(Erdem)=(Marifet)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

(Erdem)=(Marifet)

Mesaj gönderen dibbace »

SOKRATES: Kendimizle ilgilenmek ne demektir, söyle bana. Çünkü genellikle kendimizle ilgileniyoruz sanıyoruz, ama aslında ilgilenmediğimizi fark edemiyoruz. Bir insan kendisiyle ne zaman ilgilenmiş olur? Kedisine ait şeylerle ilgilenirse, kendisiyle ilgilenmiş olur mu?
ALKİBİADES: Bence ilgilenmiş olur, Sokrates…
S: Bak, bir insan ayaklarıyla ne zaman ilgilenmiş olur? Ayaklarına ait bir şeyle ilgilendiğinde ayaklarıyla ilgilenmiş olur mu?
A: Anlamadım.
S: Ayakkabılarımızla ilgilendiğimiz zaman, ayaklarımızla ilgileniyor sayılır mıyız?
A: Anlayamadım, Sokrates.
S: Bir şeyi daha iyi kılınca onunla ilgilenmiş olmaz mıyız?
A: Evet.
S: Peki, ayakkabıyı daha iyi kılan sanat nedir?
A: Ayakkabıcının sanatı.
S: Ya ayaklarımızla, gene bu sanat yoluyla mı ilgilenmiş oluruz, yoksa ayaklarımızın daha iyi olmasını sağlayan sanatla mı?
A: Ayaklarımızın daha iyi olmasını sağlayan sanatla.
S: Ayaklarımızı daha iyi kılan sanat, bütün bedenimizi daha iyi kılan sanat değil midir? A: Evet.
S: Bu sanat da idman değil midir?
A: Kesinlikle.
S: Demek ayaklarımızla idman sayesinde, ayaklarımıza ait olan şeyle de ayakkabıcının sanatı sayesinde ilgilenmiş oluruz.
A: Şüphesiz.
S: İdman sayesinde bedenimizle, başka sanatlar sayesinde de, bedenimize ait olan şeyle ilgilenmiş oluruz.
A: Evet.
S: Demek bir şeyin kendisiyle, bir sanat sayesinde, ona ait olan şeyle de başka bir sanat sayesinde ilgilenmiş oluruz.
A: Bu gayet açık, Sokrates.
S: Demek kendine ait bir şeyle ilgilenirsen, kendinle ilgilenmiş olmazsın.
A: Evet, Sokrates.
S: Çünkü gördüğümüz gibi, kişi, aynı sanat sayesinde hem kendisiyle, hem de kendine ait bir şeyle ilgilenemez, öyle değil mi?
A: Evet.
S: Hadi, şimdi söyle: Hangi sanat sayesinde kendimizle ilgileniriz?
A: Bilemiyorum, Sokrates.
S: Peki, ayakkabının ne olduğunu bilmeseydik, ayakkabıyı hangi sanat daha iyi kılar, bilir miydik?
A: Bilmezdik.
S: Peki, kendimizin ne olduğunu bilmezsek, hangi sanatla kendimizi daha iyi kılabiliriz? Bunu bilebilir miyiz?
A: Bilemeyiz.
***********
S: Kendinin ne olduğunu bilmek kolay bir şey midir? Ve o “kendini bil” yazısını Delphi tapınağına yazan insanı ciddiye almamalı mıyız? Yoksa, kendini bilmek herkesin elinde olmayan güç bir şey midir?
A: Kendini bilmenin herkesin elinde olduğunu çok kere düşündüm Sokrates, ama ara sıra, çok zor bir şey olduğunu düşünmedim de değil.
S: Zor olsun, kolay olsun, başka bir yol yok, Alkibiades. Kendimizi bilirsek, kendimizle nasıl ilgilenebileceğimizi de biliriz. Bu bilgi olmazsa, kendimizle ilgilenmek imkansızdır.
A: Doğru.
S: Bakalım, kendi varlığımız nedir? Bunu nasıl bulabiliriz? Böylece, biz neyiz, bilebiliriz; ama eğer onu bulmazsak, ne olduğumuzu asla bulamayız.
A: Hakkın var.
S: Öyleyse, yalvarıyorum sana Alkibiades, söylesene, şu anda kiminle konuşuyorsun? Benimle, değil mi?
A: Evet.
S: Ben de seninle, değil mi?
A: Evet.
S: Demek şu an konuşan benim, yani Sokrates.
A: Evet.
S: Dinleyen de Alkibiades.
A: Evet.
S: Peki Alkibiades, konuşurken kelime kullanmıyor muyum?
A: Evet, kullanıyorsun.
S: Konuşmakla kelime kullanmak aynı şey mi?
A: Aynı şey, Sokrates.
S: Ama, bir şey kullanan kimseyle, kullandığı şey ayrı değil midir?
A: Ne demek istiyorsun?
S: Açıklayayım, mesela, ayakkabıcı köseleyi bıçak ve başka aletlerle keser, değil mi?
A: Evet.
S: Peki, keser ve alet kullanan kimse, kesmek için kullandığı aletlerden ayrı değil midir?
A: Elbette.
S: İşte demin de, “bir şeyi kullanan kimseyle, kullandığı şey, her zaman ayrı mıdır?” diye sormuştum.
A: Ayrı sanıyorum.
S: Gene ayakkabıcıyı alalım: ayakkabıcı köseleyi yalnız aletleriyle mi kesiyor, yoksa elleriyle de mi?
A: Elleriyle de.
S: Demek ellerini de kullanıyor.
A: Evet.
S: Köseleyi kesmek için gözlerini de kullanmıyor mu?
A: Elbette kullanıyor.
S: Peki, bir şeyi kullanan kimseyle, kullandığı şey ayrıdır demiyor muyuz?
A: Evet, diyoruz.
S: İnsan bütün bedenini de kullanmıyor mu?
A: Evet.
S: Ama “bir şeyi kullanan kimse, kullandığı şeyle ayrıdır” demiştik.
A: Evet, demiştik.
S: Demek insan, bedeninden başka bir şeydir.
A: Öyle gözüküyor.
S: İnsan nedir öyleyse?
A: Bilmem.
S: Ama, insanın, bedenini kullanan bir varlık olduğunu biliyorsun, değil mi?
A: Evet.
S: Peki, bedenini kullanan ruh değildir de nedir?
A: Evet, ruhtur.
S: Bedene emreder, onu bu şekilde kullanır, öyle değil mi?
A: Evet.Öyle gözüküyor.
S: Yanılıyorsun Alkibiades. Çünkü eğer bu bütünün parçalarından emreden, diğeri emredilen ise, bu bütüne insan diyemeyiz.
A: Doğru.
S: Ne beden, ne de bedenle ruhun oluşturduğu bütün insan değilse, insan ya hiçbir şeydir ya da ruhtan başka bir şey değildir.
A: Öyle.
S: İnsanın ruh olduğunu göstermek için daha açık bir kanıta gerek var mı?
A: Hayır, böyle olduğu açıkça gözüküyor.
S: Öyleyse senle ben, birbirimizle konuşurken asıl konuşan ruhlarımızdır.
A: Öyle.
S: İşte demin de söylediğimiz bu; Sokrates kelimeler kullanarak Alkibiades’le konuşurken, Alkibiades’in yüzüyle değil, gerçek Akibiades’le, yani ruhu ile konuşuyor.
A: Bende böyle düşünüyorum.
S: Demek “kendini bil” diyen o söz, bize, ruhumuzu bilmemizi emrediyor.
A: Öyle gözüküyor.
S: Demek ki bedene dair bir bilgi insanın bazı şeylerini bilmek anlamına gelir, ama aslında bu, insanı bilmek anlamına gelmez.
A: Haklısın Sokrates.
S: Bir daha söyleyeyim: Bedeniyle ilgilenen kimse, kendisine ait bir şeyle igileniyor, asıl kendisiyle değil.
A: Böyle düşünmek gerek.
S: Kendi para işlerine bakan da, ne kendisine ait bir şeyle ilgileniyor, ne de asıl kendisiyle, fakat kendisinden çok daha uzak şeylerle ilgileniyor.
A: Evet, ben de böyle düşünüyorum.
S: Demek sarraf kendisine ait şeylerle ilgilenmiyor.
A: Doğru.
S: Ve Alkibiades’e aşık olan kimse, ona ait olan bir şeyi seviyor, gerçekte Alkibiades’i değil.
A: Doğru söylüyorsun.
S: Seni seven, ruhunu sevendir.
A: Bütün söylediklerinizden bu çıkıyor. Peki Sokrates, söyle bana, kendimizle nasıl ilgileniriz?
S: Ne olduğumuz üzerinde anlaşmakla bir adım ileri atmış olduk; halbuki bunda yanılsaydık, korktuğumuz başımıza gelir, kendimiz olmayan bir şeyle ilgilenmiş olurduk.
A: Çok doğru.
S: Öyleyse Alkibiades, hangi şeylere baktığımız zaman kendimizi görürüz?
A: Aynaya herhalde, veya onun gibi bir şeye.
S: Ama herkesin kabul edeceği bir şey var.
A: Nedir?
S: İnsan şu üç şeyden biridir.
A: Hangi üç şeyden?
S: Ruh… Beden… Ve ruhla bedenin teşkil ettiği bütün.
A: Hiç şüphe yok.
S: “Bedene emreden insandır” demiştik.
A: Evet, öyle demiştik.
S: Beden kendi kendine mi emrediyor?
A: Hayır.
S: Ona emrediliyor demiştik, öyle değil mi?
A: Evet.
S: Öyleyse aradığımız şey beden değil.
A: Hiç değil.
S: Peki, bedene emreden, bedenle ruhun oluşturduğu bütün mü ve bu bütün de insan mı?
A: Öyle gözüküyor.
S: Elbette farkına varmışsındır: Birinin gözüne bakan kimsenin yüzü, tam karşısındakinin gözünde aynada olduğu gibi gözükür. Bu parçaya gözbebeği diyoruz, çünkü onun içine bakanın imgesi orada gözükür.
A: Doğru.
S: Demek bir göze bakan başka bir göz, o gözün en iyi parçasına, yani gören parçasına bakarsa kendini görebilir.
A: Evet.
S: Bedenin başka bir yerine veya kendisine benzemeyen başka bir şeye bakarsa, kendisini göremez.
A: Doğru söylüyorsun.
S: O halde göz, kendini görmek isterse, bir göze, bu gözde de gözün erdemi, yani görme erdemi olan yere bakmalıdır.
A: Evet.
S: İşte sevgili Alkibiades, ruh da kendini bilmek isterse, bir ruha ve özellikle ruhun erdeminin, yani bilgeliğin bulunduğu yere bakmalıdır veya buna benzeyen herhangi bir başka yere.
A: Bana da öyle geliyor Sokrates.
S: Ruhta da, bilgi ile aklın bulunduğu yerden daha tanrısal bir yer bulabilir miyiz?
A: Bulamayız.
S: “Kendinin ne demek olduğunu bilmek, bilge olmaktır” dememiş miydik?
A: Evet.
S: Ne olduğumuzu bilmezsek, bilge değilsek, bize ait iyi veya kötü şeyleri bilebilir miyiz?
A: Nasıl bilebiliriz?
S: Çünkü Alkibiades’i bilmeyen kimse, Alkibiades’e ait olan şeyin de gerçekten onun olup olmadığını bilemez, değil mi?
A: Elbette bilemez Sokrates.
S: Biz de kendimizin ne olduğunu bilmezsek, bize ait şeylerin gerçekten bizim olup olmadığını da bilemeyiz, değil mi?
A: Nasıl bilebiliriz?
S: Kendimize ait şeyleri bilmezsek, bunlara ait olan şeyleri de bilemeyiz, değil mi?
A: Evet, bilemeyiz.
S: Kendinin olan şeyleri bilmeyen kimse, başkalarına ait olan şeyleri de bilemez.
A: Hiç şüphe yok.
S: Başkalarına ait olan şeyleri bilmezse, şehre ait şeyleri de bilmez.
A: Elbette.
S: Böyle bir adam şehir işlerini idare eden bir adam olamaz.
A: Olamaz.
S: Ne yaptığını bile bilmez.
A: Evet, bilmez.
S: Bilmeyen yanılmaz mı?
A: Elbette yanılır.
S: Yanılınca da hem kendine, hem de şehre kötü davranmaz mı?
A: Başka türlü olamaz.
S: Kötü davranınca bahtsız da olmaz mı?
A: Elbette.
S: Peki ya ilişki kurduğu kimseler?
A: Onlar da bahtsız olur.
S: Öyleyse, bilge ve iyi olmadıkça kimse mesut olamaz.
A: Kimse olamaz.
S: Demek kötü adamlar bahtsızdır.
A: Evet, hem de çok.
S: Bu bahtsızlıktan da bilge olarak kurtulunur, zengin olarak değil.
A: Evet.
S: Mesut olmak için, şehirlerin, ne duvarlara, ne üç sıra küreklilere, ne de tersanelere ihtiyacı var. Ne de nüfusa veya genişliğe. Gerekli olan şey erdemdir, öyle değil mi?
A: Evet.
S: Öyleyse şehir işlerini gerektiği gibi görmek istiyorsan, şehirlilere erdem aşılamalısın.
A: Hiç şüphesiz.
S: Peki, kişi, kendinde olmayan bir şeyi başkasına verebilir mi?
A: Nasıl verebilir ki?
S: Öyleyse önce sen erdem edinmelisin; bu, yalnız kendinle ve kendine olan şeylerle değil, fakat aynı zamanda, şehirle ve şehre ait olan şeylerle de ilgilenmen demektir, onları idare etmek isteyen bir kişiye bu gerekir.
A: Doğru söylüyorsun.
S: Eğer eğri davranırsan, gözlerin karanlık ve kötülüğe yönelir. Karanlıkta ve aynı zamanda kendin hakkında cehalet içinde olursan, ihtimaldir ki, yapacağın iş de kötülük olur.
A: Öyle görünüyor.
S: Bir şehirde erdem yoksa, kötü davranışlar önlenemeyecek bir şeydir.
A: Muhakkak.
S: Alkibiades, mesut olmak için, senin de şehrin de edinmesi gereken şey iktidar değil, erdemdir...

...
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

İşbu vücud şehrine bir dem giresim gelir
İçindeki sultânın yüzün göresim gelir

İşidirim sözünü göremezem yüzünü
Yüzünü görmekliğe canım veresim gelir

Ol sultan halvetinin yedi hücresi vardır
Yedisinden içeri seyran kılasım gelir

Her kapıda bir kişi yüz bin çerisi vardır
Aşk kılıçın kuşanıp cümle kırasım gelir

Erenlerin sohbeti artırır mâ’rifeti
Bî dertleri sohbetten her dem süresim gelir

Leylî-i Mecnûn benim şeydâ-yı Rahman benim
Leylî yüzün görmeğe Mecnûn olasım gelir

Dost oldu bize mihman bunca yıl bunca zaman
Gerçek İsmâil gibi kurbân olasım gelir

Miskin YÛNUS’un nefsi dört tabiat içinde
Aşk ile can sırrına pinhân olasım gelir
Resim
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

Resim

Actigim kapiyi kapamak gibi bir cabam var...

Madem kapatacaktim,neden actimki,ah aptal kafam...

ilk defa sen dedigimde,düstüm sensizlige...

Ardindan ben dedigimde,artik sendim,bundan gafil...

ilkinde aksamdi,sonrasinda yatsi...

Sen demekligin adi kaldi aksam...

Ben olmakligin adi ise yatsi...

O gün bugündür,uyuyorum..

Cok geceler,uyan,dendi gibime gelmistir...

Ama hic uyan oldugumu anlamadim,uyulan olmaklik vehminden...

Artik kadere ikna oldum...

Sabah olur hayr olur...

Aksam buna hayran Olur...

...
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9091
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Ne kadar anlamlı bir RESİM seçmişsiniz Safa&merve kardeşim!
RESİM çok ilgimi çekti araştırıken bulduklarım içimden geçeni anlatmaktaydı.
Güzel bir tevafuk bakın resmin ne manaya geldiğini okuyalım


Resim
19.Yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt’ın bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi’nde sergileniyordu. Hunt’ın "Evrenin Işığı" adını verdiği bu tabloda gece elinde fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı.
Adam, tek eliyle bir kapıyı vuruyor ve içerden sanki bir yanıt bekliyormuşçasına duruyordu.
Tabloyu inceleyen Bir sanat eleştirmeni Hunt’a döndü "Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım"dedi.
Hunt; "Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki…" dedi ve tablosunun anlamını açıkladı.
"Bu kapı insan kalbini simgeliyor. Ancak içerden açılabildiği için dışarıda kol olması gerekmiyor…"

O kapı size içerden açılmazsa giremezsiniz.
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... 1fdd2e248b
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

KENDİNİ TANIMAK

Hadis : "Kendini tanıyan, Rab'bini tanır" diyor.
En küçük sonsuzla, en büyük sonsuz arasındaki esrarlı ayniyeti ifşâ eden büyük söz.
Hint bilgeleri de «Gökte bir tek ay var, akisleri sonsuz. Her testinin suyunda başka bir ay.
O testilerden biri de sensin.» derken aynı hakikate tercüman olmuyorlar mıydı?
Kendini tanımak, marifetler marifeti.
En son MINA tarafından 10 Mar 2009, 11:10 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

Resim

Düsünmekten heder olmustu artik...

Karar verdi,Efendisine gidip soracakti...Öyle de yapti...Bilmek istemekligin heyecani adimlarina tesir etmisti,yürürken ayaklari dolasti dolasacak...

Kapinin esigine kadar geldi,zihninde soruyu nasil soracagani tasarladi ve celimsiz eliyle kapiyi tiklatti...

Kapiyi efendisi acti...

Yüzünü gördügü anda,icinden sorusunun cevabini almisti sanki...Sormak isteyisi kaybolur gibi oldu...

-Buyur evladim,seni bu saatte buraya getiren nedir... :wink:

-Seyyy efendim... :-? Yani ben...Odamda oturuyordum...Düsündüm...Dünya...Bizler... :oops:

-Tamam tamam...gec söyle otur...yine tikandin sen...söyle bakalim,yeni demledim,bana eslik edip cay icermisin...?

-bilmemki efendim,siz nasil uygun görürseniz... :oops:

- :-P peki peki...simdi geliyorum...sen rahatina bak... :wink:

- :-?"ALLAHim yardim et,gögsüme genislik,dilime aciklik ver ki,meramimi anlatabileyim..." :cry:

-iste caylarimiz tamaaammm... :) buyur bakalim...hem ic,hemde seni buraya getiren seyi söyle bakalim... :wink:

Bir yudum cay,efendisinin yüzündeki huzurumsu hoslukla bilesince rahatlamisti...ögrenmek isteyen bir eda ile sorusunu sordu:

-Efendim,Yaratilis neden oldu...?Sebep neydi...?Kaynaklardan okuyorum evet,"Bilinmek istedim Alemi Yarattim,Bilmekligimi istedim Adem´i Yarattim"...Amenna...Ama Kalbim bununla mutmain olmuyor inanin...Yani o esnada cok büyük,gizemli,böyle ne bileyim bambaska birsey var sanki...Hani,güzelligi dillere destan bir güzelin huzurundasiniz,ama yüzündeki pecesinden,tülünden ötürü ötesindekini göremeyisin verdigi bir kasvet,merak,sabirsizlik...ne bileyim iste,tanimlayamiyorum bile... :cry:

Sorusunu tamamlamaya ramak kalmisti,o ana kadar dalgin ve basi egik sekilde konusurken,basini kaldirip efendisine bakinca,yüzündeki hüznü,gözlerindeki buguyu görünce,ici eridi sanki...

-Afedersiniz efendim,yanlis birsey mi söyledim...Lütfen edepsizligimi merakima bagislayin...sizi üzmek istememistim... :cry:

-Hayir evladim... :cry: Sen konusurken 2 seyi hatirladim ve bu beni hüzünlendirdi...Birincisi,senin bu düsünduklerini ve hissettiklerini düsünüp hissettigim zamanlarim geldi hatirima...galiba insan yaslandikca,geride biraktigi hayati sekillere ve anlamlara bürünüp karsisina cikiyor...kimbilir...

ikincisi ise;Hallac-i Mansur´un hali geldi hatirima...

Birgün büyük Seyhlerden Amr Bin Osman El Mekki Hallac´in yanina geldiginde:

-Ne Yapiyorsun...?

diye sormus...O da:

-"Kur´an´a karsi,ona denk bir metin ortaya koyacagim" demis...

Bunun üzerine Seyh kendisine beddua etmistir...Pirler derler ki:Hallac´in basina gelenler,O Pir´in bedduasindan dolayi gelmistir...

-Evladim...insan saflastikca gizlenir...kemalati arttikca derinlesir...kalplerin,akillarin ve hayallerin idrakinden munezzeh olur...Bu Hal onda kendisine karsi bir KARA SEVDA hasil eder...Ve Bu KARA SEVDA´nin Bilinmesini ister...Ancak ne hikmettir ki,herseyiyle idraklerden uzaktir...Bu sefer hüznü katmerlesir...Ve icinde acida olsa,her idrakin seviyesine iner...Bir Kitap,bir beste veya bir resim ile bu KARA SEVDA´dan haber vermeye calisir...Bunu yapmasi Onun Cosmasidir...Sen bilmezmisin eskiler söyle demisler:

-Söylemeyelim de Catlayalim mi...!!!

...

http://www.kliplerimiz.com/emel/hovarda-klip-izle.html
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

O kadar çok kişi vardı ki,bu çokluk ondaki sabırsızlıgı körüklüyordu...Bir an evvel bütün sırrı çözüp,zihnindeki çalkantıları durdurmak istiyordu...Dayanamadı...Gidip Efendisinden ricada bulunacaktı...Bunun için yine yatsı sonrasını bekledi...

Yatsı sonrası,el ayak çekilince,sessiz adımlarla Efendisinin kapısına doğru ilerledi...Geçen seferki gibi parçalı bulutlu değildi,kendinden emin adımlarla yürüyordu...Kapı önüne geldi,üstünü başını istifledi ve kapıyı çaldı...

-Yine mi sen,anlaşılan en erken sen gideceksin evine... :) gel bakalım,yine bir sorun var anladıgım kadarıyla... :)

-Gitmek istediğim doğru efendim,ama buradan ve sizden sıkıldıgım için değil...Hizmet etmek istiyorum,insanlara hakikatlerden haber vermek istiyorum...hepsi bu... :cry:

-Yavaş ol biraz,gözlerimi yaşartacaksın... :-P Kendini bildinmi ki,insanlara kendilerini bildireceksin... :-P

-Efendim işte tam da bu sebepten sizi rahatsız ettim...Düşündüm ki,burda yüzlerce talebe var,ancak herkesle ilgileniyorsunuz ve ben daha fazlası elimden geldiği halde,beklemek zorunda kalıyorum...söylermisiniz ne zaman herşeyi anlamış olurum...?

-5 yılda tamam olursun sen... :-P

-Aman efendim,2 kat daha fazla calışssam... :-?

-O zaman 10 yılda tam olursun... :-P

-Aman ALLAHım...Peki hergün şuanki çalıştığımın 3 katını çalışsam... :-?

-O zamanda 15 yılda tamamdır... :-P

-Ama nasıl olur efendim...Ben çok çalıştıkça neden süre gittikçe uzuyor... :-(

-E evladım,çalışman arttıkça,öğrenmen azalıyor...!!!Bak,sana bu gece için bir ödev...Araştır bakalım...Sahabe efendilerimizin inzal olan ayetlere karşı tutumları nasıldı...?

...
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

-Efendim,bir sorum olacak...hersey yerli yerince ise,neden bendeki bu itirazlar,karsi cikislar,hazmedemeyisler...?

-Gördüklerini KENDiNE yakistiramayisindan evladim...

-Nasil yani...?

-Simdi düsün,bir adam alenen bir gunah isliyor...Eger sen o gördügün adama sirf kitapta yazildigi icin,yani gunah isledigi icin kiziyor isen hata edersin...Cunku bu hem kendini ilahlastirip,onu yargilaman demek olur hemde sende gizli kalmis bir daginikligin disa vurumu olur...Ama sen onuda kendin gibi görüp,onun yaptigini,kendin yapiyormuscasina hissedip icinde o kötü kokuyu duyumsadiktan sonra,sanki kendini onu yapmaktan ali koyarcasina,onu da bunu yapmaktan ali koymaya calisirsan iste bu fevkalade olur...

-Peki efendim,bunun alameti nedir...?Yani Onu kendim gibi görüp görmedigimi nerden anlayacagim,bu kokudan baska...?

-Uslup yavrucuk,uslup...Hatirla,kendine nasil davranilmasini istiyorsan,baskalarina da öyle davran,nasihatini...Sana nasil anlatilmasini istersen,herkese de öyle anlat...Ve unutma,iSA(a.s)´a ALLAH:Ey iSa insanlara,kendinin yapmadigin birseyi nasihat ettigin zaman,BENDEN UTAN,buyurmus...

-eyvallah efendim...

...
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

dibbace yazdı: --Uslup yavrucuk,uslup...Hatirla,kendine nasil davranilmasini istiyorsan,baskalarina da öyle davran,nasihatini...Sana nasil anlatilmasini istersen,herkese de öyle anlat...Ve unutma,iSA(a.s)´a ALLAH:Ey iSa insanlara,kendinin yapmadigin birseyi nasihat ettigin zaman,BENDEN UTAN,buyurmus...

-eyvallah efendim...

...
sözün özü bu olsa gerek wesselam...
sevgiyle...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön