Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)
Gönderilme zamanı: 19 Eki 2014, 13:16
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اتى باب الجنة يوم القيامة فاستفتح فيقول الخازن من انت فأقول محمد فيقول بك امرت ان لاافتح لأحد قبلك
Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Kıyamet günü cennet kapısına varırım ve açılması içinde işâret veririm. Fakat içerden cennet hazini sorar: Kimsin? “Ben Muhammedim!” derim. Duyduğu zamanda: “Senin için emrolundum ve kapının açılması ancak senin için emrolonmuştur” der.
Zirâ Cenâb-ı Rasûlullah’dan sallallahu aleyhi ve sellem evvel herhangi bir kimse cennete giremez bu kesindir.
Hadisi Muslim Enes’den radiyallahuanhu rivâyet etmiştir.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: لكل نبى دعوة قددعاها لأمته وانى اخطبت دعوتى شفاعة لأمتى
Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Her nebînin kendisinin bir duası vardır. Mutlaka kendisine bir istihkak gibi hak olan dualarını kullanmışlardır. Nebîler, ümmetleri için ALLAHu Zü’l- Celâlin kendilerine verdiği açıklık nisbetince kredilerini peşinen kullanmışlardır.
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Ben ise duamı gizli tuttum kullanmadım kıyamet günü şefaat nev’inden kullanacağım ALLAHın izni ve inâyetiyle.
İşte bu ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine peşinen bir beddua ve na-hoşluk bir şey talebinde bulunmamıştır. Hatta dünyalık talebinde de bulunmayıp ancak ve ancak gelecekte mustakbelde şefaatına duasını saklamıştır.
Buharî ve Muslim; Enes İbni Mâlik radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiler.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اريت ماتلقى امتى من بعدى وسفكى بعض دماء بعض فأحز ننى وسبق ذالك من الله عزوجل كماسبق فى الامم قبلهم فسألته ان يولينى فيهم شفاعة يوم القيامة ففعل
Hadis meâli: İmam-ı Beyhakî Ümmü Habibe radiyallahuanhu dan rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Ümmetimin gelecek durumlarını tetkik ederken, kontrol ederken nasıl ki ALLAHu Zü’l- Celâl kıyamet alâmetlerini kendisine bildirdiği gibi ümmetinin geleceğini mürakâbe yaparken çok kimseler kanlar dökülüp, kanlara boyanacağını ve çok katl-ü-kıtaller olacağını görmüştür. Nitekim geçmiş ümmetlerin başlarına geldiği gibi kendi ümmetininde başına gelecekleri görmüştür. Bundan dolayı çok kederlenmiş ve çâre aramıştır. Fakat kader mübremdir ve hiç çaresi olmayan bir karardır. Böyle görünce ALLAHu Zü’l- Celâle başvurmuştur. “Ya Rabbi kıyamet günü bu gibi kimselerle alâkalı olan hükümlerde bana bir şefaat yetkisi verde bunların haklısı haksızı aralarındaki hukuku ve halleri halletmek için yarın mahşerde bana yetki ver diye dua etmiştir. ALLAHu Zü’l- Celâlde kabul etmiştir. Hadis için İmam-ı Beyhaki sahih olarak malümât vermiştir.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: يرضع للأنبياء منابر من نور يجلسون عليها ويبقى منبرى لااجلس عليه (اولااقعدعليه) قائما بين يدى الربى خافة ان يبعث بى الى الجنة وتبقى امتى بعدى فأقول منبرى ياربى امتى امتى فيقول الله عزوجل يا محمد ماتريد ان اصنع بأمتك فأقول ياربى عجل حسابهم فيدعى بهم فيجلسون فمنهم من يدخل الجنة برحمته ومنهم من يدخل الجنة بشفاعتى فمااذان اشفع حتى اعطى سكاكا برجال قدبعث بهم الى النار وحتى ان مالك خازن النار ليقول يا محمد ماتركت لغضب ربك فى امتك من نقمة
Hadis meâli: Tabaranî, Kebirinde ve Evsatında, Beyhaki; Ba’s da İbn-i Abbas radiyallahuanhu dan rivâyet ettikleri hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü nebîlere minberler getirirler. Her nebî kendine verilen minberine oturur. Benim minberim olmasına rağmen minberime dahi oturmam. Neden oturmuyorum? Neden acaba? Zira ben Rabbımın karşısında el pençe ayakta duruyorum. Ben böyle lâkayd değilim. Zirâ neden? Olabilir ki en fazla düşündüğüm şu ki; Rabbım beni cennete gönderir de ümmetim yalnız başına kalır diye. Onun için daima hazır ve uyanık durumda duruyorum.”
Böylece Kendi nefsini düşünmediği gibi sadece “ümmetim ümmetim!..” demektedir. ALLAHu Zü’l- Celâl “Ya MuhaMMed! Sen ümmetine karşı nasıl yapılmasını istiyorsun? Nasıl bir muamele olunsun?” “Ya Rabbi, hesablarının acilen olmasını dilerim.” Bu istediğimi ALLAHu Zü’l- Celâl kabul eder ve “ümmetim hemence hazır olurlar. Alahü Zülcelâl kendi rahmetiyle bir çoklarını cennete eletir. Bazıları da benim şefaatımla cennete girerler.”
ALLAHu Zü’l- Celâl Rasûlullahın şefaatına baktı da bir kısmını kendi rahmetiyle cennetine koydu. Bir miktarı da Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatıyla.
Ümmetine karşı şefûk ve atûf olan Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kendi nefsinden daha çok ümmetini düşündüğünü ALLAHu Zü’l- Celâl görünce ümmetini acilen hesaba çekmiş bir bölümü ALLAHın celle celâluhu rahmetiyle affa uğramış bir bölümüne ise Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatı devam etmektedir. Şefaatı peyderpey devam etmekte iken kendisine malümat geliyor ki; cehennemde ümmetimden bazı kimseler vardır. Cehennem hazininden bazı melekler bu hususu bildiriyor. Şöyle söylüyorlar: “Cehennemde çalışan âmir melekler “hazinu’n- nar” tabi ki yetkili salahiyetli olan melek diyor ki: “Ya MuhaMMed ümmetinden intikamı ve cehenneme girmeyi yaptıkları na-hoşluklarla hak edenler var iken onlardan intikam alıp azab etmeye birazcıkta olsa açıklık bırakmadın!” diyor.
Düşünün kardeşlerim, diğer nebîler minberlerinde otururken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem da oturabilirdi. Eğer nefsini düşünse idi.
Hep “ümmetim, ümmetim!..” buyurdu. Bu kadarda ümmetine karşı fedakâr olan Rasûlullahımıza sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti olarak nasıl bir tavır ve davranış içinde olmamız lâzımdır. Şu bedbaht olan insanlar ki ne şefaat, ne istiğase tanırlar ve kabrime ziyâreti dahi gayr-ı meşru’’ ilân ederler. Düşünün bir kerre bu kadar nankörlük ve namerdlik olur mu? Rasûlullah ki sallallahu aleyhi ve sellem herkesten farkı ve ümmetine düşkünlüğü ortada iken. Bize bu şerefi ALLAHu Zü’l- Celâl vermişken müşerref olmuşken O’nu inkara kalkışmak yetki ve salahiyetini yok farzetmek nasıl oluyor? Bundan bu Ni’met-i Azimeden haz duymamız lâzım. Çünkü bunlar bizim içindir. ALLAHu Zü’l- Celâl bizleri bu gibi bedbahtların şerlerinden ciddi olarak muhafaza etsin. Âmin!.
Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem binlerce ruhumuz olsa yine de fedâ olsun. ALLAHu Zü’l- Celâl Onun zümresinden ayırmasın. Rabbımız O’nun hoşnut olduğu ümmetlerinden eylesin. Âmin!.
وباالمومنين رؤف الرحيم
Bu sıfatlarla bize karşı rauf ve rahim olan Rasûlumüze bu sıfatlarla karşılık verelim. ALLAHu Zü’l- Celâlin izni ve inâyetiyle.
Hadisin mesnedi Tabaranînin, Kebir ve evsatı, ile Beyhakî olup Abdullah İbn-i Abbas radiyallahuanhu dandır.
Hazin: (Hızane. den) Hazine nâzırı. Bekçi.
Mürakâbe: Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.
Mübrem: Kaçınılmaz olan. Vazgeçilmez olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem.
Minber: Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü
Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
Şefûk: Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sahibi. Merhametli.
Atûf: Çok acıyan, pek merhametli.
Na-hoş: hoş olmayan.
Fedakâr: f. Her türlü zahmetlere göğüs gererek dâvası uğruna sebat eden.
Bedbaht: f. Bahtsız, talihsiz, bahtı kara.
لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
---“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Resûl/ Peygamber gelmiştir.” (Tevbe 9/128)
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اتى باب الجنة يوم القيامة فاستفتح فيقول الخازن من انت فأقول محمد فيقول بك امرت ان لاافتح لأحد قبلك
Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Kıyamet günü cennet kapısına varırım ve açılması içinde işâret veririm. Fakat içerden cennet hazini sorar: Kimsin? “Ben Muhammedim!” derim. Duyduğu zamanda: “Senin için emrolundum ve kapının açılması ancak senin için emrolonmuştur” der.
Zirâ Cenâb-ı Rasûlullah’dan sallallahu aleyhi ve sellem evvel herhangi bir kimse cennete giremez bu kesindir.
Hadisi Muslim Enes’den radiyallahuanhu rivâyet etmiştir.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: لكل نبى دعوة قددعاها لأمته وانى اخطبت دعوتى شفاعة لأمتى
Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Her nebînin kendisinin bir duası vardır. Mutlaka kendisine bir istihkak gibi hak olan dualarını kullanmışlardır. Nebîler, ümmetleri için ALLAHu Zü’l- Celâlin kendilerine verdiği açıklık nisbetince kredilerini peşinen kullanmışlardır.
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Ben ise duamı gizli tuttum kullanmadım kıyamet günü şefaat nev’inden kullanacağım ALLAHın izni ve inâyetiyle.
İşte bu ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine peşinen bir beddua ve na-hoşluk bir şey talebinde bulunmamıştır. Hatta dünyalık talebinde de bulunmayıp ancak ve ancak gelecekte mustakbelde şefaatına duasını saklamıştır.
Buharî ve Muslim; Enes İbni Mâlik radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiler.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اريت ماتلقى امتى من بعدى وسفكى بعض دماء بعض فأحز ننى وسبق ذالك من الله عزوجل كماسبق فى الامم قبلهم فسألته ان يولينى فيهم شفاعة يوم القيامة ففعل
Hadis meâli: İmam-ı Beyhakî Ümmü Habibe radiyallahuanhu dan rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Ümmetimin gelecek durumlarını tetkik ederken, kontrol ederken nasıl ki ALLAHu Zü’l- Celâl kıyamet alâmetlerini kendisine bildirdiği gibi ümmetinin geleceğini mürakâbe yaparken çok kimseler kanlar dökülüp, kanlara boyanacağını ve çok katl-ü-kıtaller olacağını görmüştür. Nitekim geçmiş ümmetlerin başlarına geldiği gibi kendi ümmetininde başına gelecekleri görmüştür. Bundan dolayı çok kederlenmiş ve çâre aramıştır. Fakat kader mübremdir ve hiç çaresi olmayan bir karardır. Böyle görünce ALLAHu Zü’l- Celâle başvurmuştur. “Ya Rabbi kıyamet günü bu gibi kimselerle alâkalı olan hükümlerde bana bir şefaat yetkisi verde bunların haklısı haksızı aralarındaki hukuku ve halleri halletmek için yarın mahşerde bana yetki ver diye dua etmiştir. ALLAHu Zü’l- Celâlde kabul etmiştir. Hadis için İmam-ı Beyhaki sahih olarak malümât vermiştir.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: يرضع للأنبياء منابر من نور يجلسون عليها ويبقى منبرى لااجلس عليه (اولااقعدعليه) قائما بين يدى الربى خافة ان يبعث بى الى الجنة وتبقى امتى بعدى فأقول منبرى ياربى امتى امتى فيقول الله عزوجل يا محمد ماتريد ان اصنع بأمتك فأقول ياربى عجل حسابهم فيدعى بهم فيجلسون فمنهم من يدخل الجنة برحمته ومنهم من يدخل الجنة بشفاعتى فمااذان اشفع حتى اعطى سكاكا برجال قدبعث بهم الى النار وحتى ان مالك خازن النار ليقول يا محمد ماتركت لغضب ربك فى امتك من نقمة
Hadis meâli: Tabaranî, Kebirinde ve Evsatında, Beyhaki; Ba’s da İbn-i Abbas radiyallahuanhu dan rivâyet ettikleri hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü nebîlere minberler getirirler. Her nebî kendine verilen minberine oturur. Benim minberim olmasına rağmen minberime dahi oturmam. Neden oturmuyorum? Neden acaba? Zira ben Rabbımın karşısında el pençe ayakta duruyorum. Ben böyle lâkayd değilim. Zirâ neden? Olabilir ki en fazla düşündüğüm şu ki; Rabbım beni cennete gönderir de ümmetim yalnız başına kalır diye. Onun için daima hazır ve uyanık durumda duruyorum.”
Böylece Kendi nefsini düşünmediği gibi sadece “ümmetim ümmetim!..” demektedir. ALLAHu Zü’l- Celâl “Ya MuhaMMed! Sen ümmetine karşı nasıl yapılmasını istiyorsun? Nasıl bir muamele olunsun?” “Ya Rabbi, hesablarının acilen olmasını dilerim.” Bu istediğimi ALLAHu Zü’l- Celâl kabul eder ve “ümmetim hemence hazır olurlar. Alahü Zülcelâl kendi rahmetiyle bir çoklarını cennete eletir. Bazıları da benim şefaatımla cennete girerler.”
ALLAHu Zü’l- Celâl Rasûlullahın şefaatına baktı da bir kısmını kendi rahmetiyle cennetine koydu. Bir miktarı da Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatıyla.
Ümmetine karşı şefûk ve atûf olan Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kendi nefsinden daha çok ümmetini düşündüğünü ALLAHu Zü’l- Celâl görünce ümmetini acilen hesaba çekmiş bir bölümü ALLAHın celle celâluhu rahmetiyle affa uğramış bir bölümüne ise Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatı devam etmektedir. Şefaatı peyderpey devam etmekte iken kendisine malümat geliyor ki; cehennemde ümmetimden bazı kimseler vardır. Cehennem hazininden bazı melekler bu hususu bildiriyor. Şöyle söylüyorlar: “Cehennemde çalışan âmir melekler “hazinu’n- nar” tabi ki yetkili salahiyetli olan melek diyor ki: “Ya MuhaMMed ümmetinden intikamı ve cehenneme girmeyi yaptıkları na-hoşluklarla hak edenler var iken onlardan intikam alıp azab etmeye birazcıkta olsa açıklık bırakmadın!” diyor.
Düşünün kardeşlerim, diğer nebîler minberlerinde otururken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem da oturabilirdi. Eğer nefsini düşünse idi.
Hep “ümmetim, ümmetim!..” buyurdu. Bu kadarda ümmetine karşı fedakâr olan Rasûlullahımıza sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti olarak nasıl bir tavır ve davranış içinde olmamız lâzımdır. Şu bedbaht olan insanlar ki ne şefaat, ne istiğase tanırlar ve kabrime ziyâreti dahi gayr-ı meşru’’ ilân ederler. Düşünün bir kerre bu kadar nankörlük ve namerdlik olur mu? Rasûlullah ki sallallahu aleyhi ve sellem herkesten farkı ve ümmetine düşkünlüğü ortada iken. Bize bu şerefi ALLAHu Zü’l- Celâl vermişken müşerref olmuşken O’nu inkara kalkışmak yetki ve salahiyetini yok farzetmek nasıl oluyor? Bundan bu Ni’met-i Azimeden haz duymamız lâzım. Çünkü bunlar bizim içindir. ALLAHu Zü’l- Celâl bizleri bu gibi bedbahtların şerlerinden ciddi olarak muhafaza etsin. Âmin!.
Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem binlerce ruhumuz olsa yine de fedâ olsun. ALLAHu Zü’l- Celâl Onun zümresinden ayırmasın. Rabbımız O’nun hoşnut olduğu ümmetlerinden eylesin. Âmin!.
وباالمومنين رؤف الرحيم
Bu sıfatlarla bize karşı rauf ve rahim olan Rasûlumüze bu sıfatlarla karşılık verelim. ALLAHu Zü’l- Celâlin izni ve inâyetiyle.
Hadisin mesnedi Tabaranînin, Kebir ve evsatı, ile Beyhakî olup Abdullah İbn-i Abbas radiyallahuanhu dandır.
Hazin: (Hızane. den) Hazine nâzırı. Bekçi.
Mürakâbe: Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.
Mübrem: Kaçınılmaz olan. Vazgeçilmez olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem.
Minber: Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü
Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
Şefûk: Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sahibi. Merhametli.
Atûf: Çok acıyan, pek merhametli.
Na-hoş: hoş olmayan.
Fedakâr: f. Her türlü zahmetlere göğüs gererek dâvası uğruna sebat eden.
Bedbaht: f. Bahtsız, talihsiz, bahtı kara.
لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
---“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Resûl/ Peygamber gelmiştir.” (Tevbe 9/128)