allah’ın İsmi’ni ansınlar (kurban kessinler). Böylece ondan yeyiniz ve muhtaç fakir(ler)i doyurunuz!”
(Hac 22/ 28)

Iş'aya kitabının başka bir yerinde: “Saba’dan bir kavim gönderile¬cek. Onlar doğudan, toprak öbekleri gibi grup grup telbiyeler getirerek, ayaklarıyla çamur çiğneyen gibi gelirler."
Saba doğudan gelir. Allah oradan, Horasanlıları ve çevresindekileri gönderecek.
Sabanın estiği gibi inen kimdir? Toprak Öbeği gibi kalabalık gruplar halinde gelenler, ayaklarıyla çamur çiğneyici gibi olan kimdir.
Onlardan bazılarının yumuşak kimseler olduğunu kasdediyor. Beyt'i tavaf ettiklerinde' herveleyi (koşmaya benzeyen yürümeyi) kasdetmiş olabilir.
İbn Kuteybe şöyle söylemiştir: “İstilam edilen (dokunularak saygı gösterilen) taş hakkında İş'aya şöyle der: "Efendi Rab: Ben Sahyun'u kuran kimseyim. O, mükerrem köşedeki (zaviyedeki) taş olarak Allah'ın beytidir, demiştir."
Taş, Beyt'in köşesindedir. Yücelik (mükerrem olma) onun istilâm edilmesi ve öpülmesidir.
İş'aya Mekke hakkında şöyle demiştir: "Ey Akır (doğurmayan kadın) yürü ve sallan!. Teşbih ederek konuş. Sevin çünkü sen hamile kalmadın. Senin ehlin (aile, akraba, halk) benimkinden daha çoktur.
Ehliyle Beytulmakdis'in (Kudüs'ün) İsrâil oğullarından olan halkını kasdetmektedir.
Mekke halkının, kendilerine gelen hacı ve umrecilerle Beytu’l- makdis halkından daha kalabalık olduğunu kasdetmiştir.
Mekke'yi doğurmayan kısır kadına benzetmiştir. Çünkü Rasûlullah'tan (sallallahu aleyhi vesellem) önce orada sadece İsmâil vardı. Orada hiçbir kitab nâzil olmamıştı.
Akır'la (kısır kadınla) Beytulmakdis'i kasdetmiş olmaz. Çünkü o peygamberlerin evi ve vahyin yatağıdır. O, kısır kadınlara benzetilemez.
Yine iş'aya da Mekke hakkında şu zikredilmiştir:
"Nuh'un günlerinde Tufanla yeryüzünü suya batırmaya yemin ettiğim gibi kendi kendime yemin ettim. Yine sana öfkelenmemeye seni terketmemeye yemin ettim. Dağlar gider, yelkenler iner. Sana olan ni’ınetim gitmez."
Sonra şöyle dedi: "Ey miskine (zavallı)! Ey mazlume! Güzellikle senin taşlarını yapan, seni mücevherlerle süsleyen, tavanına inciden taç geçiren, kapılarını zebercedle yapan benim. Sen zulümden uzaksın, korkma, zayıflıktan da uzaksın. Zayıf olma, sana karşı yapılan hiçbir silâh, kullanılamaz. Sana düşmanlık için kullanılan her dilin kötülüğünden sen kurtulursun."
Şunu da söyledi: "Allah sana yeni bir isim verecek."
Daha önce Kâbe denilmekteyken Mescid-i Haram denildiğini kasdetmektedir.
"Kalk, parla. Çünkü senin nurun ve Allah'ın senin üzerindeki vakarı yaklaşmıştır."
"Gözlerinle etrafına bak. Onlar toplanmışlar.
Sabah erkenden sana oğulların ve kızların geliyorlar. O zaman sen seviniyor ve parlıyorsun. Düşmanın korkuyor ve senin için rahatlıyor. Kaydar’ın her sürüsü senin yanında toplanıyor. Benavat'ın efendileri sana hizmet ediyorlar."
Benâvat, İsmâil'in oğludur.
Kaydar, peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) atasıdır. Benavat'ın kardeşidir.
Daha sonra şöyle dedi: "Kapılarını gece gündüz daima açacaksın kapatmayacaksın, onlar seni kıble edinecekler. Bundan sonra sen Rabbin Şehri diye çağrılacaksın."
Yani o, Beytullah'tır. (Allah'ın evidir). İş'aya'nm başka bir yerinde de şöyledir:
"Etrafındakilere gözünü kaldır. Denizin hazineleri sana geldiği, milletlerin askerleri sana yöneldiği, besili deve katarları seni süslediği, etrafında toplanan katarlardan yerin daraldığı, Medyen'in koçları sana doğru sürüldüğü, Sebe halkı sana geldiği, Kaydar'ın sürüleri sana hizmet ettikleri için yüzün gülsün ve sen sevmesin." Yani Kâbe'ye hizmeti kasdetmektedir. Ancak onlar, İsmâil'in oğlu Benâvat'ın çocuğundandır.
[60]


Resim

NOTLar.:

[57] Maıde Suresi, 41.
[58] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 51-52.
[59] Hac Suresi, 27-28.
[60] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 53-55....
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Mekke Yolunun İş’aya’da Bildirilmesi.:

İbn Kuteybe: “Mekke yolu, İş'aya'da şöyle zikredilmektedir” der.
ALLAHu TeÂLÂ İş'aya da şöyle buyurmaktadır: "Ben badiyeye (çöle) Lübnan'ın yüceliğini (şerefini) ve Kermal'in güzelliğini veriyorum."
Kermal ve Lübnan; Şam (Kuzey Arabistan) ve Beytu’l- makdis'tir.
Yani şunu kasdediyor: Kendisinde vahiyle ve peygamberlerin çıkmasıyla meydana gelen yüceliği (şerefi) hac ve peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) sebebiyle Badiye'ye veriyorum.
"Badiye'de sular, çöl toprağında su kanalları ortaya çıkar. Geniş çöller ve susuz yerler, pınar ve su olur. Orası dosdoğru yol olur. Harem'in yolundan milletlerin pis ve günahkârları geçmez. Ondan habersiz olan oraya gelmez. Orada ne yırtıcı olur ne de aslan. Orası, ihlaslı ve samimi olanların geçidi olur."
"Hazkil", kitabında, İsrâil oğullarının günahlarını zikredip onları, tek başına olan bir asma ağacına benzeterek şöyle der: "Çok geçmez bu asma öfkeyle sökülür, yere atılır ve sam yelleri onun meyvelerini yakar. Öyle olunca, Badiyenin susuz terkedilmiş toprağına ağaç dikilir. Onun güçlü dallarından meyvelerini yiyen bir ateş çıkar, böylece orada ne güçlü bir değnek ne de dal parçası kalır."
[61]

İş'aya Kitabı’nda Haremin Bildirilmesi.:

İbn Kuteybe: “İş'aya Kitabı’nda Harem zikredilmektedir” der.
Şöyle ki: "Kurtla deve orada birlikte otlanırlar." Yine bütün yırtıcılar Harem'in tamamında zarar vermezler ve kötülük yapmazlar. Daha sonra görürsün ki, bu vahşi hayvanlar Harem'den çıkınca korkmaya başlarlar ve diğer vahşi hayvanlardan kaçarlar. Yırtıcı hayvan av peşinde koşma konusunda Harem'e girmeden nasılsa, öyledir.
[62]

Hz. Peygamberin Ashabının Ve Bedir Gününün Bildirilmesi.:

İbn Kuteybe: “Hz. Peygamber'in ashabı ve Bedir günü İş'aya'da bildirilmektedir” der.
Bedir günündeki Araplar şöyle anlatılmaktadır; "Onlar milletleri, harman yerlerini çiğner gibi çiğnerler. Arap müşriklerinin başına belâ iner ve onlar yenilirler."
Daha sonra İş'aya şöyle demiştir; "Onlar kınından sıyrılmış kılıçlar, intikamını alamadıkları taş gibi insanlar karşısında; savaşın şiddetinden dolayı yenilgiye uğrarlar."
İbn Kuteybe şöyle der: “Bunlar, Allah'ın, ehl-i kitab’ın elinde kalan daha önceki kitablarındaki şeylerdir. Ehl-i kitab onları okur ve peygamberimizin adı hariç, zâhirlerini inkar etmezler. Onlar, açıkça onun ikrar edilmesine müsaade etmezler. Onların bu yaptıkları önemli değildir. Çünkü onlara göre Hz. Peygamberin Süryani dilindeki adı "Muşakkah"tır. Muşakkah hiç şüphesiz MuhaMMed'dir.
Onların "El-Hamdu lillah" demek istediklerinde "Şakha li-ilâhîna" dediklerine itibar ederek, "el-Hamdü" "Şakhan" olduğuna göre "Muşakkah" da "MuhaMMed" olur.
İkrar ettikleri sıfatlar onun hallerine, zamanına, çıkmasına, gönderilmesine ve yaşayışına uygun olduğu için, bize, kendisinde bu sıfatlar bulunan kimseyi, karşısında milletlerin yere yıkıldıkları, itaat ettikleri için boyun büktükleri ve dâvetine icâbet ettikleri kimseyi, Bâbil'in ve putlarının onun yüzünden helâk olduğu deveye binen kimseyi göstersinler. Dağların tepelerinden telbiye getirerek (“Lebbeyk Allahumme lebbeyk!.” diyerek) ve ezân okuyarak seslenen, karada ve denizde onun teşbihini yayan İsmâil'in oğlu Kaydar'ın evlâdından olan bu millet nerede? Hani?
Bunu ancak MuhaMMed'le ümmetinde bulabilirler.
İbn Kuteybe şunu da söylemiştir; Eğer bu haberler, onların kitablarında olmasaydı, Kur’ÂN'da gelenlerin onların kendi kitablarında da zikredildiğine dair hiç bir delil olmazdı.
Nitekim ALLAHu TeÂLÂ: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o Ümmî peygamber'e uyanlar (varya)."
[63]

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Ellezîne yettebiûne’r- resûlen nebiyye’l- ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fî’t- tevrâti ve’l- İncîli ye’ınuruhum bi’l- ma’rûfi ve yenhâhum ani’l- munkeri ve yuhıllu lehumu’t- tayyibâti ve yuharrimu aleyhimu’l- habâise ve yedâu anhum ısrâhum ve’l- aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları Ümmî haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resûl) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.” (A'rÂf 7/157)

"Ey Ehl-i kitab! (gerçeği) görüp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın âyetlerini inkar edersiniz." [64]

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Ellezîne yettebiûne’r- resûlen nebiyye’l- ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fî’t- tevrâti ve’l- incîli ye’ınuruhum bi’l- ma’rûfi ve yenhâhum ani’l- munkeri ve yuhıllu lehumu’t- tayyibâti ve yuharrimu aleyhimu’l- habâise ve yedâu anhum ısrâhum ve’l- aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları Ümmî haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resûl) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.” (A'rÂf 7/157)

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ
Resim---“Yâ ehle’l- kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi ve entum teşhedûn (teşhedûne).: Ey Ehli Kitab! Siz şâhid olduğunuz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Âl-ı İmrân 3/70)

"Kendilerine kitab verdiklerimiz onu (o kitabtaki peygamberi) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler." [65]

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Resim---“Ellezîne âteynâhumu’l- kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ve inne ferîkan minhum le yektumûne’l- hakka ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).: Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’na (Hz. Muhammed (S.A.V)’e) kendi oğullarına arif oldukları (tanıdıkları) gibi ariftirler (tanıyıp bilirler). Ve muhakkak ki onlardan bir fırka, hakkı gerçekten bile bile gizliyor.” (Bakara 2/146)

"Kâfir olanlar "Sen Rasûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin" derler. De ki: Benimle sizin aranıza şâhid olarak Allah ve yanında kitab ilmi olan yeter" buyurmuştur. [66]

وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَسْتَ مُرْسَلاً قُلْ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ عِندَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
Resim---“Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ (murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum ve men indehu ilmu’l- kitâb (kitâbi).: Ve kâfirler: “Sen, resûl olarak gönderilmiş değilsin.” derler. De ki: “Allah ve kitabın ilmi yanında olanlar, benimle sizin aranızda şâhid olarak kâfidir.” (Ra'd 13/43)

Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem), onlarda olmayanı onlara delil olarak getirmesi ve onlar bulmadıkları görmedikleri halde beni yanınızda yazılı olarak bulmanız benim peygamberliğimin alâmetindendir, demesi nasıl câiz olabilir? Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) onları hoşlanmadıkları şeye dâvet etmeye ihtiyacı yoktu.
Abdullah İbn Selâm durumu iyice öğrenince müslüman oldu ve onlarda müslüman oldular.
Ben de derim ki: Ehl-i kitab her zaman Rasûlullah'ı sıfatlarıyla (özellikleriyle) biliyor ve bunu ikrar ediyordu. Onlar onun çıkacağını (geleceğini) söylüyorlar, kendi halkından olanlara O'na iman etmelerini tavsiye ediyorlardı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) çıkınca, akıllı olanları iman etti. Huyey İbn Ahtab, rahib Ebu Amir ve Ümeyye İbn Ebi's-Salt gibi diğer ehl-i kitabı inat ve çekememezlik aldı.
Ehl-i kitabın son devir âlimlerinden bir kısmı müslüman olmuş ve onun Tevrat ve İncil'deki sıfatlarını anlatan kitablar yazmışlardır.
Hakkın varlığını kesin olarak anlayıp da sonra, ebedîyyen cehennemde yanınaya razı olarak kıskançlığı tutanlara hayret!.
[67]

Ehl-i Kitabtan Duyduklarına Göre Ka'b İbn Luey İbn Ka'b İbn Galibin Hz. Peygamberin Gönderileceğini Bildirmesi.:

60-) AbdurRahmân İbn Avf anlattı: Ka'b İbn Luey İbn Galib İbn Fihr İbn Mâlik, cuma günü, kavmini toplar Cuma gününe, Cuma ismini ilk defâ o, vermişti. Araplar, daha önce, Cuma gününe Arube derlerdi şu şekilde hitab ederdi:
"Dinleyiniz, öğreniniz, anlayınız, biliniz. Gece sakin, gündüz açıktır. Yeryüzü yatak gibidir. Gök bina gibidir. Dağlar kazıklar gibidir. Yıldızlar bayrak gibidir. Öncekiler sonrakiler gibidir. Kadın erkek ve eşler çürüyecekler. Akrabalarınızla görüşünüz ve görüşme hukukunu gözetiniz. Mallarınızı üretiniz.
Ölenin geri döndüğünü veya dirilmiş Ölü gördünüz mü? Yurt önünüzdedir. Zan, söylediğinizden başkadır. Hareminizi süsleyiniz, ona saygı gösteriniz ve sımsıkı sarılınız. Yakında onun hakkında büyük bir haber gelecek. Oradan kerim (değerli, yüce) bir peygamber çıkacak."
Sonra Ka'b şu şiiri söyler:
"Gündüzler ve geceler hep, yeni haber getirmektedir.
Haberin, gece veya gündüz gelmesi, bizim için birdir.
Onlar dönerlerken de hadiselerle ve korkuları
Üzerimizde artan ni’ınetlerle dönerler.
Herkes gaflet üzereyken MuhaMMed gelecek.
Dosdoğru söyleyici ve en iyi bilici, haber verici olarak birçok haberler verecektir."
Sonra şöyle der: "Vallahi, ben onun dâveti esnasında işiten kulak, gören göz, tutan el, yürüyen ayak olsaydım (sağ olsaydım) devenin dimdik durduğu gibi durur, davasına aygır deve gibi hızla koşardım."
"Ne olurdu, onun gizlice dâvete başladığı ve kabilesinin, hakka ve kendisine yardımı terk ettikleri zaman bulunsaydım."
Ka'b İbn Luey'in ölümüyle Rasûlullah'ın peygamber olarak gönde¬rilişi arasında 560 yıl vardı.
[68]

Nasr İbn Rabia El-Lahmî’nin Gördüğü Rüyâ Peygamberimizin Varlığına Delâlet Eder.:

Siyerciler şöyle anlatırlar:
Nasr İbn Rabia korkunç*bir rüyâ gördü. O, gitmedik kâhin ve müneccim bırakmadı. Onlara şöyle dedi:
“Ben korkunç bir rüyâ gördüm. Bana onun yorumunu yapar mısınız?” dedi.
-“Bize rüyânı anlat,” dediler.
Nasr: “Onun yorumunu ancak ben anlatmadan önce bilen kimse yapabilir” dedi.
“Bunu istiyorsan, Satih'le Şıkk'a gelmeleri için haber gönder. Bunlar kâhindir” dediler.
Nasr onlara haber gönderdi. Bunun üzerine Satih geldi.
Ona: “*- Korkunç bir rüyâ gördüm. Rüyâmın ne olduğunu bilirsen yorumunu da yapabilirsin” dedi.
Satih: “Sen rüyânda karanlıktan çıkıp sahile bakan topraklara düşerek orada bulunan canlıyı yiyen bir siyah kömür parçası gördün” dedi.
Hükümdar Nasr: “Satih! Rüyâmı tamamen bildin. Peki yorumu hakkında ne diyeçeksin” dedi.
Satih: “İki siyah tepe arasındaki hayvanlar üzerine yemin ederim ki, topraklarınıza Habeşliler inip Ebyen'le Cüreş arasındaki bölgeleri ele geçirecekler” dedi.
Hükümdar: “Babana yemin ederim ki! Bu söylediklerin bizim için acı ve can sıkıcıdır. Bu olay ne zaman olacak? Benim zamanımda mı yoksa daha sonra mı?” dedi.
Satih: “Hayır! Zamanımızdan atmış veya yetmiş yıl sonra olacak” dedi.
Hükümdar: “Habeşlilerin bizim ülkemizdeki hakimiyeti devam edip gidecek mi? Yoksa bir süre sonra sona erecek mi?” dedi.
Satih: “Hayır! Doksan küsur sene içinde sona erecek. Oradan çıkarılacaklar” dedi.
Hükümdar: “Onları kim çıkaracak?” diye sordu.
Satih: “Bunu, İrem Zuyezen yapacak, irem, Âdem'den gelecek. Yemen'de Habeşlilerden hiç kimseyi bırakmayacak" dedi.
Hükümdar: “İrem'in hakimiyeti Yemen'de sürüp gidecek mi yoksa bir gün sona erecek mi?” dedi.
Satih: “Hayır! Sürüp gitmeyecek, dedi. Hükümdar: -Onun hakimiyetini kim sona erdirecek?” dedi.
Satih: “Bunu, kendisine yüce (Allah'tan) vahiy gelecek olan asil bir peygamber yapacak” dedi.
Hükümdar; “Kim bu peygamber?” dedi.
Satih: “Nadr oğlu Mâlik oğlu Pihr oğlu Galib'in neslinden birisi. Hakimiyet, zamanın sona ermesine kadar onun kavminde olacak” dedi.
Hükümdar: “Zamanın sonu var mı ki?” dedi.
Satih: “Evet! Var. O gün öncekiler ve sonrakilerin hepsi toplanacak, iyiler mesut, kötüler bedbaht olacaklar” dedi.
Hükümdar: “Bu anlattıkların doğru mu?” dedi.
Satih: “Evet! Grup kızıllığına, tan yerine ve sabaha yemin ederim, sana söylediklerim şüphesiz doğrudur” dedi.
Satih'le olan konuşma sona erince, Şikk geldi. Hükümdar ona: “Bir rüyâ gördüm. Bana onu anlat” dedi.
Şikk da Satih'in anlattıklarını anlattı. Satih'in dediği şekilde memleketlerin yıkılışını haber verdi, sonunda şöyle dedi: “Daha sonra hak ve adaleti getirecek bir peygamber gelir. Hakimiyet Fasl gününe (Kıyamet gününe) kadar bu peygamberin soyunda kalacak.”
Hükümdar: “Peki, bu Fasl günü de nedir?” dedi.
Şıkk: “O gün idâreciler cezâlandırılacaklar ve hesap vakti için bütün insanlar bir araya toplanacaklar” dedi.
[69]


Resim

NOTLar.:

“İşaya”: İbranice yeşayahu (Tanrı Kurtuluştur) ( İ.Ö 8. yy, Kudüs), Yahudi ve Hıristiyan geleneklerine büyük katkıda bulunan peygamber. Eski Ahit’in İşaya Kita-bı’na adını vermesine karşın, bu kitabın yalnızca ilk 39 bölümünün bazı parçalarının ondan kaynaklandığı kabul edilir.

[61] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 55.
[62] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 55.
[63] A'raf Suresi, 157.
[64] Al-ı İmran Suresi, 70.
[65] Bakara Suresi, 146.
[66] Ra'd Suresi, 43.
[67] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 56-57.
[68] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 57-58.
[69] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 58-60.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Peygamberimiz Hz. MuhaMMed'in Nesebi.:Resim

O, Adnan'ın oğlu Ma'ad’ın oğlu, Nizar'ın oğlu, Mudar’ın oğlu, İlyas’ın oğlu, Mudrike'nin oğlu, Huzeyme'nin oğlu, Kinane'nin oğlu, Nadr’ın oğlu, Mâlik'in oğlu, Fihr'in oğlu, Lueyy'in oğlu, Ka'b'ın oğlu, Murre'nin oğlu, Kilab'ın oğlu, Kusayy'ın oğlu, Abdumenâfin oğlu, Haşim'in oğlu, Abdulmuttalib'in oğlu, Abdullah'ın oğlu MuhaMMed'dir. Aleyhisselâm..
Neseb bilginlerinin Adnan'a kadar ihtilafları yoktur.
Onlar Adnan'dan sonra ihtilaf ederler. Bir kısmı: “İbrahîm'in oğlu ismâil, Kaydar'ın'oğlu Hamel, Humeysa'nm oğlu Udd, Udd'un oğlu Adnan.” derler.
Bir kısmı da: “Uded'in oğlu Udd'i zikretmeden Adnan” derler.
[70]

62-) Ummu Seleme'nin Hz. Peygamber'den rivâyet ettiği hadiste şöyledir: "Adnan İbn Uded İbn Lueyy İbn A'rakussera."
[71]
Ummu Seleme şöyle demiştir: “Zeyd, Humeysa'dır. Yera, Nebt'tir. A'rakussera, İsmâil'dir.” Ez-Zubeyr İbn Bekkar böyle anlattı.
Yine A'rakussera'nın İbrahîm olduğunu söyledi. Çünkü onlar, onun ateşte yanmadığını görünce: “O, A'rakussera'dan başkası değildir” dediler.
Yine Zeyd olarak tesbit etti: “Ebu AhMed el-Askeri'den, Ebu Dulame'nin adı gibi onun Zeyd olduğunu” rivâyet etti.

63-) Urve’nin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Adnan’ın ötesindekini bilen birisini göremedik.”
64-) İbn Ebi Hayseme de şöyle demiştir: “Hiçbir âlimin ilminde, hiçbir şâirin şiirinde Adnan’ın oğlu Maad’ın ötesini sağlam olarak bilen hiç kimseyi göremedik.”
[72]

Rasûlullah'ın Atalarının Temiz Ve Şerefli Olduğu.:

65-) VasiIe İbnu'1-Eska Hz. Peygamberi şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Allah, İbrahîm’in soyundan İsmâil’i, İsmâil’in oğullarından Kinane oğullarını, Kinane oğullarından Kureyş’i, Kureyş’ten Haşimoğullarını, Haşim oğullarından da beni seçti.”
[73]

66-) Hz. Aişe (radiyallahu anhu) Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Cebrâil şöyle dedi: Yeryüzünün doğu ve batısını alt üst ettim MuhaMMed'den (sallallahu aleyhi vesellem) daha üstün birisini bulamadım. Yine yeryüzü nün doğusuyla batısını tamamen dolaştım. Haşim oğullarının evindeı daha üstün olan bir ev bulamadım."
[74]

67-) Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dediğini rivâyeı etmiştir: "Ben -devirden devre ve aileden aileye geçerek seçilen- Âdem oğulları soylarının en temizinden nakl olundum. Sonunda şu içinde bulunduğum (Haşimî) topluluğundan ortaya çıktım."
[75]

68-) El-Abbas İbn Abdümuttalib şöyle anlattı: “Ya Rasûlallah! Kureyş oturup haseblerini (atalardan gelen şerei ve soyluluklarını) saydılar. Seni de çöplükte biten bir hurma ağacı gibi saydılar” dedim.
Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “ALLAHu zü’L- CELÂL mahlukatı yarattı ve beni onların en hayırlılarının içinde bulundurdu. Onları fırkalara ayırdığında beni iki fırkanın en hayırlısında bulundurdu. Sonra onları kabilelere ayırdı ve beni, en hayırlı kabilenin içinde bulundurdu. Sonra onları ailelere ayırdı ve beni onların en hayırlısı içinde bulundurdu. Ben sizin, aile yönünden de, en hayırlınızım, nefis yönünden de en hayırlınızım."
[76]

69-) Rabia da şöyle demiştir: “Ensar'dan bazıları Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): “Kendi kabilenden bazılarının MuhaMMed çöplükte biten hurma ağacı gibidir” dediklerini duyuyoruz, dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "ALLAHu zü’L- CELÂL mahlukatını yarattı sonra onları iki fırkaya ayırdı. Beni en hayırlı fırkanın içinde bulundurdu. Daha sonra onları kabilelere ayırdı. Beni en hayırlı olan kabilenin içinde bulundurdu. Ben sizin aile yönünden en hayırlınızım, nefis yönünden de en hayırlınızım" dedi.
[77]

Resim

NOTLar.:

[70] İbn Hişam, Siretu'n-Nebevıyye; Beyhaki, Delailu'n- Nubuvve, 1/179, 80. Rasulullah'ın insanlığın babası Âdem'e kadar nesebi (soyu).
Rasulullah'ın (s.a.v.) soyunun daha öteye geçmeden Adnan'a kadar sayılması uygundur. Hatta İbn Abbas'ın Adnan'a varınca, iki veya üç defa "soy bilginleri yalan söylediler" dediği rivayet edilmiştir.
Ayrıca İmam Mâlik ve bazı alimler, kişinin nesebinin (soyunun) Adem'e kadar çıkarılmasını kerih görmüşlerdir.
[71] Tarihu't-Taberi, II/272; Hafız İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, II/194; Suheyli, Ravdu'l-Unf, I/8; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/177, 178.
Delailu'n-Nubuvve ve başkalarında metni şöyledir: "A'rak'ın oğlu, Yera'nın oğlu, Zend'in oğlu, Uded'in oğlu, Adnan'ın oğlu Maad."
İbnu'l-Cevzi onu burada lafız yönünden muzdarıb olarak rivayet etmiştir.
[72] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 60-61.
[73] Müslim, Sahih, kitabu'l-fezail, babu fazli nesebi'n-nebiyy (s.a.v.), hadis no: 1; Tir-mizî, Sünen, kitabu'l-menakıb, V/583. Tirmizî hadis hakkında şöyle demiştir: "Bu hasen sahih bir hadistir." imam AhMed, Musned, İV/107; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/165; Benzeri: İbn Sa'd, Tabakat, I/2; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/256; Tarihu'l-Buharİ, I/4; Tarihu'l-Hatib XIII/64; Bağavî, Şerhu's-Sunne, VII/297.
[74] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/167; ibn Ebi Asım, Sunne, II/632; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, U/257; Tefsir, IH/325; Suyutî, el-Havi, II/370; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 111/319; Heysemı, Mecmau'z-Zevaid, VIII/217; Heysemî, Et-Taberani'nin Evsafta rivayet ettiğini ve şunu söylemiştir. "Bu hadisin ravileri arasında Musa İbn Ubeyde er-Rabezi vardır. O, zayıftır."
[75] Buharî, Sahih, kitabu'l-menakıb, bab: 23, sıfatun nebiyyi (s.a.v.); Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/175; İmam AhMed, Musned, H/373; Tefsiru İbn Kesir, IH/325.
[76] İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 11. bab, 1/50; Tirmizî, Sünen, kitabu'l-menakıb.
[77] Hakim, Mustedrek, III/247; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/168,169; İmam AhMed, Musned, İV/166, 167; Suyutî, Durru'l-Mensur, IH/295.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 61-62.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Bütün Arapların Rasûlullah'la Akraba Oldukları.:Resim


70-) İbn Abbas şöyle demiştir. Kureyş'ten bir batın yoktur ki Rasulullah'la bir akrabalığı bulunmasın. Bunun üzerine şu âyet-i kerime inmiştir: "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum."
[78]

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Resim---“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecran illâ’l- meveddete fîl kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innallâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum." Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.” (Şûrâ 42/ 23)

Yani aramızdaki akrabalık hukukuna riâyet etmenizi istiyorum.

71-) Eş-Şa'bi şöyle demiştir: Halk bize: "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum" âyeti hakkında çok gelip gitti.
Yani aramızdaki akrabalık hukukuna riâyet etmenizi istiyorum diye manâ verilmiştir.
Bunun üzerine İbn Abbas'a bir mektup yazdım. O da bana şu cevabı verdi: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Kureyş arasında soylu birisiydi. Kureyş boylarından hiçbiri yoktur ki onu kendi soylarından saymasınlar. ALLAHu TeÂLÂ şöyle buyurmuştur: "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum." [79]
Yani benim size akraba olmamı istersiniz ve beni bu konuda korursunuz demek istiyor.

72-) İbn Abbas, ALLAHu TeÂLÂ'nm: "Size kendinizden bir peygamber gelmiştir" [80] âyeti hakkında şöyle demiştir: “Araplardan hiçbir kabile yoktur ki, Mudarlilân, Rabilüeri ve Yemânhları Hz. Peygamber'in soyundan kabul etmesinler.”
[81]

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz (azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bi’l- mu’ıninîne raûfun rahîm (rahîmun).: Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü’ıninlere şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)


Peygamberin: "Ben Nikah Mahsulü Olarak Meydana Geldim. Zinâdan Meydana Gelmedim" Demesi.:

73-) Ali İbn Ebi Talib şöyle anlattı: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "Ben câhiliye devrinin kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmadan, ana ve babamdan meydana geldim. Âdem'den, babama ve anneme gelip ulaşıncaya kadar, hep nikah mahsulü olarak meydana geldim, zinâdan meydana gelmedim" demiştir. [82]

74-) İbn Abbas, Rasûlullah’ın şöyle dediğim rivâyet etmiştir: "Benim anne ve babam asla zinâ yaparak birleşmediler. Allah beni devamlı temiz sulblerden temiz rahîmlere süzülmüş ve tertemiz olarak nakletti. Ben en temiz cinsi birleşmede ortaya çıktım."
[83]


Abdulmuttalib'in Gördüğü Rüyâ Rasûlullah'ın Varlığına Delâlet Eder.:

75-) Abdulmuttalib anlatmıştır: “Hicr'da uyurken beni korkutan bir rüyâ gördüm. Bu rüyâ sebebiyle çok huzursuz oldum. Kureyş'in bir kadın kâhinine geldim. Üzerimde boncuklu bir ipek elbise vardı. Saçımın topuzu da omzuma vuruyordu.
Bana bakınca yüzümdeki değişikliği anladı. O sırada ben kavmimin efendisi olduğumdan bana:
“Efendimiz bana niçin rengi değişik bir vaziyette geldi. Onu bir felâket mi korkuttu acaba?” dedi. Ona:
“Evet” dedim. Herkes önce kâhin kadının sağ elini öpüyor, sonra onun elini kendi başına koyuyor ve isteğini açıklıyordu. Ben öyle yapmadım, çünkü kavmimin büyüğüydüm.
Oturup anlattım: Gece uykumda şöyle bir rüyâ gördüm. Yerden bir ağaç bitti. Tepesi göğe değdi. Dallarıyla doğu ve batıyı kapladı. Ondan daha parlak bir nur görmemiştim. O, güneşin ışığından doksan kat daha büyüktü. Arap ve Arap olmayanların ona secde ettiklerini gördüm. Onun büyüklüğü, ışığı ve yüksekliği her an artıyordu. Bir süre kayboluyor, bir süre de parlıyordu. Kureyş'ten bazılarının onun dallarına takıldıklarını gördüm. Bazı Kureyşlilerin de onu kesmek istediklerini gördüm. Onlar ağaca yaklaşınca bir genç onları geriye itti. Şimdiye kadar, ondan daha güzel yüzlü ve ondan daha güzel kokulu hiç kimse görmemiştim. O genç, onların bellerini kırıyor ve gözlerini oyuyordu. O ağaçtan biraz almak için elimi kaldırdım. O bana:
“Senin onda payın yok” dedi. Ben de:
“Peki, kimin payı var?” dedim. O:
“Ona tırmananların ve senden önce yetişenlerin onda payı vardır.” dedi.
Korku ve ürpertiyle uyandım. Kâhin kadının yüzünün değiştiğini gördüm. Sonra bana: “Eğer rüyân doğruysa, senin sulbünden, doğu ve batıya sahib olacak ve insanların kendisine boyun eğecekleri birisi çıkacak.” dedi.
Daha sonra Ebu Talib'e: “Belki sen bu çocuğun amcası olacaksın.” dedi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) peygamber olarak ortaya çıktığında Ebu Talib bu olayı anlatır ve şöyle derdi: “Allahu a'lem, o ağaç Ebu'l- Kasım Emin (MuhaMMed) di.”
Ebu Talib'e: “Ona inanmayacak mısın?” denildiğinde; "Ayıbıma gidiyor, utanıyorum," derdi.
[84]


Halid İbn Said İbn Elâsın Gördüğü Rüyâ Rasûlullah'a Delâlet Eder.:

76-) Halid İbn Said şöyle anlatmıştır: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) peygamber olarak gönderilmeden Önce bir gece uykumda şu rüyâyı gördüm: “Mekke'yi bir karanlık kaplamış ve kimse gözünün önünü göremiyordu. Bu haldeyken, (zemzemden) bir ışık çıktı ve göğe yükseldi. Beyti aydınlattı. Sonra bütün Mekke aydınlandı. Oradan Yesrib'in hurmalarına kadar gitti ve orayı da aydınlattı. Öyleki ben hurmaların koruklarını bile görebilecek durumdaydım. Uyanınca rüyâmı kardeşim Amr İbn Said'e anlattım. Görüşleri İsâbetli birisiydi. Bana: “Kardeşim! Bu iş, Abdulmuttalib oğulları içinde olacak. Onun, babalarının kabrinden çıktığını görmüyor musun?” dedi.
Allah beni (onun vasıtasıyla) İslam'a hidâyet edince, Halid'in annesi (Ummu Halid): “İslam'a ilk giren oğlumdur. Çünkü o, rüyâsını Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) anlattı. Rasûlullah da:
"Halid! Vallahi, o nur benim. Ben Allah'ın elçisiyim" dedi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Allah'ın kendisiyle gönderdiği şeyi (dini) Halid'e anlattı. Bunun üzerine Halid nıüslüman oldu. Ondan sonra da Amr müslüman oldu.
[85]


Amr İbn Murre'nin Gördüğü Rüyâallahın Rasûltrne Delâlet Eder.:

77-) Amr İbn Murre el-Cuheni anlatır: Câhiliye devrinde kavmimden bazılarıyla, birlikte hacca gittim. Bir gün Mekke'de uyurken rüyâmda, Ka'be'den çıkarak yayılan bir ışık gördüm. Öyle ki bu ışık bana Ka'be'den, ta Yesrib'in dağına ve Cuheynelilerin tırnak altındaki etine varıncaya kadar aydınlattı. Işığın içinde bir ses duydum: “Karanlıklar dağılıp ışık yayıldı. Peygamberlerin sonuncusu gönderildi.”
Daha sonra başka bir aydınlık meydana geldi. Öyle ki Hîre'nin saraylarını ve Medâinlilerin tırnak diplerini bile gördüm, ışığın içinde bir ses duydum. Şöyle diyordu: “İslam ortaya çıktı. Putlar kırıldı ve akrabalar haklarını gözettiler.”
Korku ve dehşet içinde uyandım. Kavmime:
“Vallahi, Kureyş'in bu kabilesi içinde bir olay olacak” dedim ve gördüğüm rüyâyı onlara anlattım.
Memleketimize varınca, bize AhMed adında birisinin peygamber olarak gönderildiği haberi geldi. Çıkıp yanına geldim. Gördüğüm rüyâyı ona da anlattım. Bana şöyle dedi:
- "Amr İbn Murre! Ben, Allah'ın bütün kullarına gönderilmiş bir peygamberim. Onları İslam'a dâvet ediyorum. Onlara kan dökmemelerini, sıla-i rahmi ve Allah'a ibâdeti, putları reddetmeyi, Beyt'i haccetmeyi, Ramazan'da oruç tutmayı emrediyorum -ramazan on iki aydan birisidir,- Kim icâbet ederse, cennete girer. Kim isyan ederse, ona cehennem vardır. Amr İbn Murre! Allah'a iman et ki Allah seni cehennem korkusundan emin kılsın." [86]
Ben de şöyle dedim:
- “Yâ Rasûlallah! Her ne kadar birçok kimsenin hoşuna gitmese de senin getirdiğin bütün helâl ve haramlara iman ettim.”
Sonra, adını duyduğumda söylediğim beyitleri okudum. Bizim bir putumuz vardı. Babam, o putun reisiydi. Kalkıp onun yanına gittim ve onu kırdım. Sonra da peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldim.
- “Ben Allah'ın hak olduğuna ve kendimin, taştan ilâhları ilk terkeden olduğuma şehâdet ettim.
Kendisi ve babası insanların en hayırlısı, yıldızların üstünde, insanların hükümdarı olan Rasûlle birlikte olmak için, engebeli yerlerden sonraki düz yerleri katetmek ve sana hicret etmek üzere paçaları sıvadım.”
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem):
- "Hoş geldin, Amr İbn Murre!" dedi. Ben de:
- "Ey Allah'ın Rasûlü! Anam, babam sana fedâ olsun! Beni kavmime gönder. Belki Azîz ve Celîl olan Allah, senin vasıtanla bana iyilikte bulunduğu gibi, benim vasıtamla onlara iyilikte bulunur," dedim.
Peygamber beni onlara gönderip:
- "Yumuşak ve doğru sözlü olman gerekir. Kaba, kibirli ve kıskanç olma," dedi. Kavmime geldim ve şöyle dedim:
- "Ey Rifaa oğulları! Hayır, ey Cuheyne topluluğu! Ben Rasûlullah’ın size gönderdiği elçiyim. Sizi cennete dâvet ediyorum ve sizi cehennemden sakındırıyorum. Size kan dökmemeyi, akrabaya ilgi göstermeyi, Allah'a ibâdeti, putlara tapmamayı, Beyti haccetmeyi, on iki aydan birisi olan Ramazan'da oruç tutmayı emrediyorum. Kim icâbet ederse ona cennet vardır. İsyan edene de cehennem vardır. Ey Cüheyne topluluğu! Allah sizi -hamd onadır- içinde bulunduğunuz kimselerin en seçkinlerinden kıldı. Câhiliye devrinde, diğer Araplara sevdirdiği şeyleri size sevdirmedi. Onlar iki kız kardeşi bir erkeğe nikahlıyorlardı. Erkek, babası öldükten sonra hanımını alabiliyordu (babasının, başka hanımını). Haram ayda savaşıyorlardı. Lueyy İbn Galib oğullarından olan bu peygambere icâbet edin ki, dünya ve âhiret şerefini elde edesiniz. Bu konuda acele edin ki Azîz ve Celîl olan Allah'ın yanında sizin bir üstünlüğünüz olsun."
Bir kişi hariç onlar bu dâvete icebet ettiler. Kabul etmeyen o kişi, kalkıp şöyle dedi:
- "Amr İbn Murre! Allah senin hayatını zehir etti! Bize, ilâhlarımızı terkedip topluluğumuzu dağıtmamızı, Tihame halkından olan, atalarımızın dinine karşı çıkıp bu Kureyşlinin davasını kabul etmeyi mi emrediyorsun?! Bunu kabul edemem."
Sonra pis herif şu şiiri söylemeğe başladı:
“Bu İbn Murre, Öyle bir söz getirdi ki, bu söz salâh (iyilik) isteyen kimsenin sözü değildir.
Ben onun sözünün ve hareketlerinin, uzun zaman geçse de birgün rüzgar (gibi gelip geçici) olacağını zannediyorum.
Geçmişdeki büyükleri ve liderleri akılsız mı sayalım? Kim bunu isterse, felâha eremez.”
Ben de:
- "Hangimiz yalan söylüyorsa Allah onun hayatını zehir etsin. Dilsiz hale getirsin ve gözünü kör etsin" dedim.
Bu konuşmayı yapanın önce ağzı yerinden oynamıştı. Yediği yemeğin tadını anlayamazdı. Gözleri de kör olmuş ve konuşamaz hale gelmişti.
Amr İbn Murre'yle kavminden müslüman olanlar Rasûlullah'a geldiler. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara “hoş geldin” deyip hal hatırlarını sordu. Onlara, içinde şunların yazılı olduğu belgeyi verdi:
"Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
Bu, ALLAHu TeÂLÂ'dan doğru bir hak ve konuşan bir kitabla gelen Rasûlünün diliyle Cuheyne İbn Zeyd'e ait Amr İbn Murre'nin yanında bir emân belgesidir: Humusu (beşte bir vergiyi) kabul etmek ve beş vakti kılmak üzere yerin içindekiler ve üzerindekiler, vâdilerin yamaçlarındakiler ve üstündekiler size aittir. O, vâdilerin bitkilerini (hayvanlarınıza) otlatırsınız ve sularını içersiniz. Eğer bir arada bulunursa kırk koyun ve otuzdan az devede iki koyun (zekat) vardır. Eğer ayrı ayrı olurlarsa, birer koyun vardır. Erzak sahibine sadaka (zekat) yoktur. Aramızda yaptığımız (şu anlaşmaya) Allah ve hazır olan müslümanlar şâhiddir."
Bu olay, Amr İbn Murre'nin şu şiiri söylediği sırada olmuştur.
“Görmedin mi? Allah, dinini üstün getirdi ve Amir'e Kur’ÂN'ın delilini açıkladı.
O, Rahmân'dan gelen bir kitabtır. Hepimize ve bütün bedevi ve şehirli nesillerimize bir nurdur.
O (kitab), dünyanın çok karışık ve karanlık olduğu bir sırada, bütün yeryüzünde yürüyenlerin en hayırlısına ve en üstününe gelmiştir.
Düşmanların karınları ve böğürleri kılıç ve mızraklarla delik deşik olduğunda, biz Rasûlullah'a itaat ettik.
Biz, savaşta, büyüklerin başları çekilip götürülürken, etrafımızda şerefin yükseldiği bir topluluğuz.
Biz savaşçı kimseleriz. Savaşı, cesur kimsenin avuçlarında parlayan uzun ve beyaz şeylerle (kılıçlarla) karşılarız.
Etrafındaki Ensar'ın, onun göğsünü çeşitli mızraklarla koruduklarını görürsün.
Harp başladığında o, her türlü tehlikenin içindedir. Aslanlarla birlikte savaşa devam ederken onun rengi açılır ve aslanlar arasındaki dolunayın ışığı gibi, yüzünün parlaklığı artar.

78-) Yasir İbn Suveydi'den rivâyet edildi: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Yasir'i bir süvari birliği veya seriyye içinde yola çıkarmıştı. O sırada hanımı hamileydi. Onun bir çocuğu doğdu. Annesi çocuğu Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) götürdü ve:
- Yâ Rasûlallah! Bu çocuğu, babası süvariler arasındayken doğurdum” dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) elini çocuğun üzerinde gezdirdikten sonra şöyle buyurdu:
- "Allah'ım! Onların erkeklerini çoğalt! Kadınlarını azalt. Onları muhtaç ve yoksul yapma! Onların gençlerine fakirlik gösterme." Daha sonra şunu ilâve etti: "Ona "Müsri=>çabuk ve hızlı davranan" adını koy. Çünkü bu, İslam'da çabuk ve hızlılıktır."
[87]



Resim

NOTLar.:

[78] Şura Suresi, 23. Hadisin kaynağı: Buharî, Sahih, kitabul-menakıb ve tefsin sure-tı'ş-Şura; Tirmizî, Sünen, tefsıru suretı'ş-Şura, V/377, Tırmizî hadis hakkında şöyle demiştir: hasen, sahih; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/175.
[79] Şura Suresi, 23.
[80] Tevbe Suresi, 128.
[81] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 62-63.
[82] Tarihu Ibn Asakir, I/349; Suyutî, Durru'l-Mensur, IH/294, V/98.
[83] Beyhaki Sunenu'l-Kubra, VII/160; Ebu Nuaym, Delaıİu'n-Nubuvve 1/11; Tarihu Curcan, S. 361; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, H/256; Ibn Sa'd, TabakatıTI-Kubra, I/32; Heysemı, Mecmau'z-Zevaıd, VIII/214; Ibn Hacer, Nasbu'r-Raye, S. 257; el-Hİndî, Kenzu'l-Ummal, 31871, 32016, 32017. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 63.
[84] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 63-64.
[85] Tarihu İbn Asakir, V/48; el-Hındî, Kenzu'l-Ummal, 35, 36; Hatib, muvazzihu ev-hami-cem ve't-tefrık 1/20. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 64-65.
[86] İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nınaye, 11/319,320,351, 353; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, S. 67; Camiu'l-Kebir, U/582.
[87] Suyutî, Camiu'l-Kebir, 10025; Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, VIII/246; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 33666. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 65-68.
[88] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/106; İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, I/86; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 88, 89; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/251; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, 1/40. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 68-69.
[89] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/85 ve devamı; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/ 108 ve devamı.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 69.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim Abdülmuttalib'in Ve Oğlu Abdullah'ın Zuhre Oğullarından Olan Hanımlarla Evlenmeleri.:

79) Abdulmuttalib, kendisi anlatmıştır:
"Kış seferinde Yemen'e gittim. Zebur okuyan bir yahudinin yanında konakladım. Yahudi bana:
- Abdulmuttalib! Vücudunun bazı yerlerine bakabilir miyini?” dedi. Ben:
- Evet, ama avret olmayan yerlerine” dedim. Burun deliğimin birine baktı ve:
- Burun deliklerinden birinde hükümdarlık, diğerinde de peygamberlik görüyorum.” dedi ve "Senin "şa'a"n var mı?” diye sordu.
- Şa'a ne demektir?” dedim
- Zevce demektir.” dedi. Ben de:
- Şimdilik yok.” dedim. Yahudi:
- Mekke'ye varınca evlen.” dedi.
Abdulmuttalib gelip Hale bint Vehb İbn Abdimenâf İbn Zuhre ile evlendi. Hale, Hamza ve Safıyye'yi doğurdu.
Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah, Amine bint Vehb'le evlendi. Âmine de Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) doğurdu.
Kureyş: “Abdullah babasına üstün geldi.” derdi. Başka bir rivâyette; o yahudi şöyle demiştir:
"Burnunun öbür deliğinde peygamberlik var. Biz bunu, Zühre oğullarında görüyoruz. Dönünce onlardan bir kadınla evlen." [88]


Peygamberimizin Babası Abdullah.:

Abdullah, Ebu Talib ve ez-Zubeyr, Fatıma Bint Amr isimli aynı annedendi.
Abdulmuttalib'e birisi, rüyâsında “Zemzem Kuyusunu kaz!” demiş, ve yerini ona târif etmişti.
Kazmaya başladı. O sırada el-Haris'ten başka çocuğu yoktu. Kureyş ona muhalefet etti. Bunun üzerine şöyle bir adakta bulundu. Eğer on oğlu olur, onlar da kendilerini koruyacak çağa erişirlerse, içlerinden birini Kâbe'nin yanında Allah'a kurban edecekti.
Abdulmuttalib oğullarının sayısı ona ulaşıp kendilerini koruyacak çağa geldiklerini görünce onlara yaptığı adağı söyledi. Çocuklar babalarına itaat ettiler. Her biri adını bir fal okuna yazdı. Onları toplayıp Hubel'in bakıcısına verdi ve ona: "Bunların (oğullarımın) oklarını çek bakalım" dedi.
Abdullah'ın adı yazılı olan ok çıktı. Abdulmuttalib, Abdullah'ın elinden tuttu. Onu kesmek için bir bıçak aldı. Bunu gören Kureyşliler toplantı yerlerinden kalkıp Abdulmuttalib'in yanına gittiler ve ona:
- Bunu yapma. Yoksa bu konuda mazur sayılmazsın onu bir arrafeye (kâhin kadına) götür.” dediler.
Kâhin kadın Abdulmuttalib'e:
- Sizde bir insanın diyeti ne kadardır?” dedi Abdulmuttalib:
- On devedir.” dedi. Kâhin kadın:
- Adamınızı ve on deveyi ok çektiğiniz yere yaklaştırın. Her ikisi arasında ok çekin. Ok adamınıza çıkarsa Rabbinız kabul edinceye kadar develerin sayısını artırıp ok çekmeye devam edin. Ok develere çıktığı zaman, onları boğazlarsınız. Artık Rabbiniz razı olmuş, adamınız da kurtulmuş demektir” dedi.
Abdullah'ı ve on deveyi ok çekme yerine yaklaştırdılar. Ok, Abdullah'a çıktı. Bunun üzerine on deve daha artırdılar. Develerin sayısı yirmiyi buldu. Ok yine Abdullah'a çıktı. Yine artırdılar. Yüz deveye ulaşıncaya kadar böyle yapmaya devam ettiler. Bu defâ ok develere çıktı. Artık develer boğazlandı. Boğazlanan develerin etlerinden insan hay¬van, kurt kuş hiçbir canlının yemesine, almasına engel olunmadı. [89]


Abdullah'ın Amine Bint Vehble Evlenmesi.:

80) Abdullah'ın yerine develer kesilince, Abdullah babasıyla birlikte giderken Varaka'nın kız kardeşi olan Ummu Kattal bint Nevfel İbn Esed İbn Abdiluzza'ya rastladı, Ummu Kattal:
- Abdullah! Nereye gidiyorsun?” dedi. Abdullah:
- Babama gidiyorum” dedi. Ummu Kattal:
- Gel, şimdi benimle münasebette bulun. Senin yerine boğazlanan develer kadar sana deve var” dedi. Abdullah:
- Ben babamla birlikteyim. Ondan ayrılamam” dedi.
Abdulmuttalib onu Vehb İbn Abdimenâf İbn Zuhre'ye götürdü. Ona Âmine'yi istedi. Abdullah onunla gerdeğe girdi ve bulunduğu yerde münasebette bulundu. Böylece Âmine, Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) hamile kaldı.
Abdullah Âmine'nin yanından çıkıp kendisini ona teklif eden kadına geldi. Ona:
- Dün bana teklif ettiğini, bugün niye bana teklif etmiyorsun?” dedi. Kadın ona:
- Dün sende olan nur, senden ayrıldı. Bugün sana ihtiyacım yok” diye cevab verdi.
Kadın bunu hıristiyan dininde olan ve kitabları okuyan kardeşi Varaka İbn Nevfel'den duymuştu. Varaka, bu ümmet içinde İsmâil'in soyundan bir peygamber çıkacağını bilenlerdendi. [90]

81-) İbn Abbas şunu anlattı: “Abdulmuttalib evlendirmek için Abdullah'ı götürdüğünde, Tubalelilerden Fatıma Bint Murr isimli bir kâhin kadının yanından geçirmişti. O kadın kitabları okumuştu. Abdullah'ın yüzünde bir nur görmüş ve şöyle demişti:
- Delikanlı! Sana yüz deve vereyim, benimle cinsi münasebet yapar mısın?” Abdullah da ona:
- Ölmek haramı işlemekten daha kolaydır. Helâl da, helâl olmayan da açıktır.
Senin istediğin şey nasıl yerine getirilebilir?” diyerek çekip gitmişti. [91]

82-) Ebu'l-Feyyaz da şunu anlatmıştır:
“Abdullah, Has'amlı Fatıma Bint Murr isimli bir kadının yanından geçti Fatıma, en güzel ve en namuslu kadınlardandı. Kitabları okumuştu. O, kureyş gençlerinin dilindeydi. Abdullah'ın yüzünde peygamberlik nurunu görünce:
- Delikanlı! Sen kimsin?” diye sordu. Abdullah ona kim olduğunu anlattı. Fatıma:
- Yüz deve karşılığında benimle münasebette bulunur musun?” dedi. Abdullah:
- Ölmek haramı işlemekten daha kolaydır. Helâl de helâl olmayan da açıktır.
Senin istediğin şey nasıl yerine getirilebilir?” dedi ve hanımı Amine bint Vehb'in yanına gitti. Çünkü o, Amine'nin evinde kalıyordu. Daha sonra Has'amlı kadını, onun güzelliğini ve kendisine teklif ettiği şeyi hatırladı. Onun yanına gitti. İkinci gelişinde, ondan birinci defâda gördüğü iltifatı görmedi. Abdullah:
- Söylediğin şeyi yine istiyor musun?” dedi. Kadın:
- Bu, ilk defâydı. Şimdi değil” diye cevab verdi. Böylece o kadın darb-ı mesel oldu. Kadın:
- Benden sonra ne yaptın?” dedi. Abdullah:
- Hanımım Âmine Bint Vehb'le yattım” dedi. Kadın:
-Vallahi, ben töhmetli birisi değilim. Fakat senin yüzünde peygamberlik nurunu gördüm. Bunun bende olmasını istedim. Şu var ki Allah, onu vermek istediği yere verdi” dedi.
Kureyş gençleri, Fatıma'nın, Abdullah İbn Abdilmuttalib'e teklif ettiği şeyi ve Abdullah'ın da ondan uzak durmasını duyunca bunu Fatıma'ya hatırlattılar. Fatıma şu şiiri söylemeğe başladı:
"Ben onun yüzünde hayrın parıldadığını gördüm.
Onun ziyâsıyla, parlamasıyla, yağmur yağdıran siyah bulutlar parladı.
Ben, göz ucuyle ona baktığım zaman
Bu nurun, onu ve çevresindekileri dolunayın dünyayı aydınlattığı gibi, aydınlatmakta olduğunu gördüm.
Ben, onu elde etmekle, her zaman, Övünebileceğim bir şeref kazanmak istemiştim.
Fakat, her çakmak taşım çakan, kıvılcım çıkaramaz ki.
Umeyne'nin Haşim oğullarından nuru ve aydınlığı çekip alması, Fitillerin, kandilin yağım çekmesine benzer!
Gencin elde ettiği her kıymetli şey bir azm mahsulü olmadığı gibi, Her kaybettiği de bir za'f eseri değildir. Sen birşey talep ettiğin zaman, usulünce, güzelce hareket et.
Seni, ya uyuşup buruşmuş olan el, ya da, parmak uçlarıyla birlikte açılmış olan el, ona kavuşturur.
Umeyne ondan nuru çekip alınca, gözüm onu görmez oldu ve dilimin gücü kalmadı.” [92]


Resim

NOTLar.:

[88] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/106; İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, I/86; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 88, 89; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/251; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, 1/40.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 68-69.
[89] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/85 ve devamı; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/ 108 ve devamı. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 69.
[90] Bu haberler uydurmadır. Asılları yoktur. Sahih hadislere aykırıdır. Bu haberler siyer kitablarında nakledilmelerine rağmen biz şüphelendirme esası üzere nakledildikleri görüşündeyiz. Taberİ: Siyercılerın bunları şüphelendirme esası üzere naklettiklerini söylemiştir. Taberİ, tarihinde bunu rivayet ederken (11/243) "iddia ettiklerine göre" demiştir. Bu haberleri ne mantık ne de akıl teyit eder. Hz. Peygamberin soyu, bu yalan ve asılsız haberlerden uzaktır. Bu haberin bütün rivayetlerinin çelişkili ve karışık olduğu, metninin muztarib, karışık ve senetsiz olduğu görüşündeyiz. Senedi ne merfudi"- ne de muttasıldır. Bu da onun batıl bir haber olduğunu göstermektedir. Haberin kaynağı için bakınız: Beyhakİ, Delaı-lu'n-Nubuvve, 1/102; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, S. 90.
[91] Bir önceki dipnota bakınız.
[92] Bir önceki dipnota bakınız.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:70-72.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim Rasûlullah’a Hamileliği Sırasında Âmine'nin Başına Gelenler:

83-) Vehb İbn Rabia’ınn halası anlatmıştır: “Âmine Bint Vehb'in Rasûlullah'a hamileyken şöyle dediğini duymuştuk: “Ona hamile olduğumu hissetmedim. Diğer kadınlar gibi onun ağırlığını duymadım. Hatta hayız görmemin kalktığını kabul etmedim. Uykuyla uyanıklık arasındayken birisi bana gelip şöyle dedi: “Sen hamile olduğunu biliyor musun?” Ben de sanki şöyle diyordum: “Bilmiyorum.” Bunun üzerine o: “Sen bu ümmetin seyyidine (efendisine) ve peygamberine hamilesin” dedi.
Bu olay pazartesi günü olmuştu.
Bu bana, hamileliğimi bildiren hallerden birisiydi. Aradan bir müddet geçti. Doğum yapma zamanım yaklaştı, daha önce gelen kimse yine geldi ve şöyle dedi: “Her hasedçinin şerrinden onu, tek olana ısmarlarım” de.
Dilimle bunu tekrar edip duruyordum. Kadınlar, kollarına ve boynuna bir demir takın dediler
Dediklerini yaptım. Birkaç gun sonra onun kopmuş olduğunu görüyordum. Sanra onu takınmaktan vazgeçtim.
Âmine şöyle de demiştir: “Onu takındım. Doğuruncaya kadar hiçbir meşakkat çekmedim.
Âmine'ye çocuğun adını “AhMed” koyması emredilmişti. [93]


Abdullah İbn Abdilmuttalib’in Vefâtı.:

Abdullah, Kisrâ Nuşirevan'ın hükümdar oluşundan yirmidört yıl sonra doğdu. Sonra Âmine ile evlendi. Âmine, Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) hamileyken Abdullah vefât etti..

84-) Eyyub İbn Abdirrahmân anlattı:
Abdullah İbn Abdilmuttalib, Kureyşlilerin ticaret mallarını taşıyan kafilelerden birine katılarak Şam'a gitti. Yüklerini boşaltıp geri dönınek üzere yola çıktılar. Medine'ye uğradılar.
Abdullah o sırada hastaydı. Arkadaşlarına:
- “Ben burada, dayılarım Adiyy İbn Neccar oğullarının yanında biraz kalayım” dedi ve hasta olarak onların yanında bir ay kaldı. Kafile arkadaşları yollarına devam edip Mekke'ye geldiler.
Abduhnuttalib onlara Abdullah'ı sordu. Onlar:
- “Onu, dayılarının yanında bıraktık. O, hastaydı” dediler.
Bunun üzerine, Abdulmuttalib en büyük oğlu, el-Haris'i, Medine'ye Abdullah'ın yanına gönderdi. El-Haris, Abdullah'ın vefât etmiş ve Adiyy İbnu'n-Neccar oğullarından birisi olan en-Nabiğa'nın evine gömülmüş olduğunu öğrendi.
El-Haris Mekke'ye dönüp durumu babasına haber verdi. Abdulmuttalib çok üzüldü.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) o sırada annesinden doğmamıştı. Abdullah vefât ettiğinde, yirmibeş yaşındaydı.

85-) El-Vakıdi şöyle demiştir:
Abdullah miras olarak şunları bırakmıştır:
Ummu Eymen isimli bir câriye, beş deve, birkaç davar. Bunlara Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) mirasçı olmuştur.
Abdullah'ın Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) doğduktan sonra vefât ettiği de söylenıniştir. Bu doğru değildir. [94]


ResimPeygamberimizin Doğumu.:

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) fîl yılında, rabiulevvel ayının onunda pazartesi günü doğmuştur.
Rabiulevvelin ikisinde ve onikisinde doğduğu da söylenmiştir. İbn Abbas: “Fil yılında doğdu” demiştir.
Filin gelişi ve sahiblerinin helâk oluşu, Muharrem ayının çıkmasına onüç gece kala, pazar günü olmuştu. O yıl Muharrem'in ilk günü cuma günüydü. Bu da Kisrâ Nuşirevan hükümdar olduktan kırk iki yıl sonra oldu.
Hz. Peygamberin Haccac'ın kardeşi MuhaMMed İbn Yusuf es-Sekafî'nin evi diye bilinen evde doğduğu söylenmiştir.
Yine Rasûlullah'ın (aleyhisselâm) o evi, Akil İbn Ebi Talib'e verdiği söylenmiştir. Ev, vefâtına kadar Akil'de kaldı. Akil'in vefâtından sonra oğlu, evi MuhaMMed İbn Yusuf a sattı. O da, İbn Yusuf konağı denen evi inşa etti. O evi kendi evine katmıştı. Sonunda Hayzuran hatun onu çıkarıp içinde namaz kılınan bir mescid haline getirdi.

86-) Ebu Katade şöyle der: “Bir adam, Rasûlullah’a pazartesi günü oruç tutmak hakkında sordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şu cevabı verdi: "Bu, benim doğduğum ve bana Kur’ÂN'ın indirildiği gündür." [95]

87-) İbn İshak şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Fil yılında Rabiulevvel ayının onikisinde, pazartesi günü doğdu.” [96]

88-) Ez-Zuhri'nin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Filden on yıl sonra doğdu. Bu, doğru değildir.”

89-) El-Bera şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Rabiulevvelin sekizinde, nisânın onuncu gü-nünde, pazartesi günü doğdu.”

90-) Hassan İbn Sabit şöyle demiştir:
“Ben, yedi sekiz yaşlarında duyduklarımı kavrayabilecek vücudu gelişkin bir çocuktum, bin gün, bir yahudinin:
- “Ey yahudi topluluğu!” diye bağırdığını duydum. Yahudiler toplanınca:
- “Kahrolasıca! Neyin var?” dediler. Yahudi:
- “AhMed dünyaya geldiğinde doğacak olan yıldız bu gece doğdu” dedi. [97]
Yahudi O'na (Rasûlullah'a) yetişti ama iman etmedi.

91-) Yine Hassan şöyle anlattı:
“Ben, sabah vakti, yüksek bir köşkteydim. O güne kadar daha etkilisini duymadığım bir ses işittim. Medine köşklerinden birinde, yanında bir meşale tutan bir yahudinin sesiydi bu. Halk onun etrafına toplanıp:
- “Kahrolasıca! Neyin var?” dedi. O da:
- “Bu AhMed'in yıldızıdır, doğdu. Bu sadece peygamberlik sebebiyle doğan yıldızdır. Peygamberlerden de sadece AhMed kaldı” dedi.
Halk onunla alay etmeğe ve yaptıklarını tuhaf görmeğe başladılar. [98]


Fil Olayı.:

Siyer âlimlerinin bildirdiğine göre: Ebrehe benzeri görülmemiş bir kilise yaptırıp: "Arap hacılarının haclarını buraya çevirmedikçe geri durmayacağım!" dedi.
Araplar bunu öğrenince, birisi gidip kilisenin içine pisledi.
Ebrehe buna çok kızdı ve Kâbe'ye gidip onu yıkacağına yemin etti.
Ebrehe yola çıktı. Fil de yanındaydı. Mekke'ye varınca malları yağmaladı. Arkadaşlarından birine Mekke halkının liderini ara bul ve ona:
-“Biz sizinle çarpışmak için gelmedik. Ancak şu Beyt'i (Kâbe'yi) yıkmağa geldik de” dedi.
Ona Mekke halkının lideri olarak Abdulmuttalib gösterildi. Arkadaşı, Ebrehe'nin dediklerini Abdulmuttalib'e bildirdi. Abdulmuttalib de şu cevabı verdi:
-“Vallahi, biz onunla çarpışmak istemeyiz. Zâten, bizde, buna yetecek güç de yoktur. Bu, Allah'ın Beyt-i haramıdır ve Halil'i (dostu) İbrahîm'in Beyti'dir. Eğer, Allah Beyt'ini ondan korursa, o kendi Beyt'idir.”
Daha sonra Abdulmuttalib Ebrehe'ye götürüldü. Ebrehe ona ikramda bulunup saygıda kusur etmedi. Ebrehe:
- “Arzun nedir?” diye sordu. Abdulmuttalib:
- “Dileğim: Ebrehe'nin ele geçirdiği ikiyüz devemin bana geri verilmesidir.” dedi. Ebrehe tecrümanına:
- “Ona şöyle söyle: Seni gördüğüm zaman hoşuma- gitmiştin. Benimle konuşunca gözümden düştün.
Çünkü sen, yıkmak için geldiğim, senin dinin ve atalarının dini olan Beyt'i bırakıp götürdüğüm ikiyüz deven hakkında benimle konuştun da, Beyt hakkında benimle hiç konuşmadın” dedi. Abdulmuttalib:
- “Ben develerin sahibiyim, Beyt'in de sahibi yardır. Onu, koruyacak O'dur” dedi.
Abdulmuttalib Kureyş'in yanına gitti. Onlara, Ebrehe'nin askerlerinin zararlarından korunınak için Mekke'den çıkıp dağ başlarına ve kuytu yerlere dağılmalarını emretti. Sonra kalkıp Kâbe'nin halkasından tuttu ve şöyle dedi:
"Rabbim! Onlara karşı sadece seni istiyorum. Rabbim! onlardan yardımını esirge. Beyt'in düşmanı senin de düşmanındır. Onların avlunu mahvetmelerine engel ol. Bir kul bile evini barkını sakınır, korur.
Sende buraya konanları, hürmeti tehlikeye uğramış olanları koru.
Onların haçları ve kuvvetleri, Yarın, senin kuvvetine asla üstün gelemeyecektir. Onlar beldelerinin topluluklarını ve bir de Fili çektiler, getirdiler, Iyaline hakaret etmek için.
Hileleriyle -câhillikleri yüzünden- senin koruna kasdettiler. Senin celâlini ve büyüklüğünü gözetmediler. Eğer, sen onları Kâbemizle başbaşa bırakacak olursan, O da senin bileceğin bir iştir."

Daha sonra Ebrehe Mekke'ye girmeye hazırlandı. Fili de hazırladı. Nafeyl İbn Habib el-Has'ami gelip filin kulağına: “Mahmud! Çök! Geldiğin yerden dön. Çünkü sen, Allah'ın haram olan beldesindesin” dedi ve fil kendini yere attı.
Nufeyl koşarak dağa gitti. Kalkması için file vurdular. Fil ayağa kalkmadı. Filin yönünü Yemen'e doğru çevirdiklerinde hemen kalktı. Yönünü Mekke'ye çevirdiklerinde yere çöktü.
ALLAHu zü’L- CELÂL, kırlangıçlara benzeyen kuşlar gönderdi. Her kuş biri gagasında, ikisi de ayaklarında olmak üzere, nohut ve mercimek büyüklüğünde üçer taş taşımaktaydı. Taşlar dokunduğu herkesi öldürüyordu.
Ebrehe'nin askerleri geldikleri yolu takip ederek kaçmaya başladılar. Nerede olsalar, dağlarda ve ovalarda ölüyorlardı.
Ebrehe'nin vücudu bir hastalığa yakalandı. Parmakları döküldü. Onu San'a'ya götürdüler. Vücudu civciv kadar kalmıştı. Kalbi parçalanıncaya kadar ölmemişti.
İşte bu yılda, Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) doğdu. [99]

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) Fil yılında doğduğunda insanlar ittifak etmişlerdir.
Hakim İbn Hizam, Huveytıb İbn Abdiluzza ve Hassan İbn Sabit bunu gözleriyle görmüşlerdir. Bunların hepsi altmış yıl câhiliye devrinde altmış yıl da İslami devirde yaşamışlardır. Şâirler bu konuda, gözle gördüklerim söylemişlerdir.
Bunlar arasında câhiliye devrinde yaşayan Nufeyl İbn Habib de vardı. Habeşistanlılar Mekke'ye giden yolu kendilerine göstermesi için onu tutmuşlar, o da bir yolunu bularak onlardan kaçmıştı.
Nufeyl bu arada şu şiiri söylemişti:
"Ey Rudeyne! Sana bizden selâm söylenmedi mi?
Bu sabah, biz size: “Gözleriniz aydın olsun” dedik.
O Muhassab'ın çakıllı derenin yanında
Bizim gördüğümüzü görseydin,
Her halde beni mazur görürdün.
Bir takım kuşlar görüp üzerimize atılan taşlardan korktuğum zaman Allah'a hamdettim.
Sanki, üzerimde, Habeşlilere bir borcum varmış gibi,
Herkes Nufeyl'i sorup duruyordu."

Umeyye İbn Ebi's-Salt da şu beyitleri söylemişti:
“Şüphe yok ki, Rabbimizin âyetleri apaçıktır.
Onlar hakkında, katı inkarcı olanlardan başkası tartışmaz.
Rab, Muğammis'te Fili tuttu yürütmedi.
Fil, böğründen vurulup yaralanınış,
Ayakları tutmaz olmuş gibi süründü!.”


Resim

NOTLar.:

[93] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 72.
[94] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 72-73.
[95] Müslim, Sahih, kıtabu's-sıyam, babu istihbabı siyam selaseti eyyam min külli şehr, no: 197; İmam AhMed, Musned, V/297, 298, 299; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/72; Sünenu'l-Kubra, İV/293.
[96] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/74; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/171. Tirmizi'nin Sünen'inde geçen bir hadis onu desteklemektedir. (İV/579); Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 101; Beyhakî, Delaüu'n-Nubuvve, I/77; İmam AhMed, Musned, İV/215, Mu¬hammed İbn İshak'ın Kays İbn Mahreme, onun da babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği şu hadis "Ben ve Rasulullah (s.a.v.) Fil yılında doğduk." Tirmizi: Bu, ancak Muhammed ibn İshak’ın hadisinden bildiğimiz hasen garib bir hadistir.
[97] Hakim, Mustedrek, IH/486; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/110; İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/171.
[98] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 73-75.
[99] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/49, 51; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S.100, 108; İbn Kesir, el-Bidayeve'n-Nihaye, H/170, 176;Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/115.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

92-) Hz. Aişe (radiyallahu anha) şöyle demiştir:
"Ben filin sürücüsüyle seyisini Mekke'de her ikisinin de gözleri kör, kütürüm bir halde halktan yiyecek dilenirlerken gördüm." [100]
İbn Kuteybe şöyle demiştir: Fil olayında kuşları Musâllat eden ilâha delil vardır. İlah bunu, beğendiği kimseleri üstün kılmak, beğenmediklerini de helâk etmek için yapmıştır. Bunu Kureyş'in galip gelmesi için yapmamıştır. Çünkü onlar, kitabları olmayan kâfirlerdi. Habeşlilerin ise kitabları vardı.
Bununla kastedilenin MuhaMMed'in tevhide dâvet eden birisi olduğu açıktır.

93-) Yine Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben, Mekke'de filin sürücüsüyle seyisini gözleri kör ve kütürüm bir vaziyette ekmek parası dilenirlerken gördüm." [101]

Âmine'nin Rasûlullahı Doğurduğunda Meydana Gelen Olaylar.:

94) Âmine şöyle demiştir: “MuhaMMed'in doğduğu gece Şam saraylarını aydınlatan bir ışık gördüm. Bu ışık sâyesinde o sarayları gördüm. [102]

95-) Âmine şunu da anlatmıştır: “Doğum sancısı tuttuğunda, yıldızlara bakmaya başladım. Yıldızların sarktıklarını görüyor ve üzerime düşecekler" diyordum. [103]
Âmine, Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) doğurduğunda, ondan evin aydınlandığı bir ışık çıktı ve o ışıktan başka birşey göremez olmuştu.

96-) Eş-Şifâ Ummu Abdirrahmân şöyle anlattı: “MuhaMMed doğunca ellerini yere dayamış yüksek sesle bağırmıştı. Onun Rabbin sana merhamet etsin” dediğini duydum.
Es-Şifâ şunu da anlattı:
“Doğuyla batının arası benim için aydınlandı. Öyle ki Şam'ın bazı saraylarını gördüm.
Daha sonra yattım. Devamlı, karanlıkta kalma korkusu ve titreme hissediyordum. Sonra sağımda bir aydınlık oldu. Birisinin: “Onu nereye götürdün?” dediğini duydum.
O kişi: “Onu batıya götürdüm” dedi. Korku, karanlıkta kalma ve titreme hissi bana tekrar geldi. Daha sonra solumda bir aydınlık oldu. Yine birinin: “Onu nereye götürdün?” dediğini duydum.
O kişi: “Onu doğuya götürdüm, asla dönmeyecek” diye cevab verdi.
Bu anlattıklarım zihinlerden çıkmadan Allah Rasûlünü gönderdi. Ben ilk müslümanlar arasındaydım.

97-) Âmine şöyle demiştir: “Onu (MuhaMMed'i) dizleri üzere çökmüş, semâya bakar bir halde doğurdum. O, yerden bir avuç toprak aldı. Secde etmek üzere eğildi. Göbeği kesik olarak doğdu. Onun üzerine bir kap koymuştum. Süt getirmek için baş parmağım emerken kabın onun için yarılmış olduğunu gördüm. [104]

98-) Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) doğduğunda, Mekke'de bir yahudi vardı. Sabah olunca yahudi:
-Kureyşliler! Bu gece, sizlerden birisinin çocuğu doğdu mu?” diye sordu. Kureyşliler:
-Bilmiyoruz” dediler. Yahudi:
-Bu gece Arapların peygamberi doğdu. Onun iki kürek kemiği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben vardır” dedi.
Kureyşliler evlerine döndüklerinde ailelerine: “Abdulmuttalib'in oğlu oldu mu?” diye sordular. Aileleri:
- Evet” dediler. Bunun üzerine yahudi:
- Peygamberlik İsrâil oğullarından gitti” dedi. [105]

99-) Ebu Umame'den rivâyet edildiğine göre, Rasûluüah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle demiştir: “Annem, kendisinden, Şam saraylarının aydınlandığı bir ışık çıktığım gördü.” [106]

100-) İkrime'nin rivâyet ettiğine göre: “Annesi Rasûlullah'ı doğurduğunda onu bir çanağın altına koydu. Çanak onun için yarıldı. Onun, çanağın yarığından gözünü semâya dikerek baktığını gördüm.” [107]

101-) Vehb İbn Zem'a'nın halası şunu anlatmıştır: Âmine Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) doğurunca, Abdulmuttalib'e haber gönderdi. Müjdeci geldiğinde Abdulmuttalib, Hıcr'da oğlu ve kavminden bazı kimselerle birlikte oturuyordu. Ona Âmine'nin bir erkek çocuğu doğurduğunu haber verdiler. Abdulmuttalib buna çok sevindi. Kendisi ve oradakiler hemen kalkıp Âmine'yi görmeye geldiler. Âmine gördüğü her şeyi kendisine söylenen ve emredilenleri ona anlattı. Abdulmuttalib çocuğu alıp Kâbe'nin içine götürdü. Orada Allah'a dua etmek ve bu ihsanından dolayı şükretmek üzere ayağa kalktı.
İbn Vakıd: “Bana Abdulmuttalib'in n gün şu şiiri söylediği haber verildi” demiştir.
"Bu, elbisesi hoş çocuğu bana veren Allah'a hamdolsun. O, daha beşikteyken çocuklara efendi olmuştur. (Hacer-i esved v.s. gibi) rükünleri olan Beyt (Kâbe) onun sığınağı olsun.
Tâa ki ben onu yetişmiş görünceye kadar kötülerin şerrinden korunsun.
Tutarsız hasedçiden korunsun."

102-) El-Abbas şöyle demiştir:” Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuştur.” Dedesi Abdulmuttalib şaşırarak: “Benim oğlumun önemli bir durumu ve şanı yüce olacak” dedi. [108]

103-) AbdurRahmân İbn Avf şöyle demiştir:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) doğduğunda aslında mezârlık olan ve Kureyşlilerin elbiselerini yıkadığı Hacun'da, Ebu Kubeys'in tepesinde cin şöyle dedi:
“Yemin ederim! Zühre oğullarından övünç sahibi ve birçok şerefli kabile arasında Rabbiyle konuşanı doğurduğu gibi hiçbir insan dişisi onun gibi birisim doğurmamıştır.
O, insanların en hayırlısı AhMed'i doğurmuştur. Bir çocuk ikramda bulundu ve onun babasına ikramda bulunuldu.”
Ebu Kubeys'teki şu şiirleri de söyledi:
“Ey Mekke sakinleri, hata yapmayın! (Bu) işi, daha önceki hareketle ayırın.
Zuhre oğulları, geçen meselede, sizin ve bedevilerin en iyilerindendi.
O, sizden birisidir. Bize, daha önceki insanlar ve şimdikiler arasından, çocuğu Allah'tan korkan peygamber gibi olan ve onlara benzemeyen birisini getir.” [109]



Resim

NOTLar.:

[100] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/125; ibn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, I/59; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 11/174.
[101] Yukardaki dipnota bakınız. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 75-77.
[102] Hakim, Mustedrek'te daha uzun olarak rivayet etmiştir. 11/616, 617; İmam AhMed, Musned, IV/184; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/8.
[103] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/111; Heysemî, Mecmau'z- Zevaid, Vlll/220. Heysemî, bu haberi, Taberanî'ye nısbet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu haberin ravileri arasında Abdulazîz İbn İmran vardır ve O, Metruktür."
[104] Tafsilatlı olarak, Beyhakî, Delailu'n- Nubuvve, 1/113; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/264; Tehzibu Tarihi İbn Asakir, I/282.
[105] Bu haber daha önce geçmişti.
[106] İbn Asakir, Tarihu Dimaşk, VI/131, Suyutî, Menahilu'z-Zaf S. 30; el-Hindî, Kenzu’l Ummal, 31832, 31907.
[107] İmam AhMed, Musned, V/262. Bu haberde az önce geçmiştir. İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubrâ 1/103; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, N/264,265; Beyhakî, Delailu'n- Nubuvve, 1/111, 12; ibn Asakir, Tarih, I/284 (Tehzıb) (Biraz farklı olarak).
[108] Beyhakî, Delaılu'n- Nubuvve, 1/114; Tarıhu İbn Asakir. I/282 (tehzib); İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nİhaye, I!'265; Tabakatu İbn Sa'cl, i/103, Bu rivayetin senedinde, Süleyman İbn Seleme el-Habaın vardır. Bu zat, metruktür.
[109] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 78-80.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

ResimRASÛLULLAH GÖBEĞİ KESİK VE SÜNNETLİ OLARAK DOĞMUŞTUR.:

104-) Enes'ten rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Benim sünnet edilmiş olarak doğmam ve hiçbir kimsenin ayıp yerlerimi görmemesi şerefli oluşumdandır," [110]
Eğer şöyle denilirse: “Niye şeytanın nasibinden temiz kalbli olarak doğmadı da göğsü yarılıp kalbi çıkarıldı?”
İbn Akil şu cevabı verdi: “Çünkü ALLAHu TeÂLÂ, iki temizliğin en düşüğü olan, ebe ve doktorun yapmasıyla gerçekleşenini sakladı. Bunların en şereflisi olan kalb temizliğini açığa vurdu. Güzelleşme alâmetlerini ve vahiy yollarında masum olmaya (günahsız olmaya) gösterilen itinayı gösterdi.” [111]


RASÛLULLAH'IN DOĞDUĞU GECE MEYDANA GELEN OLAYLAR.:

105-) Mahzum İbn Hani, yüzelli yaşındaki babasından rivâyet etmiştir:
“Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem doğduğu gece Kisrâ'nın sarayı sarsıldı ve on dört şerefesi yıkıldı. Save Gölünün suyu çekildi. İranlıların bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri söndü.
İran'ın baş kadısı ve din adamı Mubezân, aynı gece, rüyâsında bazı serkeş develerin bazı arap atlarını önlerine katarak Dicle Nehrini geçtiklerini ve Iran topraklarına yayıldıklarını gördü.
İran Kisrâsı sabah olunca, başına gelen hadiseden dolayı çok korktu. Bir süre cesaretli görünmeye çalıştıysa da sonra vezirlerinden ve ileri gelen kişilerden saklamamayı uygun gördü.
Tacını giydi. Tahtına oturdu. Onları huzuruna, çağırıp topladı. Onlara:
-“Benim size niye haber gönderdiğimi biliyor musunuz?” dedi. Onlar:
- “Hayır! Biz, hükümdarın, bu konuda, bize vereceği bilgiden başka bir şey bilmiyoruz” dediler.
O sırada, iranlıların ateşlerinin söndüğünü bildiren mektup geldi ve bu, Kisrâ'nın üzüntüsünü tamamen artırdı. Mubezân:
-Allah, hükümdara iyilikler versin! Ben de bu gece, bir rüyâ gördüm” diyerek develerin rüyâsında yaptıklarını anlattı. Kisrâ:
-“Mubezân! Acaba bu neye delâlettir?” dedi. Mubezân:
-“Araplar tarafından önemli bir olay olacağına delâlet olabilir” dedi.
Bunun üzerine Kisrâ şunları yazdı:
"Krallar kralı Kisrâ'dan en-Nu’man İbnu'l-Munzir'e, İmdi sen bana bir ilim adamı gönder. Ona, bazı şeyler sormak istiyorum."
En-Nu’man İbnu'l-Munzir, Kisrâ'ya Abdulmesih İbn Amr İbn Hayyan İbn Bukayle el-Gassani'yi gönderdi.
Abdulmesih gelince, Kisrâ:
- “Senden sormak istediklerim hakkında bilgin var mı?” diye sordu. Abdulmesih:
- “Hükümdar, soracaklarım bana bildirsin, eğer o konuda bir bilgim varsa, sorusunu cevablandırırım. Cevablandıramazsam, bunu cevablayabilecek birisini haber veririm” dedi.
Kisrâ, gördüklerini Abdulmesih'e anlatınca, Abdulmesih:
- “Bunu Meşârif-i Şam'da oturan dayım Satih bilir” dedi. Kisrâ:
- “Öyleyse hemen ona git, sana sorduklarımı ona sor ve cevabını bana getir” dedi.
Abdulmesih hayvanına atlayıp ölmek üzere olan Satih'e yetişti. Ona selâm verdi. Hal ve hatırını sordu. Satih hiç cevab vermedi.
Bunun üzerine Abdulmesih şu şiiri söylemeğe başladı:
"Yemen diyarının ulu kişisi sağır mıdır?
Yoksa işitiyor da, aldırış mı etmiyor?
Yoksa ölüp gitti de, bizleri büsbütün ye's içinde mi bıraktı.
Ey mühim ve müşkil meselelerin çözümleyicisi şeyh!
Büyük ve sayılır cemâatin şeyhi olan hemşirezâden,
İran şahı tarafından gönderilmekle,
Dağ ve ova, gündüz ve gece demeden ve yollardaki tehlikelere
Aldırış etmeden son süratle sana geldi.
Bütün bilginlerin âciz kaldığı büyük işleri,
Senden sorup öğrenmek ister."
Satih, Abdulmesih'in şiirini duyunca, başını kaldırdı ve:
- “Abdulmesih, devesine binerek Satih'e geldi. Ama o şimdi, kabre girmek üzeredir. Seni Sasan Oğullarının hükümdarı, sarayının sarsılması, ateşlerin sönmesi, Mubezân'ın rüyâsı sebebiyle gönderdi. Mubezân rüyâsında bazı arap atlarını önüne katan serkeş develerin Dicle nehrini geçip İran topraklarına yayıldıklarını gördü.
Abdulmesih! Ne zaman (ilâhî vahyi) okuma çoğalır, asa sahibi gönderilir, Semâve Vâdisi taşar, Save Gölünün suyu çekilir, Farslılarm ateşleri sönerse, artık Şam, Satih'in Şam'ı değildir. Yıkılan şerefeleri sayısınca, onlardan kral ve kraliçe gelir ve artık olacak olur!.” dedi ve olduğu yerde öldü.
Abdulmesih şu şiiri söyleyerek hayvanına atladı:
"Paçaları sıva! Çünkü sen yapmağa niyet ettiğini yapan tecrübeli birisin. Seni, ne tefrika ne de değişiklik korkutur.
Sasan Oğullarının mülkü (saltanatı) giderse, bu dehir (zaman) denen şey halden hale geçer.
Belki bir gün onlar, aslanların bile saldırılarından korktukları derecede olabilirler.
Sarh'ın kardeşi Buhram, onun kardeşleri, Hürmüzan ve Sahurlar onlardandır.
İnsanlar bir babanın başka annelerden olan çocuklarıdır. Onun, azalttığını anlarlarsa, o hakir görülür ve terkedilir.
Onlar, aynı annenin oğullarıdır. Eğer bir savaş çıktığını görürlerse, (bilirler ki) o, gaybteki tarafından korunur ve muzaffer kılınır.
iyilik ve kötülük aynı ipe bağlanmışlardır. Ancak iyiliğe uyulur, kötülükten sakınılır."

Abdulmesih, Kisrâ'nın yanına gelince Satih'in söylediklerini ona haber verdi. Kisrâ:
-“Bizden on dört hükümdar çıkıncaya kadar hakimiyetimiz sürüp gidecek” dedi.
Onlardan, dört yıl içinde on hükümdar gelip geçmiş, kalan dördü de Osman İbn Affan’ın halifeliğine kadar hüküm sürebilmiştir.
Satih et yığını halindeydi. Vücudunun kafatası ve elleri hariç hiçbir yerinde kemik ve sinir yoktu. Elbise gibi, köprücük kemiğinin bulunınası gereken yerden ayaklarına kadar durulurdu. Onun dilinden başka hiçbir şeyi hareket etmezdi. Bir tahta döşeme üzerinde taşınırdı. [112]

Rasûlullahın Yaşadığı Yıllarda Meydana Gelen En Önemli Olaylar.:

Eyvanın çatlaması, Fil olayı ve Cebele günü, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem doğumunun ilk yılında meydana gelen en büyük olaylardandı..

106-) Ebu Ubeyde şöyle demiştir:
“Cebele Günü, Arapların en büyük olaylarındandır. O, Rasûlullah’ın doğduğu yılda olmuştu. Amirle Abs'in lehine, Zibyan'la Temim'in aleyhine neticelenınişti.
Er-Razi şöyle demiştir: “Abs'la Zibyan, zarardan çekindikleri için kafataslarını kılıçlarının üzerinde bıraktılar.
* Yedi yaşındayken o, şiddetli bir göz ağrısına tutuldu. Mekke'de tedâviye çalışıldı ama tedâvi fayda vermedi. Abdulmuttalib'e: “Ukaz tarafında gözleri tedâvi eden bir rahib var” denildi.
Abdulmuttalib hayvanına binip o rahibe gitti. Manastır kapalıydı. Rahib'e seslendi. Abdulmuttalib'e cevab vermedi. Rahib'in manastırı sallandı. Başına yıkılmasından korkup hemen dışarı çıktı ve:
-“Abdulmuttalib! Bu çocuk bu ümmetin peygamberidir. Eğer ben senin yanına çıkmasaydım, manastırım tepeme çökerdi. Onu geri götür ve koru. Ehl-i kitabtan bazısı onu öldürebilir” dedi.
Sonra onu tedâviye başladı ve onu iyileştirecek ilacı verdi.
ALLAHu TeÂLÂ kavminin ve kendisini gören herkesin kalbine onun sevgisini verdi.
* Sekiz yaşındayken Abdulmuttalib öldü ve Ebu Talib onu himâyesine aldı. Kisrâ Nuşirevan Öldü ve yerine oğlu Hürmüz geçti.
* On yaşındayken birinci Ficar oldu.
On yaşını geçtikten sonra amcası ez-Zubeyr'Ie birlikte bir yolculuğa çıktı. Geçmek isteyenlere engel olan aygır develerin bulunduğu bir vâdiye uğradılar. Diğerleri dönmek istediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem da: “Bu konuda ben size yardımcı olabilirim” dedi ve kafilenin önüne geçti. Deve onu görünce çöktü ve göğsünü yere yapıştırdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem devesinden inip ona bindi. Vâdiyi geçinceye kadar gitti. Daha sonra ondan indi. Yolculuklarından dönünce, yerden kaynayan sularla dolu bir vâdiye uğradılar. Orada durdular. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
-“Beni takip edin” dedi ve ilerledi. Diğerleri de onu takip etti. Böylece Allah suyu kuruttu. Mekke'ye vardıklarında, bunu anlattılar. Halk bunun üzerine: “Bu çocuğun Önemli bir durumu var” dedi.
Kâbe'nin gölgesinde Abdulmuttalib'e bir minder serilir, oğulları onun etrafında otururlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, daha küçük çocukken, gelir dedesinin yerine otururdu. Amcaları onu, geri çekmek için tuttuklarında, dedesi: “Bırakın oğulumu, Vallahi onun önemli bir durumu var” derdi.
* Ondört yaşındayken sonuncu Ficar oldu.
* Onbeş yaşındayken Ukaz Panayırı kuruldu.
* Ondokuz yaşındayken Kisrâ'nın oğlu Hürmüz öldü, yerine oğlu Perviz geçti.
* Yirmi yaşındayken Hilfu'l- fudul oldu.
* Otuzbeş yaşındayken Kâbe yıkılıp yeniden yapıldı.
* Kırk yaşına gelince peygamber oldu ve ona vahiy geldi.
* Peygamber olduktan yirmi gün sonra, şeytanlar alevden taşlarla taşlandı.
* Peygamberliğini üç yıl gizledikten sonra: "Sana emredileni açıkça şöyle" âyeti indi. [113].


فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ
Resim---“Fasda’ bi mâ tu’ıneru ve a’rıd ani’l- muşrikîn (muşrikîne).: Artık emrolunduğun şeyi açıkça bildir. Ve müşriklerden yüz çevir.” (Hicr 15/94)

Kureyş Önce ona karşı çıkmıyordu. Rasûlullah onların ilâhlarına hakaret edince, ona ve ashabına işkence ettiler.
* Peygamberliğinin beşinci senesinde, ashabına, Habeşistan'a hicret etmelerini emretti.
* Peygamberliğinin yedinci senesinde Buas Vakası meydana geldi.
* Peygamberliğinin onuncu yılında Ebu Talib Öldü. Üç gün sonra da Hadice öldü.
* Onbirinci yılda kendisini kabilelere arzetmeye başladı.
* Onikinci yılda mi’rac oldu.
* Onüçüncü yılda, Akabe'de Ensar'la beyatleşti.
* Hicretin ilk yılında, mağaraya gitti. Orada Muhacirlerle Ensarı birbiriyle kardeş yaptı.
* Hicretin ikinci yılında kıble Kâbe'ye doğru çevrildi. Ramazan'da oruç tutmak farz kılındı. Bedir Savaşı oldu.
* Hicretin üçüncü yılında Uhud savaşı yedinci yılında Hayber savaşı oldu.
* Sekizinci yılda Mekke fethedildi.
* Onuncu yılda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem haccetti.
* Onbirinci yılda da vefât etti. [114]



Resim

NOTLar.:

[110] Ebu Nuaym, Deiaılu'n-Nubuvve, I'46: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, H/265: Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, VIN/224; el-Hindî, Kenzu'l-Ummaİ, 31924, 32134; İbnu'l-Cevzı, eMlelu'İ-Mütenahİye, S. 171; Suyutf, Hasaısu'l-Kubra, 1/132; Zehebî, el-Mizan, ü/172.
[111] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 80.
[112] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/11, 14;Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/126,129; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S. 96, 99; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, 1/51; Tarihu't-Taberi, İl/ 131, 132; ibn Manzur, Lisanu'l-Arab 111/312; el-Kulai, el-!ktifa, 1/120, 122; Kastalanî, Mevahi-bu'l-Ledunniye (Zurkani'yle birlikte) 1/121, el-Ezheri şöyle demiştir: Hadis, hasen garibtir. Bu kıssanın sıhhatten uzak olduğu görüşündeyiz.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 81-83.
[113] Hicr Suresi, 94.
[114] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 83-85.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim Peygamberimiz Hz. MuhaMMed aleyhisselâm’ın İsimleri.:

107-) MuhaMMed İbn Cubeyr İbn Mut'im babasından şunu rivâyet etmiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Benim beş adım vardır. Ben MuhaMMed'im, ben AhMed'im, ben Manî'yim ki Allah küfrü benimle yok edecektir. Ben insanların benden hemen sonra haşrolacakları Haşir'im. Ben Akıb'ım." [115]

108-) Yine MuhaMMed İbn Cubeyr İbn Mut'im babasından rivâyet etmiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Benim bazı isimlerim vardır: Ben MuhaMMed'im. Ben AhMed'im. Ben, insanların benden hemen sonra haşrolacağı Haşir'im. Ben, Allah'ın küfrü benimle yok edeceği Manî'yim. Ben, benden sonra peygamber olmayan Akıb'im" dedi. [116]

109-) Ebu Musâ şöyle dedi: “Rasûlullah bize, kendisine ait isimleri saydı. Biz onların bir kısmını belledik. Bir kısmını da ezberlemedik. Rasûlullah şöyle buyurmuştu: "Ben MuhaMMed'im. Ben AhMed'im. Mukaffı'yim. Haşirim. Tövbe peygamberiyim (Nebiyyu't-Tevbe) ve Melâh'ım (savaşlar) peygamberiyim (Nebiyyu'l-Melâhım) [117]

110-) Yine Ebu Musâ şöyle demiştir: “Rasûlullah bizim için, kendisine bir takım isimler verdi. Bizde onlardan bazılarım belledik. O, şöyle demişti: "Ben MuhaMMed'im. Ben AhMed'im. Ben Mukaffı'yim. Haşir'im. Nebiyyu't-Tevbe'yim ve Nebiyyu'l-Melhame'yim." [118]

111-) Câbir, Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: "Benim adımın bulunduğu bir sofrada yemek yenilir ve orada oturulursa iki defâ yemek yenilecek kadar bereket verilir." [119]

112-) Ali İbn Ebi Talib, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Bir kavim birşeyi danışmak üzere toplanır ve aralarında MuhaMMed isminde biri bulunduğu halde onu danışmağa almazlarsa, ona danışmadan alınacak kararda kesinlikle hayır yoktur." [120]

113-) İbn Farisu'l-luğavi şöyle demiştir: “Peygamberimizin yirmi üç adı vardır. Bunlar: MuhaMMed, AhMed, Mahî, Haşir, Akıb, Mukaffî, Nebuyyu'r- Rahme, Nebiyyu't- Tevb'e, Nebiyyü'l- Melâhim, Şahid. Mübeşşir, Bedr, Dahuk, Kattal, Mütevekkil, Fatih, Emîn, Hatem, Mustafa, Rasûlî Nebî, Ummî, Kusem'dir.” [121]

Haşir: insanların hemen onun arkasından haşrolduğu kimsedir.
Mukaffî: Peygamberlerin sonuncusu demektir. Akıb da öyledir.
Melâhım: Savaşlar mânâssına gelir.
Dahuk: Onun Tevrat'taki adıdır. Güzel latife yaptığı için böyle de¬nilmiştir.
Kusem: Kasım kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Vermek mânâssına gelir. O insanların en cömerdi ve en iyisiydi.
Mahi isminde: Dininin saltanata üstün geleceğine, küfrü yok edeceğine ve çok fetihler yapacağına işâret vardır.
İbn Kuteybe: Allah'ın bu ismi koruyup muhafaza etmesi için daha önce hiç kimsenin bu ismi almaması onun peygamberliğinin alâmetlerindendir.
Nitekim ALLAHu zü’L- CELÂL Zekeriyya'nın oğlu Yahyâ'ya da öyle yapmıştır. Çünkü daha önce onunla aynı isimde olan birisini yaratmamıştı.
Allah, daha önceki kitablarda onun adını zikretmiş ve peygamberler onunla müjdelenınişlerdi. Eğer Allah, ismi onun hakkında müşterek yapsaydı, davalar da müşterek olur ve şüphe ortaya çıkardı. Nitekim onun zamanı yaklaştığında ve ehl-i kitaba O'nun gelme zamanının yaklaştığı müjdelendiğinde, dört kişi [122] bir rahibe gitti. Rahib onlara onun adını ve zamanının yaklaştığını söyledi. Onlar başkalarının haberi olmadan çocuklarını böyle isimlendirdiler. [123]


Resim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Künyesi.:

Rasûlullah'ın künyesi Ebu'l-Kasım'dı. Çünkü o, annesinin dünyaya getirdiği ilk çocuktu..

114-) Enes İbn Mâlik şöyle anlatmıştır: Mariye'den Hz. Peygamber'in oğlu İbrahîm doğduğunda, Rasûlüllah bundan etkilenınek üzereydi ki Cebrâil (aleyhisselâm) ona geldi ve: “Es-selâmu aleyke Ebu İbrahîm!” dedi. Onun künyesinin takılmasını yasakladı.

115-) Enes'ten rivâyet edilmiştir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem Bakî'deydi. Bir adam başka birisine:
-Ebu'l- Kasım!” diye seslendi.
Bunun üzerine peygamber sallallahu aleyhi vesellem döndü. Adam:
-Seni kasdetmedim yâ Rasûlallah! Ben falancayı kasdettim” dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Benim ismimi koyun ama künyemi koymayın" buyurdu. [124]

116-) Câbir'den rivâyet edilmiştir: Ensar'dan birisinin bir oğlu oldu. Ona MuhaMMed adım koymak istedi. Peygamber'e sallallahu aleyhi vesellem gelip bunda bir sakınca bulunup bulunınadığını sordu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
- "Benim adımı koyun ona künyemi koymayın" cevabını verdi. [125]

117-) Ebu'z-Zubeyr, Câbir'den şunu rivâyet etti: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Kim benim adımı koyarsa, künyemi koymasın kim künyemi alırsa, adımı alamaz." [126]
AhMed İbn Hanbel'den gelen rivâyet farklıdır. Ondan, peygamber'in ismiyle künyesini birleştirmeyi kerih gördüğü rivâyet edilmiştir.
Eğer sadece ismi konulursa, bunu kerih görmemiştir.
Ondan genel olarak, hem ismini hem künyesini koyma ve bunlardan sadece bir tanesini koyma konusunda rivâyet vardır.
Ondan, genellikle kerih olmadığı hakkında rivâyet vardır. Şöyleki: Hz. Aişe'nin rivâyet ettiği bir hadiste: “Bir kadın Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem gelip:
-Ben bir oğlan doğurdum. Ona MuhaMMed adını ve Ebu'l- Kasım künyesini taktım, ama bana senin bunu kerih gördüğün söylendi” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Benim adımı helâl, künyemi de haram kılan şey nedir?!" yahut: "Benim künyemi haram, adımı helâl kılan şey nedir?" dedi.
Ben de şöyle derim: “Bu, Rasûlullah'tan sonra doğacak bir çocuk hakkında Hz. Ali'ye cevab olmuştur.
Hz. Ali şöyle demiştir:
-“Yâ Rasûlallah! Senden sonra, doğacak çocuğuma, senin adım ve künyeni takmamı uygun görür müsün?” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Evet" diye cevab verdi.
Bu, Rasûlullah'tan Hz Aliye bir ruhsattı.
Yine ben şöyle derim: “Hadislerin incelenınesini gerektiren şey onun künyesini almayı kerih görmesidir. Çünkü başkasına aynı künyeyle hitab edilir. Onun ölümünden sonra künye kerih görülmez ve künyeyle isim bir araya getirilmez.” [127]



Resim


NOTLar.:

[115] Buharî, Sahih, kitabu'l-rnenakıb, bab: 17 macae esmai rasulillah (s.a.v.); Müslim, Sahih, kıtabu'l-fedaıl, babu esmai rasulillah (s.a.v.) hadis: 124; Tirmizî, Sünen, kitabu'l-edeb, babu macae fi esmai'n-nebiyyi (s.a.v.), V/135; Daremi, Sünen, kitabu'r-rikak, babu fi esma-i'n-nebiyyi (s.a.v.), 11/317; Malık, Muvatta', fi esmaı'n-nebiyyı (s.a.v.), 11/1004; İmam AhMed, Musned, İV/80, 81, 84; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/152; 153; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S. 26.
[116] Yukardaki dipnota bakınız.
[117] Müslim, Sahih, kitabu'î-fedaıl, babu esmaİ'n-nebiyyi, Delaİlu'n-Nubuvve, 1/156, 157; ed-Dulebİ, İl-kuna ve'l-esmai, I/2; Ebu Nuaym, Hılyetü'l-Evliya, V/100; Taberani, Mu-cemu's-Sağır, I/80; İbn Ebı Şeybe, Musannef X!/458; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, i/65; Tefsiru İbn Kesir, V/382; VI/425; VIII/135.
[118] Yukarıdaki dipnota bakınız.
[119] Suyutî, el-Leali'l-Masnua, i/52; el-Fetteni, Tezkiraîu'l-Mevzuat, S.89; İbn Hacer, lisanu'l-mizan, i/778; Zehebî, Mizanu'f-itidal, S.522. Bu, mevzu (uydurma) bir hadistir. Ravileri arasında AhMed İbn Kinane vardır, ibn Adıyy de şöyle demiştir: Onun rivayet ettiği hadisler münkerdir.
[120] Abdurrezzak, Musannef, 19788; İbnu'l-Cevzi, el-Mevzüat; el-llelu'l-Mutenahiye; 1/168; İbn Arrak, Tenzihu'ş-Şeria 11/173; Fetteni, Tezkiratu'l-Mevzuat S.88; Suyutî, el-leali-masnu'a, I/54; Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, S. 522.
[121] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve (1/160) de bu isimlerden bazılarım zikretmiştir.
[122] Bunlar: Muhammed İbn Adıyy, Muhammed İbn Yezid ibn Amr, Muhammed İbn Suîyan İbn Mucaşİ, Muhammed İbn Usame İbn Melik'tir.
[123] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 85-87.
[124] Buharî, Sahih, kitabul menakıb, bab: 20 kunyetu'n-nebi, Cabır'ın rivayet ettiği hadis; kitabu'l-edeb, bab: 106, Hz. Peygamberin (s.a.v.): "Benim adımı koyun..." hadisi. Müslim, Sahih, kitabu'l edeb 111/1682; İbn Mace, Sünen, kıtabu'l-edeb, bab: 33 el-cem'u beyne'smi'n-nebiyyi ve künyetıhı;Tirmizî, Sünen, kitabu'l-edeb, V/136; Darimi, Sünen, II/294; İmam AhMed, Musned, II/248, 260,270, 392, 457, 461, 470, 491, 499, 519; 111/114,121, 189, 298, 301, 313, 369, 370, 385; Beyhakî, Sunenu'l-Kubra, IX/308, 309; Delailu'n-Nubuvve, \! 162, 163; Dulabİ, el-kuna ve'l esma, I/40; Buharî, Edebu'l-Mufred, S. 836, 837, 839; Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evliya, 29518; Tarihu'l-Hatıb, 111/127; XI/264; İbn Adiyy, el-Kamil, 1/281; Abdurrezzak, Musannef, 19866.
[125] Yukarıdaki dipnotta geçti.
[126] Ebu Davûd, Sünen, 4966; İmam AhMed, 11/313, 454; Beyhaki, Sunenu'l-Kubra IV/309; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, VIII/352; Zebîdî, İthaf, V/389; Tebrızı, Mişkatul-Mesabih; 4770; el-Hındî, Kenzu'l-Ummal, 45997, 45999; Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, VII/48
[127] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 87-88.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

ResimRASÛLULLAH'ı İLK EMZİRENLER .: [128]

* Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem ilk defâ Ebu Leheb'in azâtlı câriyesi Suveybe bir kaç gün emzirmiştir.
* Daha sonra Hâlime gelmiştir.
Abdulmuttalib kendisi aynı mecliste Hale bint Vehb İbn Abdimenafla evlenmış, oğlu Abdullah'ı, Âmine bint Vehb İbn Abdimenâfla evlendirmişti. Önce kendi oğlu Hamza doğdu. Sonra torunu Rasûlullah doğdu. Suveybe, oğlu Mesruh'la birlikte birkaç gün Rasûlullah'ı emzirdi. Bu sebeble, Rasûlullah'a Hamza'nın kızıyla evlenmesi teklif edildiğinde: "O, bana helâl değildir. O, kardeşimin kızıdır. Suveybe beni ve onun babasını emzirmiştir." [129]
Suveybe, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hadice'yle evlendikten sonra, onun yanına gider, Rasûlullah'la Hz. Hadice Suveybe'ye ikramda bulunurlardı. O sırada Suveybe câriyeydi. Daha sonra Ebu Leheb onu azât etmiştir,
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Medine'ye hicret ettikten sonra ona elbise ve harçlık gönderirdi. O, Hayber'in fethinden sonra, Ölmüştür. Müslüman olup olmadığı bilinmemektedir.
Ebu Nuaym el-İsbehâni şöyle demiştir: “Bu âlimler, onun İslama girip girmediğinde ihtilaf olduğunu söylemişlerdir.”

118-) Urve şunu söylemiştir: Suveybe, Ebu Leheb'in azâtlı kölesiydi. O, Peygamberi sallallahu aleyhi vesellem emzirmiştir. Ebu Leheb öldükten sonra, aile halkından biri onu rüyâda gördü ve: “Ebu Leheb! Ne ile karşılaştın? Sana ne oldu?” diye sordu.
Ebu Leheb: “Sizden sonra, Suveybe'yi azât ettiğim için, sununla sulanmaktan başka bir rahatlık görmedim” diyerek baş parmağının üzerindeki bir deliği gösterdi.
Suveybe, Hz. Peygamberle sallallahu aleyhi vesellem Ebu Seleme'yi emzirmişti. [130]


ResimSUVEYBE'den Sonra RASÛLULLAH'ı EMZİREN HÂLİME.:
Hâlime, Ebu Zueyb'in kızıdır. Ebu Zueyb'in asıl adı, Abdullah İbnu'l-Haris İbn Sicne'dir. Hatimenin kocası ise, el-Haris İbn Abdiluzza İbn Rifaa'dır.
Hz. Peygamberin Hâlime'den olan süt kardeşleri şunlardır: Abdullah, Uneyse ve Hidâme bintu'l- Haristir. Hıdame: Eş-Şeyma'dır. Bu isimle meşhur olmuştur ve ancak onunla tanınınaktadır. Eş-Şeyma'nın Huneyn savaşında esir edilip: “Haberiniz olsun! Ben sizin peygamberinizin kız kardeşiyim” dediği, Hz. Peygamber'e sallallahu aleyhi vesellem getirildiğinde, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu tanıdığı ve ihtiyaçlarını temin ettiğini rivâyet ederler.
Hâlime, Sa'd İbn Bekr oğullarındandı..

119-) Hâlime şöyle anlatır: “Ben zayıflığından dolayı kafiledekilerden geride kalan kır bir merkeple yola çıktım. Kocam el-Haris İbn Abdiluzza'yla birlikte hiçbir şey bırakmayan bir kuraklık ve kıtlık senesinde yola çıkmıştık.
Yanımızda yaşlı bir devemizde bulunuyordu. Vallahi, bize bir damla bile süt yermiyordu. Yanımda bebeğimiz de vardı. Vallahi, onun ağlamasından, geceleri uyuyamıyorduk. Mememde ona yetecek kadar süt yoktu. Yaşlı devemizde de onu besleyecek süt yoktu. Biz darlıktan kurtulmayı umut ediyorduk.
Mekke'ye gelince içimizde hiçbir kadın yoktu ki, Rasûlullah fsallallahu aleyhi vesellem) Ona teklif edilsin de onu almaktan kaçınmış olmasın. Çünkü, biz emzireceğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor ve onun hakkında: Yetimdir, annesi bize ne ihsan yapabilecek ki diyor ve onu emzirmek üzere almayı kabul etmiyorduk.
Arkadaşlarımdan emzirilecek çocuk almayan, benden başka kalmamıştı. “Hiç çocuk almadan döneyim” dedim. Ama bu hoşuma gitmedi. Arkadaşlarım almışlardı. Kocama: “Vallahi, bu yetim çocuğu gidip alacağım” dedim, ona geldim ve aldım. Sonra bindiğimiz hayvanların ve eşyalarımızın yanına çocukla birlikte döndüm. Kocam bana: “Onu aldın mı?” dedi. Ben de: “Evet, başkasını bulamadığım için bunu aldım” dedim. O da: “Doğru karar verdin. Belki Allah onun yüzünden hayır ihsan eder” dedi.
Vallahi, onu kucağıma koyar koymaz, onun yüzünden memelerime dilediği kadar süt geldi. Bebek ve kardeşi kanıncaya kadar süt emdiler. Kocam kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığında memelerinin sütle dolu olduğunu gördü. Deve bize dilediğimiz kadar süt verdi. Kocam doyasıya içti. Ben de aynı şekilde doyup kanıncaya kadar süt içtim.
Karnımız tok su ve süte ihtiyaç duymadığımız hayırlı bir gece geçirdik. Kocam: “Hâlime! Senin pek mübârek bir çocuk almış olduğun görüşündeyim. Çocuklarımız da uyudu. Kendimiz de süte kandık” dedi.
Sonra yola çıktık. Vallahi merkebim kafiledekilerin hepsinin önüne geçti. Hiçbirisi ona yetişemiyordu. Hatta onlar şöyle diyorlardı: “el-Haris'in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi bekleşene! Hem bu, senin gelirken üzerine bindiğin merkep değil mi?”
Ben de onlara: “Evet, vallahi” diyordum. Onlar da: “Bu eşeğin şaşılacak bir durumu var” diyorlardı.
“Nihâyet, Sa'd oğulları diyârındaki evlerimize geldik.
Allah'ın yarattığı yerlerin en kurağına gelmiştik. Hâlime'nin canı elinde olana yemin olsun! Sabahleyin herkes davarlarını otlatmaya gönderiyor ben de küçük sürümü otlatmaya gönderiyordum. Akşamleyin benim davarlarım, karnı dolu olarak, onların davarları ise aç ve bitkin bir halde dönüyorlardı. Onların içmek için hiç sütleri yoktu. Biz istediğimiz kadar süt içiyorduk. Halbuki, hiçbir kimse davarlarından sağıp içecek bir damla süt bulamıyordu. Sürü sahibleri çobanlarına: “Yazıklar olsun size! Halîme'nin çobanı nerede otlatıyorsa, sizde onunla birlikte otlatsanıza" diyorlardı. Onlar, Halîme’nin çobanının otlattığı yerlerde otlatıyorlar ama onların davarları, karınları aç, hiç sütsüz, benim davarlarım ise memeleri süt dolu olarak dönüyordu.
Çocuk, bir günde, bir aydaki kadar, bir ayda da bir senede büyüdüğü kadar büyüyordu.
Daha dört aylıkken iki yaşında gösteriyordu. Onu annesine getirdik. Ben ve kocam annesine şöyle dedik: “Çocuğu bırak. Biz onu geri getiririz. Çünkü Mekke'de çıkan vebânın ona zarar vermesinden korkuyoruz.” Böylece, onun yüzünden gördüğümüz bereketten dolayı, onun bir süre daha yanımızda kalmasını çok istiyorduk.
Onu tekrar götürün deyinceye kadar yanından ayrılmadık. Çocuk iki ay daha yanımızda kaldı.
Bir gün, çocuk evin arkasında kardeşleriyle birlikteyken, süt kardeşi (Abdullah) koşarak geldi. Bana ve babasına: “Kureyşli kardeşime yetişin. İki adam gelip onu yere yatırdılar. Karnını yardılar” dedi. Babasıyla birlikte koşarak onun yanına gittik. Yanına vardığımızda onu yüzü sararmış bir halde bulduk. Bağrımıza bastık ve: “Neyin var n'oldu yavrum?” dedik. O da: “Üzerlerinde beyaz elbiseler bulunan iki adam gelip beni yere yatırdılar ve karnımı yardılar. Vallahi ne yaptıklarını bilmiyorum.”
Onu alıp geri döndük. Kocam: “Hâlime! Ben, bu çocuğun başına bir felâket gelmesinden korkuyorum, git başına bir felâket gelmeden, onu annesine teslim edelim” dedi.
*Onu annesine götürdük. Annesi: “Onu geri getirmenize sebep nedir? Halbuki onu yanınızda alıkoymakta çok istekliydiniz.” Biz de şöyle cevab verdik: “Hayır, Vallahi, biz ona baktık, o konuda üzerimize düşeni yerine getirdik. Onun başına bazı hadiselerin gelmesinden korktuk ve anasının yanında olsun” dedik.
Annesi: “Vallahi; siz böyle değildiniz. Bana sizin ve onun başına gelenleri anlatın” dedi.
Vallahi, ona bütün olanları anlatmadan benden ayrılmadı.
Âmine: “Yoksa sen ona şeytan'ın mı musâllat olacağından korktun? Hayır vallahi benim bu oğlumun önemli bir durumu vardır. Ben sana onun haberini bildireyim mi? Ona hamileliğimde, bana hamilelikten daha hafif, daha kolay gelen ve ondan daha bereketli olan birşey görmedim. Doğurduğum zaman o, başka çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere koymuş, başım göğe kaldırmış olarak doğmuştur. Onu bırakıp doğruca gidebilirsiniz.” [131]


ResimRASÛLULLAH'IN Çocukken GÖĞSÜnün YARıLMASı.: [132]
120-) MuhaMMed İbn Sa'd anlatmaktadır: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Halîme'nin yanında dört yıl kaldı. O, süt kardeşleriyle mahallenin yakınında yayılan kuzuların arasında koşarken, orada ona iki melek gelip karnını yardılar, içinden siyah bir kan pıhtısını çıkarıp attılar, altın bir leğenin içinde kar suyuyla kalbini yıkadılar. Sonra ümmetinden bin kişiyle tarttılar ve onlardan ağır geldi.
Birisi diğerine: “Artık onu tartmayı bırak! Onu bütün ümmetiyle tartsan, yine de o ağır gelir” dedi.
Erkek kardeşi (Abdullah): “Anneciğim! Kureyşli kardeşime yetiş” diye bağırarak geldi. Annesi ve babası koşarak gittiler. Yanına vardıklarında Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem rengi soluk bir vaziyette gördüler. Onu, Âmine Bint Vehb'e götürüp olanları ona anlattılar. Hâlime; “Biz onu kolay kolay vermeyiz” dedi.
Hâlime, onu tekrar götürdü. Halîme'nin yanında bir sene veya bir sene kadar kaldı. Onun uzak bir yere gitmesine müsaade etmiyordu. Daha sonra Hâlime ona gölge yapan bir bulutu gördü. Çocuk durunca bulut da duruyor, yürüyünce o da yürüyordu. Bu, onun durumu hakkında Halîme'ye dehşet verdi. Beş yaşındayken teslim etmek için onu annesine götürdü..

121-) Şöyle rivâyet edildi: “Bir adam Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem: “Allah'ın Rasûlü! Senin işinin (peygamberliğinin) başlangıcı nasıldı?” diye sordu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem da şu cevabı verdi: "Benim dadım Sa'd İbn Bekr oğullarındandı. Birgün süt kardeşimle kuzularımızın yanına gitmiştik. Yanımıza azık almamıştık. Ben: “Kardeşim! Git, annemizden bize azık getir” dedim. Kardeşim gitti. Ben kuzuların yanında kaldım kartala benzeyen beyaz iki kuş geldi. Beni tutup ensemin üzerine yatırdılar. Karnımı yarıp kalbimi çıkardılar. Kalbimi de yarıp içinden iki siyah kan pıhtısı çıkardılar. Birisi öbürüne: “Bana kar suyunu ver” dedi. Onunla içimi yıkadılar. Daha sonra o: “Bana dolu suyunu ver” dedi. Onunla da kalbimi yıkadılar. Bu defâ da: “Bana sekineti (iç huzuru, sükunet)” ver, dedi, sekineti kalbimin içine serptiler. Birisi diğerine: “Onu (kalbini) dik” dedi. O da kalbimi dikti ve onun üzerine peygamberlik mührünü bastı. Birisi diğerine: “Onu terazinin bir kefesine koy, öbür kefeye de ümmetinden bin kişiyi koy” dedi. Üstümdeki bin kişiye baktım da bazılarının üzerime düşmelerine acıdım. O, bütün ümmeti onunla tartılsa, yine de onlara ağır gelir” dedi.
Daha sonra o ikisi beni kendi hâlime bırakarak çekip gittiler. Ben çok korktum. Anneme gittim. Başıma gelenleri ona anlattım. Benim birşeylere (cinlere) karışmış olmama acıdı ve “seni Allah'ın korumasına havale ediyorum” dedi. Beni hayvana yerleştirdi. Kendisi de arkama bindi. Anneme gelip: “Emânetimi ve sözümü yerine getirdim” deyip başıma gelenleri ona anlattı. Bu anneme garib gelmedi ona şöyle dedi: “O, doğduğunda Şam saraylarını aydınlatan bir nur gördüm.”

122-) Enes İbn Mâlik anlatmaktadır: “Çocuklarla oynarken Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem Cebrâil geldi. Onu tutup yere yıktı. Karnını yarıp kalbini çıkardı. Sonra kalbini yardı. Oradan bir kan pıhtısı çıkardı. Bu, şeytan’ın sendeki payı, dedi. Onu zemzem suyuyla altın bir leğenin içinde yıkadı. Sonra alıp yerine koydu.
Çocuklar koşarak onun annesine -süt annesine- geldiler ve: “MuhaMMed öldürüldü” dediler. Onu rengi soluk bir halde görmüşlerdi.
Enes şöyle derdi: “Onun göğsündeki dikiş izini görürdüm.”

123-) Şeddad İbn Evs anlatmaktadır: Rasûlullah’ın yanında otururken Amir oğullarından bir ihtiyar çıkageldi ve: “MuhaMMed! Bana peygamberliğinin nasıl başladığını anlatsana” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle anlattı: "Ben atam İbrahîm'in duasıyım. Kardeşim İsâ'nın geleceğini müjdelediği peygamberim. Annem beni dünyaya getirince Sa'd İbn Bekr oğulları (kabilesi) arasında emzirildim. Bir gün ben, ailemden uzakta, vâdinin ortasında yaşıtım olan çocuklarla birlikteyken, ansızın yanlarında kar dolu altın bir leğen bulunan üç kişi çıka geldi. Beni arkadaşlarımın arasından çekip aldılar. Arkadaşlarım vâdinin kenârına kadar kaçtılar. Daha sonra adamların yanına gelip: “Bu çocuktan ne istiyorsunuz? O bizden değildir. Kureyş'in efendisinin oğludur. Eğer onu mutlaka öldürücekseniz, bizden istediğiniz birini seçin ve onu öldürün” dediler.
Onlardan birisi gelip beni yere yatırdı, göğsümü yardı. Karnımın içindekileri çıkardı. Onları o karla iyice yıkadı. Sonra da onları yerlerine koydu. Daha sonra gelenlerin ikincisi kalkıp arkadaşına: “Uzaklaş” dedi. Adam benden uzaklaştı. Elini karnıma soktu ve kalbimi çıkardı. Gözü¬mün önünde onu yardı. İçinden siyah bir parça çıkarıp attı. Daha sonra, sanki birşey alıyorcasına eliyle ondan bahsetti. Elinde, görenleri şaşırtan nurdan bir mühür vardı. Onunla kalbimi mühürledi ve kalbim nur doldu. Onu tekrar yerine koydu kalbimde uzun süre mührün soğukluğunu hissettim. Üçüncü kişi: “Uzaklaş!.” dedi. Elini göğsümün en üst tarafından kasığıma kadar gezdirdi. Böylece yarık Allah Teâlâ’nın izniyle bitişti. Daha sonra elimden tuttu. Nazik bir şekilde beni yerimden kaldırdı. Sonra beni bağırlarına bastılar. Alnımdan öptüler şöyle dediler: “Ey Allah'ın sevgilisi! Niye korkuyorsun? Eğer sen hakkında murad edileni bilseydin, çok sevinirdin.”
Yine biz, evlerimizin yanındayken hepsi çıkageldi. Annem yani süt annem evin önünde, sesinin çıktığı kadar: “Ah zavallı garibim! Sen ne iyisin! Ne yücesin!.” diye bağırıyordu.
Benim önümde diz çöküp alnımdan öptüler ve: “Bir zayıf olarak sen ne iyisin” dediler. Dadım: “Sen ashabının arasında zayıf görülüp, zayıflığından dolayı öldürülecek birisi misin?” dedi ve beni kucağına bastı.
Canım elinde olana yemin olsun! Ben onun kucağımdayken ve elim bazılarının elindeyken herkesin onları gördüğünü zannetmiştim. Halbuki onlar görmüyorlarmış.
İnsanlardan bazıları: “Bu çocuğu cin çarpmış veya gözüne cinler görünüyor “dediler.
Beni bir kâhine götürüp durumumu ona anlattılar. Kâhin: “Bu çocuğu dinleyinceye kadar susun, çünkü durumunu o sizden daha iyi bilir” dedi.
Kâhin bana sordu, ben de başımdan geçenleri ona anlattım. Hemen yanıma gelip beni kucağına bastı. Sonra avazı çıktığı kadar: “Arablar! Bu çocuğu öldürün, Onunla birlikte beni de öldürün, Latla Uzza'ya yemin olsun! Eğer onu bırakırsanız ve o yetişirse, mutlaka dininizi değiştirecek” diye bağırdı.
Daha sonra beni aldılar. İşte benim peygamberliğimin başlangıcı böyle oldu" dedi..

124-) Zeyd İbn Eşlem babasından rivâyet etmiştir: “Ukaz panayırı kurulduğunda Hâlime Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem halkın çocuklarını gösterdiği Huzeyl'li bir arrafa (kâhin, müneccim) götürmüştü.
Arraf çocuğu görünce: “Huzeylliler! Arap topluluğu!” diyerek haykırdı.
Panayır halkı onun etrafında toplandı. Arraf: “Bu çocuğu öldürün” dedi.
Bunun üzerine Hâlime, hemen oradan çocukla birlikte sıvıştı.
Halk: “Hangi çocuk?” diye sormaya başladı.
Arraf ise: “Şu çocuğu” diyordu. Onlar hiçbir şeyi göremiyorlardı. Annesi (süt annesi) onu çoktan götürmüştü. Arraf a: “Yok öyle bir çocuk!” diyorlardı.
Arraf: “Bir çocuk görmüştüm. O sizin dininizden olanları öldürecek, putlarınızı kıracak ve onun davası sizi yenecektir” dedi.
Çocuk Ukaz’ın her yerinde arandı ama bulunamadı..

125-) MuhaMMed İbn Ömer anlatır: “Huzeylli bir ihtiyar şöyle bağırmaya başladı: “Ey Huzeyl ve putları! Şüphesiz bu, gökten bir emir bekliyor.” O, peygambere sallallahu aleyhi vesellem (inanınağa) teşvik ediyordu. Çok sürmedi, o ihtiyar aklını kaybetti ve kâfir olarak öldü.

126-) İbn Abbas şunu rivâyet etti: “Hâlime Peygamberi aramak üzere çıktı. Onu kız kardeşinin yanında buldu ve: “Yavrum! Bu ne sıcak böyle!” dedi. Kız kardeşi: “Anneciğim! Kardeşim hiç sıcak görmedi. Ben ona gölge yapan bir bulut gördüm, kardeşim durunca bulut da duruyor, o yürüyünce bulut da onunla bir¬likte yürüyordu. Böylece buraya kadar geldi.”

127-) Bize şöyle rivâyet edildi: “Hâlime Mekke'de Rusûlullah'ın yanına geldi. O sırada Hadice ile evliydi. Ona, memleketindeki kuraklıktan ve hayvanların kırıldığından dert yandı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu hususta Hadice ile konuştu. Hadice ona, kırk koyun, binmek ve yüklerini taşımak için bir de deve verdi. O da ailesinin yanına gitti.
İslâm geldikten sonra Rasûlullah'ın yanına gelip kendisi ve kocası müslüman oldular ve Rasûlullah'a beyat ettiler.

128-) MuhaMMed İbnu'l- Munkedir anlatmaktadır: “Rasûlullah'ı emzirmiş olan bir kadın yanına girmek için ondan izin istedi. Kadın yanına girince Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Annem annem!” dedi. Ridâsını alıp onun oturması için yere serdi. Kadın da onun üzerine oturdu.
Aynı kadının daha sonra Ebu Bekr'e ve Ömer'e de geldiği ve onlarında kadına ikramda bulundukları rivâyet edilmiştir.
Rasûlullah'ın on yaşını tamamladıktan sonra göğsünün tekrar yarıldığı rivâyet edilmiştir..

129-) Ubeyy İbn Ka'b anlatmaktadır: “Ebu Hureyre, başkalarının soramadığı bazı şeyler hakkında Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem soru sorma konusunda cesaretliydi.
O şöyle sordu: “Allah'ın Rasûlü! Peygamberlikle ilgili gördüğün ilk şey nedir?”
Rasûlullah oturur vaziyette doğruldu ve: "Ebu Hureyre! Sen sordun. Ben on yaşını bir kaç ay geçtiğim sıralarda birgün çöldeyken ansızın tepemde bir konuşma duydum. Bir adam başka bir adama: “Bu, O mu?” dedi. O ikisi beni o güne kadar hiç kimsede görmediğim yüzlerle karşıladılar. Yürüyerek yanıma geldiler Her ikisi de pazumdan tuttular. Onların tutmalarından dolayı hiçbir dokunma hissi duymadım. Birisi diğerine. “Onu yatır” dedi. Hırpalamadan beni yere yatırdılar. Birisi diğerine: “Göğsünü yar” dedi. Öbürü göğsüme eğilip ben kan görmeden ve ağrı hissetmeden gösterdiğim yerden göğsümü yardı. Ona: “Kin ve hasedi çıkar” dedi. Pıhtı şeklinde bir şey çıkardı. Sonra onu attı. Ona: “Rifet ve rahmeti (merhamet ve acımayı) koy!.” dedi. Göğsün içine koyduğu şey gümüşe benziyordu. Sonra sağ ayağımın baş parmağını salladı ve: “Sağlıklı olarak git!” dedi. Ben de küçüğe şefkat, büyüğe merhamet duyuyor olarak geri döndüm. [133]


Resim

NOTLar.:
[128] Hz. Peygamber'ın emzırıimesiyle ilgili haberler şu kaynaklarda geçmektedir: İbn Hışam, Sıretu'n-Nebeviyye, 1/173; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/131 ve devamı.
[129] Buhari, Sahih, VII/14; Müslim, Sahih, kıtabu'r-nda 11, 12, 15; Ebu Davûd, Sünen, 2056; Nesaı, Sünen, VI/96, 99, 100; İmam AhMed, Musned, 11/291, 309; Beyhaki, Sunenu'l-Kubra, VII/75, 452, 453; Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evlıya, İV/366; İbn Ebi Şeybe, el-Musannef İV/288, 289, 290.
[130] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 89.
[131] Ebu Nuaym, Delâilu'n-Nubuvve, s. 111-113; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/ 133-136; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/173-175; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, il/ 273.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 89-92.
[132] Hz. Peygamber'in göğsünün yarılmasıyla ilgili haberlerin geçtiği yerler: Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, babu'l-İsra bi-Rasûlillah (s.a.v.), 261; İmam AhMed, Musned, 111/149; Beyhakî Delâilu'n-Nubuvve, II/5-7; Hakim, Müstedrek, 11/616, 617.
[133] Bakınız: 107 Dipnot.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 92-96.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Beş Yaşını Doldurduktan Sonra Rasûlullahın Başına Gelenler.:

130-) Ka'b'tan rivâyet edilmiştir: Hâlime şöyle anlattı: “Eşeğime bindim. Götürmek üzere MuhaMMed'i önüme aldım. Mekke'nin giriş kapılarından büyük kapıya kadar geldim. Orada toplanmış bir topluluk vardı. İhtiyaç gidermek ve üstümü başımı düzeltmek için çocuğu orada bıraktım. Şiddetli bir gürültü işittim. Döndüm, baktım ki çocuğu orada göremedim:
- “Ey insanlar! Çocuk nerede?” diye bağırdım.
- “Hangi çocuk?.” dediler.
Ben: “MuhaMMed İbn Abdullah İbn Abdulmuttalib. Allah, onunla benim yüzümü ağarttı ve açlığımı giderdi. Onu büyütüp yetiştirdim. sonunda, onu, annesine götürüp teslim ederek emânetimden çıkarıp sevincime kavuşacağım sırada, önümden kapıp kaçtılar. Lâfla Uzza'ya yemin olsun! Onu göremeyecek olursam, kendimi şu dağın tepesinden atacağım” dedim. İnsanlar:
- “Biz hiçbir şey görmedik” dediler. Onlar, beni ümitsizliğe düşürünce, elimi başıma koyup:
- “Vah MuhaMMed'im! Vah yavrum!” dedim. Ben ağlamamla genç kızları bile ağlattım. Orda bulunan insanlar da, benimle birlikte feryat ederek ağlaştılar.
Hemen Abdulmuttalib'in yanına gittim. Durumu ona anlattım. Kılıcını çekip: “Ey Al-i Galib!.” dedi. Câhiliye devrinde dâvet parolası böyleydi. Kureyş Abdulmuttalib'in yaptığı dâvete icâbet etti.
Abdulmuttalib:
- “Oğlum MuhaMMed kayboldu” dedi. Kureyşliler:
- “Hayvanına bin, biz de seninle birlikte binelim” dediler. “Sen denize dalarsan, biz de seninle birlikte dalarız” dediler.
Böylece Abdulmuttalib hayvanına bindi, onlar da bindiler. Mekke'nin yukarı tarafına vardılar. Oradan da Mekke'nin aşağısına indiler. Abdulmuttalib hiçbir şey göremedi. Halktan ayrılıp Beyt-i Haram'a geldi. Yedi kere tavaf ettikten sonra şöyle demeğe başladı:
- “Ya Rab MuhaMMed'i aramak için hayvana bindirdiğim kimseleri ona doğru gönder.
Onu bana geri döndür. Onu, benim yanımda bir el edin.”
Havadan birisinin şöyle seslendiğini duydular: “Ey cemâat! Feryat etmeyin. MuhaMMed'in Rabbi vardır. Onu yardımsız bırakmaz ve zayi etmez.”
Abdulmuttalib: “Ey seslenen kimse! Bize, onun nerde olduğunu da bildir?” dedi. Seslenen: “O, Tihame Vâdisinde, sağdaki ağacın yanındadır” dedi.
Abdulmuttalib gitti, gerçekten Rasûlullahsallallahu aleyhi vesellem bir ağacın altında, ağacın dallarını çekiyor ve yapraklarıyla oynuyordu. Abdulmuttalib onu Mekke'ye getirdi. Halîme'yi en güzel şekilde (geri dönıneye) hazırladı..

131-) Bir başka rivâyette de şöyledir:
Hâlime, O'nu -Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem- getirdiğinde, çocuk topluluğun arasında kayboldu. Durumu Abdulmuttalib'e haber verdi. O da Kâ'be'ye gelip şöyle dedi:
“Rabbim! (MuhaMMed'i aramak için hayvanlara) binenleri MuhaMMed'e gönder.
Rabbim! Onu geri ver! (Onu) benim yanımda bir el edin. Onu bana bir pazı (destek) yapan sensin.”
Bir başka rivâyette de şöyledir: “Abdulmuttalib onu bir ihtiyacı için göndermiş ve bu sözü söylemiştir.”

132-) Ebu Hazim anlatmıştır:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem beş yaşındayken Mekke'ye bir kâhin geldi. Süt annesi onu Abdulmuttalib'e getirmişti.
Kâhin: “Ey Kureyş topluluğu! Şu çocuğu öldürün. Çünkü o sizi tefrikaya düşürecek ve sizi öldürecek” dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib onu hemen kaçırdı.
Kâhinin bu uyarısı Kureyşlileri devamlı, Rasûlullah’ın durumundan korkutmuştur. [134]


Resim

NOTLar.:

[134] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 96-97.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

RASÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem'in ANNEsi ÂMİNE aleyhasselâm'ın VEFÂTı.:

133) İbn Abbas anlatmaktadır: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem annesi Âmine Bint Vehb'le beraberdi. Altı yaşına erişince, Medine'deki dayıları Adiyy İbnu'n- Neccar Oğullarına ziyârete götürdü. Onun yanında dadısı Ümmü Eymen de vardı. Onlar iki deveyle gitmişlerdi. Âmine onu en Nabiğa'nın evine indirdi ve orada çocuğuyla birlikte bir ay kaldı. [135]

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu ikâmeti esnâsındaki bazı şeyleri hatırlardı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Adiyy İbnu'n- Neccar Oğullarının köşklerini görünce tanıdı ve şöyle dedi: “Bu köşklerde ikamet eden Ensar'a mensub Uneyse isimli bir câriyeyle oynardım. Dayılarımın oğullarıyla birlikte köşkün üzerine konan kuşları uçururduk.”

Bir eve bakıp: “İşte, annem beni bu eve indirdi. Bu evde, babam Abdullah İbnu Abdülmuttalib'in kabri vardır. Adiyy İbnu'n- Neccar oğullarının kuyusunda yüzmeyi ilerletmiştim” dedi..

Bir grup yahudi ona bakarak münakaşa ediyorlardı. Ummu Eymen şunu anlattı: “Onlardan birisinin şöyle dediğini duydum: “O, bu ümmetin peygamberidir. Burası, onun hicret yurdudur.” Bunu belledim.

Ummu Eymen onu Mekke'ye götürdü. Onun dadılığını da o yapıyordu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hudeybiye Umresine giderken Ebva Köyüne uğradığında:
"Allah, MuhaMMed'e annesinin kabrini ziyâret için izin verdi" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kabre geldi. Kabrin üzerini eliyle düzeltti. Orada ağladı ve müslümanları da ağlattı. Ona niçin ağladığı sorulunca: "Rahmet duygusu beni rikkate getirdi de ağladım!." buyurdu. [136]

134-) Ebu Mersed anlatmıştır:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mekke'yi fethedince, bir kabire doğru gitti, Onun yanına oturdu. Cemâat da onun etrafına oturdu. Konuşma yapacakmış gibi durdu ve sonra ağlayarak ayağa kalktı. Onu Ömer karşıladı, -Çünkü cemâattekilerin Ona karşı en cesuru o idi- Ömer: “Anam babam fedâ olsun! Allah'ın Rasûlü! Seni ağlatan nedir?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bu, annemin kabridir. Rabbime, onu ziyâret edip edemeyeceğimi sordum. Ziyâret için bana izin verdi. Yine Rabbime af dileyip dileyemeyeceğimi sordum. Bana o konuda izin vermedi. Onu hatırladım da durup ağladım." buyurdu. [137]
Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem o günkünden daha çok ağladığı görülmedi.

İbn Sa'd: "Bu, yanlıştır. Annesinin kabri Mekke'de değil, Ebva'dadır." der..

135) Ebu Hureyre anlatmaktadır:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, annesinin kabrini ziyâret etti. Kendisi ağladı ve etrafındakileri de ağlattı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Azîz ve Celü olan Rabbimden ona (anneme) mağfiret dilemem için izin istedim. Bana izin verilmedi. Kabrini ziyâret etme konusunda O'ndan izin istedim. Bana izin verildi. Kabirleri ziyâret edin. Çünkü kabir ziyâreti size ölümü hatırlatır." buyurdu. [138]

136-) Ebu Bureyde babasından şunu rivâyet etmiştir:
“Peygamberle sallallahu aleyhi vesellem birlikte gittim. Usfan'da durdu. Sağa sola baktı ve annesinin kabrini gördü. Su getirildi. Abdest alıp iki rekat namaz kıldı. Ansızın ağlamağa başladı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ağladığı için biz de ağladık.
Sonra bizim yanımıza gelip: "Sizi ağlatan nedir?" dedi.
"Sen ağladın, biz de ağladık yâ Rasûlallah!” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Peki ne zannettiniz?" dedi.
“Üzerimize azap inecek zannettik” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Öyle birşey olmadı" dedi.
“Ümmetine, güçlerinin yetmeyeceği ameller yüklendiğini zannettik” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Öyle bir şey de olmadı. Fakat ben annemin kabrine uğradım, iki rekat namaz kıldım. Rabbimden ona af dilemem konusunda izin istedim ve yasaklandım. Bunun üzerine ağladım. Sonra tekrar iki rekat namaz kıldım. Rabbimden ona af dilemem konusunda izin istedim ve yine menedildim. Bunun üzerine ağlama sesim yükseldi." dedi. [139]

Daha sonra hayvanını getirtip ona bindi. Biraz yürüdükten sonra, vahyin ağırlığından dolayı hayvan durdu. Allah Teâlâ şu âyeti indirdi: "(Kâfir olarak Ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır ne de inananlara." [140]
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de hemen şöyle dedi: "İbrahîm'in babasından berî olduğu gibi, ben de Âmine'den berî olduğuma sizi şâhid kılıyorum." [141]


مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Resim---“Mâ kâne lin nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû li’l- muşrikîne ve lev kânû ulî kurbâ min ba’di mâ tebeyyene lehum ennehum ashâbu’l- cahîm (cahîmi)..: Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanına dilemeleri peygambere ve iman edenlere yaraşmaz.” (Tevbe 9/ 113)

137-) El-Hasen İbn Câbir'den rivâyet edilmiştir: “O, Mekke'deki mücâvirlerdendi (kendi vatanını terkedip Kâbe'de ibâdet edenlerdendi). Memun'a "sel sularının, Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem annesinin kabri olarak bilinen yere girdiği" bildirildi. Me’mun onun sağlamlaştırılmasını emretti.
İbnu'l-Berâ: “Onun nerede olduğu bana târif edildi. Ben Mekke'deyken onu yaptı” demiştir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in annesi, Ebva'da vefât etmiş sonra Mekke'ye taşınmış ve orada defnedilmiş olabilir. [142]


Resim

NOTLar.:

[135] Bak: Beyhakî, Delailu'n- Nubuvve, 1/188.
[136] İbn Sa'd, Tabakatu'l- Kubrâ, I/73.
[137] İbn Sa'd, Tabakatu'l- Kubrâ, I/74; Beyhakî, Delailu'n- Nubuvve, 1/189; Zebîdî, el-İthaf, VI/300, X/351,352; Müslim, Sahih, kitabu'l- cenâiz, bab: 36 muhtasar olarak yakında gelecek.
[138] Müslim, Sahih, kitabu'l- cenaiz, bab: 36; Nesaî, Sünen, kitabu'l- cenaiz, babu zi-yarati'l- kubur, İV/90; İbn Mace, Sünen, kitabu'l- cenâiz, babu ma cae fi ziyarati kuburi'l- müşrikîn, hadis: 1572; Beyhakî, Delâilu'n- Nubuvve, 1/190.
[139] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/189; Tefsiri İbn Kesir, VH/378; Suyutî, Durru'l- Mensur, lll/284.
[140] Tevbe Suresi, 113.
[141] Berî: Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam.
[142] AbdurRahmân İbnü’l- Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 99-100.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Annesi Âminenin Vefâtından Sonra, Rasûlullah'a Abdulmuttalib'in Bakması.: [143]

138-) Nafİ İbn Cubeyr anlatmaktadır:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem annesi Âmine Bint Vehb'in yanında kalıyordu. Annesi vefât edince onu dedesi Abdulmuttalib yanına aldı. Onu bağrına basıp hiçbir oğluna göstermediği şefkati ona gösterdi. Onu kendine yaklaştırır, yalnızken ve uyurken onu odasına alır. Minderinin üzerine oturturdu. Abdulmuttalib, onun minderinin üzerine oturduğunu görün¬ce de şöyle derdi: “Oğlumu bırakın. Ona mutlaka mülk verilecek” derdi.
Mudiin oğullarından bir grup Abdulmuttalib’e: “Ona dikkat et, biz makamdaki ayağa ondan daha çok benzeyen ayak görmedik” dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib Ebu Talib'e: “Bunların dediklerini dinle” dedi. Ebu Talib ona dikkat eder ve onu korurdu.
Abdulmuttalib Rasûlullah'ın dadısı Ummu Eymen'e şöyle demişti: “Bereke! Oğlumu ihmal etme, ona karşı dikkatli ol. Çünkü ehl-i kitab, oğlumun, bu ümmetin peygamberi olduğunu söylüyorlar.”
Abdulmuttalib onu yanına almadıkça yemek yemezdi. “Oğlumu yanıma getirin” der, o da yanına getirilirdi,
Abdulmuttalib ölüm döşeğindeyken Ebu Talib'e Rasûlulah'ı koruyup gözetmelerini vasiyet etmişti.

139-) İbn Abbas anlatmaktadır; Babamın şöyle dediğini duydum:
“Abdulmuttalib'in, Hıcr'da üzerine kendisinden başkasının oturmadığı bir minderi vardı. Harb İbn Umeyyeyle ondan daha aşağı seviyede kimseler, minderin önünde, onun çevresinde otururlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün, daha buluğa erişmemiş küçük çocukken gelip minderin üstüne oturdu. Birisi onu çekti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ağlayınca Abdulmuttalib: “Oğlum ne için ağlıyor?” diye sordu. -O sırada gözleri kör olmuştu- Ona: “Mindere oturmak istedi. İsteğine engel oldular” dediler. Abdulmuttalib: “Oğlumu bırakın, minderin üzerine otursun. O, kendisinde bir şeref duyuyor. Onun, ne kendinden önceki, ne de kendinden sonraki hiçbir Arab'ın erişemeyeceği bir şerefe ulaşacağım umuyorum” dedi. [144]


Abdulmuttalibin, Rukaykanın Rüyâsında Yağmur İstemeğe Rasûlullah’la Birlikte Çıkması.:

140-) Abdulmuttalib'in yaşıtı olan Rukayka anlatmaktadır:
“Peşpeşe gelen kuraklık ve kıtlık yılları, Kureyşlilerin mallarını alıp götürmüş, kemikleri inceltmişti. Uyurken veya dalgınken, birisinin boğuk bir sesle: “Ey Kureyş topluluğu! O gönderilecek olan peygamber, sizin aranızdan çıkacaktır. Onun ortaya çıkma zamanının gölgesi, üzerinize düşmüştür. Bu, onun yıldızlarının başlangıcıdır. O, size yağmur ve bolluk getirecektir. Dikkat edin! Sizin soyca en üstününüz ve şerefliniz olan, uzun boylu, iri kemikli, ak tenli, kaşları ve kirpikleri uzun, yanakları düz, kalkık burunlu, iyi bir şöhreti ve kendisine ait bir sünneti olan kişiye bakan. O ve oğlu gitsin sizden de her kabileden bir adam gitsin. Yıkansınlar, koku sürünsünler. Rüknü (Hacer-i esvedi) istilâm etsinler. Sonra Ebu Kubeys'e çıksınlar. O adam yağmur duası yapsın ve cemâat de “âmin!.” desin. O zaman istediğiniz yağmura, geçim bolluğuna kavuşursunuz.”
Allah biliyor, çok korkmuş, tüylerim diken diken olmuş ve aklım karışmış bir halde sabahı ettim. Rüyâmı anlattım. Harem'e yemin olsun! Mekke vâdisindeki herkes: “Bu, ancak, Şeybetulhamd'dir, Şeybe'dir” dedi.
Kureyşlilerin hepsi onun başına toplandı. Aynı zamanda her kabileden birer adam gitti. Yıkandılar, koku süründüler, Hacer-i esved'i istilâm edip Ebu Kubeys Dağının çıkabildikleri kısmına kadar çıktılar.
Hepsi dağın zirvesinde yerlerini alınca, Abdulmuttalib, yanında henüz buluğa ermemiş veya ermek üzere olan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem olduğu halde ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Ey ihtiyaçları gideren, gam ve kederleri kaldıran Allah'ım, sen öğretilmeden bilensin. Ni’met ve ihsanları esirgenmeyen, karşılıksız istenilensin. Bunlar, senin erkek ve kadın kullarındır. Bunlar, senin Harem'inin yanında barınıyorlar, (kurak geçen) yıllarını sana şikâyet ediyorlar. Kurak geçen yıl, deve ve davarları gibi hayvanlarını yok etti. Allah'ım! Bize, bereket, bolluk ve ucuzluk getiren yağmur yağdır.”
Kâ'be'ye yemin olsun! Çok geçmeden, gök yarılıp yağmur boşanmış, vâdi sel sularıyla dolmuştu. Kureyş'in yaşlılarından ve büyüklerinden Abdullah İbn Cud'ân, Harb İbn Umeyye ve Hişâm İbnu'l-Muğire'nin Abdulmuttalib'e şöyle dediklerini duydum: “Batha halkı (Mekke halkı) senin sâyende yaşadı.”
Bu konuda Rukayka, ALLAHu zü’L- CELÂL'ın kendilerine Abdulmuttalib sâyesinde yağmur ihsan ettiğini açıklayan dört beyitlik bir şiir söylemiştir. [145]
Yağmur ve bereketi kaybettiğimizde, Allah, Şeyhetulhamd vasıtasıyla, memleketimizi hemen yağmurla suladı.
Yağmur getiren bir bulut gökten cömertçe su verdi. Onun sâyesinde hayvanlar ve ağaçlar canlı kaldı.
Onun işi mübârektir. Onun vasıtasıyla bulutlardan yağmur istenir. Halbuki insanlar arasında onun hiçbir değeri yoktur.
O, Allah'ın, uğurlu bir lutfudur. Muzar'ın birgün müjde ettiği kimselerin en hayırlısıdır. [146]


Abdulmuttalibin Seyf İbn Ziyezen'in Hükümdarlığını Tebriğe Gitmesi Ve Seyfin Abdulmuttalib'e Rasûlullah’ın Onun Soyundan Çıkacağını Müjdelemesi.:

141-) İbnu'l-Kelbi anlatmıştır:
“Seyf İbn Ziyezen Yemen hükümdarı olduktan ve Habeşlileri öldürüp ortadan kaldırınca, Allah'ın kendisine lütfettiği zaferi kutlamak için Arap eşraf ve liderleri heyetler halinde ona geldiler.
Kureyş heyeti de yola çıktı. Bunlar, Kureyş eşrafından beş kişiydi: Abdulmuttalib İbn Haşim, Ümeyye İbn Abdişems, Abdullah İbn Cud'an, Huveylid İbn Useyd, Vehb İbn Abdimenâf İbn Zuhre.
Heyet San'a şehrine vardı. Seyf İbn Ziyezen Gumdan isimli bir sarayda kalıyordu. Bu, Süleyman'ın emriyle Belkıs için şeytanların yaptığı saraylardan birisiydi. Abdulmuttalib ve arkadaşları develerini çöktürüp Seyf’in huzuruna girmek için izin istediler. Seyf içeri girmelerine izin verdi. Altından bir taht üzerinde otururken içeri girdiler. Etrafında, altın sandalyeler üzerinde Yemen'in eşrafı oturuyordu. Anber sürünmüştü. Miskin parlaklığı da başındaki saç ayrım yerinden belli oluyordu. Onu hükümdarlara mahsus selâmla selâmladılar. Onlar için de altından sandalyeler konuldu. Abdulmuttalib'in dışında hepsi sandalyelere oturdu. Abdulmuttalib temsilci olarak hükümdarın önünde ayakta durdu. O, konuşmak için hükümdardan izin istedi.
Ona: “Eğer hükümdarlar önünde konuşabilen kimselerdense, konuş bakalım!” denildi. Abdulmuttalib şöyle konuştu:
- “Ey hükümdar! Allah seni, yüksek, üstün ve muhkem bir yere getirdi. Seni, kökü iyi bir bitki ve toprağı değerli bir bitki gibi yetiştirdi. Kökünü en iyi fidânlıkta veren tatlı bahçede sabit kılıp dalını yükseltti.
Ey hükümdar! Sen Arapların kendisine sığındıkları baharlarısın ve kendisine döndükleri güllerisin! Senin selefin (baban) en iyi seleftir. Sen bizim için onlardan kalan en iyi halefsin. Allah halefi sen olanı helâk etmeyecektir. Selefi sen olan kimseyi de adını sanını silmeyecektir.
Ey hükümdar! Biz Allah'ın Harem'inin halkıyız ve Onun Beyt'inin hizmetçileriyiz. Bizi üzerimize ağır gelen kötü durumdan kurtararak sevindiren kişi olarak sana geldik. Biz tebrik heyetiyiz. Ziyâretçi heyet değiliz. Seyf:
- “Demek siz Kureyşulebâtıh (Mekke halkının Kureyş kabileyisiniz)” dedi. Onlar:
- “Evet” diye cevab verdiler. Hükümdar:
- “Hoş geldiniz, safa geldiniz. Sizler yanında emniyet ve huzur bulacağınız, bol bol lütuf ve ihsanda bulunan bir hükümdarın yanına geldiniz. Hükümdar sizin sözlerinizi dinledi ve faziletinizi anladı. Siz, şerefli, övgüye lâyık kimselersiniz. Siz burada kaldığınız sürece ikram edilmeğe, ayrılıp giderken de ihsan olunmağa lâyık kimselersiniz” dedi. Sonra Abdulmuttalib'e: “Sen kimsin ya?” dedi. O:
- “Ben Abdulmuttalib İbn Haşim'im” diye cevab verdi. Hükümdar:
- “Sadece seni istedim ve senin için toplantı yaptım. Çünkü sen insanların baharısın ve milletlerin efendisisin. Sizler gidin ve sizi çağırıncaya kadar kalın” dedi.
Daha sonra onların barındırılmaları ve onlara ikram edilmesi için adamlarına emir verdi.
Bir ay kaldılar. Hükümdar onları çağırmadı. Bir gün hükümdar Kureyş heyetini hatırladı. Abdulmuttalib'e: “Arkadaşlarının arasından, sadece sen, benim yanıma gel” dedi.
Abdulmuttalib hükümdarın huzuruna vardığında, onu tek başına buldu. Yanında hiç kimse yoktu.
Hükümdar, Abdulmuttalib'i yanına yaklaştırdı. Onu yanına, tah¬tının üzerine oturttu. Sonra şöyle dedi:
- “Abdulmuttalib! Ben sana bildiğim bir sırrı vereceğim. Başkası olsaydı, bu sırrı açmazdım. Ancak seni onun madeni olarak gördüm. Allah bu hususta izin verinceye kadar sende mahfuz kalsın. Çünkü Allah emrini yerine getirir” dedi. Abduhnuttalib:
- “Allah seni doğrudan ayırmasın” dedi. Seyf şöyle konuştu:
- “Ben doğru kitablarda ve kendimizden başkasına kapalı tuttuğumuz ilimlerde; yaşamanın şerefi, ölmenin fazileti bulunan, umumiyetle bütün Arapları ve heyetteki arkadaşları, özellikle de, seni ilgilendiren çok büyük ve önemli bir haber buluyorum.” Abdulmuttalib:
- “Ey hükümdar! Bir elçinin umduğunun en iyisini gördüm. Eğer hükümdarlık makamının heybeti ve yüceliği olmasaydı, sevincimi artıracak olan şeyi biraz daha açıklamanı isterdim” dedi. Seyf:
- “Senin soyundan bir nebî, senin yakınlarından bir resûl gönderilecek. Onun adı AhMed ve MuhaMMed'dir. Bu onun doğacağı zamandır. Hatta belki de doğmuştur. Babası ve annesi ölecek. Onun bakımını dedesi ve amcası üstlenecek (bizden niceleri doğdu). Allah onu açıkça tebligat yapan peygamber olarak gönderecek. Bizden ona Ensar (yardımcılar) yapacak. Dostlarını onlarla azîz, düşmanlarını da onlarla zelil kılacak. Onun doğumu esnasında ateşler sönecek, Mennan (çok iyilik yapan) olan tek Allah'a ibâdet edilecek. Küfür ve taşkınlıklar yasaklanacak. Lat ve diğer putlar kırılacak. Onun sözü, hak ile batılı birbirinden ayırıcı, hükmü ise adalettir. O iyiliği emredecek ve işleyecek, kötülükten sakındıracak ve onu ortadan kaldıracaktır” dedi. Abdulmuttalib:
- “Şan ve şerefin yüce olsun! Saltanatın devamlı, ömrün de uzun olsun. Acaba, hükümdar, bu konuda beni sevindirecek bazı açıklamalar daha yapabilir mi?” dedi. Seyf:
- “Örtülerle örtülü Beyt'e, mucizelere ve kitablara yemin olsun! Abdulmuttalib! Sen, kesinlikle onun atasısın, bunda yalan yok” dedi.
Abdulmuttalib (sevincinden) yere kapandı.
Seyf: “Başını kaldır, için rahatladı, ömrün uzadı. İşin yükseldi. Sana anlattıklarımdan birşey hissettin mi?” dedi. Abdulmuttalib:
- “Evet, hükümdar! Benim çok sevdiğim bir oğlum vardı. Onu, kavmimin şerefli kişilerinden birinin kızı olan Âmine Bint Vehb'le evlendirdim. Âmine bir oğlan dünyaya getirdi. Onun adını MuhaMMed ve AhMed koydum. Onun babası ve annesi öldü. Onun bakımını da, ben ve amcası üstlenmış bulunuyoruz.” Bunun üzerine hükümdar:
- “Tamam işte, onun hakkında düşmanlarından sakın. Gerçi Allah onlara, bu konuda yol ve fırsat vermeyecektir. Eğer onun peygamber olarak gönderilmeden Önce ölmeyeceğimi bilseydim, süvarilerim ve piyadelerimle birlikte gider, Yesrib'i devletime başkent yapardım. Ben, atalarımın kitablarında, onun işinin Yesrib'te muhkemleşeceğini, Yesrib'lilerin onun dâvet ettiği ve kendisine yardım eden kimseler olduğunu, kabrinin de orada bulunacağını buluyorum. Eğer Onun üstün makamlara, ulaştığını ve âfetlerden korunduğunu görmeseydim, onun adını açıklar ve onun peşindeki Arapları perişân ederdim. Eğer yaşarsam bunu ona yapacağım. Kalk, yanındaki arkadaşlarınla birlikte git.”
Kureyş heyetinden her bir kişiye ikiyüzer deve, onar Habeşli köle, onar rıtıl altın, yemen elbiselerinden ikişer kat elbise verilmesini emretti. Abdulmuttalib'e ise bütün bunların iki mislinin verilmesini emretti. Ayrıca Abdulmuttalib'e: “Abdulmuttalib! MuhaMMed büyüyüp yetişince, bana onunla ilgili haberleri getir” dedi.
Daha sonra Kureyş heyeti ona vedâ edip Mekke'ye döndüler.
Abduhnınuttalib şöyle derdi: “İçinizden hiç kimse, hükümdarın, bana olan bol ihsanına gıbta ve kıskançlık etmesin. Asıl siz beni, onun bana ve benden sonra soyumdan geleceklerle ilgili söylediği, şeref konusunda kıskanın.”
Abdulmuttalib'e: “O nedir?” diye soruyorlar, O da: “Kİsâ bir süre sonra onu öğreneceksiniz” derdi.
Seyf, Yemen'de birkaç yıl hükümdar olarak kaldı. Bir gün ava çıkıyormuş gibi hayvanına bindi. Siyahlardan, mızraklarıyla savaşa hazırlanan bazı kimseleri hizmetçi edinmişti. O gün onlar ona saldırıp öldürdüler. Kisrâ Nuşirevan'a haber verildi. Nuşirevan onlara Hürmüz'ü gönderip öldürülmedik hiç bir siyah bırakılmamasını emretti. [147]

142-) İbn Abbas anlatmıştır:
Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem doğumundan sonra İbn Ziyezen Habeşlileri yenince Arap heyetleri ve şâirleri onu tebrik etmeye ve övmeye geldiler. Gelen heyetler arasında Kureyş heyeti de vardı. Kureyş heyetinde Abdulmuttalib İbn Haşim, Umeyye İbn Abdişems, Abdullah İbn Cud'an, Huveylid İbn Esed ve başkaları vardı. San'a'daki İbn Ziyezen'e gittiler. İbn Ziyezen, Umeyye İbn Ebi's-Salt'ın dediği gibi o, Re's-i Gum-dan'daydı.
Re's-i Gumdan'daki evine oturup, başına da tacı geçirerek afiyetle iç.
Ondan içeri girmesi için izin istendi. Onların yerlerini ona haber verdi ve kendilerine müsaade etti.
Abdulmuttalib yaklaşıp konuşmak için ondan izin istedi. Seyf İbn Ziyezen ona:
- “Hükümdarlar karşısında konuşabilecek kimselerdensen sana izin veririz” dedi. Abdulmuttalib:
- “Ey hükümdar! Allah seni, yüksek, zorlu, muhkem, üstün ve yüce bir mevkiye getirdi. Seni, koku iyi ve toprağı değerli bir bitki gibi yetiştirdi. En kıymetli yurt ve yerde o bitkinin kökünü sabit kılıp dalını yükseltti. Sen Arapların hükümdarısın ve onlara bolluk veren baharlarısın, sen Arapların kendisine uyup itaat ettikleri emirisin. Direğin üzerine konduğu sütunlarına kulların kendisine sığındıkları kale ve sığınağısın. Senin selefin hayırlı seleftir ve sen bizim için onlardan kalan en hayırlı halefsin. Selefi sen olan kimsenin adı sanı batmayacaktır. Halefi de sen olan kimse de helâk, (yok) olmayacaktır. Ey hükümdar! Biz, Allah'ın Harem'inin halkıyız ve onun Beyt'inin hizmetçileriyiz. Bizi, üzerimize ağır gelen sıkıntıdan kurtararak sevindiren kişi olarak sana geldik. Biz tebrik heyetiyiz, ziyâretçi heyet değiliz. Hükümdar:
- “Konuşan! Sen kimsin ya!” dedi. O:
- “Ben, Abdulmuttalib İbn Haşim'im” dedi. Hükümdar:
- “Sen kız kardeşimizin oğlu musun? Yani Ensar'dan mısın?”
- “Evet” dedi. Hükümdar:
- “Yaklaştır onu” dedi. Muhafız onu yaklaştırdı. Daha sonra kendisi ona ve heyettekilere yaklaşıp: “Hoş geldiniz, safa geldiniz. Sizler, yanında güven ve huzur bulacağınız, bol bol ihsanlar veren bir hükümdarın yanına geldiniz. Hükümdar sizin sözlerinizi dinledi. Sizin akraba olduğunuzu anladı ve ziyâret vesilenizi kabul etti. Sizler, burada oturduğunuz sürece gece gündüz sohbet edilmeye, ağırlanmağa ve ayrılıp giderken de ihsan olunmağa lâyık kimselersiniz.”
Onlar, mîsâfirhâneye götürüldüler. Bir ay orada kaldılar. Ne hükümdarla görüşebildiler, ne de yurtlarına dönüp gitmelerine izin verildi. Bir gün hükümdar onları hatırladı. Abdulmuttalib'e gelmesi için haber gönderdi. Abdulmuttalib'i yanına yaklaştırdı. İkisi başbaşa kalarak:
- “Abdulmuttalib! Ben sana, bildiğim bir sırrı vereceğim. O sırrı, senden başkası olsaydı, açmazdım. Fakat seni onun madeni gördüm. Bundan dolayı, onu sana açıklayacağım. Allah o konuda izin verinceye kadar, sende gizli kalsın çünkü Allah, emrini yerine getirir. Ben gizli kitabta ve kendimize ayırıp başkasına kapalı tuttuğumuz ilimde; yaşamanın şerefi, ölmenin fazileti bulunan umumiyetle bütün insanları ve heyettekileri, özelliklede, seni ilgilendiren büyük ve önemli bir haber buldum” dedi. Abdulmuttalib:
- “Ey kral! Sen yüce birisisin! O nedir. Bütün göçebe halkı peşpeşe sana fedâ olsun!” dedi. Kral:
- “Tihame'de bir çocuk doğacak, alâmet olarak iki küreği arasında bir ben bulunacak. Kıyamet gününe kadar, imamlık (önderlik) onda, liderlik de sizde olacak” dedi. Abdulmuttalib:
- “Senden lâneti gerektirecek haller sadır olmasın! Ben bir elçinin umduğunun en iyisini gördüm. Eğer hükümdarlık makamının heybeti ve yüceliği olmasaydı, sevincimi artıracak olan şeyi biraz daha açıklamanı isterdim” dedi. İbn Ziyezen:
- “Bu, onun doğacağı zamandır. Hatta belki de doğmuştur. Onun adı MuhaMMed'dir. Onun annesi ve babası ölecek. Onun bakımını dedesi ve amcası üstlenecek. Bizden niceleri doğdu. Allah onu açıkça tebligat yapan peygamber olarak gönderecek. Bizden ona Ensar (yardımcılar) yapacak. Dostlarını onlarla azîz, düşmanlarını da onlarla zelîl kılacak, insanlar onlara değer verecek. O, dünyanın en kıymetli yerlerini fethedecek, putları kıracak, ateşleri söndürecek. Rahmân'a ibâdet edilecek, şeytan kovulacak. Onun sözü, hak ile batılın arasını ayırıcıdır. Hükmü adalettir. O, iyiliği emreder ve onu yapar, kötülükten sakındırır ve onu ortadan kaldırır” dedi. Abdülmuttalib:
- “Şan ve şerefin yüce olsun! Saltanatın devamlı ve ömrün uzun olsun. Acaba, hükümdar, bu hususta beni sevindirecek bazı açıklamalar yapabilir mi?” dedi. İbn Zİyezen:
- “Örtülerle örtülü Beyt'e ve yol gösterici alâmetlere yemin olsun! Sen onun dedesisin, Abdülmuttalib! Bunda yalan yok” dedi.
Abdülmuttalib (sevincinden) yere kapandı. Hükümdar ona: “Başını kaldır için rahatladı. İşin yükseldi. Sana anlattıklarımdan dolayı birşey hissettin mi?” dedi. Abdülmuttalib:
- “Ey hükümdar! Benim bir oğlum vardı. Onu çok sever ve üzerine titrerdim. Onu kavmimin şereflilerinden birinin kızı olan Âmine Bint Vehb'le evlendirdim. Âmine bir oğlan dünyaya getirdi. Ona MuhaMMed adını koydum. Babası ve annesi öldü. Onun bakımını ben ve amcası üstlendik” dedi. İbn Ziyezen:
- “Sana söylediklerim, senin söylediğin gibidir. Oğlunu, iyi koru, onun hakkında yahudilerden sakın. Çünkü onlar onun düşmanıdırlar. Ancak! Allah, onlara bu konuda yol ve fırsat vermeyecektir. Sana söylediğim şeyleri yanındaki heyet arkadaşlarından da gizli tut. Sizde bulu¬nacak reisliği, onların ve oğullarının da kıskanıp senin basma gaileler (dertler) açmayacaklarından ve sana tuzaklar kurmayacaklarından emin değilim, eğer, onun peygamber olarak gönderilmeden Önce ölmeyeceğimi bilseydim süvarilerim ve piyadelerimle birlikte gider, Yesrib'i, devletime başkent yapardım. Ben, natık kitabta ve sabık (daha önceki) ilimde, onun işinin Yesrib'de muhkemleşeceğini, yardımcılarının ve kabrinin orada olacağını buluyorum. Eğer ona âfet ve belelârdan korkmasaydım, yaşının küçüklüğüne rağmen onun işini açıklar ve onun peşindeki Arapları perişân ederdim. Fakat ben, bu işi, eksiksiz sana bırakıyorum.”
Heyettekilerden her birine on erkek köle, on kadın köle, yüz deve, ikişer kat çizgili aba kumaştan elbise, beş rıtıl âlim, on rıtıl gümüş ve içi anber dolu birer kutu verilmesini emretti. Abdülmuttalib'e de, bunlardan onar kat verilmesini emretti. Abdulmuttalib'e: “Bir yıl geçince, bana gel” dedi. İbn Ziyezen bir yılı doldurmadan öldü.
Abdulmuttalib sık sık şöyle derdi: “Ey Kureyş topluluğu! İçinizden hiç kimse, kralın bana olan bol ihsanını kıskanınasın. Çok olsa bile, o (bir gün) tükenecektir. Fakat bana benden sonra gelecek, neslime kalacak şan ve şereften dolayı beni kıskanın.” Abdulmuttalib'e: “Bu ne zaman olacak diye sorulduğunda: Bir süre sonra olsa bile o bilinecek, öğrenilecek” diye cevab verirdi.
Umuyye İbn Abdişems bu konuda şu şiiri söylemektedir.
“Develer yüklerini derin bir vâdiden San'a'ya hızla götürürlerken, biz de develerin sırtlarında taşıdığı kadar nasihat getirdik.
İbn Ziyezen bizim başımıza geçiyor ve ona yol üzerindeki obalarda oturanlara ikramda bulunuyor.
"San'a" uygun görünce, saltanat ve köklü şeref yurduna yerleşiyor.” [148]



Resim

NOTLar.:

[143] Bakınız: Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/20, 21,22.
[144] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 100-101.
[145] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/15-19; Ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, I/90; Maverdi, Alamu'n-Nubuvve.
[146] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 101-102.
[147] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/9-14; Ebu Nuaym, Delaİlu'n-Nubuvve, s. 52-60; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/330; el-Kulaî, el-lktıfa.
[148] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 102-108.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

ABDULMUTTALİB’in ÖLÜMÜ.:

Anlatırlar ki: Abdulmuttalib ölüm döşeğine düşünce, Ebu Talib'e, Rasûlüllah'ı iyi korumasını vasiyet etti. Kızlarına da: “Bana ağlayın da sizleri dinleyeyim” dedi. Her bir kızı söyledikleri birer şiirle babalarına ağıt yaktılar.
Umeyme'nin mersiyesini dinlerken, Abdulmuttalib'in dili tutuldu. Başını: “Doğru söyledin, ben böyleydim” mânâsında hareket ettirmeye başladı.
Umeyme şunları söylemişti:
“Ey gözlerim! Ahlâkı güzel ve cömert olana,
Dedesi şerefli, çakmağı parlamış, yüzü güzel ve değeri büyük olana, İyi hasletler sahibi, şeref, izzet ve övünç sahibi Şeybetu'l- hamd'e, Yine, belâ ve sıkıntılarda şeref ve fazilet sahibi,
iyilikleri ve öğünülecek şeyleri çok olana inci gibi gözyaşlarını esirgeme.
Ölümler ona geldi ama gecelerin ve kaderin getirdiği olaylarda onu öldürmedi.”
Birisi şöyle dedi:
“Abdulmuttalib seksen iki yaşındayken öldü yüz on ve yüz yirmi yaşlarında öldüğü de söylenınektedir.”

143-) Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem:
- “Abdulmuttalib'in Ölümünü hatırlayabiliyor musunuz?” diye soruldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Evet. O zaman, ben sekiz yaşlarındaydım," buyurdu. [149]

144-) Ummu Eymen: “Ben, Rasûlüllah'ı sallallahu aleyhi vesellem Abdulmuttalib'in tabutunun arkasında ağlarken gördüm” demiştir.

145-) İbn Cureyc'den rivâyet edilmiştir:
“Ata İbn Ebİ Rabah'la, Mescid-i Haram'da oturuyorduk. İbn Abbas'la faziletini ve onun arkasında tavaf eden Ali İbn Abdillah konuştuk onların boylarının mükemmelliğine ve yüzlerinin güzelliğine hayret ettik.
Ata şöyle dedi: “Abdullah İbn Abbas’ın güzelliği yanında onların güzelliği nedir ki! Ayın, ondördüncü gecesinde, Mescid-i Haram'da Ebu Kubeys dağından doğduğunu görür görmez, Abdullah İbn Abbas’ın yüzünü hatırladım. Sen bizi Hıcr'da onunla birlikte otururken gördüm. Tam o sırada bastonuna dayanarak Huzeylli yaşlı bir şeyh geldi. Ona bir meseleyi sordu. O da ona cevab verdi. Şeyh, mesciddekilerden bazısına: “Kim bu genç?” dedi.
Onlar: “Bu, Abdullah İbn Abbas İbn Abdilmuttalib'tir” dediler.
Şeyh: “Subhânellah! Abdullah İbn Abbas İbn Abdümuttalib'in güzelliği şu gördüğüm şekle çevrilmiş” dedi.

146-) Ata anlatmıştır:
İbn Abbas’ın şöyle dediğini duydum: “Babamdan işittiğime göre: Abdulmuttalib, halkın en boylu boslusu, en güzel yüzlüsüydü. Onu görüp de sevmeyen kimse yoktu. Hıcr'da onun bir minderi vardı. Onun üzerine kendisinden, başkası oturmazdı. Kureyş'in danışma meclisi sayılan Daru’n- Nedve üyesi Harb İbn Umeyye ile ondan aşağı seviyede olanlar, minderlerden dış kısmında otururlardı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem daha buluğa ermemiş bir çocukken, bir gün gelip minderlerin üzerine oturdu. Bir adam onu çekti. Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem ağladı, -gözleri kör olan- Abdulmuttalib: “Oğlum niye ağlıyor?” dedi.
Minderlerin üzerine oturmak istedi ve onu menettiler diye cevab verdi.
Abdulmuttalib: “Oğlumu bırakın, minderin üzerine otursun. O, kendisinde bir şeref duyuyor. Onun, ne kendinden önce geçmiş, ne de sonradan gelecek hiçbir Arab'ın erişemeyeceği bir şerefe ereceğini umuyorum” dedi.
Abdulmuttalib, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sekiz yaşındayken ölmüştür. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Abdulmuttalib'in cenâzesini Hacun Kabristanına gömülünceye kadar ağlayarak, takip etmişti.
Abdulmuttalib Hacun'a defnedilmiştir.
Abdulmuttalib, Rasûlullahı sallallahu aleyhi vesellem Ebu Talib'e vasiyet etmiştir. Çünkü Ebu Talib'le Abdullah ana bir kardeşlerdi. Ez-Zübeyr de aynı annedendi. Ancak Ebu Talib'i tercih etmesinin sebebi hakkında üç görüş vardır:
1. Abdulmuttalib'in ona vasiyette bulunınası,
2. İki kardeşin aralarında, kura çekmeleri ve Kur’ÂNın Ebu Talib'e çıkması, '
3. Rasûlüllah'ın sallallahu aleyhi vesellem onu seçmesi, [150]


Rasûlüllah'ın Bakımını Ebu Talib'in Üstlenmesi.:

147-) İbn Abbas anlatmaktadır:
Abdulmuttalib vefât edince, Rasûlüllah'ı sallallahu aleyhi vesellem Ebu Talib yanına aldı. Rasûlüllah onun yanında kalıyordu. Ebu Talib'in malı yoktu. Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem çok severdi. Kendi çocuklarını onu sevdiği kadar sevmezdi. Onu yanına almadıkça uyumazdı. Bir yere giderse onu da yanında götürürdü. Ebu Talib onun üzerine düştüğü kadar hiçbir şeyin ü-zerine düşmezdi. Ona ayrı sofra kurdurduğu olurdu. Ebu Talib'in aile efradı, toplu veya tek olarak yemek yedikleri zaman doymazlardı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlarla birlikte yediği zaman doyarlardı. Ebu Talib, onlara yemek yedirmek istediği zaman: “Durun! Sizin gibi, oğlum da gelsin hazır olsun” derdi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem gelip onlarla birlikte yemek yerdi. Onun bulunduğu sofrada yemeklerini artırırlardı. Eğer o, yemekte onlarla birlikte bulunmazsa, doymazlardı. Ebu Talib Ona: “Şüphesiz, sen mübâreksin!” derdi.
Ebu Talib'in çocukları, sabahleyin yataklarından gözleri çapaklı ve saçları dağınık olarak kalkarlardı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem ise sabahleyin parlak yüzlü, sürmeli gözlü olarak kalkardı.

148-) Amr İbn Sa'id şöyle demiştir:
“Ebu Talib için, üzerine oturacağı bir minder konulurdu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çocukken, o minderin üzerine oturmağa geldi. Bunun üzerine Ebu Talib'i Rabianın ilâhına yemin olsun! Kardeşimin oğlu büyük bir saadet hissediyor (onun için büyük bir şeref vardır)” dedi.

149-) Amr İbn Saîd, Ebu Talib'in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Zulmecazdaydım. Yanımda yeğenim de yani Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de vardı. Susamıştım. Ona: “Yeğenim! Ben susadım” dedim. Onun yanında karın doyuracak birşeyler olduğunu zannederek acıktığımı söylememiştim. Dizini büktü. Sonra indi: “Amca! Susadın mı?” dedi. Ben de: “Evet” dedim. Topuğunu yere eğdi. Baktım ki su akıyor. Bana: “Amca! İç” dedi. Ben de içtim. [151]


Rasûlüllah'ın Amcası Ebu Talib’le Birlikte Şam'a (Kuzey Arabistan'a) Gitmesi Ve Bahîra İle Karşılaşması.:

150-) Davûd İbnu'l-Huseyn anlatmıştır:
“Ebu Talib Şam'a gittiğinde, yanında ilk defâ, oniki yaşındayken, Rasûlüllah'ı sallallahu aleyhi vesellem da götürdü. Kafile Şam'daki Busrâ'da konakladı. Orada bir rahib vardı. O rahibin, içinde kaldığı bir manastın vardı. Hristiyan âlimleri büyükten büyüğe geçerek gelen bir kitabı incelemek üzere bu manastırda bulunurlardı.
Kureyşliler çoğunlukla Bahîra'ya uğrarlardı.
Bu yıl da onlar, Bahîra'nın manastırına yakın bir yerde konaklamışlardı. Daha önceki yıllarda defâlarca gelip uğradıkları halde, Bahîra, onlarla hiç konuşmazdı. Bu defâ onlara yemek hazırlamış ve onları manastırına dâvet etmişti. Onları şunun için dâvet etmişti. Bahîra, manastırında bulunduğu sırada, kafile ilerlerken, bir bulutun, kervandakiler arasında Rasûlüllah'ı sallallahu aleyhi vesellem gölgelediğini, sonra gelip manastırın yakınında bir ağacın gölgesine indikleri zaman, bulutun, ağacı gölgelediğini, ağacın dallarının da, Rasûlüllah’ın üzerine eğildiğini ve onu, gölgesinin altına aldığını görmüştü. Bahîra, bütün bunları görünce, manastırından indi. Yemek yapılmasını emretti. Kafiledekilere de şu haberi gönderdi. “Ey Kureyş topluluğu! Ben sizin için yemek yaptım. Sizin, küçük, büyük, köle, hür hepinizin yemekte hazır bulunınanızı arzu ediyorum. Bu beni şereflendireceğiniz birşeydir. Birisi ona:
- “Bahîra! Bugün senin şaşılacak bir halin var. Sen böyle yapmazdın. Bugün sendeki bu hal nedir?” dedi. Bahîra:
- “Ben sizi ağırlamayı arzu ediyorum. Ağırlanınağa lâyıksınız” dedi.
Hepsi gelip toplandılar. Rasûlüllah yaşça onların en küçüğü olduğu için, ağacın altındaki yüklerinin yanında bekçi olarak geride kalmıştı.
Bahîra, gelenlere bakıp bildiği ve kitabta bulduğu sıfatları hiçbirinde göremeyince, bakınınağa başladı. Bulutu, gelenlerden hiçbirinin üzerinde göremiyordu, Onun, Rasûlüllah’ın sallallahu aleyhi vesellem üzerinde kaldığını görüyordu. Bahîra:
- “Ey Kureyş topluluğu! Sizden, bu yemekte hazır bulunınayan geride kalan birisi var mı?” diye sordu.
- “Bir çocuktan başka, kimse geride kalmadı. O da, bizim yaşça en küçüğümüz olduğundan yük ve eşyalarımızın yanında kaldı” dediler. Bahîra:
- “Onu da çağırın. Yemekte O da hazır olsun. Sizin bulunup da, kendisini sizden saydığım bir tek kişinin bulunınaması ne kadar çirkin bir şey” dedi. Topluluk:
- “Vallahi O, bizim en soylumuzdur. Ebu Talib'i kastederek, bu adamm yeğinidir. O, Abdulmuttalib'in soyundandır, dediler. El-Harîs İbn Abdulmuttalib:
- “Vallahi, aramızdan, Abdulmuttalib'in oğlunun geride kalması bizim için kınanacak bir tutumdur” dedi. Sonra kalkıp onun yanına gitti ve kucaklayıp getirdi. Onu sofraya oturttu. Bulut onun başının üzerinde yürüyordu.
Bahîra, dikkatle ona bakmağa ve vücudunun bazı organlarını incelemeğe başladı. Ona baktıkça, sıfatlarım onda buluyordu.
Topluluk yemeklerini yeyip dağılınca, Bahîra Rasûlüllah’ın sallallahu aleyhi vesellem yanına geldi ve:
- “Çocuk, Lat ve Uzza hakkı için, sana soracağım sorulara cevab ver” dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Lât ve Uzza adına yemin vererek, bana birşey sorma. Vallahi, ben, onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem" dedi. Bahîra:
- “Öyleyse, Allah için, sana soracağım şeylerin cevabını ver.”
- “Bana, istediğim sor” dedi.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem ona cevab vermeye başladı.
Rahib de aldığı cevabları edindiği bilgilere uygun buluyordu. Daha sonra, gözlerinin arasına bakmağa başladı. Sırtını açtı. iki omzu arasındaki peygamberlik mührünün de, bildiği şekilde, yerli yerinde olduğunu gördü.
Kureyşliler: “MuhaMMed'in, rahib yanında büyük bir değeri var” dediler.
Ebu Talib, rahibden gördüğü şeyler sebebiyle yeğenine bir zarar gelmesinden korkmağa başladı. Rahib, Ebu Talib'e:
- “Bu çocuk senin neyin olur?” dedi. Ebu Talib:
- “Oğlumdur” dedi. Rahib:
- “Bu, senin oğlun değildir. Bu çocuğun babasının sağ olmaması lâzım” dedi. Ebu Talib:
- “Yeğenimdir” dedi. Rahib:
- “Babasına ne oldu?” dedi. Ebu Talib:
- “Annesi buna hamileyken öldü” diye cevab verdi. Rahib:
- “Annesi ne oldu?” dedi. Ebu Talib:
- “Yakın zaman önce, öldü” dedi. Rahib:
- “Doğru söyledin. Yeğenini hemen memleketine götür, yahudilerin ona zarar vermelerinden sakın. Vallahi yahudiler onu görür ve benim onda olduğunu bildiğim şeylerin onda bulunduğunu anlayacak olurlarsa, onu mutlaka öldürmeğe kalkışırlar. Senin bu yeğeninin çok önemli bir durumu olacak. Biz onu, kitabımızda ve atalarımızda bize yapılan rivâyetlerde bulduk. Benim sana karşı öğüt vazifesini yerine getirmiş olduğumu bil.
Kureyşliler alışverişlerini bitirince Ebu Talib onu hemen götürdü. Bazı yahudiler, Rasûlüllah'ı görüp özelliklerini tanıdılar. Onu öldürmek istediler. Bahîra'ya gidip meseleyi'onunla görüştüler. Bahîra onları kesin bir şekilde menetti. Onlara: “Onun özelliklerini (kitabta) buluyor musunuz?” dedi. Onlar: “Evet” buluyoruz, dediler.
Bahîra: “Öyleyse, sizin, onu öldürme imkânınız yoktur” dedi. Yahudiler ona inanıp bırakıp gittiler.
Ebu Talib geri döndü ve zarar geleceği endişesiyle bir daha onu yolculuğa çıkarmadı. [152]

151-) Ebu Bekr İbn Ebİ Musâ anlatmıştır:
“Ebu Talib Şam'a gitti. Beraber gittiği Kureyş'in bazı şeyhleri arasında Rasûlullah'ı da götürdü. Yokuştayken Rahibi gördüler. Daha önce ona uğrarlar kendilerinin yanına gelmez ve ilgi göstermezdi. Onlar yük ve eşyalarını indirirken, rahib yanlarına geldi. Aralarında dolaşmağa başladı ve nihâyet geldi, Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem elinden tutup:,
- “Bu âlemlerin efendisidir. Bu âlemlerin Rabbi'nin elçisidir. onu Allah âlemlere rahmet olarak göndermiştir” dedi, Kureyş'in bazı büyükleri:
- “Nerden biliyorsun?” dediler. Rahib:
- “Siz yokuştayken, ona secde etmedik hiçbir ağaç ve taş kalmadı. Onlar sâdece bir Peygambere secde ederler. Omuzundaki kıkırdağın (en altında) elma gibi peygamberlik mührünün olduğunu biliyorum” dedi.
Sonra dönüp onlara yemek yaptı. Onlara yemeği getirdiğinde, âdeta deve sürüsünün ortasındaymış gibiydi. “Ona haber gönderin de, gelsin” dedi. O, üzerindeki bir bulut kendisine gölge yapar bir halde geldi. Topluluğa yaklaşınca, hemen onlar ağacın gölgelerine geçtiler. Oturunca, ağacın gölgesi onun üzerine sarktı. Rahib: “Ağacın gölgesine bakın, O'nun üzerine sarktı” dedi.
Rahib onların yanındayken, ısrârla, onu Rumların (Bizanslıların) yanlarına götürmemelerini istedi. Çünkü rumlar onu görürlerse onu sıfatlarıyla birlikte tanırlar ve öldürürlerdi. Döndü baktı ki Bizanstan gelen yedi kişiyi gördü, onları karşıladıktan sonra:
- “Sizin gelmenize sebep nedir?” dedi. Bizanslılar:
- “O, Peygamberin bu ayda çıkacağını öğrendik. İnsan gönderilmedik hiçbir yol kalmadı. Bize haber verildi ve biz de senin bulunduğun bu yola gönderildik” dediler. Rahib:
- “Arkanızda sizden daha hayırlı birisi var mı?” dedi. Onlar:
- “Hayır” dediler. Rahib:
- “Allah'ın takdir ettiği bir şeyi mi düşünüyorsunuz? Onu, insanlardan birisi geri çevirebilir mi?” dedi. Onlar:
- “Hayır” dediler. (Ona beyat edip onunla birlikte kaldılar). Daha sonra rahib:
- “Allah'ınızın aşkına! Hanginiz onun velisidir?” dedi. Ebu Talib:
- “Benim” dedi. Ona devamlı soru sordu ve o da cevabını verdi. Rahib ona yol azığı olarak pasta da verdi. [153]


Resim

NOTLar.:

[149]
Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/51.
[150] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 108-110
[151] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 110.
[152] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, il/26, 27, 28, 29.
[153] Tirmizî, Sünen, kitabu'l-menakıb, babu ma cae îî bed'İ nubuvveti'n-nebiyyi (sallallahu aleyhi vesellem hadis: 3620. Tırmızî şöyle demiştir: "Bu, hasen garîb bir hadistir. Onu sadece bu ve-cihten biliyoruz."
Beyhakî, Delaîlu'n-Nubuvve, M/24, 25, 26. Şöyle demiştir: Kıssa mağazi ehlince meşhurdur.
Hakim, Mustedrek, 11/615, 616, 617. O da: "Bu, Buhari'yle Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Fakat onlar rivayet etmemişlerdir" demişti'-. Zehebî: "Bunun mevzu (uydurma) olduğunu zannediyorum. Bir kısmı da batıldır (asılsızdır}" demiştir. İbn Kesir, el-Bİdâye ve'n-Nİhaye, II/285-286. İbn Kesîr de, bunu, Beyhakî, Hakim, Tirmizî ve İbn Asakir'e nisbet edip şöyle demiştir: "Onda garib şeyler vardır ki sahabenin mürsellerindendir. Çünkü Ebu Musa el-Eş'arî Hayber yılında gelmiştir. İbn İshak'ın onun Mekke'den Habeşistan'a hicret ettiği görüşüne itibar edilmez. Her değerlendirmeye göre, mürseldir. Bu olay, Rasûlullah (s.a.v.) oniki yaşındayken olmuştur. Belki Ebu Musa onu Peygamber'den (s.a.v.) aldı ki bu en uygunudur veya bazı büyük sahabeden aldı yahut İstifaza yoluyla alındığı zikredilen meşhurdur. Onun hakkında bulutun bundan daha sahih hadiste zikredilmediği görüşü vardır."
Ebu Nuaym, Delailun-Nubuvve, s. 125; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, I/85; Ibn Hişam, Si-retu'n-Nebeviyye, 1/203.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 111-114.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

ResimRASÛLULLAH'ın FİCAR SAVAŞINDA BULUNMASI.:

Ficar Savaşı ikidir: Birinci Ficar, İkinci Ficar.
Birinci Ficar'da Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem on yaşındaydı. Ficar'da savaş üç defâ oldu.
İlkinin sebebi şudur: Bedir İbn Muaşşir el-Gıfarî insanlara Övünürdü. Bir gün ayağını uzatıp: "Ben Arapların en şereflisiyim. Benden daha şerefli olduğunu iddia eden varsa ayağıma kılıçla vursun bakalım!." dedi.
Nasr İbn Muaviye oğullarından el-Ahmer İbn Mazin atlayıp onun dizine vurdu. Bunun üzerine birbirleriyle söz düellosu yapmışlar ve sonra dövüşmüşlerdir.
İkincisinin sebebi de şöyledir. Amir oğullarından bir kadın Ukaz panayırında oturuyordu. Kureyş'ten Kinane oğulları kabilesinden birkaç genç, kadını döndürüp ondan yüzünü açmasını istediler. Kadın bunu kabul etmedi, gençlerden birisi arkasına oturup elbisesinin ucunu bir dikenle yukarı iliştirdi. Kadın kalkınca arkası açılıp göründü. Bunun üzerine gençler: "Sen, bizi yüzüne baktırmadın. Arkana bakmamıza müsaade ettin" dikerek gülüştüler.
Kadın da: “Ey Al-i Amir!” diyerek bağırdı. Amir oğulları kılıçlarını sıyırdılar ye Kinane oğullarıyla çarpıştılar. Aralarında kan döküldü. Harb İbn Ümeyye aracı oldu ve onları barıştırdı.
Üçüncüsünün sebebi de şöyledir: Cuşem İbn Amir oğullarından birisinin Kinane oğullarından birinde alacağı vardı. Borçlu, borcunu vaktinde ödemeyince aralarında düşmanlık başlamıştı. İki taraf bir birleriyle çarpışınca, İbn Cud'an borcu, kendi cebinden ödemişti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunlarda bulunmamıştı.
İkinci Ficar Hevazin'le Kureyş arasında olmuştur. Kinane oğullarıyla Hevazinliler haram ayı helâl sayıp savaşmak sûretiyle günah işlediklerinden dolayı Ficar (günah işlemek) adı verilmişti.

152) Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem gelip şöyle buyurdu:
"Ben Ficar gününde amcalarımın yanında bulunarak, düşman tarafından atılan okları toplayıp amcalarıma veriyordum." [154] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/290.
Rasûlullah o sırada ondört yaşındaydı. Yirmi yaşındaydı da denilmektedir. [155]


RASÛLULLAH’ın HILFU'L-FUDUL’da BULUNINASI.:

Bu hılf’in (andın) sebebi, Kureyş'in, Harem'de zulüm ve haksızlık yapmasıydı.
Abdullah İbn Cud'an la ez-Zubeyr İbn Abdilmuttalib birbirlerine, mazlumu zâlimden kurtarma konusunda yardımlaşmak için andlaşmaya çağırdılar. Bu çağrıyı kabul edip İbn Cud'an’ın evinde andlaştılar.

153-) Ebu Ubeyde anlatmıştır:
Hılfulfudul'un sebebi şuydu: Yemenli birisi satmak üzere Mekke'ye bir mal getirmişti. Bu malı Sehm oğullarından birisi satın almıştı. Adam satıcının hakkını, vaktinde ödemedi. Satıcı malın bedelini istedi. Öbürü ödemeye yanaşmadı. Satan adam malını istedi, alan malı da geri vermedi. Bunun üzerine Hıcr'da şöyle söyledi:
“Ey Fihr hânedânı! Yurdundan ve kavminden uzaktayken Mekke'de malıyla zulme uğrayana yardım edin. Sözlerini yerine getirecekler mi? Sehm oğulları yoksa, umre yapanın malının kaybolup gitmesi görüşünde midir?”
Bazı âlimler de şöyle demiştir: Kays İbn Şebbe es-Sulemî, Ubeyy İbn Haleften bir mal satın aldı. Kays borcunu erteledikçe erteledi ve hakkını vermedi. Cumah'tan birisinin himâyesini istedi... Cumahlı kişi, onu himâye etmedi. Kays şöyle dedi:
- “Ey Kusayy! Harem'de, bu nasıl olur? Beyt'e hürmet ve iyi ahlâk’ın benden mahrum edilmesi, zulümden daha zâlimcedir!.”
El-Abbas'la Ebu Sufyan kalkıp onun hakkını geri verdiler.
Kays'tan bazı kişiler Abdullah İbn Cud'an’ın evinde toplandılar. Mekke'de zulmü önlemek, hiçbir kimseye zulmedilmemesi, zulmedenlere engel olunınası ve zulme uğrayanın hakkının alınması için andlaştılar. Andlaşma Abdullah İbn Cüd'an'ın evinde yapıldı..

154-) Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
- "Ben İbn Cud'an’ın evindeki Hılf te (andlaşmada) bulundum. Benim o andı bozup da, kızıl tüylü develere (dünyanın en iyi ni’ınetlerine) nail olmam, bana ondan daha sevgili değildir. Ben ona, İslâmî devirde bile, çağırılsam, hemen icâbet ederdim." [156]
Kureyş'ten bazıları: “Vallahi, bu, hılftan gelen, bir faaldir (lütuftur) dediler ve böylece: Hüfulfudul adı verildi.

155-) Ez-Zubeyr şöyle demiştir. Bir başkası da şöyle demiştir: Bu meselede, Curhüm Kabilesinden bazı kişilerin yaptıkları gibi Mekke'de zulmü barındırmamak ve onu adalete çevirmek üzere andlaştılar, Curhümlu bu kişilerin adları el-Fadl İbn Şira'a, el-Fadl İbn Bidâ'a ve el-Fadl İbn Kudaâ'ydı.

156-) Ez-Zubeyr şunu anlatmıştır: “Bana Abdulazîz İbn Ömer el-Ansî şöyle dedi. Hılfulfudulda bulunanlar şunlardır: Haşim oğulları, el-Muttalib oğulları, Esed İbn Abdihızza oğulları, Zuhre oğulları, Teym oğullarıdır. Bunlar, hiçbir kimseye zulmedilmemesi için ister güçlü ister zayıf olsun zulmedenden mazlumun hakkını alıncaya kadar zâlime karşı hep birlikte mazlumun yanında olacağız diye Allah'a yemin ettiler.

157-) Ez-Zubeyr anlattı: İbrahîm İbn Hamza bana, dedem Abdullah İbn Mus'ab'dan o da babasından şunu rivâyet etti: Hılfulfudul adının verilmesi şöyledir: Cürhümlüler içinde yapılan haksızlıkları geri çevi¬ren, hakları sahiblerine iade eden bazı kimseler vardı. Onlara, Fudayl, fudâl, mifdal ve fadl denilirdi. Bundan dolayı Hılfulfudul adı verilmiştir.

158-) Şöyle dedi: Bana Muhammed İbn Huseyn, Nevfel İbn Umara'dan o da İshak İbnu'l-Fadl'dan şunu rivâyet etti: Kureyş, bu andı Hılfulfudul diye adlandırdı, çünkü cürhüm kabilesinden el-fadl, fudal ve el-fadl isimli bazı kişiler, bu kabilelerin anlaştığına benzer şey üzere andlaşmışlardı.

159-) Ma'ruf İbn Hırbuz şunu rivâyet etmiştir: Haşim oğulları, el-Muttalib oğulları, Esed ve Teym birbirlerine çağridâ bulunup Mekke'nin tamamında ve Ehâbİş içinde birbirlerini yardımına çağırıp da kurtarmadıkları ve hakkını geri vermedikleri mazlum bırakmamak veya bu konuda hiçbir mazeret göstermemek üzere andlaştılar. Mutayyebunun ve müttefiklerin hepsi bundan hoşlanımadılar ve onu ayıplamak için Hılfulfudul (lüzumsuzların andlaşması) adını koydular. Onlar: Bu, kavmin fıdulünden (haksızlıklarındandır) dediler. Bunun üzerine Hılfulfudul denildi.

160-) Hakim İbn Hizam şöyle demiştir:
Hılfulfudul Kureyş'in ficar'dan çekilmesiydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem o sırada yirmi yaşındaydı.

161-) Ed-Dahhak'tan başka birisi bana şöyle rivâyet etti: Picar, şevval ayındaydı. Bu mlf (and) zulki'de'de olmuştur, o güne kadar yapılmış en şerefli andlaşmaydı. Böyle bir andlaşma yapma çağrısında bulunan ilk kişi ez-Zubeyr İbn Abdilmuttalib'ti. Haşim oğulları, Zuhre ve Teym oğulları Abdullah İbn Cud'an’ın evinde toplandılar. Abdullah onlara yemek hazırladı. Denizin bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu bulundukça, mazlumun hakkını alıncaya kadar onunla birlikte olmak ve yardımlaşmak üzere akid ve andlaşma yaptılar. Böylece Kur'eyş bu andlaşmayı Hılfulfudul diye adlandırmiştir.

162-) Cubeyr İbn Mut'im şöyle demiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İbn Cud'an’ın evinde şahid olduğum andı bozup da kızıl tüylü develere nail olmam bana ondan daha sevgili değildir. Eğer ben ona çağrılsaydım, icâbet ederdim" buyurdu. [157]
Bu, hılfulfuduldur.
MuhaMMed İbn Amr şöyle demiştir: Bu hılfı (andlaşmayı) Haşim oğullarından daha önce yapan birisi bilinmemektedir.

163-) AbdurRahmân İbn Avf Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: "Çocukken amcalarımla birlikte Hılfulfudul'da bulundum. O andı bozup da kızıl tüylü develere nail olmam, bana ondan daha sevgili değildir." [158]
Muhammed İbn Habİb el-Haşimİ bu andlaşmanın Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem vahiy gelmeden beş yıl önce olduğunu zikretmiştir. [159]


RASÛLULLAH, PEYGAMBER OLMADAN ÖNCE NASIL İBÂDET EDERDİ?.:

Rasûlulllah sallallahu aleyhi vesellem çocukluğunda, putlardan nefret ederdi. Onlara dönüp bakmazdı. Akrabaları, kendileriyle birlikte onların yanına gitmesini isterler, O da bunu yapmaz, putlara yaklaşmaz ve onları kınardı.

164-) İbn Abbas şunu rivâyet etti: “Ummu Eymen bana şöyle anlattı: “Buvane Kureyşlilerin gelip saygı gösterdikleri ve taptıkları bir puttu. Onun yanında başlarım traş ederler yine onun yanında bir gün, gece oluncaya kadar kalırlardı. Senede bir gün böyle yaparlardı. Ebu Talib de kavmiyle birlikte oraya gelir. Rasûlullah'a, bu bayrama, kavmiyle birlikte gelmesini söylerdi. Hatta Ebu Talib'in ona kızdığını, halalarının da çok kızdıklarını ve ona: “İlâhlarımızdan uzak durduğun için sana bir zarar gelmesinden korkuyoruz, Mahammed! Sen kavminin bayramına gelmek ve onların topluluğunu kalabalıklaştırmak istemiyorsun” deyip durduklarını gördüm.
Ona devamlı ısrâr ettiler, nihâyet gitti. Biraz onların, gözlerinin önünden kayboldu. Sonra korku ve dehşet içinde döndü. Halaları ona:
- “Neyin var?” diye sordular. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Bana, birşeyler olmasından (cin veya şeytan çarpmasından) korkuyorum" dedi. Halaları:
- “Allah, seni asla şeytanla denemez. Sende, iyi hasletler var. Gördüğün şey nedir?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- “Putlardan birine yaklaşır yaklaşmaz karşıma uzun boylu beyaz bir adam çıkıp: "Geri çekil MuhaMMedi Ona dokunma diye bağırıyor!." dedi. [160]
Ummu Eymen: “Onların bayramına gider gitmez ona sallallahu aleyhi vesellem bildi¬rildi” dedi.

165-) Muhammed İbn Amr'ın şeyhleri şunu söylediler: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Bahîra'ya: “Bana, Lât ve Uzza'ya yemin ederek sorma. Vallahi, onlardan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmedim" demiştir. [161]

166-) AhMed İbn Hanbel şöyle rivâyet etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kavminin dini üzereydi diyen kötü söz söylemiş olur. O, dikili taşlar adına kesilenleri yemeyen birisi değil miydi?

167-) Ebu'l-Vefâ Ali İbn Akü şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, peygamberlik gelmeden ve kendisene vahiy inmeden önce, ona göre İbrahîm'in şeriatinden olması uygun olanları yaşıyordu.
Peygamberlik gelmeden önce, kendinden öncekinin şeriatiyle mi ibâdet ediyordu?”

Bu konuda iki rivâyet vardır:
Birincisi: O, kendisine vahyedilmek yoluyla, onların cihetlerinden, onların ilimleriyle ve onların indirilmiş kitablarıyla değil, kendisine vahiy gelmesi şekliyle kendinden önceki sahih şeriatlerle ibâdet ediyordu. Ebu'l-Hasen et-Temîmî bu görüşü tercih etmiştir. Bu, Ebu Hanife taraftarlarının da görüşüdür.
İkincisi: O, kendi şeriatinde kendisine vahyedilenin dışında hiçbir şeriatle ibâdet etmiyordu. Bu da, Mutezile ve Eşariyye'nin görüşüdür.

Şafii taraftarlarının da iki görüşü vardır: Onun kendinden öncekinin şeriatiyle ibâdet ettiğini söyleyenler şunda ihtilâf etmişlerdi: Hangi şeriatle' ibâdet ediyordu. Bazıları: Özellikle İbrahîm'in şeriatiyle demektedir ve Şafii de bu görüştedir.
Onlardan bir kısmı, onun bizim şeriatimizde kaldırılanı hariç Musâ'nın şeriatiyle ibâdet ettiği görüşündedirler.
AhMed İbn Hanbel'in sözünden anlaşılanda şudur: O, kendinden önceki peygamberin şeriatinde neshedildiği sabit olmayan sahih her şeyle ibâdet ediyordu. ALLAHu zü’L- CELÂL'ın şu sözü buna delâlet eder: "İşte o Peygamberler Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy." [162]
İbn Kuteybe: Araplar daima İsmâil'in dininin kalıntıları üzerindeydiler.
Bu kalıntılardan bazıları şunlardır: Beyti haccetmek, sünnet olmak, üç defâ olduğunda talakın düşmesi (boşanmanın gerçekleşmesi), bir ve iki defâ boşamada, kocanın ricat (dönme) hakkı olması. Bir kişinin diyetinin yüz deve olması, cünüblükten dolayı gusül abdesti almak, kan akrabalığı ve evlilik yoluyla meydana gelen akrabalık sebebiyle mahrem olanlarla evlenmenin haram kılınması.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz. İsmâil'in dinindekiler gibi Allah'a iman ediyor, sünnet olma, gusletme ve haccetme konusunda onların esaslarıyla amel ediyordu.
Allah Teâlâ "Sen kitab nedir, iman nedir, bilmezdin" [163] sözüyle: “Sen İslâm'ın esaslarını bilmezdin” mânâsını kasdetmektedir. Bununla Allah'ı ikrar demek olan imanı kasdetmemiştir. Çünkü müşrik olarak ölen ataları Allah'a iman ediyorlar, müşrik olmalarına rağmen onun için haccediyorlardı. [164]


YİRMİ YAŞINDAYKEN RASÛLULLAH'a MELEKLERİN GELMESİ ve BUNU AMCASI EBU TALİB'E SÖYLEMESİ.:

168-) Abdullah İbnu'z-Zubeyr; Ubeyd İbn Umeyr'e Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem Peygamber olarak gönderilmesi konusunda bir soru sordu. O da şöyle cevab verdi: “Sana Rasûlullah’ın ashabından ve zevcelerinden an¬latıyorum, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yirmi yaşlarındayken amcası Ebu Talib'e şöyle diyerek yakındı:
- "Amca! Bir kaç geceden beri, yanıma, iki arkadaşıyla birlikte birisi geliyor. Bana bakıp birbirlerine: “Bu, O’dur. Fakat daha dâvet zamanına erişmedi. Eğer senin görüşün onlardan susan birinin görüşü gibiyse, bu durum beni korkutuyor." Ebu Talib:
- “Yeğenim! Korkulacak bir şey yok. Herhalde sen rüyâ gördün, dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem tekrar Ebu Talib'in yanına gelip:
- "Amca! Sana anlatmış olduğum adam beni yakalayıp elini karnımın içine soktu. Hatta şu anda bile onun elinin soğukluğunu hissediyorum" dedi.
Amcası onu, Mekke'de doktorluk yapan ehli kitabtan birisine götürdü. Yeğeninin başından geçenleri ona anlattı ve: “Bunu iyileştir” dedi.
Doktor onu yatırdı, kaldırdı, ayaklarını kontrol etti, iki omzunun arasına baktı ve şöyle dedi: “Abdulmenâf in oğlu! Senin bu oğlun, tertemiz ve sağlamdır. Onda, hayır alâmetleri vardır. Yahudiler bunu ele geçirirlerse, Öldürürler. Bunun gördükleri, şeytan değil, fakat peygamberlik için kalbleri araştıran meleklerdendir.
Döndükten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir süre hiçbir şey hissetmedim. Sonunda rüyâmda bir adam gördüm. Elini omuzlarımın üzerine koydu. Sonra elini sokup kalbimi çıkardı. Sonra şöyle dedi:”Temiz bir bedende temiz bir kalb. Onu tekrar yerine koydu ve ben de uyandım" dedi.
Daha sonra şöyle dedi: "Uyurken, rüyâmda, içinde bulunduğum evin tavanının tahtasını söktüm, gümüş bir merdiven getirdim. O merdivenden benim yanıma iki adam indi. Birisi bir tarafıma, diğeri de öbür tarafıma oturdu. Yandan kaburga kemiğimi açtı. Kalbimi çıkardı ve: “Kalbi ne iyi kalb, salih bir adamın ve tebliğ edici bir peygamberin kalbi” dedikten sonra kalbimle kaburga kemiğimi tekrar yerine koydular. Sonra merdivenden yukarı çıktılar. Uyandığımda tavan eski halindeydi. Hadice'ye yakındığımda: “Allah sana hayırdan başkasını yapmaz” dedi." [165]


RASÛLULLAH’ın KOYUN GÜTMESİ.:

169-) Ebu Hureyre, Rasûlüİlah'ın sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
- "Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur." Ashab:
- “Sen de mi güttün?” diye sorunca:
- "Evet. Kararit'ta Mekke'lilerin koyunlarını güderdim" diye cevab vermiştir. [166]
Suveyd İbn Saîd: “Kırat karşılığında her koyunu güderdim” mânâssına gelir” demiştir.
İbrahîm el-Harbî: Kararit, bir yer adıdır. Bununla gümüş kıratları kasdetmemiştir.
İbn Akıl de şöyle demiştir: “Çobanın idâre etmek için halka karşı müsamahakâr ve rahat olması gerektiğine ve peygamberlerde milletleri ıslaha müsait olduklarına göre, bu onlar hakkında güzel bir şeydir. [167]


RASÛLULLAH'ın PEYGAMBER OLMADAN ÖNCE TİCARETLE MEŞGUL OLMASI.:

170-) Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem, İslâm gelmeden önce es-Saib onun ticarî ortağıydı.
Mekke'nin fethi günü, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem yanına geldi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
- "Merhaba kardeşime ve ortağıma! Sen, ne fitne ve fesad yollarına sapar, ne de boş yere münakaşa ederdin" demiştir. [168]


RASÛLULLAH'ın, HZ. HADİCE'nin TİCARET KERVANIYLA TEKRAR ŞAMA GİTMESİ.:

171-) Ya'la İbnınunye'nin kızkardeşi Nefîse Bint Munye anlatmiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yirmibeş yaşına gelince, Ebu Talib ona: “Ben malı olmayan bir adamım. Zamanın, üzerimize çöken sıkıntısı son noktaya ulaştı. İşte, kavminin ticaret kervanı, Şam'a gitmeye hazırlanmış bulunuyor. Hadîce Bint Huveylid, mallarının başında kavminden bazı adamlar gönderecek. Gidip dileğini ona arzedecek olursan, seni mutlaka kabul eder.”
Hadice, Ebu Talib'le yeğeni arasında geçen konuşmayı duyduğunda, bu hususta ona haber gönderip: “Sana, kavminden hiç kimseye vermediğim ücretin iki katını vereceğim” dedi.
Ebu Talib: “Bu, Allah'ın sana gönderdiği bir rızıktır” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hatice'nin kölesi Meysere'yle birlikte yola çıktı. Rasûlullah’ın amcaları, kervandakilere, onunla ilgilenmelerini tavsiye ettiler.
Nihâyet onlar Şam topraklarındaki Busrâ'ya vardılar. Rasûlullah'la Meysere bir ağacın gölgesine indiler. Rahib Nastura:
- “Şimdiye kadar, bu ağacın altına, Peygamberden başkası inmemiştir” dedi. Meysere'ye: “Onun gözlerinde hiç gitmeyen bir kırmızılık var mı?” diye sordu. Meysere:
- “Evet” dedi. Rahib Nastura:
- “Bu bir peygamberdir. O, peygamberlerin sonuncusudur” dedi.
Daha sonra mallarını sattı. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem alış-veriş yaptığı adamla aralarında anlaşmazlık çıktı. Adam ona: “Lât ve Uzza adına yemin et” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ben, şimdiye kadar onlar adına hiç yemin etmedim. Onların yanından da yüzümü çevirerek geçerim" dedi.
Adam: "Doğrusu senin söylediğin sözdür, dedi. Daha sonra Meysere'ye: “Vallahi, bu zât Peygamberdir. Bizim âlimlerimiz kitablarında onun vasıflarını buluyorlar” dedi.
Meysere, öğle sıcağının arttığı zamanlarda, Rasûlullah'ı iki meleğin, güneşten gölgelediklerini gördü ve bunların hepsini aklında tuttu.
Mallarını sattılar ve daha önceki satışlarından bir kat daha fazla kazandılar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem öğlenin en sıcak saatinde Mekke'ye girdi. Hadice oturdukları evin üst katındaydı. Devesinin üzerindeki Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem iki meleğin gölge yaptıkların gördü. Onu kadın, arkadaşlarınada gösterdi. Hepsi de hayret içinde kaldılar.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hazreti Hadice'nin yanına gitti. Malların satışından ne kazandıklarını ona haber verdi. Hadice buna sevindi.
Meysere, Hz. Hadice'nin yanına gelince gördüklerini ona anlattı ve: “Şam'dan çıkışımızdan itibâren onu seyrettim” dedi. Ayrıca Rahib Nasturanın ve alış-veriş yaparken münakaşa yaptığı kimseye söylediklerini de Hadice'ye anlattı. [169]


RASÛLULLAH’ın HADÎCE’yle EVLENMESİ.:

172-) Nefise Bint Munye anlatmaktadır:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Şam dönüşünde, Hadîce, evinin en üst katındayken Mekke'ye girdi. Ona gölge yapan iki meleği gördü. O, sağlam karekterli bir kadındı, Hadîce, o sırada, Kureyş kadınlarının soyca en üstünü, onların en zenginiydi. Kavminin her erkeği elinden gelse onunla evlenmek isterdi. Kavminin erkekleri ona dünür olmuşlar ve onun, uğrunda mallarını sarf etmişlerdi.
MuhaMMed, Şam'dan döndükten sonra (kendisiyle evlenip evlenmeyeceğini) anlamak için beni ona gönderdi. Ben:
- “MuhaMMed! Seni, evlenmekten alakoyan nedir?” diye sordum.
- "Elimde evlenecek param yok" dedi. Ben:
- “Mâdem öyle, sen güzelliğe, mala, şerefe ve denkliğe dâvet olunsan icâbet etmez misin?” dedim. Peygamber:
- “Kim bu kadın?” dedi.
- “Hadîce” dedim
- “Peki, bu, benim için nasıl olabilir?” dedi. Ben:
- “Orası benim üzerime vazifedir” dedim. Peygamber:
- “O halde ben de dediğini yapmağa, hazırım” dedi.
Gidip durumu Hadice'ye haber verdim. “Şu saatte gel” diye Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem haber gönderdim. Hadice'nin amcası Amr İbn Esed'e de onun nikâhım kıyması için haber gönderdim.
Amr İbn Esed geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem amcalarının arasında ol¬duğu halde gerdeğe girdi. Rasûlullah Hadice'yle kendisi yirmibeş, Hadice'de kırk yaşındayken evlendi.
Hadice'yi babasının evlendirdiği rivâyet edilmiştir. Bu doğru değildir. Çünkü Hadice'nin babası Ficar'dan önce ölmüştü.
Ebu'l-Huseyn İbn Faris, Ebu Talib'in o gün şöyle bir konuşma yaptığını söylemiştir:
“Bizi, İbrahîm'in zürriyetinden, İsmâil'in neslinden, Maadd'in madeninden ve Mudar'ın aslından yaratan Allah'a hamdolsun! O, bizi Beyt'inin bakıcısı, Harem'inin idârecisi yaptı. Bize haccedilecek bir Beyt ve içinde emniyet ve huzur duyulacak bir Harem verdi. Bizi, böylece, halkın idârecileri yaptı.
Bu yeğenim MuhaMMed İbn Abdullah'la kim tartılsa MuhaMMed ona üstün gelir. Malı az olsa da, mal nedir ki?. Mal, geçici bir gölgedir. Eğreti birşeydir. MuhaMMed, akrabalık (soyluluk) derecesini bildiğiniz kimsedir. O, şimdi kızınız Hadice Bint Huveylid'le evlenmeyi arzu etmektedir. Ona, benim malımdan şu kadar mehir vermiştir. Vallahi, bundan sonra onun büyük bir haberi ve çok önemli bir durumu olacaktır.”
Böylece Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hadice'yle evlendi.
Hadice'nin Varaka İbn Nevfel'le adı çıkmıştı. Fakat aralarında nikâh akdedilmemişti. Daha önce onunla Ebu Hale evlenmışti. Onun adı Hind'di. Onun Mâlik İbnu'n- Nebbaş olduğu da söylenmiştir. Hadice'nin Ebu Hale'den Hind ve Hale adında iki erkek çocuğu olmuştur. Hadice, Ebu Hale'den sonra Atık İbn Aiz el-Mahzumi'yle evlenmiş ondanda Hind isimli bir kız çocuğu olmuştur.
Bazıları Atık, Ebu Hale'den öncedir der. Daha sonra da onunla Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem evlenmiştir. Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem İbrahîm hariç bütün çocukları Hz. Hadîce'dendir. [170]


RASÛLULLAH'ın KÂBE'NİN YAPILIŞINDA (TÂMİRİNDE) BULUNINASI ve HACER-İ ESVED'İ ELİYLE KOYMASI.:

Beyt'in ilk yapılışı şöyledir: Allah Teâlâ Beyt-i Mamur'u indirdi. Onu Kâbe'nin yerine koydu. O, kırmızı yakuttu. Daha sonra yükseltildi. Âdem, onun yerine Beyt'i binâ etti. Daha sonra onu Âdem'in çocukları çamur ve taşla yaptılar. Nuh (aleyhisselâm), zamanında su altında kaldı. Onun yeri Halil (İbrahîm) yapıncaya kadar sellerin ulaşamadığı bir tepe olarak kaldı. Ondan'sonra AMâlika yaptı. Arkasından onu Curhum yaptı. Sonra da Kureyş yaptı.

173-) Talha şöyle anlattı: “İlk yıkılışında Beyt'te üzerine yazı yazılmış bir taş bulundu. Bir adam çağırıldı. Âdem taştaki yazıyı okudu Şunlar yazılıydı: “Sevgili, şanı yüce, sebâtkâr, hakikati delille isbat eden seçkin kulun. O, Mekke'de doğacak, Taybe'ye hicret edecek. Eğri olan milleti düzgün hale getirmedikçe O gitmez. O, Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet edecek. Onun ümmeti çok hamd edenlerdir. Onlar, her tepede Allah Teâlâ'ya hamd ederler. Bellerine izar sararlar. Kol ve bacaklarını temizlerler (abdest alırlar).”
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem otuzbeş yaşına erişince, Kureyş Kâbe'yi yıkıp yeniden yaptı. Çünkü seller yüzünden tahrib olmuştu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem da onlarla birlikte taş taşımıştı. Duvarlar örülüp Hacer-i Esved'in konulacağı yere ulaşıldığında, Kureyş kalibeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile onu biz koyacağız diyordu. Nihâyet çarpışma için hazırlık yaptılar. Abduddar oğulları, ortaya içi kan dolu bir çanak getirdiler. Ellerini, içi kan dolu çanağa hatırdılar. Ölünceye kadar çarpışmak üzere andlaştılar. Bundan dolayı onlara "Kan yalayıcıları" adı verildi.
Kureyşliler birkaç gece bu halde kaldıktan sonra oturup aralarında konuştular. Kureyş'in başı olarak Ebu Umeyye İbnu'l- Muğire: “Bu mescidin kapısından ilk girecek olanı, aranızda hakem yapın!” dedi.
İçeriye ilk giren Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem oldu.
O'nu görünce: “İşte bu el-Emîn, razıyız ona!” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yanlarına gelince, meseleyi ona anlattılar. O da: "Bir örtü getirin" dedi. Örtü getirildi. Hacer-i Esved'i alıp eliyle örtünün içine koydu. Sonra: "Her kabile, örtünün birer ucundan tutsun ve hep birden, onu, yukarı doğru kaldırın" dedi. [171] Hacer-i Esved'in konulacağı yerin hizasına geldiklerinde, onu eliyle yerleştirip üzerine duvar örmeğe devam etti.
Peygamberlik gelmeden önce Rasûlullah'a sallallahu aleyhi veselleme “el-Emîn” adını vermişlerdi. [172]]


Resim

NOTLar.:

[154] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/290.
[155] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 114-115.
[156] Beyhakî, Sûnenu'l-Kubra, VI/167; Tefsîrü'l-Kurtubî, VI/33; X/169; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nıhaye H/291.
[157] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/82.
[158] İmam AhMed Ibn Hanbel, Musned, 1/190.
[159] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 115-117.
[160] Ebu Nuaym, Detaılu'n-Nubuvve, I/58, 59; Ibn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/103.
[161] 120 nolu dipnotta kaynağı belirtilmiştir.
[162] En'am Suresi, 90.
[163] Şura Suresi, 52.
[164] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 118-119.
[165] Bu haber doğru değildir. Kastalani buna şu sözüyle işaret etmiştir: Denildiğine göre, yirmi yaşındayken beşinci defa göğsünün yarıldığı rivayet edilmiştir. Sabit değildir. Ancak sabit olmaya yakın olarak zikredilmiştir. (EI-Mevahİb, 1/153) Basılanın dipnotundan. Şakk-ı Sadr (göğsün yarılması) olayı şuralarda geçmektedir: Tabakatu ibn Sa'd, 1/112; Bey-hakî, Delâilu'n-Nubuvve, 1/153; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 111; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/275; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/176; Suyutî, Hasaısu'l-Kubra, I/54. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 120.
[166] Buharî, Sahih, 111/116; İbn Sa'd, Tabakatul-Kubra, 1/80; İbn Kesir, el-Btdaye ve'n-Nİhaye, M/295; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/55; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/65; Ibn Mace, Sünen, hadis: 2149.
[167] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 121.
[168] imam AhMed İbn Hanbel, Musned, IH/425; Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir, VII/165; İbn Ebî Şeybe, Musannef, XIV/505; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 1/194. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 121.
[169] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/83, 101; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, I/54; Tarıhu İbn Asakır, I/274. AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 121-122.
[170] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 123-124.
[171] Tefsîru İbn Kesir, I/263.
[172] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 124-125.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

İKİNCİ BÖLÜM


Resim

RASÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in PEYGAMBER OLUŞU.:

Görülmeyen Kimselerin Çıkardıkları Sesler.:


174) En-Nadr İbn Sufyan el-Huzelî babasının şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
Şam'a gitmek üzere yola çıktık. Geceleyin Ez-Zerka'yla Maân arasında, mola verdiğimiz esnada, ansızın (gökle yer arasındaki) bir süvari: “Ey uyuyanlar! Acele edin. Şimdi uyuma vakti değil, AhMed çıktı. Cinleri tamamen kovdu!.” dedi.
Biz, bir arkadaş grubu olarak, korktuk. Hepsi de bunu duymuştu. Bizler âilelerimizin yanına döndük. Onlar da bize Mekke'de Kureyş'le, adı AhMed olan, Abdulmuttalib oğullarından çıkan bir peygamber arasında çıkan anlaşmazlıktan bahsediyordu.

175-) Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî şunu anlattı:
Ömer İbnu'l- Hattab, mescidde otururken, birisi onun yanından mescidin gerisine gitti. Bir adam:
- “Mü’minlerin emiri! Geçeni tanıyor musun?” dedi. Ömer:
- “Kim o?” dedi. (O adam şöyle dedi:)
- (Bu), Sevad İbn Kârib'tir. Şeref ve mevkisi olan Yemenli birisidir. Peygamberin ortaya çıkışım haber vermek üzere kendisine cin gelen kimsedir. Ömer:
- “Onu bana getir” dedi. Onu çağırdı ve: “Sen Sevad İbn Kârib misin?” dedi.
- “Evet” diye cevab verdi. Ömer:
- “Sen, cinin sana, Rasûlullah’ın ortaya çıkacağı haberini getirdiği kimse misin?” dedi. Sevad:
- “Evet” dedi. Ömer:
- “Sen, hâlâ kâhin misin?” dedi. Sevad çok kızdı ve:
- “Mü’minlerin emiri! Müslüman olduğumdan beri hiç kimse beni kâhin olarak görmedi” dedi. Ömer:
- “Subhânellah! Vallahi, bizim daha önce şirk üzerinde olmamız senin daha önce kâhin olmandan daha büyüktür. Sen bana cinin Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem zuhur edeceği haberini getirip getirmediğini söyle” dedi. Sevad:
- “Mü’minlerin emîri! Cin bana o haberi getirdi. Bir gece uyurken, ansızın birisi bana gelip ayağıyla vurdu ve şöyle dedi:
“Kalk! Sevad İbn Kârib! Düşün ve anla! Eğer düşünüyorsan! Luey İbn Galib'in soyundan Allah'a ve ona ibâdet etmeğe dâvet eden bir peygamber gönderilmiştir. Sonra şu şiiri söylemeğe başladı:
“Cinlerin haber araştırmalarına ve develere palan vurmalarına şaştım.
Onlar doğruyu aramak üzere hızlı Mekke'ye giderler. Cinlerin iyileri kötüleri gibi değildir.
Sen Haşim (oğullarının) iyisine git gözlerinle başına kadar yüksel.
Onun söylediklerine aldırmayıp: Bırak da uyuyayım. Akşama kadar uykusuz bir halde dolaştım.
İkinci gün yine gelip ayağıyla bana vurduktan sonra: Ey Sevad İbn Kârib! Ben sana, kalk! Düşün ve anla! Eğer düşünüyorsan! Luey İbn Galib'in soyundan Allah'a ve ona ibâdete çağıran bir peygamber gönderilmiştir, dedi. Sonra cin şu şiiri söylemeğe başladı:
Cinlerin araştırıcılıklarına ve develere palan vurmalarına şaştım. Onlar doğruyu aramak üzere hızla Mekke'ye giderler. Cinlerin doğru o-lanları yalancıları gibi değildir. Sen, Haşim oğullarının hayırlısına git. Onların öncekileri sonrakileri gibi değildir.
Söylediklerine hiç aldırmadan: “Bırak da uyuyayım, gündüz, akşama kadar uykusuz bir halde dolaştım.
Üçüncü gece, yine gelip ayağıyla bana vurduktan sonra: “Ey Sevad İbn Kârib! Ben sana demedim mi? Kalk, düşün ve anla! Eğer düşünüyorsan! Luev İbn Galib'in soyundan, Allah'a ve ona ibâdete çağıran bir peygamber gönderildi, dedi ve cin şu şiiri söylemeğe başladı:
“Cinlerin haberlerine ve develere palan vurmalarına şaştım.
Onlar, doğruyu aramak üzere hızla Mekke'ye giderler. Cinlerin inananları kâfirleri gibi değildir.
Hâşim oğullarının, tepeleriyle taşları arasında olan hayırlı kişiye git:
Kalbime İslâmın sevgisi düştü ve onu arzu ettim. Sabah olunca yolculuk için hazırlık yaptım ve Mekke'ye gitmek üzere yola düştüm.
Daha yoldayken, bana Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem Medine'ye hicret ettiği haber verildi.
Medine'ye geldim. Peygamber'in nerede olduğunu sordum. Bana, mescidde olduğunu söylediler. Mescide vardım. Devemi bağladım. Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem etrafının cemâatla sarılmış olduğunu gördüm ve: “Sen, benim söyleyeceklerimi dinler misin? Yâ Resûlullah!” dedim. Ebu Bekr'e:
- "Onu yaklaştır, yaklaştır" dedi. Tam önüne gelip:
- “Konuşmamı dinle, ya Rasûlullah!” dedim. O:
- “Gel. Sana cin gelme meselesini bana da anlat” dedi. Ben de şu şiiri söyledim:
- “Bana, biraz yatıp uyuduktan sonra bir cin geldi. Başımdan geçenleri anlatırken yalan söylemiyordum.
Üç gece, hep o konuşup durdu. Sana Luey İbn Galib (soyundan) bir elçi geldi.
Paçaları sıvayıp hemen işe giriştim. Güçlü deve, beni çöllerde dolaştırdı.
Allah'tan başka Rab olmadığına ve senin her gaib hakkında güvenilen birisi olduğuna şehâdet ederim.
Yine senin gönderilenler arasında Allah'a yakın vasıta olduğuna şehâdet ederim. Ey en kerimlerin ve en iyilerin oğlu!
Ey en hayırlı Peygamber! Sana geleni bize emret. Gelenler saçların beyazlığından bahsetse bile. Sevad İbn Karib'e senden başka, fayda verecek şefâatçinin bulunmadığı günde bana şefâatçi ol.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve ashabı benim müslüman oluşuma çok sevindiler. Onların sevinçleri yüzlerinden okunuyordu.
Ömer atlayıp yanıma geldi ve:
- “Ben senden bunu dinlemek istiyordum. (Senin cinin, bugün de gelecek mi?)” dedi. O:
- “Kur’ÂN okuduğumdan beri hiç gelmedi, Cin'in yerine Allah'ın kitabı ne iyi bedeldir” dedi. (135),

176-) Câbir şöyle anlattı:
Medine'ye gelen ilk haber şudur; Bir kadının kuş sûretinde cinden bir tâbisi vardı, O, duvarın üzerine düştü, Kadın: Niçin gelmedin? Sen bize haber veriyordun, biz de ona haber veriyorduk, dedi. Cin; “Bize şimdiki yaptıklarımızı meneden ve zinâyı haram kılan kimse çıkmış” dedi.

177-) Ali İbn Huseyn anlattı;
Neccar oğulları kabilesinden, Fatıma Bintu'n-Nu’man adlı bir kadının, cinden bir tâbii vardı.
Cin daha önce o kadına gelirdi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hicret ettiğinde, duvarın üzerine düştü, Kadın: “Ne oldu? Daha önceki gibi niye gelmedin?” dedi.
Cin; “Zinâ ve şarabı yasak eden geldi” diye cevab verdi.

178-) Ebu Hureyre şunu rivâyet etti;
Hureym İbn Fatik, Ömer İbnu'l- Hattab'a: “Nasıl müslüman olduğumu sana anlatayım mı?” dedi.
Ben, bazı develerimi ararken, ansızın buluttan gök gürlemesi sesi duyulması ve şimşek çakmasıyla birlikte gecenin karanlığına burundum. Avazımın çıktığı kadar şöyle bağırdım;
- “Bu vâdinin sefihlerinden, azîzine sığınıyorum. Birden bire, görünmeyen birisi bana şöyle seslendi:
- “Ey genç! Celâl, şeref, iyilik ve lütuf sahibi olan Allah'a sığın! Enfâl'dan bazı âyetleri oku. Bir Allah'a inan, övünme. Ben de şöyle söyledim;
- Ey seslenen! Söylediğin şey, sana göre, doğru olan yoksa saptırıcı birşey midir? Bize, Senin gittiğin yolun hangisi olduğunu açıkla.
O ses, şöyle dedi;
- Bu, hayırlar sahibi Allah'ın Rasûlü'dür. O, cennetlere ve kurtuluşa dâvet ediyor. O, oruç ve namazı emrediyor ve insanları kötü şeylerden çekip çıkarıyor.

179-) Abdullah el-Umanî şöyle anlatmıştır;
Aramızda Mazin İbnu'l-Gadûbe adlı bir adam vardı, (Uman'ın semâya adlı köyünde) bir puta hizmet ediyordu. Bazı kabileler de ona saygı gösteriyorlardı. Bir gün putun yanında, kurban olarak bir koyun kestik, Arkasından puttan bir ses duydum. Şöyle diyordu:
“Mazin! Dinle de sevmesin. Hayır ortaya çıktı, Şer de gizlendi. Mudar'dan bir peygamber (Allah'ın en büyük diniyle) gönderildi. Taştan yontulan şeyi bırak ki, cehennemin ateşinden kurtulasın.
Bundan çok korktum. Birkaç gün sonra bir koyun daha kestik. Bu defâ da puttan gelen şu sözleri işittim. Bana gel, bana gel de, bilmediğin şeyleri duy, Bu, bir peygamberdir. İndirilen hakkı getirmiştir. Yakıtı taşlar olan yakıcı ateşin sıcaklığından kurtulman için ona inan.
Kendi kendime; Bu, çok tuhaf ve benim için bir iyilik kastediliyor, dedim. Yanımıza Hicazlı birisi geldi. Ona:
- “Oralarda ne var ne yok?” dedim. O:
- “MuhaMMed adlı birisi çıktı. Yanına gelene: "Allah'a dâvet eden kimseye icâbet edin" diyor, dedi. Ben:
- “İşte bu duyduğum şeyin haberi” dedim.
Puta koşup kırdım. Hayvanıma bindim, Nihâyet Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem geldim. Bana İslâm'ı açıkladı ve ben de müslüman oldum. [1]

180-) Has'amlı birisi anlattı: Araplar putları aralarında hakem yaparlardı. Biz, bir gece bir putun yanındaydık. Aramızda anlaşamadığımız bir mesele hakkında o puta başvurmuştuk. Ansızın birisi şöyle seslendi:
“Ey beden sahibi insanlar! Hüküm vermesi için putlara baş vuranlar! Hayallerinizi darmadağın edenle aranız nasıl? Bu, yaratıkların efendisi olan peygamberdir. O, hüküm vermede hakimlerden daha adildir. O, nurdan ve islâm'dan bahseder. İnsanları günahlardan çekip çıkarır. O, haram olan beldede ortaya çıkar.
Ondan korkup yanından ayrıldık. Bu şiir söz haline geldi. Nihâyet, bize Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem Mekke'den çıkıp Medine'ye geldiği haberi ulaştı. Bunun üzerine ben de gelip müslüman oldum.

181) Temim ed-Darî anlatmaktadır:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem gönderildiğinde, ben Şam'daydım. Bir ihtiyacımı temin etmek için yola çıktım. Yolda gece oldu. Kendi kendime: “geceleyin, bu vâdide büyük bir himâyedeyim” dedim.
Yatağıma girer girmez, kendisini görmediğim birisi bana şöyle seslendi: “Allah'a sığın! Cinler, Allah'ın himâyesinde olan birisim himâye edemez. Allah'ın Rasûlü Emin elçi çıkmıştır. Biz Hacun'da onun arkasında namaz kıldık, müslüman olduk ve ona tâbi olduk. Artık cinlerin tuzak ve hileleri gitti. Onlara yakıcı taşlar atıldı. Sen, âlemlerin Rabbi-nin elçisi MuhaMMed'e git ve müslüman ol.
Sabah olunca, Eyyub manastırına gittim. Bir rahibi sordum: Ona başımdan geçenleri anlattım. Rahib: Onlar seni tasdik ettiler. O, Harem'den çıkacak ve peygamberlerin en hayırlısıdır. Onun önüne kimse geçemez, dedi.
Yolda bir takım zorluklara katlanarak Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem’e geldim. [2]

182-) Huveylid ed-Damrî'den şöyle rivâyet edilmiştir:
Bir putun yanında oturuyorduk. Ansızın putun içinde birinin şöyle haykırdığını duyduk: Vahye kulak hırsızlığı yapmak kalktı. Mekke'nin peygamber'i sebebiyle ateşten taşlar atılmıştır. O peygamber'in adı AhMed'dir. Hicret edeceği yer Yesrib'tir. O, namazı, orucu, iyiliği ve akrabalara ilgi göstermeyi emreder.
Hemen putun yanından kalktık. Sorduk, soruşturduk. Bize: Adı AhMed olan Mekke'deki peygamber çıktı diye cevab verdiler..

183-) Cubeyr İbn Mut'im'den rivâyet edilmiştir:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Peygamber olarak gönderilmeden bir ay önce Buvane'de bir putun yanında oturuyorduk. Bir deve kestik. Birden bire, putun içinden birisi şöyle haykırmağa başladı: Şu garib şeyleri dinleyin: Vahye kulak hırsızlığı yapmak gitti. Adı AhMed olan Mekke'deki bir peygamber için ateşten taşlar atıldı. O, peygamber Yesrib'e hicret edecek. Biz merakla bekledik. Nihâyet Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem çıktı..

184-) El-Abbas İbn Mirdas anlattı:
Babam ölüm döşeğindeyken bana "Damar" adlı bir putu saklamamı vasiyet etti. Onu bir eve getirip koydum. Her gün bir defâ ona gelip ziyâret ediyordum.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çıkınca, gece yarısı beni korkutan bir ses duydum. Yardım dilemek üzere "Damar"a koştum. Birden bire onun içinden birisinin şöyle seslendiğini duydum:
Suleym Kabilesinin tamamına söyle: İnsanlar helâk oldu. Câmidekiler sağ kaldı.
Damarda helâk oldu. Bir zamanlar Peygamber MuhaMMed'e kitab gelmeden önce ona ibâdet ediliyordu.
Meryem'in oğlundan sonra, peygamberlik ve hidâyet kendisine geçen kişi hidâyettedir.
Bunu halktan sakladım. İnsanlar Ahzab'tan (Hendek savaşından) dönünce rüyâmda şunları söyleyen bir ses duydum: Salı günü düşen nur, kulağı yarık devenin sahibiyle birliktedir.
Bunun üzerine Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem’e gittim ve müslüman oldum. [3]

185-) Raşid İbn Abdi Rabbih'ten rivâyet edilmiştir:
Suva' denilen put Muallat'taydı. Huzeyl'lilerle, Suleym Kabilesine bağlı Zufer oğulları ona taparlardı.
Zufer oğulları, Raşid İbn Abdi Rabbih'i Suleymlilerin hediyesini götürmesi için Suva'a gönderdiler.
Raşid anlatır: Onu getirip sabahleyin Suva'dan önce bir putun önüne attım. Ansızın putun içinden birisi şöyle haykırdı: Abdulmuttalib'in soyundan bir peygamber çıkmasına büyük hayret! O, zinâyı, ribayı (faizi) ve putlara kurban kesmeyi haram ediyor. Semâ beklenip korunmaya başladı. Bize ateşler atıldı.
Daha sonra başka bir putun içinden şu sesler geldi: Önceleri kendisine tapılan Damar putu terkedildi. Artık peygamber MuhaMMed çıktı. O, namaz kılan, zekâtı, orucu, iyilik etmeyi ve akrabaları gözetmeyi emreden bir peygamberdir.
Daha başka bir putun içinden şu sözler geldi:
Meryem'in oğlundan sonra:
Peygamberlik ve hidâyet kendisine geçen Kureyşli hidâyettedir.
O, geçmiştekiler! ve yarın olacakları haber veren peygamberdir.
Sabahleyin, Suva’ putunun çevresindeki şeyleri yalayan ve hediye edilenleri yiyen ve sonra işemek üzere putun üzerine çıkan iki tilki gördüm. Bunun üzerine şu şiiri söyledim:
Tepesine tilkilerin işediği şey Rab olur mu?
Tilkilerin üzerine işediği kimse zelîl ve aşağılıktır.
İşte o sıralarda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem peygamberliğini ilân etmişti. [4]


Vahşi Hayvanların Rasûlullah’ın Peygamberliğini Bildirmeleri.:

186-) Ibu Amr el Huseli anlatmaktadır:
Kabileme mensub bazı kimselerle birlikte, Suva' adlı bir puta geldik. Ona sunmak üzere kurbanlıklar da getirmiştik.
En enee, puta, semiz bir ineği yaklaştırıp onun üzerinde boğazladım, Futun İçinden bir ses duyduk. Şöyle diyordu: Ayak takımı arağında bir peygamberin çıkması ne tuhaf. O, zinâyı ve putlara kurban kesmeyi haram kılar Artık gök beklenir oldu ve bize alevler atıldı.
Biz dağılıp Mekke'ye geldik, Sorup soruşturduk. Bize MuhaMMed'in peygamber olarak çıktığını haber veren birisini bulamadık. Nihâyet Ebu Bekir es-Sıddik ile karşılaştık, Ben:
“Ebu Bekri Mekke'de, AhMed isimli Allah Teâlâ'ya ibâdete dâvet eden birisi çıktı mı?” dedim. Ebu Bekr:
“Ne var? Ne oluyor?” dedi. O'na olanları anlattım,
Ebu Bekr: “Evet çıktı. O, Allah'ın elçisidir” dedi,
Daha sonra bizi İslâm'a dâvet etti. Biz:
- “Kavmimizin yapacağı şeyi bekleyeceğiz” dedik.
Keşke o gün muslüman olsaydık. Daha sonra muslüman olduk..

187-) Mücahîd anlatmıştır: “Câhiliye devrini gören İbn Anbes adlı bir ihtiyar Rodos savaşı sırasında bana şunları anlattı:
Bizim âileye ait bir ineği sürerek götürüyordum, Onun içinden şöyle bir ses işittim: Ey Zureyh! Bir adam şöyle açık bir sözü haykırıyor; Lâ ilâhe illallah,
Mekke'ye geldik, Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem Mekke'de çıkmış olduğunu öğrendik.

188-) Ebu Hureyre anlatmıştır:
Bir kurt bir sürünün çobanına geldi ve sürüden bir koyun aldı, çoban onun peşine durup koyunu geri aldı. Kurt bir tepenin üzerine çıktı, Çömelip ağzını açtı ve şunları söyledi; Ben, Allah'ın bana verdiği rızk için geldim, Ama sen onu benden aldın.
Çoban: “Vallahi şimdiye kadar konuşan bir kurt görmemiştim” dedi.
Kurt da şöyle dedi: “Bundan daha acayibi iki siyah taşlı yer arasında bulunan hurma bahçelerindeki bir adam size geçmişte olanlardan ve sizden sonra olacaklardan haber veriyor.
Adam yahudiydi. Peygamber'e sallallahu aleyhi vesellem gelip başından geçenleri anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu tasdik etti ve şöyle dedi:
"Bu, kıyamet alâmetlerinden biridir. Adam çıkmak üzereyken, ayakkabıları ve kırbacı âilesinin kendisinden sonra ne yaptıklarını anlattı. [5]


Râsûlullah'ın Peygamber Olmadan Önce Gördüğü Peygamberlik Alâmetleri.:

189-) İbn Âbbâs şöyle der;
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke'de onbeş yıl kaldı, Bunun yedi yılında ışık ve nur görüp ses işitti. Sekiz yıl da kendisine vahiy geldi.

190-) Hz, Aişe anlatmıştır:
Rasûlullah'â sallallahu aleyhi vesellem vahyi başlangıçta uykuda sadık rüyâydı, O, hiçbir rüyâ görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi açıkça çıkmasın. Daha sonra kendisine halvet (yalnızlık) sevdirildi, Hıra'ya gider, orada ibâdet ederdi, Nihâyet kendisine hakkın emri ve melek gelinceye kadar bu böyle devam etti,

191-) Ebu Meysere'den rivâyet edilmiştir;
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dışarı çıktığında, birisinin kendisine! Ey MuhaMMed! diye seslendiğini duydu. Bunun üzerine koşa koşa Hadîce'ye geldi. Durumu Hadîce'ye anlatıp şöyle dedi
- "Hadîce! Aklıma birleyin karışmış olmasından korktum. Ben dışarı çıkınca, seslenen birşey duduyorum ama hiçbir şey göremiyorum, Bunun üzerine hemen koşa koşa oradan ayrılıyorum, Hadîce;
= Allah katiyen sana böyle birşey (kötü birşey) yapmam dedi.
Hadîce bunu ğMiee Ebu Bekr'e anlattı. Çünkü Ebu Bekr câhiliye devrinde Hz. Peygamberin arkadaşıydı. Ebu Bekr onun elinden tutup: “Haydi Varaka'ya gidelim” dedi, Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi Ne oluyor? Ne var? dedi. Ebu Bekr, Hadîce'nin anlattıklarım ona anlattı. Varaka'ya geldi. Ona da anlattı, Varaka ona!
- “Birşey görüyor musun?” diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem;
- "Hayır. Ancak yalnız kaldığımda seslendiğini duyuyorum, Hiç bir şey göremiyorum, Hemen oradan ayrılıyorum, Bir de bakıyorum, yine yanımda sesleniyor" dedi Varaka:
“Öyle yapma. Sesi duyunda sana söyleyeceği şeyi dileyinceye kadar orada kal” dedi,
Yine yalnız kalınca:
- “Ey MuhaMMed!” denildiğini duydu, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
- "RuVİır"
- "Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enne MuhaMMeden Abduhu ve Rasûluh" de. "El-hamdu lillahi Rabbil-âlemin" de, dedi ve Fâtihayı sonuna kadar söyletti.
Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Varaka’ya geldi. Bunu ona anlattı. Varaka:
- “Müjde! müjde! müjde! Senin AhMed olduğuna şehâdet ederim. Yine senin, MuhaMMed olduğuna şehâdet ederim. Senin, Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet ederim. Sana savaşma emrinin verilmesi çok yakındır. Eğer, ben sağken sana savaşma emri verilirse, seninle birlikte mutlaka savaşırım.
Varaka öldükten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Kass'i (Varaka'yı) üzerinde yeşil elbiseler olduğu halde cennette gördüm." [6]


Taş Ve Ağaçların Rasûlullah'a Selâm Vermeleri.:

192-) Câbir İbn Semure'den rivâyet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
Peygamberlik gelmeden önce bana selâm veren Mekke'deki taşı şimdi çok iyi hatırlıyorum." [7]

193-) Ali İbn Ebi Talib anlattı:
Mekke'de Peygamberle sallallahu aleyhi vesellem birlikteydim. Mekke'nin dışına, dağlar ve ağaçlar arasında dolaşmak için bazı yerlere gittik. O, bir ağaç ve taşa rastladığında onlar: "Es-Selâmu aleyke ya Rasûlullah!" demesinler. [8]

194-) Câbir İbn Semâre'den rivâyet edilmiştir: Rasûlullah'ın şöyle dediğini duydum:
"Peygamber olarak gönderildiğim geceler gelince, hangi ağaç ve taşa uğraşanı, bana: Es-Selâmu aleyke ya Rasûlullah!” diyorlardı. [9]

195-) Berre şunu anlattı:
Allah Teâlâ, MuhaMMed'e peygamberlik verince, o, ihtiyacı için, hiçbir evi görmeyeceği, dere ve vâdilere ulaşıncaya kadar en uzak yerlere giderdi. Rasladığı her taş ve ağaç ona: “Es-Selâmu aleyke ya Rasûlullah!” diyordu. O, sağına, soluna ve arkasına döner ama hiç kimseyi göremezdi. [10]


Resim

NOTLar.:

[1] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/255, 256. Bundan daha uzundur.
[2] Temim ed-Darî'nin muslüman olması başka bir rivayetle şöyledir: Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, V/416-417. Yine Müslim, Sahih, İV/2265.
[3] İbn Hişam, Sîretu'n-Nebeviyye.
[4] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 127-133.
[5] Ebu Nuâym, Delâriu'n=Nubuv^e, e. 133; Miverâf, 64.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 134-135.
[6] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 135-136.
[7] Müslim, Sahih, kıtabu'İ-fedaıl, 2; Tırmızî, Sünen, kitabu'l-menakıb, V/593; Darımî, Sünen, 1/12; imam AhMed, Musned, V/89, 95; Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir, H/257; Mu'cemu's-Sağır, I/62; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, H/146, 153; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, s. 142;Tarıhu İbn Asakır, M/84; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, 513, 16, VI/153, 210; İbn Ebî Şeybe, Musannef, Xİ/464; Ebu Nuaym, Tarîhu Isfehan, I/...; Zebîdî, Ithafu's-Sadeti-Muttekîn, VII/192.
[8] Tirmizî, Sünen, kitabu'l-menakıb, hadis no: 3626. Tirmizî hadis hakkında: "Bu, garib bir hadistir" d u-niştir. Beyhakî, Delâılu'n-Nubuvve, H/153, 154.
[9] Önceki dipnota bakınız.
[10] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 136-137...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

VAHYİN BAŞLANGICI.:

196-) Hz. Aişe şöyle demiştir: “Hz. Peygamber'e sallallahu aleyhi vesellem vahiy, uykuda sadık rüyayla başlamıştır. O, hiçbir rüyâ görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi açıkça çıkmasın. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Hıra mağarasına gelir, orada sayısı belli günlerin gecelerinde ibâdetle meşgul olurdu. Oraya giderken azığını da yanında götürürdü. Azığı tükenince Hadîce'nin yanına döner, bir o kadar zaman için daha azık alır giderdi.
Nihâyet Hakkın emri ona mağaradayken geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisi anlatır: Melek mağaranın içinde onun yanına gelip:
- “Oku” dedi.
- "Ben okuma bilmem" dedim.
Beni tutup takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra serbest bıraktı ve tekrar:
- “Oku” dedi. Ben de:
- “Ben okuma bilmem” dedim.
Beni, ikinci defâ tutup takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra da beni serbest bıraktı ve:
- “Oku” dedi. Ben de:
- “Ben okuma bilmem” dedim.
Beni tutup üçüncü defâ takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra serbest bırakıp:
- “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” diye başlayarak, Alak Sûresinin başındaki beş âyeti okudu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem titreyerek Hadîce'nin yanına geldi ve:
- "Beni sarıp örtün. Beni sarıp örtün" dedi.
Korkusu gidinceye kadar onu sarıp örttüler. Daha sonra: "Hadice! Bana ne oluyor?" deyip, başından geçenleri ona anlattı ve şunu ilâve etti: "Kendim hakkında korktum" dedi.
Hadice, Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem:
- "Bu, senin için olamaz. Vallahi, Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin, Doğruyu konuşursun. Zayıf ve acizlerin işlerini yüklenirsin. Mîsâfiri ağırlarsın ve hak yolunda karşılaştıkları musibetler anında insanlara yardım edersin” dedi.
Daha sonra Hadice onu, amcasının oğlu Varaka İbn Nevfel'e götürdü. Varaka, câhiliye devrinde hıristiyanlığa girmiş ve arapça yazı yazabilirdi. Çok yaşlanmış ve gökleri kör olmuştu Hadîce Varâka'ya; “Amca oğlu! Kardeşinin oğlu ne söylüyor, dinle” dedi. Varaka; “Kardeşim! Ne görüyorsun” diye sordu,
Rayûlüllah sallallahu aleyhi vesellem olanları ona anlattı, Varaka; Bu, Musâ'ya indirilen Namustur. Keşke, o zaman genç olsaydım, Keşke, seni yurdundan çıkardıklarında sağ olsaydım” dedi.
Rasûlüllalısallallahu aleyhi vesellem:
- "Onlar, beni çıkaracaklar mı?" dedi, Varaka:
“Evet, Senin gibi, birşey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın, Eğer, senin dâvet günlerine yetişirsem, sana, çok yardım ederim”
Çok geçmeden Varaka vefât etti.
Vahiy bir süre kesildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buna çok üzüldü, Öyle ki, bir kaç defâ, dağların tepesinden kendini atmaya gitti.
Peygamber her defâ kendini atmak için bir dağ tepesine geldiğinde, Cebrâil O'na görünüp;
- “MuhaMMed! Sen gerçekten Allah'ın Rasûlüsün” diyordu. Böylece, onun içi rahatlıyor ve geri dönüyordu.
Vahiy uzun süre gelmeyince, yine aynısı oldu. O, bir dağın tanı zirvesindeyken Cebrâil ona tekrar görünüp aynı sözü söyledi: [11]

197) Câbir İbn Abdillah anlatmıştır*
Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem fetret-i vahiyden (vahyin kesilmesinden) bahsederken şöyle dediğini duydum:
“Ben bir gün yürürken birdenbire gökyüzünden bir ses işittim, başımı kaldırdım. Bir de ne göreyim Hira'da bana gelen melek gökle yer arasındaki bir kürsî üzerine oturmuş halde. Korkumdan olduğum yere çöktüm, Daha sonra dönüp: “Beni örtün” dedim. Beni örttüler. Bunun üzerine Allah Teâlâ; "Ey örtüye bürünen..” âyetlerini indirdi. [12]

198) Hz. Aişe (radiyallahu anhu) şöyle anlatmıştır; Hadîce Varaka'ya, kendisine Cebrâil'in zikredildiğim söyleyince: “Sebbuh Sebbuh! Putlara tapılan bu yerde Cebrâil zikredilemez. Cebrâil Allah'ın kendisiyle peygamberleri arasındaki emmidir. Onu, Cebrâil'i gördüğü yere götür. Cebrâil ona gelince, başını aç. Eğer o, Allah tarafındansa, MuhaMMed! onu göremez Hadîce kendisi anlatır: “Ben başımı açınca Cebrâil kayboldu ve Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu göremedi, Hadice dönüp bunu Varaka'ya haber verdi. Bunun ürerine Varaka ona gelen Namusu ekber'dir. İsrâil oğulları bunu çocuklarına ancak para karşılığında öğretirler;
Daha sonra Varaka, dâveti beklemeye başladı. [13]
199-) Hadîce şöyle anlatmıştır; Hadîce, Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem:
“Amcanını oğlu! Şu, sana geleni (meleği) geldiği gaman, bana haber verebilir misin?” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
- "Evet” dedi. Hadîce:
“Öyleyse bana haber ver” dedi. Hadice kendisi anlatmaktadır: “Bir gün ben önün yanındayken Cebrâil geldi. Peygamber:
* “Hadice şu bana gelen (melek) şimdi yine geldi.” Ben;
- “Kalk dizimin üzerine otur” dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem dizimin üzerine oturdu. Ben: Onü görüyor musun? dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem;
- "Evet" dedi. Beni;
= Kalk, sol dizimin üzerine ötür, dedim. O da sol dizimin üzerine oturdu. "Şimdi görüyor musun?" dedim,
- "Evet" diye cevab verdi. Başörtümü çıkardım ve;
- Onu görüyor musun? dedim. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: = "Hayır, göremiyorum" diye cevab verdi. Ben de:
- Vallahi, bu, yüee bir melektir. Şeytan değildir. [14]
200) Hz. Aişe anlatmıştır:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hıra'da bir ay itikâfa çekilme adağında bulunmuştu. Bu, Ramazan ayına tesadüf etmişti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir gece çıktı ve: “Es-Selâmu aleyke” sözünü duydu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu konuda şöyle der:
"Birden bire bunun cin olduğunu zannettim. Hızla gelip Hadice'nin yanına girdim. Hadice beni bir örtüyle örttükten sonra; “Neyin var?” diye- sordu- Ona, olanları anlattım. Hadice de: “Müjdeler olsun, çünkü selâm hayır demektir” dedi,
Daha sonra tekrar çıktım. Cebrâil'in güneşin üzerinde durduğunu gördüm. Bir kanadı doğuda, bir kanadı da batıdaydı. Ondan korkup hemen geldim. Bir de baktım ki o, kapıyla benim aramda. Benimle konuşunca, ona alıştım. Daha sonra bana, buluşmak için bir saat verdi. Kararlaştırılan saatte ben geldim. O gecikince dönmeyi düşündüm. Ben o haldeyken Mîkaîl ufku kapattı. Cebrâil indi. Beni ensemin üzerine (sırt üstü) yatırdı. Kalbimin üstüne gelen yeri yardı ve kalbimi çıkardı. Kalbimden çıkarmak istediğini çıkardı. Onu, altın bir leğenin içinde, zemzem suyuyla yıkadı. Sonra onu yerine koydu. Yaranın yerini sarıp bağladı. Bundan sonra sırtıma mühür vurdu. “Rabbinin adıyla oku” dedi. Karşılaştığım bütün taş ve ağaçlar bana: “Es-Selâmu aleyke ya Rasûlullah!” demeğe başladılar. Nihâyet Hadice'nin yanına geldim. O da: “Es-Selâmu aleyke ya Rasûlullah!” dedi" [15]

201-) Ubeyd'den rivâyet edilmiştir:
Cebrâil gelinceye kadar, Allah'ın, Rasûlüne sallallahu aleyhi vesellem Peygamberliği göndermesinin başlangıcı nasıl oldu?
Ubeyd şöyle cevab verdi: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem her yıl, bir ay Hıra'da itikafa girerdi. Bu, Câhiliye devrinde Kureyş'in tahannüs ettiği (ibâdet ettiği) şeylerdendi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, her yılın bir ayında itikâfa girer, yanına gelen yoksulları doyururdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, o aydaki itikaftan çıkınca ilk yaptığı şey, evine girmeden önce Kâbe'ye gidip onu, yedi defâ veya yapabildiği kadar tavaf etmek ve evine dönmekti. Öyleki Allah'ın Peygamberlik vermeyi dilediği ay -ki o ay Ramazan ayıydı- ve onu Peygamber olarak gönderdiği sene gelince, âilesiyle birlikte, itikâfa gittiği gibi Hira'ya gitti. Yine Allah'ın peygamberlik vereceği gece olunca da, Allah tarafından ona Cebrâil geldi.
İbni İshak şöyle rivâyet eder: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Cebrâil, ben uyurken içinde bir kitab bulunan bir bohçayla, bana gelip: “Oku” dedi. Ben: “Neyi okuyayım?” dedim. Beni sıktı öyle ki öleceğimi zannettim. Bunu (oku sözünü) üç defâ söyledikten sonra beni serbest bıraktı. Yine: “Oku” dedi. Ben de: “Neyi okuyayım?” dedim. Bunu sadece, onun tekrar sıkmasından kurtulmak için söylüyordum. O da: "Yaratan Rabbinin adıyla oku" dedi [16]

202-) İbnu'1-Bera şöyle anlattı:
Allah Teâlâ MuhaMMed'e kırk yaşındayken Peygamberlik verdi. Cebrâil ona, cumartesi ve pazar günü geldi. Ramazan'ın onyedisinde pazartesi günü, Hıra mağarasında ona Peygamberlik geldi. Bu, Kur'ân'ın indiği ilk yerdir. Alak Sûresinin şu âyetleri orada inmışti: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku ve öğren! insana bilmediklerini Öğreten ve kâlemle yazdıran Rabbin ekremdir (en cömerttir).” Daha sonra Cebrâil, yeri ökçesiyle eşti. Oradan bir su kaynadı. Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem abdest almayı ve iki rekat namaz kılmayı öğretti. [17]


CEBRÂİL'in RASÛLULLAH’a ÂBDEST ve NAMAZI ÖĞRETMESİ.:

203) Usame İbn Zeyd anlatmaktadır: Cebrâil ilk vahyi getirdiğinde, Rasûlullah'a abdest ve namazı da öğretti. Abdesti bitirince, bir avuç su alıp onu edep yerine serpti. [18]
Ben de şöyle derim: Bu hadiste namaz'ın nasıl kılındığı zikredilmemiştir. İbnul-Bera’nın "iki rekat" dediğini belirtmiştik.
204-) Mukatil İbn Süleyman anlatmıştır: Allah İslâm'ın başında müslümanlara sabahleyin iki rekat, akşamleyin de iki rekat namaz kılmayı farz kılmıştı. Daha sonra, Mi’rac gecesinde beş vakit namazı farz kıldı.
Bir hadiste: Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem, Peygamberliğinin başında güneşin zevali esnasında namaz kıldığı geçmektedir.

205-) Tefsir âlimleri şöyle demişlerdir: Müzzemnıil sûresi Mekke'de nâzil olmuştur. O sırada gece namazı kılmak ona farzdı. Rasûllah sallallahu aleyhi vesellem bazı mü’minlerle birlikte namaz kılıyordu. Bu, kendisine ve mü’minlere zor geldi. Böylece aşağıdaki âyetle ondan ve öbürlerinden kaldırıldı: "Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibâdetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor..." [19]


إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyi’l- leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meake, vallâhu yukaddiru’l- leyle ve’n- nehâre, alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakraû mâ teyessere mine’l- kur’ânî, alime en se yekûnu minkum mardâ ve âharûne yadribûne fî’l- ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakraû mâ teyessere minhu ve ekîmu’s- salâte ve âtû’z- zekâte ve akridullâhe kardan hasenen, ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayran ve a'zame ecrâ (ecren), vestagfirûllâh (vestağfirûllâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).: Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur’ân okumak, zikir yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur’ân’dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah’ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah’ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O’ndan (Kur’ân’dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah’ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah’a istiğfar edin (tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.” (Müzzemmil 73/20)

206-) Ata İbn Yesar'la Mukatil İbn Süleyman Müzzemmil sûresinin 20. âyetinin Medine'de nâzil olduğunu söylemişlerdir. Birinci görüş daha doğrudur.
Bazıları şöyle demiştir. Onun hakkındaki gece namazı şu âyet-i kerimeyle neshedilmiştir: "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir fazlalık olmak üzere namaz kıl" [20] Mü’minler hakkındaki de beş vakit namazla neshedildi.
Şöyle de denilmiştir: Ümmetten nesh edildi. Onun üzerinde farz olarak kaldı.
Diğerlerine değil, sadece ona farz kılınmıştı, diyenler de vardır.


وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim---“Ve mine’l- leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.” (İsrâ 17/79)

207-) İbn Abbas şöyle demiştir; Müzzemmil Sûresinin başıyla sonunun inmesi arasında bir sene vardır, [21]

Rasûlullah'ın Peygamberliğinin Başlangıcında Hadîce Ve Ali'ye Namaz Kıldırması.:

208-) İbn Afif el-Kindi, babasından o da dedesinden rivâyet etmiştir;
Ben ticeretle uğraşan birisiydim. Hac için Mekke'ye gittim. Mal satın almak için el-Abbas İbn Abdilmuttalib'in yanına geldim.
Vallahi, Mina'da el-Abbas’ın yanındayken, ona yakın bir çadırdan, güneşe bakarak bir kişi çıktı. Ona baktıktan sonra namaz kılmaya durdu. Sonra o adamın çıktığı çadırdan bir kadın çıktı ve onun arkasında namaz kılmaya durdu. Daha sonra o çadırdan ergenlik çağına gelmiş bir genç çıktı ve oda öbür adamla birlikte namaz kılmağa başladı. El-Abbas'a:
- Abbas! Bu ne böyle?” dedim,
- Bu, yeğenim MuhaMMed İbn Abdillah İbn Abdilmuttalib'tir” dedi. Ben:
- O kadın kim ya?” dedim.
- Hanımı, Hadice Bint Huveylid'dir” dedi. Ben: - “Peki, şu genç kim?” dedim.
- Amcasının oğlu Ebu Talib'in oğlu Ali'dir” dedi. Ben:
- Onun bu yaptığı şey nedir?” dedim. El-Abbas:
- Namaz kılıyor, Peygamber olduğunu söylüyor. Onun bu durumuna, hamım ve amcasının oğlu o gençten başka hiç kimse uymadı. O, Kisrâ ve Kayser'in hazinelerinin fetih yoluyla kendisine verileceğini iddia ediyor” dedi.
El-Eş'as İbn Kays’ın amcasının oğlu olan Afif şöyle derdi: “Eğer Allah o gün bana İslâm'a girmeyi nasib etseydi, Ali İbn Ebi Talib'in yanında ikinci olurdum. Aslında Afİf, daha sonra İslâm'a girmiş ve çok iyi bir müslüman olmuştur. [22]



Resim

NOTLar.:

[11] Buharî, Sahih, I/3; VI/âO2( 215,216, Müslim, Sahih, kıtabu'l-îman; İmam Âhmed, Müsned 111/377, VI/2S3; Beyhâkî, Sünen, VII/51; İX/6; Ebu Nuaym, Delâılu'n-Nubuvve, I/69, Tarîhu Isbehani, H/311;; Beyhâkî, Salatu'n-Nubüvve/6,11/135,136, Suyutîi^DufhU'l-Metıfeür V1/56B, Irâkî.îâhhieu'l-ihya, Ill/Ö&;lbft Haegr, Kâtı'ş-Şafî, s. 178; Ibn Hacer, Fethul-Bârî, i/22, VIİI/175, 729
[12] Buharı, SâHıh, I/4, İV/141, Vl/201, 2Ö2, VIII/51, Muslım, Sahîh, Kıtabu'l-iman, 255, Ebü Avane, Musried, 1/112, Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 11/138, Tırmizî, Suneh, Ahmed ibn Hanbel, Musn^d, HI/&2S; M Haeef, F&thu'i-âarî, W-, Suyuiî, r, Vl/366; el-Hindît Kenzü’l-Ummal, 971 â, 32158.
[13] ekz. İbri Hişam, H/238, Beyhekî, Delâılu'n-Nubuvve, Iİ/14B, 149.
[14] Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, H/152, Ebu Nuaym, Delâllu'n-Nübuvve, S 172, 174; Ibfi Kg&ır. el-Biöâyg ve'n-Nıhâye, IH/1 S; Suyutî, Ğamiu'l-Kebir, 11/721.
[15] Ebu Nuaym, en-Nubuvve, I/69; İbn Hacer, Metalıbu'l-Alıye, 4273; Suyutî, Dur-ru'l-Mensur, VI/369.
[16] Ibn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, I/252, 253; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra 1/157; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 11/147. Ayet, Alak Suresinin İlk ayetidir.
[17] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 137-141.
[18] Suheylî’nın "Ravzatu'l-Unf" daki sözlerine ve İbn Hişam'ın Siretu'n-Nebeviyye'sindeki sözlerini açıklama sadedinde bu hadisle ilgili taılıkına bakınız.
[19] Müzzemmil Suresi, 20.
[20] İsra Sûresi, 79.
[21] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 141-142.
[22] Buharî, Tarîhu'l-Kebir, Ali İbnu'l-Medînî'den.
Hakim, Mustedrek. Hakim şöyle demiştir: "Bu, isnadı sahih bir hadistir. Buharı ile Müslim rivayet etmemişlerdir. Zehebi de bunu ikrar etmiştir."
Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IX/103, Heysemî şöyle demiştir: "AhMed'le, Ebu Ya'la aynısını, Taberani ise bazı ısnadlarla rivayet etmiştir. AhMed'in ravıleri sıka (güvenilir) dir."
Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, H/162, 163.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 142....
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim


RASÛLULLAH’a VAHYIN GELİŞ TARZI.:

209-) Ha. Aişe anlatmaktadır; El-Haris İbn Hışam, Rasûlullah'a:
- “Yâ Resûlullah! Sana, vahiy nasıl gelir?” diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Şöyle cevab verdi:
- "Vahiy bazan bana, çıngırak sesi gibi gelir, işte bu, vahyin bana en ağır gelenidir. Vahiy hali gidince, meleğin bana söylemiş olduklarını bellemiş olurum. Bazan da adam şeklinde bir melek gelir. Benimle konuşur ve ben de onun söylediklerini bellerim."
Hz. Aişe şunu söylemiştir: “Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem çok soğuk bir günde kendisine vahiy nâzil olurken gördüm, (O kadar soğuk olduğu halde) ondan vahiy hali geçtiğinde, alnından terler damlıyordu. [23]

210-) Ya'la İbn Umeyye, Ömer İbnu'l-Hattab'a: “Allah'ın Peygamberini sallallahu aleyhi vesellem, kendisine vahiy indirilirken bir görsem” derdi, Ci'rane'de Peygamber'e örtüden bir gölgelik yapılmıştı. Ömer'in de aralarında bulunduğu bazı sahabiler Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in yanındaydı. O sırada ona, üzerinde, koku sürülmüş bir cübbe bulunan bir adam geldi ve: “Ya Rasûlallah! Kokuya bulandıktan sonra bir cübbe içinde umreye niyet eden bir adam hakkında ne buyurursun?” dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir süre ona baktıktan sonra sustu ve ona vahiy geldi. Ömer, Ya'la'ya: “Gel!.” diye işâret etti.
Ya'la geldi ve onu örtünün içine soktu. Bir de baktı ki, Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem yüzü kıpkırmızı olmuş ve horlama sesi çıkarıyor. Bir süre böyle kaldıktan sonra, açılıp kendine geldi ve: ;
- "Biraz önce, bana umreyi soran kişi nerede?" dedi.
O zât arandı ve huzuruna getirildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
-"Üzerindeki kokuyu üç defâ yıka, cübbeyi de çıkar. Hacc ederken yaptıklarını umre ederken de yap." [24]

211-) "Harice İbn Zeyd, Zeyd İbn Sabit'in şöyle dediğini rivâyet etmiştir.
Birgün vahiy geldiği sırada Peygamberin sallallahu aleyhi vesellem yanında oturuyordum. Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem durgunluk bürüdü ve Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem dizi dizimin üzerini düştü. Vallahi Rasûlullah’ın dizinden daha ağır bir şey görmemiştim.
Daha sonra Rasûlullah eğildi ve: "Zeyd! yaz!."dedi. [25]

212-) Zeyd İbn Sabit anlatmaktadır:
“Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem ağır bir sûre nâzil olduğunda onu bir ağırlık alırdı, eğer hafif bir sûre nâzil olursa, hafiflik hissederdi.”

213-) Zeyd İbn Sabit şunu da anlatmaktadır:
“Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem vahiy indiğinde, ağır bir sıkıntı hisseder, hava soğuk olsa bile, alnından inci taneleri gibi terler dökerdi.”

214-) Ömer İbnu'l-Hattab şöyle demektedir:
“Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem vahiy inerken, yüzünün etrafında arı vızıltısına benzeyen sesler duyulurdu.” [26]

215-) Abdullah İbn Ömer anlatır: Peygamber'e sallallahu aleyhi vesellem:
- Ya Rasûlullah! Vahyin gelişini sezer misin?” diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
- "Sesi duyar ve susarım. Bana hiçbir defâ, (bu tarzda) vahy edilmemiştir ki, ruhum alınıyor olduğunu sanmış bulunmayayım" buyurdu. [27]

216-) Abdullah İbn Abbas anlatmıştır:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mekke'de evinin avlusunda otururken, yanına Osman İbn Maz'un geldi. Dişleri gözükecek şekilde Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem güldü. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona:
- "Oturmaz mısın?" dedi. Osman:
- “Tamam, oturayım” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun karşısına oturdu. Onunla konuşurken, ansızın Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem gözünü göğe dikip bir süre baktı. Bakışını biraz yere, sağa çevirdi. Rasûlullah yönü sohbette bulunduğu Osman'dan gözünü eğdiği tarafa çevirdi. Sanki kendisine söyleneni anlıyorcasına başını sallıyordu. İbn Maz'un da bakıyordu.
İşini bitirince ve kendisine söyleneni anlayınca, Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem gözü, daha önceki gibi göğe dikildi ve gökte kayboluncaya kadar gözü onu takip etti.
İlk geldiğinde oturduğu şekilde Osman'a yöneldi. Osman:
- “MuhaMMed, Seninle niye beraber oturuyorduk? Sana niye gelmiştim. Senin, bu sabah ki gibi davrandığını hiç görmedim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "De ki, benim hangi hareketimi gördün?" dedi. Osman:
- “Senin, gözünü semâya dikip, sonra sağ tarafına baktığım, Ona doğru meylettiğini ve benimle ilgilenınediğini gördüm. Bu arada, sana söylenen birşeyi anlıyormuşcasına başını sallamağa başladın” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Bunu anladın mı?" dedi. Osman:
- “Evet” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Az önce, sen otururken bana Allah'ın elçisi geldi" dedi. [28]
- Allah'ın elçisi mi? Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Evet" diye cevab verdi. Osman:
- “Sana ne dedi?”
- "Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor" dedi. [29]
Osman şöyle demiştir: Bu, iman kalbime yerleşip MuhaMMed'i sevdiğim zaman olmuştu.


إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---“İnnallâhe ye’muru bi’l- adli ve’l- ihsâni ve îtâi zî’l- kurbâ ve yenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munkeri ve’l- bagyi, yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (Allah’ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)

217-) Esma Bint Yezîd anlatır:
“Rasûlullah’ın devesi Adba'nın yularını tutarken, ona Mâide Sûresinin tamamı nâzil oldu. Vahyin verdiği sıkıntının ağırlığından nerdeyse devenin bacağı kırılıyordu.”

218-) Ubade İbnu's-Samit şunu rivâyet etti:
“Vahiy geldiğinde, Peygamber'i sallallahu aleyhi vesellem bir sıkıntı basar ve yüzünün rengi bomboz olurdu. “ [30]

219-) Ebu Erva ed-Devsİ şöyle anlatır:
“Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem, devesinin üzerindeyken vahiy nâzil olduğunu gördüm. Deve böğürüyor ve ön ayaklarını büküyordu. Hatta ben hayvanın ayağı kırılacak zannettim. Hayvan kâh çöküyor, kâh ön ayakları bükük vaziyette ayakta duruyordu. Vahyin sıkıntısı Rasûlullah'tan sallallahu aleyhi vesellem gidinceye kadar, bu böyle devam etti. Bu arada Rasûlullah'tan inci tanesi gibi ter akıyordu.”

220-) Ikrime şöyle der:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisine vahiy geldiği için bir müddet, kendinden geçercesine yatardı.” [31]

221-) Ebu Hureyre şöyle rivâyet etmiştir:
“Rasûlullah'a vahiy nâzil olduğunda başı ağrır ve bu yüzden başına kına sarardı [32]
İbn Akil şunları anlatmıştır:
“Meleğin gelmesi esnasında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem geçirdiği iğma (baygınlık) ve sıkıntı sebebiyle ona cinnet isnad etmişlerdir.
Sonra bu şeklin ardındaki anlamdan gafil kaldılar. O delilik baygınlığının aksine doğruyu ve hakkı açıklıyordu.
Bu, Hadice'nin daha önce söylediğinin aynısıdır. Hz. Hadice şöyle demişti:
“Vallahi, Allah seni asla utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Çünkü 'sen, sözü doğru söylersin. Hak yolunda karşılaştıkları musibetlerde insanlara yardım edersin.”
Birisi şöyle dese:
“Vahiy geldiği anda onun geçirdiği sıkıntı abdestini bozar mı?”
Şu cevab verilir:
“Hayır. Çünkü O, uykusunda bile korunuyordu. Onun gözleri uyur kalbi uyumazdı.”
Dübür bağının çözüldüğü uyku durumu onun abdestini bozmadığına göre, kendisiyle gizlice konuşulan ve kalbine hidâyetin bırakıldığı yüce vahiy hali, böyle nahoş şeylerden korunınuş olmasına daha elverişlidir, onun tâbiat ve şahsiyetine daha lâyıktır. [33]


Peygamberliği Esnasında, Rasûlullah'a Gelip Giden Melekler Hakkındaki İhtilâf.:

222-) Âmir şöyle demiştir:
Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem peygamberlik kırk yaşındayken geldi. Peygamber olması sebebiyle, İsrâfil üç sene onunla birlikte bulundu. İsrâfil ona kelime ve eşyayı öğretiyordu. Kur’ÂN'dan hiçbir âyet İsrâfil'in diliyle inmemiştir.
Üç sene geçtikten sonra; Cebrâil Peygamber'e gelip gitmiştir. Kur’ÂN Cebrâil'in diliyle inmiştir.

223-) Amir'den rivâyet edilmiştir:
“Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem peygamberlik kırk yaşındayken indirilmiştir. Üç yıl, İsrâfil onunla birlikte olmuştur. Daha sonra İsrâfil ondan ayrılmıştır. Cebrâil (aleyhisselâm) on yıl Mekke'de, on yıl da hicret yurdu olan Medine'de onunla birlikte olmuştur.”
İbn Sa'd da şöyle demiştir:
“Bu hadisi MuhaMMed İbn Ömer'e söyledim o da şu cevabı verdi:
“Bizim memleketimizdeki âlimler İsrâfil'in Peygamber'e gelip gittiğini bilmezler. Onların âlimlerinden ve siyercilerinden bazıları, onunla (Rasûlullah'la), kendisine vahiy indirildiği andan vefât edinceye kadar sadece Cebrâil birlikte olmuştur.” derler.” [34]


Rasûlullah'ın Rabbinden Kendisinde Bulunanı (Peygamberliğini) Takviye Edecek Bir Delil Göstermesini İstemesi.:

224-) Hz. Ömer şöyle demiştir: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hacun'dayken şöyle dedi:
"Allah'ım! Bana, bundan sonra Kureyşlilerden beni yalanyanlara aldırmayacağım bir delil göster."
Ona: “Şu ağacı çağır” denildi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ağacı çağırdı. Ağaç kökleriyle çıktı geldi. Rasûlullah kökleri kesti. Daha sonra ağaç yere çukur kazarak yürüdü. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem karşısına gelince:
- “Ne dilersen dile?” dedi. Rasûlullah:
- "Yerine dön" dedi. Ağaç yerine döndükten sonra: "Vallahi, artık Kureyşlilerden beni yalanlayanlara aldırmam" dedi. [35]

225-) Enes İbn Mâlik anlattı:
“Cebrâil bir gün, bazı Mekke'liler dövdüğü için, eli yüzü kana bulanmış ve üzgün bir halde oturan Rasûlullah’ın yanına geldi. Ona sordu:
- “Bu ne hal? Ne oldu sana?”
- "Bana falanca kişiler, şöyle şöyle yaptılar." Cebrâil ona:
- "Sana (şeref ve derecene dair) bir delil göstermemi ister misin?" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Evet, göster" dedi. Cebrâil vâdinin gerisindeki bir ağaca baktı ve:
- “Şu ağacı çağır, dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ağacı çağırdı. Ağaç yürüyerek geldi ve onun karşısında durdu. Cebrâil Rasülullah'a: “Ona emret, geri gitsin!” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ağaca emretti ve ağaç yerine döndü. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Bu bana yeter" dedi. [36]


Peygamber Gönderildiğinde Şeytanların Üzerine Alev Atılması Ve Putların Devrilmesi.:

226-) İbn Abbas anlatmaktadır:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bazı sahabileriyle birlikte Ukaz panayırına gitmek üzere yola çıktı. Şeytanların gökten haber almaları engellendi. Onların üzerine alevler gönderildi. Şeytanlar kavimlerine dönünce onlara:
“Neyiniz var?” diye sordular.
Onlar: “Biz, gökten haber almaktan engellendik ve üzerimize alev gönderildi” dediler.
Diğerleri: “Sizin gökten haber almanıza ancak yeni meydana gelen bir olay engel olabilir. Bütün yeryüzünü gezin, dolaşın ve bu yeni meydana gelen olayın ne olduğunu görün” dediler.,
Öbürleri yola çıkıp kendilerinin gökten haber almalarına engel olan bu olayın ne olduğunu görmek üzere bütün yeryüzünü dolaştılar. Tihame tarafına gidenler, Ukaz Panayırına gitmekte olan Peygamber'in. sallallahu aleyhi vesellem “Nahle” denilen yerde ashabına sabah namazı kıldırırken yanına vardılar. Okunınakta olan Kur’ÂN'ı dinledikten sonra: “Bizim gökten haber almamıza engel olan işte budur” dediler. Arkasından kavimlerine dönüp: “Ey kavmimiz! "Biz, gerçekten, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'ÂN dinledik. Biz de ona İman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız." [37]
Allah Teâlâ, Peygamberine şunu indirdi: "De ki, cinlerden, bir topluluğun (benim okuduğum Kur’ÂN'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunınuştur." [38]


قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا
Resim---“Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun mine’l- cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ (aceben).: De ki: “Cinlerden bir topluluğun (Kur’ân) dinlediği, sonra: “Biz gerçekten harika, güzel bir Kur’ân işittik.” dedikleri bana vahyedildi.” (Cin 72/1)

يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا
Resim---“Yehdî ilâ’r- ruşdi fe âmennâ bihî, ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ (ehaden).: “O (Kur’ân), irşada ulaştırır, artık biz, O’na îmân ettik ve artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayız.” (Cin 72/2)

227-) Yine İbn Abbas anlatmaktadır:
“MuhaMMed sallallahu aleyhi vesellem Peygamber olarak gönderilince, cinler kovuldu ve onların üzerine yıldızlar atıldı. Bundan önce onlar gökten haber dinlerlerdi. Her bir cin topluluğunun, dinleme yeri vardı. Bundan dolayı ilk korkan Taif halkı oldu. Putlarına kurban kesmeye başladılar. Deve veya koyunu olanlar her gün kurban kesiyordu. Nihâyet, malları bitmeye yaklaştı. Daha sonra birbirlerini bundan menedip aralarında şöyle konuştular: Gökteki yıldızların nasıl olduğunu görmüyor musunuz? Onların hiçbiri gitmedi! İblis de şöyle dedi: Bu, yeryüzünde, yeni meydana gelen birşeydir. Bana, yeryüzünün her tarafından toprak getirin. İblis'e toprak getiriliyor, o da toprağı koklayıp atıyordu. Nihâyet, Tihame toprağı getirildi ve onu koklayınca: İşte yeni olay buradadır” dedi. [39]

228-) Ya'kub İbnu'l-Ahnes şunu rivâyet etti:
“Yıldızların atılmasından dolayı korku ve telâşa kapılan ilk Arap kabilesi Sakif tir. Sakifliler, Amr İbn Umeyye'ye gelip: “Sen ne olduğunu görmedin mi? Bu ne demektir?” dediler.
Amr: “Bakın, eğer onlar, kendileriyle yol bulunan ve yaz ve kışın durumu bilinen yıldızlarsa, onların düşmesi dünyanın yok olması ve bu dünyadaki yaratıkların gitmesi demektir. Eğer bunlar o yıldızlar değilse, o zaman bu Allah'ın yaratıklarına dilediği bir olay ve Araplar içinde gönderilecek bir Peygamberdir.” Böylece anlattı.

229-) Ubeyy İbn Ka'b şunu anlattı:
“İsâ İbn Meryem'in göğe kaldırılmasından Rasûlullah’ın Peygamber olmasına kadar, hiç yıldız atılmadı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Peygamber olunca, yıldızlar atıldı. Kureyş böylece görmediğini görmüş oldu. Bunua üzerine, artık bunun dünyanın sonu olduğunu zannederek hayvanlarını salıvermeğe, kölelerini serbest bırakmağa başladılar.
Onların bu hareketini duyan Taif liler de aynısını yaptılar. Sakif in yaptığı şeyi duyan Abduyaleyl İbn Amr onlara: “Niye böyle yaptınız?” diye sordu.
Onlar: “Yıldızlar atıldı. Biz onların gökyüzünden düştüklerini gördük” dediler.
O da: “Gittikten sonra mal kazanmak zordur. Acele etmeyin. Bakın. Eğer onlar, bilinen yıldızlarsa, işte bu, insanların yok olduğu sırada olur.
Eğer bilinmeyen yıldızlarsa, bu da yeni ortaya çıkan bir olay sırasında olur.”
Baktılar, Onların bilinmeyen yıldızlar olduğunu gördüler. Bunu ona haber verdiler. O da: “Buna daha vakit var. Bu bir Peygamberin zuhuru anında olur.”
Kİsâ bir süre sonra, Ebu Sufyan İbn Harb mallarını Taife götürdü. Abduyaleyl geldi. Yıldızların durumunu tartıştılar. Ebu Sufyan: “MuhaMMed İbn Abdülah zuhur etti. Kendisinin Peygamber olarak gönderildiğini iddia ediyor” dedi.
Abduyaleyl de: “İşte o sırada yıldızlar atıldı” diye cevab verdi.

230-) İbn Abbas şunu anlattı:
“Hz. İsâ ile Hz. MuhaMMed arasındaki dönemde göğün bekçileri yoktu. Cinlerin gökte, haber dinleme yerleri vardı. Allah Teâlâ MuhaMMed'i gönderince, gök sıkı bir şekilde beklenıneye başladı. Şeytanlar taşlandı. Şeytanlar bunu yadırgayıp şöyle dediler: "Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murad edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi." [40]
İblis de şöyle dedi: “Yeryüzünde yeni bir olay oldu. Cinler onun yanında toplandılar. İblis: “yeryüzüne dağılın ve bana, gökte yeni ortaya çıkan şeyin ne olduğunu haber verin” dedi.
İlk kafile Nusaybin'den gönderilenlerdi. Bunlar cinlerin eşrafıydılar. İblis onları Tihame'ye gönderdi. Onlar hemen fırlayıp Nahle Vâdisine vardılar. Allah'ın Peygamberini Batn-ı Nahle'de sabah namazını kılarken buldular. Onun Kur’ÂN okuduğunu işitince: “Susun dinleyelim” dediler. [41]

231-) Vehb İbn Munebbih şunu rivâyet elti:
“İblis, bütün göklere çıkar, oralarda dilediği gibi haraket ederdi. Hz. Âdem'in cennetten çıkarılmasından Hz. İsâ'nın göğe çekilmesine kadar bunlardan menedilmemişti. Hz. İsâ göğe çekildikten sonra dört semâdan menedildi. Öyle olunca üç semâda gidip gelir oldu. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi vesellem gönderilince, o üç semâdan da menedildi. Bu defâ da İblis ve askerleri kulak hırsızlığı yapıyorlar ve kendilerine de yıldızlar atılıyordu.

232-) Ebu Hureyre anlatmıştır:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Peygamber olarak gönderildiğinde bütün putlar başaşağı devrildi. Şeytanlar İblis'e gelip: “Yeryüzünde hiçbir put yok ki devrilmiş olmasın,” dediler. İblis: “Bu, gönderilmiş bir Peygamberdir. Onu, kırsal kesimin köylerinde arayın” dedi. Onu aradıktan sonra: “Bulamadık” dediler. İblis: “Onu ben arayacağım” dedi.
İblis onu aramağa başladı. Ona: “Merkez ve ana durumunda olan Mekke'den ayrılma” diye seslenildi. İblis onu aradı ve Karnu's- Sealib'in yanında buldu. Şeytanların yanına gidip: “Onu, Cebrâil'le birlikteyken buldum. Sizin neyiniz var?” diye sordu.
Onlar: “Şehvetleri (aşırı istekleri) onun ashabının gözlerine süslü gösteriyoruz ve o şehvetleri ashabına sevdiriyoruz” dediler.
İblis: “Öyleyse üzülmüyorum!” dedi. [42]


Resim

NOTLar.:

[23] Buharî, Sahih, kıtabu bed'i'l-vahyi, bab. 2; Müslim, Sahih, kiîabu'l-fedail, hadis no: 87; Mâlik, Muvatta, kitabu'l-Kur'an, babu ma cae fi'l-Kur'an, I/202; Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, H/52.
[24] Buharî, Sahih, 11/167; Müslim, Sahih, kıîabu'l-hac, 8; imam AhMed, Musned, İV/222; Beyhakî, Sünenü'l-Kübra, V/50; İbn Hacer, Fethu'l-Barî, VIII/47.
[25] Bkz: Tefsiru İbn Kesir, H/340; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, İV/155; Ebu Nuaym, Tarihu Isbehan, 11/251.
[26] Hakim, Mustedrek, 1/535; İmam AhMed, Musned, I/34, daha uzun olarak; Tir-mizî, Sünen, İV/151; Beyhakî, Delâılu'n-Nubuvve, VII/55; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, 111/21; Tefsiru ibn Kesir, H/6.
[27] İmam AhMed, Musned, H/222; Tefsiru İbn Kesir, VIII/277; Suyutî, Durru'l-Mensur VI/278; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 3215.
[28] Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr IX/228; Buharî, el-Edebu'l-Müfred, Hadis no: 893; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/115; İmam AhMed, Musned, 1/318, Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VII/48.
[29] Nahl Suresi, 90.
[30] Müslim, Sahih, kitabu'l-fedail, 88; kitabu'l-hudud, 13; İmam AhMed, Musned, V/317, 318, 331,337.
[31] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/131.
[32] ibn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, IH/22, İbn Kesir, bu konuda şöyle demiştir. Bu çok zayıf bir hadistir.
Zehebî, et-Tıbbu'n-Nebevî, s. 122; Suyutî, el-Hâvî, H/44; Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, V/95; Et-Kehhal, Ahkamu'n-Nebeviyye, I/83; Irakî, Tahricu'l-İhya, İV/277. Irakî, bu hadisi, Bezzar'a ve ibn Adiyy'e (el-Kamil'deki Ebu Hureyre hadisine) nispet etmiştir. İsna-dındakı el-Ahvas ibn Hakîm hakkında ihtilâf vardır.
Zebîdî, Ithafu's-Sadeti'l-Muttekîn, IX/518. Ayrıca onu İbnu's-Sinni'ye nisbet etmiştir. Ebu Nuaym da "Tıbbu'n-Nebev?1 de rivayet etmiştir.
[33] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 143-146.
[34] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 147.
[35] Ebu Nuaym, Delâilu'n-Nubuvve, s. 138; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IX/1O; İbn Hacer, Metalibu'l-Alİye, 3838; Kadî lyad, eş-Şakk, 1/579.
[36] İbn Mace, Sünen, no: 4028; İmam AhMed, Musned, 111/113; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, VI/142; Zebîdî, el-ithaf, VII/182. Zubeydi, hadisi, İmam AhMed'e (Mus-ned'de) ve Darımî'ye (Sünen'de) nisbet etmiştir.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 147-148.
[37] Cin Suresi, 1-2.
[38] Cin Suresi, 1. Haberin kaynağı: Buharî, Sahîh, kitabu't-tefsir, tefsiru suretı'l-cin; Müslim, Sahîh, kitabu's-salâh, 149; Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, II/225-227.
[39] Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, s. 240, 241.
[40] Cin Suresi, 10.
[41] Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 11/241, 242; İbn Kesir, e!-Bidaye ve'n-Nihaye, İV/ 19, 20; İbn Hİşam, Sîretu'n-Nebeviyye, 11/31.
[42] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 148-151.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

PEYGAMBERİMİZ GÖNDERİLİNCE PERVÎZ İSİMLİ KİSRÂ'NIN HALLERİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞİKLİK.:

Dicle, eskiden, İran denizine dökülünceye kadar Huca toprağında, muhafaza altındaki kanallarda akıyordu. Sonra nehrin yatağı derinleştirilip Vasıt'a doğru aktı. Kisrâlar, onun önüne sed çekmek ve onu tekrar eski yatağına döndürmek için çok para harcadılar ama sed durmadı.
Kubaz İbn Fİruz iş başına geçince, Kesker'in aşağılarında büyük bir yarık açıldı. Suların kabarmasıyla birçok binâ su altında kaldı. Nuşirevari tahta geçince, bir takım barajlar yaptırdı. Bazı binâlar eski haline döndüler ve Pervİz İbn Hürmüz İbn Nuşirevan hükümdar oluncaya kadar o şekilde kaldı. O çok güçlü ve cesur bir kimseydi. Başkaları için hazırlanmayanlar onun için hazırlandı. Dicletu'l- Avra'ya sed yaptı. Bunun için çok para harcadı. Oturduğu yere tak yaptırdı. O taka tacını asardı. Başının üzerindeki taç, başında hiçbir ağırlık olmadan asılı bir vaziyette yerinde otururdu. [43]

233-) Vehb İbn Münebbih şöyle anlattı: “Onun yanında üç yüz altmış hazî yani kâhin, büyücü ve müneccim arası âlim vardı. Onların arasında Saib denilen bir adam vardı. Araplar gibi kuş uçurarak kehânette bulunur ve çok az hata yapardı. Onu ona Yemen'den "Bâzân" göndermişti.
Kisrâ, başına bir iş geldiğinde kâhinlerini, büyücülerini ve müneccimlerini toplar: “Bunun ne olduğunu inceleyin” derdi.
Allah Teâlâ, MuhaMMedi Peygamber olarak gönderince, ertesi sabah Kisrâ'nın hükümdarlık takı ortadan koptu. Bu durum onu üzdü ve şöyle dedi: “Hükümdarlık tâk'ım koptu. Dicletu'l- Avra yarıldı. "Şahbi-şikest" (Hükümdar kırıldı).
Daha sonra kâhinlerini, büyücülerini ve müneccimlerini çağırdı. Ayrıca onlarla birlikte Saib'i de çağırdı. Durumu onlara anlattıktan sonra:
- “Bu meseleyi araştırın” dedi.
Araştırdılar, dünya onlara zindan oldu. Mevcut bilgileriyle ne yapacaklarını bilemediler. Büyücünün büyüsü, kâhinin kehâneti ve müneccimin de ilm-i nücumu fayda vermedi.
Saib, karanlık bir gecede yüksek bir yerde, Hicaz'dan ortaya çıkan, sonra doğuya ulaşıncaya kadar uçan bir şimşek gördü.
Sabahleyin, ayaklarının altındaki yere bakmağa gitti. Bir de ne görsün, orası yeşil bir bahçe. Kehâneti hakkında şöyle dedi: Eğer gördüğüm doğruysa, Hicaz'dan, doğu ve batıya ulaşan bir sultan (idâreci) çıkacak. Orası, ondan dolayı, daha önceki hükümdarın getirdiği bolluk ve ucuzluktan daha fazla bolluk ve ucuzluğa kavuşacak.
Hazîler toplanınca, birbirlerine: “Vallahi, sizin ilminiz ancak semâdan gelen bir şey sebebiyle engellendi, dediler. O, gönderilmiş veya gönderilecek bir Peygamberdir. O, bu saltanatı ele geçirip parçalayacak. Eğer Kisrâ'ya saltanatının parçalanacağını haber verirseniz sizi mutlaka öldürür. O zaman siz aranızda ona söyleyeceğiniz bir şey kararlaştırın.”
Kisrâ'ya geldiler ve ona:
- “Biz bu meseleyi, araştırdık: Senin saltanat takını ve Dicletu'l- Avra bendini kendilerinin plân ve hesaplarına göre yaptırdığın uzmanlarının bilgisizce hareket ettiklerim gördük. Biz senin için, inşaatım ona göre yapacağın ve o inşaatın asla yıkılmayacağı bir plân ve hesap yapacağız” dediler. Kisrâ:
- “Haydi bakalım, plân ve hesap yapın” dedi. Onlar plân ve hesaplarım yaptılar ve ona:
- “Böyle yap” dediler. O da o şekilde yaptırdı.
Dicle için sekiz ay çalışıldı. Kisrâ oraya sayılamayacak kadar para harcadı. Çalışma bitince, Kisrâ onlara:
- “Onun duvarı üzerine oturayım” dedi. Onlar:
- “Tamam, otur” dediler.
Halı, yaygı ve çiçekler getirilmesini emretti. Bunlar, Dicle'ye yapılan şeddin duvarı üzerine konuldu. Devletin bütün yüksek mevkilerdeki görevlilerinin gelmesini emretti. Hepsi toplandı. Oyuncular da geldi. Kendi de gelip şeddin duvarına oturdu. Tam üstündeyken, Dicle, şeddi altından yıktı. Kisrâ ölmek üzereyken çıkarıldı. Kurtarıldıktan sonra yüze yakın hâzîyi öldürtüp:
- “Benimle oyun mu oynuyorsunuz? “dedi. Onlar:
- “Hükümdar! Bizden öncekiler gibi biz de hata ettik, ancak biz senin için yıkılmayacak bir şeddin hesap ve plânını yapacağız” dediler. Kisrâ:
- “Söylediğinizi iyi düşünün taşının” dedi. Onlar:
- “Tamam, öyle yapacağız” dediler.
Bir hesap ve plân yapıp ona: “Onu böyle yap” dediler. Şeddi yaptı. Sekiz ay, ne kadar olduğu bilinmeyen bir harcama yaptı. Daha sonra:
- “Gidip üzerine oturayım mı?” dedi. Onlar:
- “Tamam, otur” dediler. Kendisine ait bir ata bindi. Onun üzerinde yürümeğe başladı. Aniden, Dicle yapıyı yıktı. Yine son nefesinde yetişilebildi. Onları çağırdı ve:
- “Vallahi, ya sizi son neferinize kadar fillerin önüne atarım ya da bana bir türlü anlatamadığınız bu meselenin ne olduğunu dosdoğru anlatırsınız” dedi. Onlar:
- “Ey hükümdar! Sana yalan söylemeyeceğiz! Dicle senin üzerine yıkıldığında ve makamına kurduğun taht koptuğunda bizim bilgilerimizi yoklamamızı emretmiştin. Biz bilgilerimizi yokladık ve dünya bize zindan oldu. Semâ tarafından tutulduk. Âlimimize ilmi fayda vermedi. Anladık ki bu iş semâdan gelen bir olaydır, bir peygamber ya gönderilmiştir ya da gönderilecektir. Bundan dolayı bizim ilmimiz engellendi.
Saltanatın yıkılacağını sana haber verdiğimiz takdirde bizi öldüreceğinden korktuk ve bu yaptıklarımızla kendimizi kurtarmanın çaresini aradık” dediler.
Kisrâ, artık onlarla ve Dicle'yle uğraşmayı bıraktı. Çünkü Dicle onu yenmişti.

234-) İbn İshak şöyle anlattı:
“Bana ulaştığına göre, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem mektubu kendisine gelmeden önce Kisrâ, Diclet'ül- Avra'ya bend yapmış ve bu iş için miktarı bilinmeyecek kadar para harcamıştı. Daha önceki rivâyet ettiğimizin aynısını anlattı.

235-) İbn İshak şunu söyledi:
“Bana itham da bulunmadığını (yalancılıkla suçlamadığım) birisi Hasan el- Basri'den şunu nakletti.
Rasûlullah’ın ashabı:
- “Ya Rasûlallah! Allah'ın senin hakkında, Kisrâ'ya karşı delili nedir?” diye sordular. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Allah ona bir melek gönderdi. O, içinde bulunduğu evinin duvarından bir ışık saçarak elini çıkardı. Kisrâ onu görünce korktu.
Bunun üzerine melek:
"Kisrâ! Niye korkuyorsun? Allah bir peygamber gönderdi ve bir kitab indirdi. Ona uy ki, dünya ve âhiretin kurtula" dedi. Kisrâ da:
- "Düşüneceğim” dedi." [44]

236-) İbn Ishak şöyle rivâyet etti:
ALLAHu TeÂLÂ, yanına başkalarının girmesi yasak olan saray odalarından birindeyken Kisrâ'ya bir melek gönderdi. Melek, bir de ne görsün! Kisrâ öğlenin sıcağında uyku saatinde elinde bir asa ile yatağının üzerinde dikilmektedir. Melek:
- “Kisrâ! Müslüman mı olacaksın yoksa şu asayı kırayım mı?” dedi. Kisrâ:
- “Defol, defol!” dedi.
Çekip gittikten sonra muhafız ve kapıcılarını çağırdı. Onlara bağırıp çağırdıktan sonra: “Bu adamı, benim yanıma kim soktu?” dedi. Onlarda:
- “Onu senin yanına hiç kimse sokmadı. Üstelik görmedik de” dediler.
Ertesi yıl olunca, yine aynı saatte gelip daha önceki söylediğini tekrarladı ve:
- “Müslüman olacak mısın yoksa şu asayı kırayım mı?” dedi. Kisrâ yine:
- “Defol defol” dedi.
Melek Kisrâ'nın yanından ayrıldı. Kisrâ, kapıcıları ve odacıları çağırdı. Onlara bağırıp çağırdı ve ilk defâsında söylediklerini yine söyledi. Onlar:
- “Biz senin yanına giren hiç kimse görmedik” dediler.
Üçüncü sene olunca yine aynı saatte geldi. Daha önce söylediklerini söyledikten sonra şu sözünü yine tekrarladı.
- “Müslüman olacak mısın! Yoksa şu asayı kırayım mı?” O da: -“Defol, defol” dedi.
Melek asayı kırıp çıktı. Çok geçmedi onun saltanatı da yıkıldı.

237-) Ez-Zuhri şöyle rivâyet etti:
Bu olayı, Ebu Seleme'den Ömer İbn Abdil-Azîz'e anlattım. O şöyle dedi: “Bana: meleğin onun yanına ellerindeki iki şişeyle girdiğini sonra ona: “Müslüman ol” dediğini, Kisrâ'nın bunu yapmadığını, bunun üzerine şişeleri birbirine vurup kırdığını ve çıkıp gittiğini ve bunun, onun helâk olmasına sebep olduğunu anlattı.

238-) Halid İbn Veyde'den -ki mecusilerin başıydı, sonra müslüman olduğu- rivâyet edilmiştir.
Kisrâ ata bindiğinde, iki süvari onun önüne geçer ve her saat ona: “Sen kulsun, Rab değilsin” derlerdi. O da başıyla: "Evet" mânâssında işâret ederdi.
Kisrâ bir gün hayvanına bindi. Süvariler aynı sözü söylediler.
Ama Kisrâ başıyla işâret etmedi. Güvenlik görevlisi bunu öğrendi. Kınamak için onun yanına geldi. Kisrâ uyumuştu. Hayvanların ayak sesini duyunca uyandı. Güvenlik görevlisi onun yanına girdi. Kisrâ: "Beni uyandırdınız, uyumama müsaade etmediniz. Rüyâmda birisi beni yedi kat göğün üstüne çıkardı. ALLAHu zü’L- CELÂL'ın huzurunda durdum. Ansızın onun huzuruna üzerinde izar (eteklik, peştemâl) ve ridâ (bir çeşit cübbe) bulunan bir adam geldi. Bana: “Arzımın tüm hazinelerinin anahtarlarını buna teslim et. Sana böyle yapman emredilmiş değil midir?” dedi.
Üzerinde izar ve ridâ bulunandan maksad Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'dir.

239-) İbn Kuteybe rivâyet etmiştir.
Perviz şunu anlattı: “Rüyâmda birisi bana: Siz değiştirdiniz ve o da sizdekileri değiştirdi ve yeri Aiımed'e taşıdı” dedi.
Onlar meydana gelecek bir hadiseyi bekliyorlardı. Hatta Nu’man ona şöyle yazdı: Tihame'de biri türedi. Kendisinin gök ve yerin ilâhı olduğunu söylüyor.
Perviz bundan rahatsız oldu ve onun beklediği kimse olduğunu anladı.
İbn Kuteybe şöyle demiştir:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem peygamber olarak geldiği sırada Bizans hariç bütün imparatorluklar sona erdi. Bizans imparatorluğunun sona ermemesinin sebebi, daha önce İshak dua ettiği içindir. Daha Önce Yakup oğlu İshak için dua ettiğinden peygamberlik onun neslinde oldu. İshak, soyunun çoğalıp artması için dua etti. Bütün Bizanslılar onun neslindendir.
Fars imparatorluğu çöktü. Onun çökmesi Şireveyh'in babasını öldürmesiyle başladı. Daha sonra hükümdarlığı sırasında taun (vebâ) salgını oldu ve o taunda kendisi de öldü. Böylece saltanatı ondan ona aktardılar ve kendileri de kalmadılar, Yemenlilerin saltanatı da çöktü'. Bu da Habeşistanlıların Seyf İbn Ziyezen'i Öldürmeleriyle başladı. Ondan sonra iş yaygınlaştı. Her köşe bucağın halkı, birisini hükümdar yaptı. En-Nu'man İbnü'l- Münzir'den sonra Hire hükümdarlığı çöktü. Nihâyet İslam geldi.
Ebu Cefne saltanatı da çöktü. Onların en son hükümdarı da, Hz. Ömer'in halifeliği devrinde hristiyan olan Cebele İbnü'l- Eyhem'di. [45]


RASÛLULLAH’ın İNSANLARI İSLAMA ÇAĞIRMASI.:

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem peygamberliğinin başında insanları gizlice İslama dâvet ediyordu.
Ebu Bekr de kavminden güvendiği kimseleri dâvet ediyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem peygamber olduktan üç yıl sonra: "Sana emr olunanı açıkça söyle" [46] âyeti indi ve artık dâveti açıktan yapmağa başladı.


فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
Resim---“Fasde’ bimâ tu/meru vea’rid ‘ani-lmuşrikîn(e).: Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.” (Hicr 15/94)

240-) Ebu Abdirrahmân şöyle demiştir:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, peygamber olduktan sonra üç yıl, Allah'ın katından kendisine geleni açıkça söylemesi ve dâveti açığa çıkarması emredilinceye kadar gizlice dâvette bulunmuştu.

241-) Ez-Zuhrî anlatmıştır:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem İslam'a gizliden ve açıktan dâvet etmiştir. Allah'ın dilediği genç erkek ve zayıf insanlar Allah'a icâbet etmişlerdir. Nihâyet ona inanan kimseler çoğalmıştır. Kureyş kâfirleri, onun söyle-diklerini inkar etmiyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem toplantı yerlerinde onların yanına uğradığında, onu gösterip: “Abdulmuttalib oğullarının çocuğu semâdan haber veriyor” derlerdi.
Bu onun taptıkları ilâhlarını ayıplayıncaya ve küfür üzere ölen atalarının yok olup gittiklerini söyleyinceye kadar böyle devam edip gitti. En sonunda Rasûlullah'a hasım ve düşman oldular.

242-) Hz. Aişe şöyle anlatmıştır: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Ben en kötü iki komşunun arasındaydım. Ebu Leheb'le Ukbe İbn ebi Muayt’ın arasındaydım. Onlar işkembe pisliklerini getirip atarlardı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem çıkar:
"Abdu menâf oğulları! Bu ne biçim komşuluk!" derdi ve pislikleri yola atardı. [47]


RASÛLULLAH'ın TOPLANTI YERLERİNDE UYARILARDA BULUNINASI.:

243-) Tarik İbn Abdillah el- Muharibi şöyle anlattı:
Rasûlullah'ı sallallahu aleyhi vesellem iki defâ gördüm: “Bir defâ alıp sattığım mallarımla başındayken el-Mecâz panayırında, O, üzerinde kırmızı bir hülle (bir çeşit elbise) olduğu halde, en yüksek sesiyle: "Ey insanlar! “Lâ ilâhe illallah” deyin ki kurtuluşa eresiniz" diyerek geçmişti.
Elinde taşlarla bir adam onun peşine düşerek ayaklarını kan içinde bırakmıştı. O adam bir taraftan şöyle diyordu: "Ey insanlar! Ona itaat etmeyin çünkü o yalancıdır."
Ben:
- “Bu kim?” diye sordum.
- “Bu Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk” dediler.
- “Peki, taş atarak peşinden giden kim ya?” dedim.
O da, amcası Abduluzza yani Ebu Leheb'tir, diye cevab verdiler. [48]

244-) Câbir anlattı:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem on yıl Mekke'de kaldı. Bu süre içinde Ukaz ve Mecenne'de konakladıkları yerlerde, hac zamanında Minâ'da halkın arasına girer:
"Beni kim yanına alır? Karşılığında kendisine cennet olmak üzere, Rabbimin risâletini (gönderdiği mesajını) tebliğ etmem için bana kim yardım eder?" derdi. Sonunda, Yemen'den veya Mudar'dan birisi çıkar, kavmi o kişinin hemen yanına gelir:
“Kureyşli çocuktan sakın ki seni aldatıp dininden döndürmesin” derdi. [49]


RASÛLULLAH'ın EN YAKIN AKRABALARI UYARMASI.:

245-) Ebu Hüreyre anlatmaktadır:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Sen Önce, en yakın akrabalarını uyar" [50] âyeti indirilince ayağa kalkıp:
"Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi ALLAHu TeÂLÂ'dan satın alın. Yoksa ben Allah'ın azabından kurtarmak için size, hiçbir fayda veremem. Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah'ın azabından kurtarmak için size hiçbir fayda veremem. Ey Abbas İbn Abdilmuttalib! Ben Allah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda veremem. Ey Allah'ın Rasûlünün halası Safıyye!. Ben Allah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda, veremem. Ey Fatıma Bint MuhaMMedi Benden dilediğini iste! Ancak Allah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda veremem" dedi. [51]


وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
Resim---“Ve enzir aşîrateke’l- akrabîn (akrebîne).: (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.” (Şuarâ 26/214)

246-) İbn Abbas şöyle rivâyet etmiştir:
ALLAHu TeÂLÂ: "Sen, önce en yakın akrabalarını uyar" âyetini indirince, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Safa'ya gelip üzerine çıktı. Sonra:
- "Ya Sabahah!" diye bağırdı. [52]
Halk onun yanında toplandı. Kimisi bizzât kendisi gelmiş, kimisi de adamını göndermişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle konuştu:
- "Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey falan oğulları! Ey falan oğulları! Ne dersiniz? Size şu dağın eteğinden bazı atlıların çıkıp baskın yapacaklarını söylesem, bana inanır mısınız?"
- “Evet, sana inanırız” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Öyleyse ben sizi, şiddetli bir azab karşısında uyarmağa me’murum" dedi. [53]
Ebu Leheb hemen:
- “Yuh sana! Bizi, bugünde mi bunun için topladan?” dedi. Bunun üzerine ALLAHu TeÂLÂ Tebbet Sûresini indirdi..


تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ
Resim---“Tebbet yedâ ebî lehebin vetebb(e).: Elleri kurusun, Ebû Leheb'in... Zaten kurudu, mahvoldu o... (Çünkü kendisini, peygamber imana davet ettiği zaman, Allah'ın peygamberine beddua etmişti o.).: Elleri kurusun, Ebû Leheb'in... Zaten kurudu, mahvoldu o... (Çünkü kendisini, peygamber imana davet ettiği zaman, Allah'ın peygamberine beddua etmişti o.)” (Tebbet 111/1)

مَٓا اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَۜ
Resim---“Mâ aġnâ ‘anhu mâluhu vemâ keseb(e).: Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.: Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.” (Tebbet 111/2)

سَيَصْلٰى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍۚ
Resim---“Seyaslâ nâran żâte leheb(in).: O alevli bir ateşe girecektir.: O alevli bir ateşe girecektir.” (Tebbet 111/3)

وَامْرَاَتُهُۜ حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ
Resim---“Vemraetuhu hammâlete-lhatab(i).: (Peygambere eziyyet ve düşmanlık eden) karısı da (cehennemde) odun hammalı olarak (oraya girecek).” (Tebbet 111/4)

ف۪ي ج۪يدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ
Resim---“Fî cîdihâ hablun min mesed(in).: Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.” (Tebbet 111/5)

247-) Kabîsâ İbn Muharik'la Zuheyr İbn Ömer şöyle anlattılar:
"En yakın akrabalarını uyar" [54] âyeti nâzil olunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem dağın tepesine gidip en yüksek taşın üzerine çıktı. Sonra şöyle seslenıneğe başladı.
- "Ey Abdumenâfoğulları! Ben bir uyarıcıyım. Benimle siz, düşmanı görüp kendi adamlarını uyarmağa giden ve düşmanın kendini geçeceğinden korkarak, baskın var diye bağıran kimseler gibiyiz." [55]

248-) İbn Abbas şunu anlattı:
"En yakın akrabalarını uyar" âyeti nâzil olunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Safa'ya çıkıp:
- "Ey Kureyş topluluğu!" dedi. "
Kureyşliler kendi aralarında, MuhaMMed Safa'da konuşuyor, dediler ve gidip onun karşısında toplandılar.
- “MuhaMMed! Ne var? Ne diyorsun?” dediler. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
- "Size şu dağın eteğinde (düşman) atlıları var desem, bana inanır mıydınız?" dedi. Onlar:
- "Evet, sen bize göre, herhangi bir suçla itham edilmiş birisi değilsin. Seni denedik ve sende hiçbir yalana rastlamadık" dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Ben sizi, şiddetli bir azab karşısında uyarmağa me’murum. Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Abdumenâf oğulları! Ey Zuhre oğulları! (Kureyşin bütün kabilelerini saydı.) Azîz ve Celîl olan Allah bana, en yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. Siz "Lâ ilâhe illallah, demedikçe, ben size ne dünyada bir yarar, ne de âhirette bir nasib sağlayabilirim" dedi. [56]
EbuLeheb:
- “Yuh sana! Bizi, bugün de mi bunun için topladm?” dedi. Bunun üzerine ALLAHu TeÂLÂ, Tebbet Sûresini indirdi.

249-) Ali İbn Ebi Talib kerremallahu vechehu şunu anlattı:
Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem: "En yakın akrabalarını uyar" âyeti inince, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:
"Bu emir bana çok ağır geldi. Anladım ki, ben onlara bunu açtığımda, onlardan hoşuma gitmeyen şeyler görecektim. Bunun üzerine bir süre sustum. Cebrâil bana geldi ve "MuhaMMed! Sen Rabbinin sana emrettiğini yapmayacak olursan, Rabbin sana azab edecektir, dedi."
Ali! Benim için bir sa' (2. 917 kğ.) yemek yap. O yemeğin üzerine et olarak bir koyun budu koy. Bize bir kap da süt hazırla. Sonra Abdulmuttalib oğullarını benim için topla. Böylece ben onlarla konuşayım ve emr olunduğum şeyi onlara tebliğ edeyim.
Ben Rasûlullah’ın bana emrettiği şeyi yaptım. Abdulmuttalib oğullarını, Rasûlullah’ın naminâ dâvet etim. Onlar kırk kişiydiler veya kırk kişiden ya bir eksik ya da bir fazlaydılar. Gelenlerin arasında, Rasûlullah’ın amcaları Ebu Talib, Hamza, el-Abbas ve Ebu Talib de vardı.
Onlar toplanınca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem benim yaptığım yemeği getirmemi istedi. Ben de getirdim. Yemeği sofraya koyunca Rasûlullah eti parçalayarak tabağın kenarlarına koydu. "Haydi yeyin, bismillah" dedi. Hepsi yedi ve tamamıyla doydular. Artık sadece parmak izlerini görüyordum. Ali'nin canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onların tümüne sunduğum yemeği onlardan, bir tek adam bile, yalnız başına yiyebilirdi.”
Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Dâvetlilere süt ver" dedi. Süt kabını getirdim. Ondan da hepsi kanıncaya kadar içtiler. Allah'a yemin ederim ki, o kaptaki süt kadarını, onlardan bir adam bile yalnız başına içebilirdi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onlara hitab etmek istediği sırada Ebu Leheb söze başlayıp:
"Adamınız sizi büyülemiş” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onlarla konuşmadan topluluk dağıldı. Ertesi gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Ali! Şu adam, duyduğum sözlerle, benden önce davranıp önüme geçti. Dolayısıyle ben konuşamadım. Sen önceki akşam bizim için yaptığın kadar yemek hazırla. Sonra onları yanıma topla!" dedi.
Yemeği yaptım. Onları topladım. Hepsi yeyip içtiler. Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu konuşmayı yaptı:
- "Ey Abdilmuttalib oğulları! Vallahi, araplar içinde, benim size getirdiğimden daha üstününü kavmine getirmiş bir genç bilmiyorum. Ben size, dünya ve âhiretin en hayırlısını getirdim. Rabbim bana, sizi buna dâvet etmemi emretti. Hanginiz kardeşim olmak üzere, üzerinde bulunduğum şeyde bana yardımcı olmayı kabul eder?" dedi.
Kimseden ses çıkmadı. Oradakilerden yaşça en küçüğü olarak:
- “Ben, ey Allah'ın peygamberi!” dedim. Davteliler gülüşerek ayağa kalktılar. [57]


Resim

NOTLar.:
[43] Bakınız: İbnu'l-Esîr, el-Kamil fı't-Tarih
[44] el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 31800, 35418
[45] AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 151-155.
[46] Hıcr Suresi, 94.
[47] İbn Sa'd, Tabakatul-Kubra, 1/134; el-Hındi, Kenzu'l-Ummal, 4900.
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 155-156.
[48] İmam Ahmed, Müsned, 3/492, İV/34}, V/371; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, W 380; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, V/56, VII/376; Darekulni, Sünen, İÜ/54; İbn Hibban, Sahih, 682 (Mevaridu'z-Zaman); Tefsiru İbn Kesir, VIII/534; Tefsiru'l-Kurtubi; el-Hindi, Kenzu'l-Ummal, 35538, 35541; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, VI/21, 22; Ukayli, ez-Zuafa, 1/106.
[49] İmam AhMed, Müsned, 3/2, 3,139
AbdurRahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 156-157.
[50] Şuara Suresi, 214.
[51] İmam Buharı, İV/7, VI/140; Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, 351; Nesai, Sünen, VI/249; Darimi, Sünen, U/305; Beyhaki, Sunenu'l-Kubra, VI/280; Ebu Avane, Müsned, I/95; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, 11/176; Tefsiru't-Taberi, IH/365; el-Hİndi, Kenzu'l-Ummal, 43754; İbnu'l-Cevzi, Zadu'l-Mesir, VI/147; Bağavi, Şerhu's-Sunne, XIII/329
[52] Ya Sabahah! "Düşman tarafından kuşatıldık, sarıldık! Sabah vakti gelip çattı. Hemen çarpışmaya hazırlanın" demektir. (Mütercimin notu).
[53] Buhari, Sahih, VI/153, 221; Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, 355, 356; İmam Ah-med, Musned, 1/281; İbn Kesir, VI/513, VİII/534; Bağavi, Şerhu's-Sunne, V/128, VII/317; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, VIII/503; Suyuti, Durru'l-Mensur, VI/408; İbnu'l-Cevzi, Zadu'l-Mesir, Vl/ 465, IX/258
[54] Şuara Suresi, 214
[55] Müslim, Sahih, kitabü'l-iman 353; İmam AhMed, Müsned, 5/60; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, 5/313; Tefsirü'l Kurtubi, 8/12; 14/312; 20/234; Beyhakî, Delailü'n-Nubuvve, 2/178.
[56] Tefsirüibn Kesir 4/237..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

RASÛLULLAH'ın RİSÂLETİNİN (PEYGAMBERLİĞİNİN) UMUMÎLİĞİ.:

250-) Câbir İbn Abdiüah şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
- "Ben özel olarak size, genel olarak da bütün insanlara peygamber olarak gönderildim."
[58].


RASÛLULLAH'ın CİNLERE DE GÖNDERİLMESİ.:

251-) Câbir anlatmıştır:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize Rahmân Sûresini okudu. Bitirdikten sonra:
- "Niçin sizi suskun görüyorum? Halbuki cinler sizden daha iyi cevab veriyorlardı.” Onlara: "Öyleyse Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz" âyetini okur okumaz: “Rabbimiz! Biz senin hiçbir ni’ınetini yalanlamıyoruz. Hamd sanadır” dediler."
[59].

252-) İbn Mes'ud anlatmıştır:
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yola çıktı. Yanına beni de aldı. Nihâyet beni geniş bir araziye getirdi. Sonra benim için bir çizgi çekti ve:
- "Senin yanına dönünceye kadar, buradan ayrılma" dedi. Ancak seher vakti gelebildi ve: "Ben cinlere gönderildim" dedi. Ben:
- “Duyduğum bu sesler neydi?” dedim. Rasûlullah:
- "Onların beni uğurlarken ve bana selâm verirlerken çıkardıkları seslerdi" dedi.
[60].


RASÛLULLAH HATEMENNEBİYYİN'dir (PEYGAMBERLERİN SONUNCUSUDUR).:

253-) Ebu Hüreyre şunu rivâyet etti: Rasûlulullah sallallahu aleyhi vesellem: "Peygamberler benimle sona erdirildi" buyurmuştur. [61].

254-) Sa'd İbn Ebi Vakkas şöyle anlattı:
Tebuk Gazasında Rasûlullah, Ali İbn Ebi Talib'i yerine bıraktı. Ali:
- “Ey Allah'ın Rasûlü! Beni kadınlarla çocukların arasında mı bırakıyorsun?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Benden Musâ'ya nisbetle Harun yerinde olmaya razı değil misin? Ancak, benden sonra peygamber yoktur" dedi.
[62].

255-) Sevban şunu rivâyet etti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Ben, peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber yoktur."
[63].


RASÛLULLAHIN KÂFİRLERDEN GÖRDÜĞÜ EZİYET VE İŞKENCELERLE, BUNLAR KARŞISINDAKİ SABIR ve TAHAMMÜLÜ.:

256-) İbn Abbas'tan rivâyet edilmiştir:
Kureyşli topluluk Hıcr'da toplanıp Lât, Uzza ve Menât'a yemin ederek üçüncü defâ şöyle sözleştiler:
“Eğer MuhaMMed'i görürsek, ona bir tek adam gibi hareket edeceğiz ve öldürmeden onun yanından ayrılmayacağız.
Fatıma ağlayarak geldi ve babasının yanına girdi:
- Hıcr'da Kureyşli bir topluluk, seni görünce yanına gelip öldürmek üzere sözleştiler. Seni öldürmeye hepsi katılacak” dedi. Rasûlullah
- "Kızım! Sen bana abdest suyunu göster" dedi. Abdest aldıktan sonra mescide onların yanına girdi. Kureyşliler onu görünce:
- “İşte bu, o! İşte bu o” dediler.
Gözlerini indirip oturdukları yerde çakılıp kaldılar. Gözlerini kaldırıp ona bakamadılar. Hiçbiri kalkamadı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem gelip tepelerinde dikildi. Bir avuç toprak aldı ve:
- "Yüzleri çirkin olsun" diyerek üzerlerine saçtı.
Onların arasında, Rasûlullah’ın saçtığı toprağın İsâbet edip de Bedir savaşında kâfir olarak öldürülmeyenini görmedim.”
[64].

257-) İbn Abbas'tan rivâyet edilmiştir. Ebu Cehil:
- “MuhaMMed'i Kâbe'nin yanında namaz kılarken görürsem, boynuna basıp ayağımın altına almak için onun yanına gideceğim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Eğer o, bunu yapmış olsaydı, Melekler onu açık açık kaparlardı" buyurdu.
[65].

258-) Abdullah İbn Amr İbni'l As'tan rivâyet edildi:
“Abdullah İbn Amr'a: “Kureyş'in Rasûlullah'a gösterdiği düşmanlık yaptığı ve kötülükler arasında gördüklerinin en fazlası hangisiydi?” diye sorulunca şöyle cevab verdi:
“Bir gün Hicr'da toplanan Kureyş eşrafının yanına geldim. Rasûlullah hakkında konuşmağa başladılar.
- “Bu adama sabrettiğimiz kadar hiçbir şeye sabrettiğimizi görmedik. O, akıllarımızı akılsızlık saydı. Atalarımıza sövdü. Dinimizi kötüledi. Topluluğumuzu darmadağın etti. ilâhlarımıza hakaret etti. Biz onun bu yaptıklarına büyük sabır gösterdik.”
Tam su sırada, Rasûlullah göründü. Yürüyerek geldi. Hacer-i esved'i istilâm ettikten sonra, Kâ'be'yi tavaf ederken, yanlarından geçti. Yanlarından geçerken daha önceki bazı sözlerini söyleyerek ona sataştılar.
Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem kızdığını yüzünden anladım. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kâbe'yi tavafa devam etti. Üçüncü defâ onların yanından geçti. Yine aynı şekilde ona sataştılar. Bunun üzerine Rasûlullah:
- "Ey Kureş topluluğu! Dinliyor musunuz? MuhaMMed'in canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, size helâk olacağınız (boğazlanacağınız) haberini getirdim." dedi.
[66].

Hepsi tutulup kaldı. Başlarına kuş konmuş gibi yerlerinde çakılıp kaldılar. Hatta daha önce ona en katı davrananı bile, bulabildiği en güzel, en yumuşak sözleri kullanarak.
“Ebu'l- Kasım! Geç git! Doğru yolda olarak git. Vallahi sen, câhil bir kimse değilsin” dedi.
Böylece Rasûlullah, onların yanından ayrıldı. Ertesi gün, Kureyşliler yine Hicr'da toplandılar. Ben de onların arasındaydım. Birbirlerine:
“Sizin, ona, ne dediğinizi, onun da size ne söylediğini hatırladınız mı? Size hoşlanmadığınız şekilde karşılık verdiği halde, onu serbest bıraktınız” dediler!
Onlar böyle konuşurlarken yine Rasûlullah çıkageldi. Bir tek adam gibi, hep birden onun üzerine atladılar ve etrafını sardılar. İlahları ve dinleri aleyhinde söylediği sözleri tekrarlayarak:
- “Sen böyle böyle mi söylüyorsun?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de:
- "Evet, öyle söyleyen benim" diyordu
Onlardan birisinin, Rasûlullah’ın yakasına geçtiğini gördüm. Ebu Bekr hemen kalkıp ağlayarak Rasûlullah’ın önüne geçti:
- “Rabbım Allah'tır dediği için birisini mi öldüreceksiniz?” dedi. Daha sonra, onun yanından ayrıldılar.
işte bu, Kureyş'in ona yaptıkları arasında benim gördüğüm en şiddetlisiydi.


259-) Anar, Osman İbn Affan'ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
Osman'a, “Kureyş'in Rasûlullah'a yaptığı hakaretlerin en ağırı hangisiydi?” diye soruldu.
Amr şöyle der: “Bunu hatırlayınca Osman'ın gözlerinden yaşlar boşandığını gördüm.”
Osman (radiyallahu anhu) olayı şöyle anlattı:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem eli Ebu Bekr'in elinde olduğu halde Kâbe'yi tavaf ediyordu. Hıcr'da da üç kişi oturuyordu. Bunlar; Ukbe İbn Muayt, Ebu Cehil İbn Hişâm ve Umeyye İbn Halefti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem geçti. Onların hizasına gelince, ona hoşuna gitmeyecek bazı sözler söylediler. Bunu, Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem yüzünden anladım. O'na yaklaştım. Benimle Ebu Bekr'in arasındayken parmaklarını parmaklarıma geçirdim ve hep birlikte tavaf ettik.
Onların hizasına gelince, Ebu Cehil:
- “Vallahi, sen bizi atalarımızın taptığına tapmaktan menederken, denizin bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu bulundukça seninle barışmayız” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Ben de öyle" dedi ve onların yanından ayrıldı. Üçüncü şavtta (Kâbe'nin etrafındaki her bir dönüşün adı şavttır) ona, aynısını yaptılar.
Dördüncü şavtta, ona saldırıya geçtiler. Ebu Cehil, yakasından tutmak isteyerek üstüne atladı. Ben onu göğsüne vurarak ittim ve makadının üstüne düştü. Ebu Bekr, Umeyye İbn Halefi itti. Rasûlullah da Ukbe İbn Muayt'ı itti. Sonra onlar ayakta durmakta olan Rasûlullah’ın yanından çekildiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onlara:
- "Eğer Vallahi, vazgeçmezseniz, hemen onun cezâsı gelecek" dedi.
Vallahi, onlardan kurkuya kapılmamış ve titremeğe başlamamış kimse kalmamıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle diyordu:
- "Siz, peygamberinize karşı ne kötü kavimsiniz."
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem evine gitti. Biz de evinin kapısına varıncaya kadar onu takip ettik. Kapıda durdu, sonra bize doğru geldi ve:
- "Size müjdeler olsun! ALLAHu zü’L- CELÂL, dinini üstün kılacak, kelimesini tamamlayacak ve peygamberine yardım edecektir. Sizin bu gördükleriniz Allah'ın hemen sizin ellerinizle boğazlayacağı (helâk edeceği) şeylerdendir."
Sonra evlerimize gittik.
Vallahi, Allah'ın onları bizim ellerimizle helâk ettiğini gördüm!
[67].

260-) Esma Bint Ebi Bekr anlattı: “Ez-Zubeyr İbnu'l Avvam bana şöyle dedi: “Bugün garib bir şey gördüm.
Başkanları Ebu Cehil İbn Hişâm olmak üzere Kâbe'nin etrafında bazı müşrikler gördüm. Onlar, Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem bir komplo hazırlarken o çıkageldi ve tepelerine dikikip:
- “Size ve arkadaşınıza lânet olsun" dedi.
Sanki onlar dilsiz gibi, ne konuşabildiler ne de yerlerinden kımıldayabildiler.
Onların, en pis olanının özür dilemek için peşinden koştuğunu ve:
- “Bizden vazgeç, biz de senden vazgeçelim” dediğini gördüm. RasûIullah sallallahu aleyhi vesellem da şöyle diyordu:
- "Allah'a iman etmedikçe veya seni öldürmedikçe senden vazgeçmem." O da:
- “Sen beni öldürebilir misin” diyordu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: '
- "Seni ve bunları Allah öldürür" diyordu.
Ebu Cehille diğerleri perişân bir vaziyete oradan ayrıldılar.
[68].

261-) Urve İbnü'z-Zubeyr anlattı:
“Abdullah İbn Amr İbn El-As'a: Bana, müşriklerin Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem yaptığı en ağır şeyi anlatabilir misin?” dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kâbe'nin avlusundayken Ukbe İbn Ebi Muayt çıkageldi. Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem omuzundan tutup elbisesini boynuna sardı ve sıkıca boğazını boğdu. Hemen Ebu Bekr geldi, Ukbe'nin omuzundan tutup Rasûlullah'tan sallallahu aleyhi vesellem uzaklaştırdı. Ebu Bekr şöyle dedi:
- “Bir adamı, Rabbim Allah'tır dediği için mi öldüreceksiniz? Halbuki o size Rabbinizden deliller getirmiştir.”


262-) Abdullah şöyle demiştir:
Rasûlullah’ın Kureyş'e sadece bir gün beddua ettiğini gördüm.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem namaz kılarken, bir grup Kureyşli de etrafında oturuyordu. Biraz ilerisinde de kesilmiş bir devenin döl yatağı vardı: Kureyşliler:
-“Kim bu döl yatağını alıp onun sırtinâ atâbilir?” dediler. Ukbe İbn Ebi Muayt:
- “Ben” dedi.
Ukbe onu alıp Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi vesellem sırtinâ koydu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem secdeden ayrılmadı. Sonunda Fatıma gelip devenin döl yatağını sırdından alıp attı. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Allah'ım! Kureyş'ten bu cemâat, sana havale! Allah'ım Ukbe, sana havale! Allah'ım! Şeybe, sana havale! Allah'ım! Ebu Cehil İbni Hişam, sana havale! Allah'ım! Ukbe İbn Ebi Muayt, sana havale! Allah'ım Ubey İbn Halef (veya Umeyye İbn Halef) sana havale" dedi.
[69].

Abdullah şunu ilâve etti:
“Bunların hepsinin Bedir savaşında Öldürülüp kuyuya sürüklendiklerini gördüm. Yalnız Ubeyy yahut Umeyye iri bir adamdı. O kesilerek parçalandı.”


264-) İbni İshak'tan rivâyet edilmiştir:
Müşrikler, Rasuhıllah'a karşı çıkma konusunda ittifak edince, amcası Ebu Talib onu korudu. Kureyş eşrafından Ukbe, Şeybe, Ebu Cehil gibi bir grup Ebu Talib'e gitti veşöyle dedi:
- “Yeğenin, ilâhlarımıza dil uzattı. Dinimizi yerdi. Akıllarımızı, hafif akıllılık ve akılsızlık saydı. Atalarımızın sapıklık içinde ölüp gittiklerini ileri sürdü. Ya sen onu bizimle uğraşmaktan alakoyarsm, ya da aramızdan çekilirsin. Zâten sen de bizim gibi ona karşısın. Biz onun hakkından geliriz.”
Ebu Talib onları, güzellikle, yumuşak ve tatlı sözlerle savuşturdu. Onlar da çekip gittiler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem eskisi gibi işine devam etti. Onunla müşrikler arasında iş büyüdü. Birbirlerini onunla Savaşmağa kışkırttılar. Daha sonra tekrar Ebu Talib'in yanına gelip:
- “Artık buna dayanamayacağız” dediler. Ebu Talib, Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem:
-“Yeğenim! Kavmin bana geldi ve şöyle şöyle söyledi. Güç yetiremeyeceğim bir işi bana yükleme” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Amca! Vallahi, bu işi bırakmam için, güneşi sağ elime, ayı da sol elime koyacak olsalar, Allah onu izhar etmedikçe bırakmam. Ya da o yolda ölür giderim" dedi.
[70].
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ağlayarak ayağa kalktı. Gitmek için geri dönünce, Ebu Talib ona:
-“Yanıma gel yeğenim!” diye seslendi, O da amcasının yanına geldi. Ebu Talib:
- “Git, istediğini söyle. Vallahi, seni hiçbir zaman teslim etmem” dedi.
Böylece kavga başladı. Her kabile, işkence etmek ve dinlerinden döndürmek üzere, aralarında bulunan müslümanlarm üzerine atıldılar. Ebu Talib Haşimoğulları ve Abdülmüttalib oğulları arasında kalkıp onları Rasûlullah'ı koruyup himâye etmeğe çağırdı.
Müslümanlar namaz kılacakları zaman Mekke Vâdilerine gider, namaz kıldıklarını kavimlerinden gizlemek isterlerdi. Onlar müslümanların yaptıkları ibâdetlerini ayıplamağa kalkışınca aralarında kavga çıktı. O sırada, Sa'd İbn Ebi Vakkas, yerde bulduğu bir deve çene kemiğiyle müşriklerden birinin başını yardı.
Bu, İslamda akıtılan ilk kan oldu..


265-) İbn Abbas anlatmıştır:
Ebu Talib hastalandı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu ziyârete geldi. Başının yakınında birisinin oturağı vardı. Ebu Cehil kalkıp oraya oturdu.
-“Yeğenin ilâhlarımıza dil uzatıyor” dediler. Ebu Talib:
- “Kavmin neden senden şikâyet ediyor?” dedi. Rasûlullah:
- "Amca! Onların bir tek kelime söylemelerini istedim ki, o kelime sâyesinde Araplar onlara boyun eğsinler. Arap olmayanlar da onlara cizye versinler" dedi. Ebu Talib:
- “Nedir o kelime?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
- "Lâ ilâhe illallah Allah'tan başka ilâh yok" dedi.
71].
Onlar:
- O, bütün ilâhları, bir tek ilâh mı yapmış?” dediler.
Bunun üzerine: Sa'd: “O şanlı Kur’ÂN'a yemin ederim ki "İndi ve doğrusu bu tuhaf bir şeydir" âyetine kadar okudu.
[72].


ص وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ
Resim---“Sâd, ve’l- kur’âni zîz zikr (zikri).: Sâd, zikrin sahibi Kur’ân’a andolsun.” (Sad 38/1)

بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
Resim---“Belillezîne keferû fî izzetin ve şikâk (şikâkın).: Hayır, kâfirler gurur ve ayrılık içindedirler.” (Sad 38/2)

كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ
Resim---“Kem ehleknâ min kablihim min karnin fe nâdev ve lâte hîne menâs (menâsin).: Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler, fakat kurtuluş vakti geçmişti.” (Sad 38/3)

وَعَجِبُوا أَن جَاءهُم مُّنذِرٌ مِّنْهُمْ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
Resim---“Ve acibû en câehum munzirun minhum ve kâle’l- kâfirûne hâzâ sâhırun kezzâb (kezzâbun).: Ve onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesi acayiplerine gitti (şaşırdılar). Ve kâfirler: "Bu çok yalancı bir büyücü." dediler.” (Sad 38/14

أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
Resim---“E ceale’l- âlihete ilâhen vâhıden, inne hâzâ le şey’un ucâb (ucâbun).: İlâhları bir tek ilâh mı kılıyor? Muhakkak ki bu, gerçekten acayip (şaşılacak) bir şey.” (Sad 38/5)



Resim

NOTLar.:
[58] Buharî, Sahih, 1/92, 119; Beyhakî, Sünenü'i-Kubrâ, 1/212; 2/433; Tefsiru ibn Kesir, 2/20, 112, 281, 3/490, 4/34, 397, 6/101, 506. Bkz: İthafu's-Sadeti'l-Muttakîn, X/488, 489; Fethu'l Bari, 1/436, 439, 533.
Abdurrahmân İbnü’l-Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 160
[59] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/17, 232, 473; İbn Ebi'd-Dünya, Kitabu'ş-Şükr s. 37; Tarihu İbn Asakir, 2/204; 5/397; Ebu Nuaym, Tarihu İsfehan, 1/181 Tefsiru İbn Kesir, II 285; Suyutî, Durru'l-Mensur, 6/140; el-Hindî, Kenzu'l ummal, 2823, 4146; Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, 2918; Ibnu'l-Cevzî, Zad'ül-Mesir, 8/112.
[60] Ebu Nuaym, Deiailu'n-Nubuvve, 1/13, Bkz: Beyhakî, Sunenu'l-Kubrâ, 2/433, 434; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubrâ 1/128.
Abdurrahmân İbnü’l-Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 160-161.
[61] Müslim, Sahih, kitabu'l-mesacid, 5; İmam Ahmed, Musned, 2/412; Ebu Avane, Musned, 1/395; Tefsiru İbn Kesir, 6/424; Tefsirü'l-Kurtubi 10/49; 16/217; ibn Hacer, Fethü'l-Bari, 1/439
[62] Müslim, Sahih, kitabu fedaili's-sahabe, 31; Buharî, Sahih, 5/42; Tirmizî, Sünen, 3724; İmarn Ahmed, Musned, 1/173, 175, 182, 184, 331, 3/338; Beyhaki, Sunenu'l-Kubrâ, 11/40; Hakim, Müstedrek, 2/317; Ebu Nuaym, Hılyetül-Evliya, 7/195, 196; Tarihül-Hatib, 4/ 204; 11/432; İbn Hıbban, Sahih, 2201 (Mevaridu'z-zaman), Abdurrezzak, Musannef, 9645, 20390; İbn Ebi Asim, Sunne, 2/600, 610; Taberani, Mu'cemü'l-Kebir, 11/76; 12/99; 19/291; Beyhakî, Deiailu'n-Nubuvve, 5/220; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 12/60; 14/545; İbn Adiyy, el-Kamil, 6/2378; Humeydi, Musned, 717
[63] Müslim, Sahih, kitabu'l-fedail, 22; Tirmizî, Sünen, 2219; Ebu Davûd, Sünen, kitabu'l-fiten, 1; İmam Ahmed, Musned, 2/398; Taberani, Mucemu'l-Kebir, 6/252; Heysemî, Mecmaü'z-Zevaid, 9/269; Suyutî, Durru'l-Mensur, 5/204.
Abdurrahmân İbnü’l-Cevzî, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 161.
[64] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/277; Hakim, Müstedrek, 1/163; İbn Hıbban, Sahih, 1691;€bu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, 1/61;Tefsiru İbn Kesir, 3/586.
[65] Buharî, Sahih, kıtabu't-tefsir, tefsiru suretil alak; İmam Ahmed, Müsned, 1/248; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/192; Tirmizî, Sünen, 3348; Tefsirü't-Taberi, 3/43, 44; Hey-semî, Mecmau'z-Zevaid, 6/314; Suyutî, Durrul-Mensur, 6/369
[66] İmam Ahmed, Müsned, 2/218
[67] Suyutî, Câmiü'l-Kebir, 2/16; Ibn Hacer, Fethü'l-Bari, 7/168
[68] Heysemî, Mecmaü'z-Zevaid, 8/228, 229. Heysemî şöyle demiştir. "Bunu, Bez-zar, şeyhi Ali İbn Şebib ten rivayet etti. Ben onu tanımıyorum. Onun diğer ravileri sika (güvenilir) dırlar."
Bezzar, Müsned, 2405 (Keşfü'l-Estar).
[69] Buharî, Sahih, 4/127; 5/57; Müslim, Sahih, kitabu'l-cihad, 108; İmam Ahmed, Musned 1/417; İbn Huzeyme, Sahih, 785; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 2/278; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 1/349; 6/282, 283
[70] Taberani, Mucemu's-Sağır, 2/104; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, 3/48; Hey-semî, Mecmau'z-Zevaid
[71] İmam Ahmed, Musned, 1/227: Beyhakî, Sünenü'l- Kubrâ, 9/188; Tefsırut-Taberi, 23/79.
[72] Sad Suresi, 1-5.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ASHÂBının DİLinden RESÛLULLAH sav.

Mesaj gönderen Gul »

Resim

RaSûLuLLaH Ortaya Çıktığında Eksem İbn Sayfi'nin Ona İman Etmesi Hakkında Rivâyet EdiLenLer.:

265-) İbn Umeyr anlattı:
“Eksem İbn Sayfî Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem çıktığını duydu. Eksem, ona gitmek istedi. Kavmi ondan ayrı kalmak istemedi. O:
- “Kim ona, benim hakkımda bana da onun hakkında bilgi götürür?” dedi. iki adam seçildi. Onlar peygamber'e sallallahu aleyhi vesellem gidip:
- “ Biz Eksem İbn Sayfî'nin adamlarıyız. O, senin kim olduğunu, nasıl olduğunu ve ne getirdiğini soruyor?” dediler. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
- "Ben, Abdullah'ın oğlu MuhaMMed'im. Allah'ın kulu ve elçisiyim" dedikten sonra "Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasmız diye size öğüt veriyor" âyetini okudu. [73]


إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---““İnnallâhe ye’muru bi’l- adli ve’l- ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munkeri ve’l- bagyi, yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (Allah’ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecâvüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/ 90)

“Bu sözü bize tekrar et” dediler. Rasûluüah sallallahu aleyhi vesellem onlar ezberleyinceye kadar âyeti tekrar etti.
Adamları Eksem'e gelip:
- “Ona nesebini sorduk. Onu, Mudar’ın nesebi şereflisi olarak gördük. Bize bazı kelimeler söyledi.” Eksem o kelimeleri duyunca:
- “Ey kavmim! görüyorum ki o, güzel ahlâkı emrediyor. Kötü ahlâkı menediyor. Bu işte baş olun. Kuyruk olmayın, lk olun, son olmayın” dedi. Çok geçmedi ölüm yatağına düştü.
Eksem şöyle demişti:
“Yazıklar olsun soyuma! Erişemediğim ve kaçırdığım bir şeyden dolayı kendime yazıklar olsun. Sana üzülmüyorum aksine umuma üzülüyorum. Mâlik! Hak üstün olursa, batılı defeder.”
Yüz kişi ona tâbi oldu. Rasûlullah'a gitmek üzere yola çıktı. Daha yolun yarısındayken Hubeyş, onların develerini ele geçirip kesti. Yanlarındaki su torbalarını parçalayıp kaçtı. Susuzluk Eksem'i güçsüz ve takatsiz hale getirdi ve öldü. Ölmeden önce beraberindekilere Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem tâbi olmalarını vasiyet etti. Ve onlara müslünıan olduğunu gösterdi.
Onun hakkında şu âyet indirildi:
"Kim, Allah ve Rasülü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükafatı Allah'a düşer." [74]


وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---““Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fî’l- ardı murâgamen kesîran veseah (veseaten). Ve men yahruc min beytihî muhâciran ilâllâhi ve resûlihî summe yudrikhu’l- mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh (alâllâhi). Ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ve kim, Allah yolunda hicret (göç) ederse, yeryüzünde göç edilecek birçok geniş yer bulur. Ve kim, Allah ve O'nun elçisine hicret etmek için evinden çıkar, sonra da kendisine ölüm yetişirse, artık onun ecri (mükâfatı) Allah'a ait olmuştur. Ve Allah, Gafur’dur, Rahîm'dir.” (Nisâ 4/100)


RaSûLuLLaH'ın Ashabına, Habeşistan'a Hicret EtmeLerini EMRetmesi.:

266-) Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
- "Orada, ülkesindeki insanlara zulmedilmeyen bir kral vardır. Allah size içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir çıkış ve kurtuluş yolu açıncaya kadar orada korunup sakının."
Bazıları gitti. Bazıları da müslüman olduğunu gizledi. Habeşistan'a gidenler, onbir erkek, dört kadındı.
Onların gidişi, Rasûlullah'a sallallahu aleyhi vesellem peygamberlik verilişinin beşinci yılı, Receb aymdaydı.
Kureyşliler hemen müslümanların peşine düştüler ama onlara yetişemediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Necm Sûresini okuyup müşrikler: "Bunlar o yüce ak kuğulardır" sözünü duyunca ki, bu Rasûlullah’ın dilinden çıkmadığı halde bazı şeytanlar tarafından söylenmişti.. [75] Sûrede secde âyeti geçtiği için Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem secde edince müşrikler de onunla birlikte secde ettiler. El-Velid de bir avuç toprağı alnına kaldırıp sürdü.
Bu haber Habeşistandakilere ulaşınca, onlar:
- “Mâdem ki bunlar iman ettiler, biz de kavim ve kabilelerimize dönelim” dediler.
Döndüler. Bir kafileyle karşılaştılar. Onlara sordular ve şu cevabı aldılar:
- “MuhaMMed ilâhlarınızı zikretti ve onlar ona beyat ettiler. Daha sonra MuhaMMed söylediğinden vazgeçti. Onlar da ona düşman oldular.”
İbn Mes'ud hariç, herkes ancak birinin himâyesine sığınarak Mekke'ye girebildi. O, biraz bekledikten sonra Habeşistan'a geri döndü.
Müslümanları kendi kabilelerinin adamları yakalayıp onlara işkence ve eziyet ettiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onların tekrar gitmelerine izin verdi. Onlar, bu defâ beraberlerinde birçok kişiyle birlikte gittiler.


267-) İbn Ishak şöyle demiştir:
Beraberlerinde küçük olarak götürdükleri çocukları veya orada doğanlar hariç, Habeşistan'a ulaşanların tamamı, Ammar İbn Yasir onlar arasındaysa seksen erkektir.


268-) El-Vakidî şöyle demiştir:
Hicret edenler seksen üç erkekti. Kadınlar arasında onbir Kureyşli ve yedi bilinmeyen vardı.


269-) Amr İbnu'1-As anlattı:
Biz kabilelerle birlikte Hendek'ten dönünce, daha önce benim durumumu gören ve benimle konuşan bazı Kureyşlileri topladım ve onlara:
-“Vallahi, biliyorsunuz benim görüşüm, MuhaMMed'in durumunun garib bir şekilde büyüdüğüdür. Benim yeni bir görüşüm var. O konuda siz ne dersiniz?” dedi. Onlar:
-“Peki, senin görüşün nedir?” dediler. Amr:
- “Necâşi'ye gidip onun yanında olmamızı düşünüyorum. Eğer MuhaMMed, bizim kavmimize üstün gelirse biz Necâşi'nin yanında oluruz. Onun elinin altında olmamız, bize MuhaMMed'in eli altında olmamızdan daha sevimlidir. Eğer kavmimiz üstün gelirse, biz bildiğimiz kimselerdeniz ve bize onlardan ancak iyilik gelir” dedi.
- “Bu, makbul bir görüş” dediler. Ben:
- “Haydi ona vereceğimiz hediyeleri toplayın” dedim. Onun bizim memleketten en çok sevdiği hediye, tabaklanmış deriydi. Onun için bir çok deri topladık.
Sonra çıktık. Necâşi'ye geldik. Vallahi, biz tam onun yanındayken Amr İbn Umeyye ed-Damri çıkageldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ca'fer'le ashabının durumları için Amr'ı ona göndermişti. Necâşi'nin yanına girdi ve sonra çıktı.
Arkadaşlarına:
- “Bu, Amr İbn Umeyye. Ben, Necâşi'nin huzuruna girip ondan Amr'ı istemiş olsam, bana onu verir, ben de Amr'ın boynunu vururum. Eğer bunu yaparsam, Kureyş benim üzerime düşeni yerine getirmiş olduğum kanaatine varır” dedim.
Necâşi'nin huzuruna vardım. Daha önce yaptığım gibi, ona secde ettim. Bana:
- “Hoş geldin dostum! Memleketinden bana hediyelik bir şey getirdin mi?” dedi.
- “Evet hükümdar! Sana bir çok tabaklanmış deri getirdim” dedim.
Daha sonra hediyeleri ona verdim. Necâşi hediyeleri beğendi. Daha sonra:
- “Ey hükümdar! Demin senin yanından çıkan bir adam gördüm. O, bizim düşmanımız olan bir adamın elçisidir. Onu bana ver ki öldüreyim. Düşmanımız olan o adam bizim eşrafımızın ve seçkin kişilerimizin başına belâ olmuştur” dedim.
Necâşi öfkelendi. Sonra elini uzatıp burnuma öyle bir vurdu ki sanki onu kırdı. O anda yer yarılsaydı, ondan koktuğum için yerin dibine girerdim.
- “Ey Hükümdar! Vallahi, senin bundan hoşlanmadığını bilseydim, senden onu istemezdim” dedim. Necâşi:
- “Benden kendisine, Musâ'ya gelen Namus-u ekber'in (Cebrâil'in) geldiği bir adamın elçisini öldürmen için sana vermemi mi istiyorsun?” dedi. Ben:
- “Ey hükümdar! O öyle midir?” dedim.
- “Yazıklar olsun sana, Amr! Beni dinle ve bana uy. Vallahi, o, kesinlikle hak üzeredir. Musâ'nın, Firavunla askerlerine galip geldiği gibi o, kendisine karşı gelenlere mutlaka galip gelecek” dedi. Ben:
- “Müslüman olduğuma dair ona olan beyatimi kabul eder misin?” dedim.
Elini uzattı. Ben de müslüman olduğuma dair ona beyat ettim.
Daha sonra, önceki görüşümden vazgeçmiş olarak arkadaşlarımın yanına çıktım. Arkadaşlarımdan müslüman olduğumu gizledim. Daha sora Rasûlullah'a gitmek niyetiyle yola çıktım ve müslüman oldum. [76]


270-) İbn Mes'ud anlattı:
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yaklaşık seksen kişi olarak bizi Necâşi'ye gönderdi. Kureyş de hediyelerle birlikte Amr İbnu'l-As'la Umara İbnu'l-Velid'i gönderdi. Amr'la Umara Necâşi'nin huzuruna girince secde ettiler ve:
- “Bizim amca oğullarımızdan bir grup senin yurduna indiler. Bizden ve milletimizden yüz çevirdiler” dediler. Necâşi:
- “Nerede onlar?” dedi. Amr'la Umara:
- “Senin yurdundalar” dediler.
Necâşi onlara gelmeleri için haber gönderdi. Ca'fer:
- “Bugün sözcünüz benim” dedi. Diğerleri ona uydular. Ca'fer selâm verdi. Fakat secde etmedi. Cafer'e:
- “Hükümdara niye secde etmiyorsun?” dediler. Cafer:
- “Biz ancak Azîz ve Celîl olan Allah'a secde ederiz. ALLAHu TeÂLÂ, bize elçisini gönderdi. O, bize Azîz ve Celîl olan Allah'tan başkasına secde etmememizi emretti. Ayrıca bize namaz kılıp zekat vermemizi emretti,” dedi.
Amr İbnu'l As:
- “Onlar, İsâ İbn Meryem hakkında sana muhalefet ediyorlar” dedi. Necâşi:
- “İsâ İbn Meryem'le annesi hakkında ne diyorsunuz?” dedi. Onlar:
- “Biz Allah'ın dediği şekilde söylüyoruz: O, Allah'ın hiç beşerin dokunmadığı ve hiçbir erkeğin başvurmadığı namuslu bakire Meryem'e ilka ettiği (attığı) kelimesi ve ruhudur” dediler.
Necâşi yerden bir çöp alıp:
- “Ey Habeşistanlılar! Piskoposlar ve rahibler! Vallahi siz, bu adamın İsâ hakkında söylediklerinden bu çöp kadar fazla birşey söylemiyorsunuz” dedi.
“Size ve onun yanından gelenlere merhaba, hoş geldiniz. Ben onun, Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet ediyorum. O, bizim incil'de bulduğumuz kişidir. O, İsâ İbn Meryem'in müjdelediği kişidir. Dilediğiniz şekilde kalın. Vallahi, eğer hükümdar olmasaydım, ayakkabılarının taşıyıcısı olmak için O'na giderdim.” Öbürlerinin hediyelerinin geri verilmesini emretti ve hediyeler geri verildi. [77]


Resim

NOTLar.:
[73] Nahl Sûresi, 90
[74] Nisâ Sûresi, 100.
Abdurrahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 168.
[75] Garanik olayı asılsızdır. Sahih bir temele dayanmamaktadır. Nitekim Kadı İyad bunu "Eş-Şıfa" adlı kitabında ez-Zürkanı de "Şerhu'l-Mevahım" de açıklamışlardır. (Matbu olanın dipnotu)
[76] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye.
[77] İmam Ahmed, Musned; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye.
Abdurrahmân İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 169-172.
Resim
Cevapla

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)” sayfasına dön