MiNHâCu’L- FuKâRâ (FâKiRLeRin YoLu)
Merâtib-i Sülûk (Sülûkun Mertebeleri) ve Yüz Mertebe
8. DERECE: Sabır
Sabır, kulun şikâyetini Allah'tan başkasına yapmamasıdır. Allah'a yapılan şikâyetler ise sabırsızlık demek değildir. Nitekim Hz. Eyub (asl) Cenab-ı Hakk'a, "Gerçekten şeytan bana yorgunluk ve ızdırap dokundurdu." diye nida etmişti. Ve Cenab-ı Hak da ona: "Ben onu (Eyyub'u) sabreden ne güzel bir kul olarak buldum. O işlerinde daima Allah'a yönelirdi." (Sad, 30-41) buyurdu ve onu medheyledi.
Şeyh hazretleri Futuhat'ında şöyle buyurdu:
Senin hazzından kalbim dayanmaz oldu Ey Rabbim ne istersen onu bana bildir Hz. Şeyh Futuhat'ında 5. bâbda şöyle buyuruyor:
"Âmm'ın anladığı şekliyle sabır, bir kimsenin kendisine gelen ilâhî kahra mukavemet etmesidir. Allah'a karşı edepsizlik vardır. Zira Allah u Teâlâ'nın bir kuluna belâ vermesinin sebebi, o kulun kendisine tevazu ve niyazda bulunması içindir. Ve aynı zamanda verilen belânın yine Allah u Teâlâ tarafından kaldırılmasını istemek yönünde dua etmeleri içindir. Zira büyük veliler, nefislerini Allah'a şikayet hususunda engellemezler. Yalnız ve yalnız halka şikayet etmekten menederler. Büyük insanların anlayışı ve mezhebi budur, bunu gerektirir."
Nitekim Şeyh Beyazıd hazretlerinden naklen, bu kelâmın zeylinde şöyle buyuruyor: "Birgün Beyazıd hazretleri ağladı. Müridleri ona niçin ağladığını sordular. O da cevaben, açlıktan ağladığını söyledi. Bunun üzerine, sizin gibi kimse açlıktan ağlar mı hiç? dediler. Beyazıd hazretleri şöyle buyurdu: Hakk'ın bana açlık murad etmesinden maksat benim ağlamamdır."
Mevlânâ hazretleri bu mânâya muvafık olarak şöyle buyurdu: "Ashabtan birisi Allah'a dua ederek, 'Ey Rabbim ben ahiret azabından çok korkuyorum. Bana tek bu dünyada belâ ver de, ahiretteki azabımı hafiflet" dedi. Bunu derdemez hastalandı. Resûlullah efendimiz(sav) onu ziyarete geldi. Ve dedi ki, "sen ne yaptın ki sana böyle belâ isabet etti?" Sahabi şöyle cevapladı: Ya Resûlullah Allah'a dua ettim ki bu dünyada beni belayla cezalandırsın ama ahirette ceza ve azap çektirmesin. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz (sav) zâtı irşâd ederek şöyle buyurdu: "Bu şekil dua eyleme. Zira bu şekil dua eylemek küstahlıktır. Sen şöyle şöyle... dua et." Hz. Pîr Mesnevî'sinde bu mânâya muvafık olarak şöyle buyurdu:
Peygamber o hastaya dedi ki:
"Sen şunu söyle: Allahım sen bize güçlükleri kolaylaştır. Dünya yurdunda da bize iyilik ver, âhiret yurdunda da. Yolumuzu gül bahçesi gibi lâtif bir hâle getir. Ey yüce Allahım, konağımız zaten sensin" Bu mertebede sâlike lazım olan şey, şayet kendisine bir belâ isabet ederse, o belâyı def etmesi hususunda rıza-yı Hakk'a sığınmasıdır. Şayet belânın defi için susmak lazımsa susar. Yok şikâyet etmek gerekirse şikâyetini bizzat Allah'a iletir. Allah'ın belâ verdiği kimseden sabrına göre razı olup olmadığının alâmeti ise şudur: Şayet Allah u Teâlâ ondan razı olmuşsa, o kimseye belâya karşı gösterdiği sabırdan dolayı rahmanî bir neş'e ve sürür gelir. Hevâ ve hevesten zail olur. Allah olan imanı daha bir kuvvet bulur.
Kalbi genişler. Eğer bunun aksi olmuşsa, alâmetleri şudur: Belâya uğrayan kimse derdinden dolayı önüne gelen herkese şikayette bulunur, itikâdî sarsıntılar geçirir, isyankâr bir hâl alır. Nitekim Hz. Eyyub(as) başına gelen belâlar hususunda epeyi bir müddet Allah'a sabretmiştir. Allah ehlinin indinde sabrın üç derecesi vardır. Nitekim Menâzil-i Sairin adlı eserde Şeyhû'l-İslâm şöyle buyuruyor: Sabrın üç derecesi vardır. Birinci derecesi, belâya sabretmektir. Ve gösterilen bu sabrın hüsnü niyetle lezzetini anlamak ve mülahaza etmektir. Belânın bitmesini sabırla beklemektir. Sabrederek belânın defedilmesini beklemek ibadettir, ikinci derece ise, nefsi ma'siyetten (Allah'a isyandan) uzak tutmaktır.
Allah'tan haya ederek ma'siyyetten kaçınmak en güzel ve hayırlı sabırlardandır.
Lokman dedi ki: "Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
Elinle sunduğun birşeye, ey marifet sahibi, bu acıdır demeye utandım.
Çünkü vücudumun bütün parçaları senin nimetinden meydana geldi.
Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum.
Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryad edersem, vücudumun bütün parçaları hâk ile yeksan olsun! Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
Üçüncü derece, ibadetleri istikrarlı ve devamlı olmak üzere yapmak hususunda gösterilen sabırdır. İlmiyle ibadet ve taâti güzelleştirmektir. Âyet-i kerimede Allah u Teâlâ: "Ey iman edenler size isabet eden belâlara sabrediniz" buyuruyor. Ehlullah katında sabrın bir çok nev'i vardır. Bunlar sırasıyla, Allah'a sabretmek, Allah için sabretmek, Allah'da sabretmek, Allah'la sabretmek v.s.... Şeyh hazretleri en zayıf sabrın Allah için sabretmek (es'sabru lillah) olduğunu ve bunun avamın sabrı olduğunu beyan eder. Onun bir üst derecesi (es'sabru billah)'tır. Allah'la sabretmek. Bu da müridlerin sabrıdır. Allah'ın üzerine sabretmek ise sâliklerin sabrıdır. Bu sabır Hakk'ın rızasına yönelik olarak Hak yolunda yapılan sabırdır.
Allah'tan sabretmekle kastedilen şey ise, âşıkın maşukuna olan ayrılığından dolayı bu ayrılık hasretine sabrederek göğüs germesidir.
Ben sana ulaşayım derken sen istersin hecrimi Ben isteğimi terkediyorum severek dileğimi. Gençlerden biri Şiblî'ye sordu: "Sabır nedir? Ey efendim..." Şiblî hazretleri anlattıktan sonra en şiddetli (muteber) sabrın Allah için sabır olduğunu söyledi. Genç buna itiraz etti. Şiblî hazretleri bunun üzerine, Allah'la sabırdır dedi. ikinci kez itiraz edince bu sefer de, Allah'da sabırdır dedi. Üçüncü kez itiraz karşısında es-sabr-u alellah dedi. Genç yine itiraz etti ve dedi ki: Ey Şeyh hazretleri sabrın en muteberi essabru anillah'tır. Yani Allah'tan sabretmektir. Şiblî hazretleri bu sözü duyar duymaz bir şahka vurup yere düştü ve bayıldı.
Ey aşağılık dünyaya bile sabredemeyen!
Bu yeryüzünü güzel bir tarzda döşeyen
Allah'a nasıl sabredebiliyorsun?
Ey naz ve nimete bile sabredemeyen!
Kerîm Allah'a nasıl sabredebiliyorsun?
Ey temize, pise bile sabırsız!
Yaradanına nasıl sabredebiliyorsun?
Kaynak: Minhacü'l Fukara İsmâil Rusûhî Ankaravi (k.s)