NEFS'in Özellik ve Mertebeleri

Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

NEFS'in Özellik ve Mertebeleri

Mesaj gönderen aNKa »

Resim


Resim NEFS'in Özellik ve Mertebeleri Resim

Latif YILDIZ

Nefs (çoğulu: enfüs, nüfûs) : Can, kendisi, şahsı, asıl, maya, cevher, o şeyin bizzât tâ kendisi ...
Enfâs: nefis, hoş, hayret edilecek olan nokta.
Nefuse: çok kıymetli olmak.
Teneffüse's-subh: tan yeri ağarması...
En nefsu: hased eden.
En nefs: kısacası aklı olan insanın şahsı, bir şeyin cevheri.
Nefsaniyât: egoizm-bencillik...


Azîz kardeşim,
Aklı olan ve insan sûretinde yaratılan her canlı, soyut olan mânâ ile somut olan madde arasındaki ara kesittir.
İki şey var ise ara kesit de vardır.
Ara kesit berzahtır, geçiş bölgesidir.
İnsanoğlunda mânâ âleminin en mükemmel temsilcisi, Emr Âleminden olan Ruh'dur.
Madde âleminin mükerrem temsilcisi ise "Nefs"tir.
Kalb ikisinin arasında bir berzahtır. (Fâtır 35/12bkz.)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalbin iki kapısı vardır. Birisi açık iken diğeri mutlaka kapalıdır. (aynı anda açık ya da aynı anda kapalı olamazlar.) Kapıların birisinde (mânâ âlemine açılan) ruh-melek-akıl vardır. Diğer kapıda ise nefs-şeytân-şehvet vardır." buyurmuştur.

Nefs, insanın imtihan âlemi olan bu âlemdeki, menfi-müsbet her türlü işlerini yapacak şekilde halkedilmiştir.
Akıl bir nûrdur ki tüm letâifler onunla aydınlanır ve varlık kazanır.
Bir farbikadaki tüm makine, âlet, edevât ve işler için elektrik ne ise akıl da odur.
Yeter ki hakka ve hayra kullanılsın.
Bâtıla ve şerre kulanıldığında ise fecî' şekilde çarpıcı sonuçlar elde edilir...

Akıl Resim Nûr-u Muhammed Resim Nûrullahtır.

Akıl, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tevhid trafosundan geçti mi ezelî, kâmilî, ihsânî voltaja ulaşır ki artık adı AŞK tır...
Aslında tevhidi söylemek çok basittir:
"Lâ ilâhe illallah" dersin, olur biter...
Olup biten; lisanla ikrârındır ki o ağızla sen neler neler söylüyorsun da sonra söylediklerine sen de şaşıyorsun...
Sözle ikrâr eden müslimdir.
Kalb ile daha doğrusu ruhî rıza ile ikrâr şarttır ki mü'min olabilesin...
Bütün bunlar için, nefsin aklını başına alması:
"Lâ ilâhe" ile maddî âlem (mâsivâ) dan,
"İllallah" ile de mânevî âleme (Mevlâ'ya) geçebilsin.
Tevhid olan ana görevini yerine getirebilsin...
İnsanın kendi aklının anlayamayacağı kadar hârikalıklarla halkedilen nefsinin ana işi dünya olduğu için elbette ki Beden Atı’na binip cirit atacak...
Ancak mesele şu:
"Hakka-hayra mı? Yoksa bâtıla-şerre mi gidecek?"
Kalb Atı’na binip mânevî sahada durmadan nefsi hakka çağıran senin öz ruhunu duy ki;
Hakkın ve hayrın İmâm-ı Mutlakı, Tevhid Tercümanı, merhamet ve muhabbet Mürşid-i Mutlakı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in,
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emri ile durmadan devâm eden tevhid çağrısını duymanı ve uymanı senin adına istiyor ve bekliyor...

Ne var ki bâtılın ve şerrin merhametsiz lideri İblis ve şeytânları, dünyayı ve nefsin zaaflarını çok iyi bildiği, izinli olduğu ve imtihan aracı olarak halk edildiği için o dahi insanoğlunu bâtıla, şerre ve küfre durmadan çağırıp durmaktadırlar...

İnsan nefsi ya hevâ-hevesini ve şeytânı duyup-uyacak ya da ruhunu ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyup - uyacaktır...

Önce Kur'ân-ı Kerîm'imizde nefsle ilgili âyetlerden bazılarına bakarsak, nefsin yapısını anlar ve durum değerlendirmesi yapabiliriz:

Nefs; ham, yoz, gaflette, cehâlette , dalâlette ve ihânette kalırsa dâima "Lâ ilâhe" inkârında kalacaktır.
Yapısı ve aslı gereği dâima "İllallah" ikrârına çağıran ruh da, görevinden sorumludur...
İkisinin buluşması "bir tende bir can" gibi oluşları, ise tevhiddir ve kalb berzahındadır.
Belki, şeb-i arûstur...
Rücû' ve Ürûctur...
Mi'râctır...
Nefsin ürûcu ve Ruhun rücû'dur.

Unutma ki biz, hüküm koymuyoruz, dava etmiyoruz...
Zevk ediyoruz...
Dünya hayatının devâmı ve imtihanı için, maddeye meyilli yaratılan nefs;
Kendi zaafları ve harikülâdelikleri yanında, dışarıdaki iyi ya da kötü huyları sünger gibi emicidir...
Ahlâken kangren hâline gelen nefs, bedeni bâtıla ve şerre kullanmanın yanında berzahı (kalbi) berbat eder, ruhu ise islendirir.
Böylesi nefsin hastahânesi, Muhammedî tasavvufun yoğun bakım ünitesidir.
Biiznillah Tevhid Tezkeresi ile taburcu olduğunda :

Terbiye edilmiş bir Beden,
Tezkiye (temizlenmiş) edilmiş bir Nefs,
Tasfiye edilmiş (arıtılmış) bir Kalb ve
Tecliye edilmiş (cilâlanmış-duman isi silinmiş, cam gibi) ruh ile;

Muhammedî oluş şefâatına (şifâsına) ve şuûruna kavuşmuş olarak hayat sahnesine yeniden doğar...
Her yerde, her zaman ve her hâlde; hazır ve nazır olan HAKK (celle celâluhu) ile halkının içinde hak ve hayr üzere kaderini yaşar ve defterini doldurur.
Son satırına ise şahadetnâme şartını son nefesi ile yazar İnşâallah:

"Eşhedü enlâ İlâhe ilallah ve eşhedü enne Muhammede'r Resûlullah" ile ömrünü mühürler.

Azîz kardeşim,
Nefsimizi gereği gibi tanımazsak,
Şahsiyetimizin bel kemiğinin vasıflarını iyi bilmezsek ve
Sonsuz ebedî hayatımızın kazanılmasındaki önemini hakkınca anlamazsak nasıl kendimizi bilip de sonra RABB'imizi (celle celâluhu) bileceğiz.
Nasıl islâh olup, iflâh olup da muradımıza ereceğiz?

Nefsimizi yaratan EL HALLAKU'l-HAKK Tealâ'nın, Kelâmullah'ında: Hakk ve Hayr yönüyle Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nefsi,
Bâtıl ve Şer yönüyle ise ilâhlık iddia eden Firavun'un nefsi, insanoğluna müsbet-menfi örneklerdir (prototiplerdir).
Resim
Kullanıcı avatarı
feyz
Üye
Üye
Mesajlar: 40
Kayıt: 01 Eyl 2009, 02:00

Mesaj gönderen feyz »

Sevgili ANKA KUŞU kardeşim,
ALLAH TEALA sizden ve özellikle KULİHVANİden razı olsun. BENi bana bu kadar açık net ve inandırıcı anlatamazdı hiç kimse. Lütfen devamını getirir misiniz? Saygı ve sevgilerimle....
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/mzaaajf5.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Değerli büyüğüm feyz Canımız..
Allahü Teala celle celâlihu cümlemizden razı olsun inşaallah..

Günümüzde çokca rastladığımız NEFSi sanki bulsa öldürecek seviyedeki düşüncelere bir hizmetimiz olsun dileği ve duasıyla Kul İhvani Divanından paylaştığımız yazıya devam edeceğiz inşaallah...

Ancak devam etmeden birşeyler söylemek isteriz Kul İhvanimİZin GÖNÜL gÖZünden AK-AN sÖZlerinden ANladıklarımızı siz kardeşlerimle paylaşmak dileriz..
ve kardeşlerimizinde varsa düşünceleri paylaşmasını dileriz...



İlk önce Kul İhvanimizin sohbetinde bahsettiği bir hadiseyi paylaşmak isterim...
Âl-i İmrân Sûresinin 133. Âyeti : "Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!"

ayeti Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem efendimize nazil olduğunda bir Bizans casusu Hıristiyan bir kişi geliyor ve bu ayeti duyunca diyor ki; “bu kadar da olmaz, cehenneme yer bırakmadı her tarafı cennetle doldurdu.”
Tabi soluğu Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in meclisinde alıyor ve diyor ki:
“Ben yolcuyum, şu şehre geldim. Sizi duydum. Siz böyle bir şey söylediniz mi?”
Rasulullah s.a.v. efendimiz:
“Evet, evet böyle bir âyet geldi.”

O zat:
“İyi ama yerlerden göklere kadar her yeri kaplayan bir cennet… Cehennem nereye gitti“ diyor…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in cevabı çok hoştur:
“Fe Subhanallah! Ben güneş doğdu diyorum, siz gece nereye gitti diyorsunuz.”


Bunu çok iyi anlamamız lazım…

Bakın Fecr suresi 27-30 ayetlerine ne demekte:
“Ya eyyetühennefsülmutmeinnetü. İrci'iy ila rabbiki radiyeten merdiyyeten. Fedhuliy fiy 'ibadiy. Vedhuliy cennetiy. : Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren nefis! Hem hoşnut edici, hem de hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına gir. Cennetime gir.”

Radiyeten : Razı olmuş ve
Merdiyyeten : Razı olunmuş nefs...
Yani böyle Nefs-i Emmareye kızıpta onu taşa tutanlar Nefs-i raziyye ve Nefs-i Merziyye Nefs kemalat kademelerine nasıl erişebilir acaba düşünmek lazım...

İmtihanda baş rol oyuncusu Nefis ki beden hizmetindedir…
Kalb hizmetindedir…
Ruh yol göstericisidir, dinlerse…
Işık kapısıdır…
Allah kapısıdır…
Allah’tandır çünkü emr âelmindendir…
İyi de bizim nefis uyuyorsa!…
Yelleniyor, delleniyor…

Uykudaki adam ne yapar?..
Kur’ân okusa ne yazar?..
Başka iş yapsa ne yazar?..
Savaş yapsa ne yazar?..
Uyanıklar gülerler yâni…
Hatta çıldırarak kalkan insanlar vardır uykudan…
Çünkü müthiş bir şey oluyor orda …
Biz hiçbir şey görmüyoruz gibi…

Uyurgezerlere ne demeli?..
Görünürde bakıyorsunuz her şey düzgün gibi ancak nerden anlıyorsunuz?..
Vurduğu yeri indiriyor…
Herkes koşar, balkondan vs düşmesin, “Bu uyur gezer!” diye…
Zarar görmesin diye diyorum…

Ee adam sarhoştur…
Bir ufak içiyor işte diyor ki :
“Sizi öldürürüm”
Büyük içtiği zaman diyor ki: “bütün insanları öldürürüm”…
Yâni ne kadar içerse ona göre konuşuyor…

Ama ayık öyle mi?..
İyi insan demiyorum…
Ayıktır, suçludur ancak tövbe eder…
Ayıktır kirlidir ancak Habibullah hamamında yıkanır…
Ayıktır hastadır ancak Habibullah hastanesinde yatar…
Ayık delidir, akıllandırılır…

Onun için ayıklar Hasbi hizmette mesul, memur insanlardır…
Neden?..
Çünkü uyuyanlar, uyurgezerler ve sarhoşların; ayıklar üzerinde uyandırılıp ayıktırılmak için hizmet hakları vardır…

Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem’inde hakkı vardır…
“Neden uyuyanlara, uyurgezerlere ve sarhoşlara hizmet etmediniz?..
Uyuyanı uyandırmadınız, sarhoşu ayıktırmadınız!”
diye…

Hakk Dostlarının dediği gibi:
Hizmet ile dest-i kemâl…
Himmet ile seyr-i cemâl…

“Ya eyyetühennefsülmutmeinnetü. : Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis!”
Her şeyin aslını astarını öğrenmiş…
“Ben bedeni ve dünyayı şu şekilde kullanırım kardeşim. Şurdan gelip, şura gidiyorum. Netice budur. Yapmam gereken budur ve yapıyorum!” gibi net, açık ifadelerle tatmin olmuş nefis…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı DUYmuş ve UYmuş bir nefis!…
Teslim olmuş, iman etmiş, tabi olmuş ve itaat etmiş bir nefis…
Mutmainne nefis…
“İrci'iy ila rabbiki.”
Rucü et Rabbine… Sistemi var eden terbiyeciye…
Neden?..
Çünkü sonuca geldin diyor neticeye yani...
“Radiyeten : Sen ki Allah’tan razı oldun”…
“Merdiyyeten : Allah’ta senden razı olmuş olarak”…
“Fedhuliy fiy 'ibadiy. : Kullarımın arasına gir”…
Cennet?..
Cennet sonra, bir dakika, yâni önce bir kullarımın arasına gir…

Mesele bu kadar basit görünmekte lakin;
Allahü zü'l Celâlimizin hidayeti,
Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizin şefaati
Hakk Dostu gönül Erlerinin himmeti, yardımı ve duası ile
Kulun fakir, aciz, zelil ve alil olduğunu anlayıp göstereceği kulluk gayreti olmazsa ne diyelim ki...

Zır zır, gır gır desin dursun ne dediğini kendi bile bilmedikten sonra...
Güzel konuşma sanatı uygulamakla boş safsata internet bilgileriyle ve felsesi çığırtkanlıklarla Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem efendimize yâr değil neye kurban olacağı bellidir...

Allahü zü'l Celâlimiz ve Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem efendimiz yâr ve yardımcımız olsun inşaallah...

Şu ahir vakitte zemin öylesine kaygan ki kaymamak için Hakk Dostlarının İZiyle Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizin gösterdiği Sırat-ı Müstakim üzere yürümek kesinlikle şarttır...

Çok özür dileyerek söylüyorum ki kimseyi hedef kabul etmeden düşüncelerimi paylaşmak istedim...
Cedelcilik vs zaten BİZe yakışmaz ve de gereksizdir...
BİZ işimize bakarız...
İşimiz ise sadece ve sadece Hasbi ve Habibi hizmetten başka birşey değildir...
Başkacada derdimiz olamaz...

Büyüklere saygılarımı, küçüklere sevgilerimi sunar
Muhammedi Muhabbet ve Hasbi hzimetler dilerim...
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

İmtihanda baş rol oyuncusu Nefis ki beden hizmetindedir…
Kalb hizmetindedir…
Ruh yol göstericisidir, dinlerse…
Işık kapısıdır…
Allah kapısıdır…
Allah’tandır çünkü emr âlemindendir…

Sevgili kardeşimiz Anka Kuşu,
Şunu anlıyorum ki, nefis ve ruh ayrı ayrı yani ikisi aynı şey değildir. ayrı özellikleri ve ayrı görevleri vardır. Şu dünya haytında, imtihan aleminde NEFS e çok iş düşmekte. Ben hep hitap kimedir diye düşünür durudum.
Şunu anlıyorum ki hitap nefsedir. nitekim sizinde bahsettiğiniz,''ey itminana ermiş nefis sen razı rabbin razı olarak kullarımın arasına gir"
hitabından bu açıkça belli olmaktadır.
Yük de emanette insan nefsine yüklenmiş. Ozaman şu hitablarda nefsedir, öylemi?
EY NEFİS kendini temizle.kötü sıfatlardan arın,seni yaratan ALLAH TEALAnın,
sana helal kıldıklarını yaşa ,haram kıldıklarını terk et. İmtihan için yaratılmış, kötü sıfatları kabullenme, o çirkin elbiseleri giyme.
En önce duyabiliyorsan içinden sana hitab eden, yönü ve yüzü ALLAH tealaya dönük olan saf arınmış temiz olan RUH unun sesini duy ve dinle.
O'nun uyarılarına kulak ver ve itaat et.
Yok RUHunu bazı nedenlerden dolayı duymuyor ve fark edemiyorsan,
o zaman senin için gönderilen PEYGAMBER SAVi dinle .O da tıpkı RUHun gibi sana ALLAH tealayı ve onun muradını anlatmaktadır.
İçte duyamayıp uyamadığına, dışta duy ve uy.
İmtihan gerği, bu alem, zıtlıklar üzere yaratılmış, senin yapman gerekenler
bu iki zıtlıktan ALLAH taalanın senin için murad ettiğini seç ve bu minval üzere yaşa...
Tüm bunlardan maksat, temizlenip, MURADULLAHa uyup, itminan'a ermiş bir hale gelmektir. Yani imtihanı kazanmaktır, Yaradanına yakışır bir hale gelmektir.
Sevgili kardeşim, bunlar daha da açılabilir, dahada genişletilebilir.
NEFSimiz bindiği beden atını, kendisine verilen techizatla birlikte,
akıl, duyular, bilgi, hafıza, Muhakeme kabiliyeti v.s ile birlikte, ALLAH a dönük olan RUHun da telkinleriyle ve de sevgili PEYGAMBERimiz(sav) in bir nevi içimizde ki RUHun görevini yapar gibi, dıştan bize getirdiği harika rehber KURAN'I KERİMin emirleriyle ve yol göstericiliği ile
gitmesi gereken yola sürmesi ve şu dünyadaki hayat serüvenini de böylece başarı ile bitirmesi asıl olandır.
Bütün bu yazdıklarım KUL İHVANİ pirimizin, önderliğinde yıllardır yaşadıklarımı yerlli yerine oturtmaktan ibaret. Kim ne derse desin sorularımın cevabını almış bulunuyorum. Sebeb olanlardan ALLAH ebeden razı olsun. çok ama çok teşekkür eder sizleri ALLAH cc ve RESULlu (sav) efendimize ısmarlarım.
Resim
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »

Yazılarınızı bir defa okudum hata edersem affola

"Şibligibi sema edip, candan geçsem"
Melekler toplanıp sohbet kurdu
Biben sema etmeye yüz verdim
Miraçta Hak Mustafa (s.a) bunu gördü
Şimdi ben de raks, sema edesim geldi

Ve dahası

Dünyayı terk etmeden ,raks,sema edenler kara cahil
Hak zikrini hiç demeden yürür gafil
Dervişim diye söyler, gönlü dünyada
Dünya için raks, sema yapıyor onlar

H.Ahmed Yesevi

Bu günlerde Şibli Hz. Çok düşünüyorum adımı sorsanız Şibli diyebilirim. Nefis işte istiyor...

Hak cemalin talep etseniz ey zikir ediciler
Candan geçip halk içinde rüsva olun.
H.A. Yesevi

Bu dörtlükler birkaç boyutu anlatıyor gibi.

Nefsi kayırmaya yazılacaksa yazılar varsın yazılmasın. Şimdilik susmam lazım oldu.
Ben bikaç defa daha okuyayım İnşallah.
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Değerli büyüğüm Gülizar Ana paylaşımınız için şükranlarımı sunarım, düşüncelerimiz aynı yönde ve canu gönülden katılıyorum...
Acizane matematikçi olmamız hasebiyle bir zamanlar Rasulullah s.a.v. Efendimizin
"Nefsini Bilen Rabb'ini Bilir!.." Hadis-i Şerifini tefekkür için NEFSi Tezkiye yani temizleme işini matematikteki 4 işlem ile nasıl yapabileceğimizi Zevk etmiştik...

Hadis-i şerifte buyurulur ki:

"En üstün cihad, nefs ile yapılan cihaddır."
Allahü zü'l Celâlimiz ve Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem efendimiz yâr ve yardımcımız, Hakk Dostları Yoldaşımız olsun inşaallah...

Dediğiniz gibi Nefs kötülüklerden temizlenmelidir:



---TEMİZLENME FORMÜLÜ---

TOPLA! + ÇARP! + BÖL! = ÇIKAR!

HER İNSAN KENDİ KULLUK İMTİHANINDA MUHAMMEDİ OLDUĞUNUN ŞUÛRUNA EREREK, KENDİNİ MUHAMMEDİ MÜKEMMELLİĞE ULAŞTIRMAK ZORUNDADIR…

BU MÜKEMMELLİĞE ULAŞMAKTA KOLAY OLMAMAKLA BİRLİKTE TEKEMMÜL GEREKİR Kİ;
ALLAH(C.C.)’NUN HİDÂYETİ,
RASULULLAH(S.A.V.)’İN ŞEFAATİ,
ALLAH DOSDLARININ HİMMETİ
VE O KİMSENİNDE YÜCE VARLIK ALLAH(C.C.)’YA OLAN; YOKLUĞUNU, HİÇLİĞİNİ, ÂCİZLİĞİNİ, FAKİRLİĞİNİ BİLİP GÖSTERECEĞİ; İYİ NİYET, CİDDİYET, SAMİMİYET, GAYRET ŞARTTIR…

RASÛLULLAH(S.A.V.)’İN
“MEN AREFE NEFSEHU FEKAD AREFE RABBEHU. : NEFSİNİ BİLEN RABB’İSİNİ BİLİR”
BUYRUĞU İLE HİÇDE KOLAY OLMAYAN NEFSİ BİLME İÇİN ÖNCE DERDİMİZİN KENDİMİZLE OLDUĞUNU BİLELİM, BULALIM VE ANLAYALIM
VE DAHA SONRA KILIÇSIZ-KALKANSIZ AMA DAHA DA ZOR OLAN
BÜYÜK CİHATA BAŞLAYALIM İNŞÂALLAH…

HER İNSANIN ANNE VE BABASINDAN GELEN GENETİK YOLUYLA VEYA KENDİSİNİN ŞUANKİ YAŞI KADAR OLAN DÜNYA YAŞANTISINDAN ALDIĞI;
İYİ-KÖTÜ,
GÜZEL-ÇİRKİN,
GEREKLİ-GEREKSİZ,
ZARARSIZ-ZARARLI,
HAKK-BATIL
HAYR-ŞERR,
OLMASI GEREKEN-OLMAMASI GEREKEN,
GÜN YÜZÜNE ÇIKMIŞ VEYA ÇIKMAMIŞ, HUY VE AHLAK HALİNE GETİRİLMİŞ VEYA GETİRİLMEMİŞ,
KİMLİK VE KİŞİLİĞİMİZİ OLUŞTURAN; BİLGİ, SÖZ, ANLAYIŞ, AMEL, FİİL, DAVRANIŞ, YAŞAYIŞLAR VARDIR…

GENETİKSEL VEYA ZAMAN İÇERİSİNDEKİ BU OLUŞUMLARI
KENDİ İÇİMİZDE BİRER BİRER
"TOPLA"YALIM
VE ORTAYA DÖKELİM…

GÖRÜLÜYOR Kİ ZAMANLA ARTI VE EKSİ YÖNDEKİ ÇOĞU OLUŞUMLARI

"ÇARP"A ÇARPA ARTTIRMIŞ VE KİŞİLİĞİMİZE YERLEŞTİRMEYE ÇALIŞMIŞIZ…

ALLAH(C.C.)’NUN KULU VE RESÛLÜ OLAN MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.)’İN ABDULLAH YÖNÜ BİZE EN GÜZEL ÖRNEKTİR.
O’NDA OLANLAR BİZDE OLMASI GEREKEN,
OLAMAYANLAR DA BİZDE OLMAMASI GEREKENLERDİR…

HERŞEY GAYET AÇIK-SEÇİK ORTADADIR VE BİZLERE DÜŞEN NEFSİMİZDEKİ HAKK - BATIL VE HAYR - ŞERR OLANLARI
"BÖL"EREK AYIRMAKTIR…

SONRASI MI?

KENDİMİZDE VARSA EKSİK OLAN POZİTİF YÖNDEKİ OLUŞUMLARI DAHA DA ÇOĞALTMAK VE YİNE VARSA EKSİ YÖNDEKİ OLUŞUMLARI
"ÇIKAR"IP ATMAKTIR…

HERKES TERKETTİKLERİ KADAR YOL ALIYORSA; BU ZOR YOLUMUZDA TAHAMMÜL VE SABIR İLE YOLUMUZA ENGEL OLANLARI TERKETMEK İLK İLERLEYİŞİMİZ OLSUN İNŞÂALLAH…

ALLAH(C.C.) YÂR VE YARDIMCIMIZ OLSUN
VE BİRLİKTE BÂTILI VE ŞERRİ "SAV"ALIM İNŞÂALLAH…

RABBİMİZ MUHAMMEDİ OLDUĞUMUZUN ŞUURUNA - NURUNA - ONURUNA VE SÜRURUNA BİR AN ÖNCE ERDİRSİN İNŞÂALLAH…

MUHAMMEDİ MUHABBETLERİMİZLE…
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Kıymetli moderadorümüz ankakuşu ne kadar güzel bir konu seçmişsiniz yine. NEFSi Ne kadar açık ve seçik bizlere anlatmakta. Değerli katkılarınız için çok teşekür ederim...


Şiblî hazretleri buyurdu ki: "Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir tânesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü, kurtuluşu ve ebedî seâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu ki: "Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya muhtâç olduğun kadar itâat et! Cehennem'e dayanabileceğin kadar günâh işle!"


ANLAYANlardan olmamız dileğiyle...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4965
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

kulihvani yazdı:

Nefislerimiz nefessiz kalmadan, durmadan ve dinlenmeden hasbi hizmete koşalım ki Resulullah sav in mübârek yüreğinde şüphesiz buluşalım..


Muhammedi muhabbet ve Es Selâm ile..
Allah razı olsun. Cümlemizin yüreğine sağlık...
Resim
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »

Büyüklerime sordum dediler ki, "Nefis kafir olabilir ama mümin zalim olamaz."
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Nefsle İlgili Âyetleri İncelemeye Devâm Edelim:

فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَـى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ
"O kalkmış mihrabda namaz kılarken melekler kendisine şöyle seslendiler: "haberin olsun, ALLAH sana, ALLAH'tan gelen bir kelimeyi doğrulayacak, efendi, son derece nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeliyor." (Âl-i İmrân 3/39)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
"Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki ALLAH'tandır: kötülükten de başına her ne gelirse anla ki nefsindendir." (Nisâ 4/79)

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
".....nefsler ise kıskançlığa hazırlana gelmiştir..." (Nisâ 4/128)


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
"Ey imân edenler ! Siz nefsinize (düzeltmeye) bakın. Siz doğru gittikten sonra öte taraftan saptıranlar size ziyan dokunduramaz. Hepinizin varışı sonunda ALLAH'a dır.O size neler yaptıklarınızı o zaman haber verecektir." (Mâide 5/105)


وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
"..... Kim imân eder ve kendini (nefsini) islâh ederse (düzeltirse) onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler." (En'âm 6/48)

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete düçar olmaması için Kur'ân ile nasihat et. O nefs için ALLAH'tan başka ne dost vardır, ne de şefâatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günâhları) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibâret bir içecek ve elem verici azab vardır." (En'âm 6/70)

يَا بَنِي آدَمَ إِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي فَمَنِ اتَّقَى وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
"Ey Âdemoğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak peygamberler gelir de kim (ona karşı gelmekten) sakınır ve kendini (nefsini) islâh ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." (A'râf 7/35)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
"Bu da, bir millet nefslerinde (kendilerinde) bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar ALLAH'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten ALLAH işitendir,bilendir..." (Enfâl 8/53)

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder, RABB'im acıyıp korumuş başka, şüphesiz RABB'im çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (Yûsuf 12/53)

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنفُسَكُم مَّا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
"İş olup bitince şeytân der ki: "Şüphesiz ALLAH size sözün doğrusunu söyledi. Ben de size va'd ettim amma, size yalancı çıktım. Zâten benim, sizin üzerinizde hiçbir hükmüm, nüfûzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, sizde bana hemen icâbet ettiniz. O hâlde kusuru bana yüklemeyin. Nefsinizi levmedin (kendinizi kınayın, düşmanınız olduğumu ALLAH Tealâ size bildirmişti.) Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esâsen beni evvelce (ALLAH'a) ortak tutmanızı da muhakkak tanımamışdım ya! Zâlimlerin, (Evet) onların hakkı elbette pek acıklı bir azabdır." (İbrâhim 14/22)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim--- "Her nefs (canlı) ölümü tadar. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilik ile deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize dördürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Resim--- "Hiçbir nefse (kimseye) gücünün üstünde bir teklifte bulunmayız. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitab vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar." (Mü'minun 23/62)

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim--- "Gördün mü o ilâhını canının istediği (hevâ) edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın?" (Furkân 25/43)

قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim--- "Musa: "RABB'im! Doğrusu ben nefsime (kendime) yazık ettim (başıma iş açtım). Beni bağışla!"dedi." (Kasas 28/16)

وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim--- "Cihâd eden yalnızca nefsi (kendi) hesabına cihâd eder:Çünkü ALLAH, bütün âlemlerden müstagnidir." (Ankebût 29/6)

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
Resim--- "Nefslerinde (vicdanlarında) bir düşünmediler mi?" (Rum 30/8)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim--- "Kaynaşmanız için size nefsiniz (cins) den eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır." (Rum 30/21)

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim--- "ALLAH size nefsinizden bir temsil getirmektedir: Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, size verdiğimiz rızıklarda birbirinizden (nefsinizden) çekindiğiniz gibi (kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit haklara sahib) ortaklarınız var mı? Işte biz âyetlerimizi aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz." (Rum 30/28)

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "İnsanlara âfâkta (ufuklarda, dışta) ve kendi nefslerinde (enfüste, içte) âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. RABB'imin her şeye şâhid olması yetmez mi?" (Fussilet 41/53)

يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim--- "Altından tepsiler ve sürahiler ile üzerlerine dönülür dolaşılır. Nefslerin hoşlanacağı, gözlerin lezzet alacağı şeyler hep oradadır. Ve siz orada ebedî kalacaksınız..." (Zuhrûf 43/71)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim--- "Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf 50/16)

إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنفُسُ وَلَقَدْ جَاءهُم مِّن رَّبِّهِمُ الْهُدَى
Resim--- ".... Onlar ancak zanlarına ve nefslerin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine RABB'leri tarafından yol gösterici gelmiştir." (Necm 53/23)

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Resim--- "Ufak tefek kusurları dışında, büyük günâhlardan ve edebsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki RABB'in affı bol olandır. O sizi daha topraktan yaratığı zaman ve sizi annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile) sizi en iyi bilendir. Bunun için nefsinizi (kendinizi) temize çıkarmayın! Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir." (Necm 53/32)


يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ قَالُوا بَلَى وَلَكِنَّكُمْ فَتَنتُمْ أَنفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّى جَاء أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim--- "Münâfıklar onlara: "Biz sizinle beraber değilmiydik?" diye seslenirler. (Mü'minler de) derler ki: "Evet ama, siz nefsinizi (kendi başınızı) belâya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytân) sizi, ALLAH (cc) hakkında bile aldattı. Nihâyet ALLAH'ın emri gelip çattı!..." (Hadid 57/14)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim--- "Ey imân edenler, ALLAH'tan korkun ve kişi (her nefs) , yarın için önceden ne gönderdiğine baksın. ALLAH'tan korkun; çünkü ALLAH, her ne yaparsanız haberdârdır." (Haşr 59/18)

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim--- "ALLAH'ı unutan ve bu yüzden ALLAH'ında onlara nefslerini (kendilerini) unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kismelerdir. (fâsık) ." (Haşr 59/19)

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim--- "O hâlde gücünüz yettiğince ALLAH'a isyândan kaçının, dinleyin, itâat edin, nefsinizin (kendinizin) iyiliğine olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Tegâbûn 64/16)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
Resim--- "Ey inanlar! Nefsinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun..." (Tahrîm 66/6)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
Resim--- "Her nefs, kazandığına karşılık bir rehindir" (Müddesir 74/38)

وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
Resim--- "Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltip hesaba çekileceksiniz) " (Kıyâmet 75/2)

بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Resim--- "Doğrusu insan nefsine (kendine) karşı bir basîrettir. (kendi kendinin şâhididir , görücüsüdür ve kendisinin ne yaptığını gâyet iyi bilir) " (Kıyâmet 75/14)


وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
Resim--- "Her kim de RABB'inin makamından korkmuş, nefsini kötü arzulardan engellemişse, muhakkak cennettir onun varacağı" (Nâziat 79/40-41)

وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
Resim---"Nefsler (bedenle, ruhu) eşleştirildiğinde..." (Tekvîr 81/7)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ
Resim--- "Bir nefs (herkes) ne hazırladığını anlar." (Tekvîr 81/14)

وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ
Resim--- "Bir nefs (herkes) önden neyi gönderdiğini ve neyi bıraktığını bilir." (İnfitâr 82/5)

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim--- "Ey RABB'ine itâat eden huzura ermiş nefs! Dön RABB'ine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak! gir kullarımın içine! gir cennetime!" (Fecr 89/27-30)

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
Resim--- "Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilhâm edene yemin ederim ki nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir." (Şems 91/7-10)


Kul İhvani Divanı
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Büyüklerime sordum dediler ki, "Nefis kafir olabilir ama mümin zalim olamaz."
Sevgili Pusat Kardeşim,
Büyüklerinize katılmaktayım, insan inkâr ederek dalalete düşebilir ve kendi özündeki hakikati örtmeye çalıştığı için kâfir olabilir. Mü’minin zalim olamaması hususunda ise bunu anlamak için Resulullah SAV in şu iki şey bir mü’minde bir arada bulunamaz diyen hadislerini incelemek lazım örneğin:


"Müminin kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz." [Beyheki]

Bunun gibi hadisi şerifler incelendiğinde görülecektir ki bu kötü ahlakın remizleri olan bu hasletlerin hepsi de insanın kendi nefsine yaptıkları zulümlerdir, insanin nefsine zulüm etmesi ise onu karanlıkta bırakması Nur'dan mahrum etmesi demektir ki zulüm yapana da zalim denilir. O halde dolaylı yoldan diyebiliriz ki mü’minin zalim olmaması gerekir yani onda mü’min iken zalimlik bulunmaması gerekir.

Ama Mü’min kişi zalimlik eder yahut günah islerse bu fiilleri yaparken mü’min değildir ve tevbe edip tekrar mü’min olabilir, bu yüzden olamaz yerine mumin zalim degildir yahut zalimlik mü’minde bulunmaz demek daha uygun olabilir diye düşünmekteyim.


"ve onlar ki bir kabahat yaptıkları veya nefislerine bir zulmettikleri vakıt Allahı anarlar da derhal günahlarına istiğfar ederler, günahları da Allahdan başka kim mağfiret eder? Hem yaptıklarına bile bile ısrar etmezler" Ali Imran 3/135.

"Halbuki kim bir kötülük yapar veya nefsine zulm eder de sonra Allahın mağfiretine sığınırsa Allah’ı bir gafur, rahîm bulur" Nisa 4/110.

"Böyle iken her kim de işlediği zulmün arkasından tevbe edib salâha dönerse Allah elbette tevbesini kabul buyuruyor. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir" Maide 5/39.


İslam olmak ile Mü’min olmak arasında da fark vardır. Dil ile ikrar etmek sade kişiyi islama sokacağından, kalb ile tasdik edip uymak da gerekmektedir aşağıdaki ayette bunu ortaya koymaktadır:

"A'râbîler iyman ettik dediler, de ki: siz henüz iyman etmediniz ve lâkin henüz iyman kalblerinizin içine girmemiş olduğu halde islâma girdik deyin ve eğer Allaha ve Resulüne itâat ederseniz size amellerinizden hiç bir şey eksiklemez, çünkü Allah gafur, rahîmdir "Hucurat Suresi 14.

Bu hususta Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinden Hucurat Suresinin 14. ve 15.ayetini inceleyen şu kısımları da aktaralım inşaallah:

39/14: Şimdi müslüman olup da henüz imanın bu yüksek zevkine erecek kadar terbiye almamış olanlara bu temizliği vermek ve hakka özen ile talim ve terbiye esnasında ayıplama ve gıybet hükmü cari olmayacağını anlatmak üzere buyuruluyor ki: O a'rabiler inandık, dediler. Medine civarında Beni Esed İbn-i Huzeyme kabilesi ganimet hevesiyle müslümanlığa girmişlerdi, rivayet olunduğuna göre bir kıtlık senesi Medine'ye gelmişler ve iki kelime-i şehadeti söylemişlerdi. Peygamber'e karşı: "Biz filan oğulları ve filan oğulları gibi sana savaş açmadık, ağırlık ve ailelerimizle geldik." diyorlar, sadaka gözetiyorlardı ve yaptıklarını peygambere bağışlatmak istiyorlardı, bu indi. De ki: Siz iman etmediniz. Çünkü iman, yalnız dil ile ikrardan ibaret değil, yürekten sevgi ile güven ve inançla kesin bir şekilde tasdik olması gerekir. Bu ise anlatılacağı üzere henüz ortaya çıkmadı, yoksa müslüman olduk diye peygamberi minnettar etmeye kalkışılmazdı. Ve fakat henüz iman kalplerinize girmemiş olduğu halde İslâm'a geldik, deyin, yani müslümanlığa karar verdik, sulha girdik deyin, böyle derseniz yalan söylememiş olursunuz. Çünkü harbin zıddı olan sulha girmek ve bağlanmak mânâsına İslâm, savaşı terkedip de görünüşte karar vermekle oluşabilir. Halbuki kalpte sağlam tasdik olmadan iman ettik demek yalan olur. Burada sözün gelişi "iman ettik", demeyin ve fakat "İslâm olduk" deyin, veya "siz iman etmediniz ve fakat İslâm'a girdiniz" denilmektir. Fakat birincisi imanı söylemekten açıkça yasaklama şeklinde olacağı, ikincisi de Şer'an itibarının şartı olan iman, istenildiği halde İslâmlarına kesin karar ifade edeceği için bunlardan sakınmak üzere nazmın üslubu bu nazik şekle dökülmüştür. Fahreddin Razî burada "Mümin ile müslim ehl-i sünnete göre birdir. Nasıl olup da burada bu fark anlaşılabiliyor?" diye sorarak buna şöyle bir cevap verir: "Genel ile özel'in farkı vardır. İman ancak kalp ile olur. Bazan onunla beraber lisan ile olur. İslâm ise daha geneldir, fakat özel şeklinde genel ile özel birleşmiş olur." Ragıb da Müfredat'ında şöyle der: "İslâm şeriatta iki kısımdır. Birisi imanın altındadır ki bu dil ile ikrardır. Bununla kan korunmuş olunur. Beraberinde itikat gerek olsun gerek olmasın " O A'râbiler inandık, dediler, de ki: Siz iman etdiniz fakat İslâm'a geldik, deyin." âyetinde bu mânâ kastedilmiştir. Birisi de imanın üstündedir ki bunda dil ile ifade ile beraber hem kalben iman, hem vefa hem de Allah Teâlâ'ya bütün kaza ve kaderinde teslimiyet vardır. Nitekim İbrahim (a.s.) hakkında "Rabbi ona: "İslâm ol" dediği anda, "Âlemlerin Rabbına teslim oldum." dedi. (Bakara, 2/131) buyurulması böyledir. Bunun gibi "Allah nezdinde hak din ancak İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19) âyeti ve "Beni müslüman olarak öldür." (Yusuf 12/101) âyeti de bu mânâyadır. Beni rızana teslim olan kullarından eyle, demektir. Şeytanın bağlamasından güvenli kıl mânâsına olması da caizdir. İmam-ı Azam'a nisbet edilen Fıkh-ı Ekber'de de şöyle denilmiştir: İman, ikrar ve tasdiktir, İslâm Allah Teâlâ'nın emirlerine teslim olmak ve bağlanmaktır. Bundan dolayı iman ile islâm arasında lügat yönünden fark vardır. Fakat şer'î hükümde İslâm'sız iman, imansız İslâm olmaz. Bu ikisi zahir ile batın, yüz ile astar gibidir. Din de iman ve İslâm ve şeriatın hepsine birden konulan isimdir... Demek olur ki yukarılarda "Allah nezdinde hak din ancak İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19) âyetinde ve daha bazı yerlerde geçtiği üzere İslâm kelimesi sözlükte asıl maddesi olan barış ve güven hemzesinin duhul ve müteaddi hale koyma ve diğer mânâlarına göre barış ve karşılıklı anlaşmaya girmek veya koymak, güvenliğe çıkarmak, kurtulmak veya kurtarmak; ihlas ve teslimiyet ve bağlanmak gibi birkaç mânâya gelebildiğinden İslâm ve iman kavramlarında sözlük bakımından çeşitli farklar bulunduğundan şeriat daha çok bunların ikisinin birlikte toplanmasına ve gerçekleşmesine itibar etmiş olmakla beraber sözlük anlamlarını da az çok gözden uzaklaştırmamış bulunmasından dolayı şer'i kullanılışta, üç mânâ meydana gelmiş olur.

Birincisi: Biri diğerinin şartı olmak, biri açık, biri gizli olma bakımından asıl bulunmak gibi bir anlam farkıyla beraber gerçek olarak meydana gelmesinde eşit, şeref ve haysiyette birbirine gerekli olmalarıdır. Meselâ imanda islâmın hem bâtında ihlas kavramı, hem zahirde teslim kavramı şart olduğu gibi islâmda da iman, hakkında delil getirilen bir şey olmak üzere şarttır. Bundan dolayıdır ki Nisâ Sûresi'nde: "Size selam veya sulh veren kimseye mümin değilsin, demeyin." (Nisâ, 4/94) buyurulmuş ve bu sebeble mümin ve müslim gerçekte bir sayılmıştır. Buna bilinen mânâsıyla İslâm demek uygun olur.

İkincisi: İslâm imandan daha genel ve onun bir başlangıcı olmak üzere imanın altında bir ikrar ve iman, İslâm'ın bir gayesi olmak üzere üstünde delil gösterilen bir şey ifade etmesidir ki bu âyet bu mânâ üzere gelmiş ve Râzî yalnız bu farkı kaydetmiştir. Bunu gerçek samimi müslümanlık karşılığında resmî müslümanlık diye de ifade edebiliriz. Bu henüz müslümanlık değil, müslümanlığa bir giriştir. Burada ihtar olunuşu da özellikle bu incelik içindir. Ve onun için "fakat siz islâm oldunuz." diye tasdik buyurulmamış "İslâm olduk, deyiniz" diye sözlük açısından ihtar yapılmıştır, bir de "Sâdikûne" karşılık olarak ifade edilmiştir.

Üçüncüsü: İmandan daha özel ve onun bir kemali, bir gayesi olmak üzere üstünde olan İslâm'dır ki "Bilakis, iyilerden olarak kim yüzünü Allah'a döndürürse." (Bakara, 2/112) buyurulduğu üzere ihsan mertebesini dahi kendisinde bulunduran ve "Allah nezdinde din ancak İslâm'dır" (Âl-i İmran, 3/19) gerçeğinin ifade ettiği ve "Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır." hitabıyla da burada işaret ve teşvik buyurulan mânâdır. Bu mânâya götürmek üzere buyuruluyor ki: Ve Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, yani açıktan şehadet ile ikrar edildiği gibi kalben de samimiyetle imana yükselip olgun mümin, dosdoğru müslüman olmak üzere gereğince amel ederek Allah ve Resulünün emirlerini seve seve yerine getirirseniz Allah size amellerinizden hiçbirini eksik olarak ödemez, değerinden eksik ecir ile karşılamaz. Çünkü Allah Gafur'dur, itaat edenlerin kusurunu bağışlar, Rahim'dir, rahmetinden ihsanı ile ecir verir.

39/15-Mümin nasıl olur, denilirse: müminler ancak o kimselerdir ki Allah ve Resulüne iman etmişlerdir, yani dilleriyle ikrar verdikleri gibi kalpleriyle de sağlam inanmışlardır. Sonra da işkillenmemiş, şüpheye düşmemişlerdir. Demek ki iman etmek için önce kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi ileride devamı için şüpheden uzak olmak da şarttır. Onlar sonradan da şüpheye düşmemişlerdir. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmektedirler, yani Allah'a itaat yolunda her türlü zahmet ve sıkıntıya göğüs germektedirler; mallar ve canlar ile cihad, mâli ve bedenî her türlü ibadeti içine alır. Ve işte onlar Sadıklar'dır, iman davasında sadık, verdikleri ikrara kalpleriyle ve fiilleriyle içten bağlılık göstermiş samimi müslümanlardır. De ki: Allah'a dininizi öğretiyor musunuz? Yani, Allah'a diyanetinizi, dindarlığınızı haber verip bildirmek mi istiyorsunuz ki biz iman ettik diyorsunuz.
Allah en doğrusunu bilir, bir kusurumuz varsa affola inşaallah.
Selam ve sevgiyle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »

لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

‘La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.’

Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti. (Enbiya, 87) (Diyanet İşleri çevirisi)
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5155
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Ebu Hureyre (r.a):

”Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) halkın arasında iken, kendisine Cebrail geldi ve:


“İman nedir?” dedi:

“İman: Allah’a, meleklerine, Onunla karşılaşacağına, Elçilerine inanmandır, öldükten sonra dirilmeye de inanmandır” buyurdu:

“İslam nedir?”dedi:

“İslam: Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayarak Allah’a kulluk etmen, namaz kılman, farz olan zekatı vermen, ramazan orucunu tutmandır.”buyurdu:

“İhsan nedir?” dedi:

“Kendisini görüyormuşsun gibi Allah’a kulluk etmendir. Her ne kadar sen Onu görmesen de O seni görmektedir.”buyurdu:

“Kıyamet ne zaman kopacak” dedi :

“Bu konuda soru sorulan, sorandan daha fazla bilgili değildir, ama ben sana şartlarını bildireceğim: Köle kadının efendisini doğurduğunda, ne idüğü belirsiz deve çobanlarının bina yapma konusunda yarıştıklarında (kıyameti bekle. Kıyametin ne zaman kopacağının vakti,) sadece Allah’ın bildiği beş bilinmeyenler içerisindedir”buyurdu: “Kıyametin bilgisi Allah’ın yanındadır…”(Lokman 34) ayetini okudu arkasından gelen adam dönüp gitti.

Rasulullah(s.a.v): “Onu bana geri çağırın” dedi ama ondan hiçbir şey göremediler bunun üzerine

Rasulullah(s.a.v): “Bu, Cebrail idi, insanlara dinini öğretmek için gelmiştir.” buyurdu." demiştir (Kütüb-i Site serisi:1, Sahih-i Buhari, Muhtasarı Tecrid-i Sarih(metinsiz). Çeviri,Tahric ve notlar: Abdullah Feyzi Kocaer).



إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul gays(gayse), ve ya’lemu mâ fîl erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun).

Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır. (Lokman 31/34)
Resim
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »

Dünyada çalışmadan vole vurma peşinde olmak çok kötü.Veya vole vurma zorunda hissetmek. İnsan ne yapacağını bilmiyor. Ne yaptığınıda...
Bir planım var.
Burda yalandan rusva olacam diye milletin huzurunu kaçırmaktan iyi bence.
Yine vole odaklı olsada bakalım ,ya tutarsa.

...
Gariban Kardaşım açıklaman için sağol. Anlamışımdır İnşeAllah

BENİ SORARİSEN GÜL EKİYORUM
EĞİLİP DİBİNE SU DOKÜYORUM
BİRDE AYA BAKIP HU ÇEKİYORUM
DUYA DA KANA MI GARİP KARDAŞIM
pUSAT
Kullanıcı avatarı
sdemir
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 487
Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sdemir »

pusat yazdı:Dünyada çalışmadan vole vurma peşinde olmak çok kötü.Veya vole vurma zorunda hissetmek. İnsan ne yapacağını bilmiyor. Ne yaptığınıda...
Bir planım var.
Burda yalandan rusva olacam diye milletin huzurunu kaçırmaktan iyi bence.
Yine vole odaklı olsada bakalım ,ya tutarsa.


pusat kardeşim sizi anlıyamamaktayım üsteki yazınızı açıklarmısınız BİRlik ve BERABERliğimizde butür tanımları diğer kardşelerimizde duymadığımdan abes geldi.. ''ya tutarsa'' nın affınıza sığınırım açıklamasını yaparsanız sevinirim.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

BİR KISSA


(Mevlana'nın "Mesnevi"sinden bir hikaye sizlere )

SİNEĞİN HAYALİ

Sineğin biri kendini fevkalâde bir şey sanırdı.
Kendi kendine: "Şüphesiz ki ben bu devrin zümrüdü anka kuşuyum, benden daha üstün kimse olamaz." derdi.
Bir gün bir eşeğin idrarının içinde bulunan bir saman çöpüne kondu. Eşeğin idrarını uçsuz bucaksız bir deniz, saman çöpünü gemi, kendini de kaptan sandı.
"İşte bu bir okyanus, bu da benim mükemmel gemim ben de dünyanın denizler aşan en büyük kaptanıyım." diye karar verdi kendi kendine gururlandı koltuklarını kabarttı.


• Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse, imanını tazele, yalnız bu sadece dille olmasın. Heva ve heves tazelenip durdukça iman taze değildir, çünkü heva iman kapısının kilididir.

• Kalemin rüzgardan kağıdın sudan olursa ne yazarsan yaz derhâl yok olur.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »

sdemir kardeşim yazım gariban kardeşime teşekkür içindi. Kendisi beni ciddiye alıp öğüt ve nasihat etmekte diye düşündüm. Gariban bununla uğraşırken bende neyi düşündüğümü söylemek istedim.
Çalışmadan büyük kazanç elde etme isteğimden; vole diye bahsettim.
"Ya tutarsa" da bir umut ; vole umudu
Ben heralde bu gidişle voleyi merteklere vuracam
Sözlerimde incelikler aramayın. Ben kendimden bahsedip alimlerin görüşlerini almak istiyorum. hepimizin yaptığı gibi yaptığın gibi...
Yazılarımı şiirle süslemeyi severim...

Fani dünya senden far istiyorum
Varımı kaybettim var istiyorum
Hep tek atacağım zar istiyorum
udanda gele mi muhip Kardaşım

mertek: mezarda ölünün üzerine dizilen tahta
muhip:habib in aşk, habibinin sevgili, demek olduğu arapçadan seven kişi, anlamındadır.
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Ne edebi olurmuş meczubun nede perdesi,
Nazı niyazı karışmış HAKKda el,ne deyesi,
Pusat gardaş da işte içi dış bir böylesi,
Sevmesi meczupca,VE de bir başka sevilmesi
Resim
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »

Bugün Günün Zevki konusunu E-dergi yapmaya çalıştım. Daha güzel olabilirdi. Kullandığım script free dir yani helal.
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »


Taklit ettiğim namına, Beni Helâkten Kurtar



Firavun'un hokkabazı Hz. Musa'yı taklit ediyor. Firavun'u güldürüyor. Musa ile istihza ediyor, onun taklidini yapıyor. Firavun'un hoşuna gidiyor, hoşlanıyor, keyifleniyor, zevkleniyor. Hz. Musa bunu işitiyor, hokkabaz, şaklaban beni taklit ediyor diye. Allah-u Teâlâ'ya:

-Ya Rabbi, bu senin Peygamberini taklit ediyor, senin Peygamberinle alay ediyor, bunu helâk et.” diye dua ediyor.

Cenâb-ı Hak diyor ki:

-Hayır Ya Musa, onu helâk etmem. Hz. Musa,

-Ya Rabbi nasıl? Diyor ki,

-Ya Musa! O, benim Peygamberimi taklit ediyor. Firavun'u taklit etseydi onu helâk ederdim, o seni taklit ediyor.
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Kul İhvani Divanından devam edelim inşaallah:

Azîz kardeşim,
İkilik, tevhidin çözülüp yok olmasıdır.
Zâhir, ayrı kurallarla; bâtın, ayrı kurallarla bilinmez.
Kural kuraldır.
Âlemde ne var ise Âdemde de o vardır.
İnsan nefsi bir bütündür ama işleme tâbi' tutulunca tekemmül makamları vardır.
Çocuk gibi büyür, gelişir, yetiştirilir, yetişir, hakkı ve hayrı kabul edip işleyebildiği gibi bâtılı ve şerri de şeytânın kışkırtması ile kabul edip işleyebilir...
Bendeniz teknik okudum hep...
Gördüm ki teknikte ne varsa tasavvufta da o var...
Hepsinin sahibi tek...
Bir çok kitablar okuduk.
Anlatılan 7 nefsin renkleri hep dikkatimi çekerdi de birininki birini tutmazdı...
Hatta bir yaşlı Şeyh:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nûru bembeyazdır, yoksa bir şey görülemezdi..." deyince,
Anladım ki basîreti, basarla görmek istemek gibi bir yanlışın içinde idi...
Alışkanlıklar başımızın belâsı, zor vaz geçeriz...
Tasavvurla, tasavvuf olur mu?
Olursa, işte böylesi olur...

Bir şemâ çizelim...
Beyaz ışığı bir prizmada kıralım ve kırılan rengarenk ışıkları seyredelim.
Buraya kadar basar işi ve gözümüzün önünde zâhiri...
Tüm bunları bir renkli kâlemle çizip yazacağız.
Basîret işi dediğimiz, gönlümüzün gördüğü bâtınî eşlerini de ayrı bir renkle yazalım ki karışmasın...
Kim kim ile eşmiş bakalım...:

Resim


Nefs, imtihan olandır.
Süngerimsi (emici-uyucu-değişken-delişmen) yapıda olduğundan kendi nefsanî özellikleri yanında hayvanî ve şeytânî vasıflara da kapısı açıktır.
Elbette ki aynı zamanda Muhammedî ve Rahmânî vasıflara da açıktır...


Nefs:
1-Hidâyet üzeredir: sadıktır, adildir.
2-Gaflet üzeredir: cenâbettir, zavallıdır.
3-Cehâlet üzeredir: ahmaktır, zâlimdir.
4-Dâlâlet üzeredir: hâindir, ölüdür.

Akıl, nefsin hayat nakti (parası) dır.
Hayra ya da şerre harcayabilir.
Nefs kendini meşgul etmeyeni meşgul eder.
Nefs 7'li sistemdedir.
Ancak sarmal ve zarf hâli ilginçtir.
Nefs: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e olan Ahdullah antlaşmasını isbatlamakla emrolunmuş ve Emrullah nefse bildirilmiş ve enine boyuna anlatılmıştır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur'ânı Kerîm'le teşrif buyurarak mükemmel, mükerrem, muhterem ve mübârek bir Örnek-i Mutlak olarak, bizzât yaşayarak, tatbikatını yıllarca yaparak nefslerimize imtihanı nasıl başaracağını göstermiştir.
Ancak fitraten nefsin; ilâhî düzende, Muradullah olan Rızaullah'ı bulmasının, kıldan ince kılıçtan keskin sırlar (sırat) üzerinde yürüyen tel canbazı gibi zor bir işi olduğu da açık ve seçiktir.
Nefsin yüzü, görevi gereği dünyaya dönüktür.
Aslında özü ise ALLAH'a dönüktür...
Tıpkı yeni doğan bebek gibi hüsn-i niyyet, samimîyyet, ciddîyyet, hâmiyyet, sadakat ve adâletle yetiştirilmesi (büyütülmesi) i'tinâ gösterilip üzerinde titrenmesi şarttır...
Evliyâ da olabilir, eşkıyâ da...
Saîd veya şâki...

Resim

Bu 7 letâif içinde tekemmüle;
Muhtaç (ihtiyacı olan),
Mecbur (mutlaka gereken) ve
Me'mur (emredilen ve murad olan) letâif tektir (tevhidin gereği) ve sadece NEFStir.

Tek yolun (sırât-ı müstakîm) ortasında duran ancak, mutlaka sefer etmek zorunda olandır.
Kıblesini tâyin için gerekli tüm bilgi, belge, ibret ve hikmet önündedir...
Seçenek yapması kaçınılmazdır.
Ya sağa, ya sola yürüyecek...
Nefs, bir nefeslik bile bir zamanda, bir yerde ve bir hâlde kalamaz.
"Şimdi, şimdi, şimdi!..." deyip dursa dahi, her "Şimdi!"si son "i" harfi ile geçer gider...
Müsbet (pozitif) veya menfi (negatif) tekemmüle mecbur yaratılmıştır.
Duruş, bekleyiş ve çakılıp kalış (sükûn ve sükût) asla olamaz...
Sünnetullah böyledir.
İlâhî sistemindeki tavrı, tarzı, stili ve kıvamı böyledir.
Denge ve düzeni, maddî ve mânevî hareket üzeredir...
Duramayan yolcu...
Tıpkı bir çocuk gibi Muhammedî okulda yetiştirilen nefs;
18 yaşında rüşdüne ve erginliğine erdi mi Hakk'ın (celle celâluhu) izni ve inâyeti, Resûlullah'ın şerefli şifâsı ve Hak Dostlarının hasbî himmeti (dua, teşvik, rehberlik ve hizmetleri) ve kendi gayreti ile hakkı ve hayrı tercih etmesi,
Nefsin kendisini ve sistemi yaratanı bilmesi, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emri ve muradıdır.
Sırât-ı müstakîm (dostoğru) olan Muhammedî yolun yolcuları olan Hizbullahla birlikte Rehber-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak ve İmâm-ı Mutlak olan Resûlullah'a tâbi' olup sözü, izi ve özü üzere, tevhid tekemmülü ile va'dedilen can cennetlerine ebedîyyen isal olur...
Sılasına kavuşur.
Sıladan gayrisi gurbet, vuslattan gayrisi hasrettir...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL korusun!
O güzelim can bebek, bir canavar eniği gibi vahşi ve vicdansız yetişdirilirse 18 yaşında ergin olur; ancak ihânet ve zulüm erginliğidir...
Nefs çeldiricileri olan ve daha başka yerde aklın çeldiricileri diye anlatılan İblis (şeytân) başta olmak üzere nicelerinin ömür boyu keyfine oynar...
İhtilâl yapar "nefs krallığı"nı ilân eder...
Terör estirir...
Ağzı ile şeyi arasında bir pislik borusu ya da o muhteşem insan makinası bir pislik (bâtıl ve şer) üreticisi olur...
En beteri ise Firavunluk yapıp ilâhlığını ilân eder ve neticede va'id edilen can cehennemini ebedîyyen boylar...

Va'd : müsbet,
Vâid : menfi


Vakı'a sûresini iyice zevk etmek şarttır ki anlayabilelim...
İlerde İnşâallah...
Yeni yetme bir delikanlı kadar da olsa kendini bilen (rüşde eren) nefs, ya sağa (ashab-ı yemin) ya sola (ashab-ı şimâl) gidecek...
Her iki yönde de sanki yaşayacağı, alış veriş yapacağı şehirler var gibi düşün...
Hani sen, Medine'ye varsan Medine olmazsın da Medineli olursun, Muhammedî olmakla, hâşâ, Muhammed (aleyhi's-selâm) olmadın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'le bile (beraber) oldun, birleşik değil...
İyi anla...
İşin sırrı bunda!...

Kendi makamında (sadr) duran nefs;
İlim, İrade, İdrak ve İştirak aşamalarıyla Tarik-i Tevhid, ashab-ı yemin, sağ-selâmet ve darü's selâm yolu olan, emredilen ve murad edilen Rızaullaha ulaşım yoluna YÂR (celle celâluhu) yolcusu olarak çıkar...

Kendi makamı olan Sadr sarayında krallığını ve ilâhlığını ilân etmiş; hakka ve hayra karşı uyumuş, sarhoş, sağır ve kör kalmış, şeytânın ve şeytânın uşaklarının uşağı ve kulu olmuş nefs;
Onların da yardımıyla hakka ve hayra giden kapıyı kendisi kapatır, kilitler veya mühürleyip ibtal eder. (Allah korusun!) .
Bâtıla ve şerre açılan yolu ise asfaltlar ki vız gelip tırıs gide...

Nefs;
Aslî görevi olan kendini ve RABB'ını bilmeyip,
RABB'ına kulluğu bırakıp,
Başka şeylere yönelip de tevhidi terk edince ikiliğe düşer.
İkilik, çokluğa ve içinden çıkılmaz girdaba dönüşür.
Tevhidsizliğin lideri olan şeytâna teslim olunca dini, dünyası ve âhireti hebâ olur.
Nefsin bu çıkmazdan kurtulup sırât-ı müstakîm üzere Fırka-i Nâciye sılası ise :

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in:
"Herkesin bir şeytânı vardır ben şeytânımı müslüman ettim" buyuruğudur.


Kul, nefsinin öğretim ve eğitimini Muhammedî metodun şuûruyla yerine getirirse, nefsin fıtrî (yaratılıştan gelen) veya kesbî (sonradan bulaşan veya bulduğu) kötü alışkanlık ve huylarını tevhidî tedavi ile iyileştirir.
Nefsin bazı kötü özellikleri (zaafları) ilâhî imtihan gereği giderilemeyebilir.
O zaman keskin bir bıçak gibi hem kendine hem de başkalarına zarar verebilir.
Bu durumda Muhammedî Tasavvufun ilim, edeb, irfân ve erkân ipeği ile tehlikeli ve keskin bıçak sarılır ki zarar vermesin ve faydada kullanılacağı zamanı beklesin.
İlâhî imtihandaki islâh ve iflâh da budur işte...

Kendi krallığını ilân edip, emredileni yapmayıp yasaklananı yapmayı emredici olan Nefs-i Emmârenin Esfelindeki bu yerinden (makamdan) koparılması,
İlliyyûndaki temizlenmiş, tezkiye edilmiş, sellekte edilip-elenip seçilmiş ve saflaşmış Mustafavî nefs olan Nefs-i Sâfiyye makamına seyr-ü-sülûk sılası ve ulaşımı;
Nefsin bu yüce makamlar için ta'lim (öğretim) ve terbiye (eğitim) islâh ve iflâh istasyonu olan Muhammedî Tasavvufun sebep ve sonucudur.

İslâh - İflâh olmuş ve Muhammedî şuûra ulaşmış nefs, dininde, dünyasında ve âhiretinde azîz olur.
İslâh ve iflâh olmayı istememiş şeytânî nefs ise rezil olur.
Unutmamak gerekir ki nefsin islâh ve iflâhı;
Kişinin kendine geçici ve imtihan için tanınmış olan "izâfî benlik"i ile bunu lûtfeden sahibi ve ustası olan Rabbü'lâlemin'in "Mutlak Ben"liğini,
Muhammedî mektepte iyice bilip , anlayıp ve Emrullah içinde yaşaması için şarttır.
Nefs-i Safiyeye ulaşması ise Muradullahtır.
Emrullah da bunun içindedir.
İlâhî ve Kur'ânî Emrullahın örnek uygulanışı olan Muhammedî Edeb ise sırât-ı müstakîm ve Fırka-i Nacîye yoludur.

Yedi Nefs Mertebesine sıla (ulaşım) seyr-ü-sülûkünde edeb esastır.
Nefsin tekemmül tabakaları (mertebe, makam, katman) yükseldikçe edebî değeri de yükselir ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e yaklaşır ve ulaşır.
Alçaldıkça ise edebsizleşir ve İblise ulaşır.
Nefsin bu tekemmül seyr-ü-sülûku akıl sahibi (insan ve cinler) içindir.
Hayvanlar ve bitkilerde ise kendilerinin insan gibi akıl edip, düşünüp ve plânlayabilme imkanları yoktur.
Kâinâttaki bulunuş görevleri, kendi fıtrî içgüdü (ilâhî terbiye)lerinin lâzım ve lâyıkınca kendi özlerine yüklenmiştir.
Onun için koyun her yerde, her zaman ve her hâlde koyunluk , kurt da kurtluk yapar...

Nefsin kendi makamı, akıldan dolayı Nefs-i Levvâme makamıdır.
Aslî yerinde nefs, aklı kullanarak korkar ve umar...

Levm: zemmetme, yerme, çekiştirme, paylama, başa kakmadır. Levm-i Lâim: çekiştiricinin kınaması. Levvâme: (mübalağa) çok levm edici, çekiştirici, başa kakıcı, yerici, paylayıcı...
Nefs-i Levvâme: kendi kendisini, zaman zaman hesaba çekip, azarlayıp paylayan, yaptıklarından üzülüp pişman olan nefstir.


Ancak, işin başındadır henüz hamdır, yozdur, heyecanlı ve kaypaktır.
Nefsin ana vasfı (sıfatları ve temel özellikleri) olan acziyetini (âcizliğini) , fakriyetini (fakîrliğini) , zilletini (zillet; izzetin, sistemin sahibine ait olduğunu bilip başını içine çekmek) ve illetini (HAKK celle celâluhu'dan gayrisi her şey gibi eriyip, çürüyüp sebeblerin sonunda yok olucu olduğunu) unutup...
"Abd"liğini bırakıp, "RABB" elbisesi (sıfatları) giyinir (güyâ-hâşâ) ve azamet, kudret, varlık, zenginlik, izzet, şeref ve ebedîlik sahibiymiş gibi korsanlığa ve eşkiyâlığa kalkışabilir...
Kısacası burası onun yola çıkma yeridir.
Kararsız Kasım gibi ikilikte kalır.
Hemen gözünün önündeki (bedenin kendisi de dahil) dünya hayatı ve vesveseci şeytân kandırırsa şimâl (uğursuzluk, bedbahtlık, şâkilik, yasaklanan) yolunu dönmemek üzere tercih ederse, oraya yerleşir ve oralı olursa adı Nefs-i Emmâredir.
Hevâ ve hevesine tapar!...
Şeytânın emirlerini işler!...
Dini, dünyası ve âhireti mahvolur!...
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Sevgili kardeş ANKA KUŞU,
Hizmetin için çok teşekkürler ederim KULİHVANİMİZE ALLAH TEALADAN, güç kuvvet bereket rıza ve muhabbet dilerim.ALLAH CC RAZIOLSUN.
bİRDE NEFSİN RUHUMUZLA İLİŞKİLERİNDEN BAHİS ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR? saygı ve sevgimle....a.e.o..
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Allahü zü'l Celâl cümlemizden razı olsun gülizar ana.
Kul İhvanimİZ Divanında "NEFS'in Özellik ve Mertebeleri"ni anlatırken sonlarına doğru "RUH"u da anlatmış sağolsun varolsun..
Aradığınızı bulmanız dileği ve duasıyla Kul İhvani Divanından bakalım RUHa:



RUH


İnsanın mânevî yapısının anası olan RUH'a geldik.
Herkes kabı kadar, karınca kaderince ve aklı kadar anlayacak.
Bu bölgeler aklın ayağının kaydığı bölgelerdir.
Bu bölgelerin hakikatini çok iyi anlayan hatta yaşayan nice yüce âşık ya rumuzla (işaretle) anlatmış ya da "leylek getirdi?" deyip geçiştirmişlerdir.
Ruh ve sonrasını sağlam mesnedlerle kısaca geçeceğiz...

Haksız ve hayırsız bir hayatın son ucu hüsrandır...
ALLAH (celle celâluhu) korusun!... Hak ve hayr'ın hakikati ise hedeftedir.
Hayattaki imkanla imtihan ve tevhid tekemmülü olan tahkik tevhide ulaşım için insan gerek zâhirî hayatında gerekse bâtınî hayatında aşamalar, tabakalar ve hâllerden hâllere tereküb (hâlden hâle binmek) ve terekküb (hâlden hâle oluşum) eder gider. Kader yolunda...


فَلَا أُقْسِمُ بِالشَّفَقِ
وَاللَّيْلِ وَمَا وَسَقَ
وَالْقَمَرِ إِذَا اتَّسَقَ
لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍ

"Şimdi yemin ederim o şafağa, geceye ve basan karanlığa, dolunay olmuş aya ki; sizler binip binip tabakadan tabakaya (hâlden hâle) geçeceksiniz!." (İnşikak 84/16-19)

Tasavvuf ise bu oluşumun ilmini, edebini, irfânını ve erkânını bilmek, bulmak, olmak ve yaşamaktır...
Ruh insan ikliminin reisidir...
Emr âlemindendir...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:


فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ

"Ona şekil verdiğim (mükemmel bir insan kıvamına getirip) ve içine ruhumdan üfürdüğüm (üflediğim) zaman, derhâl onun için secdeye kapanın" (Hicr 15/29)

Beden, Nefs, Kalb ve Ruhun dördünün de bir arada olduğu mahlûk İNSANoğludur.
Bedeni olmayan; Nefsi, Kalbi ve Ruhu olan varlıklar CİNlerdir. Bedeni ve Nefsi olmayan Kalbi ve Ruhu olan varlıkar MELEKlerdir. Bedeni, Nefsi ve Kalbi olmayan ise RUH'tur.
Mahlûk mudur, değil midir?
Ne fırtınalar kopmuştur.
Ruh mahlûktur dese insanda ilâhî uzanım kabul edilecek işin ucu "İlâhî insan"a ve şirke gidecek.
Ruh mahlûk değil dese insanla bağıntısı, alâkası ulaşımı ve sorumluluğu nasıl olacak?
Biraz önce arzettiğim bu bölgeler tekin değil dediğim böylesi hususlardır.
Bu âciz, fakîr zelil ve âlîl olduğunu ilim, irade, idrak ve iştirak bazında anlayıp ve yaşayıp; sadece ve sadece RABB'ısına kulluk kasdı olan kardeşin, anladığını anlatıyor...
Düğümsüz dervişler DOST'un (celle celâluhu) DOST'unun (sallallahu aleyhi ve sellem) dostudur...
Mesele, Ruhun oluşum hâli değil, ruhu, kalbi, nefsi ve bedeni ile evvelen, âhiren, zâhiren ve bâtınen şâhidim ki :
"Lâ ilâhe illallah Muhammede'r Resûlullah" demek ve yaşamaktır.
Gerisi lâf-ı güzâfdır.

Düğümsüz derviş dedim de çok önemlidir...
İğne altından, iplik ipekten olsa da iplik düğümlü ise tevhid dikişi dikilemez...
Adana Erkek Lisesinde leyl-i meccâne okuyorum.
Yıl 1964 idi.
Yaz tatili için köye geldim.
Rahmetli Hasan amcamla evlerimiz bitişik idi.
Hasan amcamı hâlâ çok severim...
Şemsî meşreblî ve derunî bir derviş idi....
Hasan Amcamın kısa boylu kırmızı renkli bir ev köpeği vardı.
Yavuz mu yavuz ve çok değerli.
Evin etrafından kuş uçurtmuyor...
Bir gün baktım ki köpeğin boğazına 30 cm'lik bir sopa bağlamış.
Fahriye Halaya : "Neden böyle yaptınız!" deyince
"Bu köpek tavukların yumurtladığı folluğa alışmış her gün girip yumurtaları içiyor.
Amcan köpeğe kıyamadı öldürmeye...
Boynuna folluğun girişinden daha geniş bir sopa bağladı!..." dedi.
Gerçekten biraz sonra, köpek folluğa başını sokuyor, bağırıyor, çağırıyor ve var gücüyle çabalıyor amma ve lâkin sopa engelliyor ve giremiyordu...
Ben de seyrettim bu olayı ve hiç unutmadım!...

Kendi nefsim için diyorum ki Muhammedî tasavvuf;
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in;
Sözlerine (Kur'ân-hadis),
Fillerine (Sünnet-i seniyye) ,
Ahlâkına ve hâllerine gerçekten girmemi engelleyen, boynuma bağlı; hamakat (ahmaklık, bönlük, beyinsizlik), gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet sopalarını söküp alma sanatıdır.
Halk'a merhamette ve Hakk'a Muhabbette MUHAMMEDÎ olma mesleğidir.
Hâli Hazır ve Nazır olanla huzur bulup, Rıza Ravzasında Kevser Havuzundan sır sahibi Muhammedî olma meşrebidir.

Nefeslenelim, zevklenelim ve "YÂ RABBİ!.(celle celâluhu)" diyelim:


ZEVK 2185

"Zıd"ların zevkinde zâhir, Celâlî ile Cemâlî
"Bâtın=Bilelik Tevhidi" HAKK'a kulluğun Kemâli
"ALLAH var!" nokta. Söz bitti! "Hakk ilim bir nokta idi,
Onu câhiller çoğalttı!..." buyuran İmâm-ı Âli...



ZEVK 2186

KAVLİM'i MUHAMMEDÎ kıl, El HADİ mine'd- dalâleti
A'MELİM MUHAMMEDÎ kıl, El MÜNKİZÛ min'el cehâleti
AHLÂKIM MUHAMMEDÎ kıl, Şemsü'n- nübüvvet-ü risâleti
AHVÂLİM MUHAMMEDÎ kıl, Cem'ül-cemâleti, Kutbu'l-celâleti...



Ruhla ilgili âyeti celilelere devâm edelim:


فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ

"Onu şekillendirip ruhumdan ona üfledim mi derhâl ona secdeye kapanın!..." (Sad 38/72)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ

"Hem RABB'in Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp onları nefislerine karşı şâhid tutarak:"RABB'iniz değil miyim?" diye şâhid (tuttuğu) gösterdiği zaman "Evet, RABB'imizsin, şâhidiz!" dediler. Kıyâmet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu!" demeyesiniz diye" (A'râf 7/172)

"Elest Meclisi" diye meşhur olan, her nefsin ilk defa sahneye çıktığı, Rububuyiyyet tevhidini hepsinin kabul edip kendi kendilerine şâhid olup taahhüd ettikleri antlaşmadır.
Bu âyet-i celilede sonuç da hemen belirlenmiştir.
İlk sözü verdiniz, imkanla imtihan hanı olan cihândan çıplak girip çıplak çıkarken son sözünüze bakılacak.
"RABB'ınızın (celle celâluhu) ni'metleriyle yaşadınız özünüzdeki emânete hiyânetiniz oldu mu?
Ulihiyyet Tevhidiniz var mı?"
Âdemoğlunun zahrından (arka, sırt, bâtın) çıkarılan zürriyet (nesil-kuşak-soy-döl) , esâsında bedensiz gibi ancak beden içinde bedenler şeklinde bedenlidir.
"Beden,nefs,kalb ve ruh"dan oluşan zürriyetin nefsi dışarı çıkarılıp ona; tevhid yükü kendi istek ve tercihi ile yüklenip mükellef kılınırken, kendi bedeni , kalbi ve ruhu da kendi nefsine şâhid tutuluyor.
Nefsin ilk sözüne şâhid olan bu azalardan beden dahi âhirette şâhid olacak bu imtihan serüvenine...
Bu ilk ahidleşme, insanın imânının içindeki Ahdullah emânetidir. Bu ahdin aslı sözdür ve soyuttur...
Rübûbiyyet tevhidini her nefs istisnâsız kabul etmiştir.
Kabul edişlerinden dolayı var edilmiş ve her türlü imkân emrine âmede kılınmıştır.
İnsanın "Fuad"ındaki bu "ahd" İlâhî bir emânettir ve Enfüs ve Merkezdedir.
İlâhî bağlantı bu ilk sözle tamamen alâkalıdır.
Kalbdeki imân ise bu emâneti çevreleyip koruyan fanus gibidir.
Yâni ampül imân ise içerdeki elektriği (nûru) ışığa (işe) çeviren iç telde emânettir ve fuaddadır.
Bu sözün dışında kalan ve insanoğluna verilen maddî ve mânevî herşey de nimettir.
Nimet ise âfâkta ve muhittedir.
emânet: Emânetullah, (Ahdullah) tır ve tektir. " Kalû belâ!..."
nimet: Ni'metullah ise sayısızdır. Herşey ni'mettir.
Ni'met: ikrâm, lütûf, ihsândır. Îmân dahi ni'mettir. Kalb, akıl, beden ve kâinâttaki her şey...
Ve ni'met-i uzma Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dır.
Çünkü "Rahmetenlil âlemin"dir.


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

"Seni sadece bütün kâinâta rahmet olarak göndermişizdir." (Enbiyâ 21/107)


...

Ruhla ilgili âyet-i celileleri arzedelim sonra Merkez (mâhiyet) -Muhit (hüviyet) meselemizi zevkedelim İnşâallah:


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً

"Sana RUH hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, RABB'imin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir." (İsrâ 17/85)

Koca İmâm Fahreddin Râzi efendimizin bildirdiği bir hadis-i şerîfte :
Yâ Resûlullah! "Ruh, RABB'imin emrindendir." den ne anlayalım?" diye sorduklarında; Cenâb-ı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "aklınız kadar anlayın!" buyurmuştur...

Bu ne kadar muhteşem ve hârika bir cevâb Yâ RABBim (celle celâluhu) !
İşte Mürşid-i Mutlak Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimin cevâbı...
Canan ile can'ın ara kesiti gibi, anlaşılması akılla mümkün olmayan, tevhid tekemmülü sonucu aşk ile yaşanması mümkün olan, asırlardır akıl hocalarının sırsız sohbetlerinin ısıtılıp ısıtılıp sunulan çözümsüzlük çorbası...
Gerçekte ise, insana verilen mükerrem vasfının daha doğrusu Rabbanî olan tüm ikrâm, lütüf ve ihsânın verilmesine esas ve asl olan RUH...


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً

"Ve lekad kerremnâ beni Âdeme...: Andolsun ki Biz Âdemoğullarını üstün bir şerefe mazhar (mükerrem) kıldık..." (İsrâ 17/70)

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ

"Dereceleri yükselten Arş'ın sahibi ALLAH, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine emrinden olan ruhu (vahyi) ilka eder." (Mü'min 40/15)

İnsanoğlunun derecelerinin değişimi (yükselmesi-tekemmülü) ile ilgili;


وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ

"Bizden kimse müstesnâ olmamak üzere her biri için ma'lûm birer makam vardır." (Sâffat 37/164)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قِيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللَّهُ لَكُمْ وَإِذَا قِيلَ انشُزُوا فَانشُزُوا يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ

"ALLAH, içinizden imân etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır." (Mücâdele 58/11)

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ

"O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, (....) kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır." (En'âm 6/165)

Âyeti celileleri, saâdet ve şekavet (saîd-şaki) derecelerini tâyin buyurup bildirmiştir.
Derecelenme tüm cisimler içinde geçerli olup kimisi suflî-unsurî (aşağı ve yersel) , kimisi ulvî-felekî (yüce-göksel) kimisi ise Arşî dir...
Arzdan Arş'a kadar (Arş dahil) ilâhî aşk sahası...
Arş ise cisimlerin muazzam ve mükemmelidir.
Azamet ve kudretini ilân eden sistemin sahibi ve ustası SUBHAN ALLAH (celle celâluhu) sahibliğini ilân ediyor...
Ruhun hayatiyeti; ilâhî bilgi ve kudsî cilâ iledir.
Kısacası vahiyle oluştuğundan RUH denilmiştir.
Vahiy ruhani hayatın tahakkuk vesilesidir.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, sahibi olduğu en büyük cismanî Arş ile aklî olan refu'd-derecâtı (derecelerin yükselişi) te'kid ederken, tüm ruhanîlerinde sahibi olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:
"Kendi emrinde olan ruhu ilkâ" ile de naklî sahibliğini te'kid buyurmuştur.
"Mursil" olan ALLAH (celle celâluhu) , "irsâlini" (Vahy, ruh) "Emr" ile kullarından dilediğine ilka eder:


إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ

"Dikkat ediniz, emr de O'nundur. Halk da..." (A'râf 7/54)

يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُوا أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ أَنَا فَاتَّقُونِ

"O, kendi emri ile (emrinden) kullarından kimi dilerse ona vahy (ruh) ile, melekleri indirir. "Lâ ilâhe illâ enâ : Benden başka hiçbir ilâh olmadığını" inzâr edin (korkun) diye!" (Nahl 16/2)

Muhakkik Sûfîlerce bilinir ki cesed; cansız, kesif, karanlık ve kullanışsızdır.
Ne zaman ki ruh gelince; canlı, lâtif, aydınlık ve iş görebilir hâli gelir.
Akıl nûru ile (herkesin nâsibince) , önü aydınlanır.
Ruh, basar ve basîreti sağlar.
Beden sistemini çalıştırır...
Aklın kemâliyyeti ise; kader yolunda, hayat çileleriyle olgunlaşıp, arınıp, durunup, kurunup ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in maddî ve mânevî âlemlerini seyr, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in zâtını (bildirdiği kadar) , sıfatını, fiillerini (Şe'enullah: şûyûn) ve eşyâlarını tanımakladır.
"Nasrullahi ve'l-Fethullah"a mazhar olunca teslim olup istikâmet bulacaktır.
Yâni akıl İlmullahla gelişir, Haşyetullahla pişer ve Muhabbetullahla Mârifetullaha ulaşır.
Mârifetullahla nûrlanan, aydınlanan akıla, biz aşk diyoruz.
Saf, olgun ve mü'mindir.
Akıl yokken, ruh ise insânî değildir.
Onun için; ruh'a; Nefhatullah, Vahyullah, Kelâmullah (Kur'ân-ı Kerîm) denilmesinde sakınca yoktur.
Tebliğle me'mur olanlar şüphesiz peygamberlerdir. Mü'minler ise; ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'den, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den veya Kur'ân-ı Kerîmden durmadan ilhâm almaktadırlar.
Mesele; gaflet ve cehâlet uykusundan uyanmaktır.
Bu çok ince ilgi bilgileri her derecedeki aklın anlayacağı bir harfler kabına konulamıyor ki...


يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُوا عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُوا ثَلاَثَةٌ انتَهُوا خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَـهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً

Bakınız ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "... Meryem oğlu İsâ Mesih, ancak ALLAH'ın resûlüdür, ALLAH'ın Meryem'e ulaştırdığı (ilkâ) kûn: ol! kelimesidir. Ondan bir ruhtur..." (Nisâ 4/171)

Unutmamalıyız ki sistemin tümü dinamiktir (devingen), asla statik (duragan) değildir...
Zerreden (atom) kürreye (kâinât) kadar tümü devrândadır.
Her zerre özü itibariyle emr'i (işi) bilir ve yapar...


أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ


"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nûr (ışık) verdiğimiz kimse..." (En'âm 6/122)

Nûr Ruh Kalb Nefs Beden

Yoluyla iş yapılabilir hâle geliyor.

Onun için nefsin statik, pasif ve yalıtkan hâlden; dinamik, aktif ve iletken hâle getirilebilmesi için Muhammedî tasavvufun tevhidi tekemmül öğretim ve eğitimi gereklidir.

Azîz kardeşim,
Şöyle zevkedelim; ben bir bütün olarak boğazıma kadar çamura çökmüşüm farzedelim.
Gözümle gördüğüm, elimle tuttuğum beden, baş, el, ayak gibi organlarımla birlikte, göremediğim ancak onlarla var olduğum aklım, fikrim, canım gibi kısımlarım da dahil tümüyle birlikte tehlikedeyim, kurtulmam lâzım...
Mesele budur!
Ancak biz, "İnsan nedir?" sorusuna cevâb olsun diye tarama yapıyoruz.
Resim
Kullanıcı avatarı
feyz
Üye
Üye
Mesajlar: 40
Kayıt: 01 Eyl 2009, 02:00

Mesaj gönderen feyz »

Sevgili Kardeşim,
Hizmetin için Allah Teala razı olsun.
Açıklamaları tekrar tekrar okudum,
Çok teşekkürler ederim..Allah cc yeniden ve daima razıolsun.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/mzaaajf5.gif[/img]
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön